Bizi Takip Edin

Amerika

İngiliz ekonomist Pettifor: Trump şoku küresel ekonomi için ‘Lehman anı’ olabilir

Yayınlanma

İngiliz ekonomist Ann Pettifor, Substack bülteninde yayımladığı makalede, Trump yönetiminin gümrük vergisi adımının küresel ekonomi için ‘Lehman anı’ etkisi yaratabileceği uyarısında bulundu. Pettifor, bu şokun temelinde yatan nedenin küresel ticaret sisteminin karmaşıklığını anlamayan ‘Önce Amerika’ ideolojisi ve derinleşen yurt içi eşitsizlikler olduğunu ifade etti.

İngiliz ekonomist Ann Pettifor, Substack bülteninde yayımladığı makalede, 2 Nisan 2025 tarihli “Trump Şoku”nun ciddiyetinin hafife alınmaması gerektiğini belirtti.

Pettifor, bu potansiyel şokun, nerede olursa olsun herkesin emekliliği, yatırımları, muhtemelen işi ve ekonomisi üzerindeki etkisinin küçümsenmemesi gerektiğini vurguladı.

Pettifor’a göre, ABD Başkanı Donald Trump küresel ticaret sisteminin “altına bir fitil ateşledi” ve başlattığı uluslararası iktisadi “havai fişek gösterisi” konusunda rahat bir tavır sergiliyor.

Ekonomist, Trump’ın dünya düzenini değiştirme girişiminin ne kadar tehlikeli olduğunu tam olarak kavramadığını ifade etti.

Pettifor, Machiavelli’nin “Yeni bir düzen başlatmaktan daha zor, başarısı daha şüpheli ve ele alınması daha tehlikeli bir şey yoktur,” sözlerini hatırlattı.

Pettifor, Trump’ın tüm gerekenin, yönetiminin uyguladığı “karşılıklı” küresel gümrük vergileri üzerine kaba bir metodoloji ve hesaplamalardan ibaret olduğunu düşündüğünü yazdı.

‘Hükümetler piyasaya müdahale etmeli’

“Trump yönetiminin sorumsuzluğuna hükümetler nasıl tepki vermeli?” sorusunu yönelten Pettifor, ilk gerekliliğin gerçekçilik olduğunu belirtti. Ekonomiste göre, her şeyden önce, hükümetlerin geri çekilmesi ve özel piyasaların ekonomileri istikrara kavuşturmasına izin vermesi gerektiği yönündeki yaygın dogmanın askıya alınması gerekiyor.

Pettifor, hükümetlerin büyük ölçüde ideolojik nedenlerle hem iç hem de uluslararası ekonomi üzerindeki güçlerini sermaye, para birimleri ve ticaretteki özel piyasaların “görünmez ellerine” devrettiğini savundu.

Ancak Trump’ın düşüncesizce yaptığı tek bir duyuruyla bu efsaneyi yerle bir ettiğini belirten Pettifor, “ABD yönetimi, mal ve hizmet piyasalarını altüst edebilir ve geçen hafta etti. Yarın da muhtemelen para birimi, hisse senedi ve borç piyasalarını altüst edecektir,” dedi.

Bu felakete yanıt vermek için hükümetlerin öncelikle durumun ciddiyetini tam olarak kavraması gerektiğini ifade eden Pettifor, hepsinin bunu anladığının net olmadığını ekledi.

İngiliz hükümetinin Trump müzakerecileriyle bir “anlaşma” yapma umudunu sürdürdüğünü belirten ekonomist, bunun a) Trump yönetiminin güdüleri ve b) bu krize ikili bir çözüm bulunması olasılığı hakkında bir derece naiflik içerdiğini öne sürdü.

Pettifor, bunun hayal ürünü olduğunu belirterek, “Trump yönetimi iyi niyetle müzakere etmeyecektir. ‘Önce Amerika’ ideolojisine çok bağlı. Müttefiklerini kasıtlı olarak düşman haline getirdi. İzolasyonisttir ve küresel ticaret dengesizlikleri krizine uluslararası bir çözüm kabul etmeyecektir,” değerlendirmesinde bulundu.

Wolfgang Münchau: Trump’ın tarifeleri küreselleşmenin sonudur

‘Kriz ikili değil, uluslararası’

Daha da kötüsü, Trump yönetiminin milliyetçi, proto-faşist bir hükümet olduğunu ve bu krizin ticaret ortaklarıyla bir dizi ikili anlaşma yoluyla çözülemeyeceğini anlamadığını savunan Pettifor, bunun nedenini şöyle açıkladı:

“Çünkü bu kriz, küresel ticaret sistemine dahil olan tüm ülkeler arasında patlak veren uluslararası bir kriz. ABD ile örneğin Meksika veya Çin arasında bire bir kriz değil. Bundan çok daha büyük; Amerika Birleşik Devletleri tamamen açık bir ekonomi, çok çeşitli ülkelerle küresel olarak ticaret yapıyor ve çoğuna karşı açık veriyor.”

Pettifor, “küreselleşme” ideolojisi sayesinde dünya ticaretinin tasarım gereği tamamen entegre olduğunu belirtti.

Ticaretteki “serbest piyasaların” son otuz ila kırk yılda başardığı şeyin bu olduğuna işaret eden Pettifor, “Bir ipliği —en büyük açığa sahip bir ülkeyi ve en büyük fazlaya sahip başka bir ülkeyi içeren ipliği— çekerseniz, uluslararası ve çok taraflı ticaret sistemi çözülebilir,” diye ekledi.

Ekonomist, Donald Trump’ın bir dizi ikili anlaşmayla tek tek iplikleri çekebileceğini ve böylece ABD ticaretine dengeyi yeniden getirebileceğini düşündüğünü ifade etti.

