Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

İran nihayet Avrasya Ekonomik Birliği’nde

Yayınlanma

İran nihayet Avrasya Ekonomik Birliği’ne (AEB) girdi. Mutabakat 25 Aralık’ta St. Petersburg’da Avrasya Yüksek Ekonomik Konseyi’nde imzalandı. Böylece İran, AEB’nin Rusya, Belarus, Kazakistan, Ermenistan ve Kırgızistan’dan sonra tam üyesi oldu.

Epeydir bekleniyordu bu, ama artık yılan hikâyesine dönüşmüştü; yıllardır süren girişimlere rağmen bir türlü son imzanın atılmamış olması, hiç değilse bende, bir çeşit sürpriz etkisi yarattı.

Topluluk ile İran arasında ilk geçici mutabakat 17 Mayıs 2018’de imzalanmış ama ancak 27 Ekim 2019’da yürürlüğe girmişti. Gecikmede başta Kazakistan olmak üzere üye ülkelerin parlamento onaylarının beklenmesi de rol oynamıştı ama esas belirleyici olan İran’ın ağırdan almasıydı: mutabakatın uygulanması için gerekli prosedürlerin yerine getirilmesine dair AEB’yle İran arasında nota alışverişi ancak 28 Ağustos 2019’da yapılabilmişti.

Bu ağırdan alışta genellikle İsrail’le AEB arasında İsrail’in de serbest ticaret bölgesine katılması için yürütülen görüşmelerin etkili olduğu ileri sürülür. Gerçekten de İsrail’in Moskova büyükelçisi daha 2020’de, bu yöndeki anlaşmanın 2021’de imzalanabileceğini söylemişti. Bu, Tel Aviv’in olası bir anlaşmayı engellemek için diplomatik manevrası da sayılabilir.

Bense tayin edici faktörün İran’daki iktidar mücadeleleri olduğunu düşünüyorum. Sınırlı anlaşma “reformist” denilen Ruhani döneminde imzalanmıştı ama batı oryantasyonlu Ruhani yönetiminin öncelikleri farklıydı; bu yönetim nükleer anlaşmasıyla yaptırımların kalkacağına o kadar çok güveniyordu ki, Avrasya Ekonomik Birliği’yle ilişkileri gerçekte sadece bu pazarlıkta şantaj unsuru olarak kullanıyordu.

Aslında 2021 başında bile üyelik meselesine sadece İran’ın değil Kazakistan’ın da pek istekli bakmadığı belliydi. Kazakistan Ticaret Bakanlığı 2021 şubatında “İran’ın üyelik başvurusunda bulunmadığını, bu yüzden üyelik tartışmalarının zamansız olduğunu” açıklamıştı.

Ancak Kazakistan’da 2022 ocak olaylarının ardından Nazarbayev’in tedrici tasfiyesinden başka ağustos 2021’de İran’da Reisi’nin devlet başkanlığına seçilmesiyle birlikte bu tercih güçlendi. Buna rağmen gene de Tahran’da iktidar mücadeleleri, nihai anlaşmayı 2,5 yıla yakın daha sarkıttı.

27 Ekim 20198’da yürürlüğe giren ön anlaşma sınırlıydı; mutabakat metninde neredeyse tamamı tarım ürünleriyle ilgili toplam 862 kalem sayılmıştı. Bunun 502’si İran’ın ihracat, 360’ı ise AEB üyelerinden ithal edeceği ürünleri ilgilendiriyordu. Ancak liste aslında dış ticarete konu bütün ürünlerin yarısını bile kapsamıyordu.

Buna rağmen Topluluk ile İran arasında bu kalemlerde dış ticaret hacmi 2,5 milyar dolardan 2021’de 5 milyar dolara, 2022 itibariyle de 6 milyar doların üzerine çıkmıştı ve bu durum, Tahran’da iktidar değişikliğiyle birleşince, İran’ın geleceği açısından büyük bir potansiyele işaret ediyordu.

Anlaşmayla İran’ın Topluluk ülkelerine uyguladığı gümrük resmi yüzde 4,5 seviyesine düşürüldü. Bu oranın başka ülkeler için yüzde 30’u bulduğu düşünülürse, demek ki Birlik üyelerinin ihracatı için muazzam bir avantaj sağlıyor. Ama esas avantajlı olan İran; zira Birlik üyesi ülkelerin İran’dan ithal ettiği ürünlerin ortalama gümrük tarifesi de yüzde 6,6’dan 0,8’e düşürüldü. Avrasya Ekonomik Komisyonu ticaret bakanı Andrey Slepnev’e göre bu, sırf gümrük resimlerinin kaldırılması bile AEB ile İran arasında dış ticaret hacminde yılda 380 milyon dolarlık bir artışa yol açacak.

Ön anlaşmadaki toplam 862 kalem nihai anlaşmada fiilen sınırsız nitelik kazandı. Birlik’ten İran’a esas itibariyle buğday, mısır, koyun, kanatlı hayvan ve metalurji ürünleri ihracı yapılacak. Bu, mevcut durumla ilgili. Ancak perspektif olarak işlenmiş tarım ürünlerinden başka petrol ve doğalgaz sanayisine yönelik ana ve ara ürünler, makine sanayisi, gübre ve elektronik eşya da öngörülüyor. Başka deyişle perspektif, yıllardır özellikle petrol ve doğalgaz sanayisini, makine ve elektronik ihtiyacını karşılamak için yaptırımların etrafından dolanma yolları bulmak zorunda olan İran’ı rahatlatacaktır. Buna karşılık İran da Birlik üyelerine geleneksel ihraç ürünlerinden başka gemi ve otomobil sanayisinde ve bunların yedek parçalarında, keza tekstil alanında ihracatını artırabilecek. Özellikle otomobil yedek parçası (İran yaptırımlar sayesinde bu konuda özel bir uzmanlık kazandı) bu ürünleri artık batıdan alamayan Rusya için artan bir ihtiyaç.

Görülmemiş yaptırımlar yüzünden stratejik çıkış yolları arayan Rusya için daha önemli olan, bana öyle geliyor ki, Kuzey-Güney koridoru. Koridor Rusya Dışişleri’nin tanımıyla “St. Petersburg’dan Mumbai’ye kadar 7200 kilometrelik bir ulaşım ve ticaret yolu”; ancak bu yolun son halkası, Çabahar-Mumbai deniz yolu, İran ve Hindistan arasındaki ilişkilerin geleceğine bağlı. Rusya’nın bu koridor için Hazar kıyısındaki yatırım ve projeleri devam ediyor. Bu projeler özellikle 2022’den sonra hız kazandı; demek ki 2000’lerin başından beri ağır aksak işleyen koridor yatırımları Ukrayna çatışması ve İran’da iktidar değişikliğiyle birlikte yeni bir momentum kazandı.

Koridorun genellikle gözden kaçan, turizmle ilgili bir başka boyutu daha var. Hazar bölgesinde iç turizmden başka, hiç değilse perspektif olarak, İran’ın Hint Okyanusu kıyılarında dış turizm de öngörülüyor. Geçen yıl ağustos ayında Rusya ve İran arasında turizm vizelerinin kaldırılmasına yönelik mutabakat bunun sonucuydu. İran’ın üyelik anlaşmasının imza töreninde İran Sanayi ve Ticaret Bakanı Abbas Ali-Abadi de bunun altını çizmişti. Ancak koridorun kaderi gibi bu ikincisi de İran’ın geleceğine bağlı.

Slepnev önümüzdeki 5-7 yıl içinde toplam dış ticaret hacminin 18-20 milyar dolar olarak planlandığını da söylüyor. İran’ın sözgelimi Türkiye ile olan ticaretinin 6,5 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse, bu çok önemli bir tutar ve öyle anlaşılıyor ki tamamen gerçekleştirilebilir bir hedef. Ancak yapısal sorunları gizlemiyor.

Şu anda Birlik üyesi ülkelerin bütün dış ticaret işlemlerinin sadece yüzde 0,5’i İran’la yapılıyor. AEB’nin İran dış ticaretindeki payı yüzde 3 civarında; İran’ın Birlik üyelerinin toplam dış ticaretindeki payı ise yüzde 1’den fazla değil. Üstelik bu, AEB üyeleri açısından son derece dengesiz bir tablo çiziyor. Birlik ve İran arasındaki dış ticaret hacminin yüzde 75’i Rusya’yla. Bu, İran’ın Birlik’e yaptığı ihracatın yüzde 85’ini, Birlik’ten yaptığı ithalatın ise yüzde 65’ini teşkil ediyor. Yüzde 10 Kazakistan’la; Belarus ve Kızgızistan’la ise neredeyse sıfır. Doğal ki Ermenistan özel bir yer tutuyor: İran ve Birlik arasındaki dış ticaret hacminin yüzde 15’i Ermenistan’la; bu, İran’ın Birlik ülkelerine toplam ihracatının da yüzde 25’ini teşkil ediyor.

