Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Amerikan başkanlık seçiminin yansıttığı büyük yarılma: Trump’tan ötesi JD Vance  

Yayınlanma

‘Amerikan Yeni Sağ’ı, tekno-leberteryenlerin ‘post-liberalizmi’

“Amerika bir fikirdir; herhangi bir ordudan daha güçlü, herhangi bir okyanustan daha büyük, herhangi bir diktatör veya tirandan daha güçlü bir fikir. Dünya tarihindeki en güçlü fikirdir…”

Joe Biden 24 Temmuz’da Demokratik Partisi tarafından ekarte edilirken yaptığı tuhaf yazılı duyurudan günler sonra gelen ‘ulusa seslenişinde’ bu adeta ‘dinsel’ söyleme başvurmuştu. Bu temel kalıp yeni de değildir. 5 yıl önce Donald Trump karşısında başkanlığa aday olduğunda da neredeyse aynısına başvurmuştu: “Amerika halkı bir fikirdir – Herhangi bir ordudan daha güçlü, herhangi bir okyanustan daha büyük, herhangi bir diktatör ya da tirandan daha güçlü bir fikir. Dünyadaki en umutsuz insanlara umut verir. Herkese haysiyetli davranılmasını garanti eder. Ve nefrete güvenli bir liman vermez.”

Elbette bu önermelerin hiçbiri doğru değil. Dünyanın hemen her yerinde coğrafya, etnik köken ve iddia olunan ama uygulanması hiç de zorunlu olmayan fikirler ulus-devlet otoritesine katkıda bulunur. Biden’ın Amerikan istisnacılığının tezahürü olan iddiaları ise uzun süredir neocon yayılmacılığının argümanlarından birisi olup çıkmıştır.

Birleşik Devletler, 5 Kasım’da başkanlık seçimine giderken, belki bu iddiaya temelden itiraz etmeseler bile ‘Amerika’nın bir ulus ve ülke olduğu’ temasını işleyen bir cephe var: Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump ile başkan yardımcısı adayı Ohio senatörü James David Vance. Trump, tüm dünyaya ‘mal oldu’. Nam-ı diğer JD Vance ise ‘Trump faktörünü’ başka boyutlara taşıma potansiyeli barındırıyor.

Trump’ın 13 Temmuz’da uğradığı suikast girişiminden kurtulduktan sonra 15 Temmuz’da başlayan Cumhuriyetçi Parti’nin Wisconsin/Milwaukee’deki Kurultayı’nda yardımcı adayı gösterdiği JD Vance, daha genç yaşlarında kendisini ‘Hitler’e benzetmiş’ bir isim. Buna rağmen aday yapılması, önümüze Amerikan hegemonyasındaki kırılmalar ve müesses nizamın iç sancılarını yansıtan, siyasi elitler ve perde arkasındaki sermaye güçleri ile Amerika’nın kültürel kapışmaları açısından dikkat çekici bir denklem çıkarıyor.

Trump’a hala ikinci bir suikast girişimi olasılığından söz edilirken, belki de artık Trump’ın da Cumhuriyetçi cephenin de sigortası Vance. Ve ABD siyasi sistemindeki ‘kuşak değişimine’ işaret etmekte.

HILBILLY ELEGY VE SONRASI…

JD Vance 2 Ağustos’ta 40 yaşına basan 1984 doğumlu genç kuşaktan bir isim. Trump 5 Kasım’da ipi göğüslerse ABD’nin en genç başkan yardımcısı olacak. Ara seçimlerde Ohio’dan senatör seçileli sadece iki yıl oldu.

2016’da yayınlanan otobiyografisi ‘Hilbilly Elegy’ (Dağ Köylüsüne Ağıtı) çok satanlar listesinde yerini alıp 2020’de Netflix’te aynı isimde bir filme dönüştüğünden beri daha görünür. Amerikan Orta Batısı’ndan (Kentucky-Ohio hattından) yoksul beyaz işçi sınıfı aileden gelen JD’nin hikayesi, uyuşturucu bağımlısı boşanmış bir hemşire olan annesi, hayata tutunmasını sağlayan büyükannesi ve daha sonra eşi olacak ikinci kuşaktan Hint asıllı kız arkadaşının yoldaşlığı eşliğinde eğitimli üst sınıfın ‘redneck’ aşağılamasında ifadesini bulan ‘dışlanmış Amerika’yı yansıtıyor.

Ohio’dan deniz piyadelerine, Irak’ta hayal kırıklığı yaratan savaşa ve prestijli Yale Üniversitesi’ne uzanan hayal yolculuğu aynı zamanda zeka ve bireysel çabalarla meşhur ‘Amerikan rüyasını’ gerçek kılma temasını barındırıyor. Sürekli değişen koşullara adapte olmaya çalışan bir kişiliğin düşünsel dönüşümleriyle birlikte Amerika’nın varlıklı siyasi elitleri ve şirketler dünyasından oluşan oligarşik yapının hem parçası olma hem reaksiyonu yansıtıyor.

Yale’de okurken yazdığı Hilbilly Elegy’deki JD Vance’ın hayatı mezuniyet ve müesses nizamda aralanan kapılarla sona eriyor. Gerçek hayattaki devamına bugün başkan yardımcılığı adaylığı vesilesiyle dikkat kesilebiliyoruz.

ÇAY PARTİSİ’NDEN ‘YENİ SAĞ’A…

Vance’ın hayatı 2011’de Yale Hukuk Fakültesi’nde Alman asıllı girişimci Peter Thiel’i dinlemesiyle değişiyor. Thiel’in elitlerin inovasyonla rekabetçi ilişkisini eleştirdiği konuşması ona esin kaynağı oluyor. Stanford eğitimli Thiel, öğrencilere üniversiteyi bırakıp girişimcilik yapmaları için para ödemesiyle tanınıyor. Vance, Thiel ile iletişime geçiyor ve kısa sürede yükselişi başlıyor.

PayPal’ın kurucularından olan Peter Thiel, Silicon Vadisi’nin önde gelen yatırımcılarından. Airbnb, Stripe, Affirm, SpaceX ve Facebook gibi şirketlere kaldıraç olurken ülkenin en zenginlerinden biri haline geliyor. Yine Amerikan devletiyle büyük sözleşmeleri olan devasa gözetleme yazılımı şirketi Palantir Technologies’in kurucu ortağı.

JD Vance mezuniyet sonrası Thiel’in yardımıyla 2013’te San Francisco’da biyoteknoloji şirketi Circuit Therapeutics’te iş buluyor. Bilmediği bir alanda yönetim becerisiyle dikkatleri topluyor. Ardından yine Thiel ile bağlantılı risk sermayesi şirketi Mithril Capital’da işe girip kurucu ortağı haline geliyor. Bu arada 2016’da yayınlanan kitabıyla NY Times’ın çok satan yazar listesine giriyor. Vance, Trump’in seçilmesinden iki ay önce San Francisco’da Thiel, Andreessen, Altman, Marc Benioff gibi teknoloji oligarklarıyla bir yemekte “Amerika’da işçi sınıfının yaşadığı zorluklar ve işin geleceği” temalı toplantıda ‘fikir yarıştırarak’ saygılarını da kazanıyor.

Sonra memleketi Ohio’ya dönen Vance, 2018’de yerel start-up’lara destek hedefli ‘Comeback Cities Tour’da yerini alıyor ve Batı yakası risk sermayedarlarına bölgenin opioid krizi nedeniyle yaşadığı zorlukları anlatan bir figüre dönüşüyor. Aralık 2019’da, Mithril’den meslektaşı ile Ohio merkezli girişim sermayesi firması Narya Capital’i kuruyor. (Mithril, Palantir, Narya’nın hep J.R.R. Tolkien’in ‘Yüzüklerin Efendisi’ destanından esinli olması dikkat çekici.)

Vance, Trump’ın Amerikan siyasetini sarstığı 2016-2020 yıllarında ‘Never Trump’çı (Asla Trump). Mezhep değiştirerek Katolik Kilisesi’ni seçtiği ve Cumhuriyetçi Parti içerisinde hızla yükseldiği yıllarda dönüşüme uğruyor. 2021’de Senato’ya adaylığını açıkladığında artık MAGA’cı (Make America Great Again-Amerika’yı tekrar büyük yap). 2021-22’de en büyük destekçisi de iddiaya göre kampanyasına 15 milyon dolarlık bağış yapan Peter Thiel’den başkası değil.

DEMOKRATLARIN PANİĞİ

Demokratik Parti’ye yakın neoliberal gazeteci ve yorumculara göre, Vance, ‘Silikon Vadisi’nin varlıklı teknoloji girişimcileri ile kripto para lobisinin ürünü’. Musk, Sacks ve Andreessen gibi isimlerle birlikte bir ‘Peter Thiel ağından’ söz ediliyor.

Aslında Peter Thiel, ‘Amerikan siyasi sisteminde artık özgürlük ve demokrasinin uyumlu olduğuna inanmadığı’ yıllardır bilinen bir liberteryen. Demokratlar onu ‘Amerikan yeni sağının’ vaftiz babası olarak görüyor. Thiel, Amerika’nın yayılmacı dış maceralarına itirazıyla öne çıkan senatör Ron Paul’e desteğiyle de tanınıyor.

