DÜNYA BASINI
Foreign Affairs: Washington, HTŞ’ye SDG’nin korunması karşılığında yatırım ve petrol vadedebilir
Yayınlanma
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale Washington’daki karar alıcılar ve üst düzey hükümet yetkilileri arasında sahip olduğu ağ sayesinde ABD dış politikasının şekillenmesinde aktif bir rol oynayan Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) yayın organı Foreign Affairs’te yayınlandı. Uzunca zamandır ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmesi gerektiğini savunan Foreign Affairs, Esad yönetiminin devrilmesi sonrası HTŞ liderliğinde kurulan yeni hükümete bir “şans” verilmesi gerektiğini yazdı. Makaleye göre ABD’nin yapabileceği en iyi şey Suriye’den askerlerini çekmek olacak. Ancak bunu yaparken yeni hükümete belli şartlar koşması gerekiyor: “…öncelikle Washington’un Şara ve HTŞ’nin IŞİD’i kontrol altında tutacak kapasite ve iradeye sahip olduğuna ve yeni hükümetin Suriye’deki Kürtlerin güvenliğini ve katılımını garanti edeceğine, gerekirse bunu yapmak için Ankara ile arasına mesafe koyacağına dair güvenceye ihtiyacı var.”
***
Amerika’nın yeni Suriye’ye yardım etmesinin en iyi yolu
Washington, ABD askerlerini geri çekmek için gerekli koşulları yaratmalı
Steven Simon ve Joshua Landis
Beşar Esad rejiminin İslamcı grup Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) eliyle şok edici bir şekilde aniden düşmesi, 13 yıl süren iç savaş ve onlarca yıl süren baskıcı yönetimden mustarip Suriyelilerde sevinç yarattı. Ancak Şam’da yeni bir hükümet şekillenirken, Suriyeliler ve yabancı gözlemciler bu hükümetin ne kadar kapsayıcı, temsili ve İslamcı olabileceği konusunda endişeli. Ülkenin fiili lideri Ahmed eş-Şara eski bir El Kaide militanı olmasına rağmen terörü reddettiğini iddia ediyor. HTŞ’nin kendisi de ABD’de terör örgütü olarak tanımlanıyor. Suriye’deki etnik ve dini gruplar arasındaki çözülmemiş gerilimlerin Şara’nın ülkeyi birleştirme ve iktidarını sağlamlaştırma çabalarını engelleyebileceğine dair endişeler var.
ABD’nin yakın vadede yapacağı tercihler, yeni rejimin Suriye genelinde otoritesini tesis etme ve yeniden inşa etme yeteneğini etkileyecek. Washington, hükümet değişikliğine nasıl yanıt vereceğini düşünürken, Suriye’nin yeni liderlerine bir şans verilmesi için nedenler var. Bunlardan biri savaşın yıkıma uğrattığı ülkenin vahim durumu: Suriyelilerin yüzde 70’inden fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyor, Suriye’nin GSYH’si 2011’den bu yana 60 milyar dolardan 10 dolara düştü ve yeniden inşa maliyetinin 400 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. Aynı zamanda Şara yeni koşullara uyum sağlama becerisini de gösterdi. 2017’de Suriye’nin İdlib vilayetini ele geçirdikten sonra sıfırdan bir prototip devlet inşa etti, HTŞ’den birçok yabancı savaşçıyı sınır dışı ederek Suriye milliyetçisi bir gündemi benimsedi. Türkiye ve Katar’ın askeri ve mali desteğini kazanmak için önceki cihatçı hedeflerini terk etti; bu destek, HTŞ’nin sonunda Şam’a yürüyüşünü mümkün kıldı. Şara, ayrıca vilayetin küçük Hıristiyan ve Dürzi topluluklarına ulaştı ve kadınların eğitimini destekleyerek Batılı STK’lar ve hükümetlerden insani yardımın yolunu açtı.
Washington açısından en önemli husus, ABD’nin Suriye’deki hedeflerinin büyük ölçüde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Esad’ın yönetimi sona erdi. Rejimi destekleyen İran ve Rusya birlikleri ülkeden çekildi. Özellikle İran için Suriye’de dost bir hükümetin kaybedilmesi önemli bir darbe: Tahran, Lübnan’daki Hizbullah’a silah sevkiyatı için ana güzergahını ve dolayısıyla ciddi şekilde zayıflamış olan “direniş eksenini” yeniden inşa etme yolunu kaybetti. ABD güçleri ve Suriye’nin kuzeyinde üslenmiş bir Kürt militan grubu olan ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de IŞİD olarak da bilinen Irak Şam İslam Devleti’ne ağır hasar verdi. Washington’un artık askeri varlığını sürdürmesi veya başlangıçta Esad rejimini işlevsiz hale getirmek için tasarlanan ağır yaptırımları uygulaması için acil bir ihtiyacı yok.
Suriye ve komşuları için en iyi sonuç, uzun vadeli bölgesel istikrarı destekleyen, diplomatik anlaşmaları müzakere edebilen ve uygulayabilen birliğini sağlamış, üniter ve bütünleşmiş bir devlet olacaktır. Bunun alternatifi ise zayıf, bölünmüş ve çatışmaya meyilli bir Suriye’dir ki bu da bölgede uzun vadeli ve giderek daha maliyetli bir ABD askeri varlığı gerektirecek, Türkiye (ABD müttefiki) için sorun yaratacak, Irak’taki hassas yeniden inşa sürecini tehlikeye atacak ve yeni bir Suriyeli göç dalgasına yol açacaktır. Bu senaryodan kaçınmak için ABD yeni Suriye hükümetine bir şans vermeli. ABD, birliklerini ülkeden çekerek Şam’ın kuzeydoğudaki tarım ve petrol zengini eyaletlerin kontrolünü yeniden kazanmasına izin vermeli. Ancak öncelikle Washington’un Şara ve HTŞ’nin IŞİD’i kontrol altında tutacak kapasite ve iradeye sahip olduğuna ve yeni hükümetin Suriye’deki Kürtlerin güvenliğini ve katılımını garanti edeceğine, gerekirse bunu yapmak için Ankara ile arasına mesafe koyacağına dair güvenceye ihtiyacı var. Washington, Suriye’de yabancı yatırıma izin verecek ve hükümetin uluslararası bankacılık sistemine erişimini sağlayacak yaptırımların kaldırılması taahhüdü de dahil elindeki kozları kullanarak Şara hükümetini ABD ordusunun ülkeden ayrılmasını kolaylaştırmak için işbirliği yapmanın kendi çıkarına olduğuna ikna edebilir.
