Bizi Takip Edin

AMERİKA

Jake Sullivan Foreign Affairs’e ‘Biden doktrini’ni yazdı

Yayınlanma

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, etkili dış politika dergisi Foreign Affairs’e Joe Biden yönetiminin dünyayı nasıl gördüğüne ilişkin bir makale yazdı.

Biden yönetiminin, göreve başladığında ‘değişmiş bir dünya’ ile karşı karşıya kaldığını kabul eden Sullivan, Amerikalıların gelecek konusunda ‘iyimser olmalarını’ yazıyor fakat ABD’nin dış politikasının ‘hızla anılara dönüşen bir dönemde geliştirildiğine’ dikkat çekerek ülkesinin şu anda karşı karşıya olduğu temel zorluğun altını çiziyor: karşılıklı bağımlılık çağında rekabet.

Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir değişim yaşandığını fakat 1990’lar ve 11 Eylül’den sonraki yıllardaki ortak noktanın ‘yoğun bir büyük güç rekabetinin olmaması’ olduğunu kaydeden Sullivan, “Bu durum, her ne kadar dünyanın uluslararası düzenin temel yönü konusunda hemfikir olduğunun bir kanıtı olarak yorumlansa da, esas olarak ABD’nin askeri ve ekonomik üstünlüğünün bir sonucuydu,” diyor.

Soğuk Savaş sonrası dönemin sonu

Beyaz Saray’ın ulusal güvenlik şefi, Biden yönetimince de paylaşılan teşhisini koyuyor: Soğuk Savaş sonrası bu dönem artık kesin olarak sona ermiştir.

Stratejik rekabetin yoğunlaştığını ve artık uluslararası politikanın neredeyse her yönünü etkilediğini savunan Sullivan, bunun küresel ekonomiyi de karmaşıklaştırdığını düşünüyor.

Sullivan bu nedenle eski varsayımların ve yapıların, ABD’nin 2050 yılına kadar karşılaşacağı zorlukları karşılayacak şekilde uyarlanması gerektiğinin altını çiziyor. 11 Eylül’den sonra ABD’nin askeri gücünün bir eşi olmadığı için yönetimin ‘devlet dışı aktörlere ve haydut ülkelere’ odaklandığını ileri süren Sullivan, şimdi ABD’nin rakiplerinin onun askeri avantajlarını ‘taklit etmeye başladığını’ yazıyor.

Pandemiye yönelik tepkilerin de ortak bir kriz yönetiminden çok parçalı anlayışları yansıttığını kaydeden ABD’li yetkili, “Washington çoğu zaman uluslararası kurumlara, dışlayıcı oldukları ve daha geniş uluslararası toplumu temsil etmedikleri yönlerini ele almadan taştan yapılmış gibi davrandı,” diyor.

Biden’ın Trump’tan farkı

Dünyanın eskisi gibi devam etmediğinin kabul edilmemesinin genel etkisi, Sullivan’a göre, ABD’nin dünyanın önde gelen gücü olmaya devam etmesine rağmen, en hayati kaslarından bazılarının körelmesi oldu.

Bunun üstüne, Donald Trump’ın seçilmesiyle birlikte ABD, ittifaklarının ‘jeopolitik bir refah biçimi olduğuna inanan’ bir başkana sahip oldu. Trump’ın bu ittifaklara zarar veren adımları, yine Sullivan’a göre, ABD’nin ittifaklarını doğru bir biçimde bir yükümlülükten ziyade Amerikan gücünün bir kaynağı olarak gören Pekin ve Moskova tarafından özgüyle karşılandı ve “Trump uluslararası düzeni şekillendirmek için harekete geçmek yerine ondan geri çekildi.”

Sullivan’ın yazdığına göre, Biden göreve geldiğinde, hem ABD’nin ittifaklarına ve liderliğine verilen acil zararı onarmak, hem de ABD dış politikasını günümüzün zorluklarına uyarlamak gibi çifte bir görevle karşı karşıyaydı.

Jake Sullivan’dan kritik konuşma: Küresel ekonomide yeni bir dönemin ilanı

Biden’ın dış politikasının temelleri

Sullivan’a göre, Biden’ın dış politikasının özü, Amerikan gücünün yeni bir temelini atmak.

