Bizi Takip Edin

AMERİKA

Jake Sullivan Foreign Affairs’e ‘Biden doktrini’ni yazdı

Yayınlanma

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, etkili dış politika dergisi Foreign Affairs’e Joe Biden yönetiminin dünyayı nasıl gördüğüne ilişkin bir makale yazdı.

Biden yönetiminin, göreve başladığında ‘değişmiş bir dünya’ ile karşı karşıya kaldığını kabul eden Sullivan, Amerikalıların gelecek konusunda ‘iyimser olmalarını’ yazıyor fakat ABD’nin dış politikasının ‘hızla anılara dönüşen bir dönemde geliştirildiğine’ dikkat çekerek ülkesinin şu anda karşı karşıya olduğu temel zorluğun altını çiziyor: karşılıklı bağımlılık çağında rekabet.

Soğuk Savaş sonrası dönemde büyük bir değişim yaşandığını fakat 1990’lar ve 11 Eylül’den sonraki yıllardaki ortak noktanın ‘yoğun bir büyük güç rekabetinin olmaması’ olduğunu kaydeden Sullivan, “Bu durum, her ne kadar dünyanın uluslararası düzenin temel yönü konusunda hemfikir olduğunun bir kanıtı olarak yorumlansa da, esas olarak ABD’nin askeri ve ekonomik üstünlüğünün bir sonucuydu,” diyor.

Soğuk Savaş sonrası dönemin sonu

Beyaz Saray’ın ulusal güvenlik şefi, Biden yönetimince de paylaşılan teşhisini koyuyor: Soğuk Savaş sonrası bu dönem artık kesin olarak sona ermiştir.

Stratejik rekabetin yoğunlaştığını ve artık uluslararası politikanın neredeyse her yönünü etkilediğini savunan Sullivan, bunun küresel ekonomiyi de karmaşıklaştırdığını düşünüyor.

Sullivan bu nedenle eski varsayımların ve yapıların, ABD’nin 2050 yılına kadar karşılaşacağı zorlukları karşılayacak şekilde uyarlanması gerektiğinin altını çiziyor. 11 Eylül’den sonra ABD’nin askeri gücünün bir eşi olmadığı için yönetimin ‘devlet dışı aktörlere ve haydut ülkelere’ odaklandığını ileri süren Sullivan, şimdi ABD’nin rakiplerinin onun askeri avantajlarını ‘taklit etmeye başladığını’ yazıyor.

Pandemiye yönelik tepkilerin de ortak bir kriz yönetiminden çok parçalı anlayışları yansıttığını kaydeden ABD’li yetkili, “Washington çoğu zaman uluslararası kurumlara, dışlayıcı oldukları ve daha geniş uluslararası toplumu temsil etmedikleri yönlerini ele almadan taştan yapılmış gibi davrandı,” diyor.

Biden’ın Trump’tan farkı

Dünyanın eskisi gibi devam etmediğinin kabul edilmemesinin genel etkisi, Sullivan’a göre, ABD’nin dünyanın önde gelen gücü olmaya devam etmesine rağmen, en hayati kaslarından bazılarının körelmesi oldu.

Bunun üstüne, Donald Trump’ın seçilmesiyle birlikte ABD, ittifaklarının ‘jeopolitik bir refah biçimi olduğuna inanan’ bir başkana sahip oldu. Trump’ın bu ittifaklara zarar veren adımları, yine Sullivan’a göre, ABD’nin ittifaklarını doğru bir biçimde bir yükümlülükten ziyade Amerikan gücünün bir kaynağı olarak gören Pekin ve Moskova tarafından özgüyle karşılandı ve “Trump uluslararası düzeni şekillendirmek için harekete geçmek yerine ondan geri çekildi.”

Sullivan’ın yazdığına göre, Biden göreve geldiğinde, hem ABD’nin ittifaklarına ve liderliğine verilen acil zararı onarmak, hem de ABD dış politikasını günümüzün zorluklarına uyarlamak gibi çifte bir görevle karşı karşıyaydı.

Biden’ın dış politikasının temelleri

Sullivan’a göre, Biden’ın dış politikasının özü, Amerikan gücünün yeni bir temelini atmak.