Eve dönüş
ABD şu anda Suriye’de konuşlu bulunan yaklaşık 2.000 askerini geri çekmeyi planlamalı. Ülke iç savaşa sürüklenirken ABD birlikleri birçok amaca hizmet etti: İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’a ikmal yapmak için Suriye topraklarına erişimini engellediler, Esad rejiminin isyancıların elindeki petrol sahalarına erişimini kestiler, Türkiye veya vekillerinin SDG’ye yönelik saldırılarını caydırdılar ve Pentagon’un Aralık 2024’te yeniden teyit ettiği bir görev olan IŞİD’i yenmek için SDG ile birlikte çalıştılar. Bu çabalar aynı zamanda Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt bölgesinde yarı bağımsız bir devlet olan Rojava’nın kurulmasına da yardımcı oldu. Bu bölge, Deyrizor Valiliği ile birlikte, ABD güçlerinin 2019’dan beri kontrol ettiği Suriye’nin petrol ve gaz kuyularının çoğunu barındırıyor. Aynı zamanda burada yaklaşık 20.000 IŞİD savaşçısı ile 60.000 kadın ve çocuk gözaltı merkezlerinde tutuluyor. ABD’nin hedeflerinin çoğu gerçekleşti: İran’ın Suriye üzerinden Lübnan’a erişimi kesildi, Esad devrildi ve IŞİD halifeliği yok edildi. Sadece Suriye Kürtlerinin kaderi belirsizliğini koruyor.
ABD güçlerini Suriye’den çekmek, ABD’nin genel askeri duruşunu fazla değiştirmez, çünkü Suriye’deki mevcut konuşlanma, ABD’nin 614.000 aktif ve yedek asker ve deniz piyadesinin çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Eğer Washington, Suriye’nin zayıf ve bölünmüş kalmasını istiyorsa, 2.000 kişilik bir garnizon bunu sağlamak için ekonomik bir yaklaşım olarak görülebilir. Ancak, yeni Suriye hükümetinin mevcut insani krizi hafifletmesi, ülkenin sınırlarını kontrol etmesi ve yeniden inşa sürecine başlaması isteniyorsa, bu hükümetin arzularına aykırı bir şekilde asker bulundurmak ters etki yaratacaktır. Statükoyu korumak çekilmekten çok daha tehlikeli olabilir. Yeni hükümet ABD varlığının devamına karşı çıkarsa, Amerikan askerleri öldürülebilir ve Washington daha büyük bir konuşlanma yapmak zorunda kalabilir. Köşeye sıkışan Suriyeli yetkililer Türkiye ve hatta Rusya’dan yardım isteyebilir ve gerginlik tırmanabilir. Ancak Washington bunun yerine ABD askerlerinin çekilmesini içeren bir anlaşma yaparsa, yeni Suriye hükümetinden Suriyeli Kürtlerin güvenliği de dahil ABD’nin hedeflerini kolaylaştıracak tavizler koparabilir.
ABD’nin çekilmesi Suriye’nin ekonomik toparlanmasına da yardımcı olabilir. Bu süreç, petrol sahalarının kontrolünün yeni hükümete devredilmesini gerektirecek ve bu da üretimi artırarak ekonomik fayda sağlayacaktır. ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni petrol üretimini artırma çabalarına dahil edebilir; bu adım hem gelecekteki müzakerelerde Washington’un yararına olacak hem de petrol sektöründe ve buna bağlı diğer sektörlerde istikrarlı istihdam sağlayarak Suriye ekonomisini dönüştürecek ve Ürdün, Lübnan ve Türkiye’deki mültecileri anavatanlarına dönmeye ikna edebilecektir.
Diplomatik düğüm
Suriyeli Kürtlerin kaderi, ABD güçlerinin müzakere yoluyla ülkeyi terk etmesinde potansiyel bir tıkanma noktası. Esad rejimi düştükten sonra Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt yönetimi hızla muhalefet bayrağını çekti ve Şara, Kürtlere ülkenin önemli bir parçası oldukları ve zulüm görmeyecekleri konusunda güvence verdi. Ancak HTŞ’nin Ankara ile olan bağları ve bazı Suriyeli Araplar ile Kürtler arasındaki devam eden düşmanlık göz önüne alındığında, yeni Suriye liderliğinin Türkiye’nin SDG’yi bastırmak ve Kürt bölgelerini tahrip etmek için toplu bir girişimine izin verebileceği yönünde haklı endişeler var. SDG’yi savunanlar, ABD’nin Suriye’deki Kürtleri terk etmesinin Washington’un itibarına silinmez bir ahlaki leke sürmekle kalmayacağını, aynı zamanda stratejik bir hata olacağını, müttefiklerin ABD’nin güvenilirliğine olan inancını zayıflatacağını, Türkiye’nin bölgesel hırslarını ve IŞİD’in kalıntılarını cesaretlendireceğini savunuyorlar.
ABD, SDG’yi Suriyeli Kürtler için en iyi seçeneğin, Şara’nın da teşvik ettiği gibi, yeni Suriye hükümetiyle bütünleşmek olduğuna ikna etmeli. ABD’li politika yapıcıların Ankara’yı da bu sonucu kabul etmeye ikna etmesi gerekecek. Türkiye, SDG’yi, onlarca yıldır Türkiye’ye karşı savaşan ve hem Türkiye hem de ABD tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı bir terör örgütü olarak görüyor. Ankara, kuzey Suriye’deki bu gruplarla bağlantılı militanların güvenliğine tehdit oluşturduğunu savunuyor ve bu endişeler göz ardı edilemez: Türkiye bir NATO müttefiki olduğu için ABD desteği üzerinde hak iddia ediyor.
ABD liderleri yıllardır IŞİD’e karşı mücadelede kritik müttefikler olan Suriyeli Kürtler ile Türkiye arasındaki barışı korumak için mücadele ediyor. Başkan Donald Trump ilk döneminde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgesine boyun eğdirme sözü vermiş, daha sonra bu kararından dönerek ABD’nin Kürtlerin özerkliğine olan bağlılığını yeniden teyit etmişti. Trump 2020’de ABD askerlerini Suriye’den çekmeye çalıştı ancak Pentagon ve Kongre üyelerinden gelen tepkiler karşısında başarısız oldu. Aralık 2024’te, HTŞ’nin Halep’e ilerlemesinin ardından Trump, Truth Social’da “ABD’nin [Suriye] ile hiçbir ilgisi olmamalı. Bu bizim savaşımız değil” diye yazdı. İç savaş artık sona erdiğine göre, Trump’ın ülkedeki ABD birliklerini geri çekmeyi destekleyeceği varsayılıyor.