Pettifor, Trump’ın yanıldığını belirterek, nedenini başka bir benzetmeyle açıkladı: “Küresel ticareti, içindeki havanın fazla ve açık veren ülkelerden oluştuğu dev bir balon olarak düşünün. ‘Balonun’ bir kısmındaki bir açığı sıkıştırırsanız, balon başka bir yerde genişler. Sistemin bir bölümündeki —Amerika Birleşik Devletleri’ndeki— bir Çin fazlasını sıkıştırırsanız, Çin’in fazlası örneğin Avrupa Birliği’ne yığıldığında balon patlar.”

Pettifor, hem açıkları hem de fazlaları çok fazla sıkıştırmanın balonu patlatacağını ve kontrolden çıkmasına neden olacağını vurguladı.

Pettifor, küresel istikrara giden iki yol olduğunu belirtti: Birincisi uluslararası bir yol; ikincisi ise yurt içi bir yol.

Uluslararası yolun, devletler arasında ticaret ve finansal ilişkilerini istikrara kavuşturmak için hem işbirliği hem de koordinasyon gerektireceğini ifade eden Pettifor, her şeyden önce ülkeler arasındaki sermaye akışlarını yönetmek için işbirliği gerektireceğini vurguladı.

Pettifor, ikili çözümlerin sistemi düzeltmeyeceğini, fazlaları azaltmayacağını veya açıkları düzeltmeyeceğini savundu.

Bunun yerine, hem fazlaları hem de açıkları azaltma görevinin farklı bir odaklanma gerektirdiğini belirten ekonomist, bu odaklanmanın fazla ve açık veren ülkelerin iç ekonomilerinde değişikliklere öncelik vermesi ve izin vermesi gerektiğini söyledi.

Pettifor’a göre, mevcut rejimi altındaki Amerika Birleşik Devletleri bu uluslararası yanıta liderlik edemez. Dünyanın geri kalan liderlerinin uluslararası düzeyde bir araya gelmesinin zor olduğunu, zira devletler tarafından uluslararası koordinasyona direnmek üzere tasarlanmış küresel bir ekonomik sisteme bağlı olduklarını dile getirdi.

Bu sistemin hükümetlerin piyasa güçlerinden uzak durmasını tercih ettiğini ve her şeyden önce sermayeye sınırlar ötesinde sürtünmesiz hareket etme konusunda üstün güç tanıyan küresel bir ekonomi olduğunu ekleyen Pettifor, “Bu siyasi ve liderlik boşluğunun doldurulması gerekiyor,” dedi.

Trump ve ‘Kurtuluş Günü’: Gümrük vergilerinden ötesi

Krizin kökeni: Eşitsizlik

Pettifor, bir hükümetin yurt içi yolu seçmesinin, “buraya nasıl geldiğimizi anlamayı” gerektirdiğini ifade etti.,

Ticaret dengesizliklerinin, iç ekonomideki eşitsizliğin bir sonucu olduğunu belirten Pettifor, Klein ve Pettis’in ünlü argümanına atıfta bulunarak, ticaret savaşlarının aslında “sınıf savaşları” olduğunu vurguladı.

Pettifor, “Ticaret savaşı, bir ülke içindeki bir çatışmanın yanlış bir şekilde ülkeler arasında bir çatışma olarak yansıtılmasıdır,” dedi.

“Küreselleşme” ideolojisinin yükselişiyle ülkelerin ekonomilerini ihracata yöneltmeye teşvik edildiğini ifade eden Pettifor, yoksul ülkelerin yalnızca ihracat sektörünü destekleyerek ve sübvanse ederek “büyüyebileceklerine” ikna edildiğini söyledi.

Emtia ihracatına yönelen ülkelerin, benzer emtiaları ihraç eden diğer yoksul ülkelerle rekabet etmek zorunda kaldığını, fiyatlar düştükçe ve para birimleri özellikle her zaman güçlü olan ABD dolarına göre değer kaybettikçe zorlandıklarını ekledi.

Pettifor, bu ülkelerin enerji veya ilaçları ABD doları dışında bir para birimiyle satın alma hakkından mahrum bırakılmasının, güçlü doların düşük gelirli ülkelerde sürekli olarak gerçek ekonomik acıya ve başarısızlığa neden olduğunu vurguladı.

Anglo-Amerikan ülkelerinde ihracatçılara yönelik kamu sübvansiyonlarının (EXIM bankası ve İngiltere’nin İhracat Kredi Garanti Departmanı gibi), ucuz kredi ve vergi indirimlerinin ihracat sektöründe aktif olan şirketleri kayırdığını belirten Pettifor, buna ticaretin finansmanını yöneten finans kurumlarının (Wall Street ve City of London) ve tabii ki süper zenginlerin de dahil olduğunu da ekledi.

Pettifor, kamu mali desteği ve kaynaklarının bu sektörler ve zenginler için fazla tasarruf ve “aşırı tüketim” yarattığını ifade etti.

Ekonomist J. A. Hobson’ın sözleriyle, bu zenginlerin sonuç olarak “bildikleri herhangi bir arzunun taleplerinin çok üzerinde” gelir ve servete sahip olduklarını kaydetti.

Buna karşılık, bu ülkelerdeki işçilerin ürettiklerinden düşük pay aldığını ve bunun küresel ticaret sistemi tarafından üretilenleri tüketme ve ithal etme yeteneklerini azalttığını söyleyen Pettifor, bazı işçilerin gelirlerinin kasıtlı olarak baskılandığını ekledi.

Pettifor, bunun küresel ekonominin ürettiği tüm mal ve hizmetlerin yetersiz tüketilmesine ve ekolojik dengesizlikleri daha da kötüleştiren bolluklara (gluts) yol açtığını belirtti.

Sorunun, zenginlerin kazandıklarının tamamını harcamaması ve harcayamaması olduğunu belirten Pettifor, buna karşılık yüzde 99’luk kesimin kazandıklarının tamamını gıda, kira, sağlık ve eğitime harcadığını söyledi.

