Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘ABD, Zelenskiy’i kurban verecek’

Yayınlanma

Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu, küresel jeopolitik gelişmeleri Harici’ye değerlendirdi: “NATO ve ABD, askeri teknik uzmanları bir hesap yaptı ve denildi ki Çin 2030’larda ABD için bir tehdit oluşturacak. İki cephede savaşmam, mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmamam lazım? Rus askeri gücünü ve ekonomisini Ukrayna üzerinden çökertirsem Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım. Ancak iki yıl boyunca ne Rus askeri gücü çöktü ne de Rus ekonomisi çöktü. Tersine Rusya’nın üyesi olduğu BRICS daha da büyüdü, G7’nin karşısına çıktı.”

Mehmet Kıvanç: Emekli Tuğgeneral sayın Naim Babüroğlu ile bölgemizde küresel anlamda yaşanan gelişmeleri  konuşacağız. 2024 yılına Kuzeyde Rusya – Ukrayna savaşı ve güneyimizde Ortadoğu’da Gazze savaşının yoğunlaştığı bir ortamda girdik. Bunlar elbette son 20-30 yılın birçok küresel olayların sonucu, çıktısı olarak da değerlendirilen askeri mücadele alanları. Bunların politik yansımalarını da Türkiye olarak yakından hissediyoruz. Ankara’daki karar alıcılar bütün bu jeopolitik baskılar altında hareket ediyor. Sizinle de bugün önce genel anlamda içinde bulunduğumuz bu süreci nasıl tanımladığınızı sorarak başlamak istiyorum. Kimilerine göre çok büyük bir değişimin içinde yaşıyoruz son 20, 30 yıl değerlendirildiğinde “çok kutupluluk” yorumları var. Bazı görüşlere göre de  Batı sistemi 21. yüzyılın sonuna kadar her ne kadar bazı arızaları olsa da üstünlüğü ve hegemon pozisyonunu korumayı sürdürecek. Sizin yorumunuzu merak ediyorum Naim Bey.

Naim Babüroğlu: Şöyle yorumlayabiliriz, İkinci Dünya Savaşından sonra 4 Nisan 1949’da NATO kuruldu ABD’nin liderliğinde. Bunun amacı doğuya karşı bir savunma paktı oluşturmaktı. NATO’nun ardından Varşova Paktı kuruldu. Dolayısıyla bir Batı bir de Doğu olmak üzere 2 kutup meydana geldi. İki kutuplu Soğuk Savaş dönemi 1990’ da Sovyetler Birliği’nin dağılmasına kadar devam etti.

1990’da Sovyetler Birliği dağıldı. Sebebine ilişkin birçok yorum var. Ekonomik yorum; sosyalizmin dezavantajlarının yani sahadaki öngörülebilir öngörülemeyen bazı sonuçların ortaya çıktığı şeklinde. 1979’da o zaman Afgan hükümeti Sovyet yanlısıydı ve 1979’da Afganistan’daki Afgan hükümeti Sovyetleri yardıma çağırdı. Sovyetler 1979’da tanklarıyla Afganistan’a girdi. 10 yıl sürdü ve 10 yıl içerisinde önemli bir kırılma noktası yaşandı Soğuk Savaş’ta. ABD El Kaide terör örgütünü yetiştirip büyüttü, besledi. Pakistan’ın da büyük yardım desteği oldu. Sovyetler Birliği gerçekten Vietnam’ını yaşadı Afganistan’da. Sovyetler 10 yıl kaldı Afganistan’da bu sürede 600.000 kadar Sovyet askeri ayak bastı ve milyarlarca dolarla 50.000 ölüyü geride bıraktı. Sonuçta Sovyetler Birliği, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldığında 1989’da çöküşün ayak sesleri geliyordu. 1991’de zaten resmi olarak ortadan kayboldu.

Soğuk Savaş döneminde her şey çok basitti rahattı. Türkiye ordusunun belirli tatbikatları vardı. Doğuda Sovyet askerleri belirli bir yerdeydi. Planları belliydi. İki tarafın da huzurlu olduğu çok da riskli olmayan bir durum vardı. Yani öngörülemeyen riskler yoktu. Belirsizlikler yoktu, Soğuk Savaş bitiminde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber bir belirsizlik ortaya çıktı. NATO tek başına kaldı. Varşova Paktı yok, Sovyetler Rusya oldu. Fakat öyle bir Rusya Federasyonu ki ekonomik açıdan büyük bir problemi var. Yurtdışına kaçışlar var ve yurt dışında batının gazetelerinde medyalarında o eski ihtişamlı Sovyet’in yeni kalan o kalıntısının özellikle tırnak içinde söylüyorum, kadınlarını kullanarak alay eder şekilde büyük bir medyanın bir yaklaşımı oldu. Ben de o zaman Kuveyt’te Irak’ta Birleşmiş Milletler askeri gözlemci olarak görev yapıyordum. Rus subayları da vardı. 1997’de o zaman o heybetli Sovyetler’in kalıntıları olan o Rus askerleri Batı’da ortaya çıkan o resimlere baktığında çok büyük bir üzüntüye kapılıyordu. Ben hissediyordum yani öyle bir duruma gelmişti. NATO tek başına kaldı. Bu sefer NATO’nun yeni bir tehdide ihtiyacı vardı. Yani NATO’nun ayakta kalması için bir düşmana ihtiyacı vardı.

Bu kez ne yaptı NATO? Belirsiz öngörülemeyen krizleri bir tehdit olarak ortaya çıkardı ve devam etti. Nedir bunlar önlenemeyen açlık krizi olabilir. İran, Kuzey Kore, Suriye, hepsini bir tehdit sistemine koydu. Belirsizlikler, yoksulluktan kaynaklanan kuraklıktan kaynaklanan iç çatışmalar, bunlar belirsiz riskler, belirsiz bölgeler… NATO çok kısa bir dönem bir sarsıldı. Kendisini toparladı ve bu senaryoyu, bu doktrini bu konseptten çıkararak devam etti.

“ABD değişim hızını öngöremedi”

Ne Rusya Federasyonu ne de ABD bu kadar hızlı değişimi öngöremediler. Ben 1998-2000’de NATO’da göre yaptığım için biliyorum. Ne demek bu? Varşova Paktı’ndan ayrılan bütün ülkelerin NATO üyesi olmak için başvuracaklarını sıraya gireceklerini öngöremediler. Önce Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti üye oldu 1999’da. Sonra diğerleri takip ettiler ve 16 üye ülke vardı Sovyetler dağıldığında. Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi olmasıyla şimdi sayı 32 ülkeye çıktı.

Bu 32 ülkeden İsveç ve Finlandiya hariç 14 ülkenin hepsi Varşova Paktı’ndan ayrılan Doğu Avrupa ülkeleri. Baltık ülkeleri, Letonya, Estonya, Litvanya, güneyinin Polonya, Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, güneyinde, Bulgaristan, Romanya, Slovakya… Bunların hepsi NATO üyesi oldular. Sonra kimler oldu işte Hırvatistan oldu, Yugoslavya’dan dağılan. Sonra kimler oldu, Montenegro (Karadağ) ve şimdi 32 üyeli bir NATO var.

