Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Henry Kissinger: Çin’de rejim değişikliği hedeflememeliyiz

Yayınlanma

The Economist, 27 Mayıs’ta 100 yaşını bitirecek eski ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger ile bir mülakat yaptı.

Devlet görevlerinin yanı sıra birçok başkana ve devlet başkanına ‘danışmanlık’ yapan Kissinger, dünyanın ABD ile Çin’in öznesi olduğu bir büyük güç hesaplaşmasına doğru gittiğini ileri sürüyor.

Her iki tarafın da birbirini ‘stratejik tehdit’ olarak gördüğünün altını çizen Kissinger, Çin ve Amerika’nın teknolojik ve ekonomik üstünlük için yoğunlaşan rekabetinden endişe duyuyor.

Yapay zekanın bu rekabeti güçlendirmesinden korkan Kissinger, “Birinci Dünya Savaşı öncesindeki klasik durumdayız,” diyor ve ekliyor: “İki tarafın da fazla siyasi taviz marjının olmadığı ve dengenin herhangi bir şekilde bozulmasının feci sonuçlara yol açabileceği bir durumdayız.”

The Economist, Vietnam savaşındaki rolü nedeniyle eski bakanın ‘savaş kışkırtıcısı’ olarak görüldüğünü hatırlatıyor ama dergiye göre Kissinger, “büyük güçler arasındaki çatışmaların önlenmesini hayatının odak noktası olarak görüyor.” Ona göre insanlığın kaderi ABD ve Çin’in iyi geçinip geçinemeyeceğine bağlı ve özellikle yapay zekanın hızlı ilerlemesinin, onlara bir yol bulmak için sadece beş ila on yıl bıraktığına inanıyor.

Çin’i anlamak

Kissinger’a göre savaştan kaçınmak için başlangıç noktası Çin’in artan huzursuzluğunu analiz etmek. Pekin’e karşı ‘uzlaşmacı’ bir tavır sergilemesiyle bilinmesine rağmen, birçok Çinli düşünürün ABD’nin inişte olduğuna ve ‘bu nedenle, tarihi bir evrimin sonucu olarak, eninde sonunda ABD’nin yerini alacaklarına’ inandıklarını kabul ediyor.

Kissinger Çin liderliğinin, Batılı politika yapıcıların küresel kurallara dayalı bir düzenden bahsetmelerine, gerçekte kastettikleri Amerika’nın kuralları ve Amerika’nın düzeni olduğu için, kızdığına inanıyor.

Çin’in yöneticileri, Batı tarafından önerilen, Çin’in ‘uslu durması halinde ona ayrıcalıklar tanınması’ şeklindeki küçümseyici pazarlıktan rahatsız. Çin’de bazıları ABD’nin kendilerine eşit davranacağını düşünmenin aptallık olduğundan şüpheleniyor.

Çin, ‘Hitlervari’ bir dünya egemenliği peşinde değil

Bununla birlikte Kissinger, ‘Çin’in hırslarının yanlış yorumlanmaması’ konusunda da uyarıyor. Washington’da, Çin’in dünya hakimiyeti istediğini düşünenler olduğunu belirten eski bakan, “Hitlervari bir anlamda dünya hakimiyeti peşinde değiller. Dünya düzenini bu şekilde düşünmüyorlar ya da hiç düşünmediler,” diyor.

“Nazi Almanyası’nda savaş kaçınılmazdı çünkü Adolf Hitler’in buna ihtiyacı vardı,” diyen Kissinger, Çin’in farklı olduğuna inanıyor. Mao Zedong’dan başlayarak pek çok Çinli liderle görüşen Kissinger, bu liderlerin ideolojik bağlılıklarından şüphe duymasa da, bu bağlılığın her zaman ‘ülkelerinin çıkarları ve yetenekleri konusunda keskin bir anlayışla birleştiği’ni kabul ediyor.