Bu bağlamda, ABD’nin geleceği iki şey tarafından belirlenecek gibi görünüyor: jeopolitik rekabette temel avantajlarını sürdürüp sürdüremeyeceği ve ‘iklim değişikliği’ ve ‘küresel sağlıktan gıda güvenliği ve kapsayıcı ekonomik büyümeye’ kadar ‘ulusötesi zorlukları’ ele almak için dünyayı bir araya getirip getiremeyeceği.

Sullivan, bunun için ABD’nin kendi gücüne ilişkin düşünce biçimini değiştirmesinin gerektiğini düşünüyor. Ona göre Biden yönetimi, uluslararası gücünün içeride güçlü bir ekonomiden geçtiğine inanmaktadır. Ekonominin güç sadece büyüklük ya da verimlilik ile değil, aynı zamanda ‘tüm Amerikalılar için çalışma ve tehlikeli bağımlılıklardan arınma derecesi’ ile ölçülmektedir.

Bir diğer kaynak, ABD’nin ittifakları olarak ortaya çıkıyor. Fakat Sullivan uyarıyor: Birçoğu yetmiş yıldan daha eskiye dayanan bu ilişkilerin günümüzün zorlukları için güncellenmesi ve ‘enerjik kılınması’ gerekiyor.

İçeride yapılması gerekenler

Sullivan’a göre, Soğuk Savaş’ı kazanan ABD, bu savaşın ertesinde ülke içinde ekonomik canlılığa yatırım yapmanın önemini göz ardı etti. Oysa ABD, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıllarda ülke, Ar-Ge ve stratejik sektörler de dahil olmak üzere cesur bir kamu yatırımı politikası izlemişti. Sullivan, bu stratejinin iktisadi başarının temelini oluşturduğunu fakat zaman içinde ABD’nin bu stratejiden uzaklaştığını savunuyor.

Sullivan, şu dikkat çekici satırları kaleme alıyor:

“ABD hükümeti, hem Amerikalı işçilere hem de gezegene yeterince odaklanmayan ticaret politikaları ve bir vergi kanunu tasarladı. ‘Tarihin sonu’ coşkusuyla birçok gözlemci jeopolitik rekabetlerin yerini iktisadi entegrasyona bırakacağını iddia etti ve çoğu uluslararası iktisadi sisteme dahil olan yeni ülkelerin politikalarını kurallara göre ayarlayacağına inandı. Sonuç olarak, ABD ekonomisi endişe verici kırılganlıklar geliştirdi. Toplam düzeyde gelişirken, yüzeyin altında bütün toplulukların içi boşaldı. ABD kritik imalat sektörlerindeki liderliğini kaybetti. Altyapısına gerekli yatırımları yapamadı. Ve orta sınıf darbe aldı.”

Biden’ın ‘Bidenomics’ olarak bilinen politika kapsamında ‘inovasyon ve endüstriyel güce’ yatırım yapmaya öncelik verdiğini yazan Sullivan, bu politikanın özel yatırımların yerini almaktan ziyade onlara ‘olanak sağlamak’ olduğunu savunuyor.

Sullivan ayrıca yapay zeka, kuantum hesaplama, biyoteknoloji, temiz enerji ve yarı iletkenlerde yeni atılımları teşvik ederken, müttefikleri ile ortaklaşa yeni ihracat kontrolleri ve yatırım kuralları yoluyla ABD’nin avantajlarını ve güvenliğini koruduklarını ileri sürüyor.

ABD’nin tedarik zincirlerinde Çin’e bağımlılığını azaltmayı hedeflediklerine dikkat çeken Sullivan, bu nedenle yarı iletkenler, tıp ve biyoteknoloji, kritik mineraller ve bataryalar gibi hayati sektörlerdeki ortakları ve müttefikleriyle ‘dayanıklı, uzun ömürlü tedarik zincirleri oluşturmak’ için çalıştıklarını, böylece ABD’nin ‘fiyat veya tedarik kesintilerine’ karşı savunmasız kalmayacağını savunuyor.