Ancak düşen reel gelirleri nedeniyle bunların bile karşılanamaz hale geldiğini kaydeden Pettifor, “Her halükârda, yüzde 99’luk kesim, düşen reel gelirler sonucunda üretilen her şeyi tüketemedi,” değerlendirmesini yaptı.

Dolayısıyla, pek çok ana akım ekonomistin iddia ettiği gibi, toplumun satın alma gücünün çok az mal ve hizmeti kovalamasından ziyade, çok fazla mal ve hizmetin küçülen satın alma gücünü kovaladığını savundu.

Bu iç dengesizliklerin eşitsizlik üzerindeki gerilimlerin artmasına neden olduğunu belirten Pettifor, bu noktada Trump gibi popülist partilerin suçu giderek küreselleşen sistemden ve iç eşitsizliğin adaletsizliğinden alıp yabancılara —göçmenlere, Çinlilere, Meksikalılara vb.— kaydırdığını ifade etti.

Trump’ın küresel gümrük vergileri Çin’e ‘çok yönlü abluka’ işlevi görüyor

Güçlü dolar ve sermaye akışları

Pettifor, tüm bunlar olurken, 1970’ler ve 1980’lerin başından itibaren Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi ülkelerin jeopolitik ve ideolojik nedenlerle sermaye hesaplarındaki çoğu kısıtlamayı kaldırmayı seçtiğini ve yabancı yatırımcıların açık finansal piyasalara engelsiz erişimine izin verdiğini hatırlattı.

Fazla veren ülkelerin ihracattan kazandıkları parayı örneğin ABD ürünleri satın alarak harcamadığını belirten Pettifor, bunun yerine sermayelerini ABD finansal varlıklarını —Hazine bonoları (tahviller), hisse senetleri, türevler, yatırım fonları vb.— satın almak için kullandıklarını söyledi.

Wall Street ve City of London’ın da buna aracılık ettiğini ekleyen Pettifor, “(Dünya merkez bankalarının başka seçeneği yoktu: ABD doları dünyanın rezerv para birimidir ve rezerv tutmakla yükümlüdürler),” diye ekledi.

ABD’de finansal piyasalara bu para akışının ABD dolarının güçlenmesine yol açtığını belirten Pettifor, bunun finansal varlıkların değerini artırıp zenginleri daha da zenginleştirirken, ABD’de üretilen malların rekabet gücünü kaybetmesine neden olduğunu ifade etti.

Bunun fabrikaların kapanmasına, iş kayıplarına ve emeğin ABD ekonomisindeki payının küçülmesine yol açtığını daekledi.

Denge için reçete

Öte yandan Pettifor, uluslararası ticaret ve finans sistemine dengeyi yeniden getirmenin öncelikle hem ticaret hem de sermaye akışlarının daha fazla yönetilmesini gerektirdiğini belirtti. Her şeyden önce, ekonomilerin küresel sistemden uzaklaşıp iç ekonomideki yüzde 99’luk kesimin gelirlerini artırmaya yönelik yeniden yönlendirilmesini gerektirdiğini vurguladı.

İngiltere ve Avrupa’da bunun kemer sıkma politikalarının ve giderek saçma hale gelen “mali kuralların” terk edilmesini gerektirdiğini söyleyen Pettifor, devletin çoğunluğun gelirlerini reel olarak artırmak için harekete geçmesi gerektiğini ifade etti.

İkinci olarak, egemen rezerv para birimlerinden uzaklaşılması gerektiğini belirten Pettifor, daha önceki yazılarında savunduğu gibi, bunun bölgesel takas birliklerinin kurulmasıyla başlayabileceğini söyledi.

Nihayetinde, dünyanın uluslararası bir takas birliği etrafında koordine olmak ve işbirliği yapmak için bir araya gelmesi gerektiğini vurguladı.

Başka bir deyişle, Pettifor’a göre günümüzün küresel krizi, John Maynard Keynes gibi bir liderlik ve vizyon gerektiriyor.

Ekonomist, “Bu kalibredeki ekonomistler ve tavsiyelere kulak verecek kadar bilge politikacılar bugünlerde az bulunuyor,” dedi.

Pettifor, “Bu yüzden kemerlerinizi bağlayın. Çalkantılı bir döneme giriyoruz,” uyarısıyla sözlerini tamamladı.

Amerika

Trump, Fed Başkanı Powell’ı görevden almak istiyor

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın, faiz ve tarifeler konusundaki görüş ayrılığı nedeniyle Fed Başkanı Jay Powell’ı kovmanın yolları aradığı iddia ediliyor. İddiayı ilk olarak Wall Street Journal (WSJ) dile getirdi.

Powell, Chicago Ekonomi Kulübü’nde yaptığı konuşmada gümrük tarifelerinin enflasyon ve istihdam hedeflerini baltaladığını söylemişti.

Trump ise hemen ardından Truth Social’da yaptığı açıklamada Powell’ın “suyunun ısındığı” mesajını vererek Fed’den derhal faiz indirmesini istemişti.

POLITICO’da yer alan göre ise Hazine Bakanı Scott Bessent, Beyaz Saray yetkililerini Powell’ı kovmaya yönelik herhangi bir girişimin finansal piyasaları istikrarsızlaştırma riski taşıyacağı konusunda defalarca uyardı.

Powell’ı görevden almaya yönelik herhangi bir girişim zaten son gümrük vergisi darbesinden dolayı sersemlemiş olan piyasalarda istikrarsızlığı besleyecek bir unsur olarak görülüyor.

Beyaz Saray kaynakları, Trump’ın perşembe sabahı yaptığı paylaşımı Powell’ı derhal görevden alma girişiminden ziyade Fed başkanının “dengesini bozma” ve onu ülkenin iktisadi sıkıntıları için gelecekte bir “günah keçisi” olarak konumlandırma çabası olarak görüyor. Paylaşım aynı zamanda Powell’ın teslim olması için üzerindeki baskıyı artırmayı amaçlıyor gibi görünüyor.

