Avrupa
Trafik lambası koalisyonunun elde patlayışının üç aşaması

Almanya’da SPD, FDP ve Yeşiller’in oluşturduğu Trafik Lambası Koalisyonu, başlangıçtan itibaren uyumsuzluklarla doluydu. Farklı siyasi ajandalara sahip bu partiler, iktidarı paylaşmak için bir araya gelmişti; ancak süreklilik sağlayamadılar. Taraflar koalisyonun yükünden kurtuldu, seçimlere yeni stratejilerle hazırlanıyor. Scholz ise Ukrayna’ya yardımı merkeze alarak kendisini aktif bir lider olarak gösterse de seçmen üzerindeki etkisi belirsiz.
Trafik lambası koalisyonunun elde patlayışının üç aşaması
Jens Berger, NachDenkSeiten
Trafik lambası koalisyonu öldü ve üzerine hâlâ yazılıyor, konuşuluyor. Kimileri, cesur Christian Lindner’in kötü şansölye tarafından yeminini bozmaya zorlandığını söylüyor. Başka bir anlatıda ise kahraman bir Şansölye Scholz var; Almanya’nın Ukrayna’ya yardımını, gaddar maliye bakanının kırmızı kaleminden kurtarmaya çalışan bir lider olarak resmediliyor. Gerçekçi olmak gerekirse, bu hikayelerin tamamı yanıltıcı ve çoğu zaman saçmalık sınırını zorluyor. Haydi, şimdi bu koalisyonun dağılmasına üç farklı aşamadan yaklaşalım ve bu sisli manzarayı biraz netleştirelim.
Aşama 1: Geleceği olmayan, kavgalı ve işlevsiz bir evlilik
Berlin’de son haftalarda yaşananlar durup dururken gerçekleşmedi. Unutmamak gerekir ki, trafik lambası koalisyonu (Almanya’da SPD, FDP ve Yeşiller’in oluşturduğu koalisyon) hiçbir zaman bir “aşk evliliği” değildi. Seçimlerden sonra oyunculara hoşgörüyle yaklaşmak isteyenler, 2021 seçimleri sonrasında ülkenin salahiyeti için kendilerini feda ettiklerini söyleyebilir; o dönemde, Almanya için Alternatif (AfD) partisinin güçlü performansı, Büyük Koalisyon (GroKo), trafik lambası ve Jamaika Koalisyonu dışında bir hükümet alternatifi bırakmamıştı. Büyük Koalisyon’dan herkes, iki dönemden sonra artık bıkmıştı ve Jamaika Koalisyonu da SPD’siz bir alternatif olacaktı. Daha az hoşgörülü olanlar ise, bu üç farklı partiyi bir araya getiren asıl şeyin iktidar hırsı olduğunu savunacaktır.
Her halükârda, trafik lambası koalisyonu kuruldu; baştan beri ortada aşılamaz siyasi farklılıklar olmasa bile, dışarıya nasıl yansıyacağı konusunda zorluklar yaşanacağı belliydi. Eğer dışarıya başarı hikayeleri sunulabilseydi, belki bu sorunlar daha kolay çözülebilirdi. Fakat başarıdan ziyade başarısızlıklar, ihtilaflar ve kötü anket sonuçları vardı ve malum, kötü anket sonuçları siyasi partiler için zehir gibidir.
Trafik lambası koalisyonu dayanabilseydi, gelecek sonbaharda olağan seçimler yapılacak ve üç koalisyon partisi de en kötü koşullar altında seçim kampanyasına girecekti. FDP şu anki anketlerde yüzde 3 ila 4 civarında, can çekişiyor. Yeşiller yüzde 11, SPD ise yüzde 16 civarında seyrediyor ve her iki parti de kendi hedeflerinden çok uzakta. Elbette bu oranları, koalisyon içinde kalarak da seçim kampanyasında yükseltmek mümkün olabilirdi. Ama içsel olarak boşanmanın çoktan gerçekleştiği ve gelecek için başka bir partnerle planlar yapıldığı tamamen çatışmalı, işlevsiz bir evlilikte daha ne kadar kalabilirsiniz? Bu dramada başrol oynayan SPD’den Scholz ve FDP’den Lindner, koalisyonu devam ettirme konusunda artık hevesli değil. Bir ortaklığı bitirmek istediğinizde, bazen küçük bir kıvılcım bile yeterlidir. Ve son haftalarda bu türden kıvılcımlar fazlasıyla vardı.
