Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘Emperyalizm çöküyor ancak eleştirmek yetmez biz alternatif bir dünya sunmalıyız’

Yayınlanma

18-21 Nisan tarihleri arasında Afrika, Latin Amerika ve Karayipler, Asya, Orta Doğu ve Avrupa’dan yüzlerce örgüt ve toplumsal hareket, toplumsal örgütlerin bugün karşı karşıya olduğu sorunları, tehlikeleri, alternatifleri, mücadeleleri ve en önemli konuları tartışmak üzere Venezuela’nın Caracas kentinde bir araya geldi. Konferansa bölge liderleri de eşlik etti. Bu çerçevede, onların kolektif deneyimlerinin yanı sıra, bize dünyanın bugün içinde bulunduğu duruma ilişkin genel bir bakış sunan ve aynı zamanda ‘çökmekte olan hiper emperyalizm’ olarak nitelendirdiği durumla yüzleşmek için sahip olduğumuz alternatifleri anlatan Hindistanlı entelektüel Vijay Prashad’ı dinleme ve öğrenme fırsatı yakaladık.

Solda Vijay Prashad, sağda Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar

‘Filistin’deki soykırım günümüz dünyasının barbar karakterini gösterdi’

Filistin’de yaşanan dramı nasıl tanımlarsınız?

Son derece barbar bir dünyada yaşıyoruz. Bugün dünyaya hakim olan barbarlık, apartheid devleti İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırım savaşının barbarlığı akıl almaz. 20 yıl önce, Amerikan emperyalizminin Irak halkına karşı barbarlığı, esasında yasa dışı bir savaş, Birleşmiş Milletler tüzüğünün ihlali. Belki 2 milyon insan öldürüldü, yerinden edildi, yaralandı. O savaştan etkilenmeyen tek bir Iraklı aile kalmadı. Şimdi Gazze’de en az 300 aile tarihten silindi. 300 ailenin soyadları ileriye taşınamayacak. İsrail bombardımanının acımasızlığı işte budur.

Esasında bu bombardımanın acımasızlığı oldukça çarpıcı. Savaş bölgesine gitmemiş insanlara savaşın ne kadar çirkin olduğunu anlatmak zor. Savaş gürültülüdür. Çok fazla gürültü vardır. Modern dönemde savaş çirkindir, zira yıkılan binalardan çok sayıda zehirli kimyasal madde çıkar. Ve bu kimyasallar nesiller boyu insanları zehirledi. ABD; Felluce’de, Ramadi’de, Irak’ta seyreltilmiş uranyum kullandı. Irak’ta çocuklar hala bu seyreltilmiş uranyumdan kaynaklanan kusurlarla doğuyor. İşte emperyalizmin vahşeti, barbarlığı budur. Bu Monroizm’in tutumudur.

Monroizm barbarlıktır. Acımasızdır. Bazen emperyalizm kelimesi emperyalizmin gerçekte ne kadar vahşi olduğunu, sıradan insanların hayatlarına karşı ne kadar acımasız, ne kadar barbar, ne kadar düşüncesiz olduğunu duygusal olarak yakalayamıyor. Gazze’de muhtemelen 50 bin insan öldürüldü. Kayıp 7 bin kişi var, bunların 5 bini çocuk. Gazze’de 15 bin çocuk öldü. Bir nesil yok oldu. İşte emperyalizmin acımasızlığı, vurdumduymazlığı budur.

‘İran’ı doğrudan hedef alamadılar’

İsrail saldırılarının çerçevesini diğer Orta Doğu ülkelerine doğru genişletmeye çalışıyor. Biliyorsunuz İran’ı hedef aldılar ve İran karşılık verdi. Sizce Gazze’deki savaş yayılacak mı?

İsrail, Filistin halkına karşı acımasız bir soykırım savaşının ortasında. Ve savaşı genişletmek isterken, İran halkı ve Orta Doğu’daki diğer halklar İsrail’in bunu İranlılara karşı yapamayacağını söylemek için ayağa kalktı.

İsrailliler bunu bildikleri için Suriye’deki, Şam’daki İran büyükelçiliğine saldırdılar ve İran’ın İsrail’i askeri olarak vurmak zorunda kalmasının nedeni buydu, zira ilk İsrail, Suriye’de yasa dışı bir şekilde İran büyükelçiliğini vurmuştu.

Umarım bu savaş, belki Türkiye de dahil olmak üzere diğer bölge ülkelerini de kapsayacak şekilde hızlanmaz. Umarım ortalığı sakinleştirebilir, ateşkes sağlayabilir ve Filistinlilerin toparlanmasına imkan sağlayabiliriz. Önceliğimiz bu.

‘ABD ve Batılı müttefikleri yalnızca tehlikeli değil, aynı zamanda çökmüş durumda’

Konuşmalarınızda ve yazılarınızda ‘hiper emperyalizm’den bahsediyorsunuz.  Bu ifade ne anlama geliyor?

Biz hiper emperyalizm terimini bu barbarlığın bir kısmını yakalamak için kullanıyoruz. Gördüğünüz üzere ABD tarafından ortaya konan hiper emperyalizm tehlikeli ve çökmekte olan bir şeydir. Hem tehlikeli hem de yozlaşmıştır. Hiper emperyalizmin tehlikesini ve çöküşünü fark etmemizin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Küresel askeri harcamaların yüzde 75’i ABD, NATO müttefikleri ve Japonya ve Güney Kore gibi yakın NATO müttefikleri tarafından yapılıyor.

Bunu insanların Çin’in ve Rusya’nın bir tehdit olduğunu söylediğinde aklınızda tutmanızı istiyorum. Ne söylüyorlar? Çin bir tehdit mi? Bu gerçekçi bir ifade değil. Çin dünya askeri harcamalarının yüzde 10’unu elinde tutuyor. ABD ve müttefikleri, dünya askeri harcamalarının yüzde 75’ini elinde tutuyor. Çin nasıl bir tehdit olabilir? Rusya nasıl bir tehdit? Venezuela nasıl bir tehdit? Küba nasıl bir tehdit? Gerçek tehdit ABD’dir.

Şu anda gezegene dönük tek bir tehdit söz konusu ve bu tehdit, ABD ve yakın Avrupalı müttefiklerinin başını çektiği hiper emperyal yapı. Gerçek tehdit budur. Gezegende sahip olduğumuz tek terörist ABD hükümeti ve İsrail de dahil olmak üzere yakın müttefikleridir. Teröristler, tek teröristler onlardır. Bugün gezegenimizin karşı karşıya olduğu en büyük tehdit budur.

Ama bundan daha kötüsü de var. Bu tehlikeli, evet, ama sadece tehlikeli olmaktan daha kötü. Bundan çok daha kötü. Aynı zamanda yozlaşmış. Batı’ya liderlik eden insanlara bakın: Başkan Joe Biden (ABD), Şansölye Olaf Scholz (Almanya), Başbakan Rishi Sunak (İngiltere), Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (Fransa), bu insanlardan hiçbiri dünyanın herhangi bir yerindeki insanların saygısını kazanmış değil. Nasıl oluyor da bu muazzam zenginliğe sahip ülkeler bir tane bile akıllı dünya lideri çıkaramıyor?

Küresel Kuzey’in her bir liderinin vasat olması nasıl mümkün olabiliyor? Görüyorsunuz, mesele Biden’ın yaşı değil. Son derece aklı başında 80 yaşında, 90 yaşında bir sürü insan var. Mesele yaş değil. Donald Trump’ın acımasız tavırlarıyla da ilgili değil. Dünyada pek çok acımasız insan var. Hepsi de Donald Trump gibi değil.

Mesele görmediğimiz Olaf Scholz da değil. Olaf Scholz sahneye çıktığında, sanki bir gölge gibi. Varlığı bile yok, en azından Angela Merkel’in bir kişiliği vardı. Olaf Scholz’un bir kişiliği bile yok. Fransa nasıl oldu da Emmanuel Macron’u çıkardı? Burası Fransız Devrimi’nin ülkesi. Paris Komünü’nün ülkesi. Jean Paul Sartre gibi filozofların ülkesi.

