DÜNYA BASINI
Brezilya’nın ABD ile ilişkileri neden gelişmiyor?
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Brezilya’nın ABD ile Çin arasında kurduğu ya da kurmaya çalıştığı denge türünün tek örneği değil ve bu ülkenin dış politikası ve ekonomik tercihleri partiler üstü bir fikir birliğiyle sabitlenmiş durumda. Ülkenin Çin’in etki alanına girmesi ve Brezilyalı sermaye gruplarının Çin’e sırtını dönmek istememesi, halihazırda Latin Amerika’da ve dünyanın geri kalanındaki etkisinin kaybetmeye başlayan ABD açısından zor soruları gündeme getiriyor.
Washington yönetiminin Brezilya’yı yanına çekmek için kullanabileceği çeşitli araç ve gündemler var. Fakat ABD’nin, Brezilya’dan istediğini mutlak surette alacağı iddiası pek gerçekçi görünmüyor.
Brezilya’nın ABD ile ilişkileri neden gelişmiyor?
Christopher S. Chivvis
Carnegie Endowment
24 Ağustos 2023
ABD’nin dünyanın kilit ülkelerine yönelik alternatif dış politika yaklaşımlarını inceleyen yeni bir seri olan Pivotal States etkinliğinin sonuncusunda, Inter-American Dialogue Asya ve Latin Amerika Programı direktörü Margaret Myers ve Fundação Getulio Vargas Uluslararası İlişkiler Okulu profesörü ve dekan yardımcısı Matias Spektor, American Statecraft Program direktörü Christopher S. Chivvis’e konuk olarak Washington’un Brezilya ile ilişkilerindeki stratejik alternatiflerini tartıştı.
Bu mülakat, etkinliğin transkriptinden uyarlandı ve anlaşılır olması için düzenlendi ve kısaltıldı.
Chris Chivvis: Brezilya ABD açısından neden önemli?
Matias Spektor: Tarihsel olarak Brezilya, ABD ile oldukça işbirlikçi bir ilişki içinde oldu, ancak bu ilişki, iki tarafın da pek çok ortak çıkara sahip olduğu ve olup bitenlere ilişkin benzer görüşleri paylaştıkları durumlarda bile hiçbir zaman sahici biçimde gelişmedi. Örneğin, uzun yıllardır ilk kez [Joe] Biden yönetimi ve [Luiz Inácio Lula da Silva] yönetimi Venezuela’da olup bitenleri ortak bir şekilde okudular ama o zaman bile işbirliği yapmakta epey zorlandılar. Brezilya önemli zira ülke bölgede hareket ettiğinde, ABD’nin rakipsiz olduğu dünyanın tek bölgesinde Amerika’nın çıkarlarını etkiliyor.
Tüm jeopolitik değişimler bu durumu, özellikle de Çin’in Amerika kıtasındaki etkisini sarsmaya başladı. Çin, yirmi yıldır Latin Amerika’ya büyük yatırımlar yapıyor, bunun en önemli nedeni ABD’nin yirmi yıl önce Çin’i Latin Amerika’ya büyük yatırımlar yapmaya davet etmesi.
Bunun bir başka tarafı daha var —Brezilya’nın ileriye dönük olarak neden önemli olduğu— ve bunlar Washington’dakilerin normalde konuşmadığı çok önemli iki şey. İlki, önümüzdeki yirmi yıl içinde Brezilya’nın dünyanın geri kalanına gıda tedarik etme konusunda ABD ile birlikte son derece büyük bir aktör olacağı. Görmekte olduğumuz jeopolitik değişimler bağlamında, bunlar Brezilya’yı daha da önemli hale getirecektir.
İkincisi ise Brezilya’nın artık petrol alanında büyük bir aktör haline gelmesi. Brezilya hiçbir zaman önemli bir petrol ihracatçısı olmamıştı ama şimdi olmaya başladı. Her ne kadar daha önce böyle bir durum söz konusu olmasa da ve bu nedenle petrol alanında ABD ile Brezilya arasındaki işbirliğinin mazisi olmasa da bu durum, önümüzdeki yıllarda kendini gösterecektir.
Bir de iklim değişikliği meselesi var. Brezilya ormansızlaşmanın başlıca sebeplerinden biri ve bu Brezilya’nın tek başına üstesinden gelebileceği bir şey değil, zira kısmi ormansızlaşma sona ererse kaybedilenleri tazmin etmek için paraya ihtiyacı var. Fakat [aynı zamanda] kısmen de Brezilya’da ormansızlaşmaya dönük yerel düzeyde o kadar çok siyasi ilgi var ki, ülkenin gidişatı değiştirmek için uluslararası işbirliğine epey ihtiyacı olacak.
Chris Chivvis: ABD, Brezilya’nın Çin ile derinleşen ilişkisine nasıl yaklaşmalı?
Margaret Myers: İki yönetimin, özellikle de [Donald] Trump yönetiminin, Brezilya’yı çeşitli alanlarda, özellikle de 5G ve Huawei gibi ABD’yi güvenlik açısından kaygılandıran alanlarda Çin ile ilişki kurmaktan caydırmaya çalıştığına şahit olmuştuk. Bu durum [Jair] Bolsonaro yönetiminde de bir dereceye kadar yankı buldu ve en azından hükümet ya da Brezilya ordusunun bazı kesimleri tarafından başka ekipmanların satın alınmasını değerlendirmeye yönelik bazı çabalar oldu. Fakat Lula, Çin ziyareti sırasında işbirliğinin masada olduğunu oldukça net bir şekilde ifade etti. Bu [caydırma] teşebbüsleri bir işe yaramadı. Ve bu sadece Brezilya’da değil, tüm bölgede böyle.
Bununla birlikte, Brezilya ve ABD’nin politika belirleme, gündem oluşturma, nükleer politika, uzay politikası gibi alanlarda işbirliği yapabileceği alanlar —Brezilya’nın ilgi alanına giren, [Washington’un] Çin ile aynı çizgide olduğu ya da olmadığı alanlar— var. Bu konuda biraz daha stratejik düşünmek ve Brezilya’ya neyin cazip geleceğini gerçekten anlamak gerekiyor.
Chris Chivvis: ABD’li karar mercileri Brezilya ve Çin arasındaki bu açık uçlu görünen ilişkiyi nasıl anlamalı? Gerçekten açık uçlu mu yoksa Margaret’in az önce belirttiği gibi doğal sınırlar var mı?
Matias Spektor: Bence Margaret doğru söylüyor.
Her şeyden önce Brezilya’nın Çin’e, Çin’in de Brezilya’dan gelen emtialara bağımlılığı giderek artıyor ve Çin Brezilya’ya çok açık durumda. Örneğin, Brezilya’da enerji dağıtımının [en az yüzde 12’si] artık Çin sermayesine ait. Ancak bu ilişki kolay bir ilişki değil.
Çin Brezilya’ya tepeden inmeci bir tavırla yaklaşıyor. BRICS toplantıları çok senaryolu. Brezilya’nın Çin’e karşı epey az manevra alanı var. Brezilya ABD ile Pekin’e kıyasla çok daha esnek görüşmeler yapabiliyor. Pekin’in Brezilya’nın küresel sıralamada nereye oturduğuna dair belirli bir görüşü var, Brezilya bu sıralamanın en tepesinde değil ve Pekin’in Latin Amerika’daki bölgesel sıralamasının da en tepesinde değil. Brezilya en büyük [ülke] olsa bile Pekin’in bölgedeki diğer ülkelerle çok daha yakın bağları var.
Başka bir dizi kısıtlama daha var ve bence ABD’li karar mercilerinin bunu anlaması çok önemli zira herhangi bir Brezilyalı liderin Çin ile nasıl başa çıkacağını şekillendiriyor. Son yirmi yılda [Brezilya’da] Çin yanlısı seçmen grupları doğdu. Brezilyalı liderlerin elleri kolları giderek daha fazla bağlanıyor zira Çin son derece önemli bir ekonomik mıknatıs ve bunu kırmak gerçekten zor olacak.