Aşama 2: Bütçesiz bir hükümet
Evlilikler her zaman bir uzlaşma gerektirir. İyi evliliklerde bu neredeyse hissedilmezken, sorunlu evliliklerde her iki tarafın da kendi isteklerini dizginlemek, hatta zaman zaman partnerine içten içe öfkelenirken bile ona anlayış göstermek için ekstra çaba sarf etmesi gerekir. SPD, Yeşiller ve FDP arasındaki bu üçlü “siyasi evlilik” de bu açıdan oldukça sorunluydu. Yine de her seferinde bir araya gelip anlaşmayı başardılar. Üç parti de kendi siyasi taleplerinden ödün verdi ve –her ne kadar zaman geçtikçe bu zorlaşsa da– nihayetinde bir şekilde uzlaşmaya vardılar.
Sonra 2024 sonbaharı geldi ve trafik lambası koalisyonu, 2025 yılı bütçesi için hâlâ bir uzlaşmaya varabilmiş değil. Bu bütçe yaklaşık 480 milyar avroluk bir hacme sahip ve SPD ve Yeşiller’in özellikle gerçekleştirmek istediği yeni projeler olmasa bile, zaten yaklaşık 10 milyar avroluk bir açık var. Eski, “güzel” zamanlarda bu eksik 10 milyar avroyu yeni borç alarak kapatmak basit bir çözüm olurdu. Fakat borç freninin (Almanya’da borçlanmayı sınırlayan anayasal düzenleme) getirilmesinden beri bu artık o kadar kolay değil. Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararına göre, yeni borçlanma yapabilmek için olağanüstü bir durum olması gerekiyor ve bu durumun Maliye Bakanı tarafından önceden ilan edilmesi şart.
Son haftalarda koalisyon ortakları arasında sayısız toplantı yapıldı. Bir tarafta ince ayar yapıldı, diğer tarafta küçük tavizler verildi; her taraf istemeyerek de olsa bazı taleplerini geri çekti ve nihayetinde, bir şekilde gelecek yılın bütçesini oluşturabilecek bazı geçici çözümler bulmayı başardılar. Bu süreçte trajik figür ise, bu “yarım yamalak” bütçe hilesini bir şekilde gerçekleştirmeye çalışan Yeşiller’in Ekonomi Bakanı Robert Habeck oldu. Bakanlık olarak “bütçenin yarı esnekliği” gibi karmaşık bir kavramı kullanarak (bu terimi hemen unutabilirsiniz) bazı mali düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Intel projelerinden gelecek milyarlar iptal edilince, borç frenine takılmadan bütçeyi en azından kâğıt üstünde denkleştirmeye çalıştılar. Normal zamanlarda, Scholz ve Lindner muhtemelen bu “yarı legal” numara için Habeck’i tebrik ederdi. Fakat Kasım 2024’te işler normal değil. Hem Scholz hem de Lindner, koalisyonun büyük bir patırtıyla çökmesini istediklerinden, yapılan tüm bu ara anlaşmaları görmezden gelip kendi taraflarından yeni, en yüksek taleplerle masaya döndüler.
Aşama 3: Ukrayna yardımları ve Maliye Bakanı’nın “belgesi”
Bu aşamada sahneye ilk çıkan Maliye Bakanı Christian Lindner oldu. Scholz ve Habeck ile yıllardır aynı hükümette çalışmamış gibi, geçen cuma günü onlara “Almanya İktisadi Dönüşüm Planı” adında bir belge sundu. İçeriği itibarıyla bir neoliberal ekonomi ders kitabından alınmış gibi duran bu belge, bütçe görüşmelerinin temelini oluşturacakmış. Ancak bu “temel”, hem Yeşiller’in enerji dönüşümü projelerini hem de SPD’nin gündemdeki emeklilik reformunu bir çırpıda iptal edecek türden bir öneriyle doluydu. Ufak bir detay olarak, Lindner bu “tasarruf belgesinde” şirketlerden alınan vergilerde büyük kesintiler yapılmasını öneriyordu; bu uğurda borç frenini gevşetmeyi bile göze alabileceği anlaşılıyordu.