‘Avrupa ve ABD’nin bir projesi yok, yeni fikirleri, çözümleri yok’

Görüyorsunuz Avrupa artık filozof üretmiyor. Bugün Almanya’da Hegel yok. Fransa’da Sartre yok. ABD’de gerçek entelektüeller üretilmiyor. Sorun Biden çağında. Schulz’un kişiliksizliği. Sorun, bir projelerinin olmaması. Ne yaptıklarını bilmiyorlar. Beşeriyetin ikilemlerini anlamıyorlar. Yoksulluğun nasıl aşılması gerektiğini anlamıyorlar.

Çocuklarımızı eğitmek ya da dünyaya yardım etmek için gerçek bir projeye sahip olmanın ne anlama geldiğini anlamıyorlar. Kovid pandemisi sırasında küresel Kuzey’in tamamen çöktüğüne şahit olduk, ancak Kovid pandemisinden önce, 2008’deki mali krizden sonra, bu uzun vadeli depresyonda asla iyileşemediler, küresel Kuzey’in evsizlik gibi şeylerle, ırkçılık, homofobi ve benzeri şeylerle mücadelesini izledik.

ABD ve Avrupa’nın bir projesi yok. Yeni fikirleri yok. Bu anlamda çökmüş durumdalar. Yalnızca tehlikeli değiller, aynı zamanda çökmüş durumdalar. Hiper emperyalizm tehlikelidir. Evet, öyle. Artık nasıl köprü kuracaklarını bilmiyorlar. Bu köprüleri nasıl havaya uçuracaklarını biliyorlar. Hiper emperyalizm tehlikelidir, ama aynı zamanda yozlaşmıştır da. Köprüyü havaya uçurabilirler. İnşa etmeyi sevmiyorlar. Köprü inşa etmek için halkın elinde para yok. Artık nasıl okul yapılacağını bilmiyorlar. Artık eğitimin ne olduğunu bilmiyorlar. Sağlık hizmetlerinden anlamıyorlar. Hiper emperyalizmin çökmekte olan yönü bizim açımızdan çok önemli.

Önemli, çünkü dünyayı ikna etmeye çalışıyorlar, çünkü bir projeleri yok, bir gelecekleri yok. Dünyayı, sahip olduğunuz şeyin sahip olduğunuz şey olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Şu anda sahip olduğunuz şey sonsuza kadar sahip olacağınız şeydir. Hiçbir şey geliştirilemiyor. Şu anda sahip olduklarınız için şanslı olmalısınız. Zira daha kötüsü de olabilir. Çöküş içindeler, zira insanlara sunacakları bir gelecek yok.

‘Eleştirmek yetmez, bir projemiz olmalı’

Peki çökmekte olan Batı’nın sunduklarına alternatif sunulabilir mi? Siz bir alternatif görüyor musunuz?

İnsanlara inanan bizler, bir gelecek ihtimaline inanan bizler için sadece emperyalizmi eleştirmek yeterli değil. Sadece küresel Kuzey’deki dünya liderlerinin tehlikesini ve çöküşünü eleştirmek de bizim için yeterli değil.

Biz eleştirme konusunda epey iyiyiz. Biz en iyi anti-kapitalist eleştirmenleriz. Onlara nasıl hayır diyeceğimizi biliyoruz. Onlarla nasıl mücadele edeceğimizi biliyoruz. Ancak dünya çapında en büyük hareketi inşa etmek istiyorsak, insanların evet, bir projemiz olmalı diyebilecekleri bir şeye sahip olmalıyız.

İnsanların iyimserlik inşa etmesini sağlamalıyız. İyimser olmamız lazım. Demek istediğim, insanların yalnızca gelecek için iyimser olması değil. Ama bizim projemiz konusunda da iyimser olmaları gerekiyor. Sosyalizmin mümkün ve gerekli olduğuna inanmaları gerekiyor. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu söylemek yeterli değil. Sosyalizmin gerekli olduğunu söylemek zorundayız. Sosyalizm sadece gerekli değil, aynı zamanda mümkün de.

Dünyanın dört bir yanından insanların bir barış ve kalkınma platformunda bir araya gelmesi ve savaşı reddetmesi son derece önemli. Yoksulluk sorunlarını, eğitim eksikliği sorunlarını, sağlık desteği eksikliği sorunlarını çözmemiz gerekiyor. Bu sorunları çözmemiz gerekiyor. Tüm zenginliğimizi savaşa harcamamalıyız. İşte bu yüzden bir araya gelmemiz son derece önemli.

Venezuela, Hugo Chavez’in devlet başkanı adayı olarak ortaya çıktığı 1998 yılından bu yana büyük bir mücadelenin ortasından bu yana, dünyanın farklı olabileceği ve şu anda karşı karşıya olduğumuz sorunların üstesinden gelinebileceği konusunda ısrar ederek toprağa bir bayrak dikmişti. Ve böylece 1998’den bu yana Venezuela, dünyanın dört bir yanından insanları bir araya gelmeye ve dünyanın sorunlarını çözme konusunda ciddi bir şekilde düşünmeye davet eden bir ülke oldu.

SÖYLEŞİ

‘Trump ABD’yi Suriye’den çıkarmak istiyor’

Yayınlanma

ABD Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Matthew Bryza Harici’ye konuştu: “Trump, ABD askerlerini Suriye’den çekmek istiyor ve bunu ancak Trump’ın NATO müttefiki Türkiye’nin genel durumu istikrara kavuşturabileceğinden emin olması durumunda yapacağını düşünüyorum.”

2001-2005 yıllarında Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Konseyi bünyesinde Avrupa ve Avrasya İlişkileri Direktörü olarak görev yapan Matthew J. Bryza, 2005-2009 arasında ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya’dan Sorumlu Müsteşar Yardımcısı olarak görev yürütmüştür. Şubat 2011-Ocak 2012 arasında ABD’nin Azerbaycan Büyükelçiliği görevini üstlenen Bryza, Washington DC merkezli bir düşünce kuruluşu olan Jamestown Foundation’ın Yönetim Kurulu üyesidir.

Matthew Bryza, Rusya-Ukrayna savaşı, Suriye ve Orta Doğu’daki gelişmeler, ikinci Trump dönemine ilişkin beklentiler ve Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişimine dair Harici’den Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Türkiye’nin Suriye’deki YPG/PKK’yı ortadan kaldırmaya çalışacağını düşünüyorum’

Dünyada, ABD’de, Suriye’de pek çok gelişme oluyor. Rusya ve Ukrayna arasında da gelişmeler oluyor. Slovakya Başbakanı Fico Moskova’daydı. İlk kez bir Avrupa lideri Moskova’yı ziyaret etti ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü. Yani çok fazla gündemimiz var ama önce Suriye ile başlayalım. Gelişmeleri tekrarlamama gerek yok, zaten çok farkındasınız ve yakından takip ediyorsunuz. Son durum hakkındaki görüşünüz nedir?

İlk ve en önemlisi, her şeyin ne kadar çabuk çözüldüğü şaşırtıcı. Ben bunun İran’ın ne kadar zayıfladığının ve Hizbullah’ın İsrail tarafından nasıl yok edildiğinin veya neredeyse yok edildiğinin göstergesi olduğunu düşünüyorum. İran, Suriye’de İsrail tarafından çok sert bir şekilde vuruluyordu ve Rusya çok zayıftı. Rusya, Ukrayna’ya karşı sürekli savaşmaya odaklanmıştı. Böylece Esad rejiminin normal, olağan destekçileri, yani İran ve ardından Hizbullah ve Rusya, Esad’a yardım etmek için orada değildi. Aslında bence çok zayıf değillerdi. Bence en azından Tahran, Moskova ve Ankara da Esad’ın muhalefetle müzakere etmeyi reddetmesinden bıkmıştı.

Biz bunu biliyoruz, değil mi? Aşağı yukarı olarak iki yıl önce Ankara, Şam’la ilişkileri normalleştirmeye çalışıyordu ve Esad buna direniyordu. Bu yüzden ilk şey şu ki, şükürler olsun ki bu korkunç işkence rejimi bitti. Ne kadar çabuk gerçekleştiğine şaşırdım. Ve birçok kişi için İran ve Rusya’nın ne kadar zayıf olduklarının ortaya çıkması şaşırtıcı oldu. Bunlar bu ülkeler için büyük stratejik gerilemeler. Ama benim için Türkiye’de otururken en önemli şey, bu ülkenin potansiyel olarak iktidarı belirleyici olmasıdır.