POLITICO’ya göre elbette söz konusu Trump olduğunda hiçbir şey kesin değil ve müttefikleri onun bir anda fikrini değiştirip Powell’ı görevden almaya daha ciddi bir şekilde karar verebileceği konusunda uyarıyor.

Bir kaynak, “Bunu yapacağını sanmıyorum ama açıkçası bu pimi çekilmiş bir el bombası. Bu yüzden hiçbir garanti yok,” dedi.

Trump’ın perşembe günü Oval Ofis’te gazetecilere yaptığı açıklamalar da Powell’ı kovmaya hazır olmadığının altını çizdi. 

Trump, “Eğer ondan bunu istersem, oradan ayrılır. İşini iyi yaptığını düşünmüyorum. Ondan memnun değilim. Bunu bilmesini istiyorum. Eğer gitmesini istersem, inanın bana çok hızlı bir şekilde gidecektir,” iddiasında bulundu.

Fakat Powell, Başkan istese bile görevinden ayrılmayacağını söylemişti.

Öte yandan Trump, Powell’ın ilk dönemindeki başkanlığından şikayetçi olamayacağını da sözlerine ekledi. Başkan, “Çünkü ülke tarihimizin ekonomik açıdan en başarılı yönetimine sahiptik,” dedi. Trump Powell’ı 2017’nin sonlarında bu göreve aday göstermişti ve gazetecilerin sorusu üzerine bu kararından dolayı pişmanlık duyduğunu ifade etmekten kaçındı.

Trump, bazı iktisatçıların resesyona yol açabileceğinden korktuğu gümrük vergileri nedeniyle faiz oranlarının düşürülmesi çağrısında bulunurken, Powell ve diğer Fed yetkilileri artan fiyatları kontrol altında tutmak amacıyla faiz oranlarını yüksek tutuyor.

Piyasalar, gümrük tarifeleri enflasyonu artırsa bile, Fed’in artan işsizlik karşısında eninde sonunda faiz indirimine gideceğini bekliyor. Fakat şimdilik, iktisadi veriler hâlâ “sağlam” görünüyor ve Powell, kendisinin ve politika yapıcı arkadaşlarının faiz oranlarını ayarlamak için acele etmelerine gerek olmadığını söylüyor.

Federal yasalar uyarınca, Fed Yönetim Kurulu üyeleri 14 yıllık dönemler için atanır ve başkan onları yalnızca “sebepten dolayı” görevden alabilir; bu terim genellikle görevi kötüye kullanma veya suiistimal anlamına gelir. Bu kısıtlamanın amacı kurumu siyasi müdahalelerden korumak.

Fakat Trump yönetimi şu anda başkanın diğer bağımsız kurumların başkanlarını görevden alma yetkisine getirilen benzer sınırlamaların anayasaya uygunluğuna itiraz ediyor.

Şu anda Yüksek Mahkeme’de bekleyen acil temyiz başvurusunda Trump, Ulusal Çalışma İlişkileri Kurulu ve Liyakat Sistemleri Koruma Kurulu üyelerini görevden alma konusunda sınırsız yetkiye sahip olması gerektiğini savunuyor.

Çarşamba günü Chicago Ekonomi Kulübü’nde konuşan Powell’ın da altını çizdiği gibi, yüksek mahkemenin bu temyiz başvurusunda vereceği kararın Fed için geçerli olup olmayacağı net değil.

Powell, “Bu, insanların hakkında çok konuştuğu bir dava. Bu kararın Fed için geçerli olacağını düşünmüyorum ama bilemiyorum. Bu dikkatle izlediğimiz bir durum,” demişti.

Yine de Powell’ı kovmaya yönelik herhangi bir hamleye mahkemede hemen itiraz edilmesi muhtemel. Beyaz Saray’daki müttefiklerine göre Fed Başkanı’nın görev süresinin bitmesine sadece bir yıl kaldı ve bu da Başkan’ın Powell’ın gitmesini bekleme isteğini artırabilir.

Bu arada Trump, Truth Social paylaşımında perşembe günü temel faiz oranını yüzde 2,5’ten yüzde 2,25’e indiren Avrupa Merkez Bankası’nı (ECB) övdü.

Merkez bankasının kararından önce, “ECB’nin faiz oranlarını 7. kez düşürmesi bekleniyor” diyen Trump, Powell’ın “ECB gibi Faiz Oranlarını uzun zaman önce düşürmesi gerekirdi, ama kesinlikle şimdi düşürmeli,” diye ekledi.

Okumaya Devam Et

Amerika

Trumpizmin iktisadi aklı – 3: Amerikan sanayisi ve Elon Musk’ın robotsu insanları

Yayınlanma

Yazar

“Doların hakim ‘güvenli’ para birimi olarak rolünü sürdürmesi, ABD ekonomisinin, iktisatçı Dani Rodrik’in küresel entegrasyon ve milli egemenlik arasındaki içsel çelişki olarak nitelendirdiği duruma uyum sağlamasını gerektiriyor. Rodrik, daha fazla küresel entegrasyonu tercih eden ülkelerin yerel ekonomileri üzerindeki kontrollerinden vazgeçmeleri gerektiğini, buna karşın yerel kontrolü elinde tutmayı tercih eden ülkelerin ise ekonomilerinin ticarete ve sermaye akışına ne ölçüde açık olduğunu sınırlamaları gerektiğini belirtiyor.