‘ABD ve Çin bir arada yaşayabilir’

Çin’in sistemini Marksist olmaktan çok Konfüçyüsçü olarak gören Kissinger, 

bu sistemin Çinli liderlere ülkelerinin ulaşabileceği maksimum güce ulaşmayı ve başarılarından dolayı saygı görmeyi öğrettiğini savunuyor. Ona göre Çinli liderler uluslararası sistemde kendi çıkarlarının nihai hakimi olarak tanınmak istiyorlar: “Eğer gerçekten kullanılabilecek bir üstünlük elde etselerdi, bunu Çin kültürünü dayatma noktasına kadar götürürler miydi? Bilemiyorum. İçgüdülerim hayır diyor…[Ama] diplomasi ve güç kombinasyonuyla böyle bir durumun ortaya çıkmasını engellemenin bizim kapasitemiz dahilinde olduğuna inanıyorum.”

Kissinger, “Çin ve ABD’nin birbirleriyle topyekûn savaş tehdidi olmadan bir arada yaşamaları mümkün mü? Ben bunun mümkün olduğunu düşündüm ve hâlâ da düşünüyorum,” diyor ama başarının garanti olmadığını da kabul ediyor. Kissinger bu nedenle, başarısızlığı sürdürebilmek için askeri açıdan güçlü olmak gerektiğini düşünüyor.

Tayvan meselesinde karşılık geri adım ihtiyacı

Donald Trump’ın ticaret konusunda Çin’den taviz kopararak ‘sert imajını şişirmek’ istediğini düşünen Kissinger, Biden yönetiminin politikada ‘liberal bir söylemle’ Trump’ın izinden gittiğini belirtiyor.

Eski bakan, Tayvan konusunda bu yolu seçmeyeceğini çünkü orada Ukrayna tarzı bir savaşın adayı yok ederek dünya ekonomisini harap edeceğini söylüyor. Ona göre savaş aynı zamanda Çin’i içeride de geriletebilir ve liderlerin en büyük korkusu içerideki karışıklıklardır.

Eski bakana göre her iki tarafın da taviz verecek fazla alanı yok ve her Çinli lider ülkesinin Tayvan’a olan bağlılığını dile getirmiştir. Fakat aynı zamanda, “işlerin şu anda aldığı şekle bakılırsa, ABD’nin başka yerlerdeki pozisyonunu zayıflatmadan Tayvan’ı terk etmesi kolay bir mesele değil.”

Kissinger, her iki tarafın da bu konuda itidalli davranması gerektiğini ve bunu Tayvan konusundaki tutumlarını değiştirmeden de yapabileceklerini savunuyor. Bu açıdan Tayvan, ‘süper güçlerin ortak bir zemin bulabilecekleri ve böylece küresel istikrarı teşvik edebilecekleri birkaç alandan ilki’ olabilir.

Kissinger ‘rejim değişikliği’ne karşı

Çin ile ticaret söz konusu olduğunda ABD yönetimini ‘şahinlerin’ ele geçirdiğini kaydeden Kissinger, ya hep ya hiç tavrının daha geniş kapsamlı yumuşama arayışları için tehdit oluşturduğunu vurguluyor. Ona göre eğer Amerika Çin ile birlikte yaşamanın bir yolunu bulmak istiyorsa, rejim değişikliğini hedeflememelidir.

Bazı Amerikalılar yenilmiş bir Çin’in ‘demokratik ve barışçıl’ olacağına inansa da Kissinger Çin’de komünizmin çökmesinin ideolojik çatışmaya dönüşen bir iç savaşa yol açmasının ve küresel istikrarsızlığı arttırmasının daha muhtemel olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “Çin’i çözülmeye sürüklemek bizim çıkarımıza değil.” Bu durumda ABD, kendi kuyusunu kazmak yerine Çin’in de çıkarları olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktır.

Kissinger, Ukrayna’nın bu konuda iyi bir örnek olduğunu düşünüyor.

Çin’in Ukrayna diplomasisine şans tanınmalı

Kimilerinin, Çin lideri Şi Cinping’in Ukrayna lideri Volodimir Zelenski’yi telefonla aramasını ‘boş bir jest’ olarak görmesine karşı çıkan Kissinger bunu, savaşı çevreleyen diplomasiyi karmaşıklaştıracak, ama aynı zamanda süper güçlerin karşılıklı güvenini inşa etmek için fırsat yaratabilecek ciddi bir niyet beyanı olarak görüyor.