Herhangi bir çekilme planında, yeni rejimin Kürtleri, Türkiye’nin saldırılarından koruma taahhüdü karşılığında Suriye Kürtlerinin toprak kazanımları ve ABD’nin petrol sahaları üzerindeki kontrolü bir pazarlık kozu olarak kullanılmalı. Örneğin SDG’nin Kürt nüfus merkezlerine çekilmesi ve Kürt bölgelerinde henüz kurulmamış olan Suriye ulusal ordusuyla işbirliği yapması iyi niyetin önemli bir işareti olabilir. ABD de Suriye’nin petrol sahalarının Şam hükümetine iadesini, Şara’nın Suriyeli Kürtleri Türk saldırılarından korumaya istekli olduğunu ve petrol sahalarını IŞİD saldırılarından koruyabileceğini göstermesi şartına bağlayabilir. Ankara’ya da yeni Suriye hükümetinin, muhtemelen çok taraflı bir izleme ve doğrulama çabasının yardımıyla, topraklarındaki militanların Türkiye’yi tehdit etmesini önleyebileceği güvencesi verilmeli.
Riske değer
ABD’nin Suriye’den sorunsuz bir şekilde çekilmesi için gerekli koşulları yaratmak hiç de kolay bir iş değil. Şara ve HTŞ’nin IŞİD’e karşı askeri mücadeleyi devralması ve Suriyeli Kürtlerle bir çözüme ulaşması gerekeceği gibi, Washington’un taleplerini karşılamak için güçlü komşuların tekliflerini ve Suriye içindeki aşırılık yanlısı grupların taleplerini geri çevirmesi de gerekebilir. Uygulanabilir bir anlaşmayı kolaylaştırmak için ABD’nin Şam’a 1979’dan bu yana Esad hanedanına uygulanan yaptırımları hafifletmesi gerekecek. Diktatörleri sıkıştırmayı amaçlayan ekonomik tedbirler, elektrik ve temiz suya, ulaşım ağına, sağlık hizmetlerine, eğitime, işleyen bir tarım sektörüne ve zamanında insani yardıma erişimi olmayan sıradan Suriyelileri cezalandırdı. Yaptırımlar yürürlükte kaldığı sürece, ekonomik kalkınma ve istihdam engellenmeye devam edecek, bu da Suriye’nin yeni hükümetinin başarı şansını azaltacak ve şiddet içeren kargaşa, dış müdahale ve ilave göç olasılığını artıracaktır.
Esad rejimine yönelik yaptırımlar, HTŞ’nin terör örgütü olarak tanımlanmasına dayanan HTŞ ve Şara’ya yönelik yaptırımlardan ayrı. Washington, bu yaptırımların yürürlükte kalması ya da yenilerinin uygulanması için ekonomik baskıyı savunanların kaçınılmaz çağrılarını duymazdan gelmeli hatta mevcut kısıtlamalardan feragat etmeli. Bu arada, hükümetin olası insan ve sivil hakları ihlallerine karşı ABD, Suriye’nin yeni liderleri üzerinde nüfuz sahibi olabilecek bölgedeki diğer ülkelerle birlikte çalışarak rejimin intikamcı şiddeti bastırmanın ve laik ve azınlık Suriyelilerin haklarına saygı göstermenin hayati önemini anlamasını sağlamalı. Yeni hükümet iktidarını sağlamlaştırırken bir miktar kargaşanın kaçınılmaz olduğunu kabul eden ABD, korkunç bir vahşet yaşanmaması halinde, eski yaptırımları yeniden yürürlüğe koymaktan veya yenilerini uygulamaktan kaçınacağı altı aylık bir mühlet tanımalı.
ABD’nin yeni Suriye’deki ana aktörler üzerinde önemli bir kozu var. Şara, yönetimini meşrulaştırmak, istikrar ve yeniden yapılanma için gerekli kaynakları temin etmek ve Şam’ın Suriye’de kendi çıkarlarını gözetmeye çalışabilecek diğer ülkeleri geri püskürtmesine yardımcı olmak için ABD desteğinin ne kadar faydalı olacağının farkında. ABD’nin Suriye hükümetine karşı çalışması halinde ülke, Türkiye ve İsrail’in askeri baskısına karşı savunmasız kalacak, kendi ürettiği petrole erişemeyecek, profesyonel bir orduyu silahlandırmakta ve beslemekte zorlanacak ve ayrılıkçı bir Kürt bölgesiyle karşı karşıya kalacak. Türkiye ise ABD güçlerinin Suriye’de kalması halinde Ankara’nın Washington’la ilişkilerinin gerilmeye ve Suriyeli Kürtlerin fiili özerkliğinin Türkiye’nin güvenlik hedeflerini engellemeye devam edeceğini biliyor. Suriyeli Kürtlere gelince, top ABD’nin sahasında, ancak Washington amacının Kürt bölgesini, sakinlerinin hak ve güvenliğine saygı duyan Şam’daki merkezi bir hükümetin yetkisi altına bırakmak olduğu açıkça belirtilmeli.
Washington, Suriye’nin yeni liderlerinin iş birliğini sağlamayı, Suriyeli Kürtleri Ankara’nın tepkisini çekmeden korumayı ve Suriye’deki ABD varlığını azaltırken IŞİD’in güçsüz kalmasını sağlayabilse bile bu, bölgesel bir yangını önlemeye yetmeyebilir. İsrail ve Türkiye’nin her ikisi de Suriye’de kendilerine nüfuz alanları yaratmayı umuyor. Son birkaç haftadır yaşanan kaos ortamında İsrail ordusu 1973’te ilan edilen ateşkes hattının Suriye tarafındaki toprakların bir bölümünü ele geçirdi bile. Türkiye ise iki ülkenin ortak sınırının Suriye tarafında uzun bir tampon bölgenin kontrolünü ele geçirdi. Bu hamlelerin bağlamı endişe verici: Erdoğan Eylül ayında BM Genel Kurulu’ndan Gazze’deki tutumu nedeniyle İsrail’e karşı güç kullanımına izin vermesini istedi. Yeni Suriyeli yetkililer Türkiye’ye ülkedeki, özellikle de Şam ile Golan Tepeleri arasındaki askeri üslere erişim izni verirse, ki bu bölgenin İsrail güçlerine ve topraklarına yakınlığı göz önüne alındığında İsrail’in tehdit olarak göreceği bir hamle olur, bu durumda İsrail ile Türkiye arasında bir çatışma ciddi bir olasılık haline gelebilir.