Bu bağlamda, ABD’nin geleceği iki şey tarafından belirlenecek gibi görünüyor: jeopolitik rekabette temel avantajlarını sürdürüp sürdüremeyeceği ve ‘iklim değişikliği’ ve ‘küresel sağlıktan gıda güvenliği ve kapsayıcı ekonomik büyümeye’ kadar ‘ulusötesi zorlukları’ ele almak için dünyayı bir araya getirip getiremeyeceği.

Sullivan, bunun için ABD’nin kendi gücüne ilişkin düşünce biçimini değiştirmesinin gerektiğini düşünüyor. Ona göre Biden yönetimi, uluslararası gücünün içeride güçlü bir ekonomiden geçtiğine inanmaktadır. Ekonominin güç sadece büyüklük ya da verimlilik ile değil, aynı zamanda ‘tüm Amerikalılar için çalışma ve tehlikeli bağımlılıklardan arınma derecesi’ ile ölçülmektedir.

Bir diğer kaynak, ABD’nin ittifakları olarak ortaya çıkıyor. Fakat Sullivan uyarıyor: Birçoğu yetmiş yıldan daha eskiye dayanan bu ilişkilerin günümüzün zorlukları için güncellenmesi ve ‘enerjik kılınması’ gerekiyor.

İçeride yapılması gerekenler

Sullivan’a göre, Soğuk Savaş’ı kazanan ABD, bu savaşın ertesinde ülke içinde ekonomik canlılığa yatırım yapmanın önemini göz ardı etti. Oysa ABD, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıllarda ülke, Ar-Ge ve stratejik sektörler de dahil olmak üzere cesur bir kamu yatırımı politikası izlemişti. Sullivan, bu stratejinin iktisadi başarının temelini oluşturduğunu fakat zaman içinde ABD’nin bu stratejiden uzaklaştığını savunuyor.

Sullivan, şu dikkat çekici satırları kaleme alıyor:

“ABD hükümeti, hem Amerikalı işçilere hem de gezegene yeterince odaklanmayan ticaret politikaları ve bir vergi kanunu tasarladı. ‘Tarihin sonu’ coşkusuyla birçok gözlemci jeopolitik rekabetlerin yerini iktisadi entegrasyona bırakacağını iddia etti ve çoğu uluslararası iktisadi sisteme dahil olan yeni ülkelerin politikalarını kurallara göre ayarlayacağına inandı. Sonuç olarak, ABD ekonomisi endişe verici kırılganlıklar geliştirdi. Toplam düzeyde gelişirken, yüzeyin altında bütün toplulukların içi boşaldı. ABD kritik imalat sektörlerindeki liderliğini kaybetti. Altyapısına gerekli yatırımları yapamadı. Ve orta sınıf darbe aldı.”

Biden’ın ‘Bidenomics’ olarak bilinen politika kapsamında ‘inovasyon ve endüstriyel güce’ yatırım yapmaya öncelik verdiğini yazan Sullivan, bu politikanın özel yatırımların yerini almaktan ziyade onlara ‘olanak sağlamak’ olduğunu savunuyor.

Sullivan ayrıca yapay zeka, kuantum hesaplama, biyoteknoloji, temiz enerji ve yarı iletkenlerde yeni atılımları teşvik ederken, müttefikleri ile ortaklaşa yeni ihracat kontrolleri ve yatırım kuralları yoluyla ABD’nin avantajlarını ve güvenliğini koruduklarını ileri sürüyor.

ABD’nin tedarik zincirlerinde Çin’e bağımlılığını azaltmayı hedeflediklerine dikkat çeken Sullivan, bu nedenle yarı iletkenler, tıp ve biyoteknoloji, kritik mineraller ve bataryalar gibi hayati sektörlerdeki ortakları ve müttefikleriyle ‘dayanıklı, uzun ömürlü tedarik zincirleri oluşturmak’ için çalıştıklarını, böylece ABD’nin ‘fiyat veya tedarik kesintilerine’ karşı savunmasız kalmayacağını savunuyor.

Askeri gücün sanayi ile bağı

Sullivan göreve geldikleri zaman, ABD ordusunun dünyanın en güçlü ordusu olmasına rağmen, endüstriyel tabanının bir dizi ‘ele alınmamış güvenlik açığı’ndan muzdarip olduğunu gördüklerini belirtiyor. Danışmana göre, yıllar süren yetersiz yatırımlar, yaşlanan işgücü ve tedarik zincirindeki aksaklıkların ardından önemli savunma sektörleri zayıflamış ve daha az dinamik hale gelmişti.