Ukrayna savaşı nedeniyle ilk başta Rusya lideri Vladimir Putin’i suçlayan ve ‘feci bir muhakeme hatası’ yaptığını öne süren Kissinger, dikkat çekici bir biçimde Batı’nın da suçsuz olmadığını hatırlatıyor: “Ukrayna’nın NATO üyeliğini… ucu açık bırakma kararının çok yanlış olduğunu düşünüyorum.” Ona göre bu karar istikrarsızlaştırıcıydı, çünkü NATO koruması vaadinin, bunu gerçekleştirecek bir plan olmaksızın askıya alınması, bir yandan Ukrayna’yı savunmasız bırakırken, diğer yanda sadece Putin’i değil, birçok Rus’u da öfkelendirmeyi garantiledi.

Barışın toprak düzenlemeleri ile kurulma ihtimali

Kissinger, Rusya’nın 2014’te Ukrayna’dan kopardığı toprakların mümkün olduğunca çoğundan vazgeçmesini istediğini söylüyor, fakat herhangi bir ateşkeste Rusya’nın en azından Sivastopol’u elinde tutmasınun muhtemel olduğunu da kabul ediyor. Bu durumda, Rusya’nın bazı kazanımlarını kaybedip diğerlerini elinde tuttuğu böyle bir çözüm, hem memnuniyetsiz bir Rusya hem de memnuniyetsiz bir Ukrayna bırakabilir.

Bunun, gelecekteki çatışmalar için bir reçete olduğunu düşünüyor ve şöyle diyor: “Avrupalıların şu anda söyledikleri bana göre son derece tehlikeli. Çünkü Avrupalılar şöyle diyor: ‘Onları NATO’da istemiyoruz, çünkü çok riskliler. Bu nedenle onları silahlandıracağız ve onlara en gelişmiş silahları vereceğiz.’ Ukrayna’yı öyle bir noktaya kadar silahlandırdık ki, Avrupa’nın en iyi silahlanmış ve stratejik açıdan en az deneyimli liderliğine sahip ülkesi olacak.”

Kissinger’a göre Avrupa’da kalıcı bir barış tesis etmek için Batı’nın iki ‘hayal gücü sıçraması’ yapması gerekiyor. Birincisi, Ukrayna’nın NATO’ya katılması ve böylece hem Rusya’yı dizginlemesi hem de koruması. İkincisi ise Avrupa’nın istikrarlı bir doğu sınırı yaratmanın bir yolu olarak Rusya ile yakınlaşmayı tasarlaması.

Çin ile Rusya ‘doğal müttefik’ değil

Şi’nin Zelenski’yi aramasının ardından Kissinger, Çin’in Rusya ve Ukrayna arasında arabuluculuk yapmak üzere konumlanabileceğine inanıyor. ABD ve Çin’i Sovyetler Birliği ile karşı karşıya getiren politikanın mimarlarından biri olarak, Çin ve Rusya’nın birlikte iyi çalışabileceğinden şüphe duyuyor. Bu iki devletin birbirlerine karşı ‘içgüdüsel bir güvensizlik’ duyduklarını öne süren Kissinger, “Çin hakkında iyi bir şey söyleyen bir Rus liderle hiç karşılaşmadım. Ben de Rusya hakkında iyi bir şey söyleyen bir Çinli liderle hiç karşılaşmadım,” diyor ve bu iki ülkenin ‘doğal müttefik’ olmadığını savunuyor.

Çin’in Ukrayna diplomasisine ulusal çıkarlarının gereği olarak girdiğini belirten Kissinger, Rusya’nın yok edilmesine karşı çıksa da Ukrayna’nın bağımsız bir ülke olarak kalması gerektiğini kabul ettiğini söylüyor. “Hatta Ukrayna’nın NATO’ya katılma isteğini bile kabul edebilirler,” iddiasında bulunan eski bakan, Pekin’in bunu kısmet Washington ile çatışmak istemediği için yaptığını, yapabildikleri ölçüde de kendi dünya düzenlerini yarattıklarını belirtiyor.

