Bizi Takip Edin

ASYA

Celladına aşık olmak: Japon Liberal Demokrat Parti

Yayınlanma

Hiroşima, nükleer savaş korkularının arttığı bir dönemde atom bombasının atılmasının 79. yıl dönümünü andı. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) acımasızca attığı “Little Boy” adlı nükleer başlığa sahip bomba ile 6 Ağustos 1945’te yaklaşık 150.000 kişi öldü.

Japonya ve tüm dünya için bir felaket günü olarak anılan bu acı günde, Japonya Başbakanı Fumio Kishida ise katilin adını anmaktan geri durdu. Kishida, konuşmasında Rusya’dan gelen nükleer tehditlerin, nükleer silahsızlanma konusunda “giderek daha da ciddi” bir ortam yarattığını söyledi.

Liberal Demokrat Partili (LDP) Kishida bir başka açıklamasında ise, nükleer silahsızlanma ve yayılmanın önlenmesine olan bağlılığını belirtirken, aynı zamanda Çin, Kuzey Kore ve Rusya’nın artan nükleer kapasitelerine yönelik endişeleri yatıştırmak ve bu kapasiteleri engellemek için ABD’nin nükleer şemsiye olarak bilinen genişletilmiş caydırıcılığına güvendiğini dile getirmişti.

Peki “katil” neden korunuyor?

LDP, Amerika’nın savaş sonrası Japonya işgalinin ardından ortaya çıkmış bir parti. Sol kanat partiler 1955’te tek bir Japonya Sosyalist Partisi’nde birleştikten sonra, Japon muhafazakârlar, Amerika CIA’sının da desteğiyle, iki ana muhafazakâr partisi olan Liberal Parti ve Japonya Demokratik Partisi’ni birleştirmeye karar verdiler. Yeni LDP üstünlüğü ele geçirdi ve Japonya’nın ekonomik büyüme mucizesine nezaret etti. Ayrıca, parti etkisinin güçlü olduğu kırsal bölgelere elverişli bir seçim sisteminden de faydalandı. Partinin büyük çadırı içindeki fraksiyonlar, rejim değişikliğinin içeriden gelmesiyle rekabet girdi. “1955 sistemi” olarak bilinen bu LDP hakimiyeti, 1993’te bir grup LDP’li güçlü isimlerin partiden ayrılıp muhalefet partileriyle alternatif bir koalisyon hükümeti kurmasıyla sona erdi. Bu asi koalisyon ertesi yıl dağıldı, ancak bu dağılmadan önce Japonya Demokratik Partisi’nin (DPJ) 2009’da LDP’ye karşı kazandığı zaferin gerçek anlamda parti içi rekabetin başlayacağı bir dönemin habercisi olduğu görülen ortaya çıkışına zemin hazırlayan bir seçim reformu geçirildi.

Yukarıda bahsedilen “1955 Sistemi”nin ana ismi olarak bilinen isim ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra A Sınıfı savaş suçluları listesine giren ancak ABD hükümetinin onu suçlamayıp ve hatta yargılamayıp Japonya’yı Amerikan yanlısı bir yöne götürecek en iyi adam olarak seçtikleri Kishi Nobusuke idi. Kishi ailesi artık ABD desteği ile Japonya siyasetine yön veren bir isim olacaktı. Gelecek yıllarda Japonya siyasetine damga vuran Shinzo Abe ise öz dedesi olan Kishi’nin izinden giderek ABD ile güçlü bağlarını sürdürmüştü. Fakat, gelenekçi yapıdan kopamayan Japonya’da Abe, Anayasa’nın 9. Maddesinde belirtilen, “Adalet ve düzene dayalı bir uluslararası barışı samimiyetle arzulayan Japon halkı, ulusun egemen bir hakkı olarak savaştan ve uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için güç kullanma tehdidinden veya kullanımından daimî şekilde feragat etmektedir. Bu itibarla, hiçbir kara, deniz ve hava kuvveti veya herhangi diğer bir silahlı güç muhafaza edilemez. Devlete savaş hakkı tanınmaz” satırlarını değiştirmek isterken uğradığı suikasta sonucu yaşamını yitirdi.

