Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Japonya Büyükelçisi, Türkiye ile ilişkilerin 100. yılında Harici’ye konuştu

Yayınlanma

 Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Takahiko Katsumata, Türkiye-Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 100. yıl dönümünde Harici’ye konuştu!

İlk olarak Türkiye ve Japonya, diplomatik ilişkilerde bir asrı tamamladı. Geçmişten bugüne bu yüz yılı nasıl özetlersiniz?

Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümü olan 2024 yılı, iki ülkenin karşılıklı geliştirdikleri dostluk üzerine düşünmeleri ve gelecek için ilişkilerini daha da güçlendirmeleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Elbette iki ülke arasındaki dostluğun yüz yılı aşkın uzun bir geçmişi var, ancak iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler ilk olarak, Lozan Antlaşması’nın Japonya’da yürürlüğe girdiği 1924 yılında başlamıştır. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca iki ülke pek çok zorlukla karşılaşmış ancak her zaman birbirine yardım eli uzatmıştır.

Son yıllarda, Japonya ve Türkiye ilişkileri; siyaset, ekonomi, afet önleme ve kültür gibi geniş bir yelpazede artarak gelişim göstermektedir. Türkiye’de ilk kez sismik izolasyon teknolojisi kullanılarak, Japon Yen Kredisi’yle yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü (İkinci Boğaz Köprüsü) ve İstanbul’da yüz elli yıllık bir hayalin gerçekleştirilmesi olarak nitelendirilen Marmaray tüp geçidi, Japonya’nın ekonomik işbirliğiyle inşa edilmiştir. Ayrıca, 1999 yılındaki Marmara Depremi, 2011 yılındaki “Büyük Doğu Japonya Depremi” ve son olarak 2023 Şubat ayında Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen büyük depremler gibi doğal afet zamanlarında da, Japonya ile Türkiye “Dost, kara günde belli olur” atasözünde ifade edilmiş olduğu üzere, zor koşullarda birbirlerine destek olmuşlardır. Bundan böyle de çeşitli alanlarda ikili ilişkileri güçlendirmeye devam etmeyi ve ülkelerimiz arasında daha fazla işbirliğini teşvik etmeyi umuyoruz.

‘Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerini araştırıyoruz’

Bu son derece pozitif cevap için teşekkür ediyorum Sayın Büyükelçi. Diplomatik ilişkiler gayet güzel, kültürel ilişkiler gayet güzel, insani yardım gerektiğinde birbirimize yardım eli uzatıyor olmamız gayet güzel fakat ekonomik ilişkilere gelince karşımıza farklı bir tablo çıkıyor maalesef. Dış ticaret hacminin istenilen düzeyde olmadığını söylüyor Türkiye tarafı. Sizce bunun sebepleri neler? Neden dış ticaret istenildiği kadar ilerletilmiş değil? Ayrıca, malum Japonya teknolojisi çok gelişmiş durumda. Konutunuza çekime gelir gelmez de bizim kameramıza baktınız, markası Japon markası mı diye.  Türkiye Japonya’nın teknolojik ürünlerini çok büyük miktarlarda ithal ediyor. Türkiye’de 250 civarında Japon firması var faaliyet gösteren fakat aynı şeyi Türk firmaları için söyleyemiyoruz. Ekonomik ilişkileri siz genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? İmalat sektöründe burada üretimde çok güçlüsünüz. Japonya olarak ne var gündeminizde? Yeni yatırımlar var mı gündeminizde?

Türkiye ve Japonya arasındaki ilişkilerinin büyük bir alanı olan bu ekonomi ilişkileri, ticari ilişkiler, teknoloji konularını biraz anlatmak istiyorum.  Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacmi, 2023 yılında 6,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve bu değer 2013 yılından günümüze kadarki en yüksek seviye olarak kayıtlara geçmiştir. Ülkede faaliyet gösteren Japon firmalarının çoğu imalat sektöründe kullanılan ekipman ve parçaları Japonya’dan Türkiye’ye ihraç etme eğilimindedirler. Bu firmalar, Türkiye’yi bir üretim üssü olarak değerlendirerek, buradan üçüncü ülkelere ihracat yapmaktadırlar. İlaveten, Japon ve Türk firmaları arasındaki işbirliğinin yarattığı sinerjiinin de Türk ekonomisine katkı sağladığını düşünmekteyim.

İlerleyen süreçte iki ülke firmalarının işbirliği yapabileceği alanların bir kat daha artacağı kanaatindeyim. Bilhassa, iki ülkeyi de yakından ilgilendiren ortak konularda daha güçlü işbirliklerinin ortaya çıkması beklentisi içerisindeyim. Bunlara örnek olarak; iki ülke vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumaya yönelik hayati konulardan biri olan afet önlemleri ile enerji ve iklim değişikliğini sıralayabiliriz. Bu alanlarda iki ülke arasındaki işbirlikleri derinleştirilebilirse, iki ülke firmalarınca tesis edilecek çalışma ortaklıklarının Türkiye sınırları içerisinde kalmayarak, dünya ölçeğinde genişleyeceğine inanmaktayım. Japonya ve Türkiye günümüze kadar işbirliklerini teşvik etmiş, başta Orta Asya olmak üzere üçüncü ülkelere yönelik işbirliğine büyük önem vermiştir. Risklerden korkmayarak zorluklar karşısında kararlılıkla mücadele eden Türk şirketleri, üstün teknoloji ve bilgi birikimine sahip Japon şirketleriyle birlikte hareket ederek yeni katma değerler yaratabilir ve kazan-kazan ilişkisi tesis edebilirler. Son dönemde, Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerinin yanı sıra, Afrika ve Orta Asya’daki üçüncü ülkelere yönelik işbirliği imkanları hakkında da karşılıklı olarak araştırmalara başlanmıştır. Bu tür iş olanaklarının daha da gelişeceğini ümit ediyoruz ve bunun için Büyükelçilik olarak elimizden gelen her türlü desteği vermekte kararlıyız.

‘Ticaretin, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgelere genişlemesi arzu ediliyor’

Dışişleri Bakanı Kamikawa Yoko, Japonya-Türkiye Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın (EPA) en kısa zamanda imzalanması gerektiğini belirtmişti. Bu taslak bir süredir askıda. Beklenen takvim nedir? Bu Anlaşma, dış ticarette hangi avantajları sağladı ve nasıl gelişmeler doğurdu?