Her neyse, bu belgeyi, Lindner’in hala “resmi” koalisyon ortağı olan Scholz ve Habeck’e sert bir “orta parmak” olarak yorumlamak mümkün. Eski Maliye Bakanı Lindner, bu belgede, partnerlerine açıkça bir “S… gidin ne haliniz varsa görün,” mesajı veriyor.
Scholz için “ayrılık ilanı” bu belgeyle mi başladı, yoksa ünlü teleprompter konuşmasını zaten önceden mi hazırlatmıştı, bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: Scholz, bu noktadan itibaren SPD’nin yüzünü ak çıkaracak bir çıkış stratejisi geliştirdi. Berlin’in mevcut siyasi ikliminde hangi argüman size en iyi çıkar sağlar? Evet, kendinizi Ukrayna’nın özverili destekçisi olarak göstermek.
Başa dönelim: Mevcut bütçe taslağında –yukarıda bahsettiğimiz gibi– on milyar avroluk bir açık mevcut. Bu miktarın üç milyar avrosu Ukrayna’ya yapılacak yardımlar için ayrılmıştı; bu yardım miktarı, trafik lambası koalisyonunun son krizi patlak vermeden önce bile belirlenmişti. Scholz’un düşüncesi, borç freninin askıya alınması kararını bu Ukrayna yardımlarına dayandırmaktı ama üç milyar avro bu gerekçeyi meşrulaştırmak için yeterli değildi. Bunun üzerine, Şansölyelik makamında Ukrayna ile ilgili her türlü harcama kalemi bir araya toplandı; silah yardımları, mülteci masrafları ve benzeri kalemler dâhil edilerek toplamda yaklaşık yirmi milyar avroya ulaşıldı. Scholz’a göre, bu özel harcama kalemi doğrudan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesine bir yanıt olarak ortaya çıkmıştı ve bu da bütçede bir “acil durum” yaratarak borç frenine istisna getirilmesini hukuken meşru kılıyordu. Burada on milyar ve yirmi milyar avro arasındaki farka dikkat çekelim. Eğer Lindner, Scholz’un talebine uysaydı, yalnızca on milyar avroluk bütçe açığı bir anda “sihirli” bir şekilde ortadan kalkmayacak, aynı zamanda koalisyonun, borçlanma yoluyla bütçe için ekstra on milyar avrosu daha olacaktı. Bu da Scholz’un Lindner’e “orta parmağı” idi.
Esasında Scholz’un planı hiç de saçma değildi ve muhtemelen Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nde bile kabul görürdü. Mahkeme, “bütçe acil durumu” tanımlamasında siyasetçilere oldukça geniş bir hareket alanı tanıyor. Fakat Christian Lindner bu durumu hiç de eğlenceli bulmadı ve –gerçeklikle pek alakası olmayan bir şekilde– Scholz’un onu yeminini bozmaya zorladığını iddia etti. Elbette Lindner yasalara saygı göstereceğine dair yemin etti ama tam da bu yasa, borç freninin askıya alınması için gerekçeli bir acil durumun oluşmasını halihazırda mümkün kılıyor. Yine de Lindner’in bu “mızmızlanmasını” fazla ciddiye almamak lazım, nihayetinde kendisi bir senaryoya göre hareket eden bir oyuncu gibi görünüyor.
Böylece, esasen her iki başrol oyuncusunun da arzuladığı senaryo gerçekleşmiş oldu ama bu senaryo etrafında uydurulan hikayelerden biri, taraflardan birine beklenmedik bir şekilde uymadı. Artık Christian Lindner, borç freninin “bakirliğini” kırmızı ve yeşil parti üyelerinin arzularına karşı savunan asil kahraman değil, zavallı Ukraynalıları sonbaharın soğuk ve yağmurlu Rus havasında yalnız bırakan “karanlık lord” olarak görülüyordu, ki Marie-Agnes Strack-Zimmermann bunu fark ederse, ortalık karışabilir.