Askeri gücün sanayi ile bağı

Sullivan göreve geldikleri zaman, ABD ordusunun dünyanın en güçlü ordusu olmasına rağmen, endüstriyel tabanının bir dizi ‘ele alınmamış güvenlik açığı’ndan muzdarip olduğunu gördüklerini belirtiyor. Danışmana göre, yıllar süren yetersiz yatırımlar, yaşlanan işgücü ve tedarik zincirindeki aksaklıkların ardından önemli savunma sektörleri zayıflamış ve daha az dinamik hale gelmişti.

Bu bağlamda, Biden yönetiminin, ABD’nin ‘rekabetçi bölgelerde’ caydırıcılığını sürdürebilmesi için denizaltı sanayisine yatırım yapmaktan daha kritik mühimmatlar üretmeye kadar bir dizi sektörde bu altyapıyı yeniden inşa ettiğine dikkat çekiyor.

Ayrıca Sullivan, ABD’nin ‘üstün konvansiyonel yetenekleri’nin en son teknolojilerden yararlanmasını sağlamak için ‘en yenilikçi laboratuvarlar ve şirketlerle’ da ortaklık kurduğunu vurguluyor.

Sullivan, ‘daha rekabetçi bir dünyada’ Washington’un ‘iç ve dış politika arasındaki bariyeri yıkması gerektiğinde’ ve büyük kamu yatırımlarının dış politikanın temel bir bileşeni haline geldiğinde ‘şüphe olmadığını’ söylüyor.

ABD’nin uluslararası ilişkilerinin yeniden kurgulanması

Biden’ın Trump’ın aksine, göreve geldiği andan itibaren ABD’nin ittifaklarının önemini kavradığını kaydeden Sullivan, bununla birlikte bu ittifakları destekleyen birçok kişinin bile ‘karşılıklı bağımlılık çağında rekabet için bu ittifakları modernize etme ihtiyacını’ kavrayamadıklarına dikkat çekiyor.

Bu ittifakları ve ortaklıkları, ‘ABD’nin stratejik konumunu ve ortak zorluklarla başa çıkma kabiliyetini geliştiren maddi yollarla’ güçlendirdiklerini öne süren Sullivan, bu hamlelere örnek olarak şunları sıralıyor: Ukrayna’yı desteklemek; NATO’nun İsveç ve Finlandiya’yı da kapsayacak şekilde genişlemesi; NATO’nun doğu kanadındaki duruşunu değiştirip üyelerine yönelik siber saldırılara yanıt verebilecek bir kabiliyet edinmesi ve hava ve füze savunmasına yatırım yapması; ABD ve AB’nin ekonomi, enerji, teknoloji ve ulusal güvenlik alanlarındaki işbirliğini önemli ölçüde derinleştirmesi.

Sullivan benzer bir şeyi Asya’da da yaptıklarını söylüyor. ABD, Japonya ve Güney Kore arasında yeni bir üçlü işbirliği dönemini başlattıklarını ve ABD’nin bu ülkelerle ikili ittifaklarını ‘yeni zirvelere taşıdığını’ kaydeden Sullivan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin ‘tehlikeli ve yasadışı nükleer ve füze programları’ karşısında, bölgenin ‘barışçıl ve istikrarlı kalması’ için ABD’nin ‘genişletilmiş caydırıcılığının her zamankinden daha güçlü olmasını’ sağlamak için çalıştıklarını yazıyor.

AUKUS ittifakı, Filispinler ile gelişen ilişkiler ve Hindistan’ın da dahil olduğu Quad ittifakı da Asya-Pasifik’teki Amerikan ittifaklarının temeli olarak Sullivan’ın dikkat çektiği birliktelikler.

ABD’nin yeni ortakları

Sullivan’ın makalesindeki dikkat çekici noktalardan biri de, ABD’nin ‘demokrasi’ lafzını sürdürürken ‘farklı politik sistemlere sahip’ ülkelerle de ortaklığa açık olduğunu doğrudan ilan etmesi.