(…)

Çünkü her ülkede iç ve dış ekonomik dengesizlikler her zaman uyumlu olmak zorunda. Bazı ülkeler dış dengesizliklerini kontrol altına alarak elverişli iç koşulları korumak için sermaye ve ticaret akışlarını kısıtladıklarında, ticaret ve sermaye hesapları üzerinde daha az kontrol sahibi olan ticaret ortaklarına kendi iç dengesizliklerini empoze edebilirler. İngiliz ekonomist Joan Robinson bu ticaret politikalarını ‘komşumu dilendirme’ olarak adlandırmış ve sonuçta küresel ticaret çatışmalarında artışa yol açacağını söylemiştir.

(…)

Doların küresel ticaret ve finanstaki hakimiyetinin uzun zamandır Amerikan ekonomisi için net bir fayda sağladığı varsayılıyordu, ama bu varsayım giderek daha fazla sorgulanıyor. Wall Street’e ve küresel taşınabilir sermaye sahiplerine fayda sağlarken, bu faydaların Amerikalı üreticiler ve çiftçiler için bir maliyeti var.

Bazı ülkelerin dış dengesizliklerini aktif bir şekilde yönetirken diğerlerinin yönetmediği bir dünyada, ABD dolarının birincil güvenli para birimi olarak oynadığı rol, Amerika’yı küresel ekonomik çarpıklıkların başlıca sorumlusu haline getirdi. Bu dengesizliklerin giderilmesi, küresel ticaret ve sermaye akışını düzenleyen kuralların temelden yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.”

Bu satırlar, Financial Times’ta Michael Pettis imzasıyla yayınlandı. Pettis, ünlü Amerikan düşünce kuruluşu Carnegie’de uzman olarak görev yapıyor. Bu denli uzun bir alıntıyla giriş yapmamın nedeni, ilk iki bölümde Stephen Miran ve Scott Bessent’te cisimleşen fikirlerin, “ana akımda” bile zannedildiğinden çok daha yaygın bir şekilde tartışıldığına vurgu yapmak. Zaten yazının başlığının da anlattığı gibi, Pettis’e göre, “ABD küresel dolar olmadan daha iyi durumda olacaktır.”

Danışman Miran ve Bakan Bessent, buna küresel ticaretin/ekonominin yeniden dengelenmesi adını veriyor. Daha önce benzer örnekler görmüş müydük?

Bazı iktisatçılar gördüğümüzü düşünüyor ve Richard Nixon-Ronald Reagan dönemlerindeki büyük dönüşüme işaret ediyorlar. Örneğin Yanis Varoufakis, “Kurtuluş Günü” tariflerinin ertesinde Unherd’de yazdığı bir makalede, 1971’de Nixon’ın Hazine Bakanı olarak görev yapan John Connaly’nin sözlerini alıntılıyor. Başkanı “Nixon şokuna” ikna etmek için Connaly, “Benim felsefem, Sayın Başkan, tüm yabancıların bizi mahvetmek için orada beklediği ve bizim işimizin de önce onları mahvetmek olduğudur,” diyor ve amacının “dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde çözülmesini” [disintegration] tetiklemek olduğunun altını çiziyordu.

Varoufakis, Nixon şokunun, özellikle Avrupalılar için Trump şokundan çok daha ağır olduğunu ve uzun erimli sonuçları açısından düşünüldüğünde hedeflerine çok daha eksiksiz ulaştığını düşünüyor. Bu sonuç şuydu: Amerikan hegemonyasını sürdürmek ve genişletmek için ABD’nin ticaret ve bütçe açıklarını büyütmek.

Bu noktada, milli güvenlik siyaseti ile ekonomi arasındaki bağın “neoliberal” dönemde bile sıkı sıkıya bağlı olduğunu yazdığımızı hatırlatıyorum. Nitekim yine Varoufakis, Nixon’ın danışmanlarından birinin, Connaly’yi “şok”a ikna eden kötü şöhretli Paul Volcker’in sözlerini de aktarıyor:

“Piyasaya tarafsız bir hakem olarak bakmak caziptir. Fakat istikrarlı bir uluslararası sistemin gereklilikleri ile milli politikalar için hareket özgürlüğünü muhafaza etme arzusu arasında denge kuran ABD de dahil olmak üzere bir dizi ülke ikincisini tercih etti.”

Batı Avrupa ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası yarattıkları “iktisadi mucizeler”in üstüne bir bardak soğuk su içmelerinin zamanı gelmişti. Dünya ekonomisindeki “kontrollü bir şekilde çözülmesi”, ABD için meşru hedefti.

Fed Başkanlığı makamına geçen kötü şöhretli Volcker, tarihe “Volcker şoku” olarak geçecek bir hamleyle, sabit kur rejimini dağıtıyor ve faizleri tek seferde gökyüzüne fırlatıyordu.

Trumpizmin iktisadi aklı – 1: Stephen Miran ve doların devalüasyonu planı

***

“Dolayısıyla Trump,” diyor Varoufakis, “yıkıcı bir darbe yoluyla dünya ekonomisinin kontrollü bir şekilde parçalanmasını isteyen ilk Başkan değildir.”

Yunanistan’ın eski maliye bakanı önemli bir gözlemde bulunuyor: ABD hegemonyasını yenilemek ve uzatmak için ABD’nin müttefiklerine kasıtlı olarak zarar vermek; uzun vadede ABD’deki sermaye birikimini güçlendirmek için Wall Street’e kısa vadeli zarar vermeye hazır olmak… Bunlarla da ilk kez karşılaşmıyorduk. Nixon bunu yapmıştı; ondan önce Başkan Hoover’ın Hazine Bakanı Andrew Mellon bunu yapmıştı. “Sıçramak için geri çekilmek” sermaye birikimini garanti altına almanın yollarından biriyidi.

Demek oluyor ki Trump ve ekibi, Nixon şoku ile başlayan ve sonrasında Carter ve Reagen yönetimleri ile garanti altına alınan Amerikan hegemonyasını bir kez daha kurtarmanın yollarını arıyor. Yine hedefte doların devalüasyonu, Wall Street’e küçük bir çelme ve “yabancı kapitalistlerin” bedel ödemesini talep etme var.