Musk ve Sacks gibi isimler Demokratların ‘toplumsal cinsiyet’ ve ‘çocuklarda cinsiyet değişimi’ gibi mühendisliklerini açıkça eleştiren isimler. Peter Thiel ise evanjelik olarak yetiştirilen bir liberter ve açık bir eşcinsel. 20 yıl birlikte olduğu finans uzmanı ve portföy yöneticisi Matt Danzeisen ile 2017’de evleniyor. Bir kız çocuğu yetiştiriyorlar. Thiel, Cumhuriyetçi Parti’nin 2016 Kurultayı’nda sahneye çıkıp “Eşcinsel olmaktan gurur duyuyorum” demişti. Trump da kabul konuşmasında IŞİD’e bağlılık yemini eden bir teröristin Orlando’daki eşcinsel gece kulübünde 49 kişiyi öldürmesine atfen LGBTQ topluluğuna desteğini dile getirmişti.

Demokratik Parti’nin ‘ilerlemeci’ penceresinden bakanlar, yıllardır ‘serbest piyasa özgürlükçüleri, dış politika şahinleri ve sosyal muhafazakârların ittifakı’ olan ‘Amerikan muhafazakârlığının’, 2016’da Trump’ın seçilmesiyle dönüşümüne işaret ediyor. Artık ana başlık ‘Çay Partisi’ hareketi değil ‘Yeni Sağ’. Bu amorf kitle kendilerini post-liberalist olarak da anıyorlar. ‘Daha milliyetçi, daha az özgürlükçü, daha az serbest piyasacı’, ‘ticaret anlaşmalarının Amerikan işçileri üzerindeki zararlı etkileriyle daha fazla ilgili’…

Demokratlar ‘beyaz üstünlükçülerle’ birlikte andıkları bu ‘Yeni Sağ’da ‘Amerikan demokrasisini ve devletini çökertecek faşizmin ayak seslerini’ işitiyorlar. Silikon Vadisi’nden ‘diktatörlüğü tercih edilebilir bulan’ tehlikeli bir ideolojinin yeşerdiğini söylüyorlar. Ulus devletleri şirket diktatörlükleri tarafından yönetilecek küçük bölgelere ayıracak bir ‘ağ devletini’ hedeflediklerine dair bir komplo teorisinden söz ediyorlar. Şimdilerde ‘Proje 2025’ diye tartışılıyor. Ana tema; ‘federal hükümetin kontrolünü ele geçirme, 500 bin bürokratı işten çıkarma ve hükümeti sağcı bir araç haline getirmek’ diye sunuluyor.

JD Vance’ın başkan yardımcısı adaylığıyla birlikte gösterdikleri ‘kanıt’ Vance’ın Heritage Vakfı’nın başkanı Kevin Roberts’ın eylül ayında çıkacak yeni kitabı ‘Dawn’s Early Light’a (Şafağın Erken Işığı) önsöz yazması. Rivayet o ki kitap önce ‘Amerika’yı kurtarmak için Washington’ı yakmak’ alt başlığıyla duyurulmuş ve kapağının ortasında bir kibrit yer almış. Sonra ‘Amerika’yı Kurtarmak için Washington’ı Geri Almak’ diye değiştirilmiş ve kibrit çıkarılmış.

Sözcüsü Vance’ın önsözünün ‘Proje 2025’ ile ilgisi olmadığını ve kitaptaki taleplerle pek çok konuda anlaşmazlığı bulunduğunu duyurdu. Trump ise “Pek çok nokta iyi. Birçok nokta kesinlikle saçma… Belgeyle hiçbir ilgim yok” açıklaması yaptı.

Komplo teorileri bir yana tekno-liberter bu ağın Vance’ın adaylığı için Trump nezdinde yoğun kulis yaptığı anlaşılıyor. Biden yönetiminin, kripto endüstrisini engelleyerek, yapay zekayı düzenlemeye çalışarak ve start-up kurucularının şirket satın almalarıyla uğraşarak onları çileden çıkarttığı ortada. Vance’ın küçük ve orta ölçekli teknolojinin temsilcisi olarak Silikon Vadisi ile bağlarının yeni bir inovasyon çağının başlamasına yardımcı olacağı söyleyenler eksik değil.

FELSEFİ ESİN KAYNAKLARI

Amerikan Yeni Sağ’ı Demokrat çevrelere göre, ‘çevrimiçi filozoflar, sanatçılar, post-solcular veya heterodoks uçlardan’ oluşuyor. Kimse liderlik etmiyor ama kilit figürler var.

Örneğin Vance’ın kimi söyleşilerinde andığı Curtis Yarvin. ‘Mencius Moldbug’ müstehar ismini de kullanan eski bir yazılım mühendisi olan Yarvin, ‘Yeni Sağın filozofu’ olarak sunuluyor. Yarvin ‘Amerikan demokrasisi ve yürütme organının gücünün ulusal çıkarlardan çok sistem içinde statü için rekabet etmeyi önemseyen eğitimli bir oligarşiye dönüştüğünü’ söylüyor. Yarvin’e göre çözüm, Amerikan oligarşisinin ‘yerini, bir bilgisayar programcısının kötü bir kodu ayıklaması gibi Amerikan siyasi düzenini ayıklayabilecek, bir start-up CEO’su tarzında güçlü bir lidere bırakması’. Yarvin, ana akım neoliberal medya için “Onlar sadece kendisi gibi insanlara saldırarak geçimlerini sağlamak zorunda olan yırtıcı hayvanlar. Sadece karınlarını doyurmaları gerekiyor” diyor

Yanı sıra Notre Dame’da profesör olan Patrick Deneen var. 2018 tarihli ‘Liberalizm neden başarısız oldu’ isimli kitabında, ‘liberal modernitenin insan doğasına ilişkin onarılamaz derecede bireyci bir görüşe dayandığı ve topluluk ve aile yaşamı yerine özerkliğe değer veren bir kültüre yol açtığını’ savunuyor. Ona göre liberal modernite ‘kadınları ev işlerinden kurtarırken piyasa kapitalizminin güçlerinin daha kuşatıcı esaretine soktu’. Deneen, eşcinsel evlilikleri de geleneksel ahlaki biçimlerden ziyade bireysel tercihlere dayandığı için ‘bir sosyal çözülme biçimi’ olarak eleştiriyor.

Demokratlar Deneen’in Vance’a esin kaynağı olduğunu söylüyorlar. Nitekim Vance Mayıs 2023’te Katolik Üniversitesi’nde Deneen’in son kitabı ‘Rejim Değişikliği’nin lansmanında konuşmacı olmuş.

ANTİ-FEMİNİZM VE KEDİ KADINLAR

ABD’de ‘ilerlemecilik dini’ kimlikçilikten beslenirken kadın ve eşcinsellik baş temalar. Demokratlar için Trump ‘düz maço’. Muhafazakar görüşlerini daha ‘entelektüel’ bir çerçeveye oturtan Vance ise daha büyük sorun. En büyük tartışma 29 Temmuz 2021’de muhafazakar gazeteci Tucker Carlson’ın henüz Fox News’tan kovulmamışken katıldığı programındaki sözlerinden çıkıyor.

Vance “Demokratlar ve şirket oligarklarımız aracılığıyla ülkede etkin bir şekilde yönetiliyoruz” diyerek Kamala Harris ve Alexandria Occasio Cortes’e (AOC) atıfla ekliyor: “Kendi hayatlarından ve yaptıkları seçimlerden mutsuz olan ve bu yüzden ülkenin geri kalanını da mutsuz etmek isteyen bir grup çocuksuz kedi kadın tarafından yönetiliyoruz. Bu yüzden ülkenin geri kalanını da mutsuz etmek istiyorlar.”

Vance, kısa süre önce eleştirilere “Medya senatör bile olmadan yaptığım sarkastik yorum yüzünden saldırıya uğramış hissediyorsa ben de bir sürü şeyden ötürü saldırıya uğramış hissediyorum” diye yanıt verdi. Sonra da ‘market fiyatlarından Kamala Harris’in göç politikaları ve entelektüel kapasitesinin toplum karşısında röportaj veremeyecek denli düşük olmasına’ uzanan ‘saldırıya uğramışlık’ listesi çıkardı.

Vance, boşanma konusunda “Belki anne ve babalar için işe yaramıştır ama çocukları için pek de işe yaramadı” derken kendi zorlu çocukluğunu çağrıştırıyor. Liberal Vice News’un ‘insanların çocuklarının iyiliği için şiddet içeren evliliklerde kalmaları gerektiğine inandığı’ yolundaki yayınıyla ‘sözlerini çarpıtmakla’ suçluyor. Boşanmaya temelde itiraz ettiği inkar edilemez bir gerçek.