“Washington’un özgür, açık, müreffeh ve güvenli bir dünya vizyonunu destekleyen ülkelerin yelpazesi geniş ve güçlüdür ve farklı siyasi sistemlere sahip olanları da içermektedir,” diyen Sullivan, ‘şeffaf ve hesap verebilir yönetişim ile demokratik reformcuları ve insan hakları savunucularını desteklerken’ bile ‘BM Şartı’nın ilkelerini savunmaya hazır’ her ülkeyle birlikte çalışacaklarını belirtiyor.

‘Küresel Güney’ vurgusu

COVID-19 pandemisindeki ‘liderlik eksikliği’nin Biden tarafından not edildiğini söyleyen Sullivan, sadece ABD’nin liderliğini yeniden tesis etmenin gerekmeyeceğini, aynı zamanda dünyaya, özellikle de ‘küresel Güney’e daha iyi bir teklif sunmak gerektiğini fark ettiklerini belirtiyor.

“Dünyanın büyük bir kısmı jeopolitik çekişmelerle meşgul değil; çoğu ülke, karşı karşıya kaldıkları ve bazıları varoluşsal olan sorunların üstesinden gelmelerine yardımcı olabilecek ortakları olduğunu bilmek istiyor,” diyen Sullivan, bu ülkeler için şikayet konusunun ‘ABD’nin çok fazla olması değil, çok az olması’ olduğunu ileri sürüyor.

ABD’nin, BM’nin ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ doğrultusunda ilerleme kaydedilmesine öncelik verdiğini, çok taraflı kalkınma bankalarını büyüttüğünü ve özel sektörü harekete geçirerek ülkelerin ‘yerli sermayenin’ önünü açmasına yardımcı olduğunu yazan Sullivan, bu amaçla Dünya Bankası’nı modernize ettiklerini ve düşük ve orta gelirli ülkeler de dahil olmak üzere bankanın finansmanını önemli ölçüde artırmak için ortaklarla birlikte çalıştıklarını belirtiyor.

Sullivan’a göre Biden, Dünya Bankası’nı modernize etmenin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelere Uluslararası Para Fonu’nda ‘daha fazla söz hakkı’ verilmesini de önerdi.

Danışman, “Son yıllarda Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi baskındı ve Amerika Birleşik Devletleri gelişmekte olan ülkelerdeki büyük ölçekli altyapı yatırımlarında geride kaldı. Şimdi ise ABD, gelişmekte olan ülkelerdeki fiziksel, dijital, temiz enerji ve sağlık altyapısını desteklemek için Küresel Altyapı ve Yatırım için G-7 Ortaklığı aracılığıyla yüz milyarlarca dolarlık sermayeyi harekete geçiriyor,” diye yazıyor.

Sullivan ayrıca, Başkan’ın BM Güvenlik Konseyi’nin daimi ve daimi olmayan üye sayısının artırılması ve ‘daha etkin ve temsili’ hale getirilmesi için geniş kapsamlı reformlar yapılması çağrısında bulunduğunun da altını çiziyor.

ABD’nin Ortadoğu siyaseti

Makalenin 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonundan önce kaleme alınan orijinal versiyonuna atıf yapan Sullivan, ABD’nin Ortadoğu’da kaydettiği ‘ilerlemeyi’ vurguladığını söylüyor.

Sullivan’a göre yazının bu halinde, saldırganlığı caydırmaya, çatışmaları yatıştırmaya ve İsrail ile Arap komşuları da dahil olmak üzere ortak altyapı projeleri yoluyla bölgeyi bütünleştirmeye öncelik veren ‘disiplinli bir ABD politikası’ yaklaşımına geri dönme çabaları anlatılıyordu. 

7 Ekim’in ‘tüm bölgesel resmin üzerine bir gölge düşürmüş olup önemli bölgesel tırmanma riski de dahil olmak üzere yansımalarının halen devam ettiğini’ kaydeden Ulusal Güvenlik Danışmanı, bununla birlikte Biden yönetiminin Ortadoğu’da izlediği ‘disiplinli yaklaşım’ın bu krizdeki ABD duruşunun ve planlamasının temelini oluşturmaya devam ettiğine dikkat çekiyor.

