DÜNYA BASINI
FP: Yeni Kızıldeniz krizlerine tek çözüm daha fazla “kuşak” daha fazla “yol”
Yayınlanma
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kızıldeniz’deki krizin küresel ticaret üzerindeki etkilerinden yola çıkarak Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi projelerin neden önemli olduğunu açıklıyor. Sadece Kızıldeniz’de gemilere yönelik saldırılar değil, herhangi bir doğal afet ya da başka herhangi bir nedenle tıkanan ticari bir güzergahın alternatifinin olmasının günümüz dünyasında oldukça kritik olduğunu açıklayan makaleye göre, Çin bu ihtiyacı öngören ve buna uygun hareket eden tek ülke.
***
Kızıldeniz Krizi Çin’in Önde Olduğunu Kanıtladı
Kuşak ve Yol Girişimi kötü niyetli bir komplo değildi. Belirsizlik ve yıkım çağında her ulusun ihtiyaç duyduğu şeylere yönelik bir plandı.
Parag Khanna
Geçen iki ay içinde Kızıldeniz’i Umman Denizi’ne bağlayan stratejik Bab el-Mendeb Boğazı’nda Husi isyancılarının saldırılarındaki ani artış, dünyanın en büyük nakliye gemilerinin Süveyş Kanalı’ndan geçişi birkaç haftalığına durdurmasına neden oldu; ABD ve İngiltere’nin Yemen’e saldırılar başlatması ve durumun tırmanmasıyla daha da fazlası gemilerinin rotasını değiştirdi.
Gemiler Akdeniz’de ya da Arabistan’da seçeneklerini değerlendirirken, diğerleri de Boğazı tamamen bypass etmekle meşgul. Aralık ayının ortalarında Suudi Arabistan, hızla Arabistan’dan Akdeniz’e bir “kara köprüsü” oluşturulmasına onay verdi; bu sayede Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Cebel Ali veya Bahreyn’deki Mina Salman gibi Basra Körfezi limanlarına yanaşan mallar, kamyonlar aracılığıyla Suudi Arabistan topraklarından İsrail’in Hayfa Limanı’na transit yapabilir.
Doğru okudunuz. Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği korkunç saldırı İbrahim Anlaşması’nı sekteye uğratsa da Suudi Arabistan ve BAE’nin çatışmaya iki devletli bir çözümü güçlü bir şekilde desteklemelerine rağmen, her ikisi de denizcilikteki aksaklıklarla başa çıkabilmek ve elbette normalde Mısır’ın kasasına girecek olan transit ücretlerini tahsil edebilmek için İsrail’le altyapı işbirliklerini hızlandırıyor. Karayolu taşımacılığını destekleyenler için daha da iyisi, Körfez-İsrail koridoru Kızıldeniz deniz yolunu on gün kısaltıyor.
Kızıldeniz’deki deniz terörizmi ve Rusya-Ukrayna savaşından kaynaklanan jeopolitik şoklar, dünya ekonomisi ve özellikle de gelişmekte olan ülkeler Kovid-19 salgınının mali yaralarını sarmaya çalışırken lojistik maliyetlerini ve gıda fiyatlarını artırdı. (Yakın zamanda İzlanda’da patlayan bir başka yanardağ da hava taşımacılığı maliyetlerini artırdı).
Günümüzün sürekli dalgalanmasına çözüm, Pekin ve Washington arasındaki dönemsel zirvelerden veya G-7 grup terapisi seanslarından ya da Dünya Ekonomik Forumu veya BM iklim konferansları gibi muhabbet festivallerinden çıkmayacak. Bunun yerine, korkunç güvensizlik ve öngörülemeyen krizlerle boğuşan dünyanın küresel kamu yararına anlamlı kolektif eylemlerde bulunması için tek bir yol var; o da arzın talebi karşılaması için daha fazla yol inşa etmek. Arz şoklarının çözümü daha fazla tedarik zinciri. Daha fazla kuşak, daha fazla yol.
Çin bunu yıllardır bilen ve buna göre hareket eden tek ülke. Çin, imzasını taşıyan Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG) başlatılmasının 10. yıldönümünü kutlamak üzere geçen Ekim ayında 130’dan fazla ülkenin lider ve temsilcilerini Pekin’de bir araya getirmesi, tıpkı on yıl önce olduğu gibi birçok Batılı lider tarafından Çin’i küresel ticaret ağlarının merkezine yerleştirerek Batı liderliğindeki uluslararası düzenin altını oymaya yönelik gizli bir plan olduğu gerekçesiyle hoş karşılanmadı.