Şimdi, eğer ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin akıbetinin nispeten barışçıl olduğunu düşünüyorsanız, bu kısıtlamaların bir sorun teşkil etmesine gerek yok. Brezilya Çin ile daha fazla iç içe geçecek, birbirine daha fazla bağımlı hale gelecektir. Pek çok Brezilyalı çıkar grubu Çin ile ticaretten ve Çin finansmanından ekmek yiyecektir ve biz de bir sorun görmeyeceğiz.
[Bill] Clinton yönetiminin aklında da tam olarak bu vardı. Daha sonra gelen yönetimler Çin’i Latin Amerika’ya gelip Amerikalılar Arası Kalkınma Bankası’na katılmaya teşvik ettiler, zira bu, Çin’den gelen fazla sermayenin ABD’nin kendisinin doldurmak istemediği ya da dolduramadığı bir boşluğu doldurması açısından faydalı bir seçenekti.
Sorun şu ki, eğer ABD-Çin ilişkilerinin geleceğinin daha çatışmacı olacağını düşünüyorsak, başımız büyük belada demektir. O zaman ABD’nin Latin Amerika ülkelerini ve özellikle de Brezilya’yı Çin ile bağlarını koparmaya zorlamak için büyük bir teşviki olacaktır. Bunu yapamayacaklar, zira bu ülke içinde siyasi olarak imkânsız olacak ve ABD’nin bölgesel hegemonyayı oynamaktan ve kanunları uygulamaktan başka çok az seçeneği olacak.
Chris Chivvis: Çevre, Brezilya için çok karmaşık bir iç siyasi ve iktisadi sorun. ABD’nin yağmur ormanlarının tahribatını azaltmaya ve hatta durdurmaya yardımcı olmak için gerçekten yapabileceği şeyler nelerdir?
Margaret Myers: Bence şu anda ABD’de daha fazlasının yapılması gerektiğine dair bir his var ve Amazon Fonu’na verilen 500 milyon doların Brezilya’nın umduğunun altında kaldığının ayırdına varıldı. Özellikle de Çin’in ortaya atma eğiliminde olduğu rakamlara baktığınızda —ki bunlar oldukça büyük rakamlar, [ancak] her zaman gerçekleşmezler— Biden yönetimi şimdi arazi restorasyonunu desteklemek için 1 milyar dolar civarında bir meblağı harekete geçirerek bu miktarı arttırmak istiyor. Bu gerçekleşirse, Amazon ve ikili ilişkiler için daha fazla fark yaratmasını umuyoruz.
Fakat şu anda ABD’nin elindeki araçlar sınırlı ve hızlı değiller. Bu durum, ülkeler ABD’den yardım almak ve ABD ile ilişki kurmak isteyen tüm Latin Amerika ülkeleri için geçerli. Ortaklıkları çeşitlendirmeye yönelik bir ilgi söz konusu. Ancak finansman orada değilse, doğru miktarda değilse bu sorunlu hale gelir. Dolayısıyla, araç setimizde iklim alanı da dahil olmak üzere daha fazla angajmanı biraz zorlaştıracak bazı kısıtlamalar olduğunu söyleyebilirim.
Chris Chivvis: Brezilya’da iç politik ekonomi açısından durum nasıl görünüyor?
Matias Spektor: Brezilya’nın ormansızlaşma sorunu ve genel manada iklim sorunu devasa boyutlarda, zira milyonlarca insan geçimini karbon emisyonlarına bağlı olarak sağlıyor. Arazi kullanımı Brezilya’da karbon emisyonlarının başlıca itici gücü. Dolayısıyla farklı bir şeye geçiş on milyarlarca dolara mal olacaktır. Ve bu maliyet dahilinde ABD’nin yapabileceği çok az şey var; Brezilya’nın ihtiyacı olana kıyasla hiçbir para yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla ABD ile Brezilya arasındaki ilişkilerin geleceğinin bu konu etrafında şekilleneceğine bahse girerim ama şu anda bir fırsat var.
Brezilya kendi Enflasyonu Düşürme Yasasını duyurmak üzere. Temelde daha düşük karbon ekonomisine geçişi kolaylaştırmak için teşvikler ve sanayi politikası. Bunu büyük yolsuzluk skandalları ya da büyük verimsizlikler olmadan hayata geçirme görevi çok büyük olacak. İki ülke arasında, özellikle de özel sektörler arasında işbirliği için sahici bir fırsat var.
İşbirliğinin mümkün olduğu ama bir o kadar da tehlikeli olduğu bir diğer alan da iklimle bağlantılı organize suçlar konusu. Brezilya’nın özellikle Amazon’da karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri, hayvan kaçakçılığı, yasa dışı ağaç kesimi ve yasa dışı madenciliğin arkasında organize suçların olması. Lula yönetimi göreve geldiğinde çevre bakanı, Amazon bölgesinde [en az 1200] yasa dışı uçak pisti olduğunu tespit etti. Avrupa büyüklüğündeki bir kara parçasında yasa dışı pistlerle ilgili sorun ise federal polisin desteğiyle havadan bombaladığınızda üç ya da dört gün içinde yeniden inşa edilmeleri.
Artık Amerika’nın Brezilya’da askeri işbirliği yapması ya da polis işbirliği yapması söz konusu bile olamaz. Brezilyalı elitler, ABD’nin Güney Amerika’daki askeri varlığından çok korkuyorlar. Fakat Brezilya’nın gayri meşru ticaret döngüsünü sona erdirmesine yardımcı olacak bir işbirliği söz konusu olabilir; bu da Atlantik üzerinden Afrika’ya ve oradan da uyuşturucu, yasa dışı ağaç kesimi, yasa dışı madencilik ve benzerleri için tüketici pazarlarının bulunduğu Avrupa’ya giden ticaret. İstihbarat işbirliği, Amazon dışında askerden askere işbirliği; bence bu bir fırsat olabilir. Ancak Margaret’in de dediği gibi, Amerika’nın Brezilya’yı bu konuda destekleme kabiliyeti sınırlı olacaktır.
Chris Chivvis: Brezilya’nın stratejik düşüncesi ile BRICS’teki diğer yükselen güçler arasındaki benzerlik ve farklılıkları nasıl görüyorsunuz?
Matias Spektor: İki tanesini ele alayım: Hindistan ve Endonezya. Bu ülkeler pek çok açıdan Brezilya ile paralel ve Brezilya bu ülkelerle giderek daha olumlu ve yakın ilişkiler kurdu. Kendilerini postkolonyal bir deneyimden geliyor olarak görüyorlar ve dünyada üst sıralara tırmanıyorlar.
Peki karşılaştırmalar hakkında ne söyleyebiliriz? Bu gerçekten zor bir konu. Brezilya açısından Hindistan imrenilecek bir konumda zira Hindistan, ABD ile Brezilya’nın yapamayacağı şekilde ticaret desteği sağlayabiliyor. Hindistan, Çin’i dengeleme bağlamında jeopolitik açıdan önemli. Ve Hindistan, çoğunlukla askeri işbirliği ve satın almalar yoluyla [ve] ABD’de yüksek eğitimli ve iyi iş sahibi olan olağanüstü bir diaspora aracılığıyla bu işten para kazanıyor. Brezilya bunların hiçbirine sahip değil, dolayısıyla Washington ile Yeni Delhi arasındaki ilişkilerde olup bitenleri Washington ve Brasília arasındaki ilişkilerle kıyaslayamayız. Brezilya çok daha zayıf.