‘Biyolojik cinsiyeti’ adeta ayıplı gören Demokratların ‘toplumsal cinsiyet’ mühendisliğine şüpheyle yaklaşan Vance kürtajı ancak tecavüz ve ensest vakalarında destekliyor.

Vance’ın kişiliği, hayatı ve genel çizgisinin ‘çelişkilerle’ örülü olduğu açık. Eşi Usha Vance (Usha Chilukuri) Hintli bir göçmenin kızı olarak San Diego’nun banliyölerinde büyümüş. Yale’den Cambridge’a geçerken çoğunlukla liberal çevrelerde bulunmuş. San Francisco’da kurumsal kültürünü ‘radikal bir şekilde ilerici’ diye tanımlayan hukuk firmasında kurumsal dava avukatlığı da dikkat çekici.

MEŞHUR RÖPORTAJ

Vance’ın en çok atıf yapılan söylemlerinin kaynağı; bir vakit “İlerlemeci feministlerin tecavüze ihtiyacı var” sözleriyle tepki çekmiş Jack Murphy ile senato adaylığı sırasında Eylül 2021’deki podcast röportajı. Vance’ın görüşlerinin temel izlediğini barındıran söyleşideki argümanları şöyle:

1) GÖÇ KRİZİ VE IRKÇILIK

Biden yönetiminin 2021 çekilmesiyle Afganistan’dan mülteci akımının yaşandığı bir ortamda Vance, ırkçılık ithamlarına insanların derisinin rengiyle ilgilenmediğini söyleyerek yanıt veriyor. “Amerika’ya gelip çok çalışıp ülkeye karşı sorumluluklarını yerine getiren insanların Amerikalı olduklarını” belirtirken, kültürel kapışma ve entegrasyon sorununun meseleyi değiştirdiğini söylüyor.

Anket verilerinin gelen Afganların yüzde 40’ının intihar saldırılarını meşru kabul edebildiğini, yüzde 95’inin eşinin taşlanarak öldürülmesini makul karşıladığını gösterdiğini belirtiyor. Liberal Hollywood’un FBI dizileri Minneapolis’teki Somali toplumunun kadın sünneti meselesini hassasiyetlere dikkat ederek ele alırken, Vance ‘küçük Mogadişu’daki entegrasyon sorununa atıfla “Toplumunuzda böyle şeyleri istememek ırkçılık anlamına mı geliyor” diyor.

Vance’a göre, ABD ‘göç ülkesi’ olarak bu tür aşamalardan geçti. 1920’lerde İtalyan ve İrlanda göçmenleriyle suç oranlarının artışı ve mafyalaşmanın ‘göç freni’ getirdiğini söylüyor. Bu sayede yeni gelenlerin ‘daha geniş Amerikan kumaşına’ entegre olması için zemin yaratıldığını belirtiyor. Ancak 1990’lar ve 2000’lerde oligarşinin ‘asimilasyon’ perspektifini tümden yitirdiğini ve artık yeni gelenlere ülkeyi ‘sadece yararlanılacak bir şey görme’ fikri sunduğunu…

Vance kendi komplo teorisini çiziyor: “Bunun arkasında toplumu bölerek ve bir kısmını ‘harcanabilir’ kılarak vatandaşların sorunlarıyla ilgilenmek durumunda kalmayan güçlü insanlar var” diyor.

Vance’a göre ABD de diğer ulus devletler gibi ‘linguistik, kültürel ve dini gelenekler’ üzerinde yükselmek ve yeni gelenlerin buna katılmasını istemek durumunda. Oysa tam aksinin yapıldığı; kurucu babaların sadece kötü yanlarıyla hatırlandığı, heykellerinin yıkıldığı, Amerikan tarihinin dürüst biçimde eğrisi-doğrusuyla ele alınmasını dışlayan yeni bir müfredatın benimsendiğini ve yeni gelenlere de ‘asimile olmamalısınız’ dendiğini söylüyor. Bunun herkesin birbirinden nefret ettiği ‘balkanlaştırılmış’ bir ülke yaratacağı görüşünde.

Vance, günümüzdeki Amerikan liderliğinin ideolojisini ‘sosyal ilerlemecilik ve küreselleşmecilik’ diye tanımlarken, “Liderlerimiz o kadar yozlaşmış ve aşağılık ki, onların kültürüne asimile olursanız, çöp gibi liberal elit kültürüne asimile olursunuz” diyor. Önerisi ‘Amerikan lider sınıfından kanserli hücrelerin çıkarılması’ ve kurucu babaların atıf yaptığı ‘politik dini’ ve ‘ortak değerleri’ yerleştirmek.

2) OLİGARŞİDEN KURTULMAK

Vance önce ‘seçimleri’ sayıyor ama Amerikan siyasi elitlerinin woke ideolojisinin medyayı, akademiyi, şirketleri, her türlü eğitim ve spor kurumunu ele geçirdiğini söylüyor. Önerisi Almanya’daki denazifikasyon veyahut Irak’taki debaasifikasyon. “Bizim artık bir anayasal cumhuriyetimiz yok. Her şeyi kontrol eden idari bir devletimiz var” diyor. “Cumhuriyetin sonlarındayız. Halkın neredeyse hiç güce sahip olmadığı bir noktaya çok yakınız. Oligarşi çoğunu ele geçirmiş durumda. Eğer buna karşı koyacaksak, oldukça vahşi ve oldukça ileri gitmeli ve şu anda pek çok muhafazakarın rahatsız olduğu yönlere doğru ilerlemeliyiz” sözleriyle devleti ele geçirmeyi salık veriyor.

2024’te yeniden seçilmesi halinde Trump’a tavsiyelerini şöyle sıralıyor: “İdari devletteki her orta düzey bürokratı kovun. Onları bizim insanımızla değiştirin. Ve mahkemeler -çünkü mahkemeye taşıyacaklardır- sizi durdurursa Andew Johnson’ın yaptığı gibi ülkenin karşısına çıkın ‘Baş Yargıç kararını verdi, şimdi bırakın uygulasın!’ deyin.”

Demokratlar bu sözleri ‘açık darbe çağrısı’ olarak okurken, Vance’a göre artık ‘kararnamelerin yasamanın üzerine çıktığı’ ABD’de zaten ‘anayasal kriz’ hali var.

Vance kısa süre önce George Stephanopoulos’un sıkıştırıcı soruları karşısında “Hayır, hayır, George, hükümetteki herkesi kovun demedim. Orta düzey bürokratların yerine yönetime karşı duyarlı insanlar getirin dedim” diyerek yanıt verdi.

Vance 2021 söyleşisinde, açıkça ‘solu kurumsallıktan arındıracak siyaset izlemekten’ söz ederken, muhafazakarların gücü ele alınca ‘büyük cesaretle’ yapması gerekenleri şöyle sayıyor: “Artık eleştirel ırk teorisini öğretemezsiniz, toplumsal cinsiyet ideolojisini öğretemezsiniz, doktorlarınıza 10 yaşındaki çocuklar üzerinde hormon terapisi deneyleri yapmaları gerektiğini öğretemezsiniz, federal paradan ya da eyalet parasından bir dolar bile alarak bunları yapamazsınız. Bu fonlar hızla kuruyacaktır.”

Vance’a göre insanların ten renklerine göre ayrımcılığa tabi tutulamayacağını belirten sivil haklar yasası, amacının tam aksine ayrımcılık yaratacak şekilde uygulanıyor. Bunu ‘masküler ilerlemecilik’ diye niteliyor. Ve ‘sol’ tüm kamu hizmetlerini belirlerken ‘halka hesap vermediği için’ idari bürokrasiyi hedef almaktan başka çare göremediğini söylüyor. Trump başkanken, ‘ona nasıl başkanlık yaptırmadıklarını’ New York Times’a makale yazarak anlatan üst düzey bürokrasiyi anımsatıyor.

Vance’a göre, iyi eğitimli bir liberal Amerikan eliti küreselleşmeden ve büyük teknolojinin artan gücünden yararlanırken kendisinin ‘rejim’ olarak adlandırdığı yarı-aristokrasi olarak kendi büyüdüğü Middletown, Ohio gibi yerlerdeki insanlara zıt ekonomik ve kültürel çıkarları benimsiyor. Onun gözünde ‘kültür savaşı aynı zamanda sınıf savaşı’. ‘Kurtarılamayacak kadar yozlaşmış’ addedilenler ise Ivy League üniversiteleri, FBI, NYT Times, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü, Eğitim Bakanlığı, BlackRock, Bill ve Melinda Gates Vakfı…’

3) ‘HİTLER TRUMP’TAN MAGA UMUDA

Şu sıralar 2016’da 32 yaşındayken üniversite arkadaşına Trump hakkında yazdıkları büyük fırtına koparıyor: “Trump’ın Nixon gibi o kadar da kötü olmayan (ve hatta yararlı olabilecek) alaycı bir pislik olduğunu düşünmekle, Amerika’nın Hitler’i olduğunu düşünmek arasında gidip geliyorum.”