Diğer bir sorun, İran ekonomisinin yapısından kaynaklanıyor. Topluluk üyeleri de petrol üreticisi olduğuna göre, petrol ihracatçısı İran kaçınılmaz olarak Çin’i öncelemeye devam edecek. Yani İran’da yapısal iktisadi değişiklik olmadığı sürece Avrasya Ekonomik Birliği ülkeleriyle dış ticaret hacminin 20 milyar doların üzerine çıkması şimdilik pek mümkün görünmüyor. Bununla birlikte İran için en büyük avantajı, AEB’nin aynı zamanda ortak dış ticaretle üçüncü ülke pazarlarına açılma kapısı anlamına gelmesi.

Ancak Topluluk, İran için yapısal değişiklik fırsatı anlamına da gelebilir, zira üyelerin dış ticaret açığı vermesinin engellenmesine yönelik kliring tartışmaları hız kazanıyor. Birlik yönetimi (hükümeti) daha 2022 ağustosunda tek bir kliring bankası kurulması fikri üzerine çalıştıklarını duyurmuştu. Muhtemelen bu yıl projenin ilk adımı değerli kâğıtlar için atılacaktır.

Rusya ve İran’ın tamamen, Belarus’un ise neredeyse tamamen SWIFT sisteminden çıkarıldığı bir ortamda kliring meselesi, öncelikle dedolarizasyon ve dolayısıyla ekonomik kırılganlıkları azaltma vasıtası olarak, ikincisi de ileride kliringe dayanan ve dış ticaret açıklarını kapatmaya aday bir sistemi vaat ettiği için Birlik’in cazibesi olmaya aday. Böyle bir uygulama mevcut şartlar içinde öngörülebilir bir gelecekte gerçekleştirilebilir mi, söylemek güç; ancak ilkesel olarak bunun önü, sözgelimi BRICS’te olduğundan çok daha açık.

Temel sorun, İran’ın ne yapmak istediği. Eğer 1 Mart parlamento seçimlerinde Ruhani’nin başını çektiği “liberal” muhalefet cephesi başarılı olur veya bu cephenin olası bir boykot çağrısının ardından seçimlere katılım meşruiyet sınırının altına düşerse, belki de İran, 25 Aralık’ta imzalanan serbest ticaret bölgesine girme anlaşmasına rağmen AEB konusunda yeni bir tutum değişikliğine yönelebilir. İran’da muhalefetin iktidarı ısrarla “Rusçulukla” suçlaması, bu durumda siyasi etkisini gösterecektir.

Mart ayı, bölge için önemli: 1 Mart’ta İran seçimleri meşruiyet sorunu yaratarak altüst oluşa neden olabilir; 17 Mart’ta Rusya’da başkanlık seçimleri Rusya’nın stratejik çizgisinde bir değişiklik yaratmaz ama iktidarın meşruiyetini pekiştirebilir veya zayıflatabilir; 31 Mart’ta Türkiye’de yerel seçimlerin ise iç siyasette sonuçları olacağını beklemek gerçekçi değilse de dış siyasette keskin bir yarım dönemece yönelebilir.

AVRUPA

Komünist Parti’ye karşı ilk ‘Twitter devrimi’: Moldova’da 16 yıl önce ne olmuştu?

Yayınlanma

Yazar

Moldova, 2009 yılının Nisan ayında bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından sonra ülke tarihinin en çalkantılı ve tartışmalı siyasi krizlerinden birine sahne oldu. 5 Nisan’da yapılan parlamento seçimlerinde Moldova Komünist Partisi’nin (PCRM) zafer ilan etmesinin ardından, seçimlerin hileli olduğu iddialarıyla ülke çapında başlayan protestolar kısa sürede çatışmalara dönüştü.

Başkent Kişinev başta olmak üzere Bălți ve diğer şehirlerde binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen gösteriler, ülke içinde ‘üzüm devrimi’ olarak adlandırılsa da sosyal medya üzerinden örgütlenmesi nedeniyle daha çok ‘Twitter Devrimi’ olarak tanındı.

Öyle ki, Moldova’daki antikomünist eylemler, Twitter’dan (bugünkü adıyla X) örgütlenen ilk kitlesel protesto gösterisi sayılabilir. Zira, 2006’da kurulan Twitter’ın 2008 ABD başkanlık seçimleri, 2008 Gürcistan-Rusya savaşı ve yine 2008’deki Yunanistan öğrenci eylemlerinde kullanıldığı bilinse de, o dönemde Facebook ve internet blogları çok daha popülerdi. Kitlelerin örgütlü hareketi konusunda Twitter kullanımının ilk kez Moldova’da başarıyla gerçekleştirildiği biliniyor.

Eylemler nasıl patlak verdi?

6 Nisan’da, PCRM’nin yaklaşık yüzde 50 oy oranıyla çoğunluğu elde ettiği açıklamaları sonrası protestocular sokaklara döküldü. Ortaya çıkan tepkinin nedeni, PCRM’nin zaferini henüz resmi sonuçlar ilan edilmeden önce ilan etmiş olmasıydı. Nihai sonuçlara göre PCRM yüzde 49.48 oy oranıyla parlamentodaki 101 sandalyeden 60’ını kazandı.

PCRM için kritik olan ise, Moldova Anayasası’na göre cumhurbaşkanını seçmek için gerekli olan 61 sandalyeden yalnızca bir sandalye eksik kalmasıydı.

AGİT Seçim Gözlem Misyonu seçimlerin genel anlamda özgür ve adil olduğunu ifade etse de, Liberal Parti (PL), Liberal Demokrat Parti (PLDM) ve Bizim Moldova İttifakı (AMN) — sonuçları kabul etmedi. Oy sayımında usulsüzlük yapıldığını ileri süren bu partiler, seçimlerin iptali, yeniden sayım ya da yeni seçim yapılması talebiyle çağrıda bulundu.

Moldova İçişleri Bakanlığı’nın seçmen yaşına dair sunduğu veriler ile yerel yönetimlerin bildirdiği kayıtlı seçmen sayısı arasında 160 bin kişilik bir fark olduğu iddiaları ise gerilimi artıran bir diğer gelişme oldu.Ayrıca bazı seçmenlere birden fazla oy pusulası verildiği gibi kanıtlanamayan iddialar da ‘usulsüzlük’ söylemini destekler nitelikteydi.

6 Nisan’da başlayan gösteriler, ertesi gün 30 binden fazla kişinin katılımıyla kitlesel bir düzeye ulaştı. Protestolara öncülük eden isimlerden gazeteci Natalia Morar’ın eylemleri Facebook, Twitter paylaşımları ve SMS yoluyla örgütlemesi, eylemlere ‘Twitter devrimi’ denmesine yol açtı.

Gösteriler, her eski Sovyet ülkesinde olduğu gibi ‘barışçıl’ söylemlerle başlasa da, kısa süre içerisinde güvenlik güçleriyle çatışmalar başladı ancak polis güçleri göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale etse de eylemciler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı.

Parlamentoya baskın

Protestocular, Moldova Cumhurbaşkanlığı binasını ve Parlamento’yu bastı ve binayı ateşe verdi. Romanya ve Avrupa Birliği (AB) bayrakları taşıyan ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu eylemciler, “Avrupa istiyoruz”, “Biz Rumeniz” ve “Komünizm defol” gibi sloganlar attı. Moldova bayrağının yerine Romanya ve AB bayrakları asıldı.

Orantısız müdahale ve işkence iddiaları

Polis güçleri ise, 7 Nisan gecesi müdahale ederek 200’den fazla eylemciyi gözaltına aldı. İçişleri Bakanlığı, toplamda 295 kişinin gözaltına alındığını açıklarken, insan hakları grupları bu sayının gerçekte çok daha fazla olduğunu iddia etti.

Uluslararası Af Örgütü, Moldova hükümetini çocuklar da dahil olmak üzere yüzlerce protestocuyu keyfi olarak gözaltına almakla, işkenceyle suçladı. BM İnsan Hakları Ofisi ise, gözaltına alınan kişilerin çoğunun fiziksel şiddete maruz kaldığını, avukatlarıyla görüştürülmediğini iddia etti. Aynı dönemde uluslararası medya organlarında, 800 kişinin kayıp olduğu yönünde haberler yayınlansa da bu bilgiler teyit edilemedi.