Peki başarılı olursa bu dünya neye benzeyecek? Varoufakis’in bir cevabı var, uzun bir alıntı da olsa okumaya değer:

“Belki bunu söylemek için henüz çok erken ama neoliberalizm, Peter Thiel gibi neoreaksiyonerlerin teknofeodal inancı tarafından şimdiden tartışmaya açılmıştır. Bulut sermayesi finansal sermayenin yerini alıyor ve piyasanın ilahi rolünün yerine insan-ötesi [transhuman] durumunun (bulut sermayesi, yapay zeka ve biyolojik bireyin birleşmesi) kutsal kasesini koyuyor. Finansallaşma da yakında benzer bir baskı altında kalacak. Yapay zeka geliştikçe, Wall Street, Elon Musk’ın X’i bir “her şey uygulaması” haline getirme hırsında görüldüğü gibi, bulut sermayesi ve finansın birleşmesine direnmeye devam edemeyecektir. Bu tür gelişmeler, internetin faks makinelerine yaptığını ödemelere yapacak ve Federal Rezerv’in gelecekteki herhangi bir rolü de dahil olmak üzere finansal istikrar için ciddi yansımaları olacaktır. Ve Küresel Köy hayali yerine, Duvarlarla Çevrili Ulus’a sahip olacağız. Bununla birlikte, küreselleşmenin gerilemesi otarşinin mümkün olduğu anlamına gelmiyor. Trump Şoku bizi ikiye bölünmüş bir gezegene doğru itiyor; bu gezegenin bir kısmı Trump Planına boyun eğen vasal ülkelerden, diğer kısmı ise BRICS deneyinin kendi seyrinde devam etmesine izin verilen ülkelerden oluşuyor.”

***

Varoufakis’in çizdiği tablo iyimser mi, kötümser mi pek anlaşılmıyor. Ama doların değerine odaklanan bir “yeniden dengeleme”nin sorunları, Trump’ın uyguladığı her tarifede (ve tarifeleri geri alışında!) su yüzüne çıkıyor.

Beyaz Saray, tarifeleri üretimi ABD’ye geri getirmek için (reshoring) yaptığını söylüyor. Peki bu araç, yeniden dengeleme amacına hizmet ediyor mu? Cevap büyük ihtimalle hayır.

Örneğin, imalatın temel ara girdileri olan alüminyum ve çeliğe yönelik gümrük vergilerinin ABD ekonomisini daha fazla imalat yönünde yeniden dengelemesi olası görünmüyor.

Şirketlerin tarife maliyetlerinin bir kısmını absorbe etmesi ve geri kalanını tüketicilere yansıtması bekleniyor. Bazı tahminlere göre, sadece otomobil tarifelerinin ek maliyeti araç başına 5.000 ila 10.000 dolarlık bir fiyat artışı anlamına gelebilir. Eski Hazine Bakanı Larry Summers, tarifelerin genel net etkisinin dört kişilik bir aileye yaklaşık 300.000 dolara mal olacağını hesaplıyor.

Üstelik kesinliğin olmayışı, bir uygulanıp bir duraklatılan tarifelerin ekonomiye etkisinin görülmemesi, ayrıca bütün bu “reshoring” hedefinin uygun bir devlet teşvik stratejisi ile birleştirilmemesi Amerikan ekonomisini resesyona doğru götürüyor. Örneğin “Kurtuluş Günü” tarifeleri ile birlikte, Trump ve DOGE Amerikan imalat sektörünü on yıllardır destekleyen İmalat Genişletme Ortaklığı (MEP) programını sonlandırdı. MEP, 1980’lerde ABD’nin Japonya ile ticaret savaşının doruk noktasında Kongre tarafından, küçük Amerikan üreticilerine tavsiyelerde bulunmak üzere kurulmuştu.

MEP 50 eyaletin tamamında fırın, yazıcı, tortilla ve köpek maması üreticileri de dahil olmak üzere binlerce işletmeye vergi mükellefleri tarafından sübvanse edilen danışmanlık hizmeti veriyordu.

Dahası sadece finansal piyasalarda değil, “reel” ekonomide de bu sarsıntı hissediliyor. Mart ayında satın alma yöneticileri endeksi (PMI) 50’nin altındaydı (49). Washington Post’un aktardığına göre imalat ticaret grupları, iptal edilen siparişler ve yavaşlayan büyüme konusunda endişe duyan üyelerinden gelen telefonlarla dolup taştıklarını söylüyor.

İmalat sektöründeki grupların neredeyse hepsi temel malzeme veya makinelerde daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kaldıklarını ve birkaçı tarifeyle ilgili belirsizlik nedeniyle talebin zaten “kuruduğunu” gördüklerini söylüyor.

ABD ekonomisinde imalatın payının da, fabrikalarda çalışan Amerikan işçilerinin oranının da dibe vurduğu bir gerçek. Bununla birlikte, bu gerçek kimi başka gerçeklerin de üzerini örtüyor: İmalatta çalışan işçi sayısı yerinde saysa da, imalat çıktısı artmaya devam ediyor; yani verimlilik artıyor. Otomasyondaki gelişmeler, sermaye birikiminin genel yasaları ile paralel ilerliyor.

Dahası, “yeniden sanayileşme” boyutlarında olmasa da, 2008 krizinden sonra kısmi bir imalat canlanması yaşandığını istatistiklerden takip edebiliyoruz: 1990’dan 2010’a kadar geçen 20 yılda imalat sektörünün istihdamdaki payı yüzde 16’dan yüzde 9’a düşmüştü. Fakat 1953’ten beri süregelen bu istikrarlı düşüş 2010 yılından itibaren hayli yavaşladı.