Sovyetler Birliği dağıldığında 16 üye ülkesi olan NATO, şimdi Finlandiya ve İsveç’i dahil ettiğimizde 32 ikiye çıktı. Yani 2 katına çıktı. Hele Finlandiya ve İsveç NATO üyeliğiyle beraber, Rusya tamamen kendi doğusundan çevrilmiş oldu. Bu tabii Rusya’nın öngöremediği bir şey. ABD de bu kadar beklemiyordu. Bulgaristan, Romanya, güneye gidelim Polonya, Macaristan, kuzeye gidelim, Letonya, Estonya, Litvanya, Slovakya, Hepsi Rusya’yla sınırı olan ülkeler veya Rusya Federasyonu işte doğusundan tamamen kuşatıldı. Putin iktidara gelince Rusya’nın bu şekilde kuşatılmasını bir tehdit olarak algıladı. Soğuk Savaş döneminde iki kutup vardı. Herkes rahattı. Kimin ne kadar nükleer silahı var belliydi, sonra dağılma sürecine girdik. Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyesi olma sürecinde burada bir kutupsuzluk yaşandı. Bir dengesizlik oldu. ABD, süper güç, lider ve istediğini yaptırıyor ama Putin Rusya’sının ortaya çıkmasıyla beraber Putin Rusya’sıyla yavaş yavaş aslında ikinci kutup veya çok kutuplu dünyaya doğru bir yolculuk başladı.

Mehmet Kıvanç: Yani o boşluk döneminde Rusya’nın hissettiği tehdit algısı ne ölçüde gerçekçiydi ya da oradaki senaryo neydi? NATO ülkelerinin genişlemesi ile Rusya yönelik bir askeri taarruz mu? Burada Moskova’nın kafasındaki neydi?

Naim Babüroğlu: Tabii Sovyetler dağıldıktan sonra NATO bir açık kapı politikası, genişleme politikası uyguladı. Bütün Doğu Avrupa ülkelerine kapısını açtı ve açınca 14 ülke işte Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya hepsi üye oldu. Üye olunca batısı kuşatıldı Rusya’nın. Kuşatılınca teyit et orada ne olacak ABD askeri üsleri konuşlandı. NATO ve ABD kendi dokümanlarında belgelerinde Rusya’yı daima birinci tehdit olarak gördüğü için “şimdi Rusya birinci tehdittir” denildi.

NATO için, ABD için ve NATO kuvvet havuzunu oluştururken yani şu kadar tank şu kadar uçak şu kadar piyade askeri şu kadar komando şu kadar özel kuvvetler şu kadar nükleer, şu kadar F35, şu kadar Avaks bütün bu kuvvet havuzunu oluştururken Rusya tehdidine göre oluşturuyor ve ülkeler NATO’ya bağlı ülkelerde savunma harcamalarını buna göre arttırıyor.

Dolayısıyla Rusya bunu biliyor. İki kırmızı çizgisi vardı Putin Rusya’sının. Bir güney Kafkasya, “NATO gelemez gelirse benim kırmızı çizgimdir.” İki Ukrayna Asya’nın kalbidir. Asya’nın kalbi olan Ukrayna’yı ele geçiren taraf imparatorluğu kurar, jeopolitik gerçek budur. Ukrayna’yı kim ele geçirirse o Asya’nın sahibi olur. Gerçek bu.

Gürcistan 2008’de George W. Bush, Bükreş’te yapılan NATO zirvesinden önce Gürcistan NATO üyeliğine hazır dedi. Bir baktı ki Putin Rusya’sı kısa sürede tanklarıyla beraber Gürcistan’a girdi. Osetya’yla Abhazya’yı Gürcistan’dan koparttı ve bağımsızlıklarını tanıdı. Gürcistan parçalandı. 2008’de. Yani Rusya için Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan’ın o bulunduğu bölgeye NATO’nun gelmesi kırmızı çizgisi. 2014’lerde Ukrayna için bir şey çıktı buna benzer; Putin Rusya’sı Kırım’ı işgal etti. Batı ciddiyette kavrayamadı. 

Gürcistan elden gitti, ABD tepki göstermedi. Kırım işgal edildi tepki göstermedi ama Putin Rusya’sı şunu ilan etti, Ukrayna’nın NATO üyeliği veya batı ittifakında yer alması benim kırmızı çizgimdir…

Ukrayna’nın NATO üyesi olması mümkün değildi. 2020’de. Ama bir kışkırtma vardı. NATO üyesi olmanız için hazır olmanız lazım veya NATO üyesi olmanız için toprağınızın bir bölümünün işgal edilmemiş olması lazım. Sadece NATO üyesi olmak için değil, Avrupa Birliği üyesi olmanız içinde öyle. Çünkü güvenlik mimariniz eğer tamamlanmamışsa yani Kırım işgal edilmiş. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’ın bir bölümü işgal edilmiş bir ülke, Avrupa Birliği’ne de NATO’ya da üye olamaz. Neden? Çünkü güvenlik bir mimarisi oluşmamış onlar için bir tehdit, bir risk olur, büyük bir maddi kayıp olur. Dolayısıyla NATO üyesi olması mümkün değildi Avrupa Birliği üyesi olması da mümkün değil ama  Biden yönetimi kışkırttı.

Devlette mürekkep yalamamış, devlet altyapısı olmayan NATO’nun ne olduğunu, Avrupa Birliği’nin ne olduğunu, 5000 yıllık yazılı savaş tarihinin konsepti doktrini ruhunu bilmeyen Zelenkiy ABD’nin ve batının kışkırtmasına inandı. “Bizi NATO’ya üye yapacaklar” rüzgârına kapıldı. Halbuki NATO üyesi olması mümkün değildi.

Bu kışkırtma gerçekten işe yaradı. Putin, Silahlı Kuvvetleri’nin ordusunu intikal ettirdi. ABD seyrediyor, bütün ülkeler seyrediyor ama CIA’in İngiliz MI6’in istihbarat örgütünün Alman istihbarat örgütünün, MOSSAD’ın ve diğer ülkelerin haberi olmaması mümkün değil.

Ukrayna’yı elden çıkaracak bir motivasyon maalesef. Sonuçta Putin Şubat 2021’de işgale başladığında Ukrayna’yı işgal gününe kadar herkes sessiz bekledi. Halbuki işgal gününden önce mesela Ukrayna hava sahasını ABD kapatabilirdi. Oradaki hava savunma sistemlerini patriot hava savunma sistemlerini Kiev’e yerleştirir, Harkov’a yerleştirir, birkaç yere yerleştirir. Kendi arasında birkaç müttefikiyle, Kanada’yla Avustralya ile İngiltere ile oluşturacağı koalisyonla hava sahasında bir şemsiye oluşturur ve daha Putin işgal etmeden der ki hava sahasını kapatın der. Bunu yapmadı, yapabilirdi, yapmadı. Çünkü işgali bekledi.

Mehmet Kıvanç: Yani istedi o zaman.

Naim Babüroğlu: İstedi kışkırttı, Putin de işgal etti, işgal ettikten birkaç gün sonra “Batı Ukrayna’nın arkasında, bu bir işgal” dedi. Uluslararası hukuka aykırıdır soru şu, tamam işgal de işgal edeceğini herkes biliyordu da neden F16 – F35 savaş uçaklarını uçurmadınız Ukrayna hava sahasında? Patriot gibi hava savunma sistemlerini konuşlandırıp hemen hava sahasını kapatmadınız ki Rusya’nın uçaklarını engelleyebilirdiniz.