Ancak Washington, ABD ordusunun Suriye’den çekilmesini mümkün kılacak şartları müzakere ederek başka bir felaketten kaçınabilir: ABD askerlerinin Suriye’de kalmaya devam etmesi, yeni Suriye hükümetinin istikrara kavuşmasına yardımcı olacak tedbirlerin alınamaması ile birleştiğinde, Washington’un küresel stratejik kaygılarının merkezinde yer almayan bir ülkedeki ABD misyonunun giderek daha maliyetli hale gelmesine yol açabilir. Çekilme, ABD’yi ikincil bir güvenlik sorumluluğundan kurtarabilir; yeni Suriye hükümetini İran, Türkiye ve hatta Rusya’nın müdahalesini kendi başına savuşturması için güçlendirebilir ve İsrail ile Suriye arasında on yıllardır barışı sağlayan resmi ve gayri resmi düzenlemelerin yürürlükte kalmasına yardımcı olabilir. Petrol üretiminin kontrolünü Şam’a devretmek, yeni hükümetin önemli sayıda mülteciyi geri kabul edebilecek bir ekonomiyi yönetmesine de yardımcı olabilir. Sınırlı bir geçmişe sahip bir rejime güvenmek bir kumar. Ancak Washington’un bahsi tutmazsa, sonuç -ABD’nin çok az temas kurduğu ve çok az etkiye sahip olduğu bir Suriye- statükoya geri dönüş olur ve bu durum, ABD’nin şu anki durumundan pek de farklı olmayacak. On yılı aşkın bir süredir devam eden düzensizlikten ve Suriyeli sivillerin çektiği tarifsiz acılardan sonra bu riske değer.
İlginizi Çekebilir
-
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
-
Hindistan dış politikasında 5 kritik aktör, 5 jeopolitik zorluk
-
Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı Başlıyor: ‘Güvenlik ve Savunma’
-
Popülizm yılı
-
ABD Kongresindeki finans komitesi Silikon Vadisinin egemenliğine girdi
-
Zelenskiy’in danışmanı: Rusya, yeterince bedel ödemedi
DÜNYA BASINI
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
Yayınlanma
6 gün önce30/12/2024
Yazar
Harici.com.tr29 Aralık’ta Güney Kore ve Kanada’da iki farklı uçak kazası yaşandı. Güney Kore’de Jeju Air’e ait bir Boeing 737-800 uçağı düştü ve 179 kişi hayatını kaybetti. Kanada’da ise Pal Airlines Air Canada Express uçağının iniş sırasında bir kısmı yandı, ancak can kaybı yaşanmadı. Bu olaylar, hafta boyunca dünya genelinde yaşanan diğer havacılık kazalarına eklendi.
29 Aralık’ta dünya genelinde iki farklı uçak kazası yaşandı. Güney Kore’de, Jeju Air’e ait bir uçağın Muan Uluslararası Havalimanı’na inişi sırasında düşmesi sonucu 179 kişi hayatını kaybetti.
Kanada’da ise Pal Airlines Air Canada Express uçağının Halifax Havalimanı’na inişi sırasında bir kısmı yandı, ancak bu olayda can kaybı yaşanmadı.
Güney Kore’de, Boeing 737-800 tipi yolcu uçağı, iniş takımları açılmadan iniş yaptı ve yüksek hızla pistten çıkarak bir bariyere çarptıktan sonra alev aldı.
Yetkililer, kazanın nedeni olarak kuş çarpması sonucu iniş takımlarının arızalanmış olabileceğini belirtti. Uçak, Bangkok’tan geliyordu ve 175 yolcu ile 6 mürettebat üyesi bulunuyordu. Yolcuların neredeyse tamamı Güney Kore vatandaşıydı, ancak aralarında iki Tayland vatandaşı da vardı.
Yonhap ajansının haberine göre kazadan sonra yalnızca iki mürettebat üyesinin hayatta kaldığı bildirildi ve resmi ölü sayısı 179 olarak açıklandı.
Kazanın ardından Muan Havalimanı’na tüm uçuşlar iptal edildi. Güney Kore’nin geçici devlet başkanı Choi Sang Mok, ülkede bir haftalık ulusal yas ilan etti ve kazada hayatını kaybedenlerin ailelerine taziyelerini ileterek onlara her türlü desteği sağlayacağını söyledi.
Yas, 29 Aralık ile 5 Ocak tarihleri arasında sürecek. Tayland Başbakanı Paetongtarn Shinawatra da hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diledi.
Kanada’da ise Halifax Havalimanı, 29 Aralık’ta Pal Airlines Air Canada Express uçağıyla yaşanan bir olay nedeniyle geçici olarak kapatıldı. Olay, 28 Aralık’ta yerel saatle 21.30 civarında (TSİ 04.30) meydana geldi.
Havalimanının basın ofisi, X (eski adıyla Twitter) üzerinden yaptığı açıklamada, uçağın tam olarak ne yaşadığına dair detay vermedi, ancak tüm yolcuların ve mürettebatın tahliye edildiğini belirtti.
29 Aralık’ta yerel saatle 10:00’da (TSİ 18.00) yapılan açıklamada, havalimanının iki pistinden birinin olay nedeniyle kapalı kalması sebebiyle uçuş gecikmeleri yaşanabileceği uyarısında bulunuldu.
CBS News kanalı, uçağın iniş sırasında pist üzerinde kaydıktan sonra bir kısmının alev aldığını bildirdi. Uçaktaki bir yolcu, iniş sırasında iniş takımlarından birinin açılmadığını ve uçağın yaklaşık 20 derece sol yana yatarak iniş yaptığını söyledi. Yolcu, uçağın kanadının asfalta sürtündüğünü ve inişten sonra sol tarafta yangın çıktığını ifade etti.
Air Canada sözcüsü Peter Fitzpatrick, La Presse gazetesine yaptığı açıklamada, uçağın iniş sırasında iniş takımlarında sorun yaşadığının düşünüldüğünü söyledi. Uçakta 73 yolcu bulunuyordu. Tahliye edilen yolcular ve mürettebat, sağlık ekipleri tarafından muayene edildi ve hafif yaralanmaların olduğu belirtildi.