Bu oyunda Olaf Scholz ise kendini oldukça iyi pazarladı. İlk defa, edilgen bir figür değil de bir “icraatçı” olarak göründü ama Ukrayna için gösterdiği bu “oyuncu” çabasının seçmende nasıl bir etki yaratacağı henüz belli değil. Tabii, erken seçimlere kadar Spree Nehri’nden daha çok sular akacak ve seçmen de balık hafızalıdır.
Bazı yorumcular şimdi şoke olmuş gibi görünseler de aslında tüm taraflar memnun. FDP ve SPD, trafik lambası koalisyonunun yükünden kurtulmuş olarak seçim kampanyasına girebilecek; CDU, kendini şansölyeliğe bir adım daha yakın hissediyor ve zaten diğer tüm partiler de onlarla koalisyon kurmak istiyor. AfD ve BSW anket sonuçlarını hızla sandalyelere dönüştürebilirken, Robert Habeck ise şimdi şansölye olma hayalleri kuruyor; işte bu son kısım, hikâyenin en absürt kısmı diyebiliriz.
Avrupa
İngiltere: ABD saldırısına katılmadık ama destekliyoruz

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırısını destekledi ve İran’ı müzakerelere geri dönmeye çağırdı.
Starmer, İran’ın nükleer programının “uluslararası güvenliğe ciddi bir tehdit” olduğunu ileri sürdü.
ABD Başkanı Donald Trump, gece yarısı yaptığı açıklamada, ABD’nin İran’daki üç nükleer tesisi bombaladığını duyurdu.
İngiliz kaynaklarına göre İngiltere bu operasyona katılmadı. Salı günü G7 zirvesinde Starmer, ABD’nin saldırıya katılmayı planladığına dair herhangi bir bilgiye sahip olmadığını söylemişti.
Pazar sabahı yaptığı açıklamada Starmer, “İran’ın nükleer programı uluslararası güvenliğe ciddi bir tehdit oluşturuyor. İran’ın nükleer silah geliştirmesine asla izin verilemez ve ABD bu tehdidi ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. Orta Doğu’daki durum halen istikrarsızdır ve bölgedeki istikrar önceliklidir. İran’ı müzakere masasına dönmeye ve bu krizi sona erdirmek için diplomatik bir çözüme ulaşmaya çağırıyoruz,” dedi.
İş Bakanı Jonathan Reynolds, İngiltere’nin ABD’den Hint Okyanusundaki Diego Garcia üssünü kullanma talebi almadığını söyledi.
Sky News’e verdiği demeçte Reynolds, “İran’ın nükleer silah elde etmesini önlemeyi destekliyoruz. Diğer Avrupa ülkeleri gibi diplomatik bir yol izlemeyi önermiştik, ancak İranlılar bunu reddetti,” dedi.
Reynolds, İngiliz hükümetinin bu saldırılara karışmamış olmakla birlikte, bölgedeki İngiliz vatandaşlarının güvenliğini ve tahliyesini sağlamak için, ayrıca gerekirse İngiliz altyapısını, üslerini ve personelini korumak için “bölgedeki varlıklarını kullanmak da dahil olmak üzere, her türlü olasılığa karşı kapsamlı hazırlıklar yaptıklarını” temin etti.
Bakan, “Ne zaman öğrendiğimizi tam olarak söyleyemem, fakat tahmin edebileceğiniz gibi, bu eylem hakkında önemli bir müttefikimiz tarafından bilgilendirildik,” diye ekledi.
Beyaz Saray’dan ulusa seslenen Trump, İran’ın misilleme yapması halinde yeni saldırılar olabileceğini söylemiş ve “Ya barış olacak ya da İran için trajedi olacak,” demişti.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı, saldırıların “sonsuza kadar sürecek sonuçları olacağını” ve Tahran’ın misilleme için “tüm seçenekleri saklı tuttuğunu” söyledi.
