GÖRÜŞ
İç Savaş 2.0
Yayınlanma
Yazar
Sarp Sinan HacırBirkaç yıl önce bir Amerikalıyla sohbet ediyordum. Güneyli bir inşaat makinası operatörüydü. Siyasi konular açıldığında çekingen davranıyor, fikirlerini pek açığa vurmak istemiyordu. Samimiyet biraz geliştikten sonra ateşli bir Trump destekçisi olduğunu anlamam uzun sürmedi. Eski Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye hakaretler ediyor, ülkesinin içinde bulunduğu durumu Hillary Clinton gibi “elitlere” bağlıyordu. Konuşmamızın sonlarına doğru önemli bir şey söyledi; “ Ben sana söyleyeyim, geliyor gelmekte olan!”. Evet, mahallesindeki herkesin baştan sona silahlı olduğunu ve iç savaşı beklediklerini söylüyordu: “Böyle bir savaş çıkarsa bil bakalım kim kazanacak? Silah karşıtı solcular mı? Tepeden tırnağa silahlı biz mi?”
Teksas kalkışması
İlk kez duyacaklar ve ABD’nin dünyaya ihraç ettiği iç savaşın kendi kapısını tıklatmasını heyecanla bekleyenler için bir kez daha anlatayım. ABD’de yasa dışı göç meselesi kontrolden çıktı. Güney’den gelen göçmen sayısı 2022’de yüzde 40 arttı. Biden iktidarı boyunca sınırdan 7 milyon kişinin geçmeye çalıştığı söyleniyor. Sadece geçtiğimiz aralık ayında 300 bin göçmen sınırdan geçmeye çalıştı.
Durum böyle olunca yasa dışı göç konusu ABD vatandaşının gündemine oturdu. 2024 seçimleri için en belirleyici mesele sorulduğunda Amerikalılar ya ekonomi diyor ya da göç. İşte Cumhuriyetçiler de bunu seçim kampanyalarının göbeğine oturttular. Trump’ın konuşmalarının çoğunda en ön planda göç tartışması var. Cumhuriyetçiler, kongrede bununla oturup bununla kalkıyorlar. Demokratların aylardır çıkarmak istediği Ukrayna destek paketini bile bu meseleye bağladılar; “Sınır güvenliğini sağlamazsan sana destek mestek yok!”
Valiler de bu konuda gürültü çıkarmaktan geri durmuyorlar. Geçen sene Florida Valisi Ron DeSantis’in ve Texas Valisi Greg Abbott’un eyaletlerindeki yasadışı göçmenleri “çok seviyorsanız alın siz bakın” diyerek otobüslere koyup göçmen sevdalısı Demokrat eyaletlere göndermesi dünya çapında olay olmuştu. İşte bugünkü konunun kahramanı o Texas Valisi Greg Abbott.
Mesele, Abbott’un Biden hükümetiyle Rio Grande nehri etrafına konulan dikenli tellerin kaldırılması tartışmasına dayanıyor. Biden hükümeti, teller yüzünden bazı göçmenlerin nehirde boğulduğunu, bunun insanlığa sığmadığını söylüyor. Abbott, onu dinlemeyip telleri orada tutmaya devam ediyor. ABD Yüksek Mahkemesi, 5’e 4 bir kararla Biden’ı haklı buluyor ve federal hükümeti destekliyor. Abbott, tellerin kaldırılmayacağını yineliyor. Hatta federal görevlilerle çatışmaya hazır olduklarını söylüyor. Olay kısaca böyle.
Şimdi gelelim gerekçeye. Abbott’un bunu ısrarla savunmasının sebebi Anayasal olarak kendini haklı görmesi. ABD Anayasasının birinci maddesinin 10. kısmında eyaletlerin “bir işgal durumu olmadıkça” kendi parasının olamayacağı, bağımsız dış politika inşa edemeyeceği ve kongreye sormadan askeri hareketlerde bulunamayacağı söyleniyor. Abbott’a göre yasadışı göç sorunu bir “işgal” halini aldı. Bu sebeple eyaletlerin federal hükümeti reddetme hakkı var.
Ancak burada işgal tanımının açılması gerekiyor. ABD anayasası, Batı dünyasındaki en eski anayasalardan birisi. 1787’de yazılmış bir anayasanın o dönemki şartlarını konuşmak gerekir. 13 koloniden oluşan dönemin ABD’si daha yeni İngilizleri def etmiş, kendi bölgelerinde kontrolü ve güvenliği tam oturtamamıştı. Dahası, İspanya ya da Fransa gibi başka sömürgeci bir devletin saldırmasından korkuluyordu. ABD’de çok tartışılan bireysel silahlanmayı hak haline getiren anayasanın 2. Maddesi de bu düşünceyle yazılmıştı. Bir işgal durumunda federal yapı her yere yetişemeyeceği için bireysel silahlanan vatandaşlar bir direniş sergileyecekti. Bu direniş eyalet yönetimleri tarafından organize edilecekti.
Tabii bugün böyle bir durum yok. Federal yapının “yetişememe” değil niyeti olmama sorunu var. Dahası yasadışı göç ne kadar büyük bir sorun olursa olsun “işgal” olarak tanımlamak kolay değil. Tam da bu yüzden ABD Yüksek Mahkemesi Biden’ı haklı buldu. Dahası, eyaletlerin federal hükümete itaatsizlikte bulunması hoş görülürse yarın başka bir eyaletin aynısını yapması nasıl önlenecekti?
İç Savaş ihtimali
Dikenli teller önünde yer yer arbedelerin çıktığı söyleniyor. Bu da doğal olarak toplumda “eyaletler federal hükümetle karşı karşıya geldi, iç savaş mı çıkacak?” beklentisini doğurdu. Ancak bunun için ilk çıkan iç savaşa bir bakmak lazım.
ABD iç savaşının çıkış sebebi hala tartışma konusudur. Yarası büyük konfederasyon yanlıları “biz eyalet hakları için başlattık savaşı” derken kuzeyliler “köleliği korumak için çıkardınız” diye cevap verirler ve haklıdırlar. Yine de o dönemde kuzeyin endüstrileşmişken güneyin tarım toplumu olarak kalması ve bu yüzden köle emeğine ihtiyaç duymasını göz ardı edemeyiz. Köleliğin kaldırılması güneyin doğrudan yoksullaşmasına sebep olacaktı, bunu varoluşsal tehdit olarak gören köle sahipleri birlikten ayrılma kararı aldılar.