Bazı Rumen gazeteciler ise, Moldova’da tehdit edildiklerini, gözaltına alındıklarını belirtti. 10 Nisan’da Jurnal de Chișinău gazetesi genel yayın yönetmeni Rodica Mahu ve TVR muhabiri Doru Dendiu gözaltına alındı. Ancak aynı gün serbest bırakıldılar; Dendiu’nun ülkeyi terk etmesi istendi. Morar ise ev hapsine alındı. Bu süreçte Kişinev’de internet erişimi de kısıtlandı.

İlk ölüm

Protestolar sırasında 23 yaşındaki Valeriu Boboc’un polis şiddeti sonucu öldüğü iddiası kamuoyunda infial yarattı. Resmi açıklamada ölüm nedeni ‘zehirlenme’ olarak sunulsa da, ailesi vücudundaki darp izlerini gerekçe göstererek Valeriu’yu polisin öldürdüğünü ileri sürdü.

Moldova Devlet Başkanı Vladimir Voronin, 15 Nisan’da protestocular için genel af ilan ettiğini duyursa da, Ancak muhalefet, af kararının uygulanmadığını ve gözaltıların sürdüğünü ifade etti.

Moldova’dan Romanya’ya suçlama

Moldova Başsavcılığı, eylemlerin iş insanı Gabriel Stati tarafından finanse edildiğini iddia ederek Ukrayna’dan iadesini talep etti. Stati, Ukrayna makamları tarafından Odessa’da yakalanıp, 2009’un Haziran ayına kadar tutuklu kalacağı Moldova’ya iade edildi.

Moldovalı yetkililer ayrıca, protestoların dış müdahale ile yönlendirildiğini ileri sürerek, Romanya’yı suçladı ve Romanya’nın Kişinev Büyükelçisini sınır dışı etti. Romanya ise, iddiaları reddetti.

Yaşanan eylemler, Moldova’da komünist iktidarın çöküşünün de başlangıcı oldu. Kutuplaşmanın geri dönülemez noktaya geldiği Moldova parlamentosunda yeni cumhurbaşkanı seçilemedi. Bu nedenle parlamento feshedildi, 29 Temmuz 2009’da yeni seçimler yapıldı. Yapılan erken seçimin ardından, Komünist Parti yüzde 44,7 oy oranıyla ve 48 sandalyeyle zaferle çıksa da, 101 üyeli meclisteki kalan 53 sandalye dört muhalefet partisine gitti. Muhalefet partileri ise, Avrupa Entegrasyonu İttifakı’nı kurmayı kabul etti ve 2001’den beri iktidarda olan komünistler muhalefete düştü.

Rumen mi Moldovalı mı?

‘Twitter Devrimi’nin en dikkat çeken boyutlarından biri ise, kuşkusuz Romanya vurgusuydu. Eylemcilerin savunduğu, hükümetin ise suçladığı Romanya’nın Moldova’yla tarihsel ilişkileri, ülke içindeki siyasi saflaşmanın da önemli bir belirleyeniydi.

Moldova vatandaşlarının bir kısmı kendilerini Rumen, bir kısmı ise ayrı bir Moldova ulusunun mensubu olarak görüyor. Bu ikilem, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) mirasıyla ‘Avrupalı gelecek’ arasındaki rekabetin de bir yansıması.

Bölünmenin kökeni

Moldova ile Romanya arasındaki tarihsel bağ, 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. Prenslikler Birliği ile 1859 yılında temelleri atılan Romanya Krallığı, 1. Dünya Savaşı’nın ardından, Besarabya olarak bilinen, bugünkü Moldova’nın büyük kısmını oluşturan bölgeyi 1918’de topraklarına katmıştı. Ancak Besarabya, Molotov-Ribbentrop Paktı çerçevesinde 1940’ta  Sovyetler’e bağlandı ve Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.

Moldova’nın siyasi, kültürel ve kimliksel olarak sergilediği ‘ikiliğin’ başladığı nokta da buydu ve bu nedenle bu bölünme dil veya aidiyet sınırlarını aşarak bir jeopolitik yönelim sorunu haline geldi.

Bir tarafta ‘Rumen köklerini’ savunan, Avrupa ile bütünleşmeyi savunan milliyetçiler, diğer yanda ise Sovyet geçmişiyle şekillenmiş, bağımsız bir Moldova kimliği vurgusunu öne çıkaran ve güncel politikada Rusya’ya yakınlığı savunan muhalif Moldovalılar, Transdinyesterli Ruslar ve Gagavuz Türkleri…

Bölgenin neredeyse her ülkesinde olduğu gibi Moldova’da da şekillenen Batı yanlısı iktidar ve Rusya yanlısı muhalefet ikilemi, Moldova – Romanya ilişkilerinin tarihselliği de eklenince çelişkiyi derinleştiriyor.

Günümüzde güç dengelerinin değiştiği Moldova’da 2009 eylemleri, Batı yanlısı Maya Sandu iktidarının tenkitleriyle anılsa da, 16 yıl önce Komünist Parti’yi iktidara taşıyan yüzde 50’lik kesimin takipçileri, yaşananları ülkenin dış müdahaleyle istikrarsızlaştırılması sürecinin başlangıcı olarak görüyor.

Kaynaklar:

https://radiochisinau.md/7-aprilie-2009-astazi-se-implinesc-10-ani-de-la-protestele-violente-cunoscute-si-ca-revolutia-twitter-foto-video—85257.html

https://www.europarl.europa.eu/news/expert/infopress_page/030-55247-124-05-19-903-20090506IPR55246-04-05-2009-2009-false/default_de.htm

https://web.archive.org/web/20160304095933/http://unimedia.info/stiri/-10249.html

https://www.nytimes.com/2009/07/30/world/europe/30moldova.html

https://www.rferl.org/a/Chisinau_Unrest_Exposes_Moldovas_Fault_Lines/1605757.html

https://www.amnesty.org/en/documents/eur59/003/2009/en/

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 4

Yayınlanma

Yazar

Sergey Glazyev’in çevirisini yaptığım çok uzun makalesinin dördüncü bölümünü aşağıda paylaşıyorum.

Sergey Glazyev

Kapitalist-olmayan bir dünya sisteminin kurulmasına yönelik perspektifler

Yeni bir dünya ekonomik düzeninin ortaya çıkması dünya ekonomik düzeninin ve uluslararası ilişkilerin reforme edilmesine yol açıyor. Sosyoekonomik kalkınma planlamasının ve sermayenin yeniden üretiminin başlıca parametrelerinin devlet tarafından düzenlenmesinin yeniden doğuşu, faal bir sanayi siyaseti, sermayenin sınır ötesi akışlarının kontrol edilmesi, döviz kısıtlamaları — bütün bunlar, Washington’daki finans kuruluşlarının yasakladığı bir “menü” olmaktan çıkıp uluslararası iktisadi ilişkilerin genel kabul gören vasıtalarına dönüşüyor. “Washington konsensüsünün” aksine, bazı akademisyenler artık, insanlığın çoğunluğunun yaşadığı kalkınmakta olan ülkeler için çok daha cazip olan “Pekin konsensüsü” hakkında konuşmaya başladılar. Bu konsensüs, ayrımcılık yapmama, işbirliği içindeki devletlerin egemenlik ve milli menfaatlerine karşılıklı saygı ilkelerine yaslanıyor ve bunları uluslararası sermayenin hizmetine değil halkın refahını artırmaya yönlendiriyor. Bu konsensüs, sermayenin sınır ötesi hareketinin parasal regülasyonunda milli normların çeşitliliğine imkân veriyor; her bir ülke bu normları kendi mülahazasına uygun olarak kurmakta serbest. Bunu yaparken kalkınmakta olan ülkeler için daha elverişli fikri mülkiyet haklarının korunması ve teknoloji transferi rejimi de ortaya çıkabilir. Keza, muhtemel ki, enerji ve doğal kaynaklar alanında fiyat istikrarını ve pazara erişim şartlarında istikrarı temin eden yeni uluslararası ticaret normlarının kabul edilmesi de öyle. Zararlı salınımların sınırlandırılmasına yönelik yeni anlaşmalar da imzalanabilir, vb.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1

Küresel para ve finans sisteminin yeniden yapılandırılması, yeni dünya ekonomik düzenine geçiş için kilit önem taşıyor. Uluslararası parasal ve mali ilişkilerin yeni mimarisi, sözleşmeye dayalı hukuki bir zeminde oluşturulmalı. Küresel rezerv paralarının ihracatçısı ülkeler, kamu borçlarının ve ödemeler dengesiyle ticaret açıklarının belli sınırlarda tutulması yoluyla bunların sürdürülebilirliğini garanti etmek zorunda kalacaklar. Bunların ayrıca, kendi paralarının ihracını sağlamak için kullandıkları mekanizmaların şeffaflığına ilişkin uluslararası hukuk temelinde belirlenmiş gerekliliklere uymaları ve bu para birimlerinin kendi topraklarında ticareti yapılan tüm varlıklarla engelsiz şekilde takas edilebilmesini sağlamaları gerekecek.