Orada NATO beşinci maddesini çalıştıramazsınız NATO’nun. Neden? Çünkü Ukrayna üye değil. Bekledi işgal etti, işgal edince dedi ki, bütün Batı Ukrayna’nın arkasında başladılar silah desteği para desteğine. Neden? Çünkü Putin de bunu röportajında söylemiş. Diyor ki Putin ben de aynı şeyi söylüyorum yıllardır… NATO askeri teknik uzmanları bir hesap yaptılar, önemlidir. Bu bilimsel bir hesaptır. En hafif silah sayısına kadar ekonomiye kadar endüstriye kadar insan gücüne kadar hepsi değerlendirildi. Ve denildi ki, Çin 2030’larda ABD için bir tehdit olacak. O zaman Rusya’nın askeri gücü zaten ABD için ve NATO için bir tehdit. Çin’in askeri gücü değil ama ekonomisi bir tehdit. O zaman 2030’a gelmeden Çin askerî açıdan da ABD ve NATO’yu tehdit eden bir cephe haline dönüşmeden benim NATO ve ABD olarak hem Çin Denizi’nde Güney Çin Denizi’nde hem de Rusya cephesinde doğuda 2 cephede savaşmam mücadele etmem mümkün değil. Ne yapmam lazım? Rus askeri gücünü Ukrayna üzerinden çökertirsem ekonomisiyle beraber Rusya’yı tehdit olmaktan çıkarırım, geriye bir aktör kalır. Çin’le tek başına uğraşabilirim.

Mehmet Kıvanç: Yani gelecekte 2030’larda Rusya ve Çin arasında her anlamda potansiyel birlikteliği şimdiden kesmek için yapılmış.

Naim Babüroğlu: Şimdi Ukrayna üzerinden Rus askeri gücünü ve ekonomik gücünü çökertme öngörüsü ve hedefiyle başladı ve Batı, ABD başta olmak üzere her türlü silah desteği ve para desteğini sağladı. Neden? Ne kadar savaş fazla uzarsa Ukrayna’da Rus askeri gücü o çamurun içinde bataklığın içinde o kadar fazla yıpranır. Ekonomisi de o kadar fazla yıpranır. Ama 2 yıl oldu değil mi?

Mehmet Kıvanç: Dolduruyoruz ikinci yılını.

Naim Babüroğlu: 2 yılı dolduruyor. Ne oldu 2 yılın sonunda Rus askeri gücü çökmedi. Rusya ekonomisi de çökmedi. Tersine Rusya’nın üye olduğu BRICS üye sayısı daha da arttı. G7’nin karşısına çıktı ve tersine Çin ve Rusya ittifak yapar hale geldi.

Mehmet Kıvanç: Ticaretleri 200 milyar doları aştı.

Naim Babüroğlu: Artı ittifak yapar hale geldiler. Çin şunun farkında; NATO’nun ABD’nin hedefi Rusya’nın yükselen gücünü şu anda yok etmek daha sonra önlenemez yükselişte olan Çin ile tek başına uğraşmak.

Şimdi ABD’nin ve Batının öngördüğü bu hedef gerçekleşmedi. Ukrayna Genelkurmay Başkanını değiştirdiler. Kim değiştirdi? Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy’nin değiştirdiğini düşünmeyin. Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy ABD’ye sordu, ABD ile isim üzerinde anlaştılar ve Genelkurmay başkanını görevden aldılar. Yeni Genelkurmay Başkanı atadı. Bu ne demek? Başarı hikayesi yok Ukrayna’nın. Bu ne demek? İstedikleri kadar silah versinler Rusya başarıya doğru ilerliyor demek. Şimdi hem Avrupa Birliği yoruldu hem Ukrayna yoruldu hem ABD kamuoyu da yoruldu. Ukrayna’nın yüzünden yardım etmekten yoruldular.

Mehmet Kıvanç:  Burada hesap hatası olduğunu anlıyorum. Ancak ilk anlarda Rusya sanki Afganistan’daki gibi bir tuzağa düşmüş gibiydi.

Naim Babüroğlu: Öyle gibi göründü.

“Rusya henüz zafer elde edemedi ama oraya gidiyor”

Mehmet Kıvanç: Orada ne değişti peki sizce kritik müdahaleler mi oldu? Çünkü ilk birkaç aydaki durum sanki Batı lehineydi.

Naim Babüroğlu: Şöyle, ilk başta zannedildi ki, ben hiçbir zaman öyle düşünmedim, gerçekten Putin’in Rusya’sı askeri yönden askerî açıdan orada çökecek. Ekonomisi de 1 – 2 yıl sonra buna yetmeyecek çökecek. Fakat 6 -7 ay geçtikten sonra işler değişti, şimdi Ukrayna elden çıktı. Ukrayna’nın altyapısı çöktü. Ukrayna’yı heba etti ABD ve NATO.

Rusya, Putin Rusya’sı, evet başta kayıp verdi, general kaybı verdi, görevden almalar oldu. Başta bir sarsıntı geçirdi ama şimdi savunma sistemini kurdu. Savunan taraf savaşta daima avantajlıdır. Çünkü savunma yerini siz seçersiniz, mevzileri siperleri yaparsınız, düşmanı beklersiniz. Rusya savunma yerini seçti, tahkim etti. Bir de Donbas’ın bağımsızlığını tanıdı, imzaladı Rus toprağı olduğunu. Kırım Rus toprağı, Donbas Rus toprağı zaten. NATO üyesi olması mümkün mü bundan sonra Ukrayna’nın? Hayır. Avrupa Birliği üyesi olması mümkün mü? Hayır. İstedikleri kadar desinler ki yok olması mümkün. Bunu da sağladı Putin. Peki ekonomisi çöktü mü? Hayır. Ordusu çöktü mü? Hayır. Tersine ne oldu? Ordusu bir deneyim sahibi oldu, tecrübe sahibi oldu. Dolayısıyla aslında Rusya’nın burada bir başarısı var ama zafer daha elde edilmedi. Zafer ne zaman elde edilir? Masaya oturulur, kalıcı bir ateşkes sağlanır ve Putin’in şu anda Rus toprağı olarak ilan ettiği kendi anayasasına kattığı toprakların Ukrayna tarafından ve ülkeler tarafından tanınması sağlanır. Ayrıca Ukrayna’nın NATO ve Avrupa Birliği’ne dahil olmaması ve ordusunuz silahsızlandırılması sağlanır. Putin şu anda oraya doğru gidiyor.

“Zelenskiy kurban seçilecek”

ABD ve Avrupa Birliği ne yaptı? Yoruldular, para vermekten yoruldular, silah vermekten yordular. Kamuoyları önünde de öngördükleri hedefe zamanında ulaşamadıkları için bir eleştiriye uğruyorlar. Kim zararlı çıktı? Zararlı çıkan Ukrayna halkı oldu. Şimdi göreceksiniz. Önümüzdeki süreçte bir kurban seçecek ABD kurban kim olacak? Genelkurmay başkanından sonra Zelenskiy olacak, Zelenskiy’i de alacaklar.

Dolayısıyla buradaki başarı hikayesi ABD’nin Batı’nın değil. Tersine aslında NATO ve ABD burada yenilmiştir Rusya’nın karşısında. Ama Çin’e karşı da yenilmiştir. Nedir? Çin kendisinden beklenmeyen bir adım attı. Tarafsız gibi görünüyordu seyrediyordu ortamı. Sonra baktık ki sıra kendisine gelecek. Neyin üzerinden? Tayvan üzerinden. Yine o zaman dedi ki Çin, “ben Rusya’ya destek vermek zorundayım.” İşte Ukrayna üzerinden Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle çok kutuplu düzene hızla geçildi. Şu anda biz çok kutuplu düzendeyiz.