İlkin 2022’de ortaya çıkan bu benzetmeyi reddetmiyor. Murphy’le söyleşide “Hillary Clinton taraftarı değildim. 2016’da yazılı oy kullandım. Aptallık ettim, 2016’da kesinlikle Trump’a oy vermeliydim” diyor. Kıvırmak yerine “Trump hakkında yanılmışım” vurgusuyla başkanlık döneminde Amerikan istihdamını ‘çalan’ Çin’e karşı ve göç konusunda politikalarını beğendiğini söylüyor.

Asıl izahatı, “Ama aslında Amerikan eliti ve benim Amerikan eliti içindeki rolüm hakkında bir şeyler görmem ve fark etmemle ilgiliydi. Bunu anlamam biraz zaman aldı” oluyor. Önce emekçi sınıftan gelip elit çevrelerde bulunmanın ‘iyi hissettirdiğini’ ama sonra ‘nereden geldiğini ve kim olduğunu gözden kaçırmaya başladığını’ belirtiyor. “Bence bu bana oldu. Tanrıya şükür yahut şansım varmış ki anladım ve vazgeçtim” diye ekliyor.

Sonra “Çılgın bir hikaye anlatayım” diye söze başlayarak eşi Usha’yla birlikte katıldıkları varlıklı insanlarla bir yemeği anlatıyor. Masadaki otel zinciri sahibinin Trump’ın sıkı göç politikasından şikayeti ederkenki söylemini aktarıyor: “Amerikan işçisi saatte 16-20 dolar isterken, gerektiğinde sınıra gidip saatte 8 dolara çalışacak işçi bulmak.” O masada ‘bunun bir parçası olmak istemediğini’ görüyor ve “Trump’ın beni şaşırtan pek çok politikası varken, bu ülkenin müesses nizamının ne kadar yolsuz olduğunu görürken ve aynı müesses nizam tarafından devşirildiğimi görürken bunu istemedim” diyor.

Vance’a göre Cumhuriyetçi Parti’yi uzun süre belirlemiş insanların da değişmesi gerekiyor. Zira onlar ve kurumları da ‘tabanlarına uzak’.

4) KATOLİKLİK VE DİN

Vance, Kilise ile pek işi olmayan bir ailede ‘hıristiyan olarak’ yetiştirilse de ‘öfkeli ateist’ bir dönem geçirmiş. Katolik olma sürecinde yine Amerikan elitleriyle deneyimi etkili olmuş. Kendi kendisine “Beni endoktrine eden bu insanların erdemleri, karakter özellikleri nedir” diye sormuş. Onların tek derdinin para ve mevki olduğunu görmüş. Kendisi ise ‘iyi bir baba ve eş olmakla’ ilgileniyor. “Elitler kadın ve erkek arasındaki farkı ve eril erdemler ile dişil erdemleri nasıl aşılamamız gerektiğini hiç umursamıyor. Ama Hıristiyanlık umursuyor” diyor. İçinden çıktığı toplum ve ailede büyük sorunlar ve çöküşler gördüğünü anımsatırken, “bir dini kurumun ‘kocanı yahut karını iç çamaşırını değiştirir gibi değiştiremezsin’ diyerek bunu ‘ömür boyu sürecek bir taahhüt görmesi’ onu etkilemiş. Vance “Elbette her zaman çalışmıyor ama yine de evliliğin kutsal doğasını tanımak önemli” diye ekliyor.

5) WOKE SERMAYE

Vance’ın ‘kültür savaşlarında’ öne çıkan bir unsur. Sermayedarların yatırım yaparken ‘çeşitlilik araştırmaları’ yapıp ‘sosyal ilerlemeci’ ideolojiyi benimsemeleri ona göre geleneksel Amerikan değerlerini alaşağı ediyor. Ford Vakfı’nın fonladığı Harvard Üniversitesinin ‘saldırgan sol radikalizmin’ aracı olduğunu söylüyor. Larry Fink’in Blackrock’ının ‘çevreci ve sosyal ilerlemeci ideolojinin’ taşıyıcısı olduğunu belirtiyor. Bankalarının ‘uluslararası’ karakterleriyle artık Amerikan bankası olmaktan çıktığını söylüyor.

Woke sermayenin dünyadaki sosyal adalet hareketlerini fonladıklarını anımsatıyor. Kimi yöneticilerin kovulmak korkusuyla woke ideolojiyi eleştirmeye korktuğunu belirtiyor.

Vance’a göre ‘Amerikan toplumunu sosyal ilerlemeci bir cehenneme çukuruna dönüştüren’ bu ‘woke sermayeye’ karşı çözüm, ekonomik acı çektirmek. Örneğin daha fazla vergi ödetmek. Vance, Harvard Vakfı’na atıfla “Belki vergilendirme zamanı” diyor.

Vance, “Tarih pes eden insanlar tarafından yazılmaz ve ben de tüm cevaplara sahipmişim gibi davranmayacağım. Ve tam olarak ne yapılması gerektiğini biliyormuş gibi de davranmayacağım” derken, yine de ‘ülkeyi kurtarmak için ellerinde fırsat’ olduğu iddiasında.

DIŞ POLİTİKA

JD Vance dünyanın dikkatini Biden neoconlarının Ukrayna savaşına 61 milyar dolar daha kaynak ayırma tartışmaları sırasında nisan ayında NY Times’ta yayınlanan ‘Ukrayna’da Matematik Akla Yatkın Değil’ makalesiyle çekmişti. Kiev’in insan gücü ve maddi kaynak yetersizliğine atıfta bulunarak ABD’nin bunları sağlayamayacağını, savunma sanayi üretimindeki sorunlara atıfla belirtmişti.

Vance dış politikada Ron Paul gibi dış maceraları eleştiren liberter senatörleri beğeniyor. Ancak Paul geçen hafta Gazze geriliminde İran’a karşı şavaşçı tavır takınan Vance’a dair derhal şüphelerini ifade etti.

ABD’de seçilmeden önce dış politikada ‘tecritçi’ eleştirileri yapılan son başkan George W. Bush olmuştu. 11 Eylül ile birlikte Afganistan ve Irak işgaliyle en saldırgan militarist politikaların mimarı olarak tarihe geçti. Dolayısıyla Vance hakkında kanaat geliştirmek zor. Ama henüz Vance’ın ismi geçmezken Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ‘Rusya için ABD’ye kimin başkan olacağının kendileri için fark etmediğini söylerken, bir noktada ‘Biden’ı daha öngörülebilir’ bulduğunu not etmeli.

Emekçi sınıftan gelip teknoloji sermayesiyle iç içeliğine karşın küçük ve orta burjuvaziyi sırtlamaya oynayan Vance; ABD’deki kültürel yarılma eşliğinde Amerika’ya özgü liberter sermaye sınıfını da harekete geçirmiş görünüyor. Bu denklemin bir de ‘MAGA komünistler’ ayağı var ki, Amerika’nın ‘sağına-soluna’ özgü tuhaflıkları katlıyor. Ama bu başka bir yazının konusu.

GÖRÜŞ

Trump’ın barometresi İsrail

Yayınlanma

HASAN BÖGÜN

Cumhuriyetçi Parti’nin ve adayı Donald Trump’ın ezici üstünlüğüyle sonuçlanan 5 Kasım ABD seçimlerinin sonrasında ortaya çıkan tabloyu maddeler halinde analiz edelim.

1. Yürütme, yasama, yargı bütün erklerin Cumhuriyetçi Parti’nin eline geçtiği ender görülen bir sonuç ortaya çıktı. Denetim mekanizmaları işlemeyecek ve Amerikan toplumu çatışmalara varacak denli bölünmüş durumda. Hem dikey (federal hükümet ile eyaletler arasında), hem yatay (iki tarafın dayandığı sokak güçleri arasında) keskin bölünme…

ABD tarihinin belki de 1865 iç savaşından sonraki en zor dönemi…

2. Trump, çok iddialı bir yargı gibi görünse de, gerçekte kendisinden başka hiç kimseyi temsil etmiyor. Bir programı, onu bırakın bir program zihniyeti bile yok.

Emlak spekülasyonlarından ve yasal boşlukları değerlendirerek vergi kaçırmaktan milyarlar kazanan bir işadamı. New York Times gazetesine göre, 2016 ve 2017 yıllarında sadece 750’şer dolar gelir vergisi ödemiş. Manhattan Ceza Mahkemesi 2023 Ocak’ında Trump’ın emlak şirketine, vergi dolandırıcılığı yaptığı suçlamasını sabit görerek 1 milyon 61 bin dolar para cezası verdi.

Amerika’yı nasıl “yeniden büyük” yapacağının resmi…

HERKESİN MAGASI KENDİNE

3. Sözü açılmışken “Amerika’yı yeniden büyük yap!” (MAGA) sloganını açalım: O slogan, otomotiv fabrikaları kapandığı için nüfusu 2 milyondan 700 bine düşen Detroit halkının yüreğinde başka telleri titreştirir; 290 bin dolar hastane faturası alan yaşlı kadının yüreğinde başka; 314 milyar dolarlık servetini büyük ölçüde mali sektörden kazanmış olan dünyanın en zengini Elon Musk’ın yüreğinde başka; bizzat Trump’ın yüreğinde başka; Cumhuriyetçi Parti kodamanlarının yüreğinde başka…

Bu kadar farklı titreşimler nasıl akord oldu? Onu yapan da Trump değil; sloganın, eğer bir mucit atanacaksa, mucidi Cumhuriyetçi Ronald Reagan idi. Garantisi, Vietnam yenilgisinin moral bozukluğunu terapiden geçirerek Reagan’a seçim kazandırdı.

Ama Reagan Amerika’yı büyük yapmadı, tersine küçülttü. Bir örnek verelim: 1975 yılında ABD gemi inşa sanayisi küresel çapta birinciydi, şimdi 19. sırada. ABD Donanma Enstitüsü’ne göre ABD’nin ticari gemi inşa kapasitesi küresel toplamın yalnızca yüzde 0,13’ünü oluşturuyor.

Reagan 1981’de başkan olunca, savaş gemileri üretimini artırmak için ticari gemi inşasını destekleme programını iptal etti. Ticari gemi inşa sanayisi çöktü. Sanayide çalışan 40 bin dolayında nitelikli işçi işten çıkarıldı.

Amerika Gemi İnşaatçıları Konseyi Başkanı Matthew Paxton, gerilemenin gemi inşasını destekleyen sanayileri de etkilediğini söylüyor. Gemi inşası çelik, motor, elektronik, boya, kablo ve başka birçok ürün gerektiriyor.

ABD çelik fabrikalarının halen ülke çapında yaklaşık yüzde 70 kapasiteyle çalıştığını belirten Çelik İşçileri Sendikası (USW) Başkanı David McCall’a göre, gemi inşa sanayisini yeniden canlandırmak için, çelik imalatı altyapısına kapsamlı yatırımlarla genişletilmesi gerekli. Böylesi yatırımların sonuçlarını almak, 10 yıl değilse bile beş yıldan fazla sürer.

Sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücü de yok. ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu verilerine göre, 2022 ile 2023 yıllarında Amerikan gemi mühendislerinin ve tasarımcılarının sayısında artış olmadı.

ABD işgücü sorununu çözmek için Güney Kore ve Japonya gibi müttefiklerine yöneliyor. Deniz Kuvvetleri Bakanı Carlos Del Toro, bir araya geldiği bu iki ülke gemicilik sektörü yetkililerini ABD’de daha fazla üretim yapmaya teşvik etti.

Dememiz o ki, Trump ve Cumhuriyetçi kodamanlar için MAGA, amigonun bağırttırdığı “Ole ole ole cimbom” her maç günü nasıl bir iş görüyorsa o işi gördü, yeni seçime kadar bir köşede bekleyebilir.

PARA VE DÜDÜK

4. OpenSecrets adlı kuruluşun raporuna göre, Cumhuriyetçi ve Demokrat partilerin başkan ve Kongre adaylarına toplam 15,9 milyar dolar bağış yapılmış. Bağışların neredeyse üçte ikisi milyarderlerden. Forbes’un verilerine göre, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’i 83, Trump’ı 52 milyarder desteklemiş.

Harris’i destekleyenler arasında Michael Bloomberg, Bill Gates, Melinda French Gates, Laurene Powell Jobs, Reed Hastings, Dustin Moskovitz ve diğerleri var. Trump’a ise, Musk dışında bankacı Timothy Mellon, Miriam Adelson gibi isimler para akıtmış.

Harris 1,6 milyar dolar, Trump 1,1 milyar dolar toplamış.

Şimdi gelin de “Seçimde 10 milyon harcadım, karşılığını almayacak mıyım” diyen rahmetli siyasetçimizi hatırlamayın! “Ama orası Amerika. Hem Musk’ın ihtiyacı mı var” diyenler çıkarsa, tek bir yanıt alırlar: Nasreddin Hoca evrenseldir!

Bu manzara aslında MAGA’nın anlamını da açıklıyor. Seçim, Amerikan demokrasisi denilen durumun, daha da ötesi bütün sistemin tamamen çürümüş olduğunu gösterdi. Musk, açıkça medyada ilan ederek, her seçimde başka partiye oy veren eyaletlerde, 1 milyon dolar karşılığında Trump’a oy satın aldı.

ABD’de seçimlerde paranın konuşması yeni bir şey değil. ABD’nin nasıl yönetileceğine ilişkin programlar tartışılmaz ve oylanmaz. Seçmenler, reklam şirketlerinin tıpkı ayakkabı, cep telefonu, otomobil vs pazarlar gibi pazarladığı sloganlardan (MAGA) birini ve sermaye gruplarının parayla desteklediği siyasetçilerden birini tercih eder.

Demokrasinin temel ölçütlerinden biri olan seçme ve seçilme hakkı, düpedüz milyonlarca doların döndüğü ticari bir faaliyete dönüşmüş durumda. Her ticari faaliyette olduğu gibi, seçimlerde de varlıkların aslan payını elinde tutan çok küçük bir azınlığın (yüzde 1) üstün çıkacağı açık. Musk’un “piyangosu” tüy dikti!

Bizde belediyelerin kömür, yağ vs dağıtmasına ağız dolusu laf edenler (ki o tepkiler doğru ve haklıydı) sus pus!

TRUMP NE YAPACAK?

5. Başta Cumhuriyetçi Parti Trump’ın adaylığına soğuk baktı. Partinin Bush ailesi gibi ağırlıklı grupları Trump’ın aday yapılmasına karşı çıktılar. Karşı çıkanlar arasında ilk dönem yardımcısı Mike Pence bile vardı. Bu yüzden parti bölünmeler yaşadı.

Trump, 6 Ocak 2021’deki Kongre Binası baskınıyla  çevresinde giderek genişleyen militan bir çember oluşturdu. Bu çemberi Cumhuriyetçi Parti’ye kendisini kabul ettirmek için pazarlık kozu olarak kullandı. Suikast girişimi olayı militan çemberi daha da büyüttü.

Parti, zamanla militan havanın yarattığı ivmeyi saptadı ve Trump’ın adaylığına yeşil ışık yaktı. Fakat hükümeti kurma yetkisini elinden alıp çevresini kuşatarak… Tek tabanca Trump’ın buna ne itirazı olabilirdi?

Partinin hükümete yerleştirdiği en kritik isim, Başkan Yardımcısı seçilen Ohio Senatörü James David Vance’dır. İkinci kritik isim Dışişleri Bakanı olacağı belirtilen Florida Senatörü Marco Rubio…

Doğuştaki adı James Donald Bowman olan Vance’nın yaşamı, bir tür sıfırdan doruğa tırmanma öyküsü. Ohio’nun yoksul köyünden çıkıp mali sermaye kodamanlığına yükselmiş. Risk sermayesi (tefeciliğin nazikçesi) şirketi var. Hillbilly Elegy (Köylü Ağıdı) adlı romanı, bir bakıma çocukluğunu anlatıyor.

Vance’ı kritik yapan bu durum: Bir yandan seçimde Trump’a oy veren en alt sınıfların desteğini sağlam tutmak, bir yandan da seçimde daha çok Demokratları destekleyen mali sermaye gruplarıyla bağları güçlendirmek… Trump yönetimi, şu karışık dönemde bu iki desteğe çok ihtiyaç duyacak.

Ayrıca Trump’ın yaşı oldukça ileri; ne olur ne olmaz! Vance hem beklenmedik durumlara karşı hazırda dursun, hem gelecek seçimlerde lazım olur.

Rubio’nun Dışişleri Bakanlığı, dünya açısından pek hayırlı olmaz. Ukrayna’daki savaş ABD açısından kaybedilmiştir, tırmanma beklenmez. Ortadoğu’da ve Pasifik’te o denli iyimser olmamalı.

Trump’ın savaş istemediğinden söz edilir. Ama Çin’le tedarik sistemini yok edecek, dünya ekonomisini çökertecek, özellikle en alttaki ülkeleri daha da aşağıya bastıracak, yoksulluğu ve açlığı şiddetlendirecek ticaret savaşını tırmandırmanın, insani ölümler dışında silahların kullanıldığı savaştan ne farkı var? Çin düşmanlığıyla bilinen Rubio, bu bakımdan Trump’ı dizginlemek yerine kamçılayabilir.

Yine de bu cihette esasen yeni bir şey yok; Çin ile ticaret savaşı ABD’nin devlet politikası. İç çatışmayı yatıştırma aracı aynı zamanda…

Ekonomisi bitme noktasına gelen, halkı ülkeden kaçan, Binyamin Netanyahu’nun deyişiyle sekiz cephede savaşan ve hiçbirisini kazanamayan, soykırımcı damgası yiyen İsrail’in geri dönüşü yok. Çıkış yolu da… Tek kurtuluşu ABD’yi İran’a saldırtmak.

Rubio da Trump gibi İran düşmanı ve İsrail yanlısı. Ve bakan yapılmak istenmesi, Cumhuriyetçi Parti’nin politikasını açıklıyor. Bu durum her türlü senaryoya kapıyı açık bırakıyor.

Vance, Rubio ve öteki isimlere bakarak şu sonucu çıkarabiliriz: Ocak’ta başlayacak yönetim ilk dönemindeki gibi Trump iktidarı olmayacak, ABD’nin en kurumlaşmış örgütü Cumhuriyetçi Parti’nin iktidarı olacak. Neo-conlar Cumhuriyetçi fidelikte yetişmişti; asıllarına rücu etmeleri, haysiyetsizliğin pek dert edilmediği ABD’de zor değil.

Peki Trump’ın öngörülemezliği ve patavatsızlıkları? Onları laf kalabalığına getirmek de Trump ile kimyası uyuşan X’in (eski twitter) sahibi Musk’ın kendisine biçtiği misyon olsa gerek.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Filistinlilerin Arap-İslam zirvesine mesajları

Yayınlanma

Halkımız, haklarının neredeyse yok edildiği ve unutulmaya çalışıldığı onlarca yıllık baskıya katlandı. Oslo sonrası dönemde Filistin liderliği müzakere yolunu tercih ettiğinde, yerleşim yerlerinin genişlemesi hız kazandı, ulusal bağımsızlığın temelleri ise bölünme, izolasyon ve uzun süren ablukaların altında aşındı. Bugün işgal, tırmanan Siyonist aşırıcılığa, Yahudileştirme girişimlerine ve Filistin varlığını marjinalleştirme ve ortadan kaldırma çabalarına bir yanıt olarak 7 Ekim’de başlayan Filistin ayaklanmasını istismar ederek tarihi Nakba’yı tamamlamaya çalışıyor. Halkımızın çıkarlarına hizmet etmeyen bölgesel ve uluslararası boyutları olan geniş bir koalisyon tarafından desteklenen bu varoluşsal sorun bize çabalarımızı ortak ilkeler etrafında birleştirme görevi yüklüyor. Bu barbarca saldırılara, sınırlı kaynaklara ve düşmanla olan güç dengesizliğine rağmen, Filistin halkının direniş ve kararlılığına yaslanarak dayanışma içindeyiz. Eğer bu çabalar koordine edilirse, işgale karşı siyasi ve hukuki izolasyonunu derinleştirecek, ekonomik krizlerini ağırlaştıracak bir karşı baskı uygulayabiliriz. Bu da işgali ve müttefiklerini saldırganlığı durdurmaya zorlamak için bir fırsat sağlar ve halkımızın devam eden mücadelesini güçlendirir.

Bugün Filistin halkı, Gazze Şeridi’ne yönelik soykırım ve etnik temizlik boyutlarına ulaşan en şiddetli Siyonist saldırılardan biriyle karşı karşıya. Resmi olmayan istatistikler, savaşın başlangıcından bu yana şehit olan Filistinlilerin sayısının 186.000’i aştığını, saldırıların çevre ve sağlık üzerinki yıkımının bu sayıya doğrudan katkıda bulunduğunu gösteriyor. Bu senaryo, Allah korusun, işgal ordusu aracılığıyla ya da işgal hükümetinin resmi desteğiyle Filistin şehir ve köylerine saldıran radikal yerleşimciler aracılığıyla Batı Şeria’da tekrarlanabilir.

Tarihsel olarak, Filistinliler Batı’nın Doğu Sorunu’na yaklaşımının bedelini en ağır şekilde ödedi. Bu yaklaşımın sonuçları bizim için felaket oldu: Bu süreç, topraklarımızın Siyonist hareket tarafından ele geçirilmesine yol açmakla kalmadı aynı zamanda bir yerleşimci devletin kurulmasının da önünü açtı. Bu savaşta Arap ve İslam ülkeleri, büyük bir sorumlulukla hareket ederek direnişi terörizm olarak nitelendiren uluslararası sınıflandırmaları reddederek onu bir ulusal kurtuluş hareketi olarak sunmakta ısrarcı oldular.

Arap ve İslam ülkeleri, bölgesel düzeyde ortak kader ve ortak düşmana karşı ortak güvenlik ihtiyacı konusunda artan bir farkındalıkla, uluslararası forumlarda davamızı desteklemede güçlü rol oynadılar. Bu dayanışma, Riyad’da toplanan ve Filistin meselesine Filistin halkının meşru hak ve arzularıyla uyumlu bir çözüm şekillendirmede uluslararası bir çerçeve olması beklenen Arap-İslam Zirvesi’nin Bakanlar Komitesi’nin çalışmaları yoluyla davamıza destek açısından çok önemli bir adımdır.

Uluslararası alanda, daha önceki krizlerden farklı olarak, halkımıza karşı işlenen soykırım ve insanlığa karşı suçları kınayan ve Birleşmiş Milletler’deki sağlam pozisyonlara yansıyan net uluslararası duruşlar gördük. Dünya uluslarının ve halklarının bu tutumlarını takdir ediyoruz ve Filistin devletinin uluslararası meşruiyet temelinde kurulmasına giden yolu, Filistinlilerin yüzyılı aşkın mücadelesinin bir sonucu ve tarihi ve siyasi kökleri olan haklarının yeniden canlandırılması olarak görüyoruz. 1922’den bu yana Filistin devletinin temelleri atılmıştır ve İngiliz ve Siyonist komplolarına rağmen Filistin, dünya haritasındaki siyasi önceliğini korumaktadır.

Bugün, 150’den fazla ülke, Genel Kurul’un Taksim Planı (181 sayılı Karar), 1988’de Filistin devletinin ilan edildiği Cezayir Deklarasyonu ve 1967 sınırları dışındaki yerleşimlerin yasadışı sayılmasına ilişkin Güvenlik Konseyi kararları gibi uluslararası kararlara dayanarak Filistin devletini tanıyor. En son karar, İsrail’in Filistin’deki politika ve uygulamalarının hukuki sonuçlarına ilişkin olarak Genel Kurul tarafından Uluslararası Adalet Divanı’ndan talep edilen istişari görüşün ardından, İsrail’in “işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasadışı varlığına” 12 ay içinde son vermesini talep ediyor. Bu karar, Filistin davasının elde ettiği kazanımları gösteren ve işgal devletinin giderek artan siyasi izolasyonunu vurgulayan ezici bir destekle -24 lehte, 14 aleyhte ve 43 çekimser oyla- kabul edildi.

İşgalden kaynaklanan egemenliğin önündeki engellere rağmen, Filistin devleti yasal bir gerçeklik olmaya devam ediyor. Günümüzdeki uluslararası çabaların, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde uluslararası güçlerin bizim aleyhimize Siyonist bir siyasi yapı kurulmasını destekleyen gidişata karşı, bu tarihsel ve kökleşmiş hakları yeniden canlandırmaya yönelik olduğunu görüyoruz.

“İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi için Uluslararası İttifak” adıyla ileriye dönük olarak başlatılan bu girişimler, Filistin devletinin sadece var olma hakkını müzakere etmek yerine, kuruluşunu organize etmeye yönelik doğrudan adımları kapsıyor. Bu, bölgesel güvenlik ve uluslararası barış için önemli bir adım; küresel sistemi dengelemek ve bazen dini veya kültür boyutu taşıyan jeopolitik çatışmaların yayılmasını önlemek için gerekli bir yoldur.

Filistin devletinin kurulmasına yönelik diplomatik ve siyasi çabalar, savaşın sona erdirilmesi, sivillerin korunması, insani yardımın kolaylaştırılması ve saldırının etkilerinin tazminat ve yeniden inşa yoluyla giderilmesine yönelik çabalarla uyumlu olmalı. Eş zamanlı olarak, Filistinlilerin bölgesel güvenlik ve küresel barış ilkeleriyle uyumlu egemen bir devlet için gerekli önkoşulları tamamlama çabaları da yoğunlaştırılmalı.

Bu çabaların ortasında, Filistinli güçlerin bu girişimlere içtenlikle yanıt vereceği ve yönetim, seçimler ve “ertesi gün” olarak adlandırılan meseleler üzerindeki anlaşmazlıkları aşmaya hazır olduğu açıktır. Filistinlilerin tutumları, bu anlaşmazlıkların artık geçmişte kaldığını ve geleceğe odaklanmanın, ulusal ruh ve dayanışma zemininde Filistin devletini kurma ve yönetme yeteneğini artırdığını göstermektedir.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler

Yayınlanma

Yazar

6 Kasım’da, 2024 ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi aday ve eski Başkan Donald Trump, ezici bir farkla zafer kazanarak Beyaz Saray’a dört yıl aradan sonra geri döndü ve ABD’nin 47. Başkanı oldu. Aynı zamanda, Cumhuriyetçi Parti Senato ve Temsilciler Meclisi’nde de çoğunluğu elde etti. Trump’ın tartışmalı bir şekilde devletin başına dönmesi ve Cumhuriyetçi Parti’nin yasama, yürütme ve yargı organlarında mutlak bir hakimiyet kurma potansiyeli, dünya genelindeki gözlemcilerin “Amerika değişti!” ve dolayısıyla “dünya da değişecek!” yorumlarına yol açtı.

2024 ABD başkanlık seçimleri, dramatik ve sürprizlerle dolu bir süreç olarak dikkat çekti. Demokratların mevcut başkanı Joe Biden, sağlık sorunları nedeniyle kampanyanın ortasında yarıştan çekildi. Trump, yoğun bir muhalefetle karşılaşmasına ve bir suikast girişiminden sağ kurtulmasına rağmen başarılı bir geri dönüş yapmayı başardı. Demokrat adaylığı üstlenen Başkan Yardımcısı Kamala Harris, başlarda anketlerde önde gitse de seçim günü ağır bir yenilgi aldı. Bu dramatik iktidar değişimi, Demokrat Parti’nin yerleşik iç ve dış politikalarının köklü bir şekilde tersine çevrileceği beklentisini doğurdu ve ABD’de ve dünyada sevinçten hayal kırıklığına kadar uzanan tepkilere yol açtı.

Muhakkak ki ABD’deki Cumhuriyetçiler coşkulu; ilk kampanyasında şüpheyle bakmalarına rağmen Trump’ı desteklemeyi seçtiler ve bu strateji 312’den fazla (ön tahminler) seçici kurul oyu ile tarihi bir zafer getirdi. Trump, görevden ayrıldıktan sonra seçimle Beyaz Saray’a dönen ikinci ABD Başkanı oldu. Cumhuriyetçi Parti, ayrıca Kongre’nin her iki kanadında ve pek çok eyalet hükümetinde de kontrolü sağlamaya hazırlanıyor; halihazırda muhafazakâr yargıçların çoğunlukta olduğu Yüksek Mahkeme ise Cumhuriyetçi ideallere yakın bir duruş sergiliyor.

Trump’ın zaferi, mali destekçileri, tabanındaki destekçileri, sanayi işçileri ve çiftçiler arasında büyük bir sevinç yarattı. Bu gruplar, Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin “Önce Amerika” doktrinini benimsiyor ve Demokratların başlattığı girişimlerin tersine çevrilerek önümüzdeki dört yıl boyunca somut faydalar sağlanmasını bekliyor.

Öte yandan, Demokratlar derin bir hayal kırıklığı içinde. Beyaz Saray’daki dönemleri, Cumhuriyetçi yükselişle ani bir şekilde sona erdi ve bu, onların üç devlet erkinde de etkilerini kaybetmeleriyle sonuçlanacak tarihi ve utanç verici bir yenilgi olarak görülüyor.

Azınlık grupları, göçmenler, sol eğilimli ilericiler, yenilenebilir enerji sektörü ve mevcut düzenin temsilcileri de Trump ve muhafazakâr güçlerin geri dönüşüyle hüsrana uğramış durumda. Trump’ın geri dönüşünün, azınlık ve göçmen haklarını kısıtlaması ve ABD siyasetinde Trump’ın etkisinin derinleşmesine yol açması bekleniyor. Cinsel özgürlük ve genişleyen trans hakları hareketleri gibi ilerici sosyal hareketlerin sert baskılarla karşılaşacağı öngörülüyor, ayrıca yeşil ve temiz enerji girişimlerinin ivmesi de durabilir. Mevcut düzenin temsilcileri, Trump yönetiminin Amerikan hukuk sistemini daha da zorlayarak süper-yürütme yetkileri oluşturma peşinde olmasından endişe ediyor.

ABD’deki izolasyonist gruplar ise bu seçim sonucunu Biden’ın küreselci yaklaşımının reddi ve Trump ile Cumhuriyetçilerin dünya görüşünün yeniden zaferi olarak kutluyor. “Yeniden Büyük Amerika” ve “Önce Amerika” söylemleriyle, ABD’nin değerler temelli ittifaklardan ve uluslararası sorumluluklardan uzaklaşarak ticaret ve kendi çıkarlarını ön planda tutan bir rotaya gireceği tahmin ediliyor. Bu da, dünyanın önde gelen gücünün geleneksel sorumluluklarını azaltarak Amerikan hegemonyasının gerileme sinyallerini verebilir.

Buna karşılık, küreselciliğin savunucuları derin bir endişe içinde. Trump’ın ilk dönemi, küreselleşmeyi, ittifak ağlarını ve Amerika’nın Batı dünyasındaki liderliğini sarsmıştı. Biden yönetimi tarafından bu unsurları yeniden tesis etmek için kaydedilen mütevazı ilerlemenin de şimdi tersine dönmesi muhtemel, bu da Pax Americana (Amerikan Barışı) fikrinin savunucularını büyük hayal kırıklığına uğratıyor.

Amerika’nın uluslararası müttefikleri de Trump’ın siyasi yönelimleri ve geçmişteki eylemlerini bildiklerinden, tepkilerinde bölünmüş durumda. Birçok kişi, “Trump 2.0” döneminde ABD politikalarının daha da radikal ve kutuplaştırıcı bir yöne kayacağından endişe ediyor. Demokrat yönetimlere özgü uzlaşı ve ılımlılık yaklaşımının artık yerini daha sert bir çizgiye bırakması ihtimali, bu endişeleri artırıyor.

Özellikle, Trump ile benzer ideoloji ve liderlik özelliklerine sahip bazı ABD müttefikleri ve ortakları ise onun dönüşünü memnuniyetle karşılıyor. Avrupa’da, aşırı sağ hareketler ve AB karşıtı görüşler (Euroskeptikler) bu durumdan özellikle hoşnut. Beyaz üstünlüğü, azınlık karşıtlığı, göçmen karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı ve çevreye dönük girişimlere direnç gibi ortak görüşleri, Trump’ın politikalarıyla büyük ölçüde örtüşüyor. Trump’ın Brexit’i desteklemesi ve ilk zaferi, Avrupa’daki aşırı sağ güçleri cesaretlendirmişti; şimdi ise zaferle Beyaz Saray’a dönüşü, bu grupları daha da canlandırarak, neo-faşist hareketlere yeni bir enerji ve ivme kazandıracak gibi görünüyor.

Trump’ın iktidara dönüşü, onun ideolojik tarzını yansıtan Güney Amerikalı liderler tarafından büyük ihtimalle coşkuyla karşılanacak. Bu liderlerin başında, bir yıl önce göreve gelen ve sık sık “Arjantin’in Trump’ı” olarak anılan Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei ile, iki yıl önce görevden ayrılan ancak siyasi geri dönüş planlarını kararlılıkla sürdüren Brezilya’nın eski devlet başkanı Jair Bolsonaro geliyor. Her iki lider de Trumpizmin yeniden yükselişinin, Latin Amerika genelinde kendi siyasi etkilerini ve yönetim modellerini güçlendireceğine inanıyor.

Buna karşılık, geleneksel Avrupa düzeninin temsilcileri, küreselciler, AB entegrasyonunu savunanlar ve transatlantik ilişkilerin destekçileri, Trump’ın dönüşünü endişeyle izliyor. Trump’ın önceki başkanlık döneminde Avrupa Birliği’ni zayıflatması, aşırı sağ hareketleri cesaretlendirmesi, NATO üyelerine savunma harcamalarını artırmamaları durumunda ittifaktan çekilme tehdidiyle baskı yapması ve pek çok çok taraflı anlaşma ile uluslararası sözleşmeden tek taraflı olarak ayrılması hâlâ hafızalarda. Özellikle Kovid-19 pandemisi sırasında Trump’ın Avrupa ile hava ve deniz bağlantılarını keserek geleneksel müttefiklerini adeta yüzüstü bırakması, Avrupa’da unutulmuş değil. Günümüzde Avrupa liderleri, Trump’ın dönüşüyle iki yeni endişeyle karşı karşıya: Trump, Avrupa ile bir ticaret savaşı başlatmak için gümrük vergileri uygulayabilir ve Avrupa ülkelerini ABD’den yüksek fiyatlarla petrol ve doğalgaz almaya zorlayabilir.

Avrupa’daki Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili tepkiler de benzer şekilde karmaşık. İkinci bir Trump yönetimi, ABD-Rusya, ABD-Avrupa ve Rusya-Avrupa ilişkilerinin dinamiklerini değiştirebilir; bu da NATO’nun çatışmaya müdahil olma derecesini azaltarak Avrupa’nın askeri yükümlülükleri daha bağımsız bir şekilde üstlenmesini gerektirebilir.

Rusya ise Trump’ın dönüşünü büyük ihtimalle memnuniyetle karşılayacaktır. Trump, daha önce Başkan Vladimir Putin’in güçlü liderlik tarzına hayranlığını dile getirmiş ve Rusya-Ukrayna savaşına hızlı bir çözüm bulmayı savunarak ABD-Rusya ve Avrupa-Rusya ilişkilerinin normalleşmesini amaçladığını ifade etmişti. Eğer Trump, Ukrayna’ya yapılan askeri yardımı azaltır veya Avrupa ülkelerini Ukrayna’nın çıkarlarını feda etmeye zorlarsa, şu anda savaş alanında avantaj sahibi olan Rusya, zafer yolunda daha hızlı ilerleyebilir. Bu ihtimali gören Avrupa ülkeleri, ABD’nin desteğinin azalması durumunda ortak savunma sağlamak amacıyla Ukrayna ile güvenlik anlaşmaları imzalamaya başladı bile.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, kendisini bir kez daha “en karanlık saatlerinde” bulabilir. Trump’ın kısa süre önce ortaya çıkan “barış planı”, askeri yardımı sürdüreceğini vaat etse de Rusya ile Ukrayna arasında 1280 kilometre uzunluğunda bir askerden arındırılmış bölge oluşturulmasını ve Ukrayna’nın önümüzdeki 20 yıl boyunca NATO’ya katılmasının yasaklanmasını öngörüyor. Kore Ateşkes Anlaşması’na benzer bir ateşkes modeli çerçevesinde, iki tarafın mevcut cephe hatlarında çatışmaları durdurması ve uzun süreli bir çıkmaza girilmesi söz konusu olabilir.

ABD’nin Orta Doğu’daki ortakları da Trump’ın dönüşüne ilişkin bölünmüş durumda, fakat bu bölgede net bir kazanan ve memnuniyetsiz birkaç taraf bulunuyor. Bugünkü Orta Doğu, dört yıl öncesinden oldukça farklı; bölge ülkeleri giderek daha fazla özerklik arayışında ve artık yalnızca ABD’nin müdahalesine bel bağlamak yerine, İslam içi diyalog ve uzlaşmayı ön planda tutuyorlar; İsrail bu durumun istisnası olarak öne çıkıyor.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve güçlü İsrail aşırı sağı, Trump’ın yeniden seçilmesini kuşkusuz büyük bir memnuniyetle karşılıyor. Trump’ın İsrail’e olan güçlü desteği ve İran ile Filistin’e karşı beslediği düşmanlık, İsrail’in Washington’da güvenilir bir müttefik bulacağına işaret ediyor. Bu destek, bölgede Demokrat yönetimin sabrının azaldığı bir dönemde İsrail açısından kritik bir önem taşıyor. Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle İsrail’in, ABD desteğini maksimum düzeyde kullanarak pek çok stratejik cephede hedeflerine daha güvenle ulaşması bekleniyor. Trump, ABD’yi Orta Doğu çatışmalarına doğrudan dâhil etmeye istekli olmasa da İsrail’in karşıtlarını taviz vermeye zorlamak için baskı taktikleri uygulayabilir.

Filistinliler için ise Trump’ın dönüşü, sıkıntılarının daha da derinleşmesi anlamına geliyor. Filistinliler, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasını, “Yüzyılın Anlaşması” ile onları dışlamasını, Filistin Kurtuluş Örgütü ile diplomatik ilişkileri düşürmesini, iktisadi ve insani yardımı askıya almasını ve UNRWA’dan, örgütün Filistin yanlısı duruşu nedeniyle çekilmesini hâlâ hatırlıyor.

İran da Trump’ın dönüşüyle artan askeri, diplomatik ve iktisadi baskılarla karşı karşıya kalacak ve İsrail ile doğrudan bir çatışma ihtimali yükselecek. İran halkı, Trump’ın ilk döneminde Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (KOEP) çekilmesini ve sonrasında uygulanan sıkı yaptırımları unutmuş değil. 2020’de Trump’ın talimatıyla İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanı General Kasım Süleymani’nin hedef alınarak öldürülmesi ve buna misilleme olarak ABD’nin Orta Doğu’daki üslerine yapılan füze saldırıları, İran’ın kolektif hafızasında derin izler bıraktı.

Suudi Arabistan ise Trump’la görece sıcak ilişkisine rağmen, dönüşü konusunda sevinçten ziyade endişe taşıyabilir. Riyad, Filistin davası konusunda pragmatizm ile ahlaki sorumluluklar arasında karmaşık bir ikilem yaşıyor. Krallık, İsrail’den uzak durmayı ve İran’la yakınlaşmayı seçmiş durumda. Ayrıca Suudi Arabistan, ABD’nin baskısıyla “nakit kaynağı” gibi muamele görmekten ve Amerikan silahlarını satın almaya zorlanmaktan endişe ediyor ki bu, Trump’ın ilk döneminde sık sık karşılaşılan bir durumdu. Trump’ın ABD’nin enerji ihracatını artırarak piyasayı petrol ve doğalgazla doldurma planları da yeni bir Amerikan-Suudi enerji rekabeti potansiyelini artırabilir ve ilişkilerde daha fazla gerginliğe yol açabilir.

Asya-Pasifik bölgesinde de tepkiler karmaşık, hatta ABD’nin bazı müttefikleri arasında bile bölünme söz konusu. Trump, Biden’a kıyasla ortaklık yerine kazancı önceleyen bir yaklaşım sergiliyor; ABD’nin iktisadi ve ticari çıkarlarına daha fazla odaklanarak, askeri ittifakları ve jeostratejik taahhütleri ikinci planda tutuyor.

Kuzey Kore, Trump’ın dönüşüyle Biden yönetiminin “stratejik ihmal” politikasından uzaklaşılarak üç zirveyle yakalanan diyaloğun yeniden canlanmasını umabilir. Kim Jong-un ile Trump arasında gerçekleşen bu zirveler, ABD-Kuzey Kore ilişkilerinin normalleşmesi adına umut verici adımlar olarak görülmüştü, ancak Kovid-19 pandemisi, karşılıklı güvensizlik ve siyasi değişimler nedeniyle bu süreç tıkanmıştı. Yeni Trump yönetimi, bugüne kadar tamamlanamayan bu diplomatik girişimi yeniden alevlendirebilir.

Güney Kore ve Japonya ise Trump’ın muhtemel politikalarından tedirgin. Trump’ın, müttefiklerinden savunma harcamalarını artırmalarını talep etmesi ve ithal mallara gümrük vergisi uygulaması gibi geçmişteki baskıları, bu ülkeleri ABD-Çin rekabeti karşısında stratejik pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye itebilir ve hassas bir diplomatik denge riskini beraberinde getirebilir.

Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler, Vietnam, Singapur ve Hindistan gibi ülkeler de Trump’ın, transaksiyonel yaklaşımıyla stratejik ortaklıklarını geri plana itmesinden endişe duyuyor. Bu durum, Hint-Pasifik bölgesinde iktisadi çıkarların güvenlik ittifaklarının önüne geçtiği bir dinamik yaratabilir.

Çin ise, her iki büyük Amerikan partisince “birincil rakip” olarak görülüyor ve Trump’ın önceki döneminde uyguladığı agresif stratejilere aşina. Pekin, Trump’ın dönüşüne ne sevinçle ne de endişeyle yaklaşıyor; yeni yönetim değişikliğine sakin bir tutum sergiliyor. Trump’ın askeri angajmanlarda temkinli ama ticaret, teknoloji ve finans alanlarında agresif bir rekabet başlatma eğiliminde olduğu biliniyor. İkinci bir Trump döneminde askeri çatışmalara yol açma ihtimali düşük görünse de iktisadi savaşın tırmanması ve ticari çekişmeler ile Çin yatırımlarına yönelik kısıtlamaların artması beklenebilir.

7 Kasım’da Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Başkan Yardımcısı Han Zheng, başkan seçilen Trump ve yardımcısı J.D. Vance’e tebrik mesajları göndererek Çin’in ikili ilişkilerde tutarlı prensiplerini vurguladı ve diyalog beklentilerini dile getirdi. Trump liderliğinde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl şekilleneceği, dünya barışı ve güvenliğinin belirleyici unsurlarından biri olacak ve küresel ilginin odak noktası haline gelecektir.

ABD’deki liderlik değişimiyle en büyük kayıplardan biri, Tayvan bağımsızlık hareketi savunucuları olabilir. Cumhuriyetçi Parti’nin platformunda Tayvan’a dair savunma taahhütlerinin olmaması dikkat çekiyor. Trump, daha önce Tayvan’dan güvenlik sağlamak için GSYİH’nın yüzde 10’unu “koruma bedeli” olarak talep etmişti; bu, Tayvan’ın güvenliği konusunda da pragmatik ve ticari bir yaklaşımın sinyalini veriyor.

Biden yönetiminin, Tayvan Yarı İletken Üretim Şirketi’ni (TSMC) “Made in America” modeline geçirme çabası, Tayvan’ın temel endüstrilerine zarar verirken, daha fazla zorluğu da beraberinde getiriyor. Trump’la yakın ilişkileri olan ve “Tek Çin” ilkesini destekleyen Elon Musk, kısa süre önce uzay-havacılık tedarikçilerini Tayvan’dan parça alımını durdurmaya teşvik etmişti. Bu adım, Musk’ın Çin pazarına olan bağlılığını yansıtırken, Trump’ın Tayvan politikasının da Musk’ın stratejik çıkarlarına paralel olabileceğine işaret ediyor. Bu durumda, Tayvan bağımsızlık hareketinin önde gelen isimlerinden William Lai gibi liderler, siyasi ve iktisadi olarak büyük bir belirsizlikle karşı karşıya kalacak.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English