ABD’nin askeri harekatı, Starmer’ın diplomasi çağrısı ve gerginliğin azaltılması yönündeki tekrarlı taleplerine rağmen gerçekleşti.
Starmer bu hafta, çatışmada “gerginliğin tırmanması riskinin gerçek” olduğunu belirterek, Washington ile “birkaç tur görüşme” yapıldığını ve kendisine göre bu sorunun çözülmesinin yolu bu olduğunu ekledi.
Lammy ise cuma günü Cenevre’de Avrupalı müttefikleriyle birlikte İran’la görüşmelere katılmadan önce, Washington’da mevkidaşı Marco Rubio ile görüşmek üzere yaptığı ziyaret sırasında ABD’yi “uçurumun kenarından geri çekilmeye” çağırmıştı.
Muhafazakâr Parti lider Kemi Badenoch, ABD’nin saldırısının “küresel terörü körükleyen ve Birleşik Krallık’ı doğrudan tehdit eden bir rejime karşı kararlı bir eylem” olduğunu söyledi ve “İranlı ajanlar, İngiliz topraklarında suikast ve saldırılar planladı. ABD ve İsrail’in yanında sağlam durmalıyız,” dedi.
Reform UK lideri Nigel Farage de Trump’ın İran’a saldırı kararını destekledi. Farage, “İran’ın nükleer silaha sahip olmasına izin verilmemelidir, İsrail’in geleceği buna bağlıdır,” dedi.
Avrupa
Dolar zayıflarken avro cazibe kazanıyor mu?

Fransa, Paris’in uzun süredir devam eden ortak borçlanma kampanyasının bir parçası olarak, avro para biriminin küresel rezerv para birimi olarak profilini yükseltmeye yönelik ek önlemler alınması için diğer AB ülkelerine baskı yapıyor.
Financial Times’ın (FT) gördüğü, bu ayın sonlarında yapılacak liderler zirvesi öncesinde dağıtılan bir AB taslak bildirisinde, Avrupa Merkez Bankası da dahil olmak üzere blok kurumlarından “avronun uluslararası rolünü güçlendirmek için önlemler araştırılması” isteniyor.
Bu girişim, ABD Başkanı Donald Trump’ın doların hakim rolünü zayıflatan ve Avro bölgesinin 25 yıllık para biriminin uluslararası işlemler için daha cazip hale gelmesine olanak tanıyan dengesiz ticaret ve ekonomi politikasından kaynaklanıyor.
Paris, yatırımcıların ABD Hazine borçlarından kaçmak için güvenli bir liman aradığını ve bu nedenle AB’nin piyasaya hizmet etmek için daha fazla ortak borç ihraç etmesi gerektiğini savunuyor.
Fransa ve İtalya ve İspanya gibi diğer ağır borçlu ülkeler, ulusal yüklerini artırmadan savunma gibi öncelikli alanlara daha fazla harcama yapabilmek için uzun süredir daha fazla ortak borçlanma için baskı yapıyorlar.
IMF Genel Direktörü Kristalina Georgieva, perşembe günü Lüksemburg’da düzenlenen AB maliye bakanları toplantısında, “Avronun küresel olarak daha büyük bir rol oynaması için büyük bir fırsat var,” dedi.
Georgieva, “Kaliteli güvenli varlık arayışına baktığımda, şu anda bu varlıkların arzında bir kısıtlama olduğunu görüyorum. Şu anda bu kadar çok varlığın altına yatırılması tesadüf değil,” diye ekledi.
Georgieva, Avrupa Merkez Bankası (AMB) verilerine göre altının, merkez bankalarının rezerv varlığı olarak avroyu geçtiğini belirtti.
AMB Başkanı Christine Lagarde bu hafta FT’de, bunun “küresel avro” anı olduğunu, ama bloğun bunu değerlendirmek için “güvenli varlıkların bolca arzı” da dahil olmak üzere reformlara ihtiyaç duyacağını yazdı.