“Ukrayna maalesef elden çıkmıştır”

Mehmet Kıvanç: Sizce batının elinde oynayacağı askeri anlamda stratejik silahların verilmesi ya da politik anlamda atabileceği adım var mı? Ukrayna özelinde?

Naim Babüroğlu: Şu anda ne yapıyorlar? Bazı ülkeler, Polonya gibi, Macaristan gibi bazı Doğu Avrupa ülkeleri yardım yapılmamasına karşı silah  vermiyorlar. Ama ne yapıyorlar ordular ben size söyleyeyim, eski silahlarını veriyorlar, kullanmadıkları depolardaki silahları. Nedir bu biliyor musunuz? Şimdi eski silahların bir ülkenin kendi coğrafyasında tahrip edilmesi, ortadan kaldırılması önemli bir paraya harcama yapmanıza bağlı. Yani hem ekolojik açıdan bir kirlenme oluyor, toprağımızı kirletiyor, ekolojik kirlenme oluyor hem de o silahı tahrip etmeniz için para harcamanız lazım. Şimdi bundan kurtulmak için batı ne yapıyor biliyor musunuz? Depoda bulunan kullanmadığı eski silahları Yunanistan dahil Ukrayna’ya gönderiyor. Ukrayna burada silah deposu haline geldi. Hurda silah deposu haline geldi. Ukrayna bu sistemle Ukrayna’nın savaşı kazanması mümkün değil. Peki ABD NATO gelir Ukrayna’ya yardım eder mi? Hayır, beşinci maddeyi çalıştırması mümkün değil. Kim karşı çıkar, önce Macaristan karşı çıkar oy birliğiyle alınıyor, Türkiye karşı çıkar.

Rusya’yla karşı karşıya gelmek istemeyen o Doğu Avrupa ülkesi sınırdaki ülkeler karşı çıkar. NATO içinde üyeler dolayısıyla NATO da yardım edemez. O zaman ne yapacak? ABD bir koalisyon kuracak. Yemen’de Husiler’e şu anda biliyorsunuz, hava harekâtı yapıyor, bir koalisyon kurdu. Kimdi bu işte ABD, İngiltere, Avustralya, Birleşik Arap Emirlikleri… Böyle bir koalisyon kurar, yardım edebilir Ukrayna’ya ama bu koalisyona kim katılır? İngiltere belki katılır, bunun haricinde hiçbir ülke katılmaz dolayısıyla Ukrayna maalesef elden çıkmıştır. Ukrayna coğrafyası şu anda Ukrayna ülkesi harap bir ülkeye çökmüş bir ülkeye dönüşmüştür maalesef gitmiştir.

Olan Ukrayna halkın olmuştur ama ABD ve NATO burada öngördüğü hedefleri ele geçirememiştir. 5 Kasım 2024’te ABD başkanlık seçimleri var. Göreceksiniz Başkanlık seçiminden sonra ABD’nin ve NATO’nun bu Ukrayna’daki başarısızlık hikayesi ortaya çıkacak.

Mehmet Kıvanç: Nasıl olacak? Siz ciddi bir politika değişikliği bekliyor musunuz Amerikan seçimlerinden sonra?

Naim Babüroğlu: Ukrayna ateşkese zorlanacak. Putin ne diyecek? Bu savaşı niye yaptı bu kadar kaybı niye verdi? Bir de zafer elde başarı elde etmiş. Rus anayasasına göre şu şu şu topraklar, Donbass, Rus toprağı, Kırım Rus toprağı diyecek. Ukrayna ordusu sadece asayiş açısından silahsızlandırılacak bir de hiçbir Batı ittifakında yer almayacak. Bu koşulları ileri sürecek. Putin’in buradan geri adım atması mümkün mü? Hayır, peki batı ne yapacak? Savaşa devam. Savaşta zaten bir başarı elde edemiyor. Avrupa Birliği, Almanya İngiltere daha fazla bu işin içine girmek istemiyorlar artık. Zaman geçtikçe Avrupa Birliği kamuoyu da yorulacak. Benim param oraya niye harcansın diyecek. Dolayısıyla Rusya sonuç itibariyle askerî açıdan ekonomik açıdan çökmemiştir. Tersine biraz güçlenme olmuştur. G7 karşısında ve Ukrayna savaşı Çin’e de yaramıştır. Çin tedbirini almıştır, önlemini almıştır, hazırlık yapmıştır. Sıranın 2030’da kendisine geleceği düşüncesine göre silahlanmaya başlamıştır.

Çin ve Rusya’yla bir ittifak yolculuğuna çıkmıştır. Bu ABD ve Batı için olumsuz bir tutumdur ama bu 1 – 2 yıl sonra tamamen ABD, Rusya’nın Çin’in gerisinde olur mu sorusunun cevabı hayır. 2030ları 2030’la 40’ları beklememiz lazım ama Çin ilk defa NATO stratejik belgesine “meydan okuyan” bir ülke olarak yazıldı.

Mehmet Kıvanç: Peki Naim Bey şu da batının başarı hanesi olarak değerlendirilen bir konu o da Washington’ın Avrupa Birliği ile Rusya arasındaki stratejik ilişkileri, enerji, ekonomi gibi ilişkileri baltaladığı ve uzun sürede geri dönülemeyecek ölçüde Rusya-Avrupa ilişkilerini bozdu. Bunun da Washington’ın aslında uzun erimli politikasıyla uyumlu olduğu şekilde bir değerlendirme var. Siz buna katılır mısınız? Yani bu anlamda Rusya, orta veya uzun vadede komşusu olan Avrupa’yla böyle bir duruma düşerek stratejik bir ciddi bir darbe almıştır yorumuna katılır mısınız?

Naim Babüroğlu: Şöyle katılırım, şimdi ABD’nin burada hedefi neydi? Rusya Ukrayna savaşı üzerinden Rus askeri ve ekonomik gücünü çökertmek. Doğu Avrupa ülkelerini, yani NATO üyesi yapılmış Doğu Avrupa ülkelerini Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkelerini, yani Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti yani Çekya, Slovakya. Ondan sonra Letonya, Estonya, Litvanya gibi ülkelerde üs açmak, o ülkelere fazla silah sistemi yığmak, konuşlandırmak ve onlara satmak. Çünkü askeri şirketlerin, daha doğrusu silah şirketlerin de bunda çok isteği var. Savaşın devam etmesi için o bölgelere silah satmak ama önemlisi de en önemlisi de Finlandiya ve İsveç’i NATO üyesi yapmaktı. ABD’nin arzusu öngörüsü buydu. Bir de sizin belirttiğiniz gibi biraz çatlaklık olan NATO ülkeleri arasında oluşan çatlaklığı giderek ABD’nin yanında konumlandırmasını sağlamak, Avrupa Birliği’yle NATO arasında meydana gelen veya Avrupa Birliği ABD arasında meydana gelen o mesafeyi, uzaklaşma mesafesini kısaltarak yine Avrupa Birliği’nin NATO’da olduğu gibi ABD cephesinde konumlandırma hesabı bunu sağladı. Kısmen yani.  ABD zararlıdır diyemeyiz. Eğer Rusya Ukrayna savaşı olmasaydı, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması mümkün değildi. Neden? Çünkü Finlandiya kamuoyu %23- %24 oranında NATO üyesi olalım diyorlardı. Sonra %65’i buldu bu oran.

Mehmet Kıvanç: Tehdit algısı yoktu en azından.