Bu bağlamda, Biden yönetiminin, ABD’nin ‘rekabetçi bölgelerde’ caydırıcılığını sürdürebilmesi için denizaltı sanayisine yatırım yapmaktan daha kritik mühimmatlar üretmeye kadar bir dizi sektörde bu altyapıyı yeniden inşa ettiğine dikkat çekiyor.

Ayrıca Sullivan, ABD’nin ‘üstün konvansiyonel yetenekleri’nin en son teknolojilerden yararlanmasını sağlamak için ‘en yenilikçi laboratuvarlar ve şirketlerle’ da ortaklık kurduğunu vurguluyor.

Sullivan, ‘daha rekabetçi bir dünyada’ Washington’un ‘iç ve dış politika arasındaki bariyeri yıkması gerektiğinde’ ve büyük kamu yatırımlarının dış politikanın temel bir bileşeni haline geldiğinde ‘şüphe olmadığını’ söylüyor.

‘Bidenomics’ neoliberalizmden kopuş mu?

ABD’nin uluslararası ilişkilerinin yeniden kurgulanması

Biden’ın Trump’ın aksine, göreve geldiği andan itibaren ABD’nin ittifaklarının önemini kavradığını kaydeden Sullivan, bununla birlikte bu ittifakları destekleyen birçok kişinin bile ‘karşılıklı bağımlılık çağında rekabet için bu ittifakları modernize etme ihtiyacını’ kavrayamadıklarına dikkat çekiyor.

Bu ittifakları ve ortaklıkları, ‘ABD’nin stratejik konumunu ve ortak zorluklarla başa çıkma kabiliyetini geliştiren maddi yollarla’ güçlendirdiklerini öne süren Sullivan, bu hamlelere örnek olarak şunları sıralıyor: Ukrayna’yı desteklemek; NATO’nun İsveç ve Finlandiya’yı da kapsayacak şekilde genişlemesi; NATO’nun doğu kanadındaki duruşunu değiştirip üyelerine yönelik siber saldırılara yanıt verebilecek bir kabiliyet edinmesi ve hava ve füze savunmasına yatırım yapması; ABD ve AB’nin ekonomi, enerji, teknoloji ve ulusal güvenlik alanlarındaki işbirliğini önemli ölçüde derinleştirmesi.

Sullivan benzer bir şeyi Asya’da da yaptıklarını söylüyor. ABD, Japonya ve Güney Kore arasında yeni bir üçlü işbirliği dönemini başlattıklarını ve ABD’nin bu ülkelerle ikili ittifaklarını ‘yeni zirvelere taşıdığını’ kaydeden Sullivan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin ‘tehlikeli ve yasadışı nükleer ve füze programları’ karşısında, bölgenin ‘barışçıl ve istikrarlı kalması’ için ABD’nin ‘genişletilmiş caydırıcılığının her zamankinden daha güçlü olmasını’ sağlamak için çalıştıklarını yazıyor.

AUKUS ittifakı, Filispinler ile gelişen ilişkiler ve Hindistan’ın da dahil olduğu Quad ittifakı da Asya-Pasifik’teki Amerikan ittifaklarının temeli olarak Sullivan’ın dikkat çektiği birliktelikler.

ABD’nin yeni ortakları

Sullivan’ın makalesindeki dikkat çekici noktalardan biri de, ABD’nin ‘demokrasi’ lafzını sürdürürken ‘farklı politik sistemlere sahip’ ülkelerle de ortaklığa açık olduğunu doğrudan ilan etmesi.

“Washington’un özgür, açık, müreffeh ve güvenli bir dünya vizyonunu destekleyen ülkelerin yelpazesi geniş ve güçlüdür ve farklı siyasi sistemlere sahip olanları da içermektedir,” diyen Sullivan, ‘şeffaf ve hesap verebilir yönetişim ile demokratik reformcuları ve insan hakları savunucularını desteklerken’ bile ‘BM Şartı’nın ilkelerini savunmaya hazır’ her ülkeyle birlikte çalışacaklarını belirtiyor.

‘Küresel Güney’ vurgusu

COVID-19 pandemisindeki ‘liderlik eksikliği’nin Biden tarafından not edildiğini söyleyen Sullivan, sadece ABD’nin liderliğini yeniden tesis etmenin gerekmeyeceğini, aynı zamanda dünyaya, özellikle de ‘küresel Güney’e daha iyi bir teklif sunmak gerektiğini fark ettiklerini belirtiyor.