‘IŞİD’in en kötü yıkımlarını hatırlatan vahşetlere imza atan Hamas’ın Filistin halkını temsil etmediğini savunan Sullivan, ABD’nin ‘iki devletli çözüm’e bağlı olduğunu hatırlatıyor.

Sullivan, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ‘normalleşme’ görüşmelerinin de Filistinliler için ‘önemli tavizler’ içerdiğini ileri sürüyor.

Sullivan öte yandan, “İran’ın asla nükleer silah elde etmemesini sağlamaya kararlıyız. Askeri güç hiçbir zaman ilk başvurulacak araç olmamalı, ancak bu önemli bölgede ABD personelini ve çıkarlarını korumak için gerektiğinde askeri güç kullanmaya hazırız,” diye yazıyor.

Danışman, Ortadoğu’daki mevcut krizin, ABD’nin yeni bir stratejik rekabet dönemine hazırlanması gerektiği gerçeğini değiştirmediğini de sözlerine ekliyor.

Çin ile ilişkiler

Sullivan, Çin’in öngörülebilir gelecekte dünya sahnesinde önemli bir oyuncu olmaya devam etmesini beklediklerini yazıyor.

“ABD’nin ve dostlarının çıkarlarını koruyan bir uluslararası düzen istiyoruz,” diyen Sullivan, Sovyetler Birliği’’nin çözülmesiyle ortaya çıkan durum gibi ‘dönüştürücü bir durum’ beklemediklerini, rekabette bir gelgit yaşanacağını, ABD’nin de Çin’in de ‘kazanımlar elde edeceğini’ belirtiyor.

ABD’nin Çin ile önemli bir ticaret ve yatırım ilişkisine sahip olmaya devam ettiğini belriten Sullivan, Çin ile ekonomik ilişkilerinin, bu ülkenin bir rakip olması nedeniyle karmaşık olduğunu ve Amerikalı işçilere ‘zarar veren adil olmayan ticaret uygulamalarını’ geri püskürtmek için hiçbir zaman özür dilemeyeceklerini söylüyor.

Sullivan, makalesini şöyle bitirirken, ABD’nin ‘karşılıklı bağımlılık ve ulusötesi meydan okumalar çağında yeni bir rekabet dönemine uyum sağladığı’ bir dönemin içinde olduğunu belirtiyor ve şöyle yazıyor:

“Bu, geçmişten kopmak ya da elde edilen kazanımlardan vazgeçmek anlamına gelmiyor; ancak Amerikan gücünün yeni bir temelinin atılması anlamına geliyor. Amerika’yı bulduğumuzdan daha güçlü ve ileride olacaklara daha hazırlıklı bir şekilde bırakmak istiyorsak, bu uzun süredir devam eden varsayımların yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu aşamanın sonucu sadece dış güçler tarafından belirlenmeyecektir. Aynı zamanda büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi tercihleri tarafından da belirlenecektir.”

AMERİKA

Tesla, Trump yönetimini misilleme vergilerine ‘maruz kaldığı’ konusunda uyardı

Yayınlanma

Elon Musk’ın elektrikli otomobil üreticisi Tesla, Başkan Donald Trump’ın ticaret savaşının kendisini ABD’ye karşı misilleme tarifelerinin hedefi haline getirebileceği ve Amerika’da araç üretmenin maliyetini artırabileceği konusunda uyardı.

ABD Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’e hitaben yazılan imzasız bir mektupta Tesla, adil ticareti “desteklediğini” söyledi ancak ABD’li ihracatçıların “diğer ülkeler ABD’nin ticaret eylemlerine karşılık verdiğinde orantısız etkilere maruz kaldığı” uyarısında bulundu.

Austin, Teksas merkezli şirket 11 Mart tarihli mektubunda, “Örneğin, ABD’nin geçmişteki ticari eylemleri, hedef alınan ülkeler tarafından, bu ülkelere ithal edilen elektrikli araçlara yönelik artan tarifeler de dahil olmak üzere, anında tepkilerle sonuçlandı” diye yazdı.

Tesla’nın mektubu, yatırımcıların dünyanın en büyük ekonomisinin bir resesyona sürüklenmesinin artan riskleri konusunda endişelenmeleri nedeniyle işletmeleri ve finansal piyasaları sarsan iki haftalık düzensiz ticaret politikası açıklamalarının ardından geldi.