2010’dan bu yana geçen 15 yılda imalatın toplam istihdamdaki payı sadece bir puan düşerek yüzde 9’dan yüzde 8’e geriledi. Bunun nedeni, Covid yılları hariç, ABD’deki imalat işlerinin sayısının 2010’dan 2022’ye kadar artmış olması.

Örneğin Dan McLaughlin gibi bazı yazarlar, imalatın Orta Batı’dan bölgesel olarak kaydığını ve aslında yurtdışına gitmeyip Güney’e göç ettiğine; fabrikaların bugün daha az işçiyle daha fazla üretim yapabileceği anlamına gelen otomasyondaki büyük gelişmelere işaret ediyor.

McLaughlin şöyle yazıyor:

“Tıpkı fabrika işlerinden nefret eden önceki nesillerin çiftçiliği romantikleştirmesi gibi, imalat işini romantikleştirme eğilimi var. Kapanan fabrikaların gerçek insani maliyetini kabul edebiliriz ve yine de her imalat işinin alternatiflerine kıyasla eşit derecede cazip olmadığını fark edebiliriz: birçok mavi yakalı erkek muhtemelen bir tekstil fabrikasında çalışmaktansa bir Amazon teslimat kamyonu sürmeyi veya bir şantiyede çalışmayı tercih eder. Ayrıca, iktisadi popülistler imalat işleri ile imalat kapasitesini karıştırma eğilimindeler. Artık bir şeyler üretemiyorsak bunun ulusal güvenliğimiz için tehlikeli olduğunu söylüyorlar.”

Üstelik nispeten az sayıda Amerikalı aslında bir fabrikada çalışmak istiyor. Financial Times’a göre son kamuoyu yoklamaları, Amerikalıların %80’inin daha fazla imalat işi ile ülkenin daha iyi durumda olacağını düşündüğünü, fakat yalnızca %25’inin kişisel olarak bu tür işlerde daha iyi durumda olacağını düşündüğünü gösteriyor.

Trumpizmin iktisadi aklı – 2: Scott Bessent, Amerikan rüyası ve özel güzeldir

***

Öte yandan gümrük tarifeleri, özel üretim hizmetleri alıcılarını, ürünlerini oluşturmak için Amerikalı tedarikçilere yönelmek de dahil olmak üzere tedarik zincirlerini hızla yeniden düzenlemeye itiyor.

“KOBİ” stratejisi burada kritik bir hal alıyor. ABD’nin küçük ve orta ölçekli üreticileri de bu dönemden faydalanmak ve müşteri tabanlarını hem burada hem de yurt dışında büyütmek istiyor.

ABD, özellikle CNC işleme ve enjeksiyon kalıplamadan sac-metal imalatına, 3D baskıya ve daha fazlasına kadar her konuda uzmanlaşmış 500.000’den fazla KOBİ’ye ev sahipliği yapıyor.

Son birkaç yıldır alıcılar, COVID-19’un tetiklediği, Altyapı Yatırım ve İstihdam Yasası, CHIPS ve Bilim Yasası gibi federal mevzuat ve şimdi de küresel ticaret ortamı tarafından desteklenen yeniden tedarik çabalarını hızlandırdı.

Özel üretim için “dijital pazar yeri” olarak hizmet veren Xometry, Zogby Strategies ile üç ayda bir gerçekleştirdiği “Amerikan Üretiminin Yeniden Dirilişi” anketleri aracılığıyla iki yıldan uzun bir süredir yeniden üretim trendini takip ediyor.

Verilere göre birinci çeyrekte, imalat sektöründeki CEO’ların neredeyse yarısı (%42) tesisleri başarılı bir şekilde yeniden “reshore” ettiklerini söylerken, %19’u da tarifelerin bir sonucu olarak bunu yapmayı planladıklarını belirtiyor.

Tam bu noktada, “Silikon Vadisileşme” eğiliminin tüm ekonomiyi ahtapot gibi sarmaya başladığı görülüyor: İmalat CEO’larının %70’i, planlama ve operasyonlarda verimlilik elde etmek için yapay zeka gibi gelişmekte olan teknolojileri benimsiyor ve bunu otomasyon yakından takip ediyor.

Yapay zekaya yatırım yapan bu şirketlerin çoğu önemli bir yatırım getirisi elde etti ve neredeyse üçte ikisi (%63) yapay zeka ve diğer teknolojilerin operasyonları için “dönüşümsel” olacağına inanıyor.

Teknolojiye ek olarak, Amerika’nın endüstriyel çekirdeği daha yüksek teknolojili hale geldikçe imalat CEO’ları da “yeteneklere” yatırım yapıyor.

Öte yandan Ulusal Bağımsız İşletmeler Federasyonu (NFIB) tarafından yapılan bir anket, mart ayında, Trump’ın gümrük tarifesi ilan ettiği “Kurtuluş Günü”nden önce bile, küçük işletmelerin iyimserliğinin 2020’den bu yana en keskin düşüşünü yaşadığını ortaya koyuyor; elbette Cumhuriyetçilerin Demokratlardan daha iyimser olduğunu not etmek koşuluyla.

Varoufakis’in “teknofeodaller” dediği yeni teknoloji simsarları, yapay zeka, otomasyon ve dijitalleşme ile ekonomiyi dönüştürmek için Trump yönetimini bir alet olarak kullanıyor.

***

“Başkan Trump onlarca yılını verimli ve başarılı şirketler kurarak geçirmiş başarılı bir iş adamıdır. Gerçek patronun Amerikalı vergi mükellefleri olduğunu biliyor ve tüm hükümet çalışanlarından Amerikan halkının hak ettiği yüksek düzeyde özveri ve mükemmellik talep etmeye devam edecek.”

Beyaz Saray sözcüsü Anna Kelly böyle diyor. Aynı Trump, ABD CEO’su olarak, federal devletteki personel kıyımı için, “herkesin yeri doldurulabilir” diyor.