“Dünyanın büyük bir kısmı jeopolitik çekişmelerle meşgul değil; çoğu ülke, karşı karşıya kaldıkları ve bazıları varoluşsal olan sorunların üstesinden gelmelerine yardımcı olabilecek ortakları olduğunu bilmek istiyor,” diyen Sullivan, bu ülkeler için şikayet konusunun ‘ABD’nin çok fazla olması değil, çok az olması’ olduğunu ileri sürüyor.

ABD’nin, BM’nin ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ doğrultusunda ilerleme kaydedilmesine öncelik verdiğini, çok taraflı kalkınma bankalarını büyüttüğünü ve özel sektörü harekete geçirerek ülkelerin ‘yerli sermayenin’ önünü açmasına yardımcı olduğunu yazan Sullivan, bu amaçla Dünya Bankası’nı modernize ettiklerini ve düşük ve orta gelirli ülkeler de dahil olmak üzere bankanın finansmanını önemli ölçüde artırmak için ortaklarla birlikte çalıştıklarını belirtiyor.

Sullivan’a göre Biden, Dünya Bankası’nı modernize etmenin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelere Uluslararası Para Fonu’nda ‘daha fazla söz hakkı’ verilmesini de önerdi.

Danışman, “Son yıllarda Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi baskındı ve Amerika Birleşik Devletleri gelişmekte olan ülkelerdeki büyük ölçekli altyapı yatırımlarında geride kaldı. Şimdi ise ABD, gelişmekte olan ülkelerdeki fiziksel, dijital, temiz enerji ve sağlık altyapısını desteklemek için Küresel Altyapı ve Yatırım için G-7 Ortaklığı aracılığıyla yüz milyarlarca dolarlık sermayeyi harekete geçiriyor,” diye yazıyor.

Sullivan ayrıca, Başkan’ın BM Güvenlik Konseyi’nin daimi ve daimi olmayan üye sayısının artırılması ve ‘daha etkin ve temsili’ hale getirilmesi için geniş kapsamlı reformlar yapılması çağrısında bulunduğunun da altını çiziyor.

‘Bidenomics’in jeopolitik boyutu

ABD’nin Ortadoğu siyaseti

Makalenin 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonundan önce kaleme alınan orijinal versiyonuna atıf yapan Sullivan, ABD’nin Ortadoğu’da kaydettiği ‘ilerlemeyi’ vurguladığını söylüyor.

Sullivan’a göre yazının bu halinde, saldırganlığı caydırmaya, çatışmaları yatıştırmaya ve İsrail ile Arap komşuları da dahil olmak üzere ortak altyapı projeleri yoluyla bölgeyi bütünleştirmeye öncelik veren ‘disiplinli bir ABD politikası’ yaklaşımına geri dönme çabaları anlatılıyordu. 

7 Ekim’in ‘tüm bölgesel resmin üzerine bir gölge düşürmüş olup önemli bölgesel tırmanma riski de dahil olmak üzere yansımalarının halen devam ettiğini’ kaydeden Ulusal Güvenlik Danışmanı, bununla birlikte Biden yönetiminin Ortadoğu’da izlediği ‘disiplinli yaklaşım’ın bu krizdeki ABD duruşunun ve planlamasının temelini oluşturmaya devam ettiğine dikkat çekiyor.

‘IŞİD’in en kötü yıkımlarını hatırlatan vahşetlere imza atan Hamas’ın Filistin halkını temsil etmediğini savunan Sullivan, ABD’nin ‘iki devletli çözüm’e bağlı olduğunu hatırlatıyor.

Sullivan, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ‘normalleşme’ görüşmelerinin de Filistinliler için ‘önemli tavizler’ içerdiğini ileri sürüyor.

Sullivan öte yandan, “İran’ın asla nükleer silah elde etmemesini sağlamaya kararlıyız. Askeri güç hiçbir zaman ilk başvurulacak araç olmamalı, ancak bu önemli bölgede ABD personelini ve çıkarlarını korumak için gerektiğinde askeri güç kullanmaya hazırız,” diye yazıyor.

Danışman, Ortadoğu’daki mevcut krizin, ABD’nin yeni bir stratejik rekabet dönemine hazırlanması gerektiği gerçeğini değiştirmediğini de sözlerine ekliyor.