Naim Babüroğlu: Yani algı oluşturdu. Yoksa şimdi NATO üyesi olunca ne yaptı? Finlandiya’nın Rusya’yla 1340 km kara sınırı var. Baltıklarda kuzeyden kuşattı. Nereye kadar kuşattı? Bulgaristan’a kadar kuşattı.

Mehmet Kıvanç: Yani Soğuk Savaş’taki demir perdenin değişik bir türde yeniden çekildiğini…

Naim Babüroğlu: Yeniden bir duvar çekti Rusya’ya? Şimdi ABD bunu istedi. Hedefine ulaştı. Demek ki ABD şu hedeflere ulaştı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği çok önemli Rusya’yı çevirdi. Doğu Avrupa ülkelerine, NATO ülkelerine Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Litvanya gibi ülkelere silah sattı. Rekor kırdı, silah satışında ve orada ABD üsleri oluşturdu. NATO üsleri oluşturdu. Bir kazancı daha oldu. NATO’yu ve Avrupa Birliği’ndeki meydana gelen o çatlaklığı giderdi.

Mehmet Kıvanç: Beyin ölümü yorumları yok artık.

Naim Babüroğlu: Kalktı, %100 giderdi mi, hayır ama büyük bir bölümünü giderdi. Bu ABD’nin kazancı. Fakat en büyük kazanç kime ait? ABD silah şirketlerine. Rekor kırdılar silah satışında. Hem İsveç hem Finlandiya hem Doğu Avrupa ülkelerine unutmayın, para için savaş, savaş için para. Savaş çarkı böyledir. Bütün silah şirketleri, küresel silah şirketlerini, ağızlarını açıp bakarlar. İşte ABD bu hedefine de ulaştı. Onu da söyleyelim. Bu hedef 2030’lardan sonra çok kutuplu düzende olduğumuz şu anda 2030’lardan sonra Rusya ve Çin’in askeri gücünün ABD ve NATO’nun önüne geçmesini engelleyemiyor.

Mehmet Kıvanç: Geçerse ne oldur Naim Bey?

Naim Babüroğlu: Aynen geçerse yine çok kutuplu düzen devam eder. Şunu unutmayın bir kere nükleer güç olduğunuz zaman, geçerse geçmezse sorusu çok anlamlı değil. Nükleer güçsünüz sonuçta.

Mehmet Kıvanç: Caydırıcılık.

Naim Babüroğlu: Elbette Rusya’nın şu anda eli niye kuvvetli? Ben gerekirse nükleer silah kullanırım diyor. Böyle bir rekabet var. 2030 2040 yılları arasındaki dönem çok kritik bir dönemdir. Çin açısından kritiktir. Ekonomik açıdan ve askerî açıdan bununla beraber G7 karşısında BRICS ülkeleri var, gittikçe büyüyorlar, ekonomik açıdan yakalamaya çalışıyorlar. Bu da önemli. Rusya’nın ve Çin’in artık dengeyi sağlaması bana kalırsa çok kutuplu düzende ABD’nin bu ölçüsüz, orantısız Irak’ı parçalama, Suriye’yi parçalama, Libya’yı parçalama, tırnak içinde söylüyorum, demokrasi, insan hakları, özgürlük diyerek girdiği bütün ülkeleri tamamen kan ve gözyaşına dönüşen bir coğrafyaya dönüştürme hesapları en azından biraz durulur.

ABD çünkü çok hoyratça ve çok tutarsızca hareket ediyor. 10.000 kilometreden gelip Irak’ı ye parçalıyorsun. Sen hani özgürlük getirecektin? Irak şimdi kendi güvenliğini sağlayamıyor. Bir PKK terör örgütü Türkiye’nin başına bela, radikal terör örgütler El Kaide IŞİD. 10.000 kilometreden gelip Suriye’yi niye parçalıyorsun? Türkiye’nin de başına bela bütün coğrafyanın da başına bela mülteci, sığınmacı, göç sorunu herkesi etkiledi. PYD-PKK terör örgütü devletçik oluşturdu. Afganistan’ı yerle bir etti. Ne oldu kan gövdeyi götürüyor, Libya’yı yerle bir ettin ne oldu kan gövdeyi götürüyor. ABD’nin gerçekten bu hoyratça bu tutarsızca ne diyelim insan haklarına aykırı bu politikasının önüne bir set çekmek lazım. Onun için Çin ve Rusya’nın yükselişi belki o dengeyi sağlama açısından dünya için bir fırsat olabilir. Ama şunu unutmayalım, Rusya ve ABD hiçbir zaman savaşmadılar, karşı karşıya gelmediler. Ama her büyük savaştan sonra daima paylaştılar. Yani Rusya Çin gelirse günlük gülistanlık olur her şey iyi olur demek doğru değil. Öyle bir dünya yok. Onun için ben denge olur diyorum. Rusya Çin ikilisi ABD’den iyi veya ABD, Rusya Çin’den iyi demek  5000 yıllık yazılı savaş tarihinin hükmüne aykırı olur.

Mehmet Kıvanç: Yeni bir Yalta ve Postdam olur mu yani?

Naim Babüroğlu: Yok, sanmıyorum bu dönemde ama 2050’lere doğru olabilir. 2050’lere doğru öyle bir gidiş var. Yani özellikle nükleer silahlarla ilgili. Özellikle artık birbirlerinin bölgesine girmemesiyle ilgili. Mesela Ukrayna’nın, Gürcistan’ın, Ermenistan’ın NATO üyesi yapılmamasıyla ilgili belki böyle bir durum olabilir.

SÖYLEŞİ

“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”

Yayınlanma

Yazar

Almanya’da uzun süredir sallanan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti (“trafik lambası”) çöktü. Çöküş, FDP’nin bütçe ve anayasal borç freni üzerine koalisyon ortaklarına bayrak açmasıyla başlamış görünüyor. Fakat Alman ekonomisinin Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların öncesinde başlayan sorunları yüksek enflasyon, enerji maliyetleri ve Çin’deki ihracat pazarındaki gerileme ile birleşince Avrupa’nın en büyük ekonomisi bir kez daha “hasta adam” olarak nitelenmeye başlandı.

Almanya’da günlük olarak yayınına devam eden sol gazete Junge Welt’in yayın kurulu üyesi Arnold Schölzel, Almanya’nın büyümesinin, Ukrayna savaşının ve sosyal harcamaların aynı anda finanse edilmesinin sonuna gelindiğini, FDP’nin keskin sosyal kesinti talebinin aslında bir sonraki federal hükümetin de programı olduğunu savunuyor.

Anayasal borç freni söz konusu olduğunda bu frenin gevşetilmesine karşı çıkar görünen CDU/CSU’nun, olası bir yeni hükümette bundan geri adım atmaya hazırlandığına işaret eden Schölzel, burada hâlâ partiler arasında nüanslar olduğunu ve bunun önümüzdeki seçim kampanyasının konularından biri olacağını düşünüyor.

Alman sermayesinin Doğu Avrupa ve Ukrayna’da çıkarları bulunduğunu kaydeden gazeteci, özellikle Doğu Avrupa’nın Alman sanayisi için bir “ucuz işgücü rezervi” olduğunu hatırlatıyor ve sermayenin savaş yanlısı politikaları desteklediğinin altını çiziyor. Dolayısıyla, Alman ekonomisinin bundan sonra toplumun militarizasyonu ile birlikte ilerlemesi kuvvetle muhtemel.

Almanya için Alternatif’i (AfD) “CDU/CSU’nun devamı” olarak gören Schölzel, Alman sermayesinin çıkarlarının bir CDU-SPD koalisyonunda yattığını düşündüğünü belirtiyor.