Ankara’nın HTŞ’yi saldırıya teşvik ettiğini düşünmüyorum ama saldırı başladıktan sonra Türkiye’nin bunu desteklediğini ve kuzeyde YPG/PKK’yı Fırat’ın doğusuna taşımak ve Menbiç’i kurtarmak için bundan yararlandığını düşünüyorum. Bu, uzun zamandır Ankara’nın planıydı ve şimdi Suriye Ulusal Ordusu ile birlikte, bence Türkiye’nin Suriye’deki YPG/PKK’yı ortadan kaldırmaya çalışacağını düşünüyorum ki bu da devasa bir değişiklik.

‘Trump Suriye’yi ABD için stratejik önemde görmüyor’

Dışişleri Bakanı Fidan ve Ahmet El Şara birlikte ortak bir basın toplantısı yaptılar ve asıl fikir YPG’nin varlığını sona erdirmesi. ABD’nin bu konudaki tutumu ne olacak? Çünkü Türkiye için ana konu YPG’den bahsederken, ABD’nin bu grubu desteklemeye devam ettiğini biliyoruz, onların IŞİD’e karşı ortakları olduğunu söylüyorlar. Bu Türkiye için bir koşul ve de yeni Suriye geçici hükümeti için bir koşul. Trump’tan ne bekliyorsunuz? Ne diyecek?

Şam düşmek üzereyken o zaten bunu söyledi: ABD’nin bunun dışında kalması gerektiğini, bu mücadelenin ABD’nin mücadelesi olmadığını ve aslında uzun bir süre, başkanlığı boyunca ABD’nin Suriye’den birliklerini çekmesini istediğini belirtti.

Suriye’de 900 Amerikalı Deyrizor’da tutmaya ikna edildi, bu arada bu sayı 2000’e çıktı. Bunu geçen hafta duyurdu ama açıkça Trump ABD birliklerini ülkeden çıkarmak istiyor ve Suriye’nin Amerika Birleşik Devletleri için stratejik olmadığına inanıyor; en azından pek çok kişinin sandığı kadar önemli değil. Suriye’nin Türkiye, İran veya Rusya için stratejik olarak önemli olduğu kadar (ABD için) önemli olmadığını varsayıyor. Bu yüzden sanırım Suriye’deki ABD üslerini kapatıp onları oradan çıkarmak konusunda istekli olacak ama bir numaralı endişesi şu: IŞİD veya Türkiye’de adlandırıldığı gibi DEAŞ. Ve evet, Biden Yönetimi’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, ABD’nin sözde Suriye Demokratik Güçleriyle yani YPG ile çalışmaya devam etmesi gerektiğini söyledi.

IŞİD militanları ve ailelerinin tutulduğu hapishaneleri işletmek ve içeride tutmak için… Ben bunun için bir neden göremiyorum. Bu görevin neden YPG tarafından yürütülmesi gerekiyor? HTŞ, birlikte bunu yapabileceğimizi söyledi. HTŞ geçmişte IŞİD veya DEAŞ ile savaştı ve eğer HTŞ sizin dediğiniz gibi yetenekli bir ordu geliştirirse, bu YPG olmayacak ama tüm milislerin silahlarını bırakması gerekecek ve tüm ülke için bir Suriye Ordusu olacak.

Geçmişte IŞİD veya DEAŞ ile savaşmış bir örgüt tarafından yönetilen ulusal bir ordunun, IŞİD teröristlerini ve ailelerini hapishanelerde tutma görevini yerine getiremeyeceğine dair prensipte hiçbir neden göremiyorum. Tüm bunlar söylendikten sonra, çok şey Washington ile Şam’daki yeni liderler arasındaki ilişkilerin nasıl gelişeceğine bağlı. Ancak Başkan Trump’ın tüm ABD birliklerini oradan çekmek isteyeceğini ve ABD’nin giderek temelde HTŞ etrafından şekillenen yeni Suriye hükümetine IŞİD konusunda daha fazla güvenebileceğini umuyorum.

IŞİD’in veya DEAŞ’in önümüzdeki haftalarda nasıl davranacağına bağlı ve kendilerini yeniden oluşturmaya çalıştılar. Bu yüzden bazı ABD askeri eski komutanları, ABD ve SDG’nin Suriye’de IŞİD’e karşı çok çalışması gerektiğini söylüyordu. Bu yüzden Washington’da bir tartışma var ama Trump’ın tartışmayı kazanacağını biliyorum. O başkan ve bence o da kazanmak ve ABD askerlerini oradan çıkarmak istiyor.

‘HTŞ, Türkiye sınırının diğer tarafından maddi ve fiziksel destek almasaydı hayatta kalamazdı’

Bazı insanlar için dışarıda HTŞ devrim savaşçıları veya kahramanlar. Bazı analistler içinse CIA tarafından büyütülüyorlar veya bir Amerikan veya İngiliz istihbarat teşkilatı bu grubu besliyor. HTŞ hakkında çok fazla farklı senaryo var, bazıları bu hızlı başarının arkasında ABD ve İsrail var diyor. Ancak şimdi Bakan Fidan’ın Şara ile birlikte Şam’da olduğunu görüyoruz, Türkiye’nin desteği olduğunu anlıyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz?

Temelde birinin ABD’nin HTŞ’yi bir şekilde organize ettiğini söylemesi aptalca. ABD tarafından hâlâ bir terör örgütü olarak tanımlanıyor ve geçen hafta Dışişleri Bakanlığından üst düzey kişilerin Şam’a ziyareti gerçekleşti. Bu zamana kadar Şara’yı öldürecek olan herhangi biri için 10 milyon dolarlık bir ödül vardı, ancak bu ödül artık kaldırıldı. Kaldırılmasının sebebi ise ziyarette yapılan iyi bir konuşma oldu ve eski meslektaşım, Yakın Doğu veya Orta Doğu Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf, “Tartışmanın ne kadar yapıcı olduğuna memnuniyetle şaşırdım” dedi. Şara’nın, önceki adıyla Colani’nin, her kesimi temsil eden bir hükümet ve azınlık haklarına saygı duyulan bir yapı için hazır olduğunu düşünüyorum.

Böyle bir organizasyon genelde terörist bir grup olarak tanınmaz ve liderini öldürene 10 milyon dolar ödül teklif edilmez. Daha önce de söylediğim gibi, Ankara’nın HTŞ’yi saldırıyı başlatmaya teşvik ettiğine inanmıyorum. Ancak elbette Ankara yıllar boyunca bir miktar destek teklif etti. HTŞ, Türkiye sınırının diğer tarafından maddi ve fiziksel destek almasaydı hayatta kalamazdı. Ancak HTŞ ile Suriye Milli Ordusu’ndaki milisler arasında her zaman bir gerginlik vardı ki Türkiye SMO’yu da aktif olarak destekliyordu. Oradaki Suriye Milli Ordusu, İslamcıların ve laiklerin bir karışımıdır; Esad rejiminin eski askerleri ve etnik azınlık kabile milislerinden oluşur. Bu nedenle kesinlikle Türkiye tarafından destekleniyorlardı, ancak HTŞ Ankara’dan asla doğrudan böyle bir destek almadı.

Peki neden şimdi oldu? Bunun bir fırsat anı olduğunu söyledik ve daha önce tartıştık: Rusya’nın zayıf ve dikkatsiz olduğu, İran’ın zayıfladığı ve Hizbullah’ın neredeyse öldüğü bir dönemde, herkes Esad’ın üç destekçisinin de muhalefetle müzakere etmemesinden bıktığı ve usandığı bir fırsat anıydı. Bu yüzden tam zamanıydı; Esad rejiminin çöküşü gerçekleşti ve Esad herkes kadar şaşırmıştı. Ancak Rusya’nın Esad’ı koruyabilmeyi tercih edeceğini düşünüyorum, tıpkı İran’ın yapacağı gibi, ancak bunu başaramadılar. Günün sonunda vekillerine veya diğer gruplara sinyal göndermemesi, “sizin yanınızda olmayacağız” anlamına geliyor.