O zaman Endonezya’yı ele alalım. Endonezya da dış politikası Brezilya’nınkine oldukça benzeyen bir ülke. Endonezyalı diplomatların konuşmalarını dinlediğinizde, sanki bir Brezilyalı konuşuyormuş gibi gelecektir. Devlet Başkanı Joko Widodo, sanırım son birkaç ay içinde ABD, Rusya ve Ukrayna başkanlarıyla görüşen tek kişi. Bu adam kendini riskten korumaya, taraf tutmamaya ve mevcut rekabetten faydalanmaya çalışan biri olarak görüyor. Fakat Endonezya, dünyanın Çin’in kendi bölgesel hegemonyası olduğunu iddia ettiği bir bölgesinde yer alıyor. Dolayısıyla farklılıklar son derece büyük.
Carnegie’den Stewart Patrick’in Küresel Güney’e aslında “Küresel Güney” demememiz gerektiğini savunan [yeni] bir yazısı vardı. Bu çok çeşitli ülkelerden oluşan bir grup ama onları birleştiren bir şey var. Onları birleştiren şey de küresel hiyerarşinin en altında yer almak gibi ortak bir deneyime sahip olmaları. Bunlar sömürgecilik, ekonomik adaletsizlik ve ırksal adaletsizlik deneyimi olan ülkeler ve bunlar ortak bir zemin sağlıyor.
Bu, ortak bir platform ürettikleri ve çok taraflı forumlarda birleştikleri anlamına mı geliyor? Hayır. Ama tek kutupluluğun kendileri için iyi olmadığı inancında birleşiyorlar. Dolayısıyla küresel liberal uluslararası düzeni savunmak onlara göre değil zira sadece güçlü bir Çin’in değil aynı zamanda güçlü bir Rusya’nın da avantajlı olduğunu düşünüyorlar.
Chris Chivvis: ABD, Çin’in Brezilya’daki etkisine akıllı ve sofistike bir şekilde nasıl karşı koyabilir?
Margaret Myers: Bence yapılabilecek birkaç şey var. Her şeyden önce, Latin Amerikalı liderler arasında bölgenin ABD tarafından terk edildiğine dair uzun süredir devam eden hissiyat göz önüne alındığında, genel manada bölgeyle daha fazla iktisadi angajmanın büyük bir savunucusuyum.
Chris Chivvis: Özellikle ne hakkında düşünüyorsunuz?
Margaret Myers: Ticaret konusunda biraz çıkmazdayız ama kesinlikle çeşitli şekillerde ekonomik yardım ve özellikle Brezilya örneğinde olduğu gibi yatırım.
ABD, Çin’e olan bağımlılığı azaltma ve üretimi bölgeye doğru yeniden yönlendirme çabasının büyük bir parçası olan tedarik zincirlerini güvence altına almaya çalışırken Brezilya’nın bu süreçte, özellikle de daha yüksek katma değerli ürünlerin üretiminde bir rol oynayabileceği ve oynaması gerektiği görüşündeyim. ABD şu anda bölge genelinde katma değerli üretime en büyük katkıyı sağlayan ülke konumunda. Bu konu hakkında yeterince konuşmuyoruz ve Brezilya ile bu konular hakkında görüş alışverişinde bulunmalıyız.
Sorun şu “friendshoring”(*) fikri, değil mi? ABD’nin çıkarlarına bağlılığını ispat etmiş ülkeler için fırsatlar yaratmak. Ancak Brezilya’nın bu konuda karışık bir sicili var. Friendshoring fıtratı gereği dışlayıcıdır, bu nedenle belki de bunu “friends-shoring yapmak” ya da bu tür bir şey olarak düşünmeliyiz. Bana öyle geliyor ki yönetim bu konuyu en azından bir dereceye kadar ciddiye alıyor gibi görünüyor; Brezilya ile ölçeğine bağlı olarak harika olabilecek bir iş girişiminden bahsetti.
Bence yapılması gereken bir diğer şey de —ki belli bir ölçüde yapılıyor— Brezilya’yı da işin içine katmak. Bu son G7 toplantısında olduğu gibi, Brezilya’nın küresel sahnedeki ve küresel gündemin belirlenmesindeki önemini kabul etmek. Her ne kadar tek bir ortağa ya da genel manada ABD’ye aşırı bağımlılıktan kaçınma konusunda derin bir kararlılık olsa da bu, ikili ilişkilerin verimli bir şekilde sürdürülmesi ve küresel çıkarlarla ilgili konularda en azından bir miktar uyum sağlanması açısından kritik bir unsur.
[Üçüncü bir adım] ikili işbirliğine dönük mevcut çok sayıdaki mekanizmanın sürdürülmesi ve güçlendirilmesi. Bunların bazılarında, ideal olarak, ABD sadece Brezilya’da değil küresel olarak Çin ile daha geniş anlamda rekabet etmeye çalışırken faydalı olacak bir politika koordinasyonu derecesi elde edilebilir.
(*) Friendshoring: Ülkelerin üretim ve ticareti, kendi jeopolitik müttefikleri ile yapma politikası. (ç.n.)
İlginizi Çekebilir
-
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
-
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
-
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
-
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
-
ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da
-
Çin’in en büyük bankalarından biri, Rusya’ya yapılan yuan transferlerini engellemeye başladı
DÜNYA BASINI
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Yayınlanma
17 saat önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trLizzi C. Lee, Foreign Policy
13 Kasım 2024
Çin bilinen zorluklara ve bilinmeyen risklere karşı hazırlanıyor.
ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeye hazırlanırken, küresel gözlemciler tedirginlik ve ihtiyat karışımı bir tutumla gelişmeleri izliyor. Çinli akademisyenler, ekonomistler ve politika uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, Pekin’in ikinci bir Trump başkanlığının sonuçlarını incelerken çok daha incelikli bir bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın 2016 zaferi Pekin’i hazırlıksız yakaladı. Ancak gümrük tarifeleri, teknoloji kısıtlamaları ve ticari gerilimlerle geçen dört yıl, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve danışmanlarına ABD başkanının oyun kitabını daha iyi anlamalarını sağladı.
Çin için Trump’ın dönüşü, giderek karmaşıklaşan jeopolitik ortamda yeni riskler ve bazı sınırlı ancak anlamlı fırsatlar getirebilir. Trump’ın ilk döneminden alınan dersler bazı fikirler verebilir ancak dünya önemli ölçüde değişti: Çin ekonomisi yumuşadı, COVID-19 salgını kalıcı bir iz bıraktı ve Rusya-Ukrayna çatışması ittifakları yeniden şekillendirdi. Trump’ın kendi fayda-maliyet hesabı bile değişti ve politikaları artık ikinci dönem başkanlığın kendine özgü dinamiklerini yansıtıyor. Bir danışmanının, Xi’nin de bir zamanlar atıfta bulunduğu eski bir atasözünden alıntı yaparak ifade ettiği gibi, “Akıllılar zamana uyum sağlar, zeki olanlar ise koşullara yanıt verir.”
Pekin’in ikinci bir Trump yönetimine karşı izleyeceği yüksek riskli strateji, ulusal güvenliğin ağır topu Donald Rumsfeld’in sözleriyle, farklı miktarlarda hem bilineni hem de bilinmeyeni içeriyor. En üstte en tanıdık olan “bilinen bilinenler” var ve bunların başında da gümrük tarifeleri geliyor.
2016’dan farklı olarak Pekin, Trump’ın dönüşünü, önceki politikaları sayesinde ne bekleyeceğini daha iyi bilerek karşılıyor. Beklenen zorlukların başında Trump’ın yoğunlaştırılmış ‘reshoring’ gündemi ve tüm ithalatlara %10-20 ve Çin’den ithal edilen mallara %60-100 ek gümrük vergisi gibi potansiyel tarifeler geliyor. Bunlar, ülkenin hala yavaş bir toparlanma, emlak istikrarsızlığı ve zayıflayan tüketici talebi ile mücadele ettiği bir dönemde Çin’in ihracata dayalı ekonomisine doğrudan tehdit oluşturacaktır.