‘Ekonomik Ortaklık Anlaşması’ (EPA), iki ülke arasındaki ihracat ve ithalata bağlı olarak ortaya çıkan gümrük vergilerinin kaldırılması veya azaltılması gibi konuların belirlendiği bir ‘Serbest Ticaret Anlaşması’nın kapsadığı konulara ilaveten, yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi, fikrî mülkiyet haklarının daha güçlü bir şekilde korunması gibi konuları da içeren kapsamlı bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın, stratejik ortaklar olan Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret ve yatırımı teşvik edecek güçlü bir lokomotif olacağına inanıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin coğrafi olarak çeşitli bölgesel pazarlara, Japonya’nın ise ASEAN ülkeleri gibi hızlı bir şekilde gelişmekte olan Asya ülkelerine kolay erişebilme imkânı bulunmaktadır. Bu sebeple Japon firmaları açısından bakıldığında bu anlaşmanın, sadece iki ülke arasındaki ticaret ile sınırlı kalmayarak, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgeler başta olmak üzere üçüncü ülkelerdeki ticari genişlemeyi de desteklemesi arzu edilmektedir. Bu şekli ile anlaşma, Japon firmaları açısından gelecek vizyonu da dahil olmak üzere, son derece kıymetli ve etkilidir. Aynı şekilde, Türk firmaları açısından bakıldığında da, Japon firmaları ile gerçekleştirilecek işbirlikleri, ülke içi ve dışında yeni iş geliştirme olanaklarını ortaya çıkarmış olacaktır. Ayrıca, ihracat teşvik edilmiş ve istihdam arttırılmış olacaktır. Bu sebeple bahse konu anlaşmanın kazan—kazan etkisi doğuracağı düşünülmektedir.

Peki Türk iş dünyası Japonya pazarında hangi fırsatları değerlendirebilir?

Diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Japon pazarının yabancı şirketler açısından çekici yanlarından biri, ülkedeki ulaşım, enerji, bilgi ve iletişim altyapılarının gelişmiş olmasıdır. Böylesine istikrarlı bir ekonomik ortamın, gelecekte Japonya’da iş yapmayı düşünen Türk şirketleri için önemli olduğuna inanmaktayım. Ayrıca, Türk şirketlerinin Japonya’da yeni bir alanda iş yapmanın zorluklarına göğüs gerebileceğini düşünmekteyim. Dahası, Japonya pazarı, dünyanın en büyük pazarlarından biri olması nedeniyle de yabancı şirketler için son derece caziptir. Örneğin, Türkiye’nin güçlü sektörleri olan otomotiv ve imalat sanayinin Japonya pazarında da çeşitli iş fırsatları yakalayacağına inanıyorum.

İki ülkenin eğitim, kültür ve turizm alanındaki işbirliklerini geliştirme girişimleri hangi aşamada?

Öncelikle, eğitim alanından bahsedecek olursam, şu anda Japonya’da toplam 270.000 yabancı öğrenci bulunmaktadır. Japonya’da bulunan Türk öğrenci sayısı toplam yabancı öğrenci sayısına göre halen azdır. Ancak bu sayı her geçen yıl artmaktadır ve bu yıl Orta Doğu bölgesinden gelen yabancı öğrenciler arasında Türkiye’den gelenlerin sayısı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Japonya Büyükelçiliği de Japonya Hükümeti (Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı: MEXT) tarafından yürütülmekte olan burslu yabancı öğrenci sistemi çerçevesinde her yıl lisans ve araştırma öğrencilerini, Japonca ve Japon kültürü araştırma öğrencilerini, öğretim üyelerini ve genç devlet memurlarını Japonya’ya davet etmektedir. Ayrıca, eğitimlerini Japonya’da tamamlamış ve Japonya ile Türkiye arasında çeşitli alanlarda bir dostluk köprüsü olarak aktif bir rol oynayan kıymetli mezunlar da mevcuttur.

Gerek Türkiye gerekse Japonya dünya standartlarında turizm ülkeleridir. Geçtiğimiz Mart ayında ‘Türkiye-Japonya Turizm İş Birliği Diyaloğunun ikinci toplantısı Japonya Turizm Ajansı ile Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müştereken düzenlenmiş, iki ülke diplomatik ilişkilerinin tesisinin 100. yıl dönümünün kutlandığı 2024 yılında karşılıklı temasların genişletilmesi konusunda mutabakata varılmıştır. İlaveten, Japon havayolu şirketi All Nippon Airways (ANA), gelecek yıl 12 Şubat’tan itibaren İstanbul seferlerine başlayacağını ilan etmiştir.

Önceki sorunuzda yanıtladığım gibi, bu yıl Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümüdür. Söz konusu yıldönümünü kutlamak üzere hem Türkiye’de hem de Japonya’da çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de geçtiğimiz altı ay içinde, yalnız Ankara ve İstanbul’da değil diğer illerde de sergi ve konser gibi Japon kültürünü tanıtan pek çok etkinlik düzenlenmiştir. Gelecekte başka etkinliklerin de yapılması planlanmaktadır. Japon kültürüne ilgi duyanların yanı sıra, daha önce Japon kültürünü tanıma imkânı olmayanların da bu gibi etkinlikler vasıtasıyla Japon sanatı, mutfağı, dili ve buna benzer Japon kültür unsurlarıyla tanışmalarını ve kendilerini Japonya’ya daha yakın hissetmelerini diliyorum.

‘Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldı’

Biraz daha bölgesel bazlı konuşacak olursak Asya-Pasifik bölgesinde Türkiye ve Japonya birlikte ne yapabilir, nasıl bir rol üstlenebilirler? Burada hangi işbirliği alanları öne çıkar?

Hukukun üstünlüğüne dayalı mevcut uluslararası düzene güç kullanılarak meydan okunması, Doğu Asya da dâhil olmak üzere dünyanın her yerinde ortaya çıkabilecek bir meseledir. Nitekim Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarını hızla geliştirmesi ve Çin’in, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ndeki statükoyu güç kullanarak tek taraflı olarak değiştirmeye yönelik girişimleri devam etmekte ve Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldığını göstermektedir.

Bu çerçevede, Türkiye gibi hem demokrasi hem de önemli deniz alanlarıyla çevrili denizci bir devlet olan Japonya, güçten ziyade hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir deniz düzenine önem vermekte ve bunu gerçekleştirmek için Türkiye ile işbirliğini derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu alandaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinde, iki ülke arasında çeşitli istişari çerçeveler bulunmaktadır. Mesela Japonya-Türkiye Denizcilik İstişareleri’nin ilk turunda, Japonya’nın “Hür ve Açık Hint-Pasifik Politikası” ve Türkiye’nin geliştirdiği “Yeniden Asya Girişimi” ile işbirliği olasılığı ele alınmıştır. Bu yıl mart ayında gerçekleştirilen ikinci turda ise, iki taraf Doğu ve Güney Çin Denizleri’ndeki durum ve Türkiye’nin etrafındaki sular da dâhil olmak üzere çeşitli denizcilik konularında görüş alışverişinde bulunmuştur. Ülkelerimiz arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümünü kutladığımız bu yıl vesilesiyle, karşılıklı üst düzey ziyaretleri ve bu tür görüşmeleri artırmak istiyoruz.