Mektup, Trump’ın yakın müttefiki Musk tarafından yönetilen Tesla’nın bile geniş kapsamlı gümrük tarifelerinin potansiyel etkileri konusunda ne kadar endişeli olduğunun altını çiziyor.

AB ve Kanada, bu hafta başında yürürlüğe giren ABD’ye çelik ve alüminyum ithalatına yönelik gümrük vergilerine karşı kapsamlı misilleme tehditlerinde bulundu.

Mektubun gönderilme sürecini bilen bir kişi Financial Times’a şunları söyledi: “Bu, iki kutuplu tarife rejiminin Tesla’yı mahvettiğini söylemenin kibar bir yolu.”

Söz konusu kişi şunları ekledi: “İmzasız çünkü şirketteki hiç kimse bunu gönderdiği için kovulmak istemiyor.”

Tesla yorum talebine hemen yanıt vermedi.

Grup Trump yönetimine gönderdiği mektupta gümrük vergilerinin ABD’de araç üretim maliyetlerini artırabileceğini ve denizaşırı ülkelere ihraç edildiklerinde daha az rekabetçi hale getirebileceğini belirtti. Ayrıca yönetimden, lityum ve kobalt gibi ABD’de az bulunan minerallerin ithalatını daha da pahalı hale getirmekten kaçınması istendi.

Tesla, elektrikli araçları ve lityum-iyon pilleri için ABD’de mümkün olduğunca çok malzeme ve bileşen bulmak ve üretmek için küresel tedarik zincirini elden geçirdiğini söyledi. Reno, Nevada’daki batarya üretim tesisine ve Corpus Christi, Teksas’taki lityum işleme tesislerine işaret etti.

Şirket, “Bununla birlikte, tedarik zincirinin agresif bir şekilde yerelleştirilmesine rağmen, bazı parça ve bileşenlerin ABD içinde tedarik edilmesi zor veya imkansızdır” diye ekledi. Greer’i “ABD’li üreticilerin gerekli bileşenlere maliyet engelleyici tarifelerin uygulanmasıyla sonuçlanabilecek ticari eylemler nedeniyle gereksiz yere yük altına girmemelerini sağlamak için yerel tedarik zinciri sınırlamalarını daha fazla değerlendirmeye” çağırdı.

Mektup, dış ticaret uygulamalarını gözden geçiren ve şirketlere zarar verebilecek tarifeleri, vergileri, düzenlemeleri veya sübvansiyonları belirlemeye çalışan ajansın ABD’li işletmelerden geniş yorum talebinin bir parçası olarak ticaret temsilcisinin ofisine sunuldu.

Süreç hakkında bilgi sahibi bir kişi, Tesla’nın ilk Trump yönetimi sırasında uygulanan yaygın gümrük tarifelerine yanıt olarak benzer bir mektup gönderdiğini söyledi. 11 Mart tarihli mektup USTR web sitesine Tesla’nın genel danışman yardımcısı Miriam Eqab tarafından yüklendi.

Musk, Trump’ın yeniden seçilme kampanyasına yardım etmek için 250 milyon dolardan fazla harcama yaptıktan sonra Trump’ın en iyi danışmanlarından biri olarak ortaya çıktı. Bunun karşılığında dünyanın en zengin adamı, politikaları etkilemek ve federal hükümeti küçültmek için geniş bir yetki aldı ve Hükümet Verimliliği Dairesi (Doge) olarak adlandırılan birimin başına getirildi.

Bu haftanın başlarında Trump, Beyaz Saray’da Tesla’yı tanıtan bir etkinliğe ev sahipliği yaptı ve Musk’a destek gösterisi olarak araçlarından birini satın alma sözü verdi.

Tesla hisseleri yılbaşından bu yana satışların düşeceği endişesiyle ve ABD’nin ekonomi ve ticaret politikalarına ilişkin artan tedirginliğin tetiklediği daha geniş bir piyasa satışının ortasında yüzde 40 düştü.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

BlackRock Avrupalı şirketlerin hisselerini topluyor

Yayınlanma

BlackRock’tan Rick Rieder, Kıtadaki sektörlerin mali harcamalardaki artıştan faydalanmasını beklediği için Avrupa hisse senetlerine daha fazla yatırım yapıyor.