Çinli uzmanlar ikinci bir Trump döneminde, ticaret şahini Robert Lighthizer gibi isimlerin daha korumacı ve çatışmacı bir yaklaşıma işaret ettiği sert bir kabine öngörüyor. Steve Mnuchin gibi isimlerin zaman zaman politikalarını yumuşattığı Trump’ın ilk yönetiminin aksine, birleşik şahin bir ekip muhtemelen ılımlılığa çok az yer bırakacaktır. Yine de Pekin, her zaman başarılı olmasa da, iç tüketimi artırmayı ve ihracata bağımlılığı azaltmayı amaçlayan “çift dolaşım” stratejisine hazırlanıyor, ancak sonuçlar durdu: İç talep gecikmekte ve ihracat seviyeleri sabit kalmakta. Pekin, tedarik zincirlerini çeşitlendirmek ve ekonomisini ticari şoklardan korumak için uğraşırken, Güneydoğu Asya’daki Çin yatırımlarının artmasında bu stratejik eksen belirgin bir şekilde görülüyor.
Pekin, konumunu güçlendirmek için ABD şirketlerine karşı önlemlerini artırdı ve uyarı ateşi açmaktan somut darbeler vurmaya geçti. ABD’nin en büyük drone üreticisi Skydio, Çin’in Tayvan Ulusal İtfaiye Teşkilatı’na yaptığı satışlar nedeniyle yaptırım uygulamasının ardından tedarik zincirinde kritik aksamalarla karşı karşıya kaldı. Calvin Klein ve Tommy Hilfiger’ın ana şirketi PVH Corp. şimdi Sincan pamuğunu boykot ettiği iddiasıyla Çin’in “güvenilmez kuruluşlar listesine” girme riskiyle karşı karşıya ve bu da önemli bir pazardaki büyümeyi tehlikeye atıyor. Intel de Çin Siber Güvenlik Derneği’nin, Intel’in gelirinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir pazardaki hakimiyetini tehdit eden güvenlik kusurları iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatması nedeniyle inceleme altında. Bu yaptırımlar ve soruşturmalar, Pekin’in misilleme cephaneliğinin Trump’ın ilk döneminde olduğundan çok daha güçlü olduğunu gösteren daha cesur bir duruşu ortaya koyuyor.
Çinli uzmanlar da ABD ekonomisi için potansiyel bir geri tepme görüyor. Yüzde 60’lık bir gümrük vergisi ABD enflasyonunu yukarı çekerek Federal Rezerv’i daha fazla faiz artırımına zorlayabilir. Çin politika çevrelerinde bazıları bu enflasyon riskini Trump’ın hırsları üzerinde olası bir kontrol olarak görüyor ve artan borçlanma maliyetleri ile varlık oynaklığının Trump’ın agresif gümrük tarifelerine verdiği desteği azaltabileceğini belirtiyor.
Tarifelerin ötesinde Pekin, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki alternatif üretim merkezlerinin karşılaştığı kısıtlamaların da farkında. İşgücü kıtlığı, altyapı zorlukları ve kaynak kısıtlamaları gibi bölgesel darboğazlar, bu bölgelerin Çin’den uzaklaşan üretimi tamamen absorbe etmesini engelleyebilir. İronik bir şekilde, Trump’ın gümrük tarifeleri yerleşik tedarik zincirlerini uygun alternatifler olmadan bozarsa, bu sınırlamalar ABD enflasyonunu daha da kötüleştirebilir.
Trump’ın küreselleşme karşıtı duruşu tanıdık, ateşlediği ideolojik değişimler ise stratejistlerin “bilinmeyen bilinenler” olarak adlandırdığı, anlaşılan ancak tam etkisi belirsiz kalan faktörlere giriyor. Pekin için Trump’ın izolasyonist söylemi, Avrupa’da ve Asya’nın İtalya, Macaristan ve Filipinler gibi bölgelerinde yükselen popülizm dalgasıyla yankı buluyor ve Çin’in küresel hedeflerini hem zorlayan hem de karmaşıklaştıran ideolojik alt akımlar yaratıyor.
Çin’deki bazı milliyetçi sesler Trump’ın “Önce Amerika” yaklaşımını bir fırsat olarak görüyor. Mantık basit: Eğer ABD küresel çerçevelerden çekilir ya da NATO gibi ittifaklardan geri adım atarsa, diğer ülkeler alternatif olarak Çin’e bakabilir. Ancak Pekin’in deneyimli politika uzmanları bu fikre ölçülü bir gerçekçilikle yaklaşıyor. Çin, Batı ittifaklarının parçalanma potansiyelinin farkında olmakla birlikte, Pekin’e doğru toptan bir “pivot ”un olası olmadığının da farkında.
Avrupalı liderler Trump’ın izolasyonizminden dolayı hayal kırıklığına uğramış olabilirler ancak Çin’in artan etkisine karşı temkinli olmaya devam ediyorlar – özellikle de Pekin’in Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerini kınama konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında. Rusya ‘ya yönelik bu zımni destek algısı, Avrupa’nın şüpheciliğini derinleştirdi ve Çin’in genişleyen erişiminin Avrupa’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığına dair şüpheleri körükledi.
Pekin’in danışmanları, Trump’ın geri dönüşünü sağlayan aynı popülist güçlerin Avrupa’da da zemin kazanmakta olduğu gerçeğinin de farkında. Ekonomik sıkıntılar korumacılığı teşvik ediyor. Bu hissiyatın somut ekonomik sonuçları var: Çin’in elektrikli araçlarına yönelik gümrük vergileri ve özellikle yüksek değerli sektörlerde diğer ticari korumalar için yapılan çağrılar, Avrupa’nın kendi endüstrilerini koruma arzusunun yoğunlaştığını yansıtıyor.
Pekin için ikinci bir Trump döneminin ideolojik boyutları yeni komplikasyonlar ortaya çıkarıyor. ABD’nin geleneksel küresel rolünden geri çekilmesi yeni açılımlar yaratabilirken, Avrupa’nın Çin’e daha yakın durması pek olası görünmüyor. Çin’in stratejisi, kendisini Trump’ın Amerika’sına doğrudan bir alternatif olarak konumlandırmaktan kaçınmaktır. Bunun yerine Pekin, Trump’ın aksaklıklarının tetiklediği belirsizliklerin ortasında kendisini pragmatik ve istikrarlı bir ortak olarak konumlandırıyor.
Xi yönetimi Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avrupa’nın bazı bölgelerindeki yükselen ekonomilere bu pratik duruşun altını çizerek yatırım teşviklerini, vizesiz girişi ve yeşil ve geleceğin sanayi altyapısına odaklanan yeniden canlandırılmış bir Kuşak ve Yol Girişimi’ni destekledi. Pekin’in amacı, büyüme ve istikrar arayan ülkeler için güvenilir bir ekonomik ortak olarak itibarını güçlendirmek ve bunu yaparken de Trump’ın izolasyonizminin Batı’da ortaya çıkardığı ideolojik çatlaklardan yararlanıyor görünmemek.
Xi, Çin’in özellikle teknoloji alanında kendine güvenme çabalarını hızlandırıyor; bu strateji Çinli danışmanlar arasında popüler olan bir deyimle özetleniyor: “sürekli değişen koşullara sabit bir çekirdekle yanıt vermek”. Kendi kendine yeterlilik dürtüsü yeni değil; “Made in China 2025” bu dürtünün zeminini hazırladı. Ancak Üçüncü Plenum’dan gelen son direktifler ve Xi’nin sık sık tekrarladığı “yeni üretken kalite güçlerini” teşvik etme çağrısı, yapay zeka, robotik ve yarı iletkenler gibi yeni nesil teknolojilerdeki atılımlara odaklanarak bu tutkuyu daha da ileri götürdü. Bu vizyon sadece Batı teknolojisine bağımlılığı azaltmayı değil, aynı zamanda dördüncü sanayi devrimine öncülük etme hedefiyle Çin’in öncü endüstrilerdeki hakimiyetini de ortaya koymayı amaçlıyor. Xi için bu ekonomik bir stratejiden çok daha fazlası; Çin’in iç baskılarına karşı temel bir cevap ve ABD ile rekabetinde nihai koz.