Bugün ABD’de böyle bir durumdan söz etmek mümkün değil. Yasadışı göç bir ülke için ne kadar büyük bir tehdit olursa olsun, sınır eyaletlerindeki karar alıcıları varoluşsal anlamda tehdit edecek bir konu olamaz. Tam tersine onların siyasi kariyerlerini güçlendirecek hamleler yapmalarına yol açıyor, aynı bugün olduğu gibi.
Yanlış anlamayın, ABD çok kutuplaşmış bir topluluk ve daha da kutuplaşacak. Son yıllarda muhafazakârların Cumhuriyetçi eyaletlere, liberallerin ise Demokrat eyaletlere göç etmesi bu kutuplaşmanın coğrafi bir boyut da kazanacağını gösteriyor. Bu, bize Amerikalıların beraber bile yaşamak istemediklerini söylüyor. Toplumsal zıtlaşmanın sokak olaylarına yol açması eninde sonunda kaçınılmaz olur. Ancak ABD istihbaratının 1860’lardaki halinden farklı olduğunu söylemek gerekir. Ayrılıkçı veya değil, bir şiddet olayı organize edecek olsanız yanınıza alacağınız 5 kişinin 4’ü muhtemelen bir istihbarat görevlisi olacaktır. 6 Ocak’ta Trump destekçileri ne kadar olay çıkarmış olursa olsunlar, ABD istihbaratının bundan haberi vardı. Olduğunu da söylediler zaten.
Peki neden?
Bu bir seçim yılı. Nasıl her seçim arifesinde Demokratlardan bıkkın azınlık topluluklar “Black Lives Matter” gibi eylemlerle konsolide ediliyorsa, Cumhuriyetçiler de kendilerinden soğumuş kararsızları etkileyecek hamleler yapıyorlar. DeSantis ve Abbott’un göçmenleri Demokrat eyaletlere yollaması tam da 2022 ara seçimleri öncesiydi. Yasadışı göç konusu ABD’de gerçekten alarm verici hale geldi. Bunu yaparak hem Cumhuriyetçi seçmen konsolide ediliyor hem de Demokratların yumuşak karnı biraz daha hırpalanmış oluyor. Dahası, bu eylemlerin başını çeken isimlerin politik kariyeri yükselişe geçiyor.
Yine de bir kısmın altını çizelim. Abbott, eyaletlerin federal hükümet tarafından verilen “anayasal olmayan” emirleri reddedebileceğini iddia etti. Bu İç savaş öncesi güneylilerin tutumuyla benzeşen bir hareket. ABD İç Savaşı’nda ayrılıkçı fikirlerin filizlenmesi ve güçlü bir hal alması 50 yılı bulmuştu. Yani ABD İç Savaşı bir olayla çıkmadı.
Tabii bir de Yüksek Mahkeme’nin kararını konuşmak lazım. Alınan karar Teksas’ı bir şeye zorlamıyor. Sadece federal yapının müdahale hakkının olduğunu söylüyor.6’ya 3 çoğunlukla Cumhuriyetçilere ait Yüksek Mahkeme nasıl oldu da Biden’ı haklı buldu? Evet, federal hükümetin otoritesinin sarsılmaması önemliydi ama Biden’ın haklı bulunması onu daha da zor durumda bıraktı. Seçim öncesi çözülmesi gereken gül gibi bir krizi daha oldu. Kararı alan Cumhuriyetçilerle dolu Yüksek Mahkeme, uymayan yine Cumhuriyetçilerle dolu eyaletler…
Evet, özellikle 2016’dan beri gerçekleşen her olay ülkeyi daha da uçlara sürüklüyor. Özellikle muhafazakârlar düşman gördükleri rakipleriyle ikinci bir hesaplaşma olacağından eminler. Eğer öyle bir gün olacaksa bile buna daha var. Trump’ın anketlerde üstün çıktığını ve dünyanın yeni Trump dönemine hazırlandığını unutmayalım. Ancak yarın öbür gün Trump’ın önü yasal yollarla kesilirse kimse hiçbir şeyi garanti edemez. 2024 ABD için her şekilde olaylı geçecek.
İlginizi Çekebilir
-
Elon Musk’tan X-TikTok karşılaştırması: ‘Mütekabiliyet olmalı’
-
Rusya kamuoyu, Trump’ın ‘savaşı bitirme’ vaadine karşı şüpheli
-
Steve Bannon: Ukrayna’nın Trump’ın Vietnam’ı olma riski var
-
Trump ilk 100 günde Çin’i ziyaret edecek mi?
-
Almanya ekseninde Trump paniği ve AB’yi ‘bağımsız kılma’ planı
-
Polonya, Trump ile alışverişe hazırlanıyor
GÖRÜŞ
Türkiye’nin ekonomik durumu Suriye’nin yeniden inşasını kaldırabilir mi?
Yayınlanma
12 saat önce20/01/2025
Yazar
Harici.com.trOkay Deprem
Gazeteci-yazar
Geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler (BM) verilerine dayanmak suretiyle, Suriye’nin altyapısının onarılmasının 250 – 500 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında bir astronomik rakama mal olabileceği şeklinde bir açıklamada bulundu. Tayyip Erdoğan da 25 Aralık’ta verdiği bir demeçte, ‘Arap ve İslam dünyasının Suriye’ye destek vermesi gerektiğini, Suriye’ye para aktarılmasını beklediğini’ söylemişti. Ancak bu noktada gözüken manzara o ki, Suriye’yi yeniden ayağa kaldırmak için Türkiye kendi parasını harcamak, Suriye’ye yardım için gerekli büyük miktarlarda parayı kendi imkânlarıyla bulmak zorunda kalacak. Çünkü aksi takdirde, yani Suriye için gerek Türkiye’den gerekse herhangi bir başka “dost ülke veya ülkelerden” ciddi maddi ve finansal kaynaklar bulunamaz ise, bu ülkede hiç olmadığı kadar gerçek anlamda insani bir felaket yaşanacak. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de elde etmeyi umduğu jeopolitik başarıların bedelini Türkiye halkı kendi cebinden çıkan kaynak ve paralarla ödeyebilir pekâlâ.
Heyet Tahrir El-Şam’a müttefik olmanın bedeli, ağır bir iktisadi yük altına girmek olur
Türkiye ekonomisi bilindiği gibi uzun süredir GSYH büyümesinin yavaşlaması, yüksek enflasyon ve de ufak ve orta işletmeler nezdinde başta olmak üzere artan kitlesel iflaslar gibi çok ciddi sıkıntılar yaşarken; mevcut hükümetin Suriye’deki insani felaket nedeniyle yakında kritik yeni bir yük altında kalmak için adeta gönüllü aday olması iktisaden Türkiye’nin tam anlamıyla intiharı anlamına gelecektir. Suriye’deki sosyo-ekonomik ve insani durum çoktandır kelimenin gerçek anlamında adeta felaketin ötesinde bir tablo çiziyor: Devasa gıda sıkıntısı, tamamen harap olmuş hatta yok olmuş denilebilecek bir altyapı ve de milyonlarca mültecinin varlığı… Suriye Arap Cumhuriyeti’nde özellikle de silahlı çatışmaların halen sürdüğü yer ve bölgelerde hatırı sayılır gıda-yiyecek problemi yaşanıyor. Son süreçte Suriye topraklarının büyük bir bölümünün kontrolü Türkiye’deki yönetimin müttefiki pozisyonundaki Heyet Tahrir El – Şam’ın (HTŞ) elinde bulunuyor. Bu durum kaçınılmaz olarak, Türkiye için her anlamda ek yükümlülükler manasına geliyor ve tıpkı daha önce sahada İran’ın da karşı karşıya kaldığı üzere, somut olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni güney komşusuna ekonomik ve insani yardım sağlama külfet ve sorumluluğuna itiyor.
İran’ın Suriye’ye yaptığı yardımların benzerini Türkiye’nin tekrarlama şansı yok
Suriye’ye geride bıraktığımız yıllarda oldukça mühim miktarlarda hibe veren ülkelerin başında kuşkusuz İran İslam Cumhuriyeti geldi. İran örneğin bu ülkedeki iç savaşın başlangıcından bu yana tahmini olarak 30 ila 50 milyar dolar arasında yardım sağladı Doğu Akdeniz’deki müttefikine. İran ayrıca Suriye’ye ek olarak günlük yaklaşık 60.000 varil ham petrol ihraç etmek suretiyle yıllık bazda bu alanda çok önemli bir rekora da imza atmış oldu. Ne var ki Türkiye’deki mevcut reel-ekonomik göstergeler, Suriye’deki yeni rejimi kitlesel-ekonomik anlamda destekleme kabiliyeti hususunda ülkenin hemen hemen hiçbir olanak ve kabiliyetinin olmadığını fazlasıyla kanıtlıyor. Söz gelimi Türkiye’nin GSYH’si 2024 yılının ikinci çeyreğinde yalnızca yüzde 2,5 büyüme kaydederken doğal olarak bu nispette bir büyüme uzmanların beklentilerinin çok altında kaldı. Üçüncü çeyrekte ise ülke teknik olarak resesyona girdi, GSYH tam tamına yüzde 0,2 düşüş gösterdi. Resmi enflasyon yüzde 44 olarak ilan edilirken fiili enflasyon ise birkaç yıldır üst üste yüzde 100’ü çoktan geride bırakmış durumda.
Suriye’ye yapılması planlanan olası kitlesel yardım ekonomiyi topyekûn çökertebilir
Türkiye’deki hemen bütün dengeleri alt üst eden iktisadi istikrarsızlık ve öngörülemezlik ile Suriye’ye destek olma “misyonunun” giderek artmakta olan yükü dikkate alındığında, mevcut aşırı enflasyonun daha da yükseleceği ve bunun da nüfusun tartışmasız ezici çoğunluğunun yaşamının eskisinden de kötüleşmesine yol açacağı artık şüphesiz. Bunun yanı sıra ülkenin neredeyse dört bir tarafında küçük ve orta ölçekli işletmelerde görülen yaygın iflasların giderek artması, zaten kırılgan olan ekonominin temellerini haliyle daha da sarsmaya devam ediyor. Hükümet Suriye’yi de bahane etmek suretiyle bu mühim ekonomik sorunları görmezden gelmeyi sürdürürse, daha da derin bir ekonomik krizle yüzleşebilir ve mevcut durumda Suriye’ye kayda değer ölçekte mali yatırım yapmak Türkiye’nin imkânlarını değil aşmak, ekonominin tam anlamıyla yokuş aşağı gitmesine yol açar.
“Uluslararası bir hayırsever” rolü Türkiye’deki iç durumu ancak daha da kaotikleştirir
Türkiye ekonomisi her şeye rağmen, güç bela henüz yeni düşürmeye başladığı hiperenflasyona yeniden geri dönme riskini halen fazlasıyla taşıyor. Türkiye’de iktidarın Suriye konusunda “uluslararası bir hayırsever” olarak üstlendiği rol göz önüne alındığında, insani yardıma yönelik artan talep ve ihtiyaçlar ile “müttefik” devlet ve yönetimleri destekleme gereksinimi ülkeyi daha da fazla borca sarmalına sürükleyecektir. Bu mevcut gidişat, ülke kaynaklarının iç ihtiyaçlar yerine “dış yükümlülüklere” harcanması gibi tehlikeli bir hal yaratacak ve bu da Türkiye içindeki sosyo-ekonomik, insani ve politik durumu daha da kötüleştirip ülke içinde yoksulluğun ve toplumsal eşitsizliğin daha da artmasına yol açacaktır.
GÖRÜŞ
Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 4
Yayınlanma
17 saat önce20/01/2025
Yazar
Hazal YalınRusya: ekonomi, sorunlar, istikrar halkaları, çözüm arayışları — 4
Sınai üretim hacminde genişleme
Grafik 11, Rosstat verilerine dayanarak aylık sınai üretim hacmini özetliyor. 2019 gene 100 olarak alındı. İki eğri arasındaki fark savunma sanayisinin sivil sanayi üzerindeki muazzam etkisini, üstelik son derece mütevazı bir şekilde gösteriyor. Aslında yeşil eğri de doğrudan savunma çıktılarını göstermiyor (bunu gösteren bir istatistik yok zaten), ama gene sivil sanayi ürünü olmakla birlikte savunmayla da ilişkili olabilecek çıktıları (diğer gruplara dahil olmayan metal ürünleri imalatı, bilgisayar, elektronik, optik, hava taşıtları, diğer gruplara dahil olmayan taşıtlar) kapsıyor. Mavi eğri ise bu çıktılar düşüldükten sonrasını gösteriyor.
Birinci durumda 2023 ortalarından geçen yılın sonuna kadar yüzde 3 kadar artış var, ikinci durumda ise sadece yüzde 1 seviyesinde; başka deyişle, bu ikinci durumda 2023 ortalarından beri stagnasyon gözlendiği bile ileri sürülebilir. Ancak bu yanıltıcı olur. Savunma sanayisinin her yerde ve her zaman kaldıraç rolü taşımasından başka, Rusya’da savunma sanayisi Sovyet mirasıdır ve bu, askeri ve sivil sanayinin ayrılmazlığı fikri üzerine kuruludur. Bu nedenle çoğu zaman, savunma harcamalarının GSYH’nın giderek daha büyük bir bölümünü kapsadığından yakınmanın da anlamı yoktur.
1990’da o zamanki SBKP genel sekreteri Gorbaçov, SSCB dışişleri Şevardnadze, genelkurmay başkanı Lobov ve diğerleri bundan çok yakınırlardı. İlki kendi değil CIA verilerine dayanarak yüzde 15, ikincisi yüzde 19, üçüncüsü “üçte bir, hatta daha fazla” demişlerdi. Gerçekte bu oranın yüzde 10-12’den fazla olması mümkün değildi. Dahası (benim “Rusya…”dan aktarıyorum): “1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar savunma sektörü, diğer sektörleri teşvik etmiştir; Sovyetler Birliği’nde askeri harcamaların tırmanışı, milli gelirin artışına paraleldir. Sektördeki istihdam oranı da bunu gösterir: 1980’lerin sonunda savunma sektöründeki toplam 1.800’ün üzerinde işletmede yaklaşık 4,5 milyon insan çalışıyordu; bunların 800 bin kadarı da bütünüyle bilimsel faaliyetlerle uğraşıyordu. Demek ki, Sovyet işgücünün yaklaşık dörtte biri bu sektörde istihdam edilmişti. Aile üyeleri de katıldığında, 12-15 milyon insan savunma sektörüyle irtibatlıydı; bu da Rusya’da her on kişiden biri demekti.” Sektörün bugünkü istihdam kapasitesiyle ilgili bir veriye rastlamadım; bununla birlikte sektör, savunma sanayisinin güçlü olduğu şehirler başta olmak üzere ciddi bir iktisadi canlılık yaratıyor. Bütçedeki askeri harcama kalemleri ise (“milli savunma” ve “milli güvenlik ve kolluk”) toplam 17 trilyon ruble. Eğer 2024’te GSYH, İktisadi Kalkınma Bakanlığı’nın tahminlerine uygun olarak yüzde 3,2 büyüdüyse, bu miktar GSYH’nın yüzde 9,5’i yapar ki Sovyetelr Birliği rakamlarıyla uyumlu demektir.
Burada kritik bir durum yok, aslında tam da beklendiği gibi, üstelik savunma sanayisinin etkisi tam olarak yansımıyor, dolayısıyla sanayide imalat sektörüne dayalı büyüme daha büyük olabilir. Gerçekten de maden ve mineral kaynakları üretiminde düşüş gözleniyor (yaptırımlar yüzünden beklenen bir sonuç); elektrik, ısıtma vb. ve su temini, atık idaresi vb. alanında sabit bir durum var. Ancak imalat sektörü en azından 2024 ekimine kadar doğrusal büyüyor.
Bu sektörde durgunluk ancak son birkaç aydır gözleniyor. Gene de imalat sektörünün genel durumu alarm vermekten uzak. Öte yandan tekstilde 2024 başından beri sürekli bir düşüş, gıda mamullerinde ise son iki çeyrektir stagnasyon var. Dış ticarete yönelik imalatta gerileme gözleniyor, ancak selüloz, poligrafi, kimya, taşıt dışında hazır metal, elektronik, ulaştırma araçları ve ilaç üretimi düzenli bir şekilde artıyor.
Sanayideki büyüme sermaye yatırımlarından da gözlemlenebiliyor (bak. Grafik 12). 2022’deki ilk şoka rağmen toplam yatırımlarda bir önceki yıla göre yüzde 6,7 artış vardı; 2023 ve 2024’te bu artış yüzde 9,8 ve 9,5 oldu. Makine ve gereç yatırımları ise 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 12 düştü, 2023’te yüzde 4, 2024’te ise yüzde 17 arttı. Bununla birlikte 2022 şoku makine ve gereç çıktısında muazzam bir düşüşe (yüzde 20) neden oldu. Bu durum ertesi yıl telafi edilemediği gibi 2024’te de düşüş devam etti. Gerçi makine üretimi alanına yapılan yatırımlarda bir artış var, ancak hem bu alanda üretimin daha uzun süreli bir süreç olması hem de yatırım oranının toplam yatırımın altında kalması yüzünden yeterli değil. Bu durumda yaptırımlar yüzünden keskinleşen teknoloji bağımlılığının da etkisi var. Bunların yurtdışından temin edilmesi imkanı, eğer Türkiye, Kazakistan vb. ülkelerden paralel ithalat sayılmazsa Çin dışında hemen hemen kalmadı; onunla da (yıl sonu itibariyle büyük ölçüde çözülmüş görünüyor olsa bile) ödemeler problemi riski devam ediyor.
Burada bir başka sorun, hem makine ve gereç üretiminde hem de bunların sanayiye uygulanmasında kalifiye eleman ve yetersiz istihdam sorunu. Durum şaşılacak kadar 1930’ları hatırlatıyor; o zaman da kadro sorunu sınai kalkınmanın önünde engeldi ve bu nedenle “her şeyi kadrolar çözer” bir devlet eğitim seferberliği sloganı haline gelmişti. Bugün de en önemli milli projelerden biri “Kadrolar”.
Grafik 12’yi çeyreklere göre düzenlemek mümkün olsaydı eğer, MB’nın para-kredi siyasetinin etkisi açıkça görülürdü. 2024’teki sermaye yatırımları esas itibariyle (1) devlet projelerinden ve (2) 2022 sonundan beri görece düşük kredi faizlerinden kaynaklanıyor olmalı; eğer öyleyse ilk iki çeyrekte yıl ortalamasını yükselten büyük bir büyüme yaşanmış demektir. Dolayısıyla, her şeye rağmen 2024’te de sanayi yüzde 3,5-3,7 kadar büyümüş olmalı. Ama 2025’te eğer para-kredi siyaseti düzeltilmezse yatırımlar düşecektir.
Eğer temel sorunlar çözülürse 2035’de (önümüzdeki 10 yılda) sanayi üretimi 2021’in 2 katına çıkabilir. En kötü durumda ise 1.5 katı kadar olacaktır ki bu olumsuz senaryo sayılmalı.
Risk verileri
Nakliye. Bütün bu istikrar halkalarına rağmen MB’nın para-kredi siyasetinden başka da giderek artmakta olan risk verileri var. Durumun endişe verici bir olduğunu gösteren bir tablo toplam nakliye hacminde ortaya çıkıyor. Grafik 13 verilerine göre boru hatları kapasitesi düşüldüğünde en düşük nakliye miktarı kilometre başına 239,2 milyar tonla nisan 2020’de gözlemlenmişti ve bu doğrudan doğruya pandemiyle ilişkiliydi. 2022 boyunca ani gerilemenin ardından 2022 sonundan bir sonraki yılın şubat-mart aylarına kadar ciddi bir artış gözlendi ve 263,5 milyar tona kadar yükseldi; ancak bu tarihten sonra taşınan yük miktarı tekrar tedricen düşmeye başladı ve en nihayet geçen yılın ekim ayı itibariyle 248,3 milyar tona kadar geriledi.
Tarım. Tarımsal üretim hacmi de (bak. Grafik 14) nakliyenin neredeyse bir kopyası. Tarımsal üretimde mevsim şartlarıyla düşüş her zaman beklenebilir bir şey, ani dalgalanmalar da bunu gösteriyor zaten; ama 2023 bahar hasadından beri tedricen düşme eğrisi belirgin.
İnşaat. Sivil sanayinin en önemli motor sektörlerinden biri inşaat sektörü. Bunun halkın konut sorununun çözüm vasıtası olması itibariyle siyasi önderlik açısından da önem taşıdığını belirtmiştim. Sektör mevcut birikimiyle en az iki yıl daha projeleri sürdürebilir durumda, ancak geleceğe yönelik tablo hiç iç açıcı değil. (Bak. Grafik 15.)
Eğer büyümenin devam etmesi bekleniyorsa bunun yolu bütçe harcamalarının artırılması, milli projelerin hızlandırılması, ithal ikamesinin yaygınlaştırılması, sermaye çıkışının önlenmesi, sermaye kontrollerinin artırılması, ücretlerin artırılması, istikrarlı bir büyüme, teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması vb.nden geçer. Ama MB’na göre bütün bunlar enflasyon hedeflerine ulaşılmasını engelliyor, çünkü enflasyonun başlıca nedeni talep artışı; bu nedenle bütçe harcamalarının azaltılması, ekonominin aşırı ısınmasına son verilmesi (sanayinin rölantiye alınması ve dolayısıyla işsizlik), milli projelere son veya hiç değilse ara verilmesi, tüketici kredileri faizlerinin alabildiğine yükseltilmesi ve ayrıcalıklı kredi uygulamasına bütünüyle son verilmesi ve böylelikle ortalama birinin kredi imkanının ortadan kaldırılması, ücret artışına son verilmesi ve nakit dolaşımını sınırlayarak mevduat artımına gidilmesi… gerekli.
“Enflasyon talep kaynaklı” dogmatizmine dikkat edin. Rusya’da enflasyon (mesela Türkiye’de olduğu gibi) aşırı kâr kaynaklı değil, bunun başka yapısal nedenleri var; ama talep kaynaklı da değil. Kaldı ki MB önerilerinin toplamı zaten resesyon anlamına geliyor.
Rusya ekonomisi şimdiye kadar MB’na rağmen büyümeye devam etti. Bunun başlıca nedeni devletin metazori uygulamalarından başka milli projelerin devam etmesi, bütçe harcamaları ve alım gücünün yükseltilmesiydi.
Ancak enflasyon denince iktidar açısından da, halk açısından da akan sular duruyor, sebeb-i mevcudiyetini enflasyonu düşürmek şeklinde formüle eden (ve bunu da beceremeyen) MB’nın siyasi iktisadı bu nedenle hâlâ az çok karşılık görüyor.
Bu saplantı bana biraz 2022’deki teknik temerrüdü hatırlatıyor. O zaman da temerrüde düşmemek (ve bunun anlamı, gerçekte, “temerrüde düştü demesinler”den başka bir şey değildi) ve borçlarını ödemek için hükümetin neredeyse takla atmadığı kalmıştı. Ve sonunda OFAC dayatmalarıyla Rusya temerrüde düştü — düştü, çünkü yaptırımlar yüzünden borçları ödeme imkânı elinden alınmıştı.
Ve hiçbir şey olmadı! Tersine, bu saplantının da bütün başka saplantılar gibi anlamsız olduğu, iktisadi faaliyet sürdüğü sürece temerrüdün hiçbir şey ifade etmediği, hatta tam tersine, bu faaliyetlerde yabancı bağımlılığının ortadan kaldırılması için kaldıraç rolü oynayabileceği ortaya çıktı.