1 Temmuz 1957 Nobusuke Kishi, iki torunu Hironobu Abe (Kızılderili kostümüyle) ve Shinzo Abe (kucağında)

Japonya’da ABD güdümlü siyaset pasifist savunma stratejisini değiştirmek ve anayasal destek ile saldırgan bir politika meşrulaştırılmak istenmişti. Tüm bu girişimlerin engellenmesi ardından gözler “Japon Derin Devlet” yapısının ABD güdümü aleyhine hareket ettiğinin bir işareti olarak yorumlanmıştı.

Shinzo Abe, Hint-Pasifik kavramının en güçlü savunucularından biriydi. Daha 2007’de Hindistan Parlamentosu’na yaptığı bir konuşmada “Hint Pasifik” önemini vurgularken coğrafyanın gelecekteki jeopolitik çıkışından bahsederek ABD, Avustralya ve Hindistan ile daha yakın dörtlü işbirliği için çaba sarf etmişti. Ağustos 2016’da Başbakan Abe, Kenya’daki TICAD VI’daki açılış konuşmasında “Özgür ve Açık Hint-Pasifik” konseptini ilk kez dünya kamuoyuna deklare etmişti. Bu plan bölgede tamamen ABD ideallerinin çıkarına bir jeo-stratejik plan programı olarak yorumlanmıştır. Bu yorumu gerçekçi kılacak gelişme ise 2021 yılında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından açıklanacak “Özgür ve Açık Hint Pasifik Stratejisi” ile teyit edilmiştir. ABD, bu deklarasyonunda, “Özgür ve Açık bir Hint-Pasifik, bölge içinde ve dışında daha güçlü bağlantılar anlamına gelir; bu da ortak sorunlarımızı çözmek için bölgesel bir topluluk olarak birlikte çalışmamızı sağlar” ifadeleri ile bölgedeki ortak soruna işaret ediyordu.

Şüphesiz ABD’nin “ortak sorun” olarak adlandırdığı ve Japonya’nın bayrak taşıyıcısı olduğu bu ittifakın karşısındaki güç Çin Halk Cumhuriyeti olarak biliniyor. Yalnızca bölgede değil küresel anlamda güçlenen Çin, ABD hegemonyasını sarsacak bir güç olarak görülmekte. İşte bu noktada ABD bölgede kendi güdümünde olan hükümetler ile ortak politikalar izleyerek “Çin’i çevreleme” stratejisini devreye sokmaya çalışıyor.

Bugün, Fumio Kishida’nın katilin adını saklaması aslında partisinin bir geleneğini ve politikasını sürdürme stratejisidir. ABD’nin bölge devletleri üzerindeki derin işlevi atom bombasından daha korkutucu bir etkiyi bizlere göstermektedir.

ASYA

Çin-Pakistan savunma ilişkileri yeni ABD yaptırımlarının tehdidi altında

Yayınlanma

ABD’nin Çinli balistik füze tedarikçilerine yönelik yeni yaptırımları Pakistan’ın Pekin’le olan savunma bağlarına yönelik önemli bir tehdit oluşturuyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı kısa bir süre önce Pekin Makine İmalatı Endüstrisi Otomasyon Araştırma Enstitüsü’ne yaptırım uyguladı. ABD, firmayı Pakistan roket motorlarını test etmek için ekipman tedarik etmekle suçladı ve yaptırımlara yol açtı. Buna ek olarak, cezalar diğer üç Çinli şirkete -Hubei Huachangda Intelligent Equipment, Xi’an Longde Technology Development ve Universal Enterprise- ve Çin vatandaşı Luo Dongmei ile Pakistan merkezli Innovative Equipment’a da genişletildi. Yaptırımlar, bu kuruluşların füze teknolojisi kısıtlamaları altında kontrol edilen ekipmanı transfer ettiklerini iddia ediyor.

Washington’a göre bu firmalar tarafından sağlanan ekipman Pakistan’ın Şahin 3 ve Ebabil balistik füze programları için tasarlanmıştı. Şahin 3, 2,750 kilometre menzile sahip, Hindistan ve Orta Doğu’nun derinliklerine ulaşabilen orta menzilli bir füze. Ebabil ise benzer stratejik amaçlar için tasarlanmış 1.800 kilometre menzilli taktik bir füzedir.