Ancak işlevsel bir perspektiften bakıldığında KYG, tüm ülkelerin kendi ulusal çıkarları için yapması gereken şeyi temsil ediyor: arzın talebi karşılayabilmesi için hem öngörülemeyen aksaklıklara karşı bir önlem olarak hem de ülkenin bağlantılarını ve etkisini artırmak amacıyla mümkün olduğunca çok yol inşa etmek.
Bu tür bir riskten korunma ihtiyacı, 2021’de devasa konteyner gemisi Ever Given’in Süveyş Kanalı’nda karaya oturmasıyla çok açık hale geldi; tam da dünya, Kovid-19 krizinin ortasında ticareti canlandırmaya çalışırken Avrupa ile Asya arasındaki ticaret neredeyse dondu. Biriken yükün büyük kısmı iki hafta içinde taşınmış olsa da bu durum, üreticilerin ve perakendecilerin barışçıl ticaret varsayımıyla düşük parça ve mal envanteri tuttuğu dünyanın tam zamanında tedarik zincirleri için gergin bir deneyim oldu. Ayrıca geciken sevkiyatlar için sigorta primlerinde haftalık ağır bir fiyat etiketi taşıdı.
İster Kızıldeniz’deki Husi terörizmi, ister Rusya’nın Karadeniz’deki tahıl ablukası, ister Panama Kanalı’ndaki kuraklık ya da Malakka Boğazı yakınlarındaki potansiyel bir Güney Çin Denizi çatışması denizdeki geçiş noktalarının kırılganlığını ortaya çıkarsın dünya ekonomisinin en büyük bölgeleri olan Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya’nın bu tür düzensiz ve kontrol edilemeyen olaylara rehin kalması için hiçbir neden yok.
Elbette, gemiler Süveyş Kanalı öncesi rotayı tercih ederek Afrika’nın Ümit Burnu’nu dolaşabilir ve normal 20-30 günlük nakliye süresine 10-14 gün ekleyebilirdi. Ancak bunun yerine, birbirlerinin en büyük ticaret ortakları olan Çin ve Avrupa daha akıllıca bir yol izledi: Trans-Avrasya demiryolu taşımacılığı 2021’in başlarında iki katına çıkarak ayda 1.000 yük trenine ulaştı ve böylece daha fazla güvenilirlik ve dakiklik sağlandı.
Avrasya boyunca daha fazla karayolu ve demiryolu ile Hint ve Arktik okyanusları boyunca daha fazla liman küresel yük ve emtia ticareti için esneklik ve alternatif rotalar yaratmak açısından elzem. Dünya ekonomisinin düzgün işleyişi buna bağlı. Bu tür yatırımlar, korumacılık, jeopolitik ve iklim değişikliğinden kaynaklanan enflasyonist şoklara karşı etkili önleyici tedbirlerdir.
Kuşak ve Yol Girişimi’nin dönüştürücü olmadığını iddia etmek zor. Kuşak ve Yol Girişimi’ne üye ülkelere 2013 yılından bu yana inşaat projeleri ve finansal olmayan yatırımlar için yaklaşık 1 trilyon dolar sermaye aktı.
Özellikle aşırı nüfusa sahip gelişmekte olan ülkeler için, iç taleplerle başa çıkabilmek, ekonomik çarpan etkisi yaratabilmek ve dünya ekonomisiyle bağlantı kurabilmek için sağlam altyapı şart. Macaristan ve Sırbistan gibi çevre Avrupa devletleri de Kuşak ve Yol Girişimi’nden faydalandılar, ancak Zambiya ve Sri Lanka gibi diğer devletlerde olduğu gibi bu, aşırı borç ve Çin tarafından biraz siyasi olarak esir alınma pahasına gerçekleşti.
Batı Avrupa’ya gelince, İtalya 2019’da katıldı ve 2023’ün sonlarında ayrıldu, bu da Avrupa’nın hacimli ikili ticaretlerinde Çin pazarına yeterli karşılıklı erişim elde edememekten duyduğu hoşnutsuzluğa işaret ediyor.
Bu arada, geçen Eylül ayında Yeni Delhi’de düzenlenen G-20 zirvesinde önerilen 20 milyar dolarlık çok modlu Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC), ABD tarafından hızlı bir şekilde Kuşak ve Yol Girişimi’ne rakip olarak gösterildi, ancak bu daha çok onun bölgesel bir kolu.
Bir kere Hindistan Başbakanı Narendra Modi de İran üzerinden Rusya’ya uzanan bir ticaret koridorunun lansmanını yapıyor ki bu Washington’un kulağına pek de hoş gelmiyor. Benzer şekilde, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ABD, Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya’ya aynı anda kur yapmalarından da anlaşılacağı üzere, kendine güvenen Körfez Arap ülkeleri sözde yeni soğuk savaşta taraf tutmuyorlar. Bunun yerine, Avrupa, Afrika ve Asya arasında coğrafi bir kavşak olma rollerini güçlendirmek için ustaca bir çoklu ittifak uyguluyorlar.