‘FDP BİR SONRAKİ HÜKÜMETİN PROGRAMINI İLAN ETTİ’

Anlaşıldığı üzere, Almanya’daki trafik ışığı koalisyonunun çöküşü aslında çok gecikmişti. Ukrayna savaşı ve Rusya karşıtı yaptırımların “icat ettiği” ekonomik kriz ve bu yılki Avrupa Parlamentosu ve Doğu Almanya eyalet seçimlerindeki yenilgiler, hükümetin zamanının geldiğini göstermişti. Çöküş sadece FDP ile SPD-Yeşiller arasındaki ekonomik program farklılığından mı kaynaklanıyor? Parlamentodaki partiler Almanya’daki ekonomik ve siyasi krize yönelik çözüm önerilerinde ne kadar farklılar?

Bu hükümet başından beri bir savaş hükümetiydi. ABD’nin Ukrayna’daki vekalet savaşına önemli mali kaynaklarla katıldı ve Rusya’ya karşı iktisadi bir savaş yürüttü; bu Rusya için değil ama Alman sanayii için yıkıcı sonuçlar doğurdu. Kuzey Akım 2 Baltık Denizi boru hattının muhtemelen ABD hükümeti tarafından havaya uçurulmasını kabul etti. Sonuç olarak Alman ekonomisi iki yıldır durgunluk içinde ve sanayileşmiş ülkeler arasında büyüme açısından listenin en sonunda yer alıyor. Bu durum devlet bütçesinin sınırlarını zorladı. Büyüme dürtülerinin, savaşın ve sosyal yardımların aynı anda finanse edilmesi artık mümkün değil. FDP keskin sosyal kesintiler istedi. Bunu yaparken de bir sonraki federal hükümetin politikalarını ilan ediyordu.

‘DOĞU AVRUPA ÜLKELERİ ALMAN SANAYİSİ İÇİN UCUZ İŞGÜCÜ REZERVİ’

Şansölye Scholz ve hükümetine Alman iş dünyasından gelen tepkiler de dikkat çekici. Başta sanayiciler olmak üzere sermayenin tüm sözcüleri CDU/CSU’nun yanında yer alıyor ve Donald Trump’ın dönüşünü ve Ukrayna Savaşı’nı gerekçe göstererek derhal seçimlere gidilmesini talep ediyor. Ancak konu anayasal borç freni tartışmasına geldiğinde, birlik yok gibi görünüyor. Borç freni gerçekten bu kadar önemli mi? Ukrayna’yı desteklemek, Trump’ın olası gümrük vergilerine karşı mücadele etmek ve aynı zamanda Alman ulusal borcunu azaltmak mümkün mü?

Alman sermayesi Scholz’un savaş rotasıyla hemfikirdi ve şimdi de hemfikir. Rusya ile iktisadi bağları keskin bir şekilde azalttı ve daha temkinli de olsa Çin’e karşı düşmanca bir politikayı destekliyor. Hem sanayi hem de CDU/CSU şimdi borç freninde reform yapmaya istekli olduklarını açıkladılar. Sanayi için sübvansiyonlar ve Ukrayna’ya silah sevkiyatı talep ediyorlar. Alman ekonomisinin tüm Doğu Avrupa’da olduğu gibi burada [Ukrayna] da uzun vadeli çıkarları var. Doğu Avrupa ülkeleri Alman sanayisi için bir tezgah ve ucuz işgücü için bir rezerv görevi görüyor. Alman sanayisi burayı Almanya’nın arka bahçesi olarak görüyor. Sosyal kesintilerin ne kadar derin olması gerektiği konusunda hâlâ farklılıklar var. Bu konu muhtemelen seçim kampanyasının odak noktası olacaktır.

Alman devleti ekonomik yeniden yapılanma programı ile devletin, ekonominin ve toplumun militarizasyonunu bir ve aynı şey olarak mı görüyor? Yeni askerlik yasası, zorunlu askerlik tartışmaları ve Bundeswehr’in modernizasyonu krizden çıkış yolu olarak propaganda ediliyor gibi görünüyor. Parlamentonun Silahlı Kuvvetlerden Sorumlu Üyesi Eva Högl geçtiğimiz yaz yaptığı açıklamada gençlerin Bundeswehr’de “yapıyı, yoldaşlığı ve görev bilincini” öğrendiklerini, “tüm bu niteliklerden ekonominin de yararlandığını” söyledi. Ekonomiyi militarize edecek bir planla mı karşı karşıyayız?

Evet, iktidardakiler toplumun bir bütün olarak militarize edilmesinden yanalar. Bunu oldukça açık bir şekilde söylüyorlar: Bundeswehr okullarda reklam yapmalı; Bavyera’da bunun için yeni bir yasa var. Sağlık sistemi çok sayıda yaralıyı tedavi etmek için hazırlanıyor. Alman Savaş Bakanı Boris Pistorius (SPD) bunu “savaş kabiliyeti” terimiyle özetledi. Bunun dört ila beş yıl içinde yaratılması gerekecek çünkü Rusya o zaman muhtemelen NATO’ya saldıracak. Genel olarak bu, her şeyden önce sivil hakların kısıtlandığı devletin gerici-militarist bir yeniden yapılandırılmasıdır.

‘ALMANYA’DA FAŞİZM UKRAYNA SAVAŞI İLE REHABİLİTE EDİLDİ’

İsrail’in Gazze’ye saldırısı söz konusu olduğunda AfD ve Yeşiller aynı parlamento tasarısını destekliyor. Benzer şekilde, “düzensiz göçle mücadele” söz konusu olduğunda CDU/CSU neredeyse AfD ile eşleşiyor. Tüm partiler AfD ile işbirliği yapmayı reddetse de, AfD politikalarının Alman siyasetinde “ana akım” haline geldiğini söylemek mümkün mü? Her halükarda AfD’nin Almanya’nın geleceğinde bir rol oynaması muhtemel görünüyor.

AfD, CDU/CSU siyasetinin bir devamı. Aradaki fark: Parti içinde açık faşistlere izin veriyor. CDU ve CSU 40 yıldır göçmenlere ve sığınmacılara karşı ırkçı kışkırtmalar yoluyla mücadele ediyor. AfD bunu devraldı ve genişletti: ırkçılığı artırdı ve bilinçli olarak şiddeti teşvik etti. AfD, Müslümanlara yönelik baskı ve cinayetler nedeniyle her zaman İsrail’in yanında yer almıştır. Bu durum Gazze’deki mevcut soykırımla birlikte daha da artmıştır. Yeşiller bugün en kavgacı Alman partisidir. Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı ırkçı klişeler kullanıyorlar ve Netanyahu hükümetinin ırkçı tutumuna tamamen katılıyorlar. Yeşiller, İsrail’in politikalarına yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm olarak suçluyor ve bunda da başarılı oluyor. AfD’deki faşistler nedeniyle, federal düzeydeki diğer partiler arasında AfD ile çalışma konusunda hâlâ çekinceler var. Eyalet düzeyinde durum farklı; işbirliği belediyelerde işe yarıyor. Almanya’da faşizm, özellikle Ukrayna’daki savaşla birlikte rehabilite edildiğinden, AfD’nin birkaç yıl içinde federal düzeyde de kabul görmesi mümkün olabilir. Rusya ile barış için çaba gösteriyormuş gibi davrandığı sürece bu pek olası değil.