Çin’i çevreleme stratejisinin bir parçası

Güvenlik uzmanları bu yaptırımların özel olarak Pakistan’ı hedef almaktan ziyade ABD’nin Çin’in yükselişini kontrol altına almaya yönelik daha geniş bir stratejisinin parçası olduğunu savunuyor. İslamabad’da yaşayan güvenlik uzmanı Syed Muhammad Ali, Nikkei Asia’ya yaptığı değerlendirmede, “Bu, ABD’nin Pakistan’ı hedef almaktan ziyade Çin’in yükselişini kontrol altına almayı amaçlayan daha geniş ekonomik baskı stratejisinin bir parçası” dedi.

Ali, Çin’i Pakistan’ın nükleer kapasiteli balistik füze programıyla doğrudan ilişkilendiren çok az kanıt olduğunu vurgulayarak, Pakistan-Çin savunma işbirliğinin çoğunun Pakistan hava kuvvetleri, ordusu ve donanmasının ihtiyaçlarını karşılamak için konvansiyonel silahlara odaklandığını belirtti. “Pakistan-Çin savunma işbirliği hava kuvvetleri, ordu ve deniz kuvvetlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik konvansiyonel silahlarla ilgilidir ve Pakistan’ın kendi geliştirdiği balistik füzelere dayanmamaktadır” diye ekledi.

İslamabad yaptırımları reddetmekte gecikmedi ve bunları siyasi amaçlı olarak nitelendirdi. Pakistan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mumtaz Zahra Baloch, “Bazı ülkelerin, nükleer silahların yayılmasını önleme normlarına sıkı sıkıya bağlı olduklarını iddia ederken, gelişmiş askeri teknolojiler için lisans gerekliliklerinden kendi gözdelerine uygun bir şekilde feragat ettikleri yaygın olarak bilinmektedir” diyerek bu hamleyi eleştirdi.

Pakistan ve Çin savunma işbirliği

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne göre Çin, Pakistan’ın en büyük silah tedarikçisi olmaya devam ediyor ve 2000-2023 yılları arasında Pakistan’a yapılan tüm büyük silah ihracatının %44’ünü oluşturuyor. İki ülke, JF-17 Thunder savaş uçağı ve Al-Khalid ana muharebe tankının ortak geliştirilmesi de dahil olmak üzere uzun bir savunma işbirliği geçmişine sahiptir. Diğer savunma alımları arasında 25 J-10C uçağı, Wing Loong II silahlı insansız hava araçları ve sekiz Hangor sınıfı saldırı denizaltısı yer alıyor.

Yaptırımların Pakistan’ın balistik füze programı üzerinde hemen bir etkisi olmayabilir ancak uzmanlar Pakistan’ın Çin ile savunma işbirliğinin ileride önemli engellerle karşılaşabileceği konusunda uyarıyor. Nikkei’ye konuşan Wilson Center Güney Asya Enstitüsü Direktörü Michael Kugelman, “Pakistan’ın Çin ile özel bir savunma ilişkisi var ve Pekin’in cezalandırıcı ABD önlemleriyle hedef alınmaya devam etmesi halinde füze geliştirme ihtiyaçları için başvurabileceği başka bir ortağı yok” dedi.

Gelecekteki etkileri

Yaptırımlar Pakistan ve Çin arasında gelecekte yapılacak işlemleri zorlaştırabilir. King’s College London’da kıdemli araştırmacı olan Ayesha Siddiqa, ABD dolarının küresel hakimiyetinin Çinli firmaları kısıtlamalara uymaya zorlayabileceğini vurguladı. Siddiqa, “Bu hakimiyet Çinli firmaları gelecekte Pakistan ile iş yaparken daha temkinli olmaya zorlayabilir” dedi.

Uzmanlara göre, Washington’un eylemleri Pakistan’ı tırmanan ABD-Çin rekabetine daha fazla dahil edebilir. Kugelman, “ABD’nin Çin’in füze endüstrisine uyguladığı amansız yaptırımlar, Pekin’in İslamabad’ın uzun süredir bel bağladığı silah türlerini sağlamasını zorlaştırırsa, uzun vadede Pakistan-Çin savunma ilişkileri çok pratik nedenlerden dolayı zorluklarla karşılaşabilir” dedi.