‘Türkiye-Japonya Enerji Forumu Tokyo’da yapılacak’

Türkiye-Japonya Enerji Forumundan da bahseder misiniz?

Türkiye de Japonya gibi enerji kaynakları anlamında büyük ölçüde yurt dışına bağımlı ve enerji ithalatçısı bir ülke konumundadır. Dolayısıyla istikrarlı enerji tedarikinin sağlanması önemli bir konudur. Ülkemizde 2050 yılında karbon nötrlüğünü sağlamak amacıyla karbondan arındırmaya yönelik çeşitli politikalar uygulanmaktadır. Ayrıca, 2050’yi göz önünde bulundurarak, bir yandan da 2030 yılı azaltım hedeflerine ulaşmak için nükleer enerji ve yenilenebilir enerji başta olmak üzere, temiz enerjiden yararlanmaya yönelik girişimler ve teknoloji geliştirme çalışmaları yürütülmekte, kapsamlı olarak enerji tasarrufu teşvik edilmektedir. Bunlara ilaveten, özel sektörde enerji ve karbondan arındırma ile ilgili çeşitli girişimler değerlendirilmekte ve uygulanmaktadır. Buradan hareketle, enerji konusunun ülkemiz ile Türkiye’nin ortak bir sorunu olduğuna ve bu bağlamda Türkiye ile işbirliği yapılabilecek çok geniş alanlar olduğuna inanmaktayım.

Başta hidrojen gibi yeni nesil enerjiler olmak üzere, yenilenebilir enerjiler gelecekte iş birliği yapılabilecek, umut vadeden alanlar olarak düşünülebilir. Enerji sektörünün iki ülke arasındaki çerçevesi, Japonya Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanı Sayın Nishimura Yasutoshi’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Alparslan Bayraktar ile Türkiye-Japonya Enerji Forumunun başlatılmasına ilişkin imzaladıklarıOrtak Bildiri aracılığıyla oluşturulmuştur. Hali hazırda her iki ülkenin hükümet yetkilileri, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümün olması hasebiyle, bahse konu etkinliğin, bu yıl Tokyo’da düzenlenmesi için hazırlık yapmaktadır. Bu faaliyetlerden istifade ederek, iki ülke arasında enerji alanındaki işbirliği imkanlarının ortaya çıkarılmasını arzu ederim.

‘Bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir’

Sayın Büyükelçi, şunu da sormam lazım, Çin ve Kuzey Kore konusuna değindiniz,, dünyada değişen bir güvenlik paradigması var. Amerika’da seçim sonuçları tamamen Amerika’nın dış politikasını ve güvenlik politikasını etkileyecek belki de. Rusya-Ukrayna Savaşı, yeni cepheler, yeni ittifaklar… Güvenlik alanında çok fazla konsolidasyon halinde şu anda ülkelere baktığımızda. Peki, Japonya’nın savunma politikası ne? Japonya’nın savunma prensibi ne? Japonya daha önce NATO ile işbirliğini değerlendirebileceğini de dile getirmişti. Türkiye NATO üyesi. Hem güvenlik konusunda prensipleriniz ve politikalarınız hem de Türkiye ile gelecekte güvenlik alanında nasıl işbirlikleri ortaya çıkar? Biraz daha bunu açabilir misiniz?

Bu savunma ve güvenlik alanı çok önemli. Türkiye ile Japonya arasında hemen hemen 8.500 km mesafe olmasına rağmen artık böyle küresel bakımından savunma, güvenlik durumu çok gerginlik içinde bulunuyor. Ya Asya-Pasifik ya bu Avrupa, Ortadoğu Türkiye’nin her tarafında oluyor. Bunların arasında bizim işbirliğini düşünmemiz gerekiyor. Bundan başlayıp şimdi biraz daha anlatmak istiyorum.

Giderek daha ciddi hâle gelen Doğu Asya’daki güvenlik ortamı ve Ukrayna’daki durumdan hareketle, 2022 yılında yeni güvenlik politikasını belirten 3 stratejik belgesinin hazırlanmasından başlayarak, geçtiğimiz yıl aralık ayında düzenlenen Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Savunma Teçhizatının Nakline ilişkin 3 ilke ve çalışma kuralları güncellenmiş böylece Japonya’nın lisans üretimi yaptığı savunma teçhizatının lisans ülkelerine ihracatı mümkün kılınmıştır. Aralık 2022’de ise, 2035 yılına kadar Japonya, İngiltere ve İtalya’nın yeni nesil savaş uçağını ortaklaşa geliştirmeleri kararlaştırılmış, bu yıl nisan ayında da söz konusu uçağın başka ülkelere ihracatı mümkün olmuştur.

Bu çabaları yürütmekle birlikte, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’nın “barış ülkesi olma” vasfında hiçbir değişiklik yoktur. Japonya’nın, sadece savunmaya odaklanarak başka ülkelerle beraber refaha kavuşma niyeti ve buna dayalı dış politikası değişmeyecektir. Bu bağlamda, “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı ortamda Japonya, “bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir” kaygısıyla Hint-Pasifik bölgesinde güvenlik işbirliğini güçlendirmeye gayret göstermektedir.

Ayrıca, şu anda Japonya’da NATO standardına uygun savunma teçhizatına yönelik ilgi artmaktadır. Dolayısıyla gelecekte bu alanda Türkiye ile işbirliği yapabileceğimizi düşünüyorum. Öncelikle, Japonya ve Türkiye’nin savunma politikalarından sorumlu yetkililer arasında bu politikalar üzerine ciddi müzakerelerin yapılması elzemdir. Bu yıl mayıs ayında güvenlik politikasından sorumlu Başbakan Özel Danışmanı Ishihara Hirotaka Türkiye’yi ziyaret ederek, Millî Savunma Bakan Yardımcısı Sayın Alpaslan Kavaklıoğlu ile bir araya gelmiş, güvenlik alanındaki ikili işbirliği ve savunma işbirliği gibi konular üzerine görüş alışverişinde bulunmuştur.

‘Japonya, stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri ile işbirliğini güçlendirecektir’

NATO’nun Asya Pasifik’teki ortaklarıyla işbirliğini geliştireceğini açıklamasının önemi nedir, Japonya Hükümeti bu durumu nasıl karşılıyor?