Bu coğrafyaların birleşiminden oluşan “Afro-Avrasya”, akademisyenlerin Yeni Dünya’nın sözde keşfinden önce eski dünyayı oluşturan sömürgecilik öncesi medeniyet ve ticaret eksenlerine atıfta bulunmak için kullandıkları bir terim.
Bugün Afro-Avrasya yeniden küresel demografi, ekonomi ve jeopolitiğin merkezi haline geldi. Bu Hint-Pasifik sisteminin tüm ulusları, daha az değil, daha fazla küreselleşme istiyor. En bağlantılı güçler, ticaret yapan ulusları kendi coğrafyalarını kullanmaya yönlendirerek kazanıyor.
Bölünmüş değil, giderek birbirine karışan ve katmanlaşan bir dünyadan fayda sağlıyorlar. Nitekim aynı G-20 zirvesinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Irak’ın güneyindeki Basra limanından Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanan bir başka ticaret transit koridoru önerdi.
AB üyesi ülkeler, Çin’in Hint-Pasifik’teki stratejik etkisine karşı koyma ve Çin’in güneş panelleri ve elektrikli araç dampingine karşı kendi pazarlarını koruma konusunda ABD ile aynı hizaya geldi.
Ancak Avrupa, liderlerinin sık sık Hindistan, Vietnam, Endonezya ve Singapur’u ziyaret etmelerinden de anlaşılacağı üzere, Arap ve Asya ekonomilerine ihracatını artırma konusunda da istekli. 2016 yılında Çinli COSCO firmasının Yunanistan’ın Pire Limanı’nın çoğunluk hissesini satın alması üzerine çıkan kargaşaya rağmen, IMEC çok modlu güzergahı için düşünülen son nokta tam da burası.
Batılı diplomatlar ve analistler artık Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ni görmezden gelmiyorlar, ancak bunun altında yatan bağlamı hala tam olarak kavrayabilmiş değiller. Kuşak ve Yol Girişimi saldırıdan çok savunma amaçlı olarak başladı. Çin dünyanın fabrika üssü haline gelmişti, balon gibi şişen sanayi üssünü beslemek için muazzam enerji ve hammadde ithalatına ihtiyaç duyuyordu, ancak bugün küresel tedarik zincirlerini bozan aynı tıkanma noktalarına karşı savunmasız kalıyordu. Aynı zamanda, çelik ve diğer mallardaki muazzam üretim fazlasını absorbe edebilecek pazarlar aradı.
Çin’in savunma harcamaları, silah ihracatı ve hem haydut rejimlerle hem de ABD müttefikleriyle stratejik bağları genişledikçe, Kuşak ve Yol Girişimi Çin’in büyük stratejisinin temel bir unsuru, dünyayı ele geçirmeye yönelik kötü niyetli bir plan olarak görülmeye başlandı. Ancak jeopolitik doğrusal değildir. Çin, Hindistan’la olan Himalaya sınırı boyunca ve Güney Çin Denizi’ndeki agresif saldırıları ve bazı eleştirmenlerin “borç tuzağı diplomasisi” olarak adlandırdığı ağır mali koşullarıyla kısa sürede kendiliğinden şüphe uyandırdı.
Bunun üzerine Batılı ve müttefik güçler karşı önlemler almaya başladı. Askeri alanda Avustralya, Hindistan, Japonya ve ABD’den oluşan dörtlü koalisyon Hint-Pasifik’te denizcilik işbirliğini artırdı, Vietnam gibi Güney Çin Denizi’ne kıyısı olan ülkelere silah satışını artırdı ve Filipinler’i, Çin’in arazi ıslahı yoluyla yaptığı gibi adaları güçlendirmesi konusunda destekledi.
Altyapı ve ticari alanlarda, ABD’de Stratejik Rekabet Yasası ve CHIPS ve Bilim Yasası, ABD Uluslararası Kalkınma Finansmanı Şirketi (U.S. International Development Finance Corp.) Avrupa Birliği’nin Global Gateway girişimi, Japonya ve Hindistan’ın “bağlantı koridorları”, çok uluslu Tedarik Zinciri Dayanıklılık Girişimi ve G-7’nin Build Back Better World’ü, ülkeleri Çinli kreditörler yerine çok taraflı kreditörlerden imtiyazlı oranlarda borç almaya ya da 5G ağları veya internet kabloları için Çinli firmalar (Huawei gibi) yerine Batılı firmalarla (İsveç’in Ericsson’u gibi) sözleşme yapmaya ikna etmek için tasarlanan sayısız programdan sadece birkaçı.