Çin’in ABD yaptırımları nedeniyle daha az erişilebilir hale gelmesi durumunda Pakistan alternatif tedarikçiler aramak zorunda kalabilir, ancak bu uzun bir süreç olabilir. Kugelman, Pakistan’ın nükleer silahların yayılması konusundaki geçmişinin de savunma işbirliğine girmeye istekli yeni ortaklar bulmayı zorlaştırabileceğini belirtti.

Ayesha Siddiqa, ABD’nin yaptırımları muhtemelen Hint-Pasifik müttefiklerini düşünerek uyguladığını söyledi ve “ABD bölgedeki ortaklarını balistik füze saldırıları tehdidine karşı güvence altına almak ve konsolide etmek istiyor” diye ekledi.

Okumaya Devam Et

ASYA

Japonya’nın güvenlik geleceği: ‘Asya NATO’su’ önerisi ve SOFA revizyonu

Yayınlanma

Japonya Liberal Demokrat Partisi (LDP) yeni başbakanı seçmek için dokuz adayı kamuoyu önünde münazaraya çıkardı. Adaylar, ekonomik büyüme, güvenlik sorunları ve siyasi reformlar gibi konuları ele alarak görüşlerini paylaştı.

Adaylar içerisinde en dikkat çeken söylem ise kıdemli aday Shigeru Ishiba’nın Japonya’nın ANZUS’a katılmasıyla başlayarak Asya NATO’su kurulması çağrısında bulunması oldu.

Daha önce düzenlediği basın toplantılarında Ishiba, “NATO’nun Asya versiyonunu” yaratma ve Japonya-ABD Güçlerin Statüsü Anlaşması’na eşitlik getirme arzusunu sıkça dile getirmişti. Ishiba toplantı esnasında sıkça Ukrayna meselesine değinirek, “Ukrayna’da caydırıcılık neden işe yaramıyor. Çünkü orada bir resmi bir NATO varlığı yok” ifadesini kullandı.

Ishiba, 2002-2004 yılları arasında Başbakan Junichiro Koizumi kabinesinde Japonya Savunma Ajansı Genel Müdürü olarak görev yaptı. Ardından 2007-2008 yılları arasında Yasuo Fukuda yönetiminde Savunma Bakanı olarak 1 yıl görevde kaldı. LDP içerisinde kıdemli isimlerden olan Ishiba, Japonya’nın pasifist anayasal savunma stratejisinden vazgeçmesi gerektiğini düşünen isimlerden.

9 adayla birlikte çıktıkları münazarada, diğer adayların ekonomi ve kalkınma planlarına dair planlamaları ön plana çıkarken Ishiba, “Asya’nın güvenlik yapısı, mevcut ilişkilerin ve değer sistemlerinin etkisiyle giderek değişiyor. Bu durum, uluslararası işbirliği ve meşru müdafaa kavramlarını yeniden düşünmemizi gerektiriyor” dedi.

Güvenlik politikasıyla ilgili olarak Genel Sekreter Toshimitsu Motegi, eski Genel Sekreter Shigeru Ishiba’nın savunduğu “NATO’nun Asya versiyonunun” gerçekçi olmadığına dikkat çekti. Ishiba, ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda’yı göz önünde bulundurarak, “Benzer ortamlara sahip ülkelerle başlamak teorik olarak mümkün” diye yanıt verdi.

Ardından Motegi bu durumun parti gündeminden bağımsız ve Anayasal bir süreç olduğunu hatırlatarak, “NATO’nun Asya versiyonunun kurucusunun Ishiba olacağını düşünüyorum. Her ne kadar NATO’nun özü önerilmiş olsa da üye ülkeleri dış saldırılardan korumaya yönelik bir sistemden bahsediliyor. Kolektif güvenlik ve meşru müdafaa hakkı giderek LDP’ye bağımlı hale geliyor. Bu kapsamlı çalışma Anayasa ile ilgilidir. Evet, Asya farklı değer sistemlerine sahip bir kıta. Avrupa’dan çok farklı özellikle. Örneğin Çin ile olan ilişkilerimiz ve konumlarımız farklı bir boyutta. İlişkilerde ilerleyen süreci idame ettirecek bu söylemin olgunlaşıp olgunlaşmadığını merak ediyorum. Öte yandan Singapur, Tayland ve Hindistan bu gruba dahil edilecek mi? Ben de bunun gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Ne düşünüyorsunuz Bay Shiba, lütfen cevap verin?” sözleri ile çıkıştı.