Lagarde, “Toplam mali durumun güçlü olmasına ve borç-GSYİH oranının ABD’deki %124’e kıyasla %89 olmasına rağmen, yüksek kaliteli güvenli varlık arzı geride kalıyor. Son tahminlere göre, en az AA notuna sahip devlet tahvillerinin bakiyesi AB’de GSYİH’nin %50’sinin biraz altında, ABD’de ise %100’ün üzerinde,” diye yazdı.
Bir AB yetkilisi, bunun ortak borçlanma gibi “klasik bir Lagarde hamlesi, Fransız fikirlerini öne sürme” olduğunu savundu.
Lagarde, dolara karşı: Bağımsızlık ve avroya biçilen uluslararası rol
AMB baş ekonomisti Philip Lane, bu ayın başlarında yaptığı bir konuşmada, Avro bölgesinin tasarımının “güvenli varlıkların yetersiz arzına” yol açtığını ve buna yanıtın bir yolunun Avrupa çapındaki projeleri finanse etmek için yeni ortak tahviller ihraç etmek olabileceğini söyledi.
Fakat başka bir seçenek, mevcut ulusal tahvil stokundan daha büyük bir güvenli varlık stoku oluşturmak. Bu bağlamda Lane, Peterson Enstitüsünden Olivier Blanchard ve Citadel’den Ángel Ubide’nin, Avrupa’daki tek tek hükümetler tarafından ihraç edilen tahvillerin bir kısmının Eurobondlarla değiştirilmesini öneren bir makaleyi örnek gösterdi.
Daha fazla ortak AB borcu ihraç etme kararı ancak oybirliğiyle alınabilir. Borcun daha büyük bir kısmını geri ödemek zorunda kalacak Almanya ve Hollanda, daha fazla ortak borçlanmaya şiddetle karşı çıkıyor.
Üst düzey bir AB diplomatı, komisyonun Berlin’in muhalefetini dikkate alacağını söyledi fakat durum kötüleşirse, “Bazı üye ülkelerin ekonomisi pek de iyi durumda olmadığı için baskı artacak,” dedi.
AB, Covid-19 salgını sırasında ekonomik teşvikleri finanse etmek için ihraç ettiği yaklaşık 800 milyar avroluk ortak borcunu geri ödemekte zaten zorlanıyor.
Avrupa Komisyonu, borcu yeniden finanse etmediği takdirde, geri ödemeler için yıllık 30 milyar avro, yani 2028 yılı bütçesinin beşte biri kadar bir miktarın harcanacağını tahmin ediyor. Konuya yakın iki kişiye göre, Fransa, daha fazla borçlanmanın yatırımcıları cezbetmek için yeterli likidite yaratacağını söylüyor.
Bir AB diplomatı, “Daha fazla üye ülkenin kredi notu yükseltilirse, avro cinsinden güvenli varlıklarda sıkıntı yaşanmayacaktır,” dedi.
26-27 Haziran tarihlerinde yapılacak zirvenin başkanlığını üstlenecek olan António Costa, mevcut jeopolitik kargaşa ortamında, blokun hâlâ parçalı haldeki tek pazarının derinleştirilmesi konusunda daha geniş kapsamlı bir tartışma kapsamında, avronun rolünü gündeme getirdi.
Costa, FT’ye verdiği demeçte, tek pazarın daha iyi entegrasyonu ve tasarruf ve yatırımlara ilişkin AB çapında kuralların “AB’nin açık, istikrarlı ve güvenilir bir ortak olarak konumunu güçlendirerek avronun küresel konumunu pekiştireceğini” söyledi.
Doların rolü, Trump göreve gelmeden önce de azalıyordu. Chatham House’a göre, 2024 sonunda dolar, küresel döviz rezervlerinin yüzde 58’ini oluştururken, bu oran 10 yıl önce yüzde 65 idi.
IMF’ye göre, avro şu anda döviz rezervlerinin yaklaşık yüzde 19’unu oluşturuyor ve bu oran, avronun yaratıldığı 2000 yılındaki seviyeye benzer.