Çin ile ilişkiler

Sullivan, Çin’in öngörülebilir gelecekte dünya sahnesinde önemli bir oyuncu olmaya devam etmesini beklediklerini yazıyor.

“ABD’nin ve dostlarının çıkarlarını koruyan bir uluslararası düzen istiyoruz,” diyen Sullivan, Sovyetler Birliği’’nin çözülmesiyle ortaya çıkan durum gibi ‘dönüştürücü bir durum’ beklemediklerini, rekabette bir gelgit yaşanacağını, ABD’nin de Çin’in de ‘kazanımlar elde edeceğini’ belirtiyor.

ABD’nin Çin ile önemli bir ticaret ve yatırım ilişkisine sahip olmaya devam ettiğini belriten Sullivan, Çin ile ekonomik ilişkilerinin, bu ülkenin bir rakip olması nedeniyle karmaşık olduğunu ve Amerikalı işçilere ‘zarar veren adil olmayan ticaret uygulamalarını’ geri püskürtmek için hiçbir zaman özür dilemeyeceklerini söylüyor.

Sullivan, makalesini şöyle bitirirken, ABD’nin ‘karşılıklı bağımlılık ve ulusötesi meydan okumalar çağında yeni bir rekabet dönemine uyum sağladığı’ bir dönemin içinde olduğunu belirtiyor ve şöyle yazıyor:

“Bu, geçmişten kopmak ya da elde edilen kazanımlardan vazgeçmek anlamına gelmiyor; ancak Amerikan gücünün yeni bir temelinin atılması anlamına geliyor. Amerika’yı bulduğumuzdan daha güçlü ve ileride olacaklara daha hazırlıklı bir şekilde bırakmak istiyorsak, bu uzun süredir devam eden varsayımların yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu aşamanın sonucu sadece dış güçler tarafından belirlenmeyecektir. Aynı zamanda büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi tercihleri tarafından da belirlenecektir.”

AMERİKA

Trump’ın “51. eyalet” şakası Kanada’yı karıştırdı

Yayınlanma

Kanada Maliye Bakanı Chrystia Freeland’ın, başkan seçilen Donald Trump’ın yaklaşan gümrük vergisi tehditleriyle en iyi nasıl başa çıkılacağı konusundaki uzlaşmaz farklılıkları gerekçe göstererek istifa etmesiyle Kanada siyaseti karıştı.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Trump ile olası bir gümrük vergisi savaşına ilişkin korkularla bağlantılı bir iç siyasi krizle karşı karşıya kalırken, Seçilmiş Başkan, Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olmasının “harika bir fikir” olacağını söyleyerek şaka yapınca işler daha da karmaşık hale geldi.

Trump çarşamba günü Truth Social platformunda yaptığı paylaşımda, “Birçok Kanadalı Kanada’nın 51. Eyalet olmasını istiyor. Vergilerden ve askeri korumadan büyük ölçüde tasarruf edecekler. Bence bu harika bir fikir. 51. Devlet!!!” dedi.

Leger tarafından yapılan bir ankete göre Kanadalıların %13’ü ülkenin ABD’nin bir eyaleti olmasını istiyor.

Trump, Trudeau’ya “Kanada Valisi” demişti

Trump aynı şakayı kasım ayı sonlarında Mar-a-Lago tatil köyünde verdiği bir akşam yemeğinde de yapmış ve izleyicilerden kahkahalar yükselmişti.

Fox News’e göre seçilmiş başkan, iki ülkenin birleşmesinin fentanil kaçakçılığı konusundaki endişelerini gidereceğini ve büyük ölçüde ABD’nin güney sınırını etkileyen bir sorun olan yasadışı göç akışını durduracağını öne sürmüştü.

Daha sonra Trump, Truth Social’da yaptığı başka bir paylaşımda da Başbakan Justic Trudeau’yu Kanada’nın “valisi” olarak adlandırmıştı ki bu, normalde ABD eyaletlerinin liderleri tarafından kullanılan bir unvan.

Bakan Freeland, istifadan önce Trudeau ile atıştı

Freeland ve Trudeau, kısa bir süre önce açıklanan iki aylık tatil satış vergisi ve Freeland’ın “maliyetli bir siyasi hile” olarak nitelendirdiği Kanadalılara 250 Kanada doları (168 avro) çek verilmesi konusunda anlaşmazlığa düştü.