Ishiba, Asya’da kolektif güvenlik anlayışının, ülkelerin ilişkilerini etkilediğini bu durumun, bölgesel güvenlik mekanizmalarının nasıl şekilleneceği konusunda belirsizlik yarattığını savunarak, “Kolektif güvenliğin simgesi olan Birleşmiş Milletler’dir. Fakat Birleşmiş Milletler güçlerine katılıp güç kullanmak mümkün mü? Meşru müdafaa hakkından farklı bir kavram olduğundan Asya NATO’su versiyonunu savunuyorum. Anayasa tartışması da dahil olmak üzere her şeyi açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Bunun tamamen farkındayım. Peki hangi ülkeler dahil olacak? Bu ancak Asya-Pasifik bölgesinde Japonya ve ABD, ABD-Kore Güvenlik Anlaşması, ANZUS Anlaşması ve Birleşik Krallık bünyesindeki Beş Göz İttifakı gibi çeşitli güvenlik mekanizmaları var. Evet, bunları birleştirmenin en erken yolu AZUS’a Japonya’nın eklenmesidir” diye konuştu.

Japonya ve ABD arasındaki ittifak, Asya-Pasifik bölgesinde güvenlik dinamiklerini belirleyen önemli bir faktör. Bu durum, diğer Asya ülkeleriyle işbirliğini artırma ihtiyacını doğuruyor. Öyle ki Ishiba’nın “Japonya kolektif güvenliğin simgesidir” söylemi bölgede Çin ve Rusya’yı çevreleyecek merkez üssünü Japonya’da tesis ederek, ABD ile Asya-Pasifik’te hegemonya kurma çabalarını gösteriyor. Ishiba, Abe kabinesinde Genel Sekreterlik görevindeyken, söz konusu anayasal değişikliler için yol açılması gerektiğini savunuyordu.

Ayrıca Ishiba, ABD’nin Japonya’daki askeri operasyonlarına ilişkin kuralları belirleyen SOFA’yı (Statute of Forces Agreement) revize etmeyi değerlendireceğini duyurdu.

Anlaşma, Japonya-ABD Güvenlik Anlaşması’nın 1960 yılında revize edilmesiyle imzalanmış ve değişikliğe uğramadan kalmıştır.

Japonya’da pek çok kişi, özellikle ABD askeri personelinin karıştığı kazalar ve suçlar söz konusu olduğunda SOFA’yı “eşitsiz ve işgalci” olarak nitelendiriyor.

Ishiba, LDP başkanı ve dolayısıyla başbakan olarak Japonya’nın Öz Savunma Kuvvetleri’ni eğitmek için ABD’de bir üs kurmayı hedeflediğini söyleyerek iki ülkenin askeri açıdan daha yakın ilişkilerde olması gerektiğinin altını çizdi.

Daha sonra SOFA’nın, ABD’de böyle bir Japon askeri üssünün kurulması halinde kurulacak anlaşmayla aynı seviyede olması gerektiğini savundu.

Ishiba, “SOFA’yı revize edeceksek, ittifakı güçlendirecek ve bölgesel güvenlik ortamını iyileştirecek bir şey olmalı” dedi.

Okumaya Devam Et

ASYA

ABD heyeti Bangladeş’in yeni yönetimiyle görüştü, reform çağrısı yapıldı

Yayınlanma

Bangladeş’in yeni geçici hükümeti, geçtiğimiz ay protestolar sonucu uzun süredir başbakanlık görevini yürüten Şeyh Hasina’nın devrilmesinin ardından ilk önemli diplomatik toplantısını “sıfırlama, reform ve yeniden başlatma” çağrısıyla tamamladı.