‘ALMAN EMPERYALİZMİ İÇİN DAHA FAZLA BAĞIMSIZLIĞIN KOŞULLARI YARATILIYOR’

Yukarıdaki soruyla da ilişkilendirilebilir: Egemen sınıfın içinden yükselen sesler arasında “güçlü ve kararlı bir hükümet” çığlığı önemli bir yer tutuyor. Anketler olası bir federal erken seçimde CDU/CSU’nun birinci parti olacağını gösteriyor. CDU/CSU tek başına bu “güçlü ve istikrarlı hükümet” talebini karşılayabilir mi? Alman siyaseti “siyaset dışı” aktörlere ya da kurumlara yönelmek zorunda kalacak mı?

Bir sonraki federal seçimin tarihi CDU/CSU ve SPD arasında müzakere edildi. Bu semptomatik bir durum: tüm retoriğe rağmen iletişim halindeler. Şu anki duruma göre ancak her iki partinin koalisyonu bir sonraki hükümeti kurabilir. Bence bu aynı zamanda Alman sermayesinin mevcut çıkarlarıyla da örtüşüyor. Egemen sınıf henüz içeride otoriter bir rejime kararlı değil, fakat bunun koşullarını hazırlıyor. Dış politika açısından ise henüz ABD’den kopamıyor ama AB’de ve belki de NATO’da daha güçlü bir liderlik rolü için çabalıyor. Bu aynı zamanda Alman emperyalizmi için gelecekte daha fazla bağımsızlığın koşullarını yaratmaktadır.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’

Yayınlanma

Türk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.

Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.

Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.

2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.

O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?

Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.

Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında

Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.

Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.

Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.

Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.

Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız. 

Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? 

Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.

Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.

Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?

Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.

“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?

Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.

Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.

Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?

 Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.

Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.

Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.

Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?

Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.

Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.

Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.

Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.

Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.

Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?

Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç ​​sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç ​​sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.

Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?

Şart değil. Başlangıç ​​sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.

Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.

Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak. 

Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?

Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.

Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.

Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.

Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 3: Üye ülkelerin karşı karşıya olduğu zorluklar neler?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’nin yankıları devam ederken; gündemle ilgili soruları BRICS & Şanghay İşbirliği Örgütü İnovatif Diplomasi Merkezi Direktörü Dr. Nina Ladıgina-Glazunova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, Kazan’daki zirveye siz de katılım sağladınız. Zaten direktörü olduğunuz kurumda “Bricsolog” olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için zirve hem sembolik hem de pratik açıdan önemli görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu zirvenin Rusya için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirve Rusya’nın küresel ajandasını nasıl etkiler? Ek olarak; BRICS içerisinde rekabet halinde olan ülkeler de var. Üye ülkeler arasındaki rekabet ve çatışmaları değerlendirdiğinizde BRICS’in çeşitli alanlardaki işbirliğini derinleştirme hedefini nasıl görüyorsunuz?

Nina Ladıgina-Glazunova: Kazan’da yapılan BRICS Zirvesi’nin Rusya açısından önemi, esas olarak Batı’nın Rusya’yı tecrit etme politikasının tamamen başarısızlığa uğramasında ve genel gerginliklere rağmen Rusya’nın dünya sahnesindeki öneminin devam ettiğinin kabul edilmesinde yatmaktadır. Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin yüzyılın olayı haline geldiğini; Azerbaycan, Ermenistan, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Kongo, Küba, Endonezya, Kazakistan, Kırgızistan, Laos, Malezya, Moritanya, Moğolistan, Nikaragua, Filistin, Sırbistan, Sri Lanka, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Venezuela, Vietnam ve Sırp Cumhuriyeti’nden (Bosna-Hersek’e bağlı bir birim) oluşan heyet başkanlarını bir araya getirdiğini görüyoruz. Bunlardan 23’ü devlet başkanları düzeyinde, sadece BRICS üye ülkelerinden (Rusya, Brezilya, BAE, Çin, Mısır, Etiyopya, Hindistan, İran, Güney Afrika ve davetli ülke olarak Suudi Arabistan) değil, aynı zamanda zirveye büyük ilgi gösteren Küresel Güney ülkeleriyle birlikte Birleşmiş Milletler (Genel Sekreter – Antonio Guterres), Avrasya Ekonomik Komisyonu (Yönetim Kurulu Başkanı – Bakıtcan Abdirulı Sağıntayev), Birleşmiş Devletler Topluluğu (Genel Sekreter – Sergey Lebedev), Rusya ve Belarus Birliği Devleti (Devlet Sekreteri – Dmitriy Mezentsev), Şanghay İşbirliği Örgütü (Genel Sekreter – Zhang Ming) ve Yeni Kalkınma Bankası BRICS (Banka Başkanı – Dilma Rousseff) gibi beş uluslararası örgütün başkanları da vardı.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

23 Ekim’de heyetler ve BRICS ülkelerinin delegasyon başkanlarının toplantılarının ardından yayınlanan bildiride, BRICS’in kurumsal gelişimini teşvik etme yolu mutabakatla kabul edildi ve tarihte ilk kez, birliğe dahil olan ülkeler bildirgenin ilk paragrafında listelenmiyor.

Bu ne anlama geliyor?

Bunun başlıca nedeninin, bu yıl çoğu formatta eşit düzeyde yer almasına rağmen, hala tam üye statüsünü kabul etme sürecinde olan Suudi Arabistan’ın belirsiz statüsü olduğu varsayılabilir. Bu da yüksek ve uzmanlaşmış bir düzeyde temsil anlamına geliyordu. Ayrıca yazılı, görsel ve sosyal medyada sahte haber tehlikesine ve ülkelerimiz hakkında doğrulanmış bilgilerin yayılmasına da özel dikkat gösterildi.

Zirve ve tüm horizontal formatlar yelpazesi sayesinde Rusya, BRICS’teki başkanlığı sırasında yeni pazarlara girme yeteneklerini genişletebildi, bu kesinlikle olumlu bir andır ve ülke en başından, kurulduğu andan itibaren, bu yönelime bağlı kalmalı ve yalnızca Batı ülkelerine ana yönelim olarak bakmamalıydı. Şimdi yapbozu bir araya getirmek gibi düşünürsek; ekonomiyi çeşitlendirme ve yalnızca yurtdışından gelen bileşenlere odaklanan üretimden uzaklaşma süreci başlatıldı ve yabancı bileşen üreticilerinin üzerimizdeki nüfuzu giderek azaldı. Rusya, kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak konusunda İran ile anlaştı.

Bugün emin bir şekilde söyleyebiliriz ki en güçlü BRICS ülkeleri; Rusya, Çin, Hindistan ve İran’dır. Yani, tek kutuplu Batı dünyasının antipodu haline gelen ülkeler… Parametrelerinde G7’yi aşan küresel bir ülkeler birliğinden bahsedebiliriz ve bu gezegenimizin ekonomik geleceğiyle ilgilidir. Ortak hedeflerine ve çok kutuplu bir dünyaya odaklanmalarına ve kendi kimliklerini korumalarına rağmen; BRICS ülkeleri, özellikle komşularıyla çeşitli rekabet biçimleri ve toprak zorluklarıyla karşı karşıyadır.

Her ikisi de büyük gelişmekte olan ekonomiler olan Çin ve Hindistan, küresel pazarlarda ve gelişmekte olan ülkelerde nüfuz için rekabet ediyor ve birbirleriyle toprak anlaşmazlıkları var. Rusya ve Güney Afrika arasında jeopolitik gerginlikler Özel Askeri Operasyonun başlangıcından bu yana ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin her alanda yakın ortaklardır, ancak her iki ülkenin bireysel siyasi gündemlerinde, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri gibi, çatışabilecekleri alanlar vardır. Aynı zamanda Hindistan ve Çin, Rusya’nın diplomatik çabalarının da yardımıyla uzun süredir devam eden sınır sorunlarını çözmede ilerleme kaydettiklerini duyurdular ve bu zirvede önemli bir başarıydı.