Yeni dünya ekonomik düzeninin çekirdeği ülkelerin uluslararası siyasete karakteristik yaklaşımları (içişlerine karışmanın, askeri müdahalenin, ticari ambargoların reddedilmesi) kalkınmakta olan ülkelerin önüne Amerikan merkezli liberal küreselleşmeye karşı eşit hak ve karşılıklı yarara dayanan ilişkilerin kurulması temelinde gerçek bir alternatif koyuyor. Bunların birçoğu çekirdek ülkeleriyle efektif bir uluslararası işbirliği sitemini oluştururken tedricen entegral dünya ekonomik düzeninin oluşumuna çekiliyor. Dünya ekonomisinin gelişimine dair bütün uzun vadeli tahminler, entegral dünya ekonomik düzeni kurumlarına dayanan ve Asyatik sistemsel sermaye birikimi döngüsünü oluşturan ülkelerin daha ileri düzeyde kalkınma yaşayacağını gösteriyor. Siyasi yapı ve ekonomik düzenleme mekanizmaları açısından büyük farklılıklara rağmen bunlar arasında çok miktarda istikrarlı işbirliği bağları oluşuyor, karşılıklı ticaret ve yatırımlar hızla büyüyor. Küresel kalkınmanın merkezi güneydoğu Asya’ya kayıyor ve bu da bir dizi araştırmacının yeni (Asyatik) bir yüzyılsal sermaye birikimi döngüsünden söz etmesine imkân veriyor.

Baskın mülkiyet biçiminden bağımsız olarak (Çin’de veya Vietnam’da olduğu gibi devlet mülkiyeti veya Japonya veya Kore’de olduğu gibi özel mülkiyet), devlet planlaması kurumlarıyla piyasa öz-örgütlenmesinin, ekonominin yeniden üretiminin temel parametreleri üzerinde devlet kontrolüyle hür teşebbüsçülüğün, kamu yararı ideolojisiyle özel inisiyatifin kombinasyonu, entegral dünya ekonomik düzeni için karakteristiktir. Üstelik siyasi yapı, Hindistan demokrasisinden Çin Komünist Partisi’ne kadar (bunların her ikisi de benzerleri arasında dünyada en büyükleri) temelden farklı olabiliyor. Halkın genel menfaatlerinin özel menfaatler üzerindeki önceliği değişmiyor; bu genel menfaatler, yurttaşların vicdani davranışlarına, yükümlülüklerini sıkı bir şekilde yerine getirmelerine, kanunların gözetilmesine, milli hedeflere hizmet edilmesine yönelik katı kişisel sorumluluk mekanizmalarında ifadesini buluyor. Sosyoekonomik kalkınma idaresi sistemi toplumun refahını yükseltmek için kişisel sorumluluk mekanizmaları üzerinde inşa ediliyor.

Kamu menfaatlerinin özel menfaatlere üstünlüğü, sadece sosyalist ÇHC ve Vietnam’ın değil, entegral dünya ekonomik düzeninin çekirdeğini oluşturan diğer ülkelerin anayasalarında da güvence altına alınıyor. Kore anayasasında şöyle deniyor: “Mülkiyet haklarının gerçekleştirilmesi kamu yararı hedefleriyle tutarlı olmalıdır.” Bu bağlamda çalışma hakkı da garanti ediliyor: “Bütün yurttaşlar çalışma hakkına sahiptir. Devlet, emekçilerin istihdamını temin etmeye yönelik her tür çabayı göstermek ve optimum ücret seviyesini sosyal ve iktisadi güvenlik vasıtaları yardımıyla garanti etmekle ve kanunla belirlenen şartlarda asgari ücret sistemini cebren hayata geçirmekle yükümlüdür… Bütün yurttaşlar çalışmakla yükümlüdür. Devlet, çalışma yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin süre ve şartlarını demokratik ilkeler temelinde kanunla tespit etmekle yükümlüdür… Çalışma şartlarının normları, kanunla, insan onurunun korunmasını garanti edecek şekilde tespit edilmelidir…” Yurttaşların refahını sağlama hedefinin öncelikli olduğu da hüküm altına alınıyor: “Bütün yurttaşlar insan onuruna yakışır hayat şartlarına sahip olma hakkına sahiptir… Devlet sosyal güvenlik ve refahı sağlamak için her tür çabayı göstermekle yükümlüdür…” Devlet eğitim hakkını da garanti eder: “Bütün yurttaşlar yeteneklerine göre eğitim almak için eşit haklara sahiptir… Zorunlu eğitim ücretsiz sağlanmalıdır..”

Japonya anayasasında da benzer normlar tespit edilir: “Mülkiyet hakkı kamu yararına aykırı olmayacak şekilde kanunla belirlenir… Ücretler, çalışma saatleri, dinlenme ve diğer çalışma şartları kanunla belirlenir. Çocuk sömürüsü yasaktır… Herkesin, kanunda öngörülen düzende, yeteneklerine göre eğitim alma hakkı vardır… Zorunlu eğitim ücretsiz verilir…”

Sosyalist bir yapının alametleri Hindistan anayasasında daha ayrıntılı ele alınır: “Devlet, sosyal, iktisadi ve siyasi adaletin, milletin hayatının somutlaştığı bütün kurumların esasını belirlediği bir sosyal düzeni mümkün olduğunca efektif bir şekilde temin ederek ve koruyarak halkın refahını yükseltmeyi hedefler… Devlet, özellikle gelir eşitsizliğini asgariye düşürmeyi hedefler; sadece muhtelif kişiler arasında değil halkın farklı bölgelerde yaşayan veya farklı meslekler icra eden grupları arasındaki statü, şartlar ve fırsatlardaki eşitsizliği ortadan kaldırmayı hedefler… Devlet, bilhassa, şunları temin etmeye yönelik bir siyaset izler: yurttaşların, kadınların ve erkeklerin eşit temellerde yeterli geçim araçlarına sahip olmaları; toplumun maddi kaynakları üzerinde mülkiyet ve kontrolün kamu yararına en iyi hizmet edecek bölüşülmesi; iktisadi sistemin işleyişinin genel menfaatlerin aleyhine servet ve üretim araçları yoğunlaşmasına yol açmaması…; işçilerin, erkeklerin ve kadınların, keza küçük yaşta çocukların sağlık ve kuvvetlerinin kötü muameleye maruz kalmaması ve yurttaşların ekonomik zaruret yüzünden yaş ve kuvvetlerine uygun olmayan meşgalelere yönelmek zorunda kalmaması… Devlet, herhangi bir sanayi sektöründe işçilerin işletmelerin, kurumların veya diğer kuruluşların yönetimine katılmasını sağlamak için tedbirleri mevzuat çıkararak veya diğer yollarla alır… Devlet, işbu anayasanın yürürlüğe girdiği andan itibaren on yıl içinde, on dört yaşına kadar bütün çocuklar için zorunlu eğitimi sağlamayı hedefler…”

Dolayısıyla, meydana gelmekte olan entegral dünya ekonomik düzeninin çekirdeğini teşkil eden bütün ülkelerde kamu menfaatleri özel menfaatlerin üzerinde tutulur. Gözlerimizin önünde meydana gelmekte olan yeni küresel ekonomik kalkınma merkezinin Çin, Hindistan, Japonya, Kore, Vietnam, Malezya ve diğer ülkelerinin kurumsal sistemleri sosyal-iktisadi kalkınma sürecinde kamu menfaatlerinin sağlanmasına odaklanır ve bu, küresel para olarak doların emisyonu sayesinde parazit hayatı süren bir mali oligarşinin menfaatlerine hizmete odaklanan Amerikan kurumsal sisteminden farklıdır. İlk gruptaki ülkeler, muhtelif sosyal grupların menfaatlerini uyumlu kılmayı, sosyal önem taşıyan hedeflere erişmek için iş dünyası ve devlet arasında ortaklık ilişkileri tesisini hedefler.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 2

Küresel para birimlerinin ihracatçısı, paranın önemli bir bölümünü ihraç etmek için basan ve sermayenin sınıraşırı serbest hareketinden yana olan ülkelerden farklı olarak, yeni dünya ekonomik düzeninin çekirdeği ülkelerde sermaye çıkışına, bu ülkeleri dünya mali sisteminin spazmlarından koruyan sert sınırlamalar uygulanıyor. Bunlar nipel ilkesine göre işliyor: tercihan doğrudan yabancı yatırımlarını sınırlama olmaksızın içeri alıyor, ancak milli para ve finans piyasasına spekülatif saldırıları bloke eden belli kurallara göre çıkartıyor. ABD ekonomisi son on yılda dolar hacmindeki beş kat artışa rağmen durgunlaşmaya devam ediyor ancak ÇHC ekonomide azami monetizasyon seviyesi, birikim oranları ve üretim büyüme temposunu birleştiriyor.