Batı, lafı bırakıp icraata bakması gerektiğini öğreniyor. Altyapı silahlanma yarışı artık iyice kızışmış durumda. Batılı güçler tarafından onlarca yıl ihmal edilen altyapıyı, küresel gündeme taşıdığı için Çin’e teşekkür etmek gerekir; ancak dünya kritik altyapıya kolektif olarak ne kadar çok yatırım yaparsa, tüm yolların Çin’e çıkma olasılığı o kadar azalır. Batı, Büyük Oyun’un bu son raunduna geç kalmış olabilir ama şimdiden oyun alanını eşitleme konusunda başarıya ulaşmış durumda.
Çin liderliğindeki ve Batı liderliğindeki girişimler sıfır toplamlı olarak tasvir edilse de, çoğu durumda limanlar ve elektrik şebekeleri gibi altyapılar dışlanamaz ve rakipsizdir: herhangi bir ticari kullanıcıya açıktır ve bu kullanıcılara eşit hizmet sağlar. İster boru hattı, ister elektrik şebekesi ya da internet kablosu olsun, her kısasa kısas projesi, dünyayı birbirine bağlı bir tedarik zinciri sistemine dönüştürmeye yönelik çok daha büyük bir projeyi istemeden de olsa ilerletiyor.
Günümüzün çalkantılı dünyasında anlatılacak daha önemli bir gerçek yok. Arzın talebi karşılaması için daha fazla yol, enflasyonist şokların önlenmesine yardımcı olur. Daha fazla ülkede daha fazla gıda yetiştirmemiz, daha fazla yarı iletken üretmemiz ve daha fazla nadir toprak minerali işlememiz ve bunların dünya çapında hareketinde tek bir arıza noktası olmamasını sağlamamız gerekiyor.
Deniz taşımacılığını Süveyş Kanalı’ndan Avrasya demiryollarına ya da daha hızlı Arktik deniz geçişine hızlıca kaydırma becerisi, küresel ekonominin şoklara karşı daha dirençli, hatta Nassim Nicholas Taleb’in terimini kullanırsak “antifragile-kırılgan olmayan” hale gelmesinin yoludur. Sadece bu temelde bile, altyapısal olarak hiper-bağlantılı bir dünya hem arzu edilir hem de mevcut sistemimizden daha üstündür. Aynı zamanda iklim değişikliği hızlandıkça uygarlığın hayatta kalması için de elzemdir.
İklim stresi muhtemelen bu yüzyılda bir milyar veya daha fazla insanın göç etmesine neden olacak ve nüfuslar kıyı bölgelerinden iç bölgelere, daha düşük rakımlı alanlardan daha yüksek rakımlı alanlara ve daha sıcak iklimlerden daha soğuk iklimlere doğru yeniden yerleşecek. Güney ve Güneydoğu Asyalıların Avrupa ve Orta Asya’ya göçü gibi daha önce hiç yaşanmamış büyüklükte yeni göç vektörlerine şimdiden tanık oluyoruz. İnsan nüfusunun büyük çoğunluğunun Avrasya kara parçasında yaşadığı düşünüldüğünde, insanların Doğu Avrupa ve Orta Asya’da iklime daha dayanıklı coğrafyalara doğru kaçınılmaz göçünü öngörmek ve gerekli konut, ulaşım, sağlık hizmetleri ve diğer tesislerden oluşan kentsel altyapıyı inşa etmek hayati önem taşıyor.
Hâlâ petrol boru hatlarından oluşan eski altyapıdan çok fazla var; su arıtma tesisleri, güneş enerjisi çiftlikleri, enerji tasarruflu uygun fiyatlı konutlar ve hidroponik gıda merkezleri gibi yenilerden ise çok az. Bu yatırımlar, dünya ekonomisini besleyen büyük küresel geri dönüşümün bir parçasıdır: Altyapı istihdam yaratır ve üretkenliği artırır, tüketim ve ticaretin büyümesini sağlar, yetenek ve sermaye akışını çeker.
Modern uygarlığı tanımlayan kentsel yerleşimlerin inşası ve birbirine bağlanması, insanlığın son 10.000 yılının öyküsüdür. Roma yollarından İngiliz demiryollarına ve Amerikan üslerine kadar birikmiş altyapı katmanlarımız, altyapı üzerindeki kontrolün el değiştirmesine rağmen uzun vadede bunun sıfır toplamlı bir oyun olmadığının kalıcı bir kanıtıdır. Altyapının kaderiyle ilgili sorunun cevabı, onun desteklediği küreselleşmeyle aynı: daha fazlası.