BRICS ülkeleri ve gelecekteki ortakları, Filistin’e desteklerini ilan ederken; dünyanın dört bir yanındaki yaklaşık iki milyar Müslüman Kazan’daki olayları izledi. Zirve sırasında, birçok delegasyon başkanı Filistin’e, Orta Doğu’ya, hızlıca barışçıl şekilde bir arada yaşamayı ve BM sözleşmelerine uyumu gerektiren çok hassas ve kırılgan bir bölge olarak büyük vurgu yaptı. Bu doğrultuda zirvede Filistin meselesinin dünya Müslüman toplumu için önemini vurgulayan güçlü bir sonuç bildirgesi kabul edildi.

Brezilya, Venezuela’nın BRICS ile yakınlaşmasından pek memnun değil ve bu durum, onu Pakistan gibi “Ortak Ülkeler” listesinde göremememizin başlıca nedenlerinden birisidir (13 ülke BRICS ortak ülke statüsü aldı. Bunlar Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda ve Vietnam’dı). Ek olarak BRICS’te farklı ülkelerin ve medeniyetlerin dünya düzenine ilişkin farklı fikirleri olması nedeniyle G7 ile çatışma platformu olmayacak.

Öte yandan politikasını dünyadaki tüm çatışmaların çözümü üzerine kuran; ancak Pakistan ile ilgili konulara nadiren değinen Narendra Modi var… Çünkü aralarında uzun yıllardır bir çatışma var ve aynı zamanda Çin ile Rusya, Pakistan’ı BRICS ortağı olarak tanıtıyorlar.

Bu nedenle, BRICS’in ticaret cirosunu artırma, karşılıklı yatırımlar (çatışmaları önlemek için, belirli bölgelerdeki etki alanlarının sınırlandırılması konularını “kıyıda” çözmek gerekir), sosyo-insani değişimlerin birbirimizi daha iyi tanımamızı ve belki de bazı ülkeler söz konusu olduğunda “baltayı gömmemizi” ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin “yumuşak güç” yoluyla yaptığı kültürel genişlemeye yönelik olası müdahaleleri düzenlememizi sağlayacağı gibi karşılıklı olarak faydalı işbirliği alanlarını teşvik etmesi gerektiğine inanıyorum.

Öte yandan Güney Amerika, sosyal, politik, ekonomik olarak her anlamda çok istikrarsız ve ABD’nin güçlü etkisi altında. BRICS platformuna geldiğinizde tüm bunları unutmanız gerektiğini; çünkü büyük resmi ve küresel gündemi düşünmeniz gerektiğini hatırlamak önemlidir. Ve gerçekten barışçıl olarak adlandırılabilecek olan Kazan Zirvesi, BRICS+ formatındaki bazı katılımcıları, örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, barış antlaşması, sınır belirleme ve diğer karşılıklı ilgi konular da dahil olmak üzere ikili barış gündemini ilerletmeyi tartışmak üzere bir araya getiren bir toplantı oldu ve daha önce duraklamış olan karşılıklı sorunları çözmek için müzakere etmeye teşvik etti.

Bugün, bildirge halihazırda ulusal para birimlerindeki koşullu rezervler için mevcut mekanizmalarını da açıklıyor. Bunlar: IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut kurumlar kadar büyük ve kapsamlı olmasa da; onlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. BRICS Pay mekanizması da başlatıldı: Çin’in CIPS (Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi) sistemine ve uluslararası SWIFT sistemine benzer bir ödeme sistemi projesi olan BRICS Pay, uluslararası ödeme kartları Visa ve Mastercard veya Rusya’nın MIR, RuPay’i ile Çin’in UnionPay gibi ulusal banka kartlarıyla birlikte çalışabilir ve BRICS+ ülkelerinde kullanabilecek halde olacak.

Gelişmekte olan ülkelerin katılımıyla kolektif çözümler bulmanın doğrudan, açık ve etkili bir yolu, ulusal para birimlerinin giderek yaygınlaşan kullanımıyla de-dolarizasyondur ve bizim için yeni bir rezerv para birimi dediğimiz şeye ihtiyacımız var. Çok sayıda medeniyet ve kültürün temsilcilerinin, bilinçaltında kendi ülkelerinin refahı için kendi gündemlerini tanıtmak istedikleri birleşmeleri, yalnızca Küresel Güney ülkeleri için açık olan konularda; örneğin BM Güvenlik Konseyi reformu veya iklim değişikliği (Burada Vladimir Putin de yeşil gündemi topluma zarar vermek için kullanma konusundaki açıklamasında dikkatlice ima ettiğini hatırlatalım) birleşik bir şeye yönelik kararlar almayı zorlaştırıyor.

BRICS’in rolünün artacağı ve BRICS ülkelerinin halihazırda küresel ekonomik büyümenin itici güçleri olduğu, jeopolitik manzarayı Avrasya’ya ve bir bütün olarak Güney’e doğru kaydırdığı oldukça açık. Mevcut yılın sonuçlarına göre, BRICS’teki ortalama ekonomik büyüme oranı %4 olarak tahmin ediliyor. Bu, G7 ülkelerindeki, sadece %1.7’lik orandan daha yüksek. Ekonomik büyüme oranlarındaki bu kadar farkla, öngörülebilir gelecekte küresel GSYİH’daki ana artış BRICS’te üretilecek. OPEC Plus’da aslında BRICS ülkelerinin bir parçası ve Rusya ve Suudi Arabistan aslında oradaki liderler. Dünya çapında petrol fiyatlarını onlar belirliyor. Ancak çoğu ticaret platformunun bununla mücadele etmek için çıkarlarını lobi yapan Batılı şirketlere ait olduğunu hatırlamakta fayda var ve birleşmek gerekiyor.

BRICS, BM’nin aksine, herkesin aynı masada oturması ve üye devletlerin daha adil bir şekilde temsil edilmesiyle eşit bir sese sahip olması bakımından farklı. Belki de BRICS, gelecekte tüm BRICS ülkeleri tarafından savunulan reformu gerçekleştirerek, BM’ye bir alternatif olabilir. Ancak bu uzun bir süreç olacaktır.

Sorunlarını ve toprak anlaşmazlıklarını kabul eden BRICS ülkeleri, küresel işbirliğinin ortak gündemine odaklanmayı hedefliyor. 1 Ocak 2024’ten itibaren birliğe yeni ülkelerin de dahil olmasıyla, ortak bir hedef adına güçlü bağlar ve diyalog kurulmalı, sadece ‘a priori’ değil, böyle bir format olmamalı, Birlik’in çeşitli alanlardaki işbirliğinin önceliği ile Anglo-Sakson ideolojisine dayalı bir birlik olarak temellendirilmemelidir. Birliğin ortak çıkarları teşvik etme ve eşitlik ve saygıya dayalı çok kutuplu küresel yönetişimi teşvik etme konusunda muazzam bir potansiyeli var.

Zirvede imzalanan mutabakat aynı zamanda herhangi bir katılımcının ulusal çıkarlarının garanti altına alınmasının da bir garantisidir.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, oldukça geniş ve bilgilendirici cevaplarınız için Harici olarak teşekkür ederiz.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English