Bu arada İsrail’den bahsetmişken, elbette sorunuz İsrail’in Suriye’de İran ve Hizbullah’ı zayıflatmada büyük bir rol oynadığı yönünde. İsrail büyük bir rol oynadı, ancak Türkiye ile koordinasyon halinde değil.

‘İsrail işgal ettiği toprakları korumayı hedefliyor’

Şimdi ise İsrail Suriye’den işgal ederek daha fazla toprak elde etmeye çalışıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? HTŞ, işgal veya herhangi bir saldırı olduğunda İsrail’e karşı savaşmamaları ve bu konuda sessiz kalmaları sebebiyle de eleştiriliyor. Siz HTŞ ve İsrail ilişkisini kısa vadede nasıl görüyorsunuz?

HTŞ uluslararası alanda tanınmak istiyor, İslamcı teröre karşı olduğunu iddia ediyor -kendileri eskiden öyle olmasına rağmen. El Nusra Cephesi’ndeydi ve Şara’nın kendisi El Kaide ile savaşmıştı. Bu yüzden ilişkinin nasıl olacağını söylemek için henüz çok erken. Tıpkı Türkiye gibi İsrail bir fırsat gördü ve askerleriyle harekete geçti. Ancak, Ankara’nın Kuzey Suriye’yi işgal edeceğini veya kontrol etmeye çalışacağını sanmıyorum.

Yani kuzeydeki toprakları kontrol etmeye çalışacak. Kuzey Suriye’deki YPG/PKK’yı yok etmek için ne gerekiyorsa yapacak. Bu yüzden İsrail’in farklı bir dizi hedefi var. Golan Tepeleri’nde işgal ettiği toprakları korumak. Kendini 7 Ekim tarzı bir saldırıya karşı korumak. O toprakları işgali yasadışıdır, uluslararası hukuka aykırıdır, ancak bu durum ülke tarafından kabul edilmediği sürece geçerlidir. Bu topraklar üzerinde tanınan uluslararası bir otoritedir ve bunun üzerinde yargı yetkisi vardır.

Uluslararası hukukun ihlalidir ama Şara şu anda endişelenecek çok daha önemli şeyleri olduğuna inanıyordur. İsrail bu eylemi yaptı çünkü Şara ve HTŞ hiçbir şey yapamıyor. Yani Esad rejiminin silahlarının çoğunu İsrail görünüşe göre yok etti. Bu yüzden HTŞ’nin İsrail’in yaptıklarına karşı koyabileceğini sanmıyorum.

‘Trump, Erdoğan’ı beğeniyor ve seviyor’

Suriye’deki bu genel durumun Türk-Amerikan ilişkilerine yeni ne getireceğini düşünüyorsunuz?

Donald Trump’ın hoşuna gidecek bir gelişme olacağını düşünüyorum. Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı beğeniyor. Ona saygı duyduğunu açıkça belirtti, ama saygıdan da öte Erdoğan’ı seviyor. Biden yönetimi ilk geldiğinde birçok gazeteci bana Türk-ABD ilişkilerinde ne olacağını düşündüğümü sordu.

Ve ben de başlangıçta daha da kötüleşeceğini söyledim. Trump ve Erdoğan o kadar iyi anlaştılar ki, eğer bu bir matematiksel denklemse, o denklemin bir öğesini çıkarırsanız, o zaman o denklemin değeri daha düşük olur. Çünkü iki lider o kadar iyi anlaştılar ki, Trump’ın geri dönmesiyle, öncelikli olarak ilişkilerin iyileştirilmesini bekliyorum.

İkincisi, daha önce de söylediğimiz gibi Trump ABD askerlerini çekmek istiyor ve bunu ancak Trump’ın NATO müttefiki Türkiye’nin genel durumu istikrara kavuşturabileceğinden emin olması durumunda yapacağını düşünüyorum. Trump kendi başına tam bir pazarlıkçı olarak Türkiye ile Suriye’de işbirliği yapmak için bir anlaşma yapılması gerektiğini biliyor. Türkiye, YPG meselesini istediği gibi halletmeli.

Ve Trump bu yaklaşıma karşı herhangi bir direniş açıklaması yapmadı. “Öyle görünüyor ki Türkiye düşmanca bir devralma gerçekleştiriyor” dedi. Suriye ve Dışişleri Bakanı Fidan’ın dün söylediği gibi, ki Fidan bunu Trump’ın Erdoğan’a akıllı davrandığı, kurnaz davrandığı, fırsatı değerlendirdiği ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını güvence altına aldığı için yaptığı bir iltifat olarak algıladı.

Bu yüzden tüm sinyaller aklımda olumlu görünüyor. F35 sorusu var, hatırlayalım ki Trump Türkiye’yi F35 programından yasaklamak istemiyordu, danışmanları tarafından zorlandı ve Savunma Sanayii Başkanlığına yaptırım uygulamak istemedi, ABD Kongresi tarafından buna zorlandı. Daha fazla ABD askerinin ülkeden ayrılmasını ve Kuzey Suriye’nin Türkiye tarafından halledilmesini tercih ederdi.

‘Trump Türkiye ile ilişkileri daha iyi bir yola sokmayı hedefliyor’

Hatırladığım kadarıyla Fırat Kalkanı operasyonunu takip eden Zeytin Dalı operasyonundan sonra çok tepkiliydi. Türkiye’ye ve Türk politikacılara, savunma sanayi yetkililerine karşı çok tepkili ve çok olumsuz olduğunu hatırlıyorum. Ekonominizi mahvedeceğim dediğini hatırlıyorum. Bu noktaya gelmesi bir iki yıl sürdü; el sıkışmak ve pazarlık yapmak, normal ilişkilere devam etmek zaman aldı. Yani Türkiye ve ABD şu anda çok iyi bir konumda ve siz diyorsunuz ki çoğunlukla onun danışmanları yüzündendi.

Şimdi zaten kabinesinin çoğu açıklandı yani isimleri az çok biliyoruz. Bize biraz anlatır mısınız? İsimler hakkında yorumlarınız nedir? Yani kabinesini oluşturan isim seçimleri ve bunun Türkiye’yi nasıl etkileyeceği konusunda ne düşünüyorsunuz?

Yani dediğim gibi, önceki yönetiminde Trump, danışmanları tarafından Türkiye’yi F-35 programından yasaklamaya ikna edildi ve sonra da Kongre tarafından zorlandı, özellikle yaptırımların uygulanması için. Ama o dönem Trump’ın işinde kendini rahat hissetmediği başkanlık dönemiydi. Nasıl başkan olunacağını bilmiyordu, işi öğrenmemişti, başkan olmayı beklemiyordu. Bu sefer gerçekten yeniden seçilmek istiyordu ve şimdi nasıl çalışacağını biliyor, yeteneklerine güveniyor.

Bu yüzden bence danışmanlarının görüşlerine daha önce olduğu kadar bağımlı olmayacak. Danışmanları çoğunlukla Trump’ın tavsiyelerini takip etmek zorunda kalacaklar. Trump, onların tavsiyelerini alıp istediği eylem yolunu değiştirmek zorunda kalmayacak. Dışişleri Bakanı adayı Marco Rubio dış politika söz konusu olduğunda geleneksel bir Cumhuriyetçidir. Bu yüzden Rusya’ya ve Ukrayna’nın işgaline karşı serttir.

Rubio, Florida’da, özellikle New Smyrna’da çok sayıda Yunan Amerikalı seçmeni olmasına rağmen, Kuzey Suriye’deki terörizm konusundaki endişelerini gidermek için Türkiye’ye yardım çağrısında bulundu. Yani geçmişte oldu bu. ABD’nin Türkiye’ye daha fazla askeri yardım yapılmasına izin vermesi çağrısında bulunmuştu. Ve o da biliyorsunuz ki… Genel olarak bakıldığında görüşünde NATO’nun merkezde olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olan Türkiye’nin stratejik önemini değerlendirecektir.

Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, şu anda Temsilciler Meclisi üyesi, o da benzer şekilde dış politika konusunda geleneksel bir Cumhuriyetçi yani Rubio hakkında söylediğim her şey onun için de geçerli. Pete Hegseth, Savunma Bakanı adayı. Kendisi o kadar iyi bilinmiyor, o bir askerdi ve sonra Fox News’da yorumcu oldu. Büyük bir organizasyonu yönetme konusunda hiçbir deneyimi yok. Ve ABD Savunma Bakanlığı’nın dünyanın en büyük organizasyonu olduğunu iddia edebilirsiniz. Bu yüzden onu yönetebilecek yönetim uzmanlığına sahip olup olmadığı konusunda eleştirilerle karşı karşıya.

Son olarak önemli kişi, Ulusal İstihbarat Direktörü adayı olan Tulsy Gabbard.

ABD’deki tüm istihbarat teşkilatlarını denetleyen bir pozisyondur. Bunlardan çok sayıda var ama orada sadece CIA değil, aynı zamanda savunma istihbarat teşkilatı ve diğer birçok istihbarat teşkilatı da var. Yani, o bir Demokrat, başlangıçta başkanlığa aday olmuştu Hawaii’den bir Demokrat olarak. Ama son yıllarda Suriye konusunda gerçekten garip davrandı. Şam’a gitti ve Esad’la görüştü, Başkan Putin’e çok iltifat etti ve Ukrayna’yı işgalini destekledi. Bu yüzden çok fazla tartışmaya da yol açıyor.

Amerika sırlarını saklama konusunda güvenilmez olabilecek biri. Ama hiçbiri yani Rubio dışında kimse Türkiye hakkında pek bir şey söylemedi. Bu yüzden hepsinin Başkan Trump’ın yolunu izleyeceğini düşünüyorum ve daha önce de tartıştığımız gibi bence Başkan Trump en azından iki ülke arasındaki ilişkileri daha olumlu bir yola sokmayı ve belki de stratejik bir ortaklığın yeniden canlanmasını hedefliyor. Çünkü NATO’nun en büyük ordulara sahip iki üyesi onlar.

‘Zelenski de Putin de savaşı bitirmek istiyor’

Son olarak Trump’ın çok ünlü “Ukrayna’daki savaşı 24 saat içinde bitireceğim” açıklaması hakkında konuşalım. Bu mümkün mü? Trump’ın Başkan Putin’e sunacağı senaryolar neler? Bu savaşı nasıl bitirecek? Politikası ne olacak?

Evet, her zaman kendine güveniyor ve zaten bunun üzerinde çalışıyor ve onun etkisini gördüğümüzü düşünüyorum. Bu yüzden bence yaklaşımı hem Zelenski’ye hem de Putin’e baskı yapmak olacak. Son günlerde savaşı mümkün olduğunca çabuk bitirmek istediğini söyledi, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasından yana değil, ancak bunun birçok insanı şaşırttığını söyledi. ABD ve Avrupa Ukrayna’ya destek sağlamaya devam etmelidir. Ukrayna’nın gelecekte Rusya’ya karşı kendini savunabilmesi için ihtiyaç duyduğu kadar askeri destek verilmesini söyledi.

Yani daha spesifik olarak ben Trump’ın kesinlikle Rusya’nın bunu yapıp yapamayacağına dair görüşünü açıklamadığını düşünüyorum. Ukrayna’nın Kırım ve Donbas’taki topraklarını ve Zaporijya’daki diğer yerleri ve Herson’u da… Hatırlayabileceğiniz gibi Mart 2022’de Ukraynalılar ve Ruslar ilk olarak Antalya Diplomasi Forumu’nda ve daha sonra burada İstanbul’da buluştu. Bir teklif vardı. Rusya’nın Şubat 2022’den beri işgal ettiği tüm birliklerini geri çekmesi gerektiğini ve Ukrayna’nın NATO’ya katılmayacağını söyleyeceğini ve ardından Donbas ve Kırım’ın yasal statüsünün 15 yıl sonra konuşulacağını söyledi, yani bu konunun tartışılmasını geciktireceklerdi.

Sonucun buna benzer bir şey olacağını düşünüyorum. Rusya’yı Şubat 2022’den sonra işgal eden tüm birliklerini çekmeye ikna etmek zor olacak ama bu müzakere edilecek bir konu. Zelenski’nin savaşın sona ermesini giderek daha fazla istediğini düşünüyorum. Aylardır Rusya’nın barış görüşmelerinin bir sonraki turunda hazır bulunmasını istediğinden bahsediyordu.

Haziran ayında İsviçre’de yapılan bir tur vardı. Hem Rusya hem de Ukrayna, yaz ortasında birbirlerinin enerji altyapısına saldırmaktan kaçınmak için olası bir anlaşmayı tartışıyordu. Ve sanırım ağustos ayının başlarında bir noktadaydı, tam olarak hatırlayamıyorum ama Zelenski’nin “eğer bir anlaşmaya varabilirsek” dediğini hatırlıyorum, “birbirimizin enerjisine, altyapısına saldırmamak için belki genel olarak bir barış anlaşmasına varabiliriz.”

Zelenski de savaşı bitirmek istiyor. Putin de savaşı bitirmek istiyor. Yani Putin her gün 1.200 asker kaybediyor. Ölü veya yaralı sayısı 1.200. Her iki taraf da yüzlerce kişi kaybetti. Ukrayna tarafında binlerce asker ve sivil var. Yani Zelenski için zorluk, Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesine izin verirse siyasi olarak hayatta kalmak.

Ve bir diğer konu da Rusya tarafından ilan edilen ilhakları kabul edecek mi?

Hayır, ilhakı kabul edebileceğini sanmıyorum ama soru şu ki, işgali kabul edebilir mi ve ne kadar süreyle işgali kabul etmekten başka seçeneği kalmayacak? Sanırım ama ilhakın kişisel olarak çok fazla olduğunu düşünüyorum, ama zaten müzakereler var.

Trump’tan Avrupa’ya ‘bizden daha fazla gaz alın’ baskısı

Gürcistan’da protestolar var, Sırbistan’da protestolar var, Suriye’deki durumu biliyorsunuz. AB’nin gaz sorunu olduğunu biliyorsunuz. Slovakya Başbakanı Fico Moskova’yı ziyaret etti, programın başında söyledim. Ve dünyada pek çok şey oluyor. Başkan Trump’ın yeni döneminde önceliği ne olacak?

Avrupa’nın artık doğal gaz sorunu yok, harika bir iş çıkardı, bu sorunla ilgilendi. Birçok kaynaktan sıvılaştırılmış doğal gaz alıyor, ancak Trump sadece Avrupa’nın daha fazla satın alması gerektiğini söyledi: “ABD sıvılaştırılmış doğal gazından daha fazla alın veya size gümrük vergisi uygulayacağım.”

Bu yüzden Trump’ın herkesle olan önceliği, dost veya düşman, NATO müttefiki veya değil, ABD’nin diğer konularda dezavantajlı olmayacağı bir ticaret dengesi sağlamak. Bir ülkenin dostça muamele görmesi için o ülkenin en azından ABD’nin kendisinden satın aldığı kadar mal ve hizmet satın alması gerekiyor. Bu onun yaklaşımı.

Evet, gaz açısından evet, eğer Avrupa endişeliyse yeni gaz kaynakları hakkında şu anda elde edilenin ötesinde bile diyor ki, bunu Amerika Birleşik Devletleri’nden satın alın. Böylece bu Avrupa’ya yaklaşımının temel taşı olacak. Bu gerçekten alışılmadık bir yaklaşım. Yani tarihsel olarak Cumhuriyetçiler, biliyorsunuz, II. Dünya Savaşı’ndan beri buna inanıyorlar: serbest ticaret, ticareti bir silah olarak kullanmamak ama ticareti politik bir silah olarak kullanacak.

Aptal değil, bence Putin’e saygı duyuyor ama aynı zamanda Putin’in ne olduğunu ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dostu olmadığını da biliyor. Fico veya Orban’a gelince, Orban’ı seviyor çünkü Orban sert bir adam. Ama Macaristan, ABD için önemli olmayacak kadar küçük, hatta Slovakya daha da küçük veya daha az önemli.