Mevcut uluslararası düzenin büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı bu ortamda, NATO’da Hint-Pasifik bölgesine yönelik ilgi ve angajman artmaktadır. Japonya-NATO iş birliği açısından ise Şubat 2023’te meydana gelen depremlerin akabinde Türk Hükûmeti ve NATO’dan gelen taleplere karşılık Japonya, Öz Savunma Kuvvetleri uçağını görevlendirmiş ve NATO ile ilk kez yürütülen bir işbirliği olarak Uluslararası Acil Yardım Faaliyetini (acil yardım malzemelerinin sevkiyatı) gerçekleştirmiştir. Ayrıca, Japonya 2022 yılından beri devamlı olarak NATO Zirve Toplantısı ve Dışişleri Bakanları Toplantısı’na davet edilmektedir. Japonya, NATO’nun kuruluşunun 75. yıl dönümü olan bu yılın temmuz ayında düzenlenen Zirve Toplantısı’nda, Avrupa ve Pasifik bölgesinin güvenliğinin Hint-Pasifik bölgesinin güvenliğinden ayrılamaz olduğu anlayışını çok sayıda devlet ve hükûmet başkanıyla paylaşmıştır. Buna ilaveten, bahse konu toplantı, Japonya dâhil Hint-Pasifik bölgesindeki ortaklar ile NATO arasındaki devamlı işbirliği ilişkilerinin teyit edilmesine de fırsat olmuştur.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Doğu ve Güney Çin Denizi’nde güç kullanmak suretiyle ve tek taraflı olarak statükoyu değiştirme girişimleri başta olmak üzere, giderek daha ciddi hâle gelen güvenlik ortamı ile başa çıkmak amacıyla Japonya, savunma kapasitesini ciddi bir şekilde güçlendirmeye ve ilave çalışmalara kaynak sağlamak için, toplam bütçe miktarını gayri safi yurt içi hasılanın %2 seviyesine çıkarmaya gayret gösterecek ve aynı değerleri paylaşan müttefikleriyle işbirliğini güçlendirecektir. Bundan sonra da değişen uluslararası güvenlik ortamı ile başa çıkmak, hukukun üstünlüğüne dayalı uluslararası düzenin korunması ve güçlendirilmesi için Japonya, temel değerleri ve stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri başta olmak üzere, tüm müttefikleri ile işbirliğini adım adım güçlendirecektir.

‘Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi’

Japonya’nın G7 dönem başkanlığında Hiroşima’da düzenlenen G7 Zirvesi ve ardından Hindistan’da düzenlenen G20 Zirvesi’ni takiben, bu yıl İtalya’da G7 Zirvesi düzenlenmiştir. Bu zirvelerden sonra Japonya, uluslararası toplumda nasıl bir rol oynamak istiyor?

Geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan New Delhi G20 Zirvesi’nde Japonya, G7 dönem başkanı olarak, G20 dönem başkanı olan Hindistan ile sıkı iş birliği içinde olmuş ve G7 Zirvesi’nin sonuçlarını G20 Zirvesi’ne aktarmak amacını taşıyarak toplantıya katılmıştır. Liderler Bildirisi’nde ise Ukrayna’daki adil ve kalıcı barışın yanı sıra, toprak bütünlüğü ve egemenlik de dâhil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın prensiplerinin korunması hususunda tüm G20 üye ülkeleri arasında görüş birliği sağlanmıştır.

Ayrıca, bu yıl düzenlenmiş olan G7 Puglia Zirvesi’nde de geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan G7 Hiroshima Zirvesi’nde vurgulanmış olan “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin korunması” ve “Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi” konularına tekrar önem atfedilmiştir.

Bu şekilde “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” geleceğinin bir yol ayrımında olduğu bu ortamda, Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği yaparak, uluslararası toplumda bu düzene katılan ve aktif şekilde destek veren ülke sayısını artırmamız gerekmektedir.

Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği için, değerlerimize sıkı bağlılığımızın yanı sıra karşı tarafı anlayabilmek için “hayal gücü” ve “alçak gönüllülük” gerekmektedir. Bu noktada Japonya uzun yıllar boyunca muhatap ülkelerin çeşitliliğini önemseyerek, kültürel ve tarihî geçmişlerine saygı duyarak ve eşit ilişkilerde her sese tek tek kulak vererek titiz bir dış politika yürütmüştür. Küresel Güney ülkelerinin sürece nasıl dâhil edilebileceği hususunda Japonya, bugüne değin diplomatik faaliyetlerde kazandığı güçlü güven ve yüksek beklentiler temelinde aktif rol oynayarak, barışçıl ve istikrarlı uluslararası ortamı inşa edecektir.

‘Japonya, iki devletli çözümü desteklemektedir’

Japonya Hükümeti’nin Gazze’deki durumla ilgili olarak bugüne kadar hangi aksiyonları aldı?

Evet, şimdi bizim küresel topluluğumuz artık 2024 yılında, tarihimizde epey savaşlarımız, sıkıntılarımız her şey vardı da artık Birleşmiş Milletler liderliğinde daha barış ve çok daha uyumlu bir dünya olacağına inanıyorduk. Ancak maalesef etrafımıza baktığımız zaman Ukrayna, Gazze, Suriye her tarafta, özellikle Türkiye’ye yakın ülkelerde öyle durum var. Anlattığım gibi Asya-Pasifik’te de çok gerginliğimiz var. Böyle zaman olsa bile en önemlisi bütün demokrasi ve bu temel değerleri paylaşan Türkiye-Japonya hep böyle aynı fikirde kalan ülkelerin devamlı bir şekilde çaba göstererek ve halka, insanlara bunu anlatarak bütün gücüyle bu tür sorumluluklar almaya çalışmak…

Japonya olarak, çatışmanın devam ettiği ortamda, Gazze Şeridi’ndeki kritik insani durumları ve çok sayıda sivil insanın hayatını kaybetmesini derin endişe ile karşılıyoruz. 1993 yılından beri Japonya’nın Filistin’e yönelik yaptığı yardımlarının toplam miktarı yaklaşık 2,5 milyar dolara ulaşmış ve Ekim 2023’ten beri ise Gazze Şeridi’nde yaşayan insanlar dâhil olmak üzere tüm Filistinlilere yönelik yaklaşık 125 milyon dolarlık insani yardım ve ihtiyaç malzemesi temini gerçekleştirilmiştir. Bunlara ilaveten, İsrail’e defaten görüşlerimizi ifade etmiş ve uluslararası insancıl hukuk dâhil, uluslararası hukuka uyulması, sürdürülebilir ateşkesin sağlanması ve insani durumların iyileşmesi gibi taleplerimizi de iletmiş bulunuyoruz. Ayrıca Japonya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üye ülkesi olarak, geçtiğimiz yıl kasım ayında oylamaya sunulan ve Gazze Şeridi’ndeki çocukların korunmasına odaklanan BM Güvenlik Konseyi kararına “evet” oyu kullanmıştır. Buna ek olarak Japonya, rehinelerin serbest bırakılması ve ateşkesin sağlanması için BM’de de çeşitli diplomatik çabalar göstermektedir. Şu anda meydana gelen trajedileri sona erdirip Orta Doğu bölgesine kalıcı barış ve istikrarı getirmek için İsrail ve Filistin’in barış içinde bir arada yaşamasının dışında bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Japonya, taraflar arası güveni artırmak amacıyla bundan sonra da umudunu kesmeden kendine özgü inisiyatif ve çalışmalar yoluyla, iki devletli çözümün gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır.