İlginizi Çekebilir
-
Petrol fiyatı güçlü Çin talebiyle son 3 ayın en yüksek seviyesine ulaştı
-
Xi, Trump’ın yemin törenine üst düzey Çin elçisi gönderecek
-
FT: Yatırımcılar ‘Maganomics’in kendilerine fayda getireceğine inanıyor
-
Bölgede değişen dinamikler ve PKK sorunu
-
Kaliforniya yangınları: San Francisco büyüklüğünde bir alan yok oldu
-
Türkiye ve Fransa arasında PYD gerginliği
DÜNYA BASINI
HTŞ ile temas Irak’ın Şii müesses nizamı içinde tepkilere ve tartışmalara yol açtı
Yayınlanma
2 saat önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trHaber: Eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra üst düzey bir Irak güvenlik heyeti yeni bir sayfa açmak amacıyla Şam’daki yeni Sünni İslamcı yöneticilerle bir araya geldi. Bu temas Irak’taki önde gelen Şii silahlı gruplar arasında tepkiye yol açtı. Heyet-i Tahrir Şam’ı (HTŞ) ezeli düşmanları olarak gören İran’a yakın bazı Iraklı gruplar, Suriye’de Türkiye destekli “teröristler” olarak tanımlanan gruplarla herhangi bir angajmana şiddetle karşı olduklarını söylüyor. Ancak Bağdat’ta HTŞ ile diyaloğun normalleşmeye başladığına dair işaretler var.
Haber: Irak Hükümet Sözcüsü Basim el-Avvadi, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara ile yapılan görüşmelerin güvenlik odaklı olduğunu vurguladı. Diğer haberlere göre Iraklı ekip sınırların korunması ve yeniden dirilen İslam Devleti (IŞİD) tehdidi konularını ele aldı.
-Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) Direktörü Hamid al-Şatri’nin Irak Dışişleri Bakanı yerine heyete liderlik ettiğine dikkat çeken siyasi araştırmacı Haydar Barzanci, ziyareti “tamamen güvenlik odaklı” olarak niteledi ve dolayısıyla HTŞ’nin otoritesinin resmi olarak “tanınmasının” söz konusu olamayacağını ifade etti.
Irak’taki popüler bir Twitter/X hesabı, 26 Aralık’taki görüşmenin olağanüstü doğasına atıfta bulunarak, daha önce Şam’daki Sünni İslamcı bir hükümetin Şiileri “öldüreceği” ve “katletmeye geleceği” uyarısında bulunan tartışmalı Iraklı medyatik isimleri tiye aldı.
-Paylaşımda, özellikle Bağdat’ın Suriye geçici yönetimine diplomatik kanallar açtığı bir dönemde, söz konusu isimlerin HTŞ’yi eleştiren önceki açıklamalarını geri çekip çekmeyecekleri soruluyordu.
Şatri’nin Şam ziyareti Irak’ın siyasi sahnesinde de benzer hesaplaşmalara yol açtı. İran’ın en yakın müttefiklerinden bazıları, HTŞ’nin Türkiye’nin bölgesel emelleri için bir vekilden biraz daha fazlası olduğunu öne sürerek bu yakınlaşmayı zımnen eleştiriyor gibi göründüler.
-Ketaib Seyyid eş-Şüheda’nın lideri Ebu Ala el-Velayi 30 Aralık’ta Telegram’da yaptığı bir paylaşımda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “kan dökmekle” ve yalnızca “Irak’ın haklı evlatları” tarafından engellenebilen “yayılmacı bir projeyi” yürütmekle suçladı.
Velayi’nin açıklaması, aynı gün devlete ait Irakiya TV’ye verdiği mülakatta Suriye’nin yeni yöneticilerini “Türk yönetimi”ni temsil etmekle suçlayan Kanun Devleti bloğu lideri Nuri el-Maliki’nin iddialarının ardından geldi.
Bağlam/analiz: Şara ve Şatri’nin, Suriye’nin yeni atanan Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybânî ve İstihbarat Başkanı Enes Hattab eşliğinde yaptıkları görüşmenin geniş çapta paylaşılan görüntüleri birkaç hafta öncesine kadar hayal bile edilemezdi.
-Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen Şara 2003 yılında ABD öncülüğündeki Irak işgalinin ardından El-Kaide’ye katıldı. O dönemde Ebu Musab ez-Zerkavi tarafından yönetilen Irak’taki El-Kaide, acımasız taktikleri, sivilleri hedef alması ve ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii toplumuna karşı düşmanlığıyla tanınıyordu.
-Şara’yı El-Kaide’nin belirli operasyonlarıyla ilişkilendiren doğrudan bir kanıt olmasa da 2011 yılında IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından El-Kaide’nin Nusra Cephesi olarak bilinen Suriye kolunu kurmakla görevlendirildi.