Bu kendine yeterlilik arayışı aynı zamanda küresel güney ile daha güçlü ekonomik bağlar kurmayı da kapsıyor. Xi’nin amacı Batı etkisine alternatif ticaret ağları kurmanın ötesine geçiyor; yaptırımlara dayanıklı bir tedarik zinciri ve finans ağı, yani Çin’in hırslarını bağımsız olarak besleyebilecek Batı baskılarına karşı bağışık yeni bir küresel pazar öngörüyor.
Bir de “bilinen bilinmeyenler” var – tahmin edilemeyecek kadar öngörülemez olan, Trump’la birlikte çok daha ön planda olan bir şey. Trump’ın siyasi üslubunun belirleyici özelliklerinden biri, son derece işlemci bir yaklaşım sergilemesi ve aksi takdirde basit olabilecek politikalara bir öngörülemezlik katmanı eklemesi. Pekin bu pragmatizmi yakından gözlemledi ve Trump’ın ticari içgüdülerinin çoğu zaman ideolojik bağlılıklarından daha ağır bastığını ve zaman zaman müzakere için kapılar açtığını fark etti.
Örneğin ABD Çinli telekom devi ZTE’ye yaptırım uyguladığında Xi bizzat Trump’la görüşerek yaptırımların geri çekilmesini sağladı. Pekin için bu durum, Trump’ın esnekliğinin, kişisel kabul olarak algıladığı yüksek profilli jestlerden etkilenebileceğinin altını çizdi ki Pekin bu dinamiği potansiyel olarak faydalı görüyor.
Pekin ayrıca Trump’ın şov dünyasındaki geçmişini ve imaj ve egoya verdiği önemi de anlıyor. Xi, 2017 yılında Trump ve ailesini geleneksel olarak Çin imparatorlarına ayrılan Yasak Şehir’de eşi benzeri görülmemiş bir resepsiyonla ağırlayarak etkinliğe yabancı liderlere nadiren verilen bir ihtişam kattı. Özenle hazırlanmış bu gösteri Trump’ın yüksek profilli etkinliklerden hoşlanmasını sağlamış ve Xi hakkındaki olumlu izlenimlerini derinleştirmiştir. Bu “kişiselleştirilmiş diplomasi” Pekin’in Trump’ın hassasiyetlerini anladığını gösterdi ve iki lider arasında işbirliğine dayalı bir yakınlığın temelini attı.
Çinli danışmanlar bunu akılda tutarak ikinci bir Trump döneminde de benzer ticari açılımlar yapmaya hazırlanıyor. Perde arkasında Pekin, Trump’ın yakın çevresine gayrı resmi aracılar olarak hizmet edebilecek etkili Amerikan iş dünyası figürleriyle bağlarını geliştiriyor. Örneğin Tesla operasyonları Çin pazarına derinden bağlı olan Elon Musk, ABD’nin ticari çıkarları ile Çinli politika yapıcılar arasında potansiyel bir köprü olarak ortaya çıkabilir.
Bazı danışmanlar da Trump’ın ailesiyle, özellikle de damadı Jared Kushner ve kızı Ivanka Trump ile daha önce yakın ilişki kurmuş olan eski büyükelçi Cui Tiankai gibi isimleri savunuyor. Cui’nin bağlantıları Pekin’e arka kapı diplomasisi için değerli bir “track 1.5” kanalı sunabilir ve ekstra bir erişim ve etki katmanı ekleyebilir.
Yine de Pekin, Trump’ın bu eğilimlerine çok fazla bel bağlama konusunda temkinli. Tayvan’ın ABD koruması için daha fazla ödeme yapması gerektiğini öne süren son açıklamalar Çin’de karışık tepkilere yol açtı. Bazıları bunu ABD’nin Tayvan’a verdiği desteği azaltmaya yönelik bir açılım olarak görürken, diğerleri Trump’ın her an gözden çıkarabileceği bir pazarlık kozu olarak değerlendiriyor. Pekin için bu karışık sinyaller hassas bir dengeleme hareketi yaratıyor: Trump’ın pragmatizminden yararlanmayı hedeflese de, algılanan herhangi bir tavizin bir anda geri alınabileceğini biliyor. Çin, Trump’ın anlaşma yapma tarzını yönlendirirken, onun öngörülemezliğinin tamamen farkında olarak ihtiyatlı bir iyimserlikle ilerliyor.
Trump’ın alışılagelmiş pragmatist tarzının ötesinde Pekin, planlarını altüst edebilecek joker kartlara karşı tetikte. Bilinmeyen bilinmeyenlerin doğası gereği neyi kaçırdığınızı bilmeniz imkansızdır, ancak ABD-Çin ilişkilerini sarsabilecek bazı ciddi ancak öngörülemez değişiklikler var. Örneğin ABD-Rusya ilişkilerindeki ani bir değişim Pekin için önemli sonuçlar doğurabilir. Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki daha yakın bir ittifak, Çin’in Moskova ile ilişkilerini zorlayabilir ve Pekin’i küresel güç yapısı içinde potansiyel olarak izole edebilir. Aynı şekilde Trump’ın Hint-Pasifik bölgesindeki beklenmedik manevraları Çin’in Japonya, Güney Kore ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle dikkatle yürüttüğü ilişkilerini sarsabilir.
Çin’in hırsları üzerindeki kritik bir kısıtlama, Washington’un teknoloji ihracatı üzerindeki sıkılaştırıcı kontrolünde yatıyor ve bu da Pekin’in stratejik hesaplarına daha fazla bilinmeyen katan bir taktik. ABD’nin genel niyeti açık olsa da (Çin’in ileri teknolojilere erişimini sınırlamak) Washington’un ne kadar ileri gideceği belirsizliğini koruyor. Son ihracat kontrolleri yarı iletkenler ve yapay zeka gibi önemli alanları hedef alarak Çin’in teknolojik ilerlemesini çok önemli bir zamanda engelleme tehdidinde bulunuyor.
Çinli analistler bu hamleleri sadece rekabetçi engeller olarak değil, Çin’in stratejik alanlarda, özellikle de hem ekonomik büyüme hem de askeri güç için kritik önem taşıyan yapay zeka ve kuantum bilişim alanlarındaki yükselişini durdurmaya yönelik hesaplanmış bir strateji olarak yorumluyor. Pekin yeni kısıtlama katmanlarını izlerken, ABD’nin eylemlerinin ölçeği ve etkisi değişkenliğini koruyor ve Çin’in teknoloji yörüngesine istikrarsızlaştırıcı bir belirsizlik enjekte ediyor. Bu belirsizliklere hazırlıklı olmak için, Xi’nin daha geniş vizyonu, Trump 2.0 ya da diğer güçler tarafından tetiklenen öngörülemeyen küresel değişimlere karşı dayanabilecek kadar dirençli bir ekonomi inşa etmektir; bunu yaparken ekonomik çalkantıları ya da daha da kötüsü Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) kontrolünü istikrarsızlaştırmayı riske atmamayı hedeflemektedir.
Trump’ın dönüşü aciliyet yaratabilir, ancak Pekin Trump’ı kaotik bir dünya düzeninin nedeni olmaktan çok belirtisi olarak görüyor ve bu da Xi’nin Çin’in kendine güvenini güçlendirmeye yönelik uzun süredir devam eden inancını pekiştiriyor. Xi’ye göre teknoloji, tedarik zincirleri ve eğitim alanlarında dayanıklılığı artırmak Çin’i dış şoklardan korumak ve ÇKP’nin iktidarı için gerekli olan istikrarı sağlamlaştırmak anlamına geliyor.