Bu olaylar, hafta boyunca dünya genelinde yaşanan diğer uçak kazalarına eklendi. 25 Aralık’ta, Azerbaijan Airlines’a ait bir Embraer E190 uçağı, Bakü’den Grozni’ye giderken Aktau yakınlarında düştü.
Uçakta 62 yolcu ve 5 mürettebat bulunuyordu ve 38 kişi hayatını kaybetti. Rusya Soruşturma Komitesi, hava taşımacılığı güvenlik kurallarının ihlali nedeniyle soruşturma başlattı. Azerbaycan ve Kazakistan’da da benzer davalar başlatıldı.
28 Aralık’ta ise Norveç merkezli KLM’e ait bir yolcu uçağı, Amsterdam’a gitmesi gerekirken Norveç’te acil iniş yaptı. Havayolu şirketinin basın ofisi, uçağın Oslo’dan kalktıktan sonra yolcuların yüksek bir ses duyduğunu ve bu nedenle acil iniş kararı alındığını açıkladı. Fakat iniş sırasında uçak pistten çıkarak çim alana indi.
176 yolcu ve 6 mürettebat yara almadan kurtuldu ve bir otele yerleştirildi. KLM, yolcuları Amsterdam’a götürmek için yedek bir uçak gönderdi.
DÜNYA BASINI
FT: İsrail, Lübnan’ın kültürel mirasını da bombaladı
Yayınlanma
6 gün önce30/12/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırı ve işgalinin Lübnan’ın tarihi hafızasına nasıl zarar verdiğine odaklanıyor:
***
Lübnan’ın paha biçilmez miras alanları İsrail bombardımanıyla yok edildi
Chloe Cornish ve Malaika Kanaaneh Tapper
Roma, Haçlı ve Osmanlı eserlerinin yakınlarına yapılan saldırılar bazılarını dümdüz ederken bazılarında da ‘görünmez’ hasarlar bıraktı.
Uzmanlara göre, İsrail’in Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaş sırasında düzenlediği hava saldırıları, Lübnan’daki paha biçilemez miras alanlarında onarılamaz zararlara yol açtı.
Lübnanlı kültürel mirası koruma organizasyonu Biladi, Hizbullah’la bir yıldır süren savaşın tırmandığı Eylül ayından Kasım ayındaki ateşkese kadar geçen sürede İsrail saldırıları nedeniyle en az dokuz tarihi eserin tamamen yok olduğunu, 15’inin de ağır ya da kısmen hasar gördüğünü açıkladı.
Ayrıca arkeoloji uzmanları, Baalbek kentindeki Roma kalıntıları ve Sur’daki geniş bir Roma kompleksi de dahil önemli alanların yakınında patlayan bombaların, antik taşların bozulmasını hızlandıran ve yapılarını zayıflatan “görünmez hasara” neden olabileceğini de söylüyor.
Lübnan’ın bu hazineleri, IŞİD’in Suriye’nin Palmira kentindeki tapınakları kasıtlı olarak tahrip etmesinden Yemen’in eski kenti Sana’nın iç savaş sırasında zarar görmesine kadar, bu yüzyılda Orta Doğu’da çatışmaların tehdidi altında olan en son miras alanları oldu.
Biladi’nin yok edilmiş ya da hasar görmüş olarak değerlendirdiği miras alanları arasında üç cami, bir türbe, tarihi açıdan önemli üç ev, bir pazar yeri ve bir Roma duvarı bulunuyor.
Unesco’nun Beyrut’taki bölge ofisi, bir hava saldırısının, Roma kalıntıları ve büyüleyici tarihi sokaklarıyla ünlü güney sahil kenti olan Sur’daki dünya mirası alanının sınırları içinde “modern bir binayı” tahrip ettiğini söyledi.
Uzaktan algılama yöntemiyle Baalbek’teki dünya mirası alanında henüz gözle görülür bir hasar tespit edilmemiş olsa da Fransız mandası ve Osmanlı dönemi binaları da dahil yakınlardaki birkaç yapının vurulduğunu ekledi.
Durham Üniversitesi’nde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Tehlike Altındaki Arkeoloji projesini yürüten Graham Philip ne Hizbullah’ın ne de İsrail ordusunun “IŞİD’in yaptığı gibi mirası kasıtlı olarak yok etmeyi” amaçladığına inanmadığını söyledi.
Ancak yine de zararın meydana gelebileceği konusunda uyardı çünkü “atılan bombaların hacmi çok daha büyüktü.”
Bristol’daki West of England Üniversitesi’nde jeomorfoloji ve çatışma alanları mirası profesörü olan Lisa Mol, görünmez hasarın da büyük bir risk olduğunu, çünkü patlama basıncının herhangi bir şeyi yok etmiş gibi görünmese bile taşın erozyonunu hızlandırdığını söyledi.
Mol, Libya ve Yemen’de çatışmalardan etkilenen arkeolojik alanlar üzerindeki çalışmalarına dayanarak, “Yakın temaslarda, bir on yıl içinde daha fazla yapısal çöküş gördüğümüz oluyor” dedi.
İsrail ordusu sorulara cevaben yaptığı açıklamada “sivil altyapıya aşırı zarar vermeyi amaçlamadıklarını ve sadece askeri gereklilik nedeniyle saldırdıklarını” ve “hassas yapılara” yakın saldırılar için bir onay süreci olduğunu söyledi.
İsrail ordusu Hizbullah’ı sivil nüfus içine yerleşmekle ve “hatta kültürel miras alanlarının yakınına” konuşlanmakla suçladı, ancak bu iddiayı destekleyecek kanıt ya da spesifik örnekler sunmadı.
Lübnan’ın kültürel mirası, önce 1975’te başlayan ve 15 yıl süren iç savaş, ardından da 2020’deki yıkıcı Beyrut limanı patlaması nedeniyle daha önce de tehdit altında kalmıştı.
Son savaş, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısının ardından Hizbullah’ın İsrail’e roket atmaya başlamasıyla başladı ve İsrail’in Eylül ayında hava harekâtını hızlandırıp kara harekâtı başlatmasıyla tırmanan sınır ötesi çatışmaya yol açtı. Lübnan Sağlık Bakanlığı’na göre, bu çatışmalarda Lübnan’da 4.000’den fazla kişi ve İsrail’de 140’tan fazla kişi hayatını kaybetti.