Nusra Cephesi 2014’te IŞİD’den resmen ayrıldı ve 2017’de HTŞ adını aldı ancak Irak’taki siyasi çevrelerin bir kısmı, grubun hâlâ bir terör örgütü olduğunu iddia etmeye devam ediyor.
-HTŞ’nin itibarındaki lekeyi temizlemek ve Batı’nın Suriye’ye uyguladığı yaptırımları kaldırmak Suriye’nin yeni yöneticilerinin önümüzdeki aylarda yürütecekleri diplomatik çabanın merkezinde yer alacak.
Irak’ın Şii siyaset içinde HTŞ ile normalleşmeye yönelik genel sessizliğe rağmen, önde gelen isimlerden gelen son açıklamalar en azından bazılarının yaklaşımlarını yeniden değerlendirebileceğini gösteriyor.
-Iraklı analist Lawk Ghafuri’ye göre Başbakan Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin başını çektiği pragmatik bir kesim HTŞ ile siyasi ve ekonomik normalleşmeyi “zorunlu” ama gerekli bir gerçeklik olarak görüyor.
– Buna karşılık, İran destekli silahlı gruplar, Şam ile daha sıcak ilişkilerin kendi etkilerini zayıflatabileceğinden korkuyor. Özellikle Batılı yetkililerin bu grupları silahsızlandırmak veya düzenlemek için koordineli bir mücadele yürüttüğü dikkate alındığında bu endişeler daha da artıyor.
Şara ve Şatri arasında 26 Aralık’ta yapılan görüşmeden sonraki günlerde Sudani, görüşmenin “gizliliği” nedeniyle Iraklı milletvekillerinin tepkisiyle karşılaştı. Bazı milletvekilleri, görüşmede ele alınan konuların “belirsizliği” hakkında başbakandan açıklama talep ediyor.
-Ortaya atılan bir teoriye göre Sudani, elçisi aracılığıyla HTŞ ile İran arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Bazı siyasi gözlemciler daha sonra bu teklifin yeni Suriye yönetimi tarafından reddedildiğini iddia etti.
Gelecek: Sudani’nin kendisini Şam ve Tahran arasında diplomatik bir kanal olarak sunmaya çalıştığına dair haberler gelmeye devam ediyor. Bazı gözlemciler Irak başbakanının gelecek yıl yapılması beklenen parlamento seçimleri öncesinde profilini yükseltmekte çıkarı olduğunu iddia ederken diğer uzmanlar IŞİD’in yarattığı güvenlik tehdidine dikkat çekiyor.
– İran Dışişleri Bakanlığı, 6 Ocak’ta yaptığı açıklamada, Suriye’deki gelişmelerin Sudani’nin 8 Ocak’taki ziyaretinde “kesinlikle” gündemin en önemli konularından biri olduğunu doğruladı. Irak’ın Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) geleceğiyle ilgili mevcut hararetli tartışmaların da ikili diyaloglarda baskın bir konu olmaya devam etmesi bekleniyor.
-Bağdat ve Şam arasında daha fazla üst düzey temas, dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde Irak’ın hassas siyasi bölünmelerini daha da kötüleştirebilir. Sudani’nin devam eden bölgesel diplomasi kampanyası bu noktada kritik bir rol oynayabilir, ancak bölgesel gelişmelerin hızı başbakanın çabalarını geride bırakabilir.
DÜNYA BASINI
Rus basınından değerlendirme: Trump’ın Grönland’a neden ihtiyacı var?
Yayınlanma
4 saat önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trSeçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, Grönland’ın ABD’ye devredilmesi için Danimarka’ya gümrük vergisi tehdidinde bulundu. Ancak Grönland halkı ve Danimarka hükümeti, adanın geleceğine sadece Grönlandlıların karar verebileceğini belirtti. Rus uzmanlar, Trump’ın açıklamalarının asıl amacının ticaret ve savunma harcamaları konusunda Avrupa’ya baskı yapmak olduğunu ifade etti.
ABD’nin Grönland’a olan ilgisi ve bu adayı nasıl elde edebileceği, yeniden gündeme geldi. Seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, 7 Ocak’taki son basın toplantısında, Grönland’ın ABD’ye verilmemesi durumunda Danimarka’ya yönelik gümrük vergileri uygulanabileceğini belirtti.
The New York Times (NYT) gazetesine göre, Trump’ın bahsettiği bu yaptırımlar, sadece Grönland üzerinde kontrolü bulunan Danimarka’ya değil, aynı zamanda Amerikan tüketicilerine de zarar verebilir.
Gazete, Danimarka’nın ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından biri olmasa da ülkeden gelen malların ABD’de talep gördüğünü vurguladı.