Yapay zeka tehdidine vurgu

Kissinger’a göre Çin ve ABD’nin konuşması gereken ikinci alan ise yapay zeka. Kissinger yapay zekanın beş yıl içinde güvenlikte kilit bir faktör haline geleceğine inanıyor. Onun yıkıcı potansiyelini, matbaanın icadıyla karşılaştırıyor.

Kissinger ‘eşi benzeri görülmemiş bir yıkıcılık dünyasında yaşıyoruz’ diye uyarıyor ve ekliyor: “Askeri tarihe bakarsanız, coğrafya ve kesinlik sınırlamaları nedeniyle tüm rakiplerinizi yok etmenin hiçbir zaman mümkün olmadığını söyleyebilirsiniz. Şimdi ise hiçbir sınırlama yok. Her düşman %100 savunmasızdır.”

Kissinger, bu konuda ABD ve Çin’in birbiriyle görüşmesi ve kabiliyetleri hakkında kontrol edilebilir malzemeler temin ederek silah kontrolüne gidilebileceğini düşünüyor.

ABD için model ülke: Hindistan

Kissinger, tüm bu hedeflerin iç politika ile de birleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Amerika için bu, ‘nasıl daha pragmatik olunacağını öğrenmeyi, liderlik niteliklerine odaklanmayı ve hepsinden önemlisi ülkenin siyasi kültürünü yenilemeyi’ içeriyor.

Kissinger, pragmatik düşünme modeli olarak Hindistan’a işaret ediyor. Eski bir Hintli üst düzey yöneticinin, dış politikanın bir ülkeyi büyük çok taraflı yapılara bağlamak yerine, sorunlara yönelik kalıcı olmayan ittifaklara dayanması gerektiğini söylediğini hatırlıyor.

Ünlü diplomat, ‘Diplomasi’ başlıklı eserinde ABD’nin tüm dış siyaset tarihinin dünyayı kendi imajında yeniden inşa etme faaliyeti olarak tanımlamıştı. Bu nedenle Kissinger’a göre Hintli yöneticinin yaklaşımı ABD’lilere ‘doğal’ gelemeyecektir. Kissinger için sorun, ahlaki ilkelerin, arzu edilen bir değişim yaratmayacak olsalar bile, çoğu zaman çıkarların önüne geçmesi. Eski bakan ‘insan hakları’nın önemli olduğunu kabul ediyor ama bunları siyasetin merkezine koymaya katılmıyor. “Sudan’da [bunları dayatmayı] denedik. Şimdi Sudan’a bakın,” diyor.

Doğru olanı yapma konusundaki aceleci ısrarın, politikanın sonuçlarını düşünememek için bir bahane haline gelebileceğini söylüyor. Kissinger, bugün dünyayı değiştirmek için güç kullanmak isteyenlerin genellikle idealistler olduğunu ve realistlerin de içgüdüsel olarak onlara katıldığını savunuyor.

Hindistan ve Japonya’nın, ABD’nin pragmatizmini geliştirme yönünde bir test olacağını düşünen Kissinger, Tokyo yönetiminin 5 yıl içerisinde nükleer silah elde etmesi durumunda ilişkilerin gerginleşeceğine inanıyor.

ABD’nin iç meselesi: Uzun erimli stratejik düşünmeden yoksunluk

ABD’nin uzun erimli stratejik düşünmeye ihtiyacı olduğunu savunan Kissinger, ülkede bir siyasi kültür, eğitim ve liderlik sorunu olduğunu düşünüyor. “Stratejik bir görüş elde etmek için ülkenize inancınızın olması gerekir,” diyen Kissinger, birçok Cumhuriyetçi gibi Amerikan eğitiminin ülkenin ‘en karanlık anlarına’ odaklanmasından endişe duyuyor ve Amerika’nın değerine ilişkin ortak algının yitirildiğine inanıyor.

Kissinger, uzun erimli stratejik düşünme sorunu çözülemezse ABD’nin başarısız olduğuna yönelik tahminlerin doğru çıkacağı uyarısında bulunuyor ve ekliyor: “Hepimiz yeni bir dünyada olduğumuzu kabul etmek zorundayız.”

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English