Gerçekte Xi’nin “Trump tarzı” aksaklıkları yönetme zemini Trump’ın ilk döneminden çok önce başladı. Çin’in yaklaşımı her zaman dış baskılara karşı kırılganlıkları en aza indirmeye dayanmıştır ve bu Xi’nin dünya görüşüyle derinlemesine bağlantılı bir yöndür. Yine de bu dayanıklılık arayışı ince bir çizgide yürüyor. Savunmanın güçlendirilmesi Çin’in izolasyonunu derinleştirebilir; bu da paradoksal olarak yeni zayıflıklar yaratabilecek bir kalkan. Yerli tedarik zincirleri ve teknoloji bağımsızlığındaki kazanımlar gerçek bir ilerlemeye işaret ediyor, ancak Xi’nin vizyonunun büyük bir kısmı hala hedefe yönelik. Pekin, giderek daha fazla çalkantıyla tanımlanan bir dünyada Çin’in gücünün hızlı büyümesinden ziyade türbülanslara dayanma kapasitesiyle ölçüleceğinin farkında olarak bu savunmaları güvence altına almak için yarışıyor.
DÜNYA BASINI
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Yayınlanma
18 saat önce17/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Batı medyası ve onların anti-komünist temayüllü ideologlarının “despotik”, “merkeziyetçi”, “bürokratik” olarak sıfatlandırdığı “geleneksel sosyalist” devletler, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti, Polonya Halk Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti ve Romanya Sosyalist Cumhuriyeti…
Hemen tamamında kadının ev köleliğinden kurtulması ve ev işleri gibi kadını bunaltan, köleleştiren işlerin endüstrinin bir parçası haline getirilmesi, yani evin ekonomik bir birim olmaktan çıkarılması, toplumun yeniden üretimi sorununu ve doğan çocuğun devlet tarafından bakımının sağlanarak kadın üzerindeki yükün hafifletilmesi ve giderek tamamen bir yük, biyolojik olarak gerileten bir yük, olmaktan çıkarılması için muazzam çabalar harcandı. Belki bu çabalar yetersiz kaldı, çok sonraları yavaşladı hatta bir kısmı geri alındı ama bu çabalar harcandı. Bu haklar aynı zamanda, en ileri burjuva demokratik ülkelerde bile, bazı ileri liberal çevreler tarafından sözü edilen ama asla gerçekleştirilmeyen haklardı. Öyle ki kadınlar, ilkel komünal toplumdan bu yana en geniş haklarını ilk olarak bu rejimler altında elde ettiler ve bu hakları fiili olarak da onlarca yıl uyguladılar.
Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, bu “reel sosyalizm” deneyimlerinin kadınlara yönelik politikalarındaki tılsımın sadece rakamsal olarak daha çok istihdamda olmalarında değil, kadını boyunduruğu altına alan bağların kökünden çözülmesinde olduğunu “içeriden”, Alman Demokratik Cumhuriyeti deneyimi üzerinden anlatıyor. Yazarın temel tezi ise, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna bağlı olarak üretim koşullarında gerçekleşen radikal değişimlerin, kadınların toplumsal konumunu dönüştürmekteki gücünü kanıtlayan onlarca yıllık bir deneyimin, bugünkü feminist tartışmalara katkı sunabilecek yeni bir perspektif getirebileceği.
Demokratik Almanya deneyiminin ışığında: Kadın özgürlüğünden öğrenebileceklerimiz ve koruyabileceklerimiz
Florentine M. Sandoval
Internationale Forschungsstelle DDR
2 Ekim 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) sona ermesi Doğu Alman kadınlarını bir çağ kadar geriye götürdü. 1989 sonrası gelişen kadın hareketi hâlâ sosyalizmde neyin övgüye değer neyin kınanabilir olduğunu tartışadursun, bu tartışma aslında çoktan gereksiz hale gelmişti: Zira DDR’nin yasaları artık geçerli değildi; aile ve sosyal politika da dahil olmak üzere hiçbir alanda sosyalist sistemle devamlılık yoktu ve olmayacaktı. Aile hukuku alanı yeniden burjuva yasallığı ile düzenleniyordu. Almanya’nın imparatorluk döneminden kalma ceza kanunu maddeleri tekrardan yürürlüğe giriyor, kürtaj ve muayene hizmetlerine erişim yeniden tanımlanıyordu. Doğu Alman ekonomisinin eşi benzeri görülmemiş şekilde özelleştirilmesi ve sanayisizleştirilmesi karşısında kadınlar ya yeni Batı Alman üstlerinin hor görmesi ile ya da işsizlikle sınanacaklardı. Ve genellikle erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarına [yeniden] geri dönmek zorunda kaldılar. Kaybedilen asıl şey, kadınların özgürleştirilmesi sorumluluğunu üstlenmiş bir devlet ve toplumdu.
Sosyalist Doğu Almanya’da yaşanan devrimci altüst oluşlar öylesine muazzamdı ki, ortadan kalkışından otuz yılı aşkın süre sonra dahi hissedilmeye ve ölçülmeye devam ediyor. Bu, 2023 itibariyle Doğu’da kadın istihdamının daha yüksek olması, kreşlerin Batı’ya kıyasla yaygınlığı ve Batı’da yüzde 19 olan kadın-erkek ücret farkının Doğu’da yüzde 12 olması gibi göstergelerde kendini sürekli yeniden hatırlatmakta. DDR’nin 40 yıllık varlığı boyunca birçok çelişki ortadan kaldırılamamış olsa da (ev işleri ve [eşit] ücret başta olmak üzere), bu çelişkilerin kapitalist koşullar altında daha da yoğunlaştığı bugünden geriye bakıldığında yine de pek çok şey kaybedilmiş gibi görünüyor.
Fakat DDR, geçmişten bugüne düşürdüğü gölgeyle Batı Alman toplumunu ifşa etmeye devam ediyor ve bugünkü feminist tartışmalarda genellikle eksik olan bir perspektifi açıyor. Çünkü DDR deneyimini Batı’daki ve günümüzdeki feminist hareketten farklı kılan şey, toplumsal üretim ilişkilerinin ve kadınların özgürleşmesi için toplumsal ve kitlesel seferberliğin rolüdür.
DDR’deki kadın politikasının en temel hedefi, mümkün olan en geniş kadın kitlesini üretim sürecine dahil etmekti ve bu da ancak DDR’de bunun toplumsal temeli sağlandığı için mümkündü. Bu strateji, 19. yüzyıl boyunca devrimci işçi hareketi içinde olgunlaşan, kadınların demokratik, sosyal ve ekonomik haklar mücadelesinin bir bütün olarak işçi sınıfının kurtuluşuyla yakından ilişkili olduğu anlayışına dayanıyor. Proleter kadın hareketinin öncülerinden Clara Zetkin gibi isimler, kadınların ezilmişliğinin ve yüzyıllar içinde gelişen ataerkil ilişkiler ile ahlaki değerlerin, özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla sıkı bir bağ içinde olduğunu ve kapitalist üretimle iç içe geçtiğini; dolayısıyla da yalnızca üretim koşullarında radikal bir değişimle kadınların kurtuluşu için gerekli koşulların yaratılacağını savunmuşlardı.
Her ne kadar kapitalist ekonomilerde kadınlar için kaçınılmaz olarak sömürü koşulları yaratsa da, kadınların iş gücüne dahil olması, DDR gibi üretim ilişkilerinin sosyalist tarzda örgütlendiği bir devlette tarihsel olarak ilerici bir tekamül yaratmıştır. Zira özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve buna eşlik eden emeğin doğasındaki değişim, kadınların toplumsal konumunu kökünden değiştirmişti.