ABD Nüfus Sayım Bürosu verilerine göre, Danimarka ABD’nin ticaret ortakları arasında 37. sırada yer alıyor. Barrons dergisi, Kasım 2023 itibarıyla son 12 ayda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 9,8 milyar dolar olduğunu bildirdi.
NYT, ABD’de özellikle ilaçlar (insülin, çeşitli aşılar ve antibiyotikler), tıbbi cihazlar ve Lego oyuncaklarının popüler olduğunu aktardı.
Danimarka ve Grönland’ın yanıtı
Trump’ın Grönland konusundaki taleplerine rağmen, Danimarka şu an için bu konuda geri adım atmayı düşünmüyor. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, TV2 kanalına verdiği röportajda, Grönland’ın geleceğine yalnızca adanın sakinlerinin karar verebileceğini söyledi.
Frederiksen, Grönland hükümetinin başkanı ve adanın bağımsızlığını destekleyen partinin lideri Mute Egede’nin, Grönland halkının başka bir ülkeye satılma fikrine sıcak bakmadığını belirttiğine dikkat çekti.
2009’da imzalanan bir anlaşmaya göre, Grönland bağımsızlığını yalnızca ada halkının referandumda lehte oy kullanması durumunda ilan edebilir.
Egede, 4 Ocak’ta yaptığı bir açıklamada, 2025’te referandum yapılabileceğinin sinyallerini verdi: “Diğer ülkelerle iş birliğimiz ve ticaret ilişkilerimiz Danimarka’nın aracılığıyla kurulmak zorunda değil. Grönland’ın bağımsız bir devlet olabilmesi için gereken koşulları oluşturma çalışmaları başladı.”
Grönland’ın bağımsızlık arzusu
Grönlandlıların ABD’ye katılma isteyip istemediğine dair henüz bir sosyolojik araştırma yapılmamış olsa da adadaki nüfusun büyük bir kısmı Danimarka’dan bağımsızlık istemiyor.
Bu eğilimlerin ardında, özellikle Danimarka’nın geçmişte Grönlandlı kadınlara yönelik zorunlu sterilizasyon politikası gibi tartışmalı olayların etkisi bulunuyor. Ekim 2023’te, 12 yaşındayken Danimarkalı doktorların onayları olmaksızın rahim içi araç yerleştirdiğini söyleyen 67 kadının sayısı 143’e yükselmişti.
Danimarka ve Grönland yetkilileri, bu olaylarla ilgili özel bir soruşturma başlatmış olup, sonuçların Mayıs 2025’te açıklanması bekleniyor.
Trump’ın açıklamaları, yalnızca Danimarka’ya değil, diğer ticari ortaklara da baskı yapmak için kullanılan bir araç olarak değerlendiriliyor.
Yüksek Ekonomi Okulu (HSE) Merkezi’nde kıdemli araştırmacı Lev Sokolçik, Vedomosti gazetesine verdiği demeçte Trump’ın bu açıklamalarla ABD’nin ticaret anlaşmalarını yeniden gözden geçirmekten NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını artırma taleplerine kadar geniş bir yelpazede müzakere pozisyonlarını güçlendirmeyi amaçladığını ifade etti.
“Bu, ‘Önce Amerika’ sloganı çerçevesinde bir retorik. Bu duruşa karşı çıkanlar ciddi bir baskıya maruz kalacak,” diyen Sokolçik, ayrıca Trump’ın bu açıklamalarının, uzun vadeli ABD-Çin rekabeti bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini ve Kuzey Kutbu’nun bu mücadelenin en önemli sahalarından biri olacağını belirtti.
Ancak Grönland’ın ABD’ye katılması, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde bu konuda bir fikir birliği olmaması ve Kongre’de böylesine bir anlaşmayı onaylama sürecinin zorluğu nedeniyle pratikte pek mümkün görünmüyor.
Sokolçik, bu durumun Trump’ın gerçek amacının, Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz verdirmek olduğunu öne sürdü.
Diğer yandan The Hill gazetesine göre, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki bazı üst düzey Cumhuriyetçiler, Trump’ın yeni toprak satın alma girişimlerini desteklemeye hazır değil. Başka bir ülkeyle yapılacak herhangi bir anlaşmanın başarıyla gerçekleştirilmesi için Senato tarafından onaylanması gerekiyor. Bunun için 67 oy gerekli, ancak yeni dönemde Cumhuriyetçilerin sadece 53 sandalyesi bulunuyor.
Grönland neden önemli?
Rusya ve Kanada ile rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Rusya ve Kanada gibi ülkelerle rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Küresel ısınma ve Arktik buzullarının erimesiyle, bölgede petrol ve mineral gibi doğal kaynakların bulunduğu ortaya çıkmıştır. Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Enstitüsü’nden Dmitriy Koçegurov, “Trump’ın Grönland’a olan ilgisini bu kaynaklar üzerinden anlamak mümkün,” açıklamasında bulundu.