Geçici lider Nobel ödüllü bankacı Muhammed Yunus ve diğer yetkililer pazar günü başkent Dakka’da, ABD hükümetinin Güney Asya’dan sorumlu dışişleri bakan yardımcısı Donald Lu ve Hazine Bakanlığı’nın uluslararası finanstan sorumlu müsteşar yardımcısı Brent Neiman’ın da aralarında bulunduğu altı kişilik bir heyetle görüşmelerde bulundu.

Lu, ocak ayındaki seçimlerden önce de dahil olmak üzere birçok ziyaret gerçekleştirdiği Güney Asya ülkesinde tanınan bir isim.

Bu hafta sonu yapılan üst düzey görüşmelerde Yunus, ekonominin yeniden canlandırılması ve seçim sistemi, yargı ve polis gibi kilit kurumlarda reform yapılması da dahil olmak üzere pek çok söz verdi.

“Yolsuzluk batağına saplanmıştık” diyen Yunus, yetkililerin ‘sıfırlama, reform ve yeniden başlatma’ için çaba göstereceğini de sözlerine ekledi.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2023 Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 180 ülke arasında 149. sırada yer alan Bangladeş, milyarlarca dolarlık kayıp devlet fonlarını geri almak için FBI ve Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nden (UNODC) yardım istedi.

Yunus’un finans danışmanı Salehuddin Ahmed pazar günü gazetecilere yaptığı açıklamada, çalınan paranın ülkesine geri gönderilmesi konusunda ABD heyetiyle görüşmeler yapıldığını söyledi. Yeni hükümet, son 15 yılda, özellikle ticari yanlış faturalandırma ve hundi olarak bilinen gayri resmi bir para transferi ağı yoluyla yaklaşık 100 milyar doların yasadışı olarak ülke dışına çıkarıldığını iddia ediyor.

ABD, Bangladeş’e yönelik yaklaşımını neden değiştirdi?

ABD’den destek sözü

ABD heyeti pazar günü yaptığı açıklamada Bangladeş’in kapsayıcı ekonomik büyümesini ve kurumsal reformlarını destekleyeceğini belirterek ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) aracılığıyla 202 milyon dolarlık ek yardım sözü verdi.

Bu, USAID’in 2026 yılına kadar Bangladeş’e 954 milyon dolar yardım sözü verdiği ve bunun 425 milyon dolarının halihazırda ödendiği 2021 anlaşmasının ardından geldi.

ABD heyetinin ziyaretiyle eş zamanlı olarak Dünya Bankası ve Asya Kalkınma Bankası da pazar günü Bangladeş’e bankacılık ve finans sektörlerindeki reformları desteklemek üzere 2,5 milyar dolar kredi sağlayacaklarını açıkladı.

Dünya Bankası toplam miktarın 1 milyar dolarını tahsis ederken, ADB de 1,5 milyar dolarlık katkıda bulunacak.

Bangladeş geçen yıl Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) 4.7 milyar dolarlık bir kurtarma paketi talep etti ve şimdi de tükenen döviz rezervlerini doldurmak için 5 milyar dolar daha istiyor.

ABD merkezli jeopolitik köşe yazarı Shafquat Rabbee pazar günkü toplantılarla ilgili olarak “Üst düzey bir heyet Yunus hükümetine, özellikle de Bangladeş’in acilen ihtiyaç duyduğu önemli ekonomik yardım konusunda önemli bir destek sinyali verebilir” dedi.

Dakka’daki ABD büyükelçiliği, önemli bir giyim ihracatçısı olan Bangladeş’teki Amerikan şirketlerinin önemli varlığına vurgu yaparak, sosyal medyada “doğru ekonomik reformların yapılması halinde” ülkenin “ticaret ve yatırım yoluyla büyüme potansiyelini” ortaya çıkarabileceğini söyledi.

Dakka’daki Jahangirnagar Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Shahab Enam Khan Nikkei Asia’ya yaptığı değerlendirmede, ABD heyetinin mesajının, Washington’ın Bangladeş gibi Hint-Pasifik’te yükselen jeopolitik oyuncularla süregelen angajmanını yansıttığını söyledi.

Bangladeş’te Muhammed Yunus geçici lider olarak görevi devraldı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English