Elbette bu, kadınların kendi çabaları olmadan başarılamazdı. Kadınların istihdama kazandırılmak için seferber edildiği pek çok girişimden birine örnek olarak “ev kadınları birlikleri” verilebilir. 1950’li yıllarda, çalışmayan kadınlardan oluşan bu kolektifler, iş gücüne acil ihtiyaç duyulan projelerde çalışmış kadınları daha sonra kalıcı bir işe girmeleri için teşvik ediyordu. Kocalar ile ev içinde yaşanan çatışmaların bu noktada tayin edici bir rolü olduğunun altı kalınca çizilmeli. Kadınların hane içindeki izolasyonuna ilişkin siyasal tartışmalar yeniden canlandı, bu da kadınların üretim sürecine katılımını arttırdı ve dolayısıyla da ekonomik bağımsızlıklarına giden yolu açmış oldu. Diğer bir deyişle, maddi teşvikler ve bilinçlendirme birlikte çalışmış ve etkili olmuştu.
İstihdamın kendisi kapsamlı bir çocuk bakım altyapısının geliştirilmesini ve eş zamanlı olarak ev işlerinin azaltılmasını ve daha iyi bölüşülmesini gerektiriyordu Bunlar birbirini etkileyen ve birbirine bağlı süreçlerdi. Sosyalist işyeri aynı zamanda kadınlar için toplumsal görevlerin iç içe geçtiği bir merkezdi – kültürel etkinlikler, eğitimler ve çocuk bakımı ve sağlık hizmetleri bu merkezler aracılığıyla organize edilmekteydi. Buralarda kadın işçiler kendi başlarına etkili olabiliyor, haklarını talep edebiliyor ve savunabiliyorlardı. Sendikaların kadın komisyonları, bir işyerinin tüm kadın işgücünün kişisel ve mesleki gelişimi için kolektif bir araç olan Frauenförderpläne’nin (“kadınların terfi planları”) hazırlanmasını ve uygulamanın izlenmesini sağlıyordu. Üretken emek en önemli itici güç haline gelirken, yeniden üretim emeği kadınların özgürleşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam edecekti.
Kırk yıl oldukça kısa bir süredir. 1990 yılına kadar çözülmeden kalan sorunlar ve çelişkiler değerlendirilirken bu gerçek muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır. Teknik yeniliklere, ev içi sorumlulukların kısmen de olsa toplumsallaştırılmasına ve medyanın erkeklere yönelik çağrılarına rağmen, yeniden üretim işi büyük ölçüde kadınlara bırakıldı. Nitelik farkının kapatılamaması ve/veya kadınların aynı niteliklere sahip olmalarına rağmen yönetim pozisyonlarına ulaşamamaları nedeniyle kadın-erkek ücret farklılıkları devam etti; DDR’nin Gençlik Araştırmaları Merkez Enstitüsü (ZIJ) tarafından yürütülen çalışmaların da gösterdiği gibi, genç nesillerde daha az yaygın olsa bile, aile içindeki geleneksel roller hâlâ varlığını sürdürüyordu.
DDR’de kız çocukları, farklı bir kadın imajıyla büyüdüler ve doğalında hayata dair yüksek beklentiler geliştirdiler; ancak DDR’li son yılların zorlu gerçekliği düşünüldüğünde bu beklentiler her zaman karşılanamadı. DDR’de sosyalizm ve kadın özgürlüğü arasındaki bağlantı kesin bir şekilde kurulmuş ve kanıtlanmış olsa da sosyalist devletin erken yıllarındaki devrimci enerjinin üzerine dahasını inşa etmek mümkün olamadı.
Aslında, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayabilme yolunda eşit işe eşit ücret, eşit eğitim olanakları, eşit ortak karar alma hakkı gibi önemli ilkeler henüz Sovyet İşgal Bölgesi’ndeyken (1945-1949) ortaya konmuştu, çünkü komünistler ve sosyalistler için bunlar, [kadınlar mevzubahis olduğunda] müzakere edilemez, temel haklardı. Ancak DDR’deki deneyimler, bu hakları güvence altına alan temel yapıları inşa etmenin karmaşık ve uzun bir görev olduğunu ve basitçe “yukarıdan” empoze edilemeyeceğini de kanıtlar nitelikte. Doğu Almanya’daki kitlesel inisiyatifler ve demokratik yapılar olmasaydı, gerekli zihniyet değişimini sağlamak ve çeşitli toplumsal grupları kadınların kurtuluşu lehine kazanmak mümkün olamazdı. Birlik meclisleri, kadın komisyonları ve teşvik planları gibi somut araçlar, bu toplumsal zorluğu aşmak için vardı. Bu araçlardan yararlanıp yararlanmamak bireylere bağlı olsa da kullanımı istisna değil kuraldı.
Yoksulluğun arttığı, güvencesizleşmenin olağanlaştığı ve kadın haklarının dünya çapında geriletildiği bir dönemde, bireyselleştirme ilkesinin tam tersini, yani DDR’de olduğu türden kadınların kitlesel ve toplumsal seferberliğini düşünmek önemlidir. DDR’deki 40 yıllık kadın politikası ve teşvikinde nelerin kaybedildiği ve geriye nelerin kaldığı, çözülemeyenler ve mümkün olanlar, günümüzün kadın eşitliği tartışmalarına ve mücadelesine verimli bir şekilde taşınabilir, tabii eğer izin verilirse. Kadınların kurtuluşunu bireysel ilişkilerin bir vaadi olarak görmek yerine tarihsel ve toplumsal bir görev olarak belleyen DDR’nin hem ulaşılan hem de ulaşılamayan politik hedefleri, parçalanmış olan kadın hareketine bir yön sağlayabilir. Bu, her şeyden önce DDR mirasının da bir parçası.
DÜNYA BASINI
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Yayınlanma
2 gün önce16/11/2024
Yazar
Harici.com.trEditörün notu: Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Soçi’de düzenlenen Valday Kulübü’nde Moszkvater dergisine verdiği mülakatta, Rusya’nın Ukrayna savaşına ilişkin duruşunu ve Batı ile olan gerilimli ilişkilerini değerlendirdi. Ayrıca, Donald Trump’ın olası seçim zaferinin Avrupa ve küresel siyaset üzerindeki etkilerine dair görüşlerini paylaştı. Peskov, Trump’ın seçim kampanyasında barış çabalarına vurgu yapmasına rağmen, bu vaatlerin nasıl hayata geçirileceğine dair belirsizliklerin sürdüğünü ifade ediyor. Trump’ın önceki döneminde ABD ve Rusya arasında gergin de olsa bir diyalog olduğunu belirten Peskov, mevcut Biden yönetiminde bu diyaloğun tamamen kopmuş olduğuna dikkat çekiyor.
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Rusya ile diyalog fırsatları, Trump’ın seçilmesi ve Ukrayna savaşı
Gábor Stier, Moszkvater (Macarcadan Almancaya çeviren: Éva Péli, NachDenkSeiten)
“Donald Trump’ın barışı nasıl tesis edeceği henüz net değil. Ancak Batı ittifakı, bu savaşı başlatmak bile istemeyen Rusya’yı stratejik bir yenilgiye uğratmayı hedefliyor.”
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Soçi’de düzenlenen Valday Kulübü toplantısında Moszkvater’e verdiği mülakatta bu sözleri dile getirdi. Peskov, Rusya ile AB arasındaki ilişkilerin geleceği ve Viktor Orbán’ın barış çabaları hakkında da soruları yanıtladı.
Gábor Stier: Donald Trump’ın zaferi, dolaylı olarak Viktor Orbán için de bir zafer anlamına geliyor. Zira muhtemelen AB liderleri arasında Trump’ı en çok destekleyen isim Macaristan Başbakanıydı. Ayrıca Orbán, Trump’ın vaatlerinden biri olan Ukrayna’da barış için de kararlı bir şekilde çalışıyor. Sizce Trump’ın zaferi, barışa ya da en azından müzakerelere bir adım daha yaklaştırır mı? Bu sonuç herhangi bir fark yaratır mı?