Beyrut Amerikan Üniversitesi Arkeoloji Müzesi küratörü Nadine Panayot, 2020’deki liman patlamasında önemli parçalarını kaybettikten sonra, koleksiyondaki eserleri korumak için son savaştan sonra bir sığınak oluşturdu.
Dresden ve Coventry’den Hiroşima’ya kadar pek çok şehri yerle bir eden İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kültürel mirasa saygı gösterme sorumluluğu savaş kurallarına eklendi.
BM’nin kültürel miras ajansı UNESCO, son çatışmalar sırasında Lübnan’daki 34 eserde yaptığı gibi, alanların “geliştirilmiş koruma”ya alındığını ilan edebilir.
Ancak eski bir üst düzey UNESCO yetkilisi olan Francesco Bandarin, kuralları ihlal edenleri sorumlu tutmanın çok zor olduğunu söyledi, “Elinizde araçlar var ama bu araçlar zayıf ve sınırlı” dedi.
Lübnan Kültür Bakanlığı Eski Eserler Genel Müdürü Sarkis Khoury için en acı kayıplar, Lübnan’ın güneyinde İsrail ordusu tarafından tamamen yıkılan ve birçoğunun tarihi binlerce yıl öncesine dayanan yaklaşık 40 köy oldu. Ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana geçen haftalarda İsrail ordusu Lübnan’ın güneyindeki evleri vurmaya devam etti.
Khoury, “Bu köylerin tarihi hafızasının tamamen ve sistematik olarak yok edilmesi en çok zarar veren şey. Zeytin [ağaçları] ve antik kalıntıları olan bir köy gördüğünüzde, bu Lübnan’ın ruhudur. Yok edilen şey de bu” dedi.
DÜNYA BASINI
Birleşik Krallık’ın HTŞ’nin güçlendirilmesindeki rolü
Yayınlanma
1 hafta önce28/12/2024
Çevirmenin notu: İngiliz gazeteci Kit Klarenberg’in aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, ABD ve Britanya’nın, ama özellikle de İngilizlerin El Kaide’den “koptuğu” öne sürülen Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) önce İdlib’de, sonra da Suriye’de nasıl iktidar olduğuna ışık tutuyor. ABD ve Birleşik Krallık, HTŞ’nin El Kaide’den “koptuğu” 2016 yılı ile HTŞ’nin kurulduğu 2017’den itibaren, uluslararası alanda “terör örgütü” kabul edilmesine rağmen bu örgütü parlatmak için elinden geleni yaptı. Londra’nın yeni hakimi İşçi Partili Başbakan Keir Starmer’ın, Beşar Esad devrildikten sonra ülkesinin “Batı Asya’da daha belirgin ve kalıcı bir rol” oynayacağını müjdelemesi de, sürecin sağlaması.
İsyancıları imal etmek: Birleşik Krallık ve ABD, HTŞ’yi nasıl güçlendirdi?
Kit Klarenberg
The Cradle
26 Aralık 2024
18 Aralık’ta The Telegraph gazetesi , Birleşik Krallık ve ABD’nin haftalar önce Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı deviren kitlesel saldırıda Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile işbirliği yapan “isyancı” bir güç olan Devrimci Komando Ordusu (DMO) savaşçılarını nasıl eğitip “hazırladığına” dair sıra dışı bir soruşturma yayınladı.
Daha önce benzeri görülmemiş bir ifşaatta bulunan yayın organı, Washington’un sadece saldırıyı çok önceden “bilmekle” kalmadığını, aynı zamanda “ölçeği hakkında kesin istihbarata” sahip olduğunu da ortaya koydu. Washington’un HTŞ ile şimdi teyit edilen “etkili ittifakı”, on buçuk yıldır süren vekalet savaşından ortaya çıkan “birçok ironiden biri” olarak tanımlandı.
Telegraph bu işbirliğinin istem dışı olduğunu, Suriye’nin uzun süren iç savaşının “çoğu yabancı güçler tarafından desteklenen şaşırtıcı bir dizi milis ve ittifak” doğurmasının bir belirtisi olduğunu öne sürdü.
HTŞ’ye ABD desteği: ‘Gerekli’ bir ittifak
İttifaklar değişkendi; gruplar sık sık parçalanıyor, birleşiyor ve bağlılıklarını değiştiriyordu. Savaşçılar kendilerini sık sık taraf değiştirirken buldular ve gruplar arasındaki çizgiler bulanıklaştı. Yine de çok sayıda kanıt, Birleşik Krallık ve ABD’nin HTŞ’nin egemen isyancılarıyla bilerek ve uzun süredir devam eden bağlarını sürdürdüğünü gösteriyor.
Örneğin Mart 2021’de, seçilmiş Başkan Donald Trump’ın eski Suriye baş temsilcisi James Jeffrey, PBS’e verdiği açıklayıcı bir röportajda Washington’un HTŞ’ye yardım etmek için dönemin Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’dan özel bir “muafiyet” aldığını açıkladı.
Bu muafiyet, BM/ABD tarafından belirlenmiş terör örgütüne doğrudan finansman sağlanmasına ya da silahlandırılmasına izin vermese de, ABD tarafından sağlanan kaynakların “bir şekilde” HTŞ’ye gitmesi halinde batılı aktörlerin “suçlanamayacağını” garanti altına alıyordu.
Suriye savaş alanında silahların değiştirilebilirliği Washington’un çok güvendiği bir şeydi. CENTCOM sözcüsü Yarbay Kyle Raines’e, 2015 yılında verdiği bir mülakatta Pentagon tarafından onaylanmış savaşçıların silahlarının neden Nusra Cephesi’nin (HTŞ’nin öncülü) elinde görüldüğü sorulmuştu. Raines şu yanıtı vermişti: “Biz bu güçlere ‘komuta ve kontrol’ etmiyoruz; sadece onları ‘eğitiyor ve etkinleştiriyoruz.’ Kiminle ittifak yaptıklarını söylüyorlarsa, bu onların bileceği iş.”
Bu yasal boşluk Washington’un HTŞ’yi “dolaylı” olarak desteklemesini sağladı ve grubun terör örgütü (bu statü, şu anda gerçek adı Ahmad eş-Şara olan lider Ebu Mohammad el-Colani’nin başına konan şimdi kaldırılmış 10 milyon dolarlık ödül ile tamamlandı) olarak tanımlanmasını sürdürürken çökmemesini sağladı.