Freeland, Trump’ın Kasım ayında yaptığı ülkeye %25 gümrük vergisi uygulama tehdidi bağlamında da Kanada’nın bu tür politikaları kaldırayamayacağını savunuyordu.

Freeland istifa mektubunda, “Ülkemiz ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya. Bu da mali barutumuzu bugünden kuru tutmak anlamına geliyor, böylece yaklaşan bir tarife savaşı için ihtiyaç duyabileceğimiz rezervlere sahip olabiliriz,” dedi.

Muhalefetten ve iktidar partisinden erken seçim çağrısı

Kararının, Trudeau’nun bir hafta önce kendisine ülkenin maliye bakanı olarak kalmasını istemediğini söylemesinin ardından geldiğini söyledi. 

Hükümetin bütçesini sunmadan hemen önce gelen bu ayrılış, hükümeti zor durumda bıraktı ve Trudeau ile zaten kırılgan olan Liberal Parti’yi uçurumun kenarına getirdi.

Trudeau’nun partisinin üyeleri onu istifaya çağırırken, Kanada’nın üç muhalefet partisi lideri de pazartesi günü Trudeau’nun görevi bırakması gerektiğini söyledi.

Muhalefetteki Kanada Muhafazakâr Partisi lideri Pierre Poilievre de erken federal seçim çağrısında bulundu. Kanadalı siyasetçi, “Her şey kontrolden çıkmaya başladı. Bu şekilde devam edemeyiz,” dedi.

Olası Trump vergileri Kanada’yı felç edebilir

Kasım ayında Trump, yasadışı göç ve ABD’deki fetanil kriziyle mücadele etmek gerekçesiyle Kanada ve Meksika’dan ülkeye giren tüm ürünlere %25 oranında kapsamlı bir vergi uygulayacağını söylemişti.

Ekonomistler bu tür tarifelerin Kanada ekonomisine önemli ölçüde zarar vereceği uyarısında bulunuyor. ABD hükümetinin verilerine göre Kanada 2022 yılında ABD ithalatının yaklaşık 437 milyar dolarını gerçekleştirmiş ve aynı yıl ABD ihracatının da en büyük pazarı olmuştu.

Kanada toplam ihracatının yaklaşık %75’ini ABD’ye yapıyor.

Freeland, Trump’ın kasım ayında yaptığı açıklamanın ardından, “ABD’ye sattığımız şeyler gerçekten ihtiyaç duydukları şeyler. Onlara petrol satıyoruz, elektrik satıyoruz, kritik mineraller ve metaller satıyoruz,” demişti.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Arjantin ile IMF arasında yeni program müzakereleri

Yayınlanma

Arjantin, Uluslararası Para Fonu ile mevcut 44 milyar dolarlık anlaşmanın yerini alacak yeni bir program arayışında.

Bloomberg’in aktardığına göre IMF Baş Sözcüsü Julie Kozack perşembe günü yaptığı açıklamada Javier Milei hükümetinin, selefinden devraldığı anlaşmanın son gözden geçirmelerini tamamlamak yerine yeni bir program üzerinde çalıştığını doğruladı.

Perşembe günü Washington’da bir basın toplantısı düzenleyen Kozack, “Yetkililer yeni bir programa geçmek istediklerini resmen ifade ettiler ve müzakereler şu anda devam ediyor,” dedi.

Arjantin ile IMF arasındaki görüşmeler, Ekonomi Bakanı Luis Caputo’nun ofisinden ve merkez bankasından yetkililerden oluşan bir ekibin bu ayın başlarında fon temsilcileriyle görüşmek üzere Washington’a gitmesinin ardından ivme kazandı.

Arjantin’in bir sonraki IMF programına ilişkin müzakerelerdeki temel soru, kurumun Milei’ye 44 milyar dolarlık yükü devretmenin ötesinde ek finansman sağlayıp sağlamayacağı ve ne kadar sağlayacağı. 

Arjantin lideri bu yılın başlarında 15 milyar doları telaffuz etmiş fakat son zamanlarda bu rakama atıfta bulunmamıştı. Caputo bu hafta yaptığı açıklamada yeni fonların programın bir parçası olmasını beklediğini söyledi.

Kabul edildiğinde bu, ülkenin 1958’den bu yana kuruluşla yaptığı 23’üncü, 2018’den bu yana ise üçüncü program olacak.

IMF’nin Arjantin’deki sicili, on yıllar boyunca yapılan pek çok anlaşmanın ekonomiyi toparlayamaması ve birbiri ardına gelen hükümetlerin küresel borç verici kurumun parasını harcarken program hedeflerini sıklıkla ihlal etmesi nedeniyle kötü.

Milei ve baş müzakerecisi Caputo’nun da IMF ile ilişkileri karışık. Başkan bu yılın başlarında fonun üst düzey yetkililerinden biri olan Rodrigo Valdes’i eleştirmiş, Valdes de müzakerelerden çekilmeyi tercih etmişti.

Caputo da 2018’deki ilk anlaşma sırasında IMF yetkilileriyle kur politikası konusunda anlaşmazlığa düşmüş ve o dönemde Arjantin’in maliye bakanı olarak kısa bir süre merkez bankası başkanlığı yaptıktan sonra istifa etmişti.

Bu arada IMF yönetimi bu yıl Milei ve Caputo’yu harcamaları kısmak, enflasyonu düşürmek ve ülkenin birçok döviz kuru arasındaki farkı kapatmakla övdü.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Cumhuriyetçilerin federal fon yasası Kongre’ye takıldı

Yayınlanma

ABD Temsilciler Meclisi, hükümetin kapanmasına sadece bir gün kala, dün gece federal fonların süresini uzatacak bir tasarıyı kabul edemedi. 

Harcama tedbirinin çökmesi, Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın defalarca taktik değiştirmek zorunda kaldığı kaotik bir mücadelenin uzamasına neden oldu.

Trump destekli tasarı, 30’un üzerinde Cumhuriyetçi ve neredeyse tüm Demokratların karşı çıkmasıyla gerekli üçte iki çoğunluğu sağlayamadı.

Nihai oylamada 235 üye tasarı aleyhinde, 174 üye ise tasarı lehinde oy kullandı; 38 Cumhuriyetçi tasarı aleyhinde, iki Demokrat ise tasarı lehinde oy kullandı.

Cumhuriyetçi muhalefetin düzeyi, Cumhuriyetçi liderlerin tasarıyı başka bir süreç altında gündeme getirmekte zorlanacağına işaret ediyor. 

Johnson başlangıçta Demokrat liderlerle hükümetin finansmanını 14 Mart’a kadar uzatacak yaklaşık 1.550 sayfalık bir tasarı üzerinde anlaşmaya varmıştı. Tasarı, afet yardımı, çiftlik yardımı ve Kongre üyeleri için maaş zammı da dahil olmak üzere partiler üstü yasama öncelikleriyle doluydu. 

Fakat Cumhuriyetçilerin sağ kanadı, Trump’ın milyarder danışmanı Elon Musk’ın özellikle eleştirdiği tasarıya yüklendi ve nihayetinde Trump, tasarıyı engelledi.

Bunun üzerine Johnson tasarıyı yeniden yazmak için kolları sıvadı ve Trump’ın talep ettiği iki yıllık borç tavanı uzatma maddesini ekledi.

Trump NBC’ye verdiği demeçte borç tavanının kaldırılmasını desteklediğini ve bunun gerçekleşmesi için “öncülük etmeye” hazır olduğunu söylemişti.

Trump’ın Kongre’deki en güçlü destekçilerinden bazıları da dahil olmak üzere Cumhuriyetçiler, en azından Demokratlar görevdeyken borç tavanının yükseltilmesine tarihsel olarak karşı çıkmışlardı. Şimdi ise Trump, tavanı tamamen kaldırmaları için onları zorlayacağını söylüyor.

Demokratlar perşembe günü kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda tasarıya karşı çıkma kararı aldılar.

Demokrat Temsilci Jamie Raskin, “Anlaşmada yer alan pek çok önemli şeyi yerle bir eden bu teklifle geri dönmek, özellikle de liderliğimize danışmadıkları için bir hakaret ve aşağılamadır,” dedi.

Gözden geçirilmiş tasarı bazı muhafazakâr bütçe açığı savunucuları için de yetersizdi ve Teksaslı Cumhuriyetçi Temsilci Chip Roy tasarıya karşı çıkanlar arasındaydı.

Borç tavanı, ABD Hazinesi tarafından üstlenilebilecek ulusal borç miktarına ilişkin yasal bir sınır ve böylece federal hükümetin halihazırda aldığı borca ek olarak daha fazla borç alarak ne kadar para ödeyebileceğini belirliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English