SÖYLEŞİ
‘İsrail Cumhurbaşkanı Weizman’ın hayali barışı Dolmabahçe’de yapmaktı’
Yayınlanma
Yazar
Esra Karahindiba
Türkiye’nin İsrail’i ziyaret eden ilk dışişleri bakanı olan Hikmet Çetin, Gazze savaşını Harici’ye değerlendirdi.
Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı, Meclis Başkanlığı, NATO Temsilciliği gibi bir çok farklı siyasi mevkide yer almış olan deneyimli siyasetçi Hikmet Çetin, orantısız İsrail-Hamas savaşı, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Filistin sorununun çözümü ile ilgili Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
*1948’de İsrail kuruldu ve Türkiye, ertesi yıl İsrail’i tanıdı. 45 yıl boyunca hiçbir dışişleri bakanı İsrail’i ziyaret etmedi. 1993’te Türkiye’nin İsrail’i ziyaret eden ilk dışişleri bakanı olarak Filistin’de Hamas öncesi dönemi de gördünüz. O dönemi ve bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? O dönem nasıl bir İsrail vardı, şimdi nasıl bir İsrail var?
İsrail o önemli insanları kaybetti. İşçi Partisi’nde çok değerli insanlar vardı. Şimon Peres gibi… Başından beri hep koalisyonlarla yönetilen bir İsrail vardı. Fakat İşçi Partisi çok önemli rol oynardı. Barışı da onlar yaptı. İzak Rabin vardı, Şimon Peres vardı, Weizman vardı. Bunlar bir denge kuruyorlardı. Mesela ben İsrail’i ilk ziyaret ettiğimde Weizman Cumhurbaşkanıydı. Normal olarak İsrail’de her Cumhurbaşkanı ilk ziyaretini ABD’ye yapar. Weizman, benim yanımda danışmanını çağırdı. Konuşmalarından biraz anladım. “Ben ilk olarak Türkiye’ye gitsem olmaz mı?” dedi. Yok dediler ama “Ben ilk Türkiye’ye gideceğim” dedi. “İlk ziyaretim Türkiye’ye olacak” dedi.
“Weizman, ‘Ben ve Rabin gidersek barış çok zor olur’ dedi”
*Ziyaretiniz döneminde bölgedeki hava nasıldı?
Ziyaretimden önce Oslo-Madrid süreçlerinden sonra diplomatik ilişkileri Büyükelçilik düzeyine çıkardık. Aynı zamanda Filistin’in de Türkiye’deki temsilcisini de Büyükelçilik düzeyine çıkardık. Filistinli Ebu Firaz vardı. İsrail Cumhurbaşkanı Weizman ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Geldi. Ben ona mihmandarlık da yaptım. İstanbul’da GAP’a götürdüm. Eleştiriler de oldu. Tevrat’ta “Nil’den Fırat’a kadar diye bir ifade var. Oraya niye götürdünüz?” diye tepkiler de oldu. “Bir şey olmaz” dedim. Demirel o zaman Başbakandı, Dolmabahçe’de yemek verdi. Yemekte yanımda oturuyordu. Dedi ki “Bir hayalim var. Barış yapılırsa bunu burada (Dolmabahçe’de) yapmak lazım. Çünkü biz o yıl İspanya’dan Yahudilerin buraya gelişinin 500. yılını kutladık. Barış için çabuk hareket etmemiz lazım. Ben ve Rabin gidersek, barış çok zor olur” ve şöyle devam etti: “Biz savaşın ne demek olduğunu iyi bilen insanlarız. Rabin Genelkurmay Başkanıydı. Ben Hava Kuvvetleri Komutanıydım. 1973 olaylarında Mısır uçakları havalanmadan onları ben vurdurdum. Bizim bir an önce barış yapmamız lazım. Aksi takdirde çok zor olur.” Hatırlarsanız radikal dinciler Rabin’i öldürdüler. Rabin ölünce, Peres ölünce, Weizman gidince o zamandan bu zamana İsrail’deki bu denge kayboldu.
*Weizman neyi, nasıl öngörüyordu da kendisinden sonra barış olamayacağını anlamıştı?
O dönem barış süreci devam ediyordu. İzak Rabin, Şimon Peres ve Filistinli Yaser Arafat Nobel Barış Ödülü almıştı. “Bizim zamanımızda barış olmazsa bir daha hiçbir zaman olmayacak” dedi Weizman. Hakikaten de dediği gibi oldu. Çünkü Clinton’ın ikinci döneminde Camp David devam ediyordu. İşçi Partisi’nin o dönemki Başbakanı Ehud Barak ve Yaser Arafat beraber gittiler. Her şey hazırdı. Kudüs’ün bir caddesi var, Zeytindağı’na yakın bir yerde. Onun bir tarafını Filistin’e veriyorlardı. Filistin-İsrail Savaşı’ndan Doğu Kudüs’ü başkent de yapabilirlerdi. Ama Yaser Arafat kabul etmedi. Neden diye merak ettik, araştırdık. Filistinlilerin, eski yerleşim yeri olarak, istedikleri kadar İsrail’e gidebilmelerini istiyordu. Bu mümkün değildi çünkü nüfus artışı bakımından Filistinliler öne geçerdi. Böyle bir varsayımları vardı. Ben o sırada İsrail’deydim. Hükümet, bu işin Camp David’de çözüleceğini düşündüğü için referandum hazırlığı yapıyordu. “Barış olacak, iki devlet olarak beraber yaşayacağız” düşüncesi vardı. Olmadı. O insanlar da yok artık.
‘İsrail siyasetinin Siyonizme kayış süreci’
*1967’de BM’de belirlenen sınırlarla iki devletli bir çözüm tasarısı vardı. 2006’da Hamas gelince, bir siyasi partiden ziyade aşırı dinci bir örgüt olarak görüldü. Son yıllara kadar da Hamas, İsrail’in varlığı reddediyordu. Ancak 2017’de Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, 1967 sınırlarıyla iki devletli bir çözümü kabul edeceklerini yeni siyaset belgelerinde beyan etmişti. Hamas bunu kabul ettikten sonra da Hamas’a bakış açısından İsrail için, ABD ve iki devletli çözümü teşvik eden taraflar için bir değişiklik olmadı. Neden?
Problem şu: İki tarafta da aşırı dinciler var. İsrail’de koalisyon aşırı Siyonist. İki taraf da mantık dışı hareketler yapıyor. Şu anda İsrail’de bir devlet terörü var. Hamas zaten aslında bana göre de silahlı bir örgüt.
*Peki bunu söylerken 2006’da meşru olarak seçimle gelen bir siyasi parti olduğu ve İsrail’in baskılarına karşı daha sonra silahlı gruplarıyla mücadele eden bir yapı haline geldiği konusunda bir ayrım yapıyor musunuz? Hatta Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla ilgili BM Genel Sekreteri bile “saldırılar durduk yere olmadı” açıklaması yaptı.
Aslında başlangıçta dünya da destekledi. Doğrudur, seçimi kazandı. Meşru da bir seçimdi. Ama Filistin’i bölmek için geldiler. Fakat seçim sonucunu İsrail kabul etmedi.
*Kabul etmemelerinin sebebi seküler Filistinlilerden farklı bir politika izlemeleri miydi?
Tabi. Filistin kökü itibariyle seküler bir yapıydı. Filistin bir daha birleşemedi de. Şu anda Mahmud Abbas, Hamas’ın yok olmasını ister. Ama toprak kaybı olmasını da istemez.
*Sizce Hamas’ın 1967 sınırlarını ve doğal olarak İsrail’in varlığını kabul ettiği dönemden itibaren neden İsrail için bir şeyler değişmedi?
İsrail’de özellikle Netanyahu, kalbinden Gazze’nin Filistin’e verilmesini kabul etmiyor. Filistin toprak olarak ikiye bölünüyor; Batı Şeria ve Gazze. Arada İsrail kalıyor. Son zamanlarda Netanyahu çok katı Siyonist dincilerle koalisyon kuruyor. Onlar kabul etmiyor. Onun ortakları herhangi bir şekilde bir Filistin Devleti’ni de kabul etmiyor. Böyle aklı başında siyasetçiler de gündem de yoklar. Çok iyi Dışişleri Bakanları vardı. Ehud Barak vardı. Hala var ama partileri yok oldu neredeyse. O toprak kazanan siyasetçiler yok artık. Olanlar da konuşamıyor. İsrail siyasetinde ağırlıkları kalmadı.
* İsrail, Mısır’la yaptığı savaş sonucun Sina çöllerini ele geçirmişti ancak geri vermişti. Bugün Gazzeliler Sina çöllerine gitsin diyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vatanı olmayan 2 milyon insanı çöllere salamazsınız. Bunlar ya Mısır’a gidecekler ya Ürdün’e gidecekler ya da başka yere gidecekler. Öldürerek bu işi çözemezsiniz. Dünya buna izin vermez. 2 milyon insanı nasıl öldüreceksiniz?
*Görevinizden sonraki yıllarda İsrail’deki radikal Siyonizme doğru tedrici dönüşü nasıl gördünüz?
Bana göre Camp David kilit noktasıydı. Camp David’de uzlaşma olsaydı bu iş çözülmüş bitmişti. Maalesef olmadı. Olmadığı için Ehud Barak, bedelini siyasette kaybetmekle ödedi. Toprak verdiği için ve de Kudüs’ün bir parçasını da olsa verdiği için siyasi hayatı bitti. Bedel ödedi.
‘Dünyada bir lider sıkıntısı var’
*Bugün bir katliam gerçeği var. Batı dünyasının duruşu ortada. Amerika’da bir gazete “Gazze’de gıda sorunu yok” şeklinde manşet attı. İsrail, Batı’nın bütün imkanlarını kendi propagandası için kullanabiliyor. Gazze’de ise hastanedeki tıbbi teçhizatları çalıştırmak için kullanılan jeneratöre yakıt bile verilemiyor, sınırdan yakıt geçişi yasaklandı. Bunca yıllık siyasetçi ve diplomatsınız. Dünya hiç bu kadar çirkinini gördü mü?
Görmedi. Dünyada bir lider sıkıntısı var. En çok da Batı’da, ABD’de var. Şimdi geniş bakabilecek bir lider Avrupa’da yok. Bir Willy Brandt yok, Gonzalez yok, Tony Blair yok. Bunlar aslında barışçı, sağ duyulu ve sözü geçen liderlerdi. Onların yerine geçecek adam da yok. Türkiye ile ilişkiler dahi öyle. AB’de vizyonu olan lider yok. ABD’de yok. Şimdi Biden ile Trump arasında seçim yapacaklar. Adaylar değişmezse büyük ihtimalle Trump kazanacak. Trump kazandığı zaman daha da kötü şeyler olabilir. Çünkü onun için “önce Amerika”. Biden’ın kazanması çok zor. ABD’nin Ortadoğu politikası yok. Eskiden yapılan anlaşmaların devamını istiyorlar o kadar. Dışişleri Bakanı olan Blinken’ın İsrail’e gidip “ben bir Yahudi olarak geldim” demesi çok yanlıştı.
‘Batı İslam’ı terör kaynağı olarak görüyor’
*Çatışmanın yayılma riski nedir sizce? ABD, İsrail’e her türlü mali ve askeri desteği veriyor. Macron, Netanyahu’ya Hamas’a karşı da IŞİD’e karşı olduğu gibi global askeri koalisyon kurulmasını önerdi.
Öyle gidiyor zaten. Soykırımı göze alırsanız bu gerçekleşir ama dünyanın buna izin vereceğine inanmak istemiyorum. Durum kara harekatının da ilerisine gidebilir. Çünkü IŞİD’le bir tutuyorlar Hamas’ı. Avrupa ülkelerinde şöyle bir algı var: Gelişmişiz, durumumuz iyi, zenginiz, huzur var. Ama iki tane tehdit var. Biri göç, biri de terör. Bunların ikisinin de kaynağı İslam. Batı’nın bu görüşü çok tehlikeli. Dünyanın içinde bulunduğu bu duruma bakışları bu. Müslüman dünyada bunu ortadan kaldıracak bir birliktelik de yok. Yani İslam bu değil. Peki ne olduğunu neden birlikte söylemiyorsunuz? Neden karşı çıkmıyorsunuz? Çünkü birçok Arap ülkesi için Hamas bir tehlike. Nasıl ki Müslüman Kardeşler konusunda böyle bir bakış vardı, şimdi Hamas için durum böyle.
‘Yahudi lobisini kaybetmemeliyiz’
*Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin mitinginde yaptığı konuşma sonrasında İsrail bütün diplomatlarını geri çağırdı. Türkiye de mütekabiliyete göre mi davranacaktır?
Türkiye, geri çekmemeye çalışıyor. Çünkü “one minute” olayında sonra çok ağır bedeller ödendi. En ağır bedel de Ermenistan’ın “soykırım” ifadesidir. Benim zamanımda da gündeme gelirdi. Yahudi lobisi önlerdi bunu. Çünkü şunu kabul etmemiz lazım: Kapıkule’nin dışına çıktığımız zaman dünyada Türkiye’nin lehine olan tek lobi, Yahudi lobisidir. Çünkü 1492’yi (İspanya’dan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmesi) unutmuyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda bin kadar Yahudi’ye Türkiye’nin kucak açmasını unutmuyorlar. Onların hepsi bilim insanıydı. Hukukçular vardı, doktorlar vardı. O yıllarda Türkiye’nin bazı alanlarında, üniversitelerin modernizasyonunda o bilim insanlarının çok büyük katkıları oldu. Hukuki bakımdan katkıları oldu. Ben öğrenciyken bile Türkiye’de kalan Yahudiler vardı. Bunları unutmuyorlar. Biz rahatlıkla Cumhurbaşkanlarının (Ermenistan konusu hakkında) “soykırım” demelerini engelleyebiliyorduk. Amerika’ya giderdim. Washington dönüşü New York’a geldiğimde bana diyorlardı ki “Bizim takip etmemiz gereken bir şey varsa Kongre’de vesaire haberimiz olsun”.
*Şimdi Türkiye’deki düşünce kuruluşları ve diplomatlar İsrail-Filistin meselesinin çözümü için “Türkiye’nin Garantörlük Modeli”ni tartışıyor. Ne dersiniz?
Olmaz. Keşke olabilse. İsrail kabul etmez. Türkiye o ilk haftadaki etkisini kaybetti. Bu kadar lider İsrail’e gidiyor. Kim Türkiye’yi aradı?
‘Suriye’de Esad gitsin demeseydik…’
*Bu insani krize, bu katliama sessiz kalmadan diplomasi nasıl yapılacak?
Ben olsam teması kesmezdim. İlişkiyi kesmezdim. Konuşarak, diyalogla çözülür. Bakın Suriye’de yaptık, başımıza neler geldi. Suriye’de “Esad gitsin” demeseydik… Vahşeti eleştirebilirsiniz. Hedef Kuzey Suriye’nin, Kuzey Irak gibi olmamasıydı. Bu konuda Türkiye’den başka kim bu oluşumu istemez? Suriye. Diplomasi sabır ister, zor iştir. Atatürk, bir dönem Dışişleri Genel Sekreteri Menemencioğlu ile bir görüşme yapıyor. Diyor ki “Ortadoğu’da ortak dinimiz, tarihimiz, değerlerimiz var. İç işlerine katiyen karışmayın. Kendi aralarındaki ihtilaflarda da taraf olmayın. Sormadıkları sürece akıl da vermeye kalkmayın”. Biz ne yaptık? Başbakanımız o zaman dedi ki “Suriye bizim iç meselemizdir.” İdeolojiye göre dış politika olmaz. İç politikada araç olarak kullanılmaz. Biz kullandık. Tek konu ülke çıkarı olmalı.
Çok sağlam dış politikası vardı Atatürk’ün. Hep barış vardı ağzında. Savaş devam ederken İtalya ve Fransa ve SSCB ile barış yapıp güneyini ve doğusunu garanti altına aldı. Bunları 1921’de yaptı. O barışçı dış politikayla 1936’da Montrö Anlaşması’nı yaptı. Çok eleştirildi ama Ukrayna-Rusya Savaşı zamanında gördük ki çok önemli, çok etkili. Hep beraber gördük.
*Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Şunu asla unutmamak lazım; Özgür Filistin olmadan Ortadoğu’da barış olmaz.
İlginizi Çekebilir
-
‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’
-
Uzmanlar yanıtlıyor: Savaş nasıl bitecek? Bir sonraki nasıl önlenebilir?
-
İsrail politikası koltuğundan edecek
-
İsrail müzakerecilerinden Daniel Levy: Filistin’le barış sürecine Çin ve ABD eş başkanlık yapmalı
-
‘Gazze sonrası İsrail-Suudi normalleşmesi mümkün’
-
‘İsrail ABD’ye rağmen Gazze’yi işgal ederse kimse şaşırmasın’
ORTADOĞU
‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’
Yayınlanma
12 saat önce09/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrası CNN ve BBC gibi Batı televizyonlarında yaptığı çıkışlarla gündeme gelen Filistin’in İngiltere’deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Husam Zomlot Harici’ye konuştu. Netanyahu’nun Gazze için planlarını değerlendiren Büyükelçi, “Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.
Filistinli Büyükelçi Zomlot, BBC programında sunucunun Hamas’ın saldırılarını kınıyor musunuz sorusu üzerine “Gazze’de kınanması gereken biri varsa o da sivillere saldıran İsrail’dir” yanıtını vermişti.
Harici adına gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Husam Zomlot, savaş sonrası Gazze’deki siyasi duruma, Arap ve Müslüman ülkelerin Filistin’e verdiği desteğe ve Türkiye’nin tutumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘Filistin halkı birlik içindedir’
Öncelikle Filistin’in temsiliyle ilgili bir sorum var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) diplomatik temsilcisi olarak nereye giderseniz gidin, hangi televizyon kanalına çıkarsanız çıkın, Hamas’ın eylemlerine de cevap vermek zorundasınız. Çünkü insanlar size Hamas’ın yaptıklarını soruyor ve siz de kendi tarafınızı her şekilde savunmanız gereken pozisyonda kalıyorsunuz. Duruşunuzu muhataplarınıza nasıl açıklıyorsunuz?
Her şey çok açık. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz, çünkü biz FKÖ’yü temsil ediyoruz. FKÖ, tüm Filistin halkının tek meşru temsilcisidir. Bütün Filistin dokusundan ileri gelen meşruiyeti var. Tarihi meşruiyeti var. Demokratik meşruiyeti var. Ve Filistin halkının bölgedeki tek meşru temsilcisi olarak tanınıyor. Ve uluslararası alanda tanınıyor. Londra’da FKÖ ofisimiz var. Washington’da da FKÖ ofisimiz vardı. Dolayısıyla Filistin halkını temsil etme konusunda herhangi bir sorun yok. Filistin halkı birlik içindedir. Zalimin bir olması gerçeği karşısında birleşiyoruz. Bayrağımızın bir olmasıyla birleşiyoruz. Topraklarımızı özgürleştirme hedefimizin bir olduğu gerçeğiyle birleşiyoruz. Yani siyasi gruplar arasındaki meselenin bizim temsilimizle hiçbir ilgisi yok. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz.
‘İsrail Gazze’yi FKÖ’ye iade etmek istemeyecek’
En önemli soru, Gazze’nin geleceği ne olacak? ABD, savaştan sonra Gazze’yi Filistin otoritesinin yönetmesini istiyor. Ancak Netanyahu hükümeti bunu reddediyor. İsrail algısına göre İsrail Savunma Kuvvetleri savaştan sonra bile Gazze’den ayrılmayacak. ABD, İsrail’in Gazze’yi işgalini desteklerse gelecekte Gazze ne olacak? B planınız nedir?
İsrail’in resmi yaklaşımı Gazze’yi FKÖ’ye iade etmeyecekleri yönünde. Bu onların ajandasının bir parçası. Özgür Filistin’in ortaya çıkmasına izin vermek istemiyorlar. Ve Netanyahu bu konuyu kamuya açık şekilde söylüyor. Filistin devletinin kurulmasını engelleyen odur. Planı çok açık. Filistin coğrafyası ile Filistin siyasi sisteminin birleşmesi halinde bunun Filistin devleti fikrini ister istemez geri getireceğini düşünüyor ve bunu istemiyor. Netanyahu’nun söylediklerinde ciddi olduğunu düşünüyorum. Filistin ulusal kurumlarının ve Filistin birliğinin oluşmasını engellemek isteyecektir.
‘Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir’
Ama yine de savaş sonrası Gazze’ye dair net bir tasavvura sahip değilsiniz. B planınız nedir?
Tek plan var, o da Filistin halkının planı. Ve bu plan, Gazze ve Filistin liderliğiyle ilgili. Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’deki Filistinliler milletimizin ayrılmaz dokusudur. Dolayısıyla Gazze’de kısmi bir çözüm yok. Gazze’de askeri çözüm yok. Ve Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir. Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan kurtarılmış topraklarımızın başkenti Kudüs olan bir çözüm, kuşatıcı, geçerli bir çözümdür.
‘Uluslararası ticaretin işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır’
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Netanyahu’ya karşı çok sert söylemleri var ancak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini ve özellikle de uluslararası ticareti sürdürmesine yönelik eleştiriler de mevcut. Bazı Türkler ise İsrail mallarını boykot ediyor. Sizce Filistin destekçileri İsrail’le ilişkilerini kesmeli mi? İsrail’i boykot etmek Filistin’in beklediği bir şey mi?
Türkiye ile İsrail arasındaki durumun detaylarını şu anda bilmiyorum. Ama biliyorum ki Türkiye bölgesel bir güç, NATO’nun bir parçası olarak Avrupa’ya yakın, bölgeye yakın uluslararası bir güç. Türkiye önemli bir küresel aktör. Bu nedenle Türkiye’nin politikası, uluslararası hukuk ve uluslararası kararların uygulanmasının yanı sıra bölgesel barışın ve bölgesel istikrarın sağlanması sorumluluğuna dayanmalıdır. Bu, Filistin yanlısı olmak, İsrail yanlısı olmak, buna karşı olmak veya şuna karşı olmak değil. Bu uluslararası politikanın uygulanmasıyla ilgilidir. Türkiye uluslararası kararlara her uyduğunda İsrail’e karşı demek değil. Hayır. Her ülkenin çok kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Bu bir sorumluluktur. Bu istisnai bir durum değil. Uluslararası hukukun ihlal edilmemesini sağlamak, silahlanmanın uluslararası hukukun ihlaliyle sonuçlanmamasını sağlamak, uluslararası ticaretin statükoyu yani Filistin halkına yönelik baskı uygulayan işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır. Böylece Türkiye uluslararası sistemde bir aktör olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır.
‘Dünya halkları katliama karşı her türlü meşru yolu kullanmalı’
Sizce destekçileriniz İsrail’i boykot etmeli mi?
Dünya halkları her yerde büyük bir dayanışma gösteriyor. Protesto onların hakkı. Boykot onların hakkı. Bu meşru bir haktır. İsrail’in yasa dışılığını işaretlemek için yasa dışı yerleşim ürünlerini boykot etmek, yasa dışı yerleşimcilerin ülkelerine geçiş izni vermemesini sağlamak, İsrail’in silahlarının çocuklarımızı ve sivillerimizi öldürmek için kullanılmamasını sağlamak da dahil olmak üzere her türlü meşru yolu kullanmak… Bunlar Türk milleti de dahil olmak üzere dünya halklarının sorumluluğudur.
‘Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes’
Arap ülkelerinden Gazze için herhangi bir destek isteyip de karşılığını alamadığınız oldu mu?
En azından artık Arap ve Müslümanların birlik olduğu bir pozisyonumuz var. Arap-İslam zirvesinin ardından aralarında Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Filistin Dışişleri Bakanı’nın da bulunduğu bir heyet var ve bölgeden de Suudi, Mısırlı vb. pek çok bakan var. Ortak bir duruş sergiliyoruz. Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes. Bölgenin pozisyonu budur. İkincisi, büyük insani yardıma ve koridorlara duyulan ihtiyaç. Etnik temizlik ve yerinden edilme planına hayır. İsrail’in Gazze’nin herhangi bir bölgesini ele geçirmesine hayır. Ve kapsamlı bir siyasi ivmeye evet…
SÖYLEŞİ
‘NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil’
Yayınlanma
6 gün önce04/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü araştırmacısı Dr. Daria Isachenko Harici’ye konuştu. Kiev ve Moskova’nın Türkiye’nin Tahıl Girişimindeki “öncü rolünü” kabul ettiklerini söyleyen Isachenko, “başka seçenekleri yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli” dedi.
Dr. Daria Isachenko, Türkiye-Rusya İlişkileri, Türkiye ve Avrasya’da bölgesel işbirliği ve ittifaklar, bölgesel ve devletlerarası çatışmalar, Kafkasya ve Karadeniz’deki bölgesel politikalar üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütüyor.
Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Isachenko, Karadeniz’de NATO için Türkiye’nin “önemini”, Ankara’nın Rusya-Ukrayna savaşındaki denge politikasını ve Kafkaslardaki çatışma ihtimalini değerlendirdi.
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, NATO ve ABD’yi Karadeniz’de istemediklerini açıklayarak Montrö Sözleşmesi’ne bağlılıklarını bir kez daha teyit etti. Ukrayna savaşı devam ederken Ankara’nın bu dikkat çekici açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Karadeniz’de Türkiye’siz bir NATO mümkün mü?
Bu açıklama Ankara’nın Karadeniz’deki bölgesel mülkiyet anlayışıyla ilgilidir. Bu düşüncenin arkasında Türkiye’nin Karadeniz bölgesinin güvenlik ve istikrarına yönelik sorumluluk duygusu vardır. Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) ve Karadeniz Uyumu (Black Sea Harmony) gibi denizcilik misyonları gibi bölgesel mülkiyete giren bir dizi resmi girişim halihazırda mevcut. Şubat 2022’de Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana birçok kişi bölgesel mülkiyetin hala geçerli olup olmadığını sorguladı ancak bence bu kavrama daha geniş bir şekilde bakmamız gerekiyor. Sonuçta Montrö Sözleşmesi’nin kendisi de bu yaklaşımın bir parçası olarak görülebilir, çünkü bölgedeki kıyıdaş devletlere öncelik veriyor, dolayısıyla NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil.
‘Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir’
Ankara, Rusya-Ukrayna savaşında taraf tutmaktan kaçınırken, bir yandan Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmadı, ancak öte yandan Ukrayna’ya Siha’lar gibi silah desteği sağladı. İki ülkeyle de ilişkilerini sürdüren Türkiye, arabuluculuk çalışmaları da yürüttü. Ankara’nı denge diplomasisi olarak adlandırılan bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ankara-Moskova-Kiev üçgeninde iki temel fikir var. Biri aslında denge fikri, Ankara’nın her ikisiyle de ilişkiyi sürdürebilmesi fikri. Diğer fikir ise karşılıklı zorunluluktur; bu özellikle Moskova ve Kiev için geçerlidir. Sonuçta hem Rusya hem de Ukrayna Mart 2022’de Türkiye’nin görüşmelere ev sahipliği yapmasını kabul etti ve her ikisi de Ankara’nın Karadeniz Girişimi’ndeki öncü rolünü kabul etti. Özellikle Ukrayna Türkiye’den farklı bir denge bekliyordu ama sonuçta ne Kiev’in ne de Moskova’nın başka seçeneği yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli. Başka bir deyişle Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir.
‘Kafkasya’da istişare mekanizması işliyor’
Çalışma alanlarınızdan biri olan Kafkasya’daki Dağlık Karabağ sorununun çözülmesiyle Türkiye-İran ilişkilerinin nasıl dönüşeceğini düşünüyorsunuz? Bölgede Azerbaycan ve İran zaman zaman gerginlikler yaşıyor. Bu gerilimlerin çatışmaya dönüşme ihtimalini görüyor musunuz?
Bölge ülkelerinin, gerginliklerin çatışmaya dönüşmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçların farkında olduklarını düşünüyorum, bu nedenle 2020 yılındaki İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 3+3 adlı bölgesel bir platform oluşturuldu. Bu girişimin arkasındaki fikir, Ermenistan’ı bölgedeki güvenlik ve ulaşım bağlantılarıyla ilgili sorunları ele almak üzere Azerbaycan ve Gürcistan ile komşuları Türkiye, Rusya ve İran ile bir araya getirmekti. Gürcistan katılmadığından fiilen 3+2’dir. Her halükarda bir istişare mekanizması olarak bu platform başlı başına anlamlıdır ve Türkiye-İran ilişkileri açısından bir çatışma önleme aracı olarak görülebilir.
SÖYLEŞİ
‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’
Yayınlanma
6 gün önce03/12/2023

Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Müdürü ve Şanghay Üniversitesi Türk Araştırmaları Merkezi Direktörü Profesör Guo Changgang Harici’ye konuştu. Gazze’deki trajedinin insanların ‘Batı’nın çifte standardını görmesini sağladığını’ söyleyen Prof. Guo, bu durumun ‘küresel toplumun yeni ve daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağı’ öngörüsünde bulundu.
Çin akademisinin en tanınan isimlerinden biri olan Prof. Guo Changgang, Küresel Çalışmalar Topluluğu Danışma Kurulu Üyesi, Şanghay Dünya Tarihi Derneği Başkan Yardımcısı ve 13. Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı üyesidir. Prof. Guo’nun araştırma alanları arasında klasik çalışmalar, küresel çalışmalar, küreselleşme bağlamında etnik ve dini çeşitlilik yer almaktadır. Şu anki araştırma alanı Türkiye çalışmalarıdır. Türkiye-Çin ilişkilerinin daha da geliştirilmesi yönündeki çalışmalarda önemli bir rol üstlenen Prof. Guo, Türk akademi dünyası ile de yakın ilişki içerisindedir.
Enstitü Sosyal ve Şanghay Üniversitesi tarafından 23-24 Kasım tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen 1. Türkiye – Çin Akademik İş birliği Forumu’nda Çinli akademi heyetine başkanlık eden Prof. Guo Changgang, Harici’nin sorularını yanıtladı ve İsrail-Filistin çatışması, Çin-ABD ilişkileri ve Çin-Türkiye ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulundu.
‘Küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacak’
Tarihçiler bugün Gazze’de İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en sert görüntülere tanık olduğumuzu söylüyor. Sadece Müslüman ülkeler değil, Asya’dan Afrika’ya ve Latin Amerika’ya kadar pek çok ülke tepki gösteriyor. Batılı halklar bile hükümetlerinin İsrail’e verdiği desteği sokaklarda protesto ediyor. Tüm bu insanlık trajedisine rağmen ABD ve Batılı müttefiklerinin İsrail’i desteklemekten geri adım atmadığını görüyoruz. Sizce bu Gazze’nin de ötesinde, Batılı ve Batılı olmayan medeniyetler arasında bir çatışma mı? Bu çatışmanın küresel sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batılı ülkeler kendilerini her zaman demokrasi, özgürlük ve insan hakları standardı merkezi olarak gördü. Bence Gazze’deki çatışma ise dünyanın Batı ülkelerinin gerçek yüzünü, Batı kültürünü ve onların doğasını fark etmesine yardımcı oluyor. Aynı zamanda dünyanın Batı toplumunun ve Batı ülkelerinin çifte standardını fark etmesine de yardımcı oluyor. Dolayısıyla bu da bence tüm dünyanın daha iyi bir dünya düzeni arayışına girmesine yardımcı olacaktır.
Belki de Batılı ülkeler tarafından yanıltılarak, onların demokrasi, insan hakları vb. konularda gerçekten lider olduklarını düşünecektik. Ancak Gazze’deki çatışma insanların Batılı ülkelerin gerçekte kim olduklarını anlamasına yardımcı oluyor. Çifte standardı görüyorlar. Dolayısıyla bunun küresel toplumun daha iyi bir düzen arayışına girmesine yardımcı olacağını düşünüyorum.
Peki bu pratikte nasıl işleyecek?
Bu çok karmaşık bir konu. Eğer diğer tüm ülkeler Gazze’nin yanında yer alır ve savaşa katılırsa bu gerçekten Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatabilir. Dolayısıyla en azından belki de Gazze’de yaşanan trajedi, insanların Batılı ülkeler konusundaki gerçeklerin farkına varmasına yardımcı olabilir. Bence bu trajedi insanların bunu fark etmesini sağladı. Küresel toplumun bu trajediden ders almasını umuyorum, işte o zaman medeniyetlerin birlikte varoluşuna dair daha net bir algıya sahip olurlar.
‘Arap liderlerin Çin ziyareti, dönüşüm çağının bir göstergesi’
Arap ve Müslüman ülkelerin dışişleri bakanları Filistin’de çözüme destek için çıktıkları turda ilk durak olarak Çin’i seçtiler. Sizce neden? Bu bağlamda Çin’in Ortadoğu’daki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çin’in Filistin-İsrail meselesindeki duruşu çok iyi biliniyor. Bugün bir ‘dönüşüm çağı’ndan bahsediyoruz. Çin hükümeti bu sürecin bir dönüşüm çağı olduğundan bahsediyor. Sizin dünya “beşten büyüktür dediğiniz” benzetme gibi. Dünya Batı’dan daha fazlasıdır.
Dolayısıyla Çin, Türkiye ve gelişmekte olan toplumlar ve ayrıca küresel Güney artık küresel toplumda daha önemli bir role sahip. Arap ve Müslüman ülkelerin bakanlarından oluşan heyetlerin Gazze’deki krizin çözümü için yardım istemek üzere bu yüzden Çin’e gittiklerini düşünüyorum. İnsanların, en azından tüm ülkelerin ve modern dünyanın bunun gerçekten büyük bir dönüşüm çağı olduğunu anladığını gösterelim.
Çin’in ya da Türkiye gibi başka bir ülkelerin Filistin halkını destekleyeceğini açıklaması, dünyanın geri kalanının küresel toplumda daha büyük bir rol oynadığını, daha büyük bir sese sahip olduğunu ve küresel toplumun gerçek iradesini temsil ettiklerini göstermeye yardımcı olur.
‘İkili ilişkilerin gelişmesinin önündeki en büyük engel Uygur meselesi’
Türkiye’yi yakından tanıyan biri olarak Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Her iki ülkenin de istekli olmasına rağmen ilişkiler henüz istenilen seviyeye ulaşmış değil. Sizce ikili ilişkilerin önündeki temel engeller nelerdir ve bunlar nasıl aşılabilir?
Evet, hepimiz Çin ve Türkiye arasındaki ilişkilerin daha iyi ya da daha yakın olmasını bekliyoruz. Ancak sizin de söylediğiniz gibi iki ülke arasındaki ilişkilerde bazı engeller var ya da bazı sorunlar daha yakın ve iyi bir ilişkiyi engelliyor gibi görünüyor.
Bence ilişkilerdeki ana engel sözde “Uygur meselesi” veya sözde “Sincan meselesi” olarak adlandırılan meseledir. Bu “mesele” ile ilgili olarak dört noktaya değinmek istiyorum: Birincisi, kesinlikle “Uygur sorunu” ya da “Sincan sorunu” diye bir şey yoktur. Bu Batılı ülkeler tarafından uydurulmuş bir konudur. İkincisi, Çin hükümetinin ve halkının bu “mesele” konusundaki tutumu çok nettir ve Türkiye hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda Çin ile mutabık olduğunu defalarca yinelemiştir. Türk toplumunun ve bazı muhalefet partilerinin bunu neden hala zaman zaman bir “mesele” haline getirdiğini gerçekten anlamıyorum. Bu sadece karşılıklı anlayış eksikliğine yol açacaktır. Üçüncü olarak, PKK’yı Kürt halkından ayrı tutmamız gerektiği gibi, Doğu Türkistan İslami Hareketi’ni ve aşırılık yanlılarını da Çinli Uygur halkından ayrı tutmalıyız. Örneğin Çinlilerin PKK’yı “Kürt meselesi” olarak adlandırmamızdan hoşlanacağınızı sanmıyorum. Son olarak, eğer siz Çinli Uygur halkıyla aranızda belli bir kültürel bağ olduğuna inanıyorsanız, bunu bir sürtüşme konusu olarak değil, Çin ve Türkiye halkları arasında bir dostluk köprüsü olarak görmelisiniz.
Sonuç olarak, tarihe saygı duymalı ve uluslararası hukuka da saygı göstermeliyiz. Akademisyenler olarak daha iyi bir karşılıklı anlayış geliştirmek için birlikte çalışmalıyız.
‘Çin-ABD ilişkilerinin geleceği konusunda iyimser değilim’
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve ABD Devlet Başkanı Joe Biden arasında San Francisco’da gerçekleşen liderler zirvesinden sonra iki ülke ilişkilerinin geleceğine dair beklentiniz nedir? İyimser misiniz?
Aslında ben ilişkiler konusunda iyimser değilim. ABD ikili ilişkileri her zaman rekabet olarak tanımlıyor. Ben bir tarihçiyim ve diğer medeniyetlerle, diğer ülkelerle rekabet etmenin Batı kültürünün doğasında olduğunu biliyorum. Bu Helenistik kültürden miras kalmıştır. Buna karşın Çin geleneği ve kültürünün doğasında barış içinde bir arada yaşamanın uyumunu aramak vardır.
Dolayısıyla, bir arada yaşama, karşılıklı saygı, daha iyi bir gelecek ve huzurlu bir uluslararası toplum açısından, sadece rekabet edilmesi değil, diğer ülkelere saygı duyulması, diğer medeniyetlere saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum.

‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’

Uzmanlar yanıtlıyor: Savaş nasıl bitecek? Bir sonraki nasıl önlenebilir?

Putin adaylığını duyurdu, Reuters ‘Batı yaptırımlarının başarısızlığına’ bağladı

Alman Dışişlerinin Brüksel’deki lüks mülkleri Sayıştay denetimine takıldı

ÇKP liderleri 2024’te iç talebi ve ekonomik toparlanmayı teşvik etme sözü verdi
Çok Okunanlar
-
AMERİKA1 hafta önce
Kısa Kissinger portresi: Akıllı, gerçekçi, gaddar
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Batı aklının ‘büyülü kurbanı’ Ukrayna
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 2
-
GÖRÜŞ7 gün önce
Filistin’in geleceği – 3
-
SÖYLEŞİ6 gün önce
‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Napoléon Efsanesi