Bu yüzden o adamların gerçekten umurunda olacağını sanmıyorum. O, umurunda büyük ülkeler doğru, Çin’i önemsiyor, Rusya ile nasıl başa çıkılacağını önemsiyor, İran’ı önemsiyor. Aksi takdirde Avrupa’da ticaret dengesinin nasıl görüneceği önemli olacak. Ve en önemlisi NATO üyeleri için, onların sadece kendi yükümlülüklerini yerine getirmelerini değil, harcamaları artırmaları. NATO harcamaları GSYİH’nın %2’si ve her NATO ülkesi için askeri harcama hedefidir. Ancak Trump bu rakamı %5’e çıkarmak istiyor ki bu çoğu Avrupa ülkesi için imkansız.

‘Trump NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarmak istiyor’

Bence Macaristan çok önemli çünkü ana temas noktası Türk dünyası ile Avrupa arasında, özellikle bu Türk akımı Türkmen, Kazak gazının Avrupa için önemli olduğu durumda… Macaristan Avrupa adına Türkiye dünyasıyla konuşuyor ve bir şekilde Avrupa için çok önemli. Ama siz Trump için değil diyorsunuz.

Trump için değil, umurunda değil. Avrupa’da Trump’ın önceliğinin ne olduğunu söyledim ama biliyorsunuz birçok farklı görüş var. Ticaret onun ana odak noktası ve savunmaya GSYİH’nın sadece %2’sini harcamak değil, dahası %5’e kadar çıkarmak istiyor.

Artık NATO’nun modası geçmiş olduğunu söylemiyor. Bence NATO’nun ne kadar önemli ve yararlı olduğunun farkında, evet. Aksi takdirde Fransa veya Almanya hakkında özellikle güçlü stratejik görüşleri olmadığını biliyorsunuz, ki bunlar politik olarak bir karmaşa; şu anda bu ülkelere ne olacağını kim bilir…

Sanırım Giorgia Meloni’yi seviyor çünkü o sert biri. Ama bunun dışında Avrupa ticareti ve savunma harcamaları konusunda bir stratejisi olduğunu sanmıyorum. Stratejisi: “Daha fazla Amerikan sıvılaştırılmış gazı satın alın.”

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Lübnanlı Bakan Harici’ye konuştu: ‘HTŞ’den beklentimiz iç meselelerimize karışmaması’

Yayınlanma

Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”

İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.

Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’

Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.

Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?

Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.

‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’

Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?

Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.

‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’

HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?

Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?

Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.

‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’

Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?

Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.

Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.

Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’

Yayınlanma

Trump hükümetinin en etkili isimlerinden, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı Guy B. Roberts Harici’ye konuştu: “Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum. Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.”

Önceki Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Programları’ndan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yürüten Guy B. Roberts, ayrıca NATO’nun kitle imha silahları politikasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Nükleer Politika Planlama Direktörlüğü görevlerini de yürüttü.

Guy B. Roberts, ikinci Trump döneminde izlenmesi beklenen iç ve dış politikalara ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Öncelik göç ve vergi politikası olacak’

Donald Trump’ın önceki kabinesinde Savunma Bakan Yardımcısı olarak yakın çalıştığınızı biliyorum. Onun politikalarını önceden nasıl yürüttüğünü biliyorsunuz ve ocak ayından itibaren nasıl devam edeceğini öngörebilirsiniz. Şu anki birincil beklentiniz nedir?

Aslında bu oldukça heyecan verici çünkü Başkan Trump’ın, seçim vaatlerinin hepsini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen ilk odaklanacağı konu, ABD’ye yasa dışı göç ve bunun yanı sıra vergi yapısını yeniden düzenleyerek orta sınıf Amerikalılar için vergi indirimlerini maksimize etmek olacak. Uluslararası alanda ise müttefikler ve ortaklara daha fazlasını yapmaları için baskı uygulamasını ve savunma harcamaları için taahhüt ettikleri, GSYİH’lerinin %2’si veya daha fazlasını harcama sözlerini yerine getirmelerini bekliyorum. Bu, ilk yönetiminde de kilit bir unsurdu ve ben de NATO karargahında onunla birlikteydim. Orada müttefiklerimizin bu konuda adım atması gerektiği üzerine uzun uzun konuştuk. Ekibini kurduktan sonra bu konuların öncelikli olarak ele alınacağını düşünüyorum. Tabii ki ABD sistemi gereği bunun gerçekleşmesi yaklaşık altı ay sürecektir.

‘Trump’ın Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum’

Ukrayna hakkında konuşalım. Trump, Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü verdi. Ekibi bugün bile bu iddiayı tekrarlıyor. Son aylarda savaş Ukrayna için olumsuz bir seyir izlerken, Trump Ukrayna’ya barış getirebilir mi? Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir ateşkesi veya barış anlaşmasını kabul eder mi sizce?

Bu gerçek bir mesele. Trump’ın iddia ettiği gibi bu sorunu 24 saat içinde çözmesinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu çok daha karmaşık bir durum. Ancak, Başkan Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum. Bunu yapacağını öngörebiliyorum; Putin üzerinde bir ateşkesi kabul etmesi ve bu sorunun çözümüne yönelik adımlar atması için baskı yapacaktır. Ukrayna, toprak vermek konusunda hevesli olmayabilir, ancak yeni silah sistemlerinin devreye girmesi gibi mevcut durumu göz önünde bulundurduğumuzda, Rusların Ukrayna’ya attığı son orta menzilli balistik füzeler ve Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırıları, tarafların birbirine taviz verdiği bir tür müzakere için zemin hazırlayabilir. Bu müzakereler başlangıçta en azından bir ateşkes karşılığında bir şeylerden feragat etmeyi içerebilir. Barışın ise 24 saatten çok daha uzun süreceğine inanıyorum.

Görev süresinin sonlarına yaklaşan Başkan Biden, Trump için işleri zorlaştırabilecek bazı önemli hamlelerde bulundu. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ABD yapımı uzun menzilli füzeler kullanmasına izin veren bir yasa tasarısını imzaladı. İkincisi, Rusya’nın uluslararası para transferleri ve enerji ticareti için kritik öneme sahip olan Gazprombank’a yaptırımlar uyguladı. Birkaç diğer banka da yaptırım listesine alındı. Biden, görevinden ayrılmadan hemen önce ne yapmaya çalışıyor? Trump’ın eline bazı “bombalar” mı bırakıyor?

Bunun kesinlikle aklının bir köşesinde olduğunu düşünüyorum. Müzakereler için başarılı bir zemin hazırlıyor, Trump’a bu krediyi vermek istese de istemese de. Yönetimi muhtemelen bunu inkâr edecektir. Ancak, Biden’ın şimdi yetkilendirdiği uzun menzilli ateş gücü, onayladığı askeri teçhizat artışları ve diğer müttefiklere aynı şeyi yapmaları için verdiği cesaretin, başarılı bir ateşkes müzakeresine ulaşmada yardımcı olduğunu ve yardımcı olacağını düşünüyorum.

Trump’ın yaklaşan ikinci dönem başkanlığı hakkında konuşalım, Avrupa liderleri gerçekten hevesli değildi ve bazıları Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönecek olmasından mutlu değil. Yeni bir Trump dönemi için Avrupa’dan nasıl bir yeniden yapılanma bekliyorsunuz?

Bir ittifak perspektifinden bakıldığında, Genel Sekreter Rutte, selefi Genel Sekreter Jens Stoltenberg gibi, müttefiklerin daha fazlasını yapması gerektiği konusunda çok hevesli bir destekçi ve kampanyacı oldu. Genel olarak daha fazlasını yaptıklarını düşünüyorum. Örneğin, şimdi 21’den fazla ülkenin askeri harcamalarının GSYİH’nin %2’sini karşıladığını ve diğer ülkelerin de bu hedefe doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Yeni müttefikler, Finlandiya ve İsveç gibi ülkeler, savunma ve eğitim harcamalarında çok sağlam bir tutum sergilediler; hatta nüfusun olası bir savaş durumunda belirli faaliyetlerde bulunması için kılavuzlar hazırlamaya kadar gittiler. Bu, bence, caydırıcılık değeri taşıyor. İttifakın gönderdiği mesaj şu: Biz bir ittifakız ve herhangi birimize saldırırsanız, hepimize karşı koymak zorunda kalırsınız.