Fakat Grönland’ın satışının önünde ciddi engeller bulunuyor. Bunlar arasında, satın alma sürecinin karmaşıklığı ve hem Danimarka hem de Grönland hükümetlerinin bu tür müzakerelere yanaşmaması sayılabilir. Koçegurov, Trump’ın asıl amacının Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz vermek için baskı yapmak olabileceğini ifade etti.
Trump Doktrini: ‘Grönland çıkışının amacı Çin’e güçlü bir mesaj göndermek’
DÜNYA BASINI
Economist: Afrika’nın dünya ile arasındaki ekonomik uçurum derinleşiyor
Yayınlanma
2 gün önce08/01/2025
Yazar
Harici.com.trEconomist dergisinin analizine göre, Afrika’nın ekonomik gelişimi dünya ortalamasının oldukça gerisinde kalıyor. Kıtanın kişi başına düşen GSYİH’sı Doğu Asya’nın yedide birine gerilemiş durumda ve 2030 yılına kadar dünya yoksullarının yüzde 80’inin Afrika’da yaşaması bekleniyor.
İngiliz Economist dergisi, Afrika’nın ekonomik ilerlemesinin dünyanın geri kalanından önemli ölçüde geride kaldığını bildirdi.
Bir zamanlar kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasıla açısından Doğu Asya ile aynı seviyede olan Afrika’nın gelir düzeyi, bugün Doğu Asya’nın sadece yedide biri seviyesinde bulunuyor.
Dergi, Afrika’nın 21. yüzyılda sunduğu ilk vaadin -hammadde talebindeki artış ve borç affı ile güçlenen- sürdürülebilir bir büyümeye dönüşemediğini belirtti.
2000’den 2014’e kadar kişi başına düşen GSYİH’nın yıllık yüzde 2,4 gibi mütevazı bir oranda büyüdüğüne dikkat çeken dergi, diğer gelişmekte olan bölgelerin bu oranı aşarak daha fazla istihdam yarattığını ve daha kapsamlı bir ekonomik dönüşümü teşvik ettiğini vurguladı.
Uluslararası Para Fonu Afrika Bölümü Başkanı Abebe Selassie, Nijerya, Mısır ve Güney Afrika gibi büyük ekonomilerin özellikle yavaş ilerlediğini, büyüklüklerini dönüşümsel büyüme için kullanmakta başarısız olduklarını ifade etti.
Economist analizinde, ekonomik durgunluk nedeniyle 2030 yılına kadar dünya yoksullarının yüzde 80’inin Afrika’da yaşamasının beklendiğini belirtti.
Dergi, Afrika’nın iklim değişikliği karşısındaki kırılganlığının zorluklarını daha da artırdığını da ekledi.
Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu’na göre, iklim değişikliği nedeniyle risk altında olan ilk 20 ülkenin 17’si Afrika’da bulunuyor. Büyük ölçekli uyum sağlanamaması durumunda, yükselen küresel sıcaklıkların Afrika’daki mahsul verimini yüzde 30 oranında düşürebileceği öngörülüyor.
Dergi, bu zorlukların üstesinden gelme çabalarının kırılgan ekonomik temeller nedeniyle engellendiğini, Afrika ülkelerinin yarısının yüksek enflasyon, mali açık ve artan borç servisi maliyetleri dahil olmak üzere önemli makroekonomik dengesizliklerle karşı karşıya olduğunu belirtiyor.
Economist‘e göre, Afrika kıtası yatırım çekmek, üretkenliği artırmak ve ekonomik dönüşümü güçlendirmek için “cesur reformlara” ihtiyaç duyuyor.
Petrol fiyatı güçlü Çin talebiyle son 3 ayın en yüksek seviyesine ulaştı
NATO, Trump’ın savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarma önerisini reddetti
Almanya, Suriyelilerin sığınmacı statüsünü yeniden değerlendiriyor
Kaliforniya’daki yangınların yol açtığı zarar 150 milyar dolara ulaştı
Xi, Trump’ın yemin törenine üst düzey Çin elçisi gönderecek
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Nihai barıştan bahsetmek için henüz erken’
-
ORTADOĞU2 hafta önce
FT, “İsrail öncülüğünde Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmesini” yazdı
-
ORTADOĞU2 hafta önce
HTŞ’nin Şam Valisi Mervan: İsrail ile sorunumuz yok, belki korktukları için Suriye’yi biraz bombalamışlardır
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 2
-
AMERİKA2 hafta önce
BYD, “zorla çalıştırma” iddialarının ardından Brezilya’daki taşeronu kovdu
-
ASYA1 hafta önce
Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 1