Evet, röportajımızın sonuna geldik. Tabii, çok güzel bir sohbet oldu. Değerli vaktiniz için çok teşekkür ediyorum. Ama son olarak şunu da söylemek istiyorum. Japonya Türkiye’deki en aktif büyükelçiliklerden biri. En fazla kültürel etkinlik düzenleyen, karşılıklı kültür alışverişi olması için etkinlikler yapan bir ülke. Büyükelçiliğiniz bu konuda çok aktif. Bizim okurlarımıza bir mesajınız var mı?

Bu sene Japonya Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıl dönümü. Logomuzda bir kalp içinde Türkiye’yi temsil eden lale çiçeği var ve bizim sakura çiçeği var. Ve Japonya Türkiye 100. yılı.

Bunun için siz bir yarışma yapmıştınız değil mi geçen sene?

Evet, tabii Türkiye ve Japonya’da bir yarışma yaptık ve bu son olarak güzel bir logo seçtik.

Peki kim kazandı?

Bir Japon, Japonya’daki ama Türkiye’den de güzel logolar aldı. Onlar da tabii beraber kullanmak isterdik ama logo dersek bir tek olması lazım. Daha şey bakımından bundan olmadı… Ama böylece iş birliğimiz her alanda oluyor. Yalnız böyle Japonya’nın 100. yıldönümü derken logodan başlayıp her gün eğitim okullarda, yerel köylerde, bölgelerde, şaşırdım ki benim bu sene bu etkinlikler için Türkiye’nin her tarafını ziyaret ederek konuşuyorum, orada iletişimimiz devam ediyor ama herkes bana diyor ki çok iyi şey. Onların şöyle bir anlayışı var ve 1890 yılındaki Ertuğrul Fırkateyni trajik bir olaydı ama Japonya’nın yardımıyla hayatta kalanlar tekrar İstanbul’a gelmişler… Böyle hikayeler var, onlar Japonya’yı çok iyi anıyor. Bundan dolayı çok sevindim. Benim için ikinci memleketim olan Türkiye’de böyle güzel hayatımı geçirebildiğim için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli vaktiniz ve Büyükelçilik konutunuzun kapılarını açtığınız için biz teşekkür ederiz.

SÖYLEŞİ

‘Türk dünyası ekonomik entegrasyona hazırlanıyor’

Yayınlanma

Türk dünyasının ilk uluslararası finans kurumu Türk Yatırım Fonu, 1 Ocak 2025’te politika belgesini açıklamaya hazırlanıyor. Türk Yatırım Fonu Başkanı Büyükelçi Baghdad Amreyev’e merak edilenleri sorduk.

Finansal uluslararası işbirliği kurumu olarak oldukça yenisiniz. Ve ilk Yönetim Kurulu toplantınızı mayıs ayında yaptınız. O toplantının sonuçları ve toplantıda tartışılan stratejilerin ve kararların uygulanması için oluşturulan yol haritası hakkında bilgi verir misiniz?

Bildiğiniz gibi, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı, Türk dünyasının liderleri tarafından 2022’de Semerkant’taki zirvede alındı. Kasım 2022’de, Türk dünyasının ilk finansal mekanizması ve kurumu olan Türk Yatırım Fonu’nun kurulması için özel bir anlaşma imzalandı. Orada ben de kurucu başkan olarak atandım.

Daha sonra kuruluş anlaşmasını hazırlamaya başladık ve çok kısa bir sürede anlaşmayı ortaya çıkardık. 16 Mart 2023’te, Ankara’da Türk dünyası liderlerinin olağanüstü zirvesinde, ülkelerimizin maliye ve ekonomi bakanları, liderlerimizin huzurunda bu kuruluş anlaşmasını imzaladılar. Gerçekten tarihi bir andı.

2023 yılı sonunda parlamentolarımızda onay süreci tamamlandı ve anlaşmaya göre Fon 24 Şubat 2024’te resmen yürürlüğe girdi. Bu, bizim Fonun “doğum günü” olarak kabul ettiğimiz gündür.

O tarihten bu yana çok sayıda organizasyon tamamlandı. 18 Mayıs’ta Türk Yatırım Fonu Başkanı olarak Fonun en yüksek yönetim organı olan Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısını düzenledim.

Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz da o toplantıya katıldı, değil mi?

Evet, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz da bu toplantıya katıldı ve toplantıya başkanlık etti. Bizim için büyük bir onurdu.

Toplantı oldukça başarılı geçti ve Guvernörler, Fonun kurumsallaşmasının tamamlanması da dahil olmak üzere birkaç önemli karar aldılar. Ayrıca Yönetim Kurulu’nu kurdular ve onlara temel prosedür belgelerini ve diğer gerekli eylemleri hazırlamaları için talimat verdiler. O zamandan beri, Haziran ve Ağustos aylarında, iki toplantı düzenledim ve bu toplantılarda Fonun operasyonel faaliyetlerinin başlaması için önemli kararlar aldık. Operasyonel yapının oluşturulması ve yatırım politikasının hazırlanması devam eden süreçler arasında

Yatırım politikası belgemiz hala taslak aşamasında.

Yatırım politikası hazırlanması hala devam ediyor yani.

Evet, hala devam ediyor. Bu, Fonun önceliklerini ana hatlarıyla belirleyeceği, hangi projelere odaklanacağımızı ve rolümüzün ne olacağını belirteceği için önemli bir belge.

Guvernörler Kurulu’nun ilk toplantısında Azerbaycan’dan Sayın Ramil Babayev, Fonun operasyonlarını yönetmekten sorumlu Türk Yatırım Fonu Genel Müdürü olarak atandı.

Yatırım politikası kesinleştirildiğinde ve yönetim yapısı tamamen yerleştiğinde, operasyonel faaliyetlere başlamaya hazır olacağız. 

Politika hazırlıklarınızın hala devam ettiğini anlıyorum, ancak Türk Yatırım Fonu’nun hangi temel sektörleri veya endüstrileri destekleyeceği konusunda bize bir fikir verebilir misiniz? 

Evet, önceliklerimiz oldukça açık ve bunlardan birçok kez bahsettim. Her şeyden önce, Türk Yatırım Fonu’nun birden fazla amaca hizmet ettiğini belirtmek önemli. Sadece kendi ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmemiz gerekseydi, yeni bir fon kurmaya gerek kalmazdı. Bunun için zaten çok sayıda fon ve bankamız var.

Ancak, Türk Yatırım Fonu sadece ülkelerimiz içindeki projeleri finanse etmek için değil, aynı zamanda uluslarımızın ekonomik entegrasyonuna katkıda bulunmak için kuruldu. Fonun temel odak noktası, ülkelerimiz arasındaki entegrasyonu ve işbirliğini teşvik eden ortak projeleri finanse etmek olacak. Bu, Türk dünyasının birliği ve ekonomik gücü için hayati önem taşıyor.

Türk dünyası için ekonomik entegrasyon kavramını biraz açabilir misiniz?

Herhangi bir siyasi veya ekonomik bloğun nihai amaçları vardır. Amacımız, Türk dünyasına hizmet etme potansiyelini birleştirmek için ekonomilerimizi bir araya getirmek. Ekonomik entegrasyon, ekonomilerimizi güçlendirmek ve ekonomik potansiyelimizi birleştirmek için birlikte çalışmak anlamına geliyor. Biz yedi ülkeyiz. Ticareti teşvik ederek, yatırımları kolaylaştırarak ve altyapı, enerji ve ulaşım gibi alanlarda ortak girişimleri destekleyerek daha güçlü ve daha birleşik bir Türk dünyası inşa etmeyi amaçlıyoruz.

“Ekonomik entegrasyon” derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Bu entegrasyonun bir parçası olarak ortak bir Türk para birimi veya finans altyapısından mı bahsediyorsunuz?

Ekonomik entegrasyon, en azından başlangıçta, tek bir para birimi veya birleşik bir altyapıya sahip olmak anlamına gelmez. Daha çok, özellikle enerji, ulaştırma ve KOBİ’ler gibi kilit sektörlerde, ortak projeler aracılığıyla birbirimizin ekonomilerine daha derin bir şekilde dahil olmakla ilgili.

Amacımız, Avrupa Birliği veya diğer bölgesel gruplar gibi ortak hedefler doğrultusunda çalışabilen ekonomik ve politik bir blok oluşturmak. Birbirimizin ekonomilerini desteklemeli ve tüm ülkelerimize fayda sağlayacak ortak projeler üzerinde işbirliği yapmalıyız. Bu, Türk dünyasının birliği için önemli bir koşuldur.

Fon’un Türk dünyasının eksik parçası olduğunu anlıyorum. Şimdi, bu boşluğu doldurdunuz mu?

 Türk birliği halen çok taze. Türk Devletleri Teşkilatı ve diğer ilgili işbirliği örgütleri sadece 10-15 yıl önce kuruldu. Çok kısa bir süre. Elbette zamana ihtiyacımız var. Türk Yatırım Fonu’nun bu süreci hızlandıracağından eminim.

Ekonomilerimizi daha rekabetçi ve dayanıklı hale getirmek için birlikte çalışmamız gerekiyor. Zamanla Türk Yatırım Fonu, Türk dünyasında ekonomik entegrasyonu teşvik etmek için birincil finansal araç olmayı hedefliyor.

Fonun temel önceliklerinden biri, ülkelerimize yabancı yatırım çekmektir. Bunu yapmanın iki yolu vardır: Birincisi, ulusal projeleri destekleyerek ve yabancı ortakları katılmaya teşvik etmek ikincisi ise Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası ve İslam Kalkınma Bankası gibi diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

Elbette, büyük projeler için kendimizi finanse edemiyoruz ancak bu finans kuruluşları projelerimize katkıda bulunmak için çok istekli.

Büyükelçi Amreyev, hem kurumlar hem de ülkeler açısından Asya’daki diğer güçlere ilişkin olumlu bir işbirliği perspektifine sahip olduğunuzu anlıyorum. Ancak aynı zamanda, bu bir tür jeopolitik zorluğu da beraberinde getiriyor. Çin, Rusya, diğer bazı komşu Avrupa ülkeleri… Türk Yatırım Fonu bu jeopolitik zorluklarla nasıl başa çıkacak? Bunu takiben, bir başka soru şu olabilir: Eğer küresel bir güç olarak yükselen Türk bloğundan söz ediyorsak ve Türk Yatırım Fonu finans sektöründe aktif bir oyuncu olmak istiyorsa, bu gerçekler göz önüne alındığında stratejinizi nasıl sürdüreceksiniz?

Yatırım fonu bir siyasi örgüt değil, bir finans kuruluşudur. Bu nedenle Türk Yatırım Fonu, günümüzün sorunlu dünyasının jeopolitik rekabetine veya zorluklarına dahil olmak durumunda değil. Evet, küresel toplumun karşı karşıya olduğu dramatik zorlukları kabul ediyoruz, ancak bunlarla başa çıkmak politikacıların işidir. Finansörler olarak rolümüz rekabetten ziyade işbirliğine katkıda bulunmaktır. İşbirliğine odaklanarak, bu küresel zorlukların bazılarını hafifletmeye ve uluslararası rekabetin yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabiliriz.

Bu nedenle olumlu bir rolümüz var, diğer ekonomik ve finansal kurumlarla birlikte çalışıyoruz. Yapıcı işbirliği ve ortak projeler aracılığıyla, karmaşık dünyamızdaki işbirlikçi çabaları desteklemeyi ve teşvik etmeyi amaçlıyoruz.

Öte yandan, küreselleşmenin dünya çapında rekabeti önemli ölçüde artırdığını da kabul ediyoruz. Sonuç olarak, ülkelerimiz yatırım çekmede zorluklarla karşı karşıya. Bu rekabet gerçek ve hedefimiz, ülkelerimizin bu zorlukların üstesinden gelmelerine ve daha rekabetçi olmalarına yardımcı olmak. Ekonomilerimizin büyümesini başarıyla destekleyerek, uluslarımızın rekabet gücünü artırmada önemli bir rol oynayabiliriz. Şu anda altı ülke Türk Yatırım Fonu’nun tam üyesidir: Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Macaristan. Ayrıca Türkmenistan’ın yakında yedinci tam üye olarak katılmasını bekliyoruz. Ayrıca, Türk Yatırım Fonu üye olmayan kuruluşlarla işbirliğine açık. Kuruluş anlaşmamız, gerekli koşulları karşılamaları ve şartları kabul etmeleri halinde diğer ülkelerin de katılmasına olanak tanıyor. Bu, dış ortaklarla da yapıcı işbirliğine imkan sağlıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarıyla ilgili olarak, hepsiyle çalışmaya açığız. Zaten müzakerelerdeyiz ve çeşitli finans kuruluşlarının bizimle işbirliği yapma konusunda artan bir ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz. Büyük finans fonları, bankalar ve kuruluşlarla çalışarak, üye ülkelerimiz içinde önemli kalkınma ve altyapı projelerine katılabiliriz.

Bu büyük finans kuruluşları işbirliğine olan ihtiyacı kabul ediyorsunuz ve bu da büyük altyapı projelerine önemli yatırımlar yapılacağı anlamına geliyor. Örneğin, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı ışığında, Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji altyapısını genişletmeye yönelik artan bir ilgi var ve bu da Türk dünyasının Avrupa için önemini artırıyor. Avrupa Birliği’nin Türk bölgesindeki enerji projelerine milyarlarca avro yatırım yapmayı planladığını biliyoruz. Projeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Büyük altyapı projeleri maliyetlidir ve birden fazla finans kuruluşunun katılımını gerektirir. Bahsettiğim gibi, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve birkaç Asya bankası bu tür bir işbirliğinin kurulması konusunda istekli. Finanse edilecek özellikle enerji sektöründe olmak üzere halihazırda boru hattında birkaç projemiz var. Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan petrol ve gaz üreticisi olsa da, şu anda bu kaynakları verimli bir şekilde taşımak için boru hatları ve elektrik hatları gibi daha fazla sınır ötesi enerji altyapısına ihtiyacımız var.

Ulaşım ağının inşası sadece üretim için değil, aynı zamanda tüketiciler için de önemli. Bu nedenle diğer uluslararası finans kuruluşlarından giderek artan bir ilgi görüyoruz. Ulusal hükümetlerimizin planları var ve Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın Türkmenistan’dan Azerbaycan, Türkiye ve Avrupa’ya gaz boru hatları inşa etme girişimlerinde yer aldığını biliyorum. Ülkelerimiz ve Avrupalı ortaklarımız bu projelere büyük ilgi gösteriyor.

Türk dünyasında başka enerji projeleri de var. Örneğin, Kırgızistan’da Özbekistan ve Kazakistan’a hizmet edecek bir enerji santrali inşa etme konusunda büyük planlar var. Bu devasa altyapı projeleri halihazırda çeşitli finans kuruluşları tarafından inceleniyor ve işbirliği yapılabilecek çok sayıda alan var. Elbette, hükümetlerimizle yakından çalışıyoruz, önceliklerini, planlarını ve programlarını izliyoruz. Ayrıca, ulusal hükümetler tarafından ve zirvelerimizde ve hükümetler arası komisyonlarda alınan kararları da dikkate alarak, paydaşlarımız olan üye devletlerimizin öncelikleriyle uyumlu olduğumuzdan emin oluyoruz.

Macaristan’ın, özellikle AB başkanlığı sırasında, katkılarından dolayı Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) tarafından çok takdir edildiğini biliyoruz. Macaristan’ın Avrupa ve Türk dünyasını birbirine bağlamadaki rolü çok önemli kabul ediliyor. Aynı zamanda Macaristan, Türk Yatırım Fonu’na önemli miktarda parasal katkıda bulunduğunu resmen açıkladı. Bu konuda daha fazla bilgi paylaşır mısınız?

Evet, bu bir sır değil. Fon başlangıçta beş üye ülke tarafından kuruldu ve ardından Macaristan eşit payla katıldı. Her ülke 100 milyon dolar katkıda bulundu ve fonun başlangıç ​​sermayesi 600 milyon dolar oldu. Daha önce de belirttiğim gibi, bu başlangıç ​​sermayesi önümüzdeki yıllarda fonu diğer uluslararası finans kuruluşlarıyla işbirliği için daha rekabetçi ve çekici hale getirmek için önemli ölçüde artırılacak.

Fondaki paylar her zaman eşit olarak kalacak mı?

Şart değil. Başlangıç ​​sermayesine eşit paylarla katkıda bulunuldu, ancak ek sermaye daha sonra kararlaştırılabilir ve şüphesiz aynı dağılımı takip etmeyecektir. Macaristan’a gelince, diğer üyelerle aynı payla tam üye olarak katıldı. Macaristan’ın 2018’de Türk Devletleri Örgütü’ne katılmasından bu yana Türk işbirliğinde çok yapıcı bir rol oynadığını söylemeliyim. Macaristan, diğer TDT üye devletleriyle birlikte tüm işbirliği mekanizmalarına aktif olarak katılıyor. Yakın zamanda, Macaristan’ın fona katılımını kesinleştirdiğimiz ve onları tam üye yaptığımız Budapeşte’deydim. Macaristan, Türk dünyasını Avrupa’ya ve Avrupa Birliği ile Türk Devletleri Teşkilatı arasında bağlamada gerçekten vazgeçilmez bir rol oynuyor. Macaristan’ın rolünü takdir ediyoruz ve gelecekte büyümeye devam edeceğine, yalnızca Türk dünyasının entegrasyonuna değil, aynı zamanda AB ile daha yakın işbirliği yoluyla küresel entegrasyonuna da katkıda bulunacağına inanıyorum.

Fona katkıları açıklığa kavuşturmak için soruyorum, her ülke ne kadar ödeyecek? Örneğin, Türkiye’de, Türkiye’nin Kazakistan ve Türkmenistan’daki enerji altyapısı ve boru hatları gibi projeler için devlet fonu sağlayıp sağlamadığı tartışılıyor. İnsanlar, başka ülkelerdeki projeler için hazineden ne kadar rakam ödeneceğini merak ediyor.

Herhangi bir uluslararası finans kuruluşunda olduğu gibi, proje finansmanı ve önceliklendirmeyle ilgili tüm kararlar Yönetim Kurulu tarafından verilecek. Her ülkenin çıkarları ve katkıları dikkate alınacak ve burada “kaybeden” olmayacak, sadece “kazanan” olacak. 

Bu önemli röportaj için çok teşekkür ederim, Sayın Büyükelçi. Hala birçok sürecin devam ettiği anlaşılıyor, ancak şimdilik bize bir manşet verebilir misiniz? Yakın gelecekte dünyanın hangi bölgesinin Türk Yatırım Fonuyla büyük ölçekli projelerde işbirliği yapma olasılığı en yüksek? Avrupa, Asya, Rusya veya Körfez ülkeleri mi olacak? Türk Yatırım Fonu işbirliklerinde en büyük sürpriz ne olacak?

Öncelikle Türk Yatırım Fonu yeni kurulmuş bir finans kuruluşudur ve 1 Ocak 2025’te operasyonel faaliyetlerimize başlayacağız. Avrupa, Asya, İslam dünyası ve Arap dünyasındaki finans kuruluşlarıyla yakın temas ve müzakereler içindeyiz. Onlar tarafından güçlü bir ilgi görüyoruz ve onlarla ilişkilerimizi geliştirmek için eşit derecede istekliyiz.