Dmitriy Peskov: Şu anki durum belirsiz ve bu konuda bir şey söylemek için henüz erken. Orbán’ın pragmatizmini biliyoruz ve bu krizden bir çıkış yolu bulma konusundaki kararlılığını görüyoruz. Aynı zamanda, Macaristan Başbakanının bu çatışmada Avrupa Birliği liderlerinin görüşlerini paylaşmadığını da gözlemliyoruz. Diyaloğu reddediyorlar. Fakat bir sorun bu şekilde nasıl çözülebilir? Bu mümkün değil. Trump da seçim kampanyası sırasında barış için çaba göstereceğini söyledi. Fakat bunu gerçekten yapacak mı? Bu fikri nasıl hayata geçirmeyi planlıyor? Bu kesinlikle belirsiz.
Henüz kimse barışın formülünü bilmiyor…
Evet, aynen öyle. Trump, önceki başkanlık döneminde de pek çok şey söyledi. Ancak Rusya bağlamında bunların hiçbirini görmedik. Yine de iki ülke arasında bir diyalog süreci olması onun lehine bir durumdu. Bu görüşmeler oldukça gergindi ama yine de bir diyalogdan söz edebiliriz. Trump’ın başkanlığı, bu anlamda Biden yönetiminden temel bir fark taşıyor.
Trump’ın zaferinin AB üzerindeki etkileri ne olacak sizce? AB elitleri bu sonucu çaresizlikle karşıladı…
Bakın, bu konuda da yalnızca Trump’ın geçmişte ya da seçim kampanyası sırasında söylediklerine dayanarak bir şey söyleyebiliriz. Trump bariz anlamda bir izolasyonist, bu yüzden Avrupa mallarının ABD’ye ihracatını kısıtlayacağı kesin. Gümrük vergilerini artıracak ve böylece Avrupalı üreticiler açısından işleri zorlaştıracak. Avrupa halihazırda Rusya’nın ucuz doğalgazı olmadan zor durumda. Onun yerine, pahalı ABD LNG’sine mahkûm oldular. Böylece Avrupalılar ABD’ye iki kat bedel ödüyor: Önce Rus gazının iki katı fiyatına LNG’yi ithal ediyorlar, sonra da mallarını ABD pazarında satmaya çalışırken zorlanıyorlar. Bu açıkça görülebiliyor.
Gábor Stier: Sizce bu durum AB için bir fırsat oluşturabilir mi? Trump’ın Avrupa’dan biraz uzaklaşması, ABD’nin sunduğu güvenlik garantisinin maliyetini artıracaktır…
Dmitriy Peskov: Evet, Trump zaten ilk başkanlık döneminde NATO üyelerinden savunma harcamalarını gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2’sine çıkarmalarını talep etmişti. Şimdi ise bu koruma kalkanının maliyeti yüzde 3 ila 4 arasında olabilir.
Gábor Stier: Bu, ihtimal dışı değil. Fakat AB, stratejik özerkliğini güçlendirmek ve kendi savunma kapasitesini oluşturmak zorunda kalacak. Bu nedenle, Trump’ın zaferinin AB için bir fırsat da olabileceğini düşünüyorum.
Dmitriy Peskov: Kesinlikle. Avrupa öncelikle kendi kimliğiyle ilgilenmeli. Bağımsız bir yapıya kavuşmalı ki kendi güvenliğini düşünmeye ve korumaya başlayabilsin. Şu anda Avrupa, Rusya’dan korkuyor. Ancak korkuyorsa, neden diyalog kurmuyor? Bunu anlamıyorum.
Gábor Stier: AB-Rusya-ABD üçgeninden baktığımızda mevcut durum, bu çatışma ve bölünme hem AB’yi hem de Rusya’yı etkiliyor. Ancak üçüncü taraf olan ABD, bu durumdan kazançlı çıkıyor. Siz de öyle düşünmüyor musunuz?
Dmitriy Peskov: Evet, AB ve Rusya kaynaklarını tüketirken, ABD bu durumdan ciddi paralar kazanıyor. Yaklaşık iki yılda bir buçuk trilyon dolarlık bir kazanç söz konusu.
Gábor Stier: Ayrıca Washington, stratejik hedeflerine de ulaşıyor…
Dmitriy Peskov: Kesinlikle. Bu durum AB’yi ABD’ye daha da bağımlı hale getiriyor…
Gábor Stier: […] ve hem Avrupa’yı hem de Rusya’yı zayıflatıyor.
Dmitriy Peskov: ABD bu stratejik hedefi bir asırdır izliyor ve şimdi istediklerini aldılar. Çünkü Rusya ile AB arasındaki ilişkiler neredeyse tamamen bozulmuş durumda ve taraflar arasında artık neredeyse hiçbir diyalog yok.
Gábor Stier: Evet, bu oldukça mantıksız ve kesinlikle iyi bir şey değil. Peki sizce “askerî özel harekâtı” sona ermesinin ardından, savaşın bitiminden sonra, diyaloğu yeniden başlatmak ve ilişkileri yeniden şekillendirmek mümkün olacak mı?
Dmitriy Peskov: Tabii ki, ancak yeni bir temelde. Çünkü Rusya değişti. Neden bu özel askerî harekâtı başlattı? Çünkü kimse onun çıkarlarını dikkate almaya yanaşmadı. Daha önce de söylediğim gibi, Rusya değişti. Fakat yine de mantıklı bir diyaloğa açık kalmaya devam ediyor.
Gábor Stier: Eğer bu çatışmadan çıkış yolu bulma ve bir barış formülü geliştirme gerekliliğinden bahsedecek olursak, Ukrayna’nın silahsızlandırılması meselesinin müzakerelerde NATO üyeliği meselesinden daha önemli olabileceğini düşünüyorum. Zira NATO’ya katılmasa bile Kiev, Batı tarafından silahlandırılmaya devam ediyor. Bu durum Rusya için kabul edilemez bir senaryo ama Avrupa’daki istikrarı da güçlendirmiyor, aksine gerilimi sürdürmeye devam ediyor. Sizce Ukrayna’nın silahsızlandırılması için bir şans var mı?
Dmitriy Peskov: Şu an için böyle bir şans yok. Şu anda neredeyse herkes, savaşın devam etmesi gerektiğini ve Rusya’ya stratejik bir yenilgi yaşatmayı hedeflediklerini söylüyor. Washington’dan Paris’e, Londra’dan Berlin’e kadar bu söylem tekrarlanıyor.
Gábor Stier: Son bir soru: Eğer bu savaş çok uzun sürerse, diyelim ki beş yıl daha devam ederse, Rusya hayatta kalabilir. Ancak bu senaryo, ABD’nin çıkarlarına daha uygun görünüyor; zira Rusya’yı zayıflatmak onların stratejik amacı. Bu durum, nihayetinde Sovyetler Birliği’ni çökerten sürece oldukça benziyor. Sizce bu nedenle, savaşın bir an önce sona ermesi Rusya’nın çıkarına mı?
Dmitriy Peskov:
Evet, bu doğru. Rusya’nın bu savaşı istemediği aşikâr. Böyle bir niyeti yoktu. Savaş, her zaman çıkarların korunmasında başvurulacak son çaredir.
Pekin Trump’ın dönüşüne çoktan hazırlandı
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna
Joseph Nye, Çin’e karşı ABD-Japonya ittifakını güçlendirmeyi önerdi
Peru Chancay Limanı, Çin’in Kuşak Yol’u için de yeni fırsatlar açacak
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
AMERİKA2 hafta önce
ABD seçimlerinde “üçüncü aday”: Jill Stein
-
RUSYA6 gün önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA1 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İsrail’in ‘sekiz cepheli çatışmada’ tuzağa düşürülmesine dair bir inceleme
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi