Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

İsrail’in gözünden Çin’in 3 küresel girişimi

Yayınlanma

Çin’in meydan okuması karşısında ABD’nin dünya hakimiyeti ciddi ölçüde sarsılırken geleneksel müttefikleri de yeni duruma uyum sağlamaya çalışıyor. Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler bir yandan yükselen yeni güç ile ilişkilerini ivmelendirirken diğer yandan tüm dikkatini Çin’in yükselişini en azından frenlemeye odaklamış olan ABD’yi karşısına almamak için çeşitli manevralar yapıyor. Bu yeni durum bölgedeki varlığı büyük ölçüde ABD’ye bağlı İsrail için daha büyük bir çıkmaza işaret ediyor. İsrail için mazara şöyle; Çin ile mücadele edebilmek için gücünü Asya-Pasifik’e kaydıran ABD’nin, Orta Doğu’daki ağırlığı her geçen gün azalıyor. Buna karşın Çin, İsrail’in varoluşsal tehdit gördüğü İran da dahil bölge ülkeleriyle derin ilişkiler kuruyor. Yani İsrail güvenliği için vazgeçilmez gördüğü ancak bölgede gücü aşınan müttefiki ABD ile  ağırlığı artan müttefikinin düşmanı Çin arasında bir denge tutturmaya çalışıyor.

Toplam olarak bakıldığında Çin ile iyi ilişkiler, İsrail’in yararına ancak ABD faktörü Tel Aviv’i frenliyor. Tıpkı Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya ile iyi ilişkilerinin Transatlantik tarafından eleştiri yağmuruna tutulduğunda olduğu gibi…

Buna rağmen Çin görmezden gelinmesi imkânsız hale geldikçe İsrail içinde de daha çok tartışılıyor. Çin ile ilişkiler nasıl olmalı İsrailli politikacıların olduğu gibi entelektüellerinin de kafasını meşgul eden bir soru. Bu kapsamda İsrail’in yarı-resmi düşünce kuruluşu olan ve askeri bürokrasinin görüşlerini yansıtan Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nde (INSS) yayınlanan bir makale Çin’in küresel girişimlerine karşı İsrail’in nasıl bir tutum alması gerektiğini tartışıyor.

Dikkatinize sunuyoruz:

***

Xi Medeniyetinin Şafağı: Çin’in Yeni Küresel Girişimleri ve İsrail

Son iki yılda Çin lideri Xi Jinping üç küresel girişim açıkladı: Küresel Kalkınma İnisiyatifi (KKİ), Küresel Güvenlik İnisiyatifi (KGİ) ve Küresel Medeniyet İnisiyatifi (KMİ). Bunlar tam olarak ne, Kuşak ve Yol Girişimi’nden (KYG) ne gibi farklılıkları var ve İsrail Devleti için ne ifade ediyorlar?

Çin’in en üst düzey diplomatı Wang Yi, 10 Mart 2023’te İran ve Suudi Arabistan arasında imzalanan normalleşme anlaşmasına nezaret ettikten sonra “Bu barış için bir zaferdir” dedi. Wang, bu atılımın kredisinin Genel Sekreter Xi Jinping’in Küresel Güvenlik İnisiyatifi’ne (KGİ) verilmesi gerektiğini vurguladı. Aynı girişim Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang tarafından Ukrayna savaşının çözümü için olası bir temel olarak ve 17 Nisan’da İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen ile yaptığı görüşmede İsrail-Filistin çatışmasının çözümü için de gündeme getirilmişti.

Son iki yılda başlatılan üç Çin girişimi, on yıldır Xi’nin dış politikasının en önemli parçası olan Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG) önceliğine meydan okuyor.

Bunlardan ilki Xi’nin Eylül 2021’de BM Genel Kurulu’nda açıkladığı Küresel Kalkınma İnisiyatifi (KKİ). Küresel büyümenin Kovid-19’un gölgesinde yavaşlamasıyla birlikte bu girişimin amacı, BM 2030 Gündemi’nin 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacı’na (SKA) ulaşılmasında uluslararası topluma yardımcı olmak olarak açıklandı. Haziran 2022’de Çin, kendi öncülüğündeki mevcut kalkınma girişimlerini bir araya getirirken yeni araçlar ve kaynaklar ekleyerek 32 somut adımı (“çıktılar”) açıkladı. Bunlar arasında Pekin liderliğindeki üç milyar dolarlık Güney-Güney kalkınma fonuna bir milyar dolar eklenmesi ve Çin tarafından 100.000 işçinin eğitilmesi de yer alıyor.

İkincisi ise Nisan 2022’de başlatılan Küresel Güvenlik İşbirliği (KGİ). Bu girişim, “güvenliğin kalkınma için bir önkoşul, kalkınmanın da güvenliğin garantisi olduğu” şeklindeki Çinlileştirilmiş Marksist düşünceye dayanıyor. Geçen Şubat ayında, Ukrayna’daki savaşın birinci yıldönümünde yayınlanan KGİ Konsept Belgesi’nde Çin, ülkelerin egemenliğine saygı duyan ve “meşru güvenlik kaygılarını” ele alan “ortak, kapsamlı, işbirliğine dayalı ve sürdürülebilir” bir güvenlik çağrısında bulundu. Çinli liderler KGİ’nin BM Şartı’na uygun, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümüne riayet eden ve “geleneksel güvenlik” (savaş ve güç politikalarıyla ilgili alanlar) ve “geleneksel olmayan güvenlik” (iklim, ekonomi, siber ve salgın hastalıklar gibi) alanlarında dünya barışını koruyan “yeni” bir güvenlik konseptini desteklediğini savunuyor.

KKİ ve KGİ’ye Mart ayında eğitim, kültür ve değerler gibi “yumuşak güç” alanlarına odaklanan Küresel Medeniyet İnisiyatifi (KMİ) de katıldı. Çin Dışişleri Bakanına göre KMİ’nin amacı “farklı medeniyetler arasında birlik, uyum, karşılıklı saygı ve karşılıklı anlayışı” teşvik etmek ve “insanlığın ortak değerlerini” desteklemek.

Küresel girişimlerin Kuşak ve Yol Girişimi’nden farkı ne?

Kuşak ve Yol Girişimi bu Aralık ayında on yaşına basacak ve o zamana kadar 165 ülkede toplam trilyonlarca dolar değerini bulan yaklaşık 14.000 proje onun adıyla anılmış olacak. Ortaklarına sağladığı ekonomik katkılar ne olursa olsun, girişim son yıllarda yolsuzluk, şeffaflık eksikliği, çevreye ve işçi haklarına verdiği zararlar nedeniyle bir “imaj sorunu” yaşadı (Çin’in varlıklara el koymak için “borç tuzakları” kurduğu yönündeki yaygın iddia ise tamamen çürütüldü). Yerli ve yabancı finansman kısıtlamalarının yanı sıra proje sayısı ve G7, Avrupa Birliği, Hindistan ve Japonya’nın “rakip markaları” zorlukları daha da artırdı.

Kuşak ve Yol Girişimi’nin kökleri yüzyılın başlarına, Xi’nin iktidara gelmesinden on yıldan fazla bir süre öncesine, Çin’in sınır bölgelerindeki yerel kalkınma girişimlerine dayanıyor. Buna karşılık yeni girişimler Xi’ye ait ve tanımı gereği başından beri “küresel”. Kuşak ve Yol Girişimi’nin Çin merkezli “İpek Yolları”ndan farklı olarak, üst düzey bir Çinli diplomatın da ifade ettiği gibi, bu girişimler geniş bir uluslararası mutabakatın olduğu konuları destekliyor: “Kalkınma konusunda işbirliğine kim karşı çıkabilir ki?” Nitekim Nisan ayı itibariyle yüzün üzerinde ülke ve uluslararası kuruluşun desteğini alan Küresel Kalkınma İşbirliği’ne (KKİ), BM Genel Sekreteri de onay verdi ve merkezi New York’ta bulunan “KKİ Dostları Grubu”na 70’e yakın ülke katıldı.

69 yaşındaki Xi üçüncü dönemine girerken ve görünürde bir halefi yokken, girişimlere kişilik kültü kampanyası eşlik ediyor (parti devleti propagandası uygun bir şekilde “Xivilization” terimini icat etti). Amaçları, liderin ve başında bulunduğu partinin daimî iktidarını meşrulaştırmak, onu “insanlığın kaderini önemseyen” ve kalkınma, güvenlik, güven ve yönetişim alanlarındaki küresel “açıkları” tespit edebilen “büyük bir Marksist stratejist” olarak resmetmek. Ayrıca Çin’in Xi yönetimindeki dış politikasının düşük profilden “başarı için çabalamaya” doğru evrimini de gösteriyorlar. Bu aktivizm ya da “mücadele ruhu”, Xi’nin “yüzyılda görülmemiş büyük değişimler” sloganı ışığında teşvik edililiyor. Çin’in dünya ile bu kadar iç içe geçmiş olması ve bunun tersinin de geçerli olması nedeniyle, değişimlere yanıt vermek yeterli değil; Pekin “dünyanın merkezine yaklaşmalı” ve değişimlerin kendi çıkarları ve değerleriyle uyumlu olması için inisiyatifi ele almalı.

Son olarak, bu üç girişim Pekin’in “kendi yolunun doğruluğuna” olan samimi inancını gösteriyor. Kırk yıllık neredeyse çift haneli büyümenin ardından Çin, geri kalmış bir ülkeden ekonomik güç merkezine dönüştü. Xi’ye göre Çin’in yükselişi, ABD ve Batı’nın düşüşünü yansıtıyor ve “Çin modelinin” üstünlüğünü kanıtlıyor. KYG ile birlikte bu üç girişim, “Çin ulusunun gençleşmesini” ve Xi’nin “insanlığın ortak kaderi” vizyonunun gerçekleşmesini sağlayacak yeni bir dünya düzeninin – Batı sonrası bir dünya düzeninin – “planı” olarak hizmet ediyor:

  • KKİ, önce bu yüksek mutabakat kavramını benimseyip sonra da dönüştürerek küresel kalkınmanın gündemini belirlemeyi amaçlıyor. Bu tür bir “kalkınma” altında egemen devletin çıkarları bireysel özgürlüklerin önüne geçecektir. Çin merkezli İpek Yolları’nın aksine, SKA’lar doğrultusunda çalışan KKİ’nin, BM himayesinde Çin’in öncülük ettiği, ABD’den bağımsız ve kendine özgü bir “KKİ Dostları Grubu” var. Bu durum KKİ’ye uluslararası meşruiyet kazandırıyor ve anti-liberal fikirlerini daha kabul edilebilir kılıyor. Örneğin, siber işbirliğine yaptığı vurgu, Çin’in “internet egemenliği” kisvesi altında yani atomize edilmiş, sansürlenmiş ve takip edilen küresel bir ağı güvence altına alıyor.
  • KGİ’nin “yeni güvenlik konsepti” tanımı, ABD’nin başını çektiği “eski güvenlik konseptine” karşı bir antitez anlamına geliyor. Çin’e göre eski güvenlik konsepti sıfır toplamlı bir oyunu savunuyor, kamp çatışmalarını körüklüyor ve Soğuk Savaş zihniyetini besliyor. Gerçekte KGİ, Pekin’in tehdit olarak gördüğü NATO, Dörtlü, AUKUS ve G7 dahil olmak üzere ABD liderliğindeki güvenlik ittifakları ve ortaklıkları ağının meşruiyetini zayıflatmayı amaçlıyor. Örneğin KGİ Konsept Belgesi “yeni bir güvenlik mimarisi”, Pekin’de Orta Doğu güvenlik forumları düzenlenmesi ve İsrail-Filistin çatışması için “daha büyük, daha yetkili ve daha etkili bir uluslararası barış konferansı” toplanması çağrısında bulunuyor.
  • Xi, KMİ’nin açılışında Çin kalkınma modelinin başarısının “modernleşme eşittir Batılılaşma mitini yıktığını” belirtti. ABD’nin bir “medeniyetler çatışmasını” körüklediğini, Çin’in ise “dünya medeniyetlerinin büyük bahçesinde tüm çiçeklerin açmasına” olanak sağlamak istediğini varsayıyor. Çin Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri, Çinli bir liderin en son ne zaman “yüz çiçeğin açmasına izin vermek” istediğini hatırlatmalı. Bugün Çin, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel değerlerin özünü egemen devletin emirlerine tabi olarak yeniden tanımlamak için sözde “insanlığın ortak değerleri” kültürel göreceliğini kullanıyor. Bunu yaparken de ihlal ettiği evrensel değerler adına “içişlerine müdahaleden” caydırmaya çalışıyor.

İsrail için çıkarımlar

Kuşak ve Yol Girişimi’nin aksine Çin bu üç girişim için de henüz net bir mekanizma, bütçe ya da zaman çizelgesi oluşturmuş değil. Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasındaki arabuluculuğuna gelince, bu girişimin KGİ ile ancak sonradan ilişkilendirildiği anlaşılıyor; tıpkı Kuşak ve Yol Girişimi şemsiyesinin daha önce başlamış olan gelişigüzel bir dizi projeyi bir araya getirmesi gibi. Ancak bu üç girişim sadece retorik olarak görülmemeli. Projelerinin çoğu kâğıt üzerinde kalsa bile, Çin’in dış politikasında merkezde yer almaları İsrail’in bu projelerin gelişiminden haberdar olmasını ve izlemesini gerektiriyor.

Xi Jinping, Kasım 2021’de Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile yaptığı görüşmede İsrail’i “KKİ’de aktif rol almaya” davet etti. (Batı) Kudüs henüz bu üç girişime yanıt vermedi ya da resmi bir tavır almadı. Ancak bunu yaparsa ya da üst düzey İsrailli yetkililer açıkça destek verirse, bunu benimseyen liberalizm karşıtı ülkeler kervanına katılarak Çin’e bir propaganda zaferi kazandırmış olacak. İsrail katılır ve daha sonra çekilmek zorunda kalırsa Pekin ile ilişkileri zarar görür. Buna karşılık, 2019’da KYG’ye katılan tek G7 ülkesi olan İtalya şimdi bir çıkış yolu arıyor ve bu süreçte Çin ile ikili ilişkilerini bozuyor. Aynı zamanda girişimlere açıkça karşı çıkmak da fazla çatışmacı olarak algılanır. Bu nedenle İsrail’in çıkarı KKİ’ye katılmak ya da genel bir destek ifade etmekten ziyade ekonomi, dış politika ve güvenlik hususlarını dengeleyerek Çin ile kalkınma alanında proje bazında işbirliğini sürdürmektir.

Buna karşın KGİ, ABD liderliğindeki güvenlik çerçevelerini zayıflatmayı amaçlıyor. Orta Doğu’da İbrahim Anlaşmaları’nın ve I2U2’nin (2022’de başlatılan ve İsrail, ABD, Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan mini bir gruplaşma) gelişimini tehlikeye atabilir. Dahası, Pekin’in dogmatik bir şekilde Filistinliler lehine önyargılı olduğu ve İran’a rejimin hayatta kalmasını sağlamak için ekonomik bir cankurtaran olduğu ve uluslararası meşruiyet ve teknolojik çözümler sağladığı göz önüne alındığında KGİ’ye destek İsrail’in stratejik çıkarlarına aykırı.

Güvenlik kaygılarının yanı sıra, İsrail’in desteği normatif düzeyde de yanlış yönlendirilmiş olacak. KMİ’nin BM Şartı’na verdiği belirtilen destek, Çin’in, Pekin ve Moskova’nın “NATO yayılmacılığına” bir yanıt olarak gerekçelendirdiği, şartın en korkunç ihlali olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınamayı reddetmesi için bir sis perdesi sağlıyor. Benzer şekilde, Çin’in KMİ kapsamında “medeniyetler arası diyalog ve işbirliği” yolunu açan iyi niyetler, insan hakları, haysiyet ve baskıya karşı özgürlüğü destekleyen evrensel değerleri aşındırıyor ve İsrail gibi ülkelerin üzerine kurulduğu liberal demokrasilerin temelini reddediyor.

Nasıl ki bir sözleşmeyi iyice okumadan imzalamak tavsiye edilmiyorsa İsrail de Çin’in yeni girişimlerini içeriğini ve sonuçlarını dikkatlice incelemeden benimsememeli.

DÜNYA BASINI

Avrupa’nın depremi: Popülist bir geri tepme

Yayınlanma

Avrupa’nın depremi

Štefan Auer
Prospect
15 Haziran 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Deprem epey uzun zamandır bekleniyordu. Geniş ölçekte tahmin de ediliyordu. Fakat yaşananlar yine de pek çok kişiyi şaşırttı. Avrupa entegrasyonuna şüpheyle yaklaşan siyasi güçlerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettiği olağanüstü başarı kıtayı önemli ölçüde değiştireceğe benziyor. AB’nin en üst düzey görevleri için kaotik bir müzakere ve at pazarlığı dönemine girilirken, Avrupa’nın on yıl sonra nerede olacağını tahmin etmek, on gün içinde nasıl bir şekil alacağını tahmin etmekten belki de çok daha kolay görünüyor.

Ayrı kimliklere sahip halklar Avrupa siyaset sahnesine çıkma tehdidinde bulundukça daimî bir birliğin fikri dahi ortadan kalkıyor. “Halklar” ifadesini kasti olarak çoğul olarak kullanıyorum zira birçok Avrupa yanlısı akademisyen ve yorumcunun kabul etmeyi reddettiği bir gerçeği en baştan söylemek istiyorum: Avrupa, ulus devlete benzer bir siyasal yapı teşkil etmiyor. Bunun yerine, 27 ayrı demosu olan 27 üye devletten oluşuyor. Bu durum, Oxfordlu akademisyen Kalypso Nicolaidis tarafından savunulan öncü bir kavram olan “demoikrasi”den farklı bir anlama geliyor. Nicolaidis Avrupa’yı “hem devletler hem de yurttaşlar olarak anlaşılan, birlikte yöneten ama tek olmayan bir halklar birliği” olarak görmek istiyor. Ancak böyle bir Avrupa, nihai otorite sorununu göz ardı ettiği için özellikle kriz zamanlarında işleyemez hale geliyor. Böylesi bir siyasal yapıda egemen kim olacaktır? İstisnaya kim karar verecektir? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu sorulara yanıt olarak gerçek anlamda egemen bir Avrupa’nın yaratılmasını savunuyor. İşte tam da bunun için Macron ve Alman mevkidaşı Şansölye Olaf Scholz mayıs ayında “Avrupa’mız ölümlüdür” ve “Bu zorluğun üstesinden gelmeliyiz” diye yazmışlardı.

Ne var ki bu zorluğun üstesinden gelemediler ve bana kalırsa Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek bir konumda da olmayacaklar. Scholz’un iktidardaki Sosyal Demokrat Partisi (SDP) oyların yalnızca yüzde 14’ünü alarak aşırı sağcı ve Avrupa şüphecisi Almanya için Alternatif’in (AfD) ardından üçüncü sırada yer aldı. Fransa’da da Macron’un Rönesans partisi sadece yüzde 15 oy alabildi ki bu oran Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin yarısından daha az bir oy almış olduğu anlamına geliyor. Ancak pek çok açıdan, bu Avrupa seçimleri değil, 27 (ayrı) ulusal seçim demek. Hukukçu Alberto Allemano’nun da ifade ettiği gibi, bu seçimlerde “insanların ulusal adaylar çıkaran, ulusal gündemler sunan ulusal partilere oy verdiğini gördük.”

Allemano teşhislerinde haklı olsa da reçetelerinde yanılıyor. Zira halen Avrupa’nın daha da Avrupalılaştırılması çağrısında bulunuyor. “Seçimleri gerçekten Avrupa düzeyinde yaparsanız, bir Avrupa demosu yaratacak ve bu da bir Avrupa demokrasisinin doğmasına yol açacaktır. Mükemmel olmayacak, tartışmalar devam edecek, ancak insanlar seslerini duyuracak ve Avrupa giderek daha demokratik hale gelecek”, argüman bu şekilde ilerliyor. Oysa bunlar bir işe yaramaz. Avrupa’da demokrasiyi kurtarmak için, siyasal yapılar daha fazla Avrupalılaştırılmamalı, tersine ulusallaştırılmalıdır. Zaten bu durmak bilmeyen Avrupalılaşma süreci bizi şimdi bulunduğumuz yere getirdi: Yalnızca liberalizme karşı değil, demokrasiyi mümkün ve sürdürülebilir kılan temel ilke ve değerlere karşı popülist bir geri tepme.

Önümüzdeki yıllarda bu seçimler Avrupa için önemli bir dönüm noktasını teşkil edecek ve AB’nin kendini uluslarüstü, yarı egemen bir federasyona dönüştürme hedeflerinin sonunu işaret edecek gibi görünüyor. Gittiğimiz Avrupa, sadece Brexit referandumundan önce David Cameron’ın talep ettiğine değil, aynı zamanda mevcut Avrupa Birliği’nin oluşturulmasına karşı çıkan Margaret Thatcher’ın savunduğuna da çok daha yakın olacak. Cameron hem AB dışından hem de içinden gelen göçün daha fazla kontrol edilmesini istemişti, Thatcher ise bilindiği üzere ulus devletler Avrupa’sı için mücadele etmişti. Kendisinin 1988’de Bruges’deki [Avrupa Birliği’ne binlerce bürokrat yetiştirmiş olan] Avrupa Koleji’nde yaptığı bir konuşmada ifade ettiği gibi, “Avrupa, birbirini daha iyi anlayan, birbirini daha çok takdir eden, birlikte daha çok şey yapan fakat ortak Avrupa çabamız kadar ulusal kimliğimizi de yücelten bir milletler ailesi olsun”.

Thatcher’ın mesajı bugün Birlik genelinde -memnuniyetsizliklerini ana akım uzlaşıya karşı çıkan sağ ya da sol partilere oy vererek ifade eden- seçmenler arasında yankı bulacaktır. Bu, seçmenlerin tek tek üye ülkelerdeki kaygıları arasındaki büyük farklılıkları küçümsemek anlamına gelmiyor. Ama Avrupa her zaman farklı halklar için farklı anlamlar ifade etmiştir, ki bu kurucu altı ülke olan Belçika, Fransa, Batı Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda için dahi geçerlidir. Sadece Fransa ve Almanya arasındaki farklılıkları düşünün. Fransız elitleri Avrupa projesini Fransa’yı büyütmek için bir araç olarak görürken, birçok Alman için Avrupa’nın amacı İkinci Dünya Savaşı esnasında barbarlığa sürüklenen uluslarının itibarını yeniden kurabilmekti. Tam da bu doğrultuda Almanya, gücünü gizleyebilmek amacıyla Avrupa’yı kullandı.

Fransa’daki seçim sonrası gelişmeler, eğer ihtiyacımız varsa, iç politikanın ne denli merkezi olduğunu bize yeniden hatırlatıyor. Sayısız iç soruna rağmen Macron epey yakın bir zamana kadar Avrupa’nın lideri olarak görülüyordu. Partisinin Avrupa Parlamentosu oylamasındaki kötü performansının ardından erken seçim çağrısında bulunması, onun sonunu hızlandıracaktır. Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i Fransa Ulusal Meclisi’nde salt çoğunluğu elde etmesi de ya da buna yaklaşması durumunda, Macron’un sosyal tabanı büyük ölçüde eriyecektir. Bu da demek oluyor ki artık Fransa ve -daha önemlisi- Avrupa açısından güvenilir bir lider olarak görülmeyecektir.

Buna karşılık, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi (Fratelli d’Italia – FdI) ulusal oylardaki en büyük payı (yüzde 29) topladı. Bu durum, Avrupa Parlamentosu’ndaki parti grubunun toplam büyüklüğüne (ana akım merkez sağ parti, bir merkez sol parti ve Macron’un Renew Europe partisinden sonra dördüncü sırada yer almasına) rağmen Meloni’nin demokratik itibarını ve demokratik referanslarını daha da güçlendirdi. Böylece Avrupa yenilenecek fakat Meloni ve takipçilerinin bir süredir savunduğu doğrultuda. Yani, Avrupa’yı egemen kılmak yerine, üye devletler ulusal egemenliklerini Avrupa’dan geri kazanmaya çalışacaklar. Hem kolektif olarak hem de tek tek ulus devletler olarak, göç üzerinde daha fazla kontrol sağlamanın yanı sıra ulusal ekonomileri üzerinde (bir miktar) kontrol sağlamak için bastıracaklar.

Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinde Donald Trump’ın olası yeniden iktidarının hayaleti dolaşıyor. Ukrayna’daki durum ise vahametini koruyor. Rusya’nın ülkeyi yok etme konusundaki arzusu azalmış görünmüyor. Ancak yetkilerin bir kısmının kurucu üye devletlere geri verildiği bir Avrupa, Ukrayna için her zaman kötü haber demek değil. Bir bütün olarak AB, zor durumdaki bu ülkeye sürekli bol kepçeden söz verip ama vaat ettiğinin çok altında verdi. Ukrayna’nın kararlı destekçileri genellikle üye devletler ve AB dışındaki ülkeler, yani ABD ve İngiltere olmuştur. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de bu ülkelerin rolü hem NATO içinde hem de NATO’nun dışında daha da önemli hale gelecektir.

Peki ya egemen Avrupa? Hatırlayın, dünyada kendi çıkarlarını önceleyecek ve savunacak bir Avrupa? Bağımsız, özerk, dirençli, ABD ve Çin de dahil olmak üzere diğer büyük güçlerden bağımsız bir Avrupa? İşte o Avrupa zaten hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir gelecek düşüydü. Gücünü ve güvenilirliğini yeniden kazanmak için Avrupa’nın kendi vatandaşlarına karşı daha duyarlı olması gerekiyor. Bunun da ulus-devletler düzeyinde başarılması, oluşmakta olan uluslarüstü bir yönetimden çok daha olasıdır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: Biden yönetimi Gazze’de savaş sürerken kuzeydeki sorunu aşmayı umuyor

Yayınlanma

ABD, Gazze’deki başarısız ateşkes diplomasisinden sonra şimdi de gerilimin iyice tırmandığı Lübnan cephesinde yine başarısız olacağı baştan belli bir diplomasi yürütüyor. İsrail ile Hizbullah’ın topyekûn savaşa girmesini engellemek için İsrail, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerle temasta. Washington, Hizbullah defalarca ilan etmesine rağmen Gazze’deki kriz devam etse de İsrail-Hizbullah krizini çözebileceğini düşünüyor. Tıpkı Kızıldeniz’de bombalayarak Husileri durdurabileceğini umduğu gibi…

***

Biden yönetimi, İsrail ile Hizbullah arasındaki daha geniş bir savaşı önlemek için çabalıyor

Beyaz Saray’ın diplomatik atağı, Gazze’de ateşkes sağlanması için haftalarca süren başarısız baskıların ardından geldi

Michael R. Gordon

ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan’ın güneyinde giderek kötüleşen sınır çatışmalarını azaltma çabasının, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlamakta karşılaştığı güçlükler nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştığını söylüyor.

İki cephe arasındaki bağlantılar, İran’ı da içine çekebilecek ve çatışmaları Gazze’nin çok ötesine taşıyabilecek geniş çaplı bir savaşı önlemeye çalışan Beyaz Saray’ın karşı karşıya olduğu diplomatik çıkmazın altını çiziyor.

Beyaz Saray, İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin azaltılmasının Gazze’de sağlanması zor bir ateşkese bağlı olamayacağı konusunda ısrar ediyor ve Hamas’a güneydeki çatışmaları durdurmayı kabul etmesi için haftalarca süren başarısız baskının ardından kuzeydeki gerilimi yatıştırmak için büyük bir diplomatik çaba sarf ediyor.

Ancak ABD tarafından “terörist” olarak tanımlanan ve Hamas’ın önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın son haftalarda İsrail’in kuzeyine yönelik roket ve insansız hava aracı saldırılarını yoğunlaştırması, tehdidi sona erdirme ve kuzeye tahliye edilmek zorunda kalan 70.000 kadar vatandaşını geri gönderme sözü veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırdı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, bu ayın başlarında Beyrut’tan yaptığı bir televizyon konuşmasında İsrail’i “ülkede hiçbir yer roketlerimizden korunamaz” diye uyardı.

Biden yönetiminden üst düzey bir yetkili çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Nasrallah’ın mantığı… her şeyin Gazze’ye bağlı olduğu ve Gazze’de ateşkes sağlanana kadar İsrail’e ateşin durmayacağıdır. Açıkçası bu mantığı tamamen reddediyoruz” dedi.

ABD özel temsilcisi Amos Hochstein’ın Hizbullah’ın sınırdan geri çekilmesini de içeren bir anlaşma yapma çabaları şu ana kadar sonuçsuz kaldı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant bu hafta Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yetkilileriyle üst düzey görüşmeler için Washington’da bulunduğu sırada Hochstein ile Lübnan konusunda iki kez görüştü.

Gallant, salı günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “İsrail kuzeydeki güvenlik durumunu değiştirecek bir çözüm bulmak istiyor. Savaş istemiyoruz ama her türlü senaryoya da hazırlıklıyız. İsrail sınırında Hizbullah birliklerini ve askeri oluşumlarını kabul etmeyeceğiz. Kuzey toplumlarımıza yönelik tehditleri kabul etmeyeceğiz” dedi.

Hochstein geçen hafta üst düzey yetkililerle görüşmek üzere Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında Netanyahu ile de görüştü.

İsrail ve Hizbullah, İran’a bağlı milislerin Filistinli hareket Hamas’ın Gazze’de savaşa yol açan saldırılarını desteklediği 7 Ekim’den bu yana karşılıklı ateş açıyor. Hem Hizbullah hem de İsrail düşmanlıklarını daha büyük bir çatışmaya dönüştürme konusunda isteksiz davranırken, her ikisi de çatışmayı tırmandırabileceklerinin sinyallerini veriyor.

Bu ayın başlarında Hizbullah, Hayfa’daki İsrail limanı üzerinde uçan bir keşif uçağına ait olduğunu söylediği bir video yayınladı. Bir başka Hizbullah insansız hava aracı da aşağı Celile üzerinde İsrail güçleri tarafından düşürüldü.

İsrail güçleri ise Hizbullah komutanlarına karşı hava saldırıları düzenliyor. Geçen hafta İsrail ordusu Hizbullah’a karşı olası bir askeri operasyon planını onayladı ancak operasyon için hükümetin onayı gerekiyor.

İsrail için Hizbullah’a karşı savaşmak, Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaştan çok daha zorlu bir görev olacak. Uzmanlar Lübnanlı grubun 150.000’den fazla roket ve füzeden oluşan bir cephaneliği olduğunu ve bunların bir kısmının İsrail’in füze savunma sistemlerine rağmen Tel Aviv ve İsrail’in diğer şehirlerine ulaşabileceğini tahmin ediyor.

İsrail ordusuna göre Hizbullah çatışmanın başlamasından bu yana İsrail’e 5.000’den fazla roket, tanksavar füzesi ve patlayıcı insansız hava aracı fırlattı. Grubun açıklamalarına dayanan bir çeteleye göre Ekim ayından bu yana en az 338 Hizbullah savaşçısı öldürüldü. Lübnanlı yetkililere ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre en az 95 Lübnanlı sivil de öldürüldü.

İsrail’in kuzey sınırına odaklanan ve kâr amacı gütmeyen bir araştırma merkezi olan Alma Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne göre, evlerinden olan binlerce kişiye ek, çatışmalar nedeniyle en az 17 İsrail askeri ve dokuz sivil öldürüldü.

Üst düzey ABD’li yetkililer Hizbullah, İsrail ve İran’ın Gazze’deki yıkımı gölgede bırakacak kapsamlı bir savaş istemediklerine inandıklarını söylerken, bazıları da iki taraf arasında tırmanan gerilimin kontrolden çıkmasından korkuyor.

Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu’dan sorumlu üst düzey yöneticisi olarak görev yapan David Schenker, “Yeni bir Hizbullah-İsrail savaşının yıkıcı sonuçlarından ve İran’ın da savaşa katılma ihtimalinden endişe duyan Biden yönetimi, nihayetinde kaçınılmaz olabilecek bir çatışmayı ertelemek için büyük diplomatik çaba sarf ediyor” dedi.

ABD’li yetkililer diplomatik çabalarının durmadığı konusunda ısrarlı.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi gazetecilere yaptığı açıklamada “Devam eden bir diplomatik sürecimiz var. İsrailliler, Lübnanlılar ve diğerleriyle oldukça yoğun istişarelerde bulunuyoruz” dedi.

Mevcut ve eski yetkililere göre ABD’nin gerilimi düşürmek için önerdiği fikirler arasında Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nden birkaç bin askerin Hizbullah’ın boşalttığı sınır bölgelerine taşınması ve bu askerlerin sınırdan yedi kilometre geri çekilmesi yer alıyor. Schenker buna ek olarak, halihazırda güney Lübnan’da konuşlanmış olan BM barış gücünün de genişletilebileceğini söyledi. Schenker, Hizbullah’ın geri çekilmesi karşılığında İsrail’in de Lübnan üzerinde savaş uçakları ve insansız hava araçları uçurmayı azaltmayı kabul edeceğini söyledi.

Amerikalı yetkililer, gerilimi azaltma anlaşmasına uyması için Hizbullah üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla, diplomatik çabaların başarısızlığa uğraması halinde Washington’un İsrail ordusunu geri çekecek konumda olmayacağı uyarısında bulundu.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi “İsrail’i ve ulusal güvenlik çıkarlarını… Hizbullah gibi gruplara karşı savunmasını tamamen destekliyoruz” dedi.

Ancak Genelkurmay Başkanı Hava Kuvvetleri Generali CQ Brown pazar günü gazetecilere yaptığı açıklamada ABD ordusunun İsrail’i Hizbullah’ın büyük bir saldırısına karşı, İran’ın balistik füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırdığı Nisan ayında ülkeyi koruduğu kadar başarılı bir şekilde savunamayacağını söyledi.

ABD ve diğer ülkelerin yardımıyla İsrail, İran ve milis müttefikleri tarafından ateşlenen 300’den fazla insansız hava aracı ile balistik ve seyir füzelerinin neredeyse tamamını durdurdu. Ancak Brown, Hizbullah’ın elinde çok sayıda kısa menzilli roket bulunduğunu, bunların ABD tarafından engellenmesinin zor olacağını ve İran’ın tepkisini tetikleyebileceği uyarısında bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Fyodor Lukyanov ile mülakat: Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası mümkün

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır belirleme çalışmaları nisan ayı sonunda başladı. Bu bağlamda geçen hafta Gazah bölgesine bağlı Bağanis Ayrım, Aşağı Eskipara, Heyrimli ve Kızılhacılı Bakü’nün kontrolüne geçti. Geçen haftalarda buna tepki olarak Ermenistan’da “Vatan Adına Tavuş” hareketi Tavuş kasabasından Erivan’a yürüyüş başlattı. Devamında Erivan’da oturma eylemleri düzenlendi ve hadise çok sürmedi.

Karabağ artık Ermenistan’ın hakimiyetinden çıktı ve talep ettiği “güvenlik kuşağı” defteri kapandı. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, Erivan ile Ankara arasında yakın zaman içinde pirüpak bir sayfa açılmasını göz ardı etmediğini söylüyor.


Lukyanov: Ermenistan için Avrupa’daki tek seçenek Türkiye

Hayk Halatyan

Verelq.am

21 Haziran 2024

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz ne kadar ileri gidebilir? Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor? Rusya ile siyasi ilişkileri yeniden düşünmek ve aynı zamanda Ermenistan açısından son derece faydalı olan iktisadi ilişkileri sürdürmek mümkün mü? Ermenistan açısından Avrupa entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Russia in Global Politics dergisinin genel yayın yönetmeni, Rusya Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanlık Divanı Başkanı ve Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, bu ve daha fazlasını yanıtladı.

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz nereye kadar gidebilir? Ve Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor?

Kriz vektörel. Ermenistan yönetiminin net bir yol seçtiğini ve bunu tutarlı bir şekilde sürdürdüğünü kabul etmelisiniz. Bu sadece pratik yönlerle ilgili değil, aynı zamanda sembolizmle de ilgili. Buça ziyareti ve benzerleri, sinyaller açık. Bu açıdan süreç geri döndürülemez görünüyor.

Konuyla çok ilgili olmasam da Rusya’nın şu anda son derece temkinli davrandığını söyleyebilirim. Diplomatik adımlar atıldı, büyükelçi istişareler için geri çağrıldı, açıklamalar yapıldı. Fakat genel manada Rusya’nın benzer durumlarda —Gürcistan, Moldova ya da başka yerlerde— nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Şimdiye dek böyle bir şey görmedik, bu nedenle “aktif gözlem pozisyonunun” bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.

KGAÖ’ye gelince, mesele açık görünüyor: Ermenistan’ın bu örgüte ihtiyacı yok. Halihazırda bu sadece Rusya’nın alanına ait olmanın sembolik bir işaretiydi. Fakat kilit nokta, Rusya’nın Ermenistan’daki askeri üssü olacaktır. Ermeni tarafı üssün geri çekilmesini talep ederse Rusya buna uymak zorunda. Bu muhtemelen Ermenistan ile ilişkilerin kayda değer ölçüde yeniden düzenlenmesine yol açacaktır.

Rusya’nın bu tutumunun nedeni nedir? Ukrayna’da Batı ile yaşadığı çatışma nedeniyle Ermenistan ve Güney Kafkasya’daki nüfuzu için mücadele edecek kaynaklara sahip değil mi? Ya da sadece bu nüfuzu elinde tutmak için bir irade eksikliği mi var? Ermenistan’daki pek çok uzman, Rusya’nın Ermenistan’dan ve bölgeden çekilmeye hazır olduğuna inanıyor.

Rusya’nın çekilmeye hazır olduğunu söylemek abartı olur. Elbette şu anda başka öncelikler daha öncelikli. Bunlar gerçekleşmediği sürece diğer her şey ikinci planda kalır. Dahası, Rusya’da Ermenistan’daki süreçlerin vektörel bir şekilde ilerlediği, ancak henüz sonuçlanmadığı yönünde bir his var gibi görünüyor. Bundan sonra ne olacağı sadece Ermenistan’daki gelişmelere değil, aynı zamanda bölgedeki duruma da bağlı: Türkiye’nin ve Avrupa’nın tutumu vb.

Bence Rusya, krizden henüz ciddi bir şekilde etkilenmemiş olan Ermenistan ile iktisadi ilişkilerin daha önemli olduğunu varsayıyor. Şu anda Rusya için tüm iktisadi ilişkiler önemli. Eğer ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının son ziyareti iktisadi iş birliği fırsatlarının keskin bir şekilde azalmasına yol açarsa ve Ermenistan, ABD’nin baskısı altında yaptırımları daha sıkı bir şekilde uygularsa, o zaman elbette çıkar sorunu da ortaya çıkar.

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin açıklamalarında, Rusya ile siyasi ilişkilerin yeniden gözden geçirilebileceği, ancak Ermenistan’ın lehine olan iktisadi ilişkilerin sürdürülebileceği fikri sıklıkla dile getiriliyor. Bu ne kadar gerçekçi?

Bunu tahayyül etmek zor. Diğer ülkelerle benzer bir şey yapmaya yönelik önceki tüm teşebbüsler genelde kötü neticelendi. Öte yandan, Rusya’da belli bir yaklaşım değişikliği var gibi görünüyor. Daha önce soyut jeopolitik çıkarlar her zaman ağır basarken, şimdi en azından somut iktisadi çıkarlarla birlikte değerlendiriliyor. Yakın insani bağlar göz önünde bulundurulduğunda Ermenistan, açık provokasyonlara girişmediği sürece Rusya’nın Ermeni tarafına yönelik sert adımlar atmayacağını göz ardı etmiyorum.

Asıl mesele, Batılı ortakların Ermenistan’dan ne talep edeceği. Eğer Rusya ile iktisadi ilişkilerin gerekliliğini anlıyorlarsa, bu bir şeydir. Fakat Amerikalılar ve Avrupalılar, “Eğer Avrupa rotasını takip ediyorsanız, o zaman tutarlı bir şekilde takip edin,” derlerse, o zaman…

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin aktif olarak sözünü ettiği Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Ermeni diasporasının bir seçim faktörü olarak önemli bir rol oynadığı Fransa dışında, Avrupa’daki her muhafazakârın Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonuna yönelik adımlar atılması gerektiğini anlamadığını düşünüyorum. Bence mesele daha ziyade Ermeni toplumunun, siyasi zümresinin ve bir bütün olarak Güney Kafkasya’nın dinamiklerinde yatıyor. Kesin olarak söyleyebileceğim bir şey varsa o da son on yıllardaki deneyimlerin coğrafi olarak entegrasyon alanından kopuk bir ülkenin entegre olamayacağını gösterdiğidir. Bu işe yaramaz.

Ermenistan için teorik olarak erişilebilir tek Avrupa seçeneği Türkiye’dir. Bu komşu ülke de uzun süredir AB üyeliğine aday. Yalnızca birkaç yıl önce, bunun herhangi bir ihtimali ortadan kaldırdığını söylerdim. Bugün artık böyle düşünmüyorum, zira Erivan’ın yaklaşımının nasıl kökten değiştiğini görebiliyoruz. Bir zamanlar tamamen düşünülemez olarak kabul edilen şey gerçek oldu. Dağlık Karabağ’dan vazgeçilmesi herhangi bir şoka neden olmadı.

Bu nedenle, Avrupa ile entegrasyona doğru gidişin, Ermenistan söz konusu olduğunda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası anlamına geleceği ihtimalini göz ardı etmiyorum. Esasında Ermenistan, bu iktisadi etki alanına girebilir. Tarihi göz önüne alarak bu tamamen düşünülemez gibi görünse de yakın geçmişte düşünülemez gibi görünen pek çok şey artık gerçeğe dönüştü. Ancak bu Avrupa entegrasyonu ile aynı şey değil.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English