Avrupa
Almanya ve Britanya ‘dostluk’ antlaşması imzalamaya çok yakın

Planlar hakkında bilgi sahibi yetkililere göre, Almanya ve Britanya önümüzdeki ay önemli bir ikili dostluk anlaşması imzalamaya hazırlanıyor.
İki hükümet, Britanya Başbakanı Keir Starmer’ın Almanya’ya yaptığı ilk ziyaret sırasında “benzeri görülmemiş” büyük ölçekli bir anlaşma imzalayacaklarını duyurmuştu.
Starmer, bunu AB ülkeleriyle ilişkileri “resetleme” sürecinin bir parçası olarak nitelendirmiş ve Brexit ile kopan ticaret ve güvenlik bağlarını yeniden kurma çabası olarak değerlendirmişti.
Fakat anlaşma tamamlanmak üzereyken, Almanya’daki hükümet karmaşası işleri rayından çıkardı. Diplomatlar, dönemin Şansölyesi Olaf Scholz’un koalisyonunun çökmesi üzerine müzakereleri durdurma kararı aldı.
Zira Alman yasaları, anlaşmanın imzalanıp imzalanmayacağına ve ne zaman imzalanacağına yeni hükümetin karar vermesini gerektiriyordu.
Bir diplomat Euractiv’e verdiği demeçte, yeni muhafazakâr-sosyal demokrat koalisyonunun göreve başlamasıyla müzakerelerin kısa sürede yeniden başladığını ve şu anda tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.
Diplomat, “Şansölye Merz, Başbakan Starmer ile, ilgili dışişleri bakanlıklarının liderliğinde iyi bir şekilde ilerleyen Alman-İngiliz anlaşması müzakerelerinin artık hızla sonuçlandırılması konusunda anlaştı,” dedi.
Gerekli Alman kabine kararı ve imzalanmanın “yakında” gerçekleşebileceğini de ekledi.
Zamanlama konusunda bilgilendirilen başka bir yetkiliye göre, bu tarih 17 Temmuz gibi erken bir tarihte olabilir.
Görüşmelere katılan Alman milletvekilleri, anlaşmanın önemini ülkenin Fransa ile imzaladığı büyük ölçekli dostluk anlaşmalarıyla karşılaştırdı.
İki ülke, Fransız-Alman ilişkilerini yeni bir düzeye taşıyan ve ortak bir parlamento meclisi kurulmasını sağlayan Élysée Antlaşması ve Aachen Antlaşması ile birbirine bağlı.
SPD’nin o zamanki dış ilişkilerden sorumlu milletvekili Nils Scmid, geçen sene yaptığı açıklamada, “Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık arasında bir tür üçlü ilişki olacak,” demişti. Fransa-Almanya anlaşmalarına ek olarak, Fransa ve Birleşik Krallık Lancaster House Antlaşması ile birbirine bağlı.
Schmid, bu belgenin iki hükümet ve parlamento arasındaki alışverişi kurumsallaştırmasını ve daha yakın kültürel bağlar kurmasını umuyordu. Bir İngiliz hükümet kaynağına göre, İngiliz tarafı anlaşmanın sıradan insanların yaşamlarına pratik bir etkisi olmasını ve Starmer’ın büyümeye verdiği önemi yansıtmasını istiyordu.
Fakat somut iyileştirme yapılabilecek birçok alanın AB’nin yetki alanına girmesi bir engel oluşturdu. Schmid, anlaşmanın bu alanlara dokunmaması gerektiğini açıkladı.
Anlaşma, İngiltere’nin Almanya ile ilk savunma işbirliği anlaşması olan Trinity House Antlaşmasını da içermesi bekleniyor. Bu belge geçen yıl imzalandı ve Alman hükümeti bunu “İngiltere’nin Avrupa’ya yönelik yeni yöneliminin bir ifadesi” olarak nitelendirdi.
AB ve Britanya da geçen ay kendi savunma ve güvenlik paktını imzaladı ve Brexit sonrası ticaret ilişkilerindeki bazı engelleri azaltmak için ilke anlaşması yaptı.
-
Görüş6 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu5 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa5 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor