Bizi Takip Edin

AVRUPA

Avrupa çapında çiftçi isyanı büyüyor

Yayınlanma

Almanya’da başlayan çiftçi eylemleri Avrupa’nın dört bir yanına yayılmış durumda. Başta Fransa olmak üzere Polonya ve Romanya’da da öfkeli çiftçiler sokakları dolduruyor.

Fransa’da çiftçiler geçen haftadan bu yana traktörleriyle ana yolları kapatıyor. Enflasyonla mücadele kapsamında düşen gelirler, üçüncü ülkelerden gelen rekabet ve çiftçileri topraklarını fiilen çalışmaktan alıkoyan karmaşık regülasyonlar öfkeyi artırıyor.

Sadece Fransa’da değil, AB’de de çiftçiler, siyasi liderleri ‘kırsal yaşamla bağlantısızlıklarından’ dolayı suçluyor ve çevre yanlısı mevzuatın köylülerin günlük gerçekleriyle çeliştiğini iddia ediyor.

Çiftçi örgütleri, yeni göreve başlayan başbakan Gabriel Attal’ın, ünlü Uluslararası Tarım Fuarı’nın Paris’te başlamasından bir ay önce Brüksel’de de harekete geçmesini talep ederek Fransız hükümetine baskıyı artırıyor.

Fransa Tarım Bakanı Marc Fesneau, Le Monde’da yer alan habere göre, “Öfkenin kaynağını duymalı ve anlamalıyız,” dedi ve hafta sonuna kadar bir dizi duyuru yapmaya kararlı olduğunu da sözlerine ekledi.

Fransız muhafazakâr ve Les Républicains (LR) AP milletvekili François-Xavier Bellamy, Le Figaro’daki bir yazısında, Avrupa Komisyonu’nun ‘küçülme’ [degrowth] gündemini, üretimin düşmesi kaçınılmaz olan çevresel kaygılarla lekelenmiş olarak eleştirdi.

Sağcı Rassemblement National (Ulusal Birlik – RN) adayı Jordan Bardella ise hafta sonu yaptığı açıklamada, “Burası Macron’un Avrupa’sı,” dedi. RN lideri, balıkçılık endüstrisi çalışanları da sokaklara çıkmaya başlarken Macron hükümetine karşı öfkenin birleşmesi çağrısında bulundu.

2022 tarihli bir araştırmaya göre, Fransız çiftçilerin %25’i 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Marine Le Pen’e oy vermişti.

Avrupa’da sokağa çıkan çiftçiler ‘sağcı’ mı?

Anaakım medyada Alman, Fransız ve Belçikalı ‘aşırı sağ’ın çiftçileri kullandığına ilişkin iddialar dolaşsa da, Politico’nun konuştuğu çiftçiler çoğunlukla kendilerini ‘apolitik’ olarak tanımlıyorlar.

Güney Hérault bölgesinden 58 yaşındaki bir çiftçi olan Jean-François Chaperon, partisi ne olursa olsun ‘herkesle konuştuklarını’ söylüyor.

Belçika’nın Flanders bölgesinden 25 yaşındaki bir çiftçi Wout van Looveren, kendisini ‘siyasi olarak evsiz’ hissettiğini söyledi ve “Haklarımız için gelen tek bir siyasi parti yok,” dedi.

Ardennes bölgesinden Fransız çiftçi Laqueue ise hangi politikacıların sorumlu olduğunun önemli olmadığını, çünkü ‘kararları verenlerin onlar değil, teknokratlar olduğunu’ savundu.

Bazı radikal eylemlerin sağ ile bağlantılı ‘Kırsal Koordinasyon’ örgütü ile bağlantılı olduğu iddia edilse de otoyol kesme eylemi yapan çiftçiler bu örgütle bağlarının olmadığını ve hareketin ‘sendikaların ötesine geçmesini istediklerini’ söylüyorlar. Örneğin Agen kentindeki fırıncılar da yüksek enerji maliyetlerini protesto için çiftçilere katılma kararı aldılar.

Fransa’da hedef yeni ‘Sarı Yelekliler’ hareketi 

Öte yandan Fransa’daki çiftçiler, tarımsal yakıt üzerindeki regülasyonları ve vergileri azaltmak için harekete geçmesini talep ediyorlar.

Kamyoncular ve sağlık çalışanları da dahil olmak üzere diğer Fransız işçilerin de eylemlerine katılmasını isteyen çiftçiler, 2018’de Fransa’yı sarsan kitlesel Sarı Yelekliler protestoları gibi bir hareket başlatmayı hedefliyorlar.

Bir ankete göre çiftçilerin protestoları, Fransa halkının yüzde 82’si tarafından destekleniyor. Her 10 kişiden yedisi çiftçilerin anayolları blkarbon emisyonu

oke etmesini desteklediğini ve polis müdahalesine karşı çıkacağını söyledi.

Macron, çiftçilere taviz peşinde

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Marine Le Pen ve RN’den gelen baskıyı da hesaba katarak, haziran ayındaki AP seçimleri öncesinde çiftçileri ‘yatıştırmak’ için harekete geçti.

Cumhurbaşkanının, AP seçimleri öncesinde liberal partisi için çiftçi yanlısı bir lider adayı düşündüğü öne sürülüyor. Macron, desteğini göstererek, çiftçi protestolarını etkilemeye çalışan RN ve diğer sağ partilerden gelen meydan okumayı da savuşturmayı umuyor.

Bu ayın başlarında Macron, çiftçilere ‘daha çevre dostu’ uygulamalara geçiş yapmalarına yardımcı olma sözü verdi ve ‘asla çözümsüz bırakılmamalarını’ sağlayacağını söyledi.

Polonya’da ‘yeşil dönüşüm’ ve Ukrayna tahılı birincil gündem

Protestoların düzenlendiği der ülkede çiftçilerin öfkesi ortak olsa da tetikleyen temalar farklılık gösteriyor.

Örneğin Polonya’da traktörleri ile yollara düşen çiftçilerin ana gündemi, ‘yeşil dönüşüm’ ve Ukrayna’dan gelen ucuz gıda ürünleri.

Avrupa Yeşil Mutabakatı, yerel tarıma zarar veren AB politikaları ve Ukrayna’dan gelen gıdalara yönelik protestolar nedeniyle Polonya Tarım Bakan Yardımcısı Stefan Krajewski, çiftçilerin Varşova’yı değil Brüksel’i hedeflediğini söyleyebiliyor.

Polonyalı çiftçilerin talepleri arasında, Ukrayna gıda ürünlerinin Polonya pazarına akın etmesini önlemek için Ukrayna ile ticaret kısıtlamalarının eski haline getirilmesi yer alıyor. Protestocular, işlerini kısıtladığını düşündükleri Avrupa Yeşil Mutabakatı önlemlerine de karşı çıkıyorlar.

Krajewski, Ortak Tarım Politikasının (CAP) Polonyalı çiftçiler üzerinde çok fazla baskı oluşturmaması için yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini söyledi.

Bir başka Bakan Yardımcısı Michał Kołodziejczak da çarşamba sabahı özel RMF FM radyosuna verdiği demeçte, “AB politikası çıkmaza girdi,” dedi ve Polonyalı çiftçilerin taleplerinin doğru olduğunu da sözlerine ekledi. Ona göre, AB genelinde ‘mantar gibi çoğalan’ protestolar Brüksel’e bir uyarı.

Kołodziejczak, “Yeşil Mutabakat ve eko-planlar da dahil olmak üzere mevcut düzenlemeler yeniden müzakere edilmezse, Avrupa’daki öfkenin daha da büyük olabileceğinden şüpheleniyorum,” ifadelerini kullandı.

Yeşil Mutabakat’a köylü isyanı

Polonya Meyve Yetiştiricileri Birliği başkanı Mirosław Maliszewski, Polonyalı çiftçilerin Yeşil Mutabakat’a karşı itirazları ile ilgili olarak, Polonya’da meyve üretim sektöründe yaygın olarak kullanılan bazı bitki koruma ürünlerinin mutabakatın dışında tutulduğunu hatırlattı.

Aynı zamanda Polonya Halk Partisi’nden milletvekili olan ve geniş iktidar koalisyonuna mensup olan Maliszewski, “Bu, meyve üretiminin kârlılığını ve rekabet gücünü sınıyor,” dedi.

Gübre ile ilgili kısıtlamaların sonuçları hakkında, meyve bahçelerinin genellikle sürekli gübreleme gerektiren hafif topraklarda kurulduğunu söyledi. Maliszewski, gübre kullanımının azalmasının verimi düşüreceği ve üretimin kârlılığını önemli ölçüde etkileyeceği konusunda ısrar etti.

Benzer endişeler, Mazovia’nın orta bölgesinden bir elma yetiştiricisi tarafından da dile getirildi ve Euractiv’e Yeşil Mutabakat’ın olumsuz sonuçlarının sadece tarım sektörünü değil, tüm ülkeyi doğrudan etkileyeceğini söyledi.

İsmini vermek istemeyen üretici, “Bitki koruma ürünleri ve gübre kullanımının azaltılması, üretim maliyetlerinin artmasına ve daha yüksek gıda fiyatlarına dönüşmesine neden olacak,” dedi.

Yetiştirici, bunun bir sonucu olarak, yurtdışından daha ucuz, daha düşük kaliteli tarımsal gıda ürünleri ithalat etmeye başlayacaklarını savundu.

Brüksel’in ‘karbon emisyonlarını azaltma’ hamlesine ret

Protestolar, büyük ölçüde, tüketicilere evde yetiştirilen gıda tedarik etmek yerine ‘karbon emisyonlarını azaltmaya ve biyolojik çeşitliliği korumaya’ öncelik veren politika yapıcılardan duyulan memnuniyetsizlikten kaynaklanıyor.

Çiftçiler, AB’nin ‘tarladan çatala’ stratejisine ve enflasyon ve daha aşırı iklim koşullarıyla mücadele ederken bile ithalata karşı rekabet güçlerine zarar verdiğini söyledikleri diğer düzenlemelere özellikle kızgınlar.

Financial Times’ın haberine göre, çarşamba günü Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu önündeki bir protestoda İrlanda Çiftçi İttifakı’ndan Ana Mahe, “Çok fazla inancımız yok,” dedi.

Gösteri, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán tarafından desteklenen ve siyasi direktörü Balazs Orbán’ın başkanlık ettiği bir düşünce kuruluşu olan MCC Brussels tarafından düzenlendi. Mahe, “Avrupa’da bir çiftçi ittifakı oluşturmak için buradayız,” dedi. İrlanda’da sığırların itlaf edilmesine yönelik bir karar, hayvancıların büyük öfkesini çekmişti.

Eleştirilerin odağındaki Komisyon planı: CAP

Avrupa Komisyonu verilerine göre tarım, 2022’de AB’nin gayri safi yurtiçi hasılasına yüzde 1,4 katkıda bulundu, fakat sektör, çoğu doğu ve güney Avrupa’da olmak üzere yaklaşık 8,7 milyon kişiyi istihdam ediyor.

AB’nin çiftçiler için bir sübvansiyon çerçevesi olan 387 milyar avroluk Ortak Tarım Politikası (CAP), birliğin 2021-27 ortak bütçesinin yaklaşık üçte birini oluşturuyor.

Almanya’nın Bavyera eyaletindeki Eisenheim’dan bir çiftçi olan Claus Hochrein, sübvansiyon kesintisinin bardağı taşıran son damla olduğunu, fakat gübre ve böcek ilacı kullanımına ilişkin daha katı AB kuralları gibi artan bürokrasinin de bir sorun olduğunu söyledi.

CAP kapsamında dile getirilen ‘tarladan çatala’ stratejisinin, ‘doğayı ve gezegeni koruma’ bahanesi altında çiftçilerin elde ettiği tarımsal gelirleri azalttığı düşünülüyor.

AVRUPA

Fico suikastı sonrası iki Avrupa liderine daha tehdit

Yayınlanma

Slovakya Başbakanı Robert Fico’ya yönelik suikastın ardından Avrupa’da siyasi iklim sertleşiyor.

Dün Sırp yetkililer, Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic’in güvenliğini tehdit eden bir kişinin gözaltına alındığını açıkladı.

Bundan önce Vucic sosyal medyada, bir gün önce saldırıya uğrayan Slovakya Başbakanı Robert Fico’dan sonraki hedefin kendisi olacağı yönünde tehdit edilmişti.

İçişleri Bakanı Dacic’e göre söz konusu kişi Cumhurbaşkanı Vucic’in güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle 48 saat süreyle gözaltında tutuldu. 

Vucic sosyal paylaşım ağı X üzerinden yaptığı açıklamada Slovakya Başbakanı Robert Fico’ya yapılan saldırı karşısında şoke olduğunu ve “Sırbistan’ın büyük dostunun” sağlığı için dua ettiğini söylemişti. 

“Putin’in dostlarının sonu böyle olur”

Vucic’in ardından bir başka tehdit haberi de Polonya’dan geldi. Fico’ya yönelik saldırıdan bir gün sonra Başbakan Donald Tusk, faili öven ve Tusk’a da suikast çağrısında bulunan anonim sosyal medya paylaşımlarından birinin ekran görüntüsünü X’te paylaştı.

Eski Hukuk ve Adalet (PiS) hükümetinin Varşova’nın 40 kilometre güneybatısında sıfırdan yeni bir havaalanı inşa etme mega projesi olan ve Tusk’ın yeni hükümetinin şüpheyle yaklaştığı Merkezi İletişim Limanı’na (CPK) atıfta bulunulan paylaşımda, “Slovaklar bize Donald Tusk’ın CPK konusunda başarısız olması halinde ne yapacağımızın bir örneğini verdi,” denildi.

Tusk’ın paylaştığı bir başka gönderide de, “Fico bugün vuruldu. Tusk’ın gözlerinde korku var, bir şey mi bekliyor?” denirken, başka bir tweette, “Putin’in dostlarının sonu böyle olur. Tusk şimdi endişeyle bekleyecek,” diye yazdı.

Geçtiğimiz yıl 43 yaşındaki bir kişi Tusk’ı öldürmekle tehdit ettiği için 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Fico suikastinin faili “öldürmek amacıyla ateş etmemiş”

Slovakya polisi Perşembe günü 71 yaşındaki eski güvenlik görevlisi Juraj Cintula’yı Başbakan Robert Fico’nun vurulmasıyla ilgili olarak cinayete teşebbüsle suçladı.

Zanlı, Slovak hükümetinin çarşamba günü bir toplantı düzenlediği Slovakya’nın merkez kesimindeki Handlová kasabasında Fico’ya saldırmakla suçlanıyor. Başbakanın tedavi gördüğü Banská Bystrica hastanesinin müdürüne göre suikast girişiminin ardından Fico’nun durumu “stabil, ancak çok ciddi.”

Yerel medya, suçlu bulunması halinde Cintula’nın 25 yıla kadar hapis ya da ömür boyu hapis cezasına çarptırılabileceğini bildirdi.

Slovak televizyonuna göre Cintula polise saldırıyı birkaç gün önce planladığını fakat Fico’yu öldürme niyetinde olmadığını söyledi.

Suikast girişiminin nedeni belirsiz olsa da Slovak İçişleri Bakanı Matúš Šutaj Eštok saldırının “siyasi amaçlı” olduğunu ve “failin kararının cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen sonra alındığını” söyledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Moldova AB üyeliği için referanduma gidiyor

Yayınlanma

Moldova Parlamentosu 16 Mayıs Perşembe günü yaptığı oylamada, Cumhurbaşkanı Maia Sandu’nun politikalarının temel taşı olan Avrupa Birliği üyeliğinin ekim ayında referanduma sunulmasını ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılmasını kararlaştırdı.

Referandum için önerilen 20 Ekim tarihi, Sandu’nun Eylem ve Dayanışma Partisi’nin (PAS) çoğunluğa sahip olduğu 101 sandalyeli mecliste toplam 56 üye tarafından desteklendi. Üyeler daha sonra Sandu’nun yeniden seçilmek istediği cumhurbaşkanlığı seçimi için de aynı tarihi hızla onayladı.

Muhalefet partilerinden yirmi dört meclis üyesi oylamaya katılmadı. Bir üye bir süre meclis kürsüsünü engellemeye çalıştı.

Muhalefet partileri Sandu’nun Avrupa ile bütünleşme yolunda hızla ilerlemesine karşı çıkıyor ve cumhurbaşkanının bu referandumu başkanlık seçimini kazanma şansını artırmak için yaptığını söylüyor.

Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi çağrısında bulunan muhalifler, halk oylamasının üyelik görüşmeleri başlayana kadar beklemesi gerektiğini söylüyorlar. AB geçen yıl hem Moldova hem de Ukrayna ile görüşmelere başlama kararı almıştı. Moldova resmi olarak AB üyeliği için aday ülke konumunda.

PAS’nin önde gelen üyelerinden Lilian Carp, muhalefet milletvekillerine ironik bir şekilde seslenerek, referandumda “feshedilmiş Sovyetler Birliği ile entegrasyon önerilseydi” hiçbir itirazda bulunmayacaklarını ileri sürdü.

Carp mecliste yaptığı konuşmada, “Moldova vatandaşları referandumda söz sahibi olacaklar. AB ile bütünleşme barış ve istikrar demektir,” dedi.

Moldova Anayasa Mahkemesi daha önce iki oylamanın aynı anda yapılmasına onay vermişti.

Referandumda Moldovalılara 27 üyeli AB’ye katılmak amacıyla Avrupa entegrasyonundan yana mı yoksa karşı mı oldukları sorulacak.

Oylamanın geçmesi ve katılımın %33’ü aşması halinde, anayasaya yapılacak bir eklemeyle AB entegrasyonu “Moldova Cumhuriyeti’nin stratejik hedefi” olarak ilan edilecek ve sürece ilişkin ayrı bir bölüm eklenecek.

Muhalefet partileri Sosyalistler, Komünistler ve 2014 yılında Moldova bankalarından 1 milyar doların kaybolmasıyla bağlantılı olarak gıyabında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan kaçak işadamı Ilan Şor’a bağlı Şans (“Șansă”) partisinden oluşuyor.

Şor, İsrail’de geçirdiği zamanın ardından şimdi Moskova’da yaşıyor ve perşembe günü kendisine Rus vatandaşlığı verildiğini açıkladı. Şans ve bir grup küçük parti geçtiğimiz ay Moskova’da ekim ayında yapılacak seçimlerde yarışmak üzere “Zafer” seçim bloğunu kurduklarını duyurmuştu.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Yeni Kaledonya’da ‘kâr getirmeyen’ nikel ve sömürgecilik etkisi

Yayınlanma

Yazar

Güney Pasifik’teki Fransız “denizaşırı toprağı” Yeni Kaledonya’nın başkenti Nouméa’da beş kişinin ölümüne yol açan şiddetli protestolar Fransız hükümetini alarma geçirdi.

Paris, bölgede olağanüstü hal ilan edip ‘dış güçleri’ karışıklıktan sorumlu tutarken, adanın yerli halkı Fransa Ulusal Meclisi’ndeki yeni yasanın yerlilerin temsil gücünü azaltacağını savunuyor.

Fransa Senatosu üyesi Yeni Kaledonyalı Kanak senatör Robert Xowie, mart ayında İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’e, “Seçim kurumunun yeniden açılması önerisi yerleşimci-sömürgecilik stratejisine geri dönüşten başka bir şey değildir,” demişti.

Kısa sömürgecilik tarihi

Yeni Kaledonya 1853 yılında II. İmparatorluk’un bir parçası olarak kabul edildiğinde, yerli topraklar üzerinde hak iddia etmek ve bağımsız sığır çiftlikleri kurmak için Avrupalı yerleşimciler akın etti.

Bu düşük teknolojili tarım ekonomisi, sonunda Yeni Kaledonya’yı Karayipler ve Mauritius’taki plantasyonlara benzer bir şeker adasına dönüştürmeye yönelik sömürgeci hırslarla desteklendi.

Varlıklı ekiciler, ürün kıtlığı nedeniyle Hint Okyanusundaki bir başka Fransız ‘denizaşırı’ toprağı Reunion Adası’ndan taşındı ve Yeni Kaledonya’nın başkenti Noumea’nın güneyindeki şeker kamışı tarlalarına büyük yatırımlar yaptı.

Bu toprak sahipleri yanlarında Hindistan, Vietnam ve Çin kökenli binlerce “sözleşmeli işçi” getirmişti. Bu göçmenler, yerli Pasifik Adalıları olan Kanaklarla birlikte Yeni Kaledonya sömürge toplumunun en alt sınıfını oluşturuyordu. Fransa’da faaliyet gösteren toprak ağaları ve bürokratlar olarak takımada toplumuna dahil olmayan zengin Fransız mülk sahiplerini zenginleştirmek için çalışacaklardı.

Fransız beyaz yerleşimci toprak sahiplerinin amacı ise, Avrupa’da “ekonomik hareketlilik” umuduyla kârlarını Avustralya’daki yerleşimci kolonisine göndermekti. Yani bir sömürge olarak Yeni Kaledonya, beyaz yerleşimciler için yalnızca doğal kaynak sömürüsü doğrultusunda işlev görüyordu. 

Kendi kaderini tayin süreci nasıl işledi?

1980’lerde Yeni Kaledonya, düzinelerce kişinin ölümüne yol açan suikastlar ve adam kaçırmalar da dahil olmak üzere şiddet olaylarıyla sarsılırken, en sonunda bağımsızlık yanlıları, Fransa yanlıları ve Fransız hükümeti arasında varılan üç yönlü anlaşmalar sonunda Kanaklar Yeni Kaledonya’nın yerli nüfusu olarak tanındı ve kendi kaderlerini tayin etme süreci başlatıldı.

1998’deki Nouméa Anlaşması, Fransa Cumhuriyeti’nin Yeni Kaledonya’ya ve asıl nüfusu olan Kanaklara yirmi yıllık bir geçiş dönemi boyunca daha fazla siyasi güç devretme sözü veriyor ve bağımsızlık referandumları öngörüyordu.

Referandumlar sırasıyla 2018, 2020 ve 2021’de yapıldı. Bu oylamalardan “Fransa’da kalma” yönünde oy çıksa da, bağımsızlık yanlısı partilerin koalisyonu Kanak Sosyalist Milli Kurtuluş Cephesi (FLNKS) pandemi dönemindeki ‘kapanma’ önlemlerinin ve geleneksel yas törenlerinin düzgün bir kampanya yürütülmesini engellediğini savunarak oylamanın ertelenmesi ve Kanakların oylamaya katılmaması çağrısında bulunmuştu. 2021 yılındaki referanduma katılım oranı da %43,8’de kaldı.

Bağımsızlıkçıların yerli Kanak nüfusunun temsilini zayıflatacağını söylediği bölgenin seçim organında yapılması önerilen reforma karşı protestolar, bölgede yaşanan derin ekonomik çalkantılarla da körükleniyor.

Yeni Kaledonya’nın zenginliği büyük ölçüde zor durumdaki madencilik sektöründen geliyor. Paslanmaz çelik ve elektrikli araçlarda kullanılan bataryaların yapımında önemli bir malzeme olan nikelin dünyadaki rezervlerinin neredeyse %30’una sahip olan Yeni Kaledonya’nın, Avrupa’nın kritik hammaddeleri elde etme yarışında Çin’i yakalamak istemesi nedeniyle önemli bir rol oynaması bekleniyordu.

Bununla birlikte bölgede nikel üretimi çakılırken ve yabancı yatırımcılar takımadaları terk etmeye başladı. Sektör, Yeni Kaledonya yetkililerinin ihracat kısıtlamalarının yanı sıra yüksek enerji maliyetlerinden de muzdarip; bu da nikel üretimini Endonezya ve diğer Asyalı rakiplerine kıyasla çok daha pahalı ve daha az kârlı hale getiriyor.

Kanaklarla Avrupalılar arasında büyük eşitsizlik

2019 nüfus sayımına göre, Yeni Kaledonya nüfusunun %41,2’si Kanak, %24,1’i ise Avrupalı olarak tanımlanırken, ilk gruptakiler daha düşük ücretler ve daha yüksek yoksulluk oranları da dahil olmak üzere önemli sosyo-ekonomik zorluklarla karşı karşıya.

Örneğin, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre, 2009 yılında Kanak olmayan bir gencin yüksek öğrenim diploması alma olasılığı genç bir Kanak’a göre yedi kat daha fazlaydı.

Örneğin 2012 yılındaki bir istatistik, nüfusun geri kalanındaki %23’lük orana kıyasla Kanakların sadece %3’ünün yükseköğrenimden mezun olduğunu, genç yerli Kanaklar arasındaki işsizlik oranı %38 ile nüfusun geri kalanından dört kat daha fazla olduğunu gösteriyordu.

2010 yılında, her beş işten biri Fransız anakarasındaki asgari ücretin üçte ikisinden daha az ücret alıyordu ve bu oran yarı zamanlı işlerin yaygın olduğu tarım, ev işleri, otel ve yiyecek içecek sektörlerinde çok daha yüksekti. 

Bu düşük ücretler Yeni Kaledonya’daki çok yüksek fiyatlarla birlikte düşünülmeli. Fransa seviyesinin %78,5’ine eşit bir asgari ücret ve %34 daha yüksek fiyatlarla, asgari ücretle çalışanların satın alma gücü metropol seviyesinin %59’u civarındaydı; hatta bu oran tarım işçileri için %50 idi.