Mevcut kârını maksimize etmeye odaklanan Amerikan mali oligarşisi, iktisadi kalkınma yönetiminde efektivite açısından, piyasa mekanizmalarını üretim ve yatırımların artırılması yoluyla halkın refahını yükseltmek için kullanan Çinli komünistlerden açıkça daha geride. Kendi (demokratik siyasi bir sistemle bütünleşik) entegral iktisadi kalkınma yönetimi sistemini yaratan Hintli milliyetçilerden de geride.

Yeni dünya ekonomik düzeninin komünist ve demokratik türleri arasındaki temel rekabetin, bugün iktisadi kalkınma temposu açısından lider olan ve uydularıyla birlikte dünya ekonomisinin yarısına sahip Çin ve Hindistan arasında ortaya çıkması olası. Bu rekabet barışçıl bir nitelik taşıyacak ve uluslararası hukuk normlarına göre düzenlenecek. Bu düzenlemenin bütün veçheleri, küresel güvenliğin kontrolünden küresel paraların emisyonuna kadar, uluslararası anlaşmalar üzerinde kurulacak. Yükümlülükleri kabul etmeyi ve bunların uygulanmasına yönelik uluslararası kontrolü reddeden ülkeler uluslararası işbirliğinin ilgili alanlarında tecrit olacaklar. Dünya ekonomisi daha komplike hale gelecek; milli egemenliğin öneminin yeniden tesisi ve iktisadi faaliyette milli düzenleme sistemlerinin çeşitliliği de ulus-üstü yetkilere sahip uluslararası kuruluşların köklü önemiyle iç içe geçecek.

Entegral dünya ekonomik düzeninin komünist ve demokratik türleri arasındaki rekabet antagonistik olmayacak. Örneğin Çin’in, “insanlığın ortak kaderi” ideolojisine sahip olan “tek kuşak tek yol” inisiyatifine muhtelif siyasi sistemlere sahip birçok ülke katılıyor. AB’nin demokratik ülkeleri komünist Vietnam’la serbest ticaret bölgeleri kuruyor. Rekabet mücadelesi ortamı, milli idare sistemlerinin karşılaştırmalı efektivitesiyle belirleniyor.

SSCB’nin dağılmasıyla başlayan ve Pax Americana’nın çöküşüyle sona eren, emperyal dünya ekonomik düzeninden entegral dünya ekonomik düzenine geçiş halihazırda tamamlanıyor. ABD ve Avrupa’nın iktidardaki elitinin küresel hakimiyeti korumak için başlattığı küresel hibrit savaş, dünya ekonomik düzeninin kaçınılmaz değişim örüntüsüne tamamen uygun şekilde kendilerinin zayıflamasına ve yeni dünya-sisteminin iki kutuplu merkezini oluşturan Çin ve Hindistan’ın güçlenmesine yol açıyor. Bu dünya-sisteminin yeniden üretimi artık, batı ülkelerinin beş yüz yıllık iktisadi hakimiyeti döneminde büyümüş kapitalist oligarşinin menfaatlerine göre belirlenmeyecek. Dünya-sisteminin merkezindeki sermayenin yeniden üretimi, entegral dünya ekonomik düzeninin çekirdek ülkelerinin devletleri tarafından düzenlenecek. Bunlar, para siyasetini milli ekonominin kalkınması hedeflerine tabi kıldılar ve kambiyo kontrolü yöntemleriyle de bu siyaseti yabancı sermayeden bağımsız kıldılar. Çin ve diğer güneydoğu Asya ülkeleri, teknolojik egemenliklerini sağlayıp yeni teknolojik modun kabarış dalgasında liderliği alarak doğrudan yabancı yatırımlar karşısında bağımsızlıklarını da güvence altına aldılar. Çin, Japonya ve Kore, kalkınmakta olan ülkeler için önemli yatırım ve teknoloji temini kaynakları haline geldiler. Çin ve ASEAN ülkeleri dünyadaki en büyük bölgesel ortaklığı kurdular. Bütün tahminler, entegral dünya ekonomik düzeninin çekirdek ülkelerinin dünya ekonomisindeki üstünlüğü artarken çökmekte olan emperyal dünya ekonomik düzeninin çekirdek ülkelerinin ağırlığının görece azaldığına işaret ediyor.

Amerikan ve Asyatik sermaye birikim döngülerinin “çekirdeğine” dair bir dizi göstergenin karşılaştırması (% dünya)
2010 2020 2030
Amerikan sermaye birikim döngüsünün “çekirdeği” (ABD, AB, Kanada)
GSYH 36,5 32,4 18,2
İhracattaki payı 24,1 24,0 21,0
İthalattaki payı 47,5 40,5 34,5
Yüksek teknoloji ürünleri ihracatındaki payı 26,5 20,0 16,0
Asyatik sermaye birikim döngüsünün “çekirdeği” (Çin, Japonya, Hindistan, Güney Kore, Singapur, Malezya, Ortadoğu ülkeleri, Avrasya Ekonomik Birliği)
GSYH 33,1 45,5 55,2
İhracattaki payı 16,9 25,4 33,0
İthalattaki payı 15,7 27,5 37,3
Yüksek teknoloji ürünleri ihracatındaki payı 28,0 33,0 38,0

 

Entegral dünya ekonomik sisteminin sosyalist alametleri dünya-sisteminin merkez ve periferisi arasındaki ilişkileri kaçınılmaz olarak değiştirecektir. Si Tsinpin’in ifadesiyle: “… büyük devletler arasında ‘temelinde işbirliği ve ortak kazanç ilkesinin olduğu’, keza bütün dünyada barışın korunması ve ortak kalkınmanın ilerletilmesini öngören yeni bir uluslararası ilişkiler sisteminin kurulması gerekiyor… Bu ilişkiler dünya ülkelerinin egemenliğinin dokunulmazlığı ilkesine dayanmalıdır; ‘ülkeler büyük, güçlü ve zayıf, zengin ve fakir şeklinde bölünmeyecektir’…”

Bu işbirliğine katılan ülkelerin kamu refahının yükseltilmesi amacıyla ortak yatırımlar, uluslararası iktisadi işbirliğinin omurgası haline geliyor. Si Tsinpin’in ifadesiyle: “Çin, daha fazla ülke ve insanın kalkınma fırsatlarını paylaşması ve gerçek bir yarar elde etmesi için tek kuşak, tek yol’un yüksek kalitede ortak inşasını ilerletecektir…” SSCB’nin Sovyet modeli sosyalizmin genişlemesi için kalkınmakta olan ülkelere karşılıksız yardım uygulamasından farklı olarak entegral dünya ekonomik düzeninde uluslararası işbirliği karşılıklı yarar temelinde inşa ediliyor. Bu şekilde uluslararası iktisadi mübadelenin belirli bir eşdeğerliliği de korunuyor: entegral dünya ekonomik düzeninin teknolojik üstünlüğe sahip çekirdek ülkeleri entelektüel rantı doğal rant ve teknolojik olarak geri kalmış ülkelerin emeğiyle mübadele ediyorlar. Ancak bu geri kalmış ülkelerin iktisadi kalkınmada bir sıçrama yapma ve entegral dünya ekonomik düzeninin karakteristik idare kurumları ve üretim ilişkilerini benimseyerek bu düzenin çekirdeğine katılma şansı da var.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 3

SONUÇ

Entegral olarak adlandırdığımız yeni dünya ekonomik düzeni oluşurken ve oluştuğu ölçüde sosyalist ideoloji de gene baskın hale geliyor. Bu ideoloji, devlet tarafından kamu refahını yükseltme kriterine göre düzenlenen piyasa mekanizmalarıyla birleşiyor. Proletarya enternasyonalizmi fikrinden farklı olarak, sosyalist oryantasyonlu ülkelerin milli-kültürel hususiyetlerinin büyük önem taşıdığı kabul ediliyor, milli egemenliğin önemi yeniden tesis ediliyor.