Benzer şekilde, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Vietnam gibi bölgedeki ortaklarla bir koalisyon oluşturma çabalarını gördük. Kısa süre önce onlara bazı eğitim jetleri sattık ve diğer ülkelere de satışlar gerçekleştirdik. Trump yönetimi muhtemelen ittifak oluşturma konusuna daha az, savunma açısından kendi kendine destek sağlayan birebir ilişkilere daha fazla odaklanacaktır. Bu, Trump ve Biden yönetimleri arasında göreceğimiz değişimlerden biri olabilir.

‘Çin’e karşı caydırıcılık için ortaklık stratejisi’

Trump’ın kurumsal diplomasi yerine kişisel diplomasi tercih edeceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, bence Biden yönetiminin koalisyon oluşturma konusuna odaklandığını görebiliyoruz. Örneğin, Beş Göz, NATO ittifakını taklit etmeye çalışan Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü (SETO) gibi 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarındaki benzer bir girişimi andırıyor. Birçok nedenden dolayı SETO işe yaramadı ve dağıldı. Ancak şimdi, Çin’in saldırgan davranışları, Güney Çin Denizi ve diğer bölgelerdeki iddiaları, Tayvan’a karşı saldırgan tutumu ve uluslararası adalet divanının deniz hukuku konusundaki görüşlerini kabul etmeyi reddetmesi, Filipinler ile olan düşmanca ilişkileri ve sınır adaları gibi konular, bu bölgeyi potansiyel bir sıcak nokta haline getiriyor. Çin’in bu şekilde hareket etmeye devam etmesini engellemenin ve caydırmanın tek yolunun bu ilişkileri inşa etmek olduğunun farkında. Bunu yapma konusunda çok fazla istek göreceğimizi düşünüyorum.

Kişisel diplomasi ve kişisel ilişkiler hakkında konuşacak olursak, Trump ve Xi Jinping, Trump ve Macron, Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında potansiyel ilişkileri nasıl tanımlarsınız?

Bu çok önemli bir konu ve Trump Yönetimi’nin tam olarak nasıl ilerleyeceğinden emin değilim. Ancak, Başkan Trump’ın ulusal liderlerle kişisel ilişkilere çok değer verdiğine inanıyorum. Bu yüzden büyük ortaklıklar kurmak yerine birebir ilişkiler kurma konusunda daha rahat ve bu konuda daha istekli olduğunu düşünüyorum.

Trump’ın, stratejik istikrarı sağlamak için önemli gördüğü Güneydoğu Asya, ittifak ortaklıkları, Akdeniz veya başka bir bölgede, çeşitli devlet başkanları ve başbakanlarla birebir görüşmeler yapacağı bir yaklaşımı çok daha fazla göreceğimizi düşünüyorum. Biden Yönetimi’nden daha proaktif bir şekilde kişisel ilişkiler kurmasını bekleyebiliriz.

Trump ve Erdoğan’dan, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliği ve zorluklardan bahsedelim. Özellikle Türkiye için önemli bir konu olan PYD meselesi üzerinden: ABD, bir terör grubunu başka bir terör grubunu kullanarak yenmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye bir NATO müttefiki olmasına rağmen, ABD hala Ankara’nın PYD konusundaki endişelerini göz ardı ediyor. Bu, Türkiye’nin bir numaralı meselesi. Diğer yandan F-35 meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeniden F-35 programına katılabilir mi? Son olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle Filistin’de barışı sağlamada ve İsrail ile savaşı sona erdirmede kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceğini düşünüyor musunuz?

Bana tüm günü alabilecek bir soru sordunuz. Türkiye ile olan ilişkilere ve liderliğine baktığımızda, Türkiye’nin bölgedeki barış ve istikrarı sağlamak için kritik bir ortak olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda çok fazla karmaşa var. Önemli bir mesele, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile uzun vadede görülen ilişkilerinin güçlenmesi, bu da NATO’nun Ukrayna’ya yönelik Rus saldırganlığı ve İran’ın Rusya’ya insansız hava araçları ve füzeler sağlayarak destek vermesi konusundaki pozisyonuyla tutarlı değil.

Aynı zamanda, şu anda Türkiye içinde önemli siyasi kargaşalar var, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. Çözülmemiş konulardan biri, bölgede çeşitli savaşlar sonucunda yerinden edilmiş iki milyon insanla ne yapılacağıdır. Sanırım Başkan Trump, Erdoğan ile bir araya gelerek Suriye sorununu çözmeyi görüşmekten çok ilgilenecektir. Trump, ABD güçlerinin Orta Doğu’nun o bölgesinden çekilmesine olanak tanıyacak bir çıkış stratejisi arıyor gibi görünüyor. Kampanya sırasında bu tür bölgeleri, ABD’nin askeri olarak küresel ölçekte yer aldığı “Sonsuz Savaşlar” olarak nitelendirmişti.

Hamas, Hizbullah ve diğer terörist gruplara gelince, bunlar büyük zorluklar. Abraham Anlaşmaları’nın, tüm bölgenin benimseyeceği bir yaklaşım olacağını umuyordum. Bu da yine Trump’ın ilk döneminde İsrail, BAE, Sudan ve sanırım Fas gibi ülkeleri içeren bir girişimiydi. Bu ülkeler, ekonomik, bilimsel ve mühendislik alanlarında işbirliği yapmak ve bölgede terörist faaliyetlerden ve geçmişte yaşanan nefretin izlerinden arınmış bir barış ve güvenlik ortamını sürdürmek ve yaratmak için bir barış anlaşması imzaladılar. Hatta bu sürece katılmayı düşünen Suudi Arabistan gibi bir ülke bile gördüm; ancak şimdi bu süreç, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in buna verdiği yanıt nedeniyle tamamen durdu. Pek çok kişi İsrail’in tepkisinin olanlara kıyasla oldukça aşırı olduğunu düşünüyor.

Bu gerçekten çok ilginç. Daha önce Ankara’da sizi röportaj için ağırlamıştım, hatırlarsanız. Bir saatlik bir röportajdı ve bu konuyu tartışmıştık. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum; belki izleyicilerimiz o bölümü tekrar izleyebilir. Ancak yine, Batı söylemleri her şeyi 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlamış gibi tekrarlıyor. Kimse 1948’den beri neler olduğunu konuşmuyor. Tamam, moderatör ve sunucuyum ama bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Gerçekten anlamıyorum. ABD hükümeti Abraham Anlaşmaları ile bölgede barışı sağlamayı ve herkesin barış içinde bir dönem için bir araya gelmesini istiyorsa, Filistin’in BM kararlarına göre özgürlüğe sahip olma gereğini kabul etmesi lazım. 1948’den beri devam eden bu baskılar altında Filistin’e bu özgürlük verilmedi. İki devletli çözüm hâlâ beklemede. 7 Ekim’de kaç kişi yaralandı veya öldü? Tam sayıyı bilmiyorum. Ancak uluslararası kuruluşların raporlarına göre şu anda Gazze’de, Batı Şeria da dahil olmak üzere yaklaşık 100.000 kişi öldü. Batı Şeria hâlâ çok sayıda yerleşime tanık oluyor. Yerleşim yerleri ne anlama geliyor? İnsanların topraklarını ve evlerini almak, barışın var olamayacağı bir durum yaratmak anlamına geliyor. ABD, Orta Doğu’ya barış getirmek için iki devletli çözümü uygulaması için İsrail’e neden baskı yapmıyor?

Bu gerçekten çok iyi bir soru ve ele alınması gerekiyor. Zorluk şu ki, ben 1948’e değil, 1917’ye ve bugünkü ortamı yaratan Balfour Deklarasyonu’na geri dönerdim. Bu deklarasyon bir Yahudi yurdunu garanti etti. Sorun şu ki, Hamas, Filistin Yönetimi ve diğerlerinin, İsrail’i yok etmeyi amaçladıklarını belirten tüzükleri var. Bu birincil hedef olduğunda, barış anlaşması müzakere etmek için masaya oturmak çok zor. Bunun ötesine geçip bölgedeki tüm aktörler İsrail’in var olma hakkını kabul etseydi, şahsen inanıyorum ki bahsettiğiniz tüm sorunlar müzakere konusu olabilirdi. İsraillilerin, topraklarına yüzlerce roketin ateşlenmeyeceği ve sürekli terör saldırıları olmayacağı garantisine sahip olmak için oldukça fazla taviz vereceğini düşünüyorum.