Jeffrey bu stratejiyi, HTŞ’nin “bölgede ABD tarafından yönetilen bir güvenlik sistemini” korumak için “en az kötü seçenek” olduğunu ve bu nedenle “kendi hallerine bırakılmaya” değer olduğunu söyleyerek rasyonalize ediyordu. HTŞ’nin hakimiyeti ise Türkiye’ye İdlib’de faaliyet göstermesi için bir platform sağladı. Bu arada HTŞ ABD’li hamilerine açık mesajlar göndererek yalvardı:
“Dostunuz olmak istiyoruz. Biz terörist değiliz. Biz sadece Esad’la savaşıyoruz.”
‘Güvenli sığınak’
Esad’ın devrilmesinden bu yana Londra’daki yetkililer, HTŞ liderliğindeki geçici yönetimi Suriye’nin yeni hükümeti olarak meşrulaştırma konusunda belirgin bir şekilde başı çekti. Grup 2017 yılında Birleşik Krallık’ın yasaklı terör örgütleri listesine eklendi ve listenin girişinde HTŞ’nin uzun süredir yasaklı olan El Kaide’ye “alternatif isimler” arasında değerlendirilmesi gerektiği belirtildi.
Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer grubun listeden çıkarılması için “çok erken” olduğunu belirtirken, İngiliz yetkililer 16 Aralık’ta HTŞ temsilcileriyle bir araya geldi – bu tür toplantıların yasadışı olmasına rağmen.
Bu durum muhtemelen HTŞ’nin Batı tarafından son derece siyasileştirilmiş bir şekilde rehabilite edileceğinin sinyallerini veriyor. Suriye’deki kirli savaş boyunca İngiliz istihbaratı “ılımlı isyancıları” desteklemek için kapsamlı psikolojik operasyonlar yürüttü, vahşet propagandası ve insani hikayeler hazırladı.
Bu çabalar görünürde HTŞ, IŞİD ve El Kaide gibi grupların altını oymayı amaçlıyordu. Ne var ki Birleşik Krallık istihbaratından sızdırılan belgeler, HTŞ’nin 2016 sonrasında El Kaide ile nasıl iç içe kaldığını ortaya koyarak medya söylemleriyle doğrudan çelişiyor.
Başka bir deyişle, on buçuk yıl süren kriz boyunca HTŞ resmi olarak ülkedeki en köktendinci, soykırımcı unsurlarla aynı seviyede görülmüştür.
İngiliz belgeleri HTŞ’nin 2016’da El Kaide ile tüm bağlarını kopardığı yönündeki yaygın söylemle de tamamen alay ediyor. 2020 tarihli bir dosya, El Kaide’nin işgal altındaki Suriye topraklarında HTŞ ile nasıl “birlikte var olduğunu” ve burayı ulus ötesi saldırılar için bir fırlatma rampası olarak kullandığını anlatıyor.
Belgede HTŞ’nin hakimiyetinin, El Kaide’nin istikrarsızlıktan beslenerek eğitim alması ve genişlemesi için “güvenli bir sığınak” yarattığı uyarısında bulunuluyordu. İngilizlerin HTŞ’ye karşı yürüttüğü psikolojik harekat yıllarca sürdü ama sonuçta başarısız oldu. Bunun yerine, sızdırılan dosyalar HTŞ’nin artan etkisinden, toprak kazanımlarından ve alternatif bir hükümet olarak yeniden isim yapmasından yakınıyor.
“[El Kaide] amaçları ve hedefleri Suriye sınırları dışına taşan, açıkça Selefi-Cihatçı ulusötesi bir grup olmaya devam etmektedir. [El Kaide’nin] önceliği, Suriye’de istikrarsızlıkla beslenen güvenli bir sığınak sağlamaktır; bu sığınaktan eğitim alabilmekte ve gelecekteki yayılma için hazırlık yapabilmektedirler. HTŞ’nin kuzeybatı Suriye’deki hakimiyeti [El Kaide] bağlantılı grup ve bireylere varlık alanı sağlıyor.”
İngiliz destekli propaganda HTŞ’ye yarıyor
İngiliz istihbaratının HTŞ’yi engellemeye yönelik psikolojik operasyonları örgütün kuruluşundan yakın zamana kadar devam etmiştir. Yine de hiçbir şey başaramamış gibi görünüyorlar. The Cradle tarafından incelenen çok sayıda sızdırılmış dosya, HTŞ’nin “etkisinin ve bölgesel kontrolünün” yıllar içinde nasıl “dramatik bir şekilde arttığından” yakınıyor.
Elde ettiği başarılar radikal grubun “konumunu sağlamlaştırmasına, rakiplerini etkisiz hale getirmesine ve kendisini Suriye’nin kuzeyinde kilit bir aktör olarak konumlandırmasına” olanak sağladı. Fakat HTŞ’nin “hakimiyeti” kısmen grubun kendisini alternatif bir hükümet olarak yeniden adlandırmasıyla sağlandı.
HTŞ’nin işgal ettiği topraklar hastaneler, kolluk kuvvetleri, okullar ve mahkemeler de dahil olmak üzere çeşitli paralel hizmet sağlayıcılara ve kurumlara ev sahipliği yapıyordu. Grubun yerel ve uluslararası propagandası bu kaynakları tüm ülkeye yayılmayı bekleyen “alternatif” Suriye’nin bir göstergesi olarak özellikle tanıttı.
İronik bir şekilde, bu yapı ve örgütlerin birçoğu –IŞİD tarafından yönetilen bölgelerde de faaliyet gösteren kötü şöhretli Beyaz Miğferler gibi– doğrudan İngiliz istihbaratının ürünleriydi ve rejim değişikliği propagandası amacıyla oluşturulmuşlardı. Dahası, Londra tarafından muazzam masraflarla agresif bir şekilde desteklenmişlerdi.
Sızdırılan Birleşik Krallık istihbarat belgelerinde “ılımlı muhalif hizmetlere ilişkin farkındalık yaratmanın” ve yerel ve uluslararası kitlelere “[Esad] rejimine karşı inandırıcı bir alternatifin ikna edici anlatılarını ve gösterilerini” sunmanın önemine defalarca atıfta bulunuluyor. Dosyalarda bu çabaların HTŞ’nin kendisini Esad’a karşı “inandırıcı bir alternatif” olarak sunma çabalarına büyük ölçüde yardımcı olabileceğine dair herhangi bir değerlendirme bulunmuyor.