Rusya için, yeni dünya ekonomik düzeninin çekirdeğine entegrasyon için en uygun ideolojik platform, geleneksel değerleri piyasa ekonomisinin düzenlenmesinde kamu refahının yükseltilmesi şeklindeki yol gösterici ilkeyle birleştiren halk sosyalizmi olabilir. Pratikte bunların uygulamaya sokulması devlet yönetimi sisteminde şu önemli değişikliklerin yapılmasını gerektirir:

  1. Makroekonomik siyasetin mal ve hizmet üretimini artırma hedefine tabi kılınması; bu da şunları öngörür:

— Para siyasetinin, yatırım faaliyetlerinin büyümesi için azami ölçüde uygun şartların yaratılması hedefiyle uyumlu kılınması. Bu, bankaların, hususi refinansman enstrümanlarının geniş bir şekilde kullanılmasına geçişi anlamına gelir; bu durumda performansları, reel sektörde sermaye yatırımları için verdikleri kredilerin hacmine göre değerlendirilecektir.

— Milli ekonominin rekabet gücünü yükseltmek için sınıraşırı döviz işlemlerinin sınırlanması.

— Doğal rantların toplanması ve imalat sanayisi için uygun fiyat oranlarının desteklenmesi amacıyla hammadde mallarının ve enerji kaynaklarının ihracatına getirilen ihracat resimlerinin tesis edilmesi.

— Ruble döviz kurunun istikrarlılaştırılması.

— Ultra yüksek gelirlerin, lüks mallarının ve ihtiyaç fazlası gayrimenkullerin artan kademeli vergilendirilmesi.

— Spekülatif işlemlere ve sermaye çıkışına vergi getirilmesi.

  1. Sağlık harcamalarının GSYH’nın yüzde 10’una, eğitim harcamalarının yüzde 15’ine, ar-ge harcamalarının yüzde 5’ine çıkarılması da dahil, sosyoekonomik kalkınmanın modern ihtiyaçlarından yola çıkarak bütçe harcamalarının normatif planlamasına geçiş.
  2. Toprağı iyi niyetli kullanıcılara uzun vadeli kiralamaya açarken, toprak, ormanlar, su kaynakları, hidroelektrik santralleri, ana şebekeler ve ulaştırma arterleri üzerinde devlet mülkiyetinin yeniden tesis edilmesi.
  3. Yerel yönetim organlarının ve mahkemelerin yöneticilerinin seçimle gelmesi dahil, halk demokrasisi kurumlarının yeniden tesis edilmesi.
  4. Federal ve bölgesel hükümetlerin halkın hayat seviyesi ve kalitesi konusundaki siyasi sorumluluğu da dahil, devlet iktidarı organlarının ve yetkili kişilerin faaliyetlerinin sonuçları konusunda doğrudan hesap verebilirliğinin ve sorumluluğunun getirilmesi.
  5. Devlet mülkiyetinin idaresinde düzenin sağlanması, devlet işletmelerinin ve devlet tarafından kontrol edilen bankaların devlet stratejilerinin ve planlarının hayata geçirilmesine dahil edilmesi.
  6. Her tür mülkiyet biçimindeki işletmelerin yönetim organlarında emek kolektiflerinin temsilinin sağlanması. Kooperatiflerin ve halk işletmelerinin gelişmesinin teşvik edilmesi.
  7. Resmi olarak ilan edilmiş geleneksel değerlerin devlet yönetimi sisteminde pratikte de uygulanmasını temin eden normların getirilmesi.
  8. İktisadi faaliyetler için, Dünya Rus Halk Konseyi tarafından onaylanmış İktisadi Faaliyette Ahlaki İlkeler Kodu da dahil, geleneksel dini inançlar tarafından tespit edilmiş ahlaki normların pratikte uygulanması şartlarının yaratılması.
Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Hindistan için Şili neden önemli?

Yayınlanma

Güney Amerika’nın sosyoekonomik açıdan en istikrarlı ve refah ülkelerinden biri olan Şili’nin 2022’den beri Cumhurbaşkanı olan 39 yaşındaki Gabriel Boric Font, 5 günlük uzun bir ziyaret için 1 Nisan’da Delhi’ye ulaştı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi bunu X hesabında şöyle bildirdi: “Hindistan özel bir dostu ağırlıyor! Delhi’de Cumhurbaşkanı Gabriel Boric Font’u ağırlamak büyük bir mutluluk. Şili, Latin Amerika’da bizim için önemli bir dost. Bugünkü görüşmelerimiz Hindistan-Şili ikili dostluğuna önemli bir ivme kazandıracak.”

Hindistan’ın medya ve politik çevrelerindeki genel eğilim, büyük güçlerin liderleri Hindistan’ı ziyaret ettiğinde bir heyecan yaratıyor. Amerika, Japonya, Avrupa Birliği, Çin ve Rusya’dan liderler kamuoyunun büyük ilgisini çekiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in önerilen ziyareti halihazırda büyük bir heyecan konusu, örneğin. Ancak bununla birlikte Başbakan Modi bu eğilimden uzaklaşıyor gibi ve küçük ve orta güçteki ülke liderlerini davet ediyor ve artık bu noktada da bir trend yakalamaya çalışıyor gibi gözüküyor.

İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 76. yıldönümünü kutlamak üzere Narendra Modi’nin daveti üzerine Hindistan’a varışının ilerleyen günlerinde Hint medyasına röportaj veren ve çeşitli mecralarda konuşma yapan Gabriel Boric, Modi’nin “herkesle ilişki kurma” biçimine hayranlığını dile getirerek, “Şili’yi Hindistan için bölgede bir merkez haline getirmek istiyorum” dedi. Hindistan’ın demokratik değerlerine övgüde bulunarak, ülkesinin bağları güçlendirme arzusunu dile getirdi ve “Başbakan Modi’nin günümüzde tuhaf bir statüsü var; dünyadaki her liderle, Bay Putin, Bay Trump, Bay Zelensky ile ve Avrupa Birliği ile ve BRICS’teki Latin Amerika liderleri ile veya İran ile konuşabiliyor. Bu, şu anda başka hiçbir liderin yapamayacağı bir şey. Siz (Başbakan Modi) günümüzün jeopolitik atmosferinde kilit bir oyuncusunuz,” diye ekledi. İlk kez Hindistan’a resmi ziyarette bulunan Boric ayrıca “Şili, dünyaya bağlı bir ülkedir. Tek bir ülkeye bağımlı değiliz; ancak Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, bölgemizdeki ülkeler, Latin Amerika, Asya Pasifik ülkeleri, Japonya, Endonezya, Avustralya ile ilişkilerimiz var ve şimdi Hindistan ile ilişkilerimizde daha derin çalışmak istiyoruz ve bugün bazı önemli adımlar attık,” ifadelerini kullandı.

1-5 Nisan tarihleri arasında Hindistan’da bulunan Şili Cumhurbaşkanı, Delhi’nin yanı sıra Şili ile iş yapmak isteyen şirketler, yerel politikacılar ve diğerleri ile görüşmek üzere Agra, Mumbai ve Bengaluru’yu da ziyaret etti. İkili ilişkilerin geliştirilmesinin ana hatları Delhi’de Başbakan ve Kabine meslektaşları ile görüşüldü. Ziyareti sırasında iki ülke çok sayıda Mutabakat Zaptı imzaladı. Ekonomik, politik ve kültürel bağları, Delhi ile hemen her alanda ikili bağları güçlendirmeyi amaçlayan Boric’in bu ziyaretinde kendisine bakanlar, parlamento üyeleri, üst düzey yetkililer, iş liderleri, medya temsilcileri ve Hindistan-Şili değişimlerine katılan kültürel figürlerden oluşan üst düzey kocaman bir heyet eşlik etti. “Son 16 yıldır Şili’den kimse buraya gelmedi ve bu 16 yılda Hindistan çok değişti” diyen Boric, “kültürel değişim, Antarktik keşfi, Şili’nin dünyanın Antarktik kıtasına açılan kapısı olması gibi önemli konularda bazı anlaşmalar ve mutabakat zaptları imzaladık” diye konuştu.