İsrail’in meşru bir devlet olarak tanınması ve var olma hakkının kabul edilmesi müzakerelerin kapısını açacaktır. Bence diğer her şey müzakere konusu olabilir ve İsrailliler çok şeyden vazgeçebilir. Ama bu noktada, insan hakları ihlallerinde bulunan gruplar olduğunda—ve açıkça her iki tarafın da savaş hukuku veya insani ihlaller işlediğini söylemekten çekinmiyorum—insanların nefretle dolduğu bir ortam oluşuyor. Sonuç olarak, bu tutum bir sonraki nesle aktarılıyor ve 10 yıl içinde başka bir intifada ya da benzeri bir durumla karşılaşıyoruz; insanlar birbirlerinin boğazına sarılıyor. Burada oturup “Bir çözüm bulabiliriz” demek kesinlikle doğru—bir çözüm bulabiliriz. Ama kimsenin oturup “Tamam, iyi bir anlaşma yapalım” demeye istekli olduğu görünmüyor. Ve bu da gerçekleşiyor gibi görünmüyor. Keşke gerçekleşseydi.

Bence Trump yönetimi, Başkan Trump’ın kişisel müdahalesiyle, herkesin masaya gelmesini teşvik etmek için belirttiğiniz şeylerin bir kısmını müzakere etmek için büyük bir fırsata sahip. Daha önce de insanları masaya getirdik. Geçmişte, Orta Doğu’da kitle imha silahları veya silah kontrolüyle ilgili anlaşmalar yapmaya çalıştık. Harika fikirler bulduk—hepsi orada duruyor. Bunları uygulamak için sadece siyasi irade gerekiyor. Maalesef, bunu yapacak siyasi irade yok. Bu yüzden, sadece denemeye devam etmeli ve bölgedeki liderler arasında, insanların ve kendi çıkarları için oturup kalıcı bir barış tasarlamanın en iyisi olduğuna dair bir fikir birliği oluşturmaya çalışmalıyız. Ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda, 40 yıldır bu konuyu inceledikten sonra söylemeliyim ki, 10 yıl içinde başka bir şiddet döngüsüyle karşılaşma olasılığımız var. Bu, o bölgedeki durumun gerçeği.

Fakat Uluslararası Ceza Mahkemesi  gerçeği var; İsrail Başbakanı Netanyahu için savaş suçları nedeniyle bir tutuklama emri çıkardığını duyurdu. Bu gerçek—on binlerce insandan bahsediyoruz. Hep 50.000 kişi deriz, ama bu sayı neredeyse 100.000 kişi, ve bu gerçekten delilik. Eğer bölgede savaş istemiyorsanız, asıl mesele şu: Kiminle savaştasınız? İran’la mı, Lübnan’la mı, Hizbullah’la mı? Müslüman Kardeşler’i sevmiyorsunuz, vs., ama bunların hepsi özgür bir Filistin devleti sorunuyla bağlantılı. Bu şekilde çözüm olmuyor, olmayacak da. Bu tartışmaya derinlemesine girmek istemiyorum çünkü bunun bir sonu yok.

Son beş dakikamızda Trump’ın dış politikasına geri dönmek istiyorum. İlk döneminde İsrail yanlısı bir tutum sergiledi ve elçiliği Kudüs’e taşıdı. Ancak daha sonra Netanyahu ile olumsuz anlar da yaşadı. 2024 kampanyası için ise bu kez daha fazla İsrail desteğini kazanmış durumda. Bu durum İran ve genel olarak Orta Doğu politikalarını nasıl etkileyecek?

Evet, kesinlikle. Şu anda bölgede en önemli oyuncu aslında İran, çünkü uluslararası terörizmin bir numaralı destekçisi olarak tanınıyor. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından da tanınmıştır. Hamas ve Hizbullah’ı destekliyorlar; her ikisi de uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanıyor. İran’dan İsrail’e roketlerin ateşlenmesiyle, buna karşılık olarak İsrail’in yanıt vermesiyle şiddet sarmalı devam ediyor. Bu durdurulmalı ve barış içinde bir arada yaşama yolları bulunmalı. Ancak bildiğimiz gibi, İran’ın retoriği “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” şeklinde. Bu tür bir tutum barış müzakerelerini uygun hale getirmiyor. “Çözüm bu ve herkes bunu kabul edecek” diyebileceğim bir cevap vermeyi isterdim. Ancak dediğiniz gibi, Orta Doğu’daki sorunlar ve zorluklar hakkında saatlerce konuşabiliriz.
Örneğin, Lübnan’da olan biteni izliyorum ve aslında 1982’ye geri dönüyorum. O dönem Lübnan’daydım. Çeşitli gruplar arasında barışı sağlama girişimimiz oldu. Ardından İsrailliler Beyrut’a saldırarak kuşatma durumu yarattı, bağlantıları kesti. Bu, adeta bir deja vu gibi hissettiriyor. Şiddet döngüsünü nasıl durdurabiliriz? Gerçekten bunu çözmek benim kapasitemin ötesinde. Bu meseleyle uzun zamandır ilgileniyorum ve her çözüm bulduğumuzda, bu çözümler hızla görmezden gelindi. Sonrasında nefret baskın hale geldi. Bu yüzden sadece denemeye devam etmeliyiz ve umarım bir gün o noktaya ulaşırız.

‘Tayvan en büyük anlaşmazlık noktası’

Peki, umut edelim. Son sorum Çin ile ilişkiler hakkında. Trump’ın kabinesinde Çin’e karşı oldukça sert bir tutum sergileyen isimler var. Trump, Çin’e %60 vergi koymayı vaat etti, bu oldukça büyük bir endişe kaynağı. İkinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?

Bence Çin, ABD için birincil uluslararası sorun olacak. Çin’in uzun vadeli stratejisi çok net ve Başkan Xi, Çin’in 2049 yılına kadar dünyanın hegemonu olma arzusunu açıkça belirtti. Bu doğrultuda açıklamalar yaptılar ve bunu gizlemiyorlar. Birçok ülkeyle ilişkiler kurmak için krediler ve çeşitli ekonomik teşvikler yoluyla çok agresif bir politika izliyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki iddialarda bulundular, bu oldukça istikrarsızlaştırıcı. Bu iddialar, uluslararası deniz hukuku ile uyumlu değil. Bölgede birçok ülkeyi deniz toprak iddiaları konusunda taciz etmeye çalıştılar. Bu durum, Vietnam gibi ülkelerin ABD ile güçlü ilişkiler kurmasına yol açtı. Savunma Bakan Yardımcısı olarak yaptığım son gezilerden birinde Hanoi’ye gittim ve Vietnamlıların ABD ile özellikle savunma sektörü konusunda çalışmaya çok istekli olduklarını gördüm. Bölgedeki diğer ülkeler de Çin’in müdahaleci ve zorlayıcı tutumu nedeniyle aynı şekilde hissediyor.

Çin ayrıca Panama Kanalı, Süveyş Kanalı bölgesi, Malakka Boğazı ve diğer stratejik geçiş noktalarında liman tesisleri edinerek güçlü bir küresel ağ kurdu. Düşmanca bir ortamda dünya ekonomisini boğma potansiyeline sahip olabilecek çok güçlü bir varlık oluşturmuş durumdalar. Bu tür şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz ve Amerika Birleşik Devletleri içinde, Çin’in ulusal güvenlik ve dünya çapındaki kolektif güvenlik ilişkisi üzerinde olumsuz bir etkisi olan faaliyetlerini tanıyoruz. Bu konularda Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum.

Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Çin liderliğinin çeşitli açıklamaları, Tayvan’ı tamamen Çin siyasi yapısına entegre etme konusunda güçlü bir baskının devam edeceğini gösteriyor. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English