Bununla birlikte, işgal altındaki topraklarda yaşayan Suriyelilerin HTŞ’ye “özellikle de HTŞ’den hizmet alıyorlarsa” uyum sağlayacakları kabul ediliyor. Daha da vahimi, belgelerde “HTŞ ve diğer aşırılık yanlısı silahlı grupların Birleşik Krallık hükümetinin Çatışma, İstikrar ve Güvenlik Fonundan (CSSF) destek alan muhalif oluşumlara saldırma ihtimalinin çok daha düşük olduğu” belirtiliyor.
Bu fon, Birleşik Krallık’ın Suriye propaganda savaşının ve Beyaz Miğferler ve aşırılık yanlısı Özgür Suriye Polisi gibi örgütlerin finanse edildiği mekanizmaydı.
Birleşik Krallık tarafından yönetilen ve HTŞ’yi “zayıflatmayı” amaçladığı iddia edilen bu yönetim yapıları ve muhalif unsurlar, işgal altındaki topraklarda yaşayanlara “kanıtlanabilir bir şekilde kilit hizmetler sağladıkları” için, yabancı finansmanlı çalışmaları nedeniyle şiddetli misillemelerden korunarak grup tarafından kontrol edilen bölgelerde faaliyet gösterdiler.
Daha karanlık bir ihtimal de HTŞ’nin bu “muhalif oluşumların” İngiliz istihbaratı tarafından finanse edildiğini çok iyi biliyor olması ve bu temelde onlara dokunulmamış olmasıdır.
Koordineli saldırı
The Telegraph’ın haberine göre, Washington’un HTŞ’nin saldırısı hakkında “önceden bilgi sahibi olduğuna dair ilk işaret”, RCA vekillerine üç hafta önce ABD’li yöneticileri tarafından moral verici bir konuşma yapılmasıydı.
Ürdün ve Irak sınırlarına yakın, ABD kontrolündeki El Tanf hava üssünde yapılan gizli bir toplantıda militanlara güçlerini artırmaları ve Esad’ın “sonunu getirebilecek” bir saldırıya “hazır olmaları” söylendi. Alıntılanan bir RCA yüzbaşısı yayın organına şunları söyledi:
“Bize bunun nasıl olacağını söylemediler. Bize sadece ‘Her şey değişmek üzere. Bu sizin anınız. Ya Esad düşecek ya da siz düşeceksiniz.’ Ama ne zaman ya da nerede olacağını söylemediler, sadece hazır olmamızı söylediler.”
Bunun ardından üsse gelen ABD’li subaylar, RCA’yı Birleşik Krallık/ABD tarafından eğitilen, finanse edilen ve yönetilen diğer Sünni çöl birlikleri ve El Tanf’ta ortak komuta altında faaliyet gösteren isyancı birliklerle birleştirerek saflarını genişletti.
The Telegraph’a göre, “RCA ve HTŞ savaşçıları … işbirliği yapıyordu ve iki güç arasındaki iletişim Amerikalılar tarafından koordine ediliyordu.” Bu işbirliğinin “yıldırım taarruzunda” yıkıcı bir etkisi olduğu kanıtlandı ve RCA, ABD’nin açık emirleri üzerine ülke genelinde kilit bölgeleri hızla ele geçirdi.
Hatta RCA güneydeki Deraa kentinde HTŞ’den önce Şam’a ulaşan bir başka isyancı grupla güçlerini birleştirdi. RCA şu anda ülkenin yaklaşık beşte birini, Şam’daki bazı bölgeleri ve antik Palmira kentini işgal etmiş durumda.
Şimdiye kadar Rusya ve Hizbullah tarafından “yoğun bir şekilde savunulan” Moskova’nın yerel üssü şimdi RCA tarafından ele geçirildi. “Kuvvetin tüm üyeleri ABD tarafından silahlandırılmaya devam etti” ve Suriye Arap Ordusu (SAA) askerlerine ödenen maaşın yaklaşık 12 katı olan aylık 400 dolar maaş aldılar.
Esad hükümetini deviren RCA ve diğer aşırılık yanlısı milislerin bu şekilde doğrudan finanse edilmesinin bugün de devam edip etmediği belirsiz. Fakat açık olan bir şey varsa o da Birleşik Krallık ve ABD’nin “dolaylı yoldan” da olsa HTŞ’yi kuruluşundan itibaren desteklediğidir. Bu örtülü destek, HTŞ’nin Şam’a “yıldırım” gibi saldırması ve bugün yönetimi ele geçirmesi için mali, jeopolitik, maddi ve askeri olarak konumlanmasında çok önemli bir rol oynadı.
Esad’ın devrilmesinin ardından, Londra ve Washington’un hedefinin başından beri bu olduğu yorumunu güçlendiren Starmer, bunun sonucunda Birleşik Krallık’ın Batı Asya’da “daha belirgin ve kalıcı bir rol oynayacağını” açıkladı.
Batılı ve bazı bölgesel başkentler, onlarca yıllık Baasçılığı yıkmak için cömertçe finanse edilen, kana bulanmış kampanyalarının görünürdeki başarısını kutlayabilirken, İngiliz istihbaratı uzun zamandır bu sonucun El Kaide’ye “gelecekteki genişlemesi” için daha da büyük bir “istikrarsızlıkla beslenen güvenli sığınak” sağlayacağı konusunda uyarıda bulunuyordu.
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
Hindistan dış politikasında 5 kritik aktör, 5 jeopolitik zorluk
Venezuela’da ‘Turuncu Devrim’ senaryosu
Polonya’nın AB Dönem Başkanlığı Başlıyor: ‘Güvenlik ve Savunma’
Popülizm yılı
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Trump ABD’yi Suriye’den çıkarmak istiyor’
-
ASYA2 hafta önce
Bakü’den Grozni’ye giden bir yolcu uçağı Kazakistan’da düştü
-
ORTADOĞU1 hafta önce
HTŞ’nin Şam Valisi Mervan: İsrail ile sorunumuz yok, belki korktukları için Suriye’yi biraz bombalamışlardır
-
ORTADOĞU1 hafta önce
FT, “İsrail öncülüğünde Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmesini” yazdı
-
AMERİKA2 hafta önce
Morgan Stanley’in Kasım 2024 raporundan: Türkiye’de asgari ücrete %30 zam bekliyoruz
-
AMERİKA1 hafta önce
BYD, “zorla çalıştırma” iddialarının ardından Brezilya’daki taşeronu kovdu
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
İran’ın Suriye’deki yeni stratejisi: Kürt gruplarla yeni bir dönem mi?