Daha çarpıcı bir veri ise şu: Yeni Kaledonya’yı oluşturan bölgeler arasında, yoksulluk oranı Loyauté Adalarında %52’ye ulaşırken, Güney eyaletinde bu oran %9. 2014 yılı itibariyle istihdam oranı Güney eyaletinde %65, Kuzey Eyaletinde %52 ve Loyauté Adalarında %40’tı. Loyauté’taki Kanak nüfus oranının %94,6 olduğunu da akılda tutmak gerekiyor.

Nikelin çöküşü

Fransa’nın sektöre verdiği yüz milyonlarca avroluk sübvansiyonlara rağmen nikel endüstrisi çökmeye devam ediyor ve üretim ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre %32 düştü.

Fransız yetkililer 2023 yılında Yeni Kaledonya’nın üç ana nikel işleme fabrikasının yakında kapanabileceği ve adadaki işsiz sayısının %50 artacağı uyarısında bulunmuştu.

Protestolar arttıkça, İsviçre’nin Glencore ve Fransa’nın Euramet gibi büyük yatırımcıları ya çekiliyor ya da daha fazla yatırım yapmayı reddediyor.

Hükümet geçen yıl enerji fiyatlarını düşürmek için 200 milyon avroya varan sübvansiyonlarla sektörü kurtarmak için yeni bir plan yapmıştı. Fakat bu yeni “nikel paktı” gerilimi yatıştırmak yerine, Yeni Kaledonya bağımsızlık hareketinin eleştirilerine maruz kaldı ve yerel otoriteler aleyhine çok fazla güç verecek bir “sömürge paktı” olarak değerlendirildi.

Aylar süren müzakerelerin ardından Yeni Kaledonya temsilcileri anlaşmanın onaylanmasını engelledikleri için anlaşma hâlâ buzdolabında. 

Pakt, Fransız Maliye Bakanı Bruno Le Maire’in (Kasım 2023’te bir inceleme gezisi için Yeni Kaledonya’yı ziyaret etmişti), Yeni Kaledonya nikel endüstrisinin üretim maliyetlerini düşürmek ve muhtemelen Avrupa’da yeni pazarlar bulmak için derinlemesine reformlar yapmayı taahhüt etmesi koşuluyla, yaklaşık 200 milyon avro acil yardım sağlama girişimiydi.

Kanaklar, paktın mevcut haliyle nikel endüstrisi şirketlerinden yeterince taahhüt istemediğini ve ayrıca Yeni Kaledonya’nın kasasına girip maliyet düşürücü bir elektrik uygulamasını finanse etmek için 65 milyon doların üzerinde para bulmasını gerektirdiğini, bunun da yeni vergiler getirilmesini ve dolayısıyla yerel halkın yükünün artmasına neden olacağını savunuyorlar.

Sömürge madenciliği yetmemeye başladı

Yeni Kaledonya’daki madencilik sektörü de sömürgeci yaklaşımın tüm izlerini taşıyor. En ucuz ve en saldırgan çıkarma yöntemi olarak görülen “açık kazı madenciliği”, madencilik şirketleri tarafından basitliği nedeniyle tercih edilmiş ve çevreye verdiği ani zarar göz ardı edilmişti. Öyle ki, kömür madenciliği patlamasının zirvede olduğu dönemde sadece 256 madenin açık olduğu Fransa’dan 30 kat daha küçük bir adada, bir dönem 330 maden açılmıştı.

1930’larda yerli Kanaklar, çiftlik endüstrisine zarar vermeden maden haklarının kullanılabilirliğini artırmak amacıyla atalarından kalma topraklarının yalnızca %10’unu kaplayan rezervasyonlara taşınmıştı.

Şu anda adadaki madencilik sektörü üç büyük şirket tarafından kontrol ediliyor. Bunların en büyüğü, Fransız metalurji şirketi Eramet’in bir yan kuruluşu olan SLN. Koniambo nikel tesisi Glencore tarafından işletiliyor ve çoğunluk hissesi (%51) tesisin bulunduğu Kuzey Eyaleti’ne ait. Brezilyalı madencilik konsorsiyumu Vale ise, Güney Eyaletinde büyük bir hidrometalurjik tesis işletiyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English