Rieder, Zürih’te verdiği bir röportajda portföy yöneticisinin 15,8 milyar dolarlık BlackRock Global Allocation Fund’ın da aralarında bulunduğu fonlarda Avrupa bankaları, savunma ve teknoloji şirketlerine olan ilgiyi artırdığını söyledi.

Halka açık dosyalara göre, fon geçen yıl %9,2 getiri sağladı ve şubat ayı sonunda karşılaştırma ölçütüne göre Avrupa hisselerinde hafifçe düşük ağırlıktaydı.

BlackRock, Berlin ve Brüksel’in savunma ve altyapı harcamaları için yüz milyarlarca avro borçlanma planlarını açıklamasının ardından Avrupa varlıklarındaki pozisyonunu tekrar ayarlıyor. 

Şirket bu hafta başında Avro bölgesi devlet tahvillerinde negatife döndü ve hisse senedi tahsislerindeki değişim, harcama planlarının etkisiyle bölgenin hisse senedi piyasalarındaki yükselişin ortasında geldi.

BlackRock’ın küresel sabit gelirden sorumlu yatırım müdürü ve küresel tahsisat yatırım ekibi başkanı Rieder, “Son birkaç yıldır Avrupa’da borç vermek ve ABD’de hisse senedi almak oldukça net bir ticaretti. Ama bence bu denge değişti,” dedi.

Avrupa hisseleri bu yıl şu ana kadar ralli yaptı ve bankalar bugüne kadar %20’nin üzerinde yükselerek sektörü karşılaştırma ölçütünde en iyi performans gösteren sektör haline getirdi.

Avrupa bankalarının cazibesini açıklayan Rieder, özel kredi kuruluşlarının yaklaşan harcama furyasının finansmanında büyük rol oynayacağını söyledi. UniCredit ve Intesa Sanpaolo, 31 Aralık tarihli kamu dosyalarına göre fonun varlıkları arasında yer alıyor.

Rieder, “Avrupa bankaları, ek finansman sağlama kabiliyetleri nedeniyle bugün çok cazip yatırımlar. Değerlemeler hâlâ o kadar yüksek değil,” dedi.

Avrupa’nın borçlanmaya yönelmesi, ABD’nin bölgeye yönelik askeri desteğini azaltma tehditlerine yanıt olarak geldi. Goldman Sachs tarafından takip edilen Avrupa savunma hisselerinden oluşan bir sepetin piyasa değeri bu yılın başından itibaren 125 milyar dolar arttı.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

ABD Kongresi, donanmayı güçlendirmek için Japonya’nın denizaltı üretim programını inceliyor

Yayınlanma

ABD, Çin’in artan denizcilik gücüne ayak uydurmakta zorlanırken, Washington’daki kanun yapıcılar, Japonya’nın her yıl belirli sayıda denizaltı üretme yöntemini benimsemek de dahil olmak üzere, ülkenin gemi inşa kısıtlamalarını ele almanın yollarını araştırıyor.

Salı günü Kongre’de yapılan bir oturumda Japonya’nın yaklaşımının benimsenmesi önerildi.

Kongre Araştırma Servisi’nde (CRS) deniz kuvvetleri uzmanı olan Ronald O’Rourke, Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi’nin deniz gücü ve projeksiyon kuvvetleri alt komitesine verdiği demeçte “Japonya’dan, kuvvet büyüklüğü değişse bile tedarik oranını sabit tutma modelini öğrenebilirsiniz” dedi.

Donanma gemilerinin ve denizaltılarının sayısının her yıl bütçe görüşmeleri yoluyla belirlendiği ABD’nin aksine, Japonya üretim sayısını yılda bir tekne olarak sabit tutmaktadır. Mitsubishi Heavy Industries ve Kawasaki Heavy Industries gemileri dönüşümlü olarak teslim etmektedir.