Trump’ın en büyük destekçisi milyarder Musk, “Haftada 40 saatlik çalışmayla dünyayı değiştiremezsiniz,” diyor. “Size ne kadar lazım?” diye sorulduğunda tereddüt etmiyor: “Kişiye göre değişir, ama yaklaşık 80 [saat] sürekli, zaman zaman 100’ün üzerine çıkar. Ağrı seviyesi 80’in üzerinde katlanarak artar.”

Haftada 7 gün çalışsanız, günde 14 saate tekabül ediyor. Musk ve Trump’ın “üretimin ABD’ye taşınması” derken kastettiği, 19. yüzyılda İngiliz işçilerinin ölümüne çalıştırıldığı “fabrika sistemi” gibi görünüyor.

“İnsan-ötesi” robot fantezisi, üretimin insansı robotlar tarafından yapıldığı değil, insanların robotsu hale getirildiği bir düzene işaret ediyor.

Okumaya Devam Et

Amerika

ABD yargısı, Google’ın çevrimiçi reklam pazarını kasten tekelleştirdiğine hükmetti

Yayınlanma

ABD’li bir federal yargıç, Google’ın dijital reklamcılık alanında yasadışı bir şekilde tekel oluşturduğuna ve bu tekeli sürdürdüğüne hükmederek, teknoloji devinin işinin bir kısmını elden çıkarmak zorunda kalmasına neden olabilecek yolu açtı.

Virginia’daki davaya başkanlık eden bölge yargıcı Leonie Brinkema perşembe günü yaptığı açıklamada Google’ın dijital reklam pazarının iki bölümünü “kasıtlı olarak” tekeline aldığını söyledi.

Bu, çevrimiçi yayıncıların reklam alanı satmak için kullandıkları teknoloji ve işletmelerin reklamlar için teklif verdikleri en büyük alan. 

Fakat Brinkema, davayı açan ABD Adalet Bakanlığı’nın, Google’ın pazarın üçüncü bileşeni olan reklamveren reklam ağlarına haksız bir şekilde hakim olduğunu kanıtlayamadığına karar verdi.

ABD, Google’ı reklam teknolojisi pazarında tekelcilikle suçluyor

Karar, geçen yıl ayrı bir antitröst davasında federal bir yargıcın, şirketin arama alanında yasadışı tekelini sürdürmek için özel anlaşmalara milyarlarca dolar harcadığını tespit etmesinin ardından geldi.

Mahkemenin Google’ı işinin bir bölümünü satmaya zorlamayı da içerebilecek çözümleri belirleyeceği bu davanın ikinci aşaması önümüzdeki hafta başlıyor.

Adalet Bakanlığı bu davasında Google’dan Chrome tarayıcısını satmasını, Apple’a varsayılan arama motoru olması için her yıl yaptığı 20 milyar dolarlık ödemeyi durdurmasını ve rakipleriyle daha fazla veri paylaşmasını istedi.

Brinkema perşembe günkü kararında, “On yılı aşkın bir süredir Google, yayıncı reklam sunucusunu ve reklam borsasını sözleşme politikaları ve teknolojik entegrasyon yoluyla birbirine bağladı ve bu da şirketin bu iki pazardaki tekel gücünü oluşturmasını ve korumasını sağladı. Google, müşterilerine rekabet karşıtı politikalar dayatarak ve arzu edilen ürün özelliklerini ortadan kaldırarak tekel gücünü daha da sağlamlaştırdı,” diye yazdı.

Fakat bakanlığın pazarın üçüncü kısmını tanımlama şeklini reddederek, “reklamveren reklam ağı” teriminin sektörde yaygın olmadığını ve yayıncıları “haksız yere dışladığını” söyledi.

Google ise yaptığı açıklamada, davanın “yarısını kazandıklarını” ve diğer yarısını da temyize götüreceklerini vurguladı. Açıklamada, “Mahkemenin yayıncı araçlarımızla ilgili kararına katılmıyoruz. Yayıncıların pek çok seçeneği var ve reklam teknolojisi araçlarımız basit, uygun fiyatlı ve etkili olduğu için Google’ı seçiyorlar,” denildi.

Yargıçtan tarihi karar: Google, yasadışı anlaşmalarla aramalarda tekel kurdu

Karar, eski başkan Joe Biden tarafından atanan ve Donald Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce davayı açan eski antitröst yetkililerinin kazandığı son zafer oldu.

Adalet Bakanlığı’nın antitröst biriminin eski başkanı Jonathan Kanter perşembe günü X’te yaptığı bir paylaşımda, “Bugün antitröst uygulaması, medya endüstrisi ve özgür ve açık internet için büyük bir zafer. Google artık iki kat daha fazla yasadışı bir tekelci,” dedi.

Trump tarafından atanan antitröst yetkilileri, özellikle Büyük Teknoloji’ye karşı yaptırım konusunda sert bir tutum benimseme niyetinde olduklarının güçlü sinyallerini verdiler.

ABD Federal Ticaret Komisyonu (FTC) bu hafta Washington federal mahkemesinde Meta’ya karşı tekel davasına başladı. ABD Başsavcısı Pam Bondi yaptığı açıklamada, “Bu, Google’ın dijital kamusal alanı tekeline almasını engellemek için devam eden mücadelede dönüm noktası niteliğinde bir zafer. Adalet Bakanlığı, Amerikan halkını teknoloji şirketlerinin ifade özgürlüğüne ve serbest piyasalara yönelik tecavüzlerinden korumak için cesur yasal adımlar atmaya devam edecek,” dedi.

AB’nin rekabet şefi Teresa Ribera ise, kararı not ettiklerini ve “ilgiyle inceleyeceklerini söyledi.

Avrupa Komisyonu Google’ı kendi reklam hizmetlerini kayırdığı gerekçesiyle ayrıca soruşturuyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English