Delhi için Boric’in ziyareti birçok açıdan önemli: Birincisi, kendisi Şili’de öğrenci siyasetinden ülkenin en yüksek makamı olan Cumhurbaşkanlığına yükselen yeni nesil bir politikacı. İkincisi, Boric’in ziyareti Modi’nin Küresel Güney’i birleştirme planına oldukça uygun. Modi, Küresel Güney’in Sesi zirvelerinin üç edisyonuna katılımından dolayı Şili’yi takdir ederken bunu özellikle vurguladı. Ayrıca, üçüncüsü, Şili 1956’da Hindistan ile ticaret anlaşması imzalayan ilk Latin Amerika ülkelerinden biriydi. Daha da önemlisi, dördüncüsü, Hindistan ve Şili, tarihi olarak güçlü diplomatik ilişkilere sahip ve Şili, 1947’de Hindistan’ın Bağımsızlık Günü kutlamalarına özel elçi gönderen tek Latin Amerika ülkesiydi. Ki Her iki ülke de BM Güvenlik Konseyi reformları ve terörle mücadele gibi konularda birbirlerini destekleyerek çok taraflı forumlarda yakın bir şekilde işbirliği yapıyor. Şili, 2003’ten beri Hindistan’ın BM Güvenlik Konseyi’nde kalıcı bir koltuk için teklifini destekliyor.

1949’dan beri ılımlı ikili ilişkilere sahip iki ülke bağlarında başlıca bileşen ticaretti. İkili ticaret için bir çerçeve anlaşması 2005’te başlatıldı. Bu, Kısmi/Tercihli Kapsam/Ticaret Anlaşması’nın (belirli bir mal grubu üzerinde tarife indirimleri içeren temel bir ticaret anlaşması) bir ön koşulu olarak öngörülen her iki ülke arasında yaygın ekonomik işbirliğini teşvik etmeyi amaçlıyordu. Bir yıl sonra, her iki ülke arasında Mart 2006’da Tercihli Ticaret Anlaşması imzalandı ve Eylül 2007’de yürürlüğe girdi. Ve Tercihli Ticaret Anlaşması kapsamında, bu anlaşmanın işleyişini gözden geçirmek ve genişlemesini sağlamak için sürekli olarak hizmet eden bir Ortak İdari Komite oluşturuldu. 2016’da, her iki ülke de imtiyazlı oranlarda ticareti yapılacak ürün sayısında on katlık bir artışa işaret eden yeni bir Hindistan-Şili Tercihli Ticaret Anlaşması imzaladı. Hindistan’ın Şili ile ikili ticareti o yıl 2,6 milyar dolardı; 2024’te 3,8 milyar dolar. İlerleme kaplumbağa hızı ile olsa da Şili, Latin Amerika ve Karayipler bölgesinde Hindistan’ın beşinci büyük ticaret ortağı. Ve 2024 yılının ilk çeyreği itibarıyla Hindistan, Şili ihracatında altıncı büyük pazar konumuna geldi. Şili’deki Hint yatırımının yaklaşık 620 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Hint şirketleri Şili şirketlerini satın alarak veya ortak girişimler kurarak Şili pazarına girdi. Şili’nin Hindistan’daki yatırımı 118 milyon dolara ulaştı. Ancak Dışişleri Bakanlığı, doğrulanmamış kaynaklara dayanarak, Şili finans kuruluşlarının Hindistan finans sektörüne 3,2 milyar dolardan fazla yatırım yaptığını belirtiyor. Şimdi hem Boric hem de Modi, Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması hakkında görüşmeleri başlatma konusunda anlaştılar.

Günümüzde Şili, Hindistan’ın en hızlı büyüyen ithalat ürünleri arasında yer alan fındık, taze meyve, hazır gıda ve süt ürünleri dikkate alınırsa, fındık, elma, armut, kivi ve kirazın en büyük üç tedarikçisi arasında yer alıyor. Daha da önemlisi Şili, Hindistan’ın elektrik ve endüstriyel sektörleri için önemli bir hammadde olan bakırın dünyadaki en büyük üreticisi. Ayrıca, Delhi’nin elektrikli araçlara ve yenilenebilir enerjiye odağının artması ile birlikte Şili’nin geniş lityum rezervleri Hindistan’ın temiz enerji geçişi için potansiyel bir ortaklık sunuyor. Bakır, molibden ve iyot konusunda dünyanın (Hindistan’ın da) bir numaralı tedarikçisi olmasına karşın lityum konusunda henüz somut bir adımı görülmedi. Ki diğer ülkeler gibi Delhi’nin de lityum tedarik etmesi gerekiyor ve diğer alternatiflere kıyasla Şili kendisini birincil tedarikçi olarak konumlandırma niyetinde.

Bu ziyaret sırasında ikili ilişkilerin tüm yelpazesi gözden geçirildi ve birçok yeni girişimde bulunuldu. Şili Cumhurbaşkanı’nın, ikili ilişkilerin tamamını kapsayacak şekilde çeşitli sektörlerden büyük bir heyetle birlikte olduğunu belirtmiştik. Ki bu heyetin; bakanlar, akademisyenler, yöneticiler, girişimciler, kültürel aktörler, savunma personeli vb. gibi hemen her alandan üst düzey temsilcileri içerdiğini de ifade etmiştik. Ki heyetin büyüklüğü ve çeşitliliği, Başbakan Modi’nin de dikkatinden kaçmamıştı. Şili’nin Latin Amerika’daki diğer ülkelere kıyasla Hindistan’a daha fazla odaklanan bir stratejiye sahip olduğu söylenebilir Kİ ayrıca diğer hususların yanı sıra bölgede başka hiçbir ülkenin imzalamadığı Kısmi Kapsam Anlaşması’nın yürürlükte olduğunu da söylemiştik…

Bu ziyarette birçok Hint’i ilgilendiren önemli bir gelişme vize ile ilgili yaşandı. Şili Cumhurbaşkanı, Hint iş insanlarına çoklu giriş vizeleri duyurdu. Doğrusu diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında Şili’deki Hint diasporası oldukça küçük; binin biraz üzerinde. Yeni Delhi, Şili’ye e-vize olanağını zaten genişletmişti. Herhangi bir ikili ilişkide olduğu gibi bu ziyarette de halklar arası temaslara öncelik verildi; değişim ve kültürel programlar da görüşüldü. Özellikle, Şili üniversitelerinden herhangi birinde bir “Hindistan Kültürel İlişkiler Konseyi (ICCR) Hint Çalışmaları Kürsüsü” kurulmasına karar verildi. Ki bu karar, Delhi’nin gelişmiş global yumuşak gücünde artı bir adım.

Bunun yanısıra her iki ülkeden mineral ticareti büyük bir rol oynuyor Ki bu, her iki ülkedeki endüstrileri canlandırmak için gerekli. Her iki ülke arasında geleneksel ilaçlar konusunda bir Mutabakat Zaptı imzalandı. Hindistan, Yoga ve doğal sağlık (Ayurveda veya Ayurvedik tıp) ile birlikte geleneksel ilaçlar konusunda zengin bir geleneğe ve uygulamaya sahip. Bununla beraber Şili, Delhi’nin dikkatini demiryolları gibi altyapı inşa etmeye ve savunma hazırlığına destek vermeye çekti. Ki Hindistan da Şili’nin savunma personelini önde gelen enstitülerinde eğitmeyi teklif etti.

Delhi ayrıca Şili’ye dijital kamu altyapısını inşa etme yardımı teklif etti. Ki Hindistan’ın, dijital platformlar inşa etmede öncü olduğunu belirtmek gerek. Küçük bir çay tezgahında veya meyve satıcısında dahi dijital olarak ödeme yapılabilir, örneğin. Şili’nin, dijital sektörü geliştirmek için Hint teknolojisi ve bilgi birikiminden yararlanmak istediği açık. Ve diğer ilgi alanı ise ilaç endüstrisi; Cumhurbaşkanı, Hint ilaç üreticilerini ülkesinde ticaret yapmaya davet etti.

Latin Amerika ülkelerinden özellikle Şili’nin Hindistan’a özel bir eğilimi var..

Bu, Şili Cumhurbaşkanı’nın 5 gündür yanında kocaman bir heyetle Hindistan’da oluşundan rahatlıkla anlaşılıyor.

Son 20 yıldır yıllık ortalama yüzde 6’ya yakın bir oranda büyüyen (son 3 yıldır yüzde 7 civarı) ve 3,5 trilyon doların üzerinde bir GSYİH’ye sahip, giderek daha dinamik ve çeşitlendirilmiş bir ekonomi ile dikkat çeken ve 220 milyondan fazla insanın yeni deneyimler ve ürünler arayışında olduğu yükselen bir orta sınıfa sahip olması ile Şili ihracatına eşsiz bir fırsat sunan Delhi’nin daha iddialı bir ticaret ve yatırım çekme politikası sayesinde giderek dünyaya açılıyor oluşu, küresel tedarik zincirlerinin yer değiştirmesinden en çok yararlanan ülkelerden biri olarak yalnızca son on yılda nitelik ve kapsam bakımından birbirinden çok farklı 14 serbest ticaret anlaşması imza etmesi ve doğrudan yabancı yatırım açısından dikkat çekici rakamlar gösteriyor oluşu, diğerleri gibi Şili’yi de cezbediyor..

Delhi de Latin Amerika’da Şili’ye ayrı bir önem veriyor, özellikle Antarktik planları çerçevesinde..

“Bizi ayıran engin okyanuslara karşın doğa bizi eşsiz benzerlikler ile birbirine bağladı,” diyerek iki ülkenin Hint ve Pasifik Okyanusları aracılığı ile paylaştığı derin bağlantıyı vurgulamak adına, “Okyanuslar ile ayrılmış olabiliriz ama Himalayalar ve And Dağları, Hint Okyanusu ve Pasifik arasında paralellikler var” diyor Başbakan Modi.

Dışişleri Bakanlığı (Doğu) Sekreteri Periasamy Kumaran ise Hindistan-Şili ikili görüşmelerinin ardından medyaya brifing verirken “Şili, Antarktika’yı ve kutup bölgeleri ile ilişkili zorlukları daha iyi anlamamız için doğal bir ortak olarak kendini sunuyor. Açıkçası, Antarktik araştırmaları alanında Şili ile çalışmaya çok istekliyiz” diye konuştu.

ANTARKTİKA’YA AÇILAN KAPI

İki ülke 1 Nisan’da Delhi’de Modi ve Boric başkanlığında gerçekleşen heyet düzeyindeki görüşmelerin ardından bir Niyet Mektubu imzaladı. Görüşmelerin ardından ortak bir basın brifinginde Modi, “Şili’yi Antarktika’ya açılan kapı olarak görüyoruz,” dedi ve devam etti: “Bu hayati bölgede işbirliğini güçlendirmek için Niyet Mektubu konusunda bugün varılan anlaşmayı memnuniyetle karşılıyoruz.” İki tarafça yayımlanan ortak bildiriye göre, Niyet Mektubu’nun, Antarktik Deniz Canlı Kaynaklarının Korunması gündeminde ortaklığı, ikili diyalogları, ortak girişimleri ve Antarktika ve Antarktik politikaları ile ilgili akademik değişimleri daha da kolaylaştıracak mevcut Antarktik işbirliğini güçlendirmesi öngörülüyor.

“Ömürlük Rüya” olarak nitelenen Hindistan’ın Antarktik Programı, Yer Bilimleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Kutup ve Okyanus Araştırmaları Merkezi’nin denetimi altında multidisipliner ve çok kurumlu bir program. 1981’de Antarktika’ya ilk Hint seferi ile başlatılan Program, Hindistan’ın Antarktik Antlaşması’nı imzalaması ve ardından 1983’te Dakshin Gangotri Antarktik araştırma üssünün inşa edilmesi ile küresel kabul gördü. İki başarılı Hint gezisinin ardından 1983 yılındaki üçüncü gezisi sırasında kurduğu Antarktika’daki ilk bilimsel baz istasyonu Dakshin Gangotri, buza battığı için tedarik üssü olarak kullanılmaya başlanırken bu üs 1989’dan itibaren Maitri üssü ile değiştirildi. 2012’de hizmete giren en yeni üs ise 134 nakliye konteynerinden inşa edilen Bharati. Program kapsamında 43 bilimsel Antarktik keşif gezisi gerçekleştiren Hindistan tarafından atmosferik, biyolojik, toprak, kimyasal ve tıbbi bilimler inceleniyor.

Delhi, bilimsel araştırma ve stratejik çıkarlar için Antarktika’daki varlığını güçlendirirken Şili, Hindistan’ın kutup misyonlarında önemli bir kolaylaştırıcı rolü üstleniyor. Antarktika’ya coğrafi yakınlığı ve iyi gelişmiş lojistik altyapısı ile Şili, Hindistan’a buzlu kıtaya hayati bir erişim noktası sağlıyor. Şili’nin özellikle güneydeki Punta Arenas şehri, Antarktika’ya en yakın ve en erişilebilir noktalardan biri olarak hizmet veriyor. Magellan Boğazı’nın yakınında bulunan Punta Arenas, uluslararası Antarktik misyonları için kritik bir geçiş merkezi. Delhi için bu, personel, ekipman ve malzemeleri Antarktik araştırma istasyonları Maitri ve Bharati’ye taşımak için daha verimli bir rota sunuyor.

Şimdiye kadar Delhi’nin Antarktika seferlerinin başlangıç noktası, tüm programı Ulusal Kutup ve Okyanus Araştırmaları Merkezi’nin yönetmesi ile Hindistan’daki Goa veya Güney Afrika’daki Cape Town arasında değişti. Delhi’nin Antarktik programının çeşitli faaliyetlerine lojistik destek, Hindistan silahlı kuvvetlerinin ilgili kolları tarafından sağlanıyor. Delhi, Şili’nin gelişmiş Antarktik lojistik altyapısından yararlanarak Antarktik seferlerinin verimliliğini ve maliyet etkinliğini artırabilmeyi düşünüyor.

Antarktik Antlaşması Sistemi kapsamında bilimsel ilerlemelerde ve uluslararası işbirliklerinde önemli bir rol üstlenen Hindistan, 1981’den bu yana Antarktika’da aktif olarak araştırma yürütüyor. Kendi Antarktik araştırma programı aracılığı ile iklim değişikliği çalışmaları, buzul bilimi, deniz biyolojisi ve uzay hava durumu araştırmalarına katkıda bulunuyor. Hem Hindistan hem de Şili, Antarktika’da barışçıl bilimsel araştırmaları ve çevre korumayı teşvik eden Antarktik Antlaşması’nın imzacıları. Şili’nin Antarktik operasyonlarındaki yakınlığı ve kapsamlı deneyimi göz önüne alınırsa, iklim değişikliği ile iklim değişikliğinin küresel hava modelleri üzerindeki etkisi, deniz biyoçeşitliliği ile ekolojik çalışmalar ve kutup bölgelerinde sürdürülebilir kaynak yönetimi gibi araştırma alanlarında artan işbirliğinden faydalanabilir. Ve Şili kurumları ile yakın işbirliği yaparak çevre koruma protokollerine uyarken Antarktik araştırma yeteneklerini güçlendirebilir.

Hindistan’ın Antarktik araştırma faaliyetlerinin bilimsel keşiflerin ötesinde stratejik önemi de var. Hindistan, Antarktika’da araştırma istasyonları bulundurarak, Antarktik Antlaşması Sistemi kapsamında Antarktik yönetiminde aktif bir katılımcı olarak rolünü güvence altına alır. Antarktika’da güçlü bir varlık, Hindistan’ın Güney Yarıküre’deki veya Güney Okyanusu’ndaki deniz çıkarları ve uzun vadeli jeopolitik özlemleri ile uyumlu. Şili ile bağların güçlendirilmesi, Hindistan’ın Latin Amerika’da daha güçlü bir yer edinmesini sağlarken aynı zamanda Antarktik meselelerine katılımını da artırır. Şili’nin Antarktik yönetimindeki liderliği dikkate alınınca, iki ülke arasındaki daha yakın işbirliği, Hindistan’ın kutup jeopolitiğinde aktif bir oyuncu olmaya devam etmesini sağlar. Daha güçlü bir Hindistan-Şili ortaklığı, özellikle Güney Okyanusu bölgesinde deniz işbirliğini genişletmek için yollar açar. Hindistan’ın deniz ticaret rotalarını güvence altına alma ve yeni nakliye koridorları keşfetme konusundaki ilgisi hesaba katılırsa, Şili ile artan etkileşim Delhi için aynı zamanda Antarktik bölgesinde artan deniz ve ticari erişim anlamına gelir.

Şili’nin stratejik konumu, lojistik uzmanlığı ve Antarktik deneyimi onu Hindistan’ın kutup hedefleri için paha biçilmez bir ortak haline getiriyor. Şili ile bağları derinleştirerek Delhi yalnızca Antarktik araştırma programlarını güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda Güney Yarımküre’deki jeopolitik varlığını da artırmayı planlıyor. Antarktika’daki bilimsel ve stratejik ayak izini genişletirken Hindistan-Şili işbirliği, Delhi’nin buzlu kıtadaki gelecek çabalarını şekillendirmede önemli bir rol oynayacak gibi gözüküyor…

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English