CRS’nin 41 yıllık emektarı ve ülkenin en etkili deniz analistlerinden biri olan O’Rourke, Tokyo’nun denizaltı filosunun büyüklüğünü “önceden tedarik oranı ile oynayarak değil, ‘kullanım ömrü sonu’ kararlarıyla” yönettiğini söyledi.

O’Rourke hazırladığı konuşmada Japonya’nın yılda bir kez yaklaşımının “denizaltı inşa sanayi tabanı için istikrar sağlamak ve denizaltı üretiminde verimliliği en üst düzeye çıkarmak” için tasarlandığını söyledi.

“Japonya 18 denizaltıdan oluşan bir gücü muhafaza etmeyi planladığında, bunu denizaltılarını yaklaşık 18 yaşına kadar hizmette tutarak yılda bir inşa oranıyla yaptı” dedi. “Japonya denizaltı kuvveti seviyesindeki hedefini 22 tekneye çıkardığında, yılda bir inşa oranını korudu ve denizaltılarını yaklaşık 22 yaşına kadar hizmette tutmaya başladı” diye ekledi.

Japonya yıllarca 16 denizaltı ve iki eğitim botundan oluşan bir filo büyüklüğünü korudu. Amaç Rus gemilerinin sıklıkla geçtiği üç boğazı – Soya, Tsugaru ve Tsushima – savunmaktı. Her boğaza iki denizaltı tahsis edilecek, geri kalanlar ise eğitimde ya da bakımda olacaktı.

2010 yılında, Japonya’nın Tayvan’a yakın güneybatı adalarının etrafındaki sularda Çin denizaltılarına karşı savunma yapmak üzere filonun 22 denizaltı ve iki eğitim botuna çıkarılmasına karar verildi.

Bunu yapmak için Japonya’nın denizaltı üretimini artırması gerekmedi. Sadece denizaltılarının ömrünü 16 yıldan 22 yıla uzattı.

O’Rourke alt komiteye, Japonya’nın denizaltı filosunu 30 gemiye çıkarmaya karar vermesi halinde, “yine yılda bir inşa oranını koruyabileceğini ve gemilerini 30 yaşına kadar hizmette tutmaya başlayabileceğini” söyledi. O’Rourke genişletilmiş bir Japon denizaltı filosunu ABD Donanması için en iyi tamamlayıcı olarak görüyor, zira ABD Donanmasının önümüzdeki yıllarda saldırı denizaltılarının sayısında bir düşüş yaşayacağı düşünülüyor.

Geçtiğimiz perşembe günü Kawasaki, Taigei sınıfı denizaltı Raigei’yi Kobe Tersanesi’nde Japonya Savunma Bakanlığı’na teslim etti. Taigei sınıfının dördüncü teknesi olan Raigei, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana tersanede inşa edilen 31. denizaltı oldu.

Mitsubishi neredeyse tam bir yıl önce Taigei sınıfının üçüncü teknesi olan Jingei’yi bakanlığa teslim etmişti.

Bu arada ABD Donanması da maliyet aşımları, işgücü sıkıntısı ve gemi inşasındaki gecikmelerle boğuşuyor. “Donanma şu anda gemilerin tasarımı, inşası, mürettebatı ve bakımı konusunda zorluklarla karşı karşıya” diyen O’Rourke, zorlukların birleşiminin ”41 yıllık CRS kariyerimde gördüğüm en önemli zorluk” olarak tanımladı.

Kongre Bütçe Ofisi’nden Eric Labs salı günkü oturumda yaptığı açıklamada, ABD Donanması’nın inşa halindeki 46 gemisi için maliyet aşımlarının geçtiğimiz bütçe yılında üç kat artarak 3.4 milyar dolardan 10.4 milyar dolara çıktığını söyledi.

Deniz kuvvetleri ve silahlar konusunda kıdemli bir analist olan Labs, gemiler için gerekli olan daha uzun inşa sürelerine de işaret etti. “Uçak gemilerinin yapımı eskiden sekiz yıl sürerdi. Şimdi 11 yıl sürüyor. 2000’li yıllarda saldırı denizaltılarının yapımı altı yıl sürüyordu. Şimdi ise dokuz yıl sürüyor” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English