Enflasyon bu kadar da etkisiz değil elbette. İşsizlik oranlarının rekor seviyede düşük olduğu, bütün sektörlerde işgücü ihtiyacının yakıcı şekilde hissedildiği bir ortamda çalışanlar için ücret artışı her halükarda enflasyonun üzerinde olacaktır, ama ek endeksleme yapılmazsa emekli maaşları ve sosyal yardımların erimesi tehlikesi var. Bu ikincisi kitlelerin siyasi iktidar etrafında konsolidasyonu için şart; dolayısıyla ücretin enflasyonla baskılanıp eritilmesi aslında görece küçük bir tehlike.
Enflasyonun en temelde iki tehlikesi var. Birincisi, bir döngü yaratma riski. Pek olası değil, ama tamamen imkansız da değil. İkincisi ise 90’ların rekor enflasyonunu, kütlesel mülksüzleşmeyi, sefaleti hatırlatması.
GÖRÜŞ
Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 3
Yayınlanma
3 gün önce18/01/2025
Yazar
Hazal YalınRusya: ekonomi, sorunlar, istikrar halkaları, çözüm arayışları – 3
İstikrar halkaları: içeride zor ve tehdit
Yukarıda saydığım bütün kasvetli göstergelere rağmen onları sınırlayan bir takım faktörler de var. En önemlisi, saydığım sektörler büyük ölçüde devletin elinde, dolayısıyla bu işletmelerde iflaslara izin verilmeyeceği açık. Bu da, kuşkusuz, genel riski azaltan bir faktör.
Devlet sektörünün organizasyonu, özgül devlet kapitalizmi, tamamen başka bir yazı konusu; bu nedenle burada derinlemesine incelemeyeceğim. Ancak istikrar halkaları kapsamında devlet zorunun sayılması gerek.
Genel olarak böyle durumlarda (Türkiye’de olduğu gibi) enflasyon artışını tetikleyen temel faktör şirketlerin süper kârlarıdır. Kapitalizmde yapısal bir eğilim bu ve dolayısıyla Rusya’da da gözleniyor; ama iktidarın bonapartist (bu kavramı şartlı kullanıyorum; Rusya’da iktidar meselesi ayrı, geniş ve kapsamlı bir teorik çalışma gerektiriyor) niteliği bu eğilimin güçlenmesine engel. 2024 boyunca bir dizi örnekte devlet baskısıyla kâr oranlarının yükselmesine engel olunduğu ve fiyatların az çok kontrol altında tutulduğu gözlendi. Bunlar iki kanaldan yürütüldü. Federal Anti-Tekel İdaresi (FAS) ve Genel Savcılık.
FAS, başta telekomünikasyon, temel gıda maddeleri ve inşaat malzemeleriyle ilgili anti-tekel müktesebatına dayanarak bir dizi soruşturma açtı. Bu soruşturmalar çoğu defa idari veya cezai süreç başlatılmadan fiyatların geri çekilmesiyle sona erdi.
Burada dikkat çekici bir ayrıntı var. FAS’in bir önceki başkanı İgor Artemyev’di. 11 Kasım 2022’de Artemyev’in yerine Maksim Şaskolskiy atandı. İkisi neredeyse tamamen karşıt kişilikler; daha önce liberal-neoliberal Yabloko partisinin Duma grubu başkan vekili olan Artemyev devletin ekonomiden elini ayağını çekmesi taraftarıydı, onun döneminde federal bölgelerin devlete ait enerji şirketlerinin satışına getirmek istediği sınırlamalar birçok defa FAS engeline takılmıştı. Dahası, bir devlet siyaseti olan küçük ve ortaburjuvazinin güçlendirilmesi de FAS tarafından zaman zaman bloke edilmişti; örneğin 2015’te tekel soruşturmalarının sadece yüzde 11’i büyük şirketlere (yani tekellere) karşı yürütülmüştü; yüde 36’sı ise orta ölçekli işletmeleri hedef almıştı.
“Rusya…”da FAS’ın 2018 rekabet raporunda devletin ekonomideki payının artmasından Artemyev’in rahatsızlığını ifade eden cümleler aktarmıştım; şöyle diyordu: “Devletin ekonomideki rolünün güçlendirilmesi süreci yeni, nitel bir aşamaya girdi” ve devlet kural koymakla kalmayıp “ülkenin bütün ekonomik sistemini düzenlemeye çalışıyor”.
Başka deyişle Artemyev’in başkanlığında Anti-Tekel İdaresi esas itibariyle devleti “küçültme” ve özel sektörün tekelleşmesini artırma amacı güdüyordu ve bu, doğal olarak, tekel kârlarının teşvikini de kapsıyordu.
Şaskolskiy ise büyük çoğunluğu Leningrad oblastindeki devlet şirketlerinin (veya büyük hisseleri devlete ait şirketlerin) yönetiminde bulunmuştu; selefinin tersine liberal entelijensiyanın uzağındaydı ve atanmasının tam da batının yaptırım saldırısına denk düştüğüne bakılırsa devletin FAS’a verdiği rolde bir değişimi de gösteriyordu.
Mevcut müktesebata göre (İdari Suçlar Kanunu, KoAP) “emtia piyasasındaki hâkim konumunu kötüye kullanmanın” cezası iki başlıkta ele alınıyor: eğer belli bir mala yapılan zam (yani kâr oranı) rekabeti tahrip etmiyor veya sınırlamıyor ama başkalarının menfaatine zarar veriyorsa 300 bin rubleden 1 milyon rubleye kadar ceza kesiliyor; eğer rekabeti sınırlıyor ve tahrip ediyorsa da o şirketin pazara girmesi üç yıl boyunca yasak ediliyor veya o malın cirosunun yüzde 1-15’i kadar ceza kesiliyor (işletmenin toplam emtia cirosunun yüzde 2’sini aşmamak ve 100 bin rubleden az olmamak kaydıyla). Bu ikinci durum, her ne kadar kâr oranı belirtilmemiş olsa da, fiilen bütün kâra el konulması anlamına geliyor.
Kanunun bu maddesinde en son tashih 2015’te yapılmıştı; ancak yakın zamanda iki tashih girişimi daha oldu. 2022 ağustosunda Artemyev başkanlığındaki FAS’ın ilk girişimi, aslında bu engeli kaldırmaktan başka bir anlam taşımıyordu; buna göre 60 gün içinde yüzde 30’dan fazla fiyat artışı soruşturma konusu olacaktı. Bu girişim sonuçsuz kaldı. İkinci öneri ise bu yılın başında (şubat) Şaskolskiy’in başkanlığındaki FAS tarafından yapıldı; buna göre de herhangi bir malın fiyatı 60 gün içinde yıllık TÜFE’nin yüzde 5’inden fazla arttıysa ekonomik bir gerekçesi olmadığı kabul edilecek ve ilgili şirket para cezası ödeyecek; demek ki bileşik hesapla bir mala yılda en çok yüzde 34 fiyat artışı sınırı konuluyor ve bu da en çok büyük zincir marketleri ilgilendiriyor. Bu tasarı halen hükümette.
Tasarı kabul edilir mi, bilmiyorum (bu tür tasarılar kabul edilmeden önce komisyonda uzun süre tutularak da tehdit aracı olarak kullanılabilir); ancak FAS’ın yetkisini kullanarak fiyat artışlarını durdurmaya çalıştığı belli. 2023’te FAS, ülkenin iki büyük mobil telefon operatörü hakkında haksız zam soruşturmaları açmıştı. Bu şirketlerin açtığı itiraz davasında Moskova tahkim mahkemesi geçen yıl FAS’ı haklı buldu. Ne kadar ceza kesildiğiyle ilgili net bir bilgi bulamadım; bu belki de ciddi bir meblağ olmadığına ve soruşturmanın bir başlangıç niteliği taşıdığına işaret ediyor. FAS 2023’te ceza yiyen operatörlerden MTS’ye geçen yıl gene haksız zam soruşturması açtı, bu defa 3 milyar ruble ceza kesti ve zammı geri aldırdı. MTS’nin bu yıl ortasında operatörlükten gelen toplam cirosu 115,1 milyar, kârı da 7,2 milyar rubleydi; demek ki FAS’ın cezayı en üst sınırdan kesmiş ve soruşturmaya konu olan davada bütün kâra (eğer daha fazlasına değilse) el konulmuş.
MTS cezası daha çok bir gözdağını andırıyor. Yıl boyunca benzer soruşturmalar sürdü ve çoğu durumda yapılan zamların geri çekilmesiyle sonuçlandı. FAS sadece bir önceki yıl toplam 5,8 milyar ruble ceza kesmişti; bunun 2,4 milyarı merkezi (906 milyon Apple’a), geri kalanı da federal bölgelerde kesilen cezalardı. Geçen yıl da antitekel cezalarının aşağı yukarı aynı seviyede kalması beklenebilir. Toplu istatistikler henüz yayınlanmadı; ancak FAS’ın resmi sitesindeki, soruşturmaların tamamını yansıtmaktan çok uzak haberlere bakılırsa merkezi soruşturmalarda 3 milyar rublenin üzerinde ceza kesildiği, 2 milyar rubleden fazla da geçen iki yıldaki cezaların ek tahsilatının yapıldığı anlaşılıyor.
Bunlar ciddi meblağlar değil, ancak tedbirin sıkılığı ve ibret-i âlem cezalar başka şirketlerin benzer eğilimlerini frenlemesine neden oluyor.
FAS, tekel fiyatlarını sınırlandırmanın araçlarından biri; ama özellikle gıda maddelerinde (ve “sosyal açıdan önem taşıyan diğer malların fiyatlandırılmasında”) bunlar sadece idari değil kriminal soruşturmalara da konu oluyor. Bu soruşturmalar Genel Savcılık tarafından yürütülüyor. Savcılık yıl boyunca başta yumurta olmak üzere gıda maddelerinden hijyene ve internet alışveriş sitelerindeki fiyatlandırmalara soruşturmalar açtı, bunların fiyatlarının savcılığın kontrolü altında olduğunu bildirdi ve karaborsa gözlendiği takdirde ağır ceza isteneceğini duyurdu.
İstikrar halkaları: düşen işsizlik, artan ücretler
En genelde bakıldığında her şeye rağmen bir dizi olumluluktan söz etmek
de mümkün. Bunların başında enflasyon hedeflerinin tutturulamamasına rağmen işsizlik oranlarının düşmeye devam etmesi geliyor. Aynı şekilde ücret ve gelir artışı eğilimi de devam ediyor. (Bak. Grafik 8.)
Bununla birlikte, Grafik 9’un gösterdiği gibi, mevduat faizlerindeki yükselmeye rağmen reel gelirin tasarrufa ayrılan kısmında çok büyük bir değişiklik yok.
Bunun bir dizi nedeni var. Birincisi, ücretler ne kadar yükselirse yükselsin zaruri giderlere ayrılan pay da artıyor. İkincisi, 1990’ların iflasından çıkmış olan halkın tasarruf güdüsü zayıf; mevduat faizleri rekor da kırsa halk yarın ne olacağını bilmediğinden ya eline geçeni harcayacak, ya araç veya ev alacak, ya da değerli metaller şeklinde tutmayı tercih edecektir — banka hesapları ise son tercih olacaktır.
Gerçekten de 2024 üçüncü çeyreğe kadar otomobil alımları hızla artıyordu. 2021’in ikinci çeyreğinde 490 bin otomobil satılmıştı; ilk yaptırım dalgasının ardından bu miktar 153 bine kadar düştü, ama ardından 2024 üçüncü çeyrekte 415 bine kadar yükseldi. Sabit fiyatlara vurulduğunda ise tablo daha da ilginç: 2021’de satılan 490 bin otomobil 2018 fiyatlarıyla 161 birime denk düşüyordu; 2024 üçüncü çeyrek itibariyle satılan 415 bin araç ise aynı fiyatlarla 228 birime yükselmişti. Yani otomobil fiyatlarındaki artışa rağmen gelirin daha büyük bir bölümü buna ayrılıyor.
Benzer bir durum konut alımında da var. MB’nın faiz siyaseti tüketici kredilerinin de daraltılmasını, hatta son verilmesini öngörüyor. Ama bütün ısrarına rağmen bunu başarması mümkün olmadı. Çünkü tüketici kredilerinin siyasi bir önemi de var; bunlar konsolidasyonun en önemli vasıtalarından biri.
Bu bağlamda Konut meselesi siyasi açıdan son derece önemli ve sektörün faiz riskinin yüksekliği, inşaat malzemelerinde enflasyon ortalamasının üzerinde fiyat artışı (başbakan yardımcısı Husnullin 20 Aralık’ta 2021’den bu yana inşaat malzemelerinde yüzde 64 artış olduğunu söylemişti), yeni inşaat yatırımlarının düşmesi yüzünden stagnasyonun etkisi birkaç yıl içinde daha derin hissedilebilir. Ancak mevcut projelerde bir aksama yok, bunun nedeni de aslında tüketici kredileri ucuzken (ayrıcalıklı krediler sayesinde hâlâ düşük) sektörde konut almaya hazırlananlardan toplanmış büyük bir sermaye birikimi olması (Husnullin bunun 7 trilyon ruble civarında olduğunu söylemişti — yani GSYH’nın yüzde 4’ünden fazla).
Burada bir başka dikkat çekici şey de şu: reel gelirin gıda, içecek ve tütün mamullerine harcanan kısmı az çok istikrarlı bir şekilde artıyor, ama hizmetlere ve gıda ürünü dışındaki emtiaya ayrılan kısmının artışı durdu veya yavaşladı. Veriler henüz kritik bir eşiğe işaret etmiyor, bununla birlikte halkta ekonominin gidişatına yönelik endişe algısının yükselmeye başladığı anlaşılıyor.
Diğer istikrar halkaları
Bütçe. Şimdilik petrol gelirlerinde aşırı bir düşüş gözlenmiyor. Federal bütçe de hâlâ fazla veriyor. Harcamaların GSYH’ya oranında düşüş var, ancak bu durum savunma sanayisine hiç dokunmadığı gibi sosyal yardımlar ve milli projelerden kısma anlamına da şimdilik gelmiyor, zira aynı dönemde GSYH da yükseldi: 2019 üçüncü çeyrekte 28,5 trilyondan 2024 üçüncü çeyrekte 50 trilyon rubleye. Ukrayna krizinin başından beri artış oranı ise yüzde 30’dan fazla. Bütçe gelirlerinin yüzde 35-40’ını eskisi gibi petrol ve doğalgaz gelirleri oluşturuyor.
Grafik 10, 2019’dan bu yana federal bütçe gelir, gider ve açığının GSYH’ya oranını gösteriyor. 2025’te ise yeni vergi kanunu (kademeli vergi) ile bütçe gelirlerinde 2,6 trilyon ek artış bekleniyor; bu bütçenin geleneksel bileşimini kısmen değiştirebilir ve petrol-doğalgaz dışındaki gelirlerin payını yüzde 70’e çıkarabilir.
Kapasite kullanımı. İmalat sektöründe hiç de MB’nın iddia ettiği gibi aşırı ısınma, aşırı kapasite kullanımı gözlenmiyor. Bizzat MB’nın verilerine göre bütün ekonomide üretim kapasitesi kullanımı 2021 ikinci çeyrekten beri ciddi bir değişiklik göstermiyor: yüzde 79-81 seviyesinde. Maden ve mineral çıkarılmasındaki kapasite kullanımında aynı dönemde küçük bir azalma bile gözleniyor (yüzde 80-81). İmalat sektöründe yüzde 73’den 75’e artış var, ama bu da genel kapasite kullanımının altında. İnşaat sektöründeki oranlar da buna yakın (bununla birlikte 2023 ortasından beri aşağı yukarı yüzde 80’den 78’e düşüyor). Ulaştırmada ise yüzde 75’den 77’ye yükselmiş. Ama aynı dönemde işsizlik yüzde 5’ten 2,3’e gerilemiş.
Sabit sermaye yatırımları. Bu kalemde artış temposu geçtiğimiz yıl boyunca ciddi biçimde düştü: birinci çeyrekte (bir önceki döneme göre) yüzde 3,5, sonra sırasıyla yüzde 0,8 ve 0,6. Ancak hiç değilse pozitif oranlar şimdilik korunuyor. Bununla birlikte sermaye verimliliği faiz oranlarının altına düştüğü ölçüde negatif oranlar da ortaya çıkacaktır. Nitekim, grafiklerde göstermemiş olsam da, inşaat sektöründe yıl boyunca yüzde -0,1 seviyesinde sürekli bir düşüş var.
Gelir artış temposu. GSYH’daki artışın başlıca gelir kalemlerine göre (işgücü ödemeleri, brüt kâr ve brüt karma gelir, net vergi ve ithalat) dağılımını gösteren grafiklerde 2023 boyunca sürekli ve hızlı bir artışın ardından 2024 boyunca sürekli ama itidalli bir gerileme var. Ama yüksek gelir, yüksek işgücü ödemelerine ve yüksek kâra hâlâ izin veriyor.
Stagnasyon? Bununla birlikte istatistiklerde izlenebilen sektörlerde, özellikle imalat sanayisi ve inşaat sektöründe stagnasyon eğilimi gözleniyor. Özel sektörün yatırım aktivitesi zayıflıyor.
Elon Musk’tan X-TikTok karşılaştırması: ‘Mütekabiliyet olmalı’
Türkiye’nin ekonomik durumu Suriye’nin yeniden inşasını kaldırabilir mi?
Rusya kamuoyu, Trump’ın ‘savaşı bitirme’ vaadine karşı şüpheli
Steve Bannon: Ukrayna’nın Trump’ın Vietnam’ı olma riski var
Trump ilk 100 günde Çin’i ziyaret edecek mi?
Çok Okunanlar
-
AMERİKA2 hafta önce
Kaliforniya yangınları: San Francisco büyüklüğünde bir alan yok oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Kaliforniya’daki yangınların yol açtığı zarar 150 milyar dolara ulaştı
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Bölgede değişen dinamikler ve PKK sorunu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Kara para, kara bayraklar
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Trump, Sachs’ın Netanyahu’ya küfür ettiği videoyu paylaştı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
OnlyFans feminizm kılığına bürünmüş sömürüdür
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Rus basınından değerlendirme: Trump’ın Grönland’a neden ihtiyacı var?