Bence en büyük sürpriz, üye devletlerimiz içinde Türk bölgesinde elde edeceğimiz başarı olacak. Ülkelerimizin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmaya ve ortak projeler üzerinde birlikte çalışan girişimcileri desteklemeye ciddi şekilde kararlıyız. Onları desteklemek ve Türk ülkeleri ve şirketleri arasında daha fazla ortak girişim teşvik etmek için buradayız.

Söylediğim gibi, nihai hedef, daha birleşmiş bir Türk dünyasının temeli olacak Türk ülkeleri arasında daha fazla ekonomik entegrasyona katkıda bulunmaktır. Bu bizim temel amacımız.

Büyükelçi Bağdat Amreyev, bu diplomatik röportaj için teşekkür ediyorum. Türk Yatırım Fonu’nun politikaları, yatırımları ve projeleri resmi olarak başlatıldığında 1 Ocak’tan sonra daha fazlasını duymayı dört gözle bekliyoruz.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 3: Üye ülkelerin karşı karşıya olduğu zorluklar neler?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da gerçekleştirilen BRICS Zirvesi’nin yankıları devam ederken; gündemle ilgili soruları BRICS & Şanghay İşbirliği Örgütü İnovatif Diplomasi Merkezi Direktörü Dr. Nina Ladıgina-Glazunova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, Kazan’daki zirveye siz de katılım sağladınız. Zaten direktörü olduğunuz kurumda “Bricsolog” olarak çalışmalarınıza devam ediyorsunuz. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin için zirve hem sembolik hem de pratik açıdan önemli görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Bu zirvenin Rusya için önemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirve Rusya’nın küresel ajandasını nasıl etkiler? Ek olarak; BRICS içerisinde rekabet halinde olan ülkeler de var. Üye ülkeler arasındaki rekabet ve çatışmaları değerlendirdiğinizde BRICS’in çeşitli alanlardaki işbirliğini derinleştirme hedefini nasıl görüyorsunuz?

Nina Ladıgina-Glazunova: Kazan’da yapılan BRICS Zirvesi’nin Rusya açısından önemi, esas olarak Batı’nın Rusya’yı tecrit etme politikasının tamamen başarısızlığa uğramasında ve genel gerginliklere rağmen Rusya’nın dünya sahnesindeki öneminin devam ettiğinin kabul edilmesinde yatmaktadır. Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin yüzyılın olayı haline geldiğini; Azerbaycan, Ermenistan, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Bolivya, Kongo, Küba, Endonezya, Kazakistan, Kırgızistan, Laos, Malezya, Moritanya, Moğolistan, Nikaragua, Filistin, Sırbistan, Sri Lanka, Tacikistan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Venezuela, Vietnam ve Sırp Cumhuriyeti’nden (Bosna-Hersek’e bağlı bir birim) oluşan heyet başkanlarını bir araya getirdiğini görüyoruz. Bunlardan 23’ü devlet başkanları düzeyinde, sadece BRICS üye ülkelerinden (Rusya, Brezilya, BAE, Çin, Mısır, Etiyopya, Hindistan, İran, Güney Afrika ve davetli ülke olarak Suudi Arabistan) değil, aynı zamanda zirveye büyük ilgi gösteren Küresel Güney ülkeleriyle birlikte Birleşmiş Milletler (Genel Sekreter – Antonio Guterres), Avrasya Ekonomik Komisyonu (Yönetim Kurulu Başkanı – Bakıtcan Abdirulı Sağıntayev), Birleşmiş Devletler Topluluğu (Genel Sekreter – Sergey Lebedev), Rusya ve Belarus Birliği Devleti (Devlet Sekreteri – Dmitriy Mezentsev), Şanghay İşbirliği Örgütü (Genel Sekreter – Zhang Ming) ve Yeni Kalkınma Bankası BRICS (Banka Başkanı – Dilma Rousseff) gibi beş uluslararası örgütün başkanları da vardı.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

23 Ekim’de heyetler ve BRICS ülkelerinin delegasyon başkanlarının toplantılarının ardından yayınlanan bildiride, BRICS’in kurumsal gelişimini teşvik etme yolu mutabakatla kabul edildi ve tarihte ilk kez, birliğe dahil olan ülkeler bildirgenin ilk paragrafında listelenmiyor.

Bu ne anlama geliyor?

Bunun başlıca nedeninin, bu yıl çoğu formatta eşit düzeyde yer almasına rağmen, hala tam üye statüsünü kabul etme sürecinde olan Suudi Arabistan’ın belirsiz statüsü olduğu varsayılabilir. Bu da yüksek ve uzmanlaşmış bir düzeyde temsil anlamına geliyordu. Ayrıca yazılı, görsel ve sosyal medyada sahte haber tehlikesine ve ülkelerimiz hakkında doğrulanmış bilgilerin yayılmasına da özel dikkat gösterildi.

Zirve ve tüm horizontal formatlar yelpazesi sayesinde Rusya, BRICS’teki başkanlığı sırasında yeni pazarlara girme yeteneklerini genişletebildi, bu kesinlikle olumlu bir andır ve ülke en başından, kurulduğu andan itibaren, bu yönelime bağlı kalmalı ve yalnızca Batı ülkelerine ana yönelim olarak bakmamalıydı. Şimdi yapbozu bir araya getirmek gibi düşünürsek; ekonomiyi çeşitlendirme ve yalnızca yurtdışından gelen bileşenlere odaklanan üretimden uzaklaşma süreci başlatıldı ve yabancı bileşen üreticilerinin üzerimizdeki nüfuzu giderek azaldı. Rusya, kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzalamak konusunda İran ile anlaştı.

Bugün emin bir şekilde söyleyebiliriz ki en güçlü BRICS ülkeleri; Rusya, Çin, Hindistan ve İran’dır. Yani, tek kutuplu Batı dünyasının antipodu haline gelen ülkeler… Parametrelerinde G7’yi aşan küresel bir ülkeler birliğinden bahsedebiliriz ve bu gezegenimizin ekonomik geleceğiyle ilgilidir. Ortak hedeflerine ve çok kutuplu bir dünyaya odaklanmalarına ve kendi kimliklerini korumalarına rağmen; BRICS ülkeleri, özellikle komşularıyla çeşitli rekabet biçimleri ve toprak zorluklarıyla karşı karşıyadır.

Her ikisi de büyük gelişmekte olan ekonomiler olan Çin ve Hindistan, küresel pazarlarda ve gelişmekte olan ülkelerde nüfuz için rekabet ediyor ve birbirleriyle toprak anlaşmazlıkları var. Rusya ve Güney Afrika arasında jeopolitik gerginlikler Özel Askeri Operasyonun başlangıcından bu yana ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin her alanda yakın ortaklardır, ancak her iki ülkenin bireysel siyasi gündemlerinde, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri gibi, çatışabilecekleri alanlar vardır. Aynı zamanda Hindistan ve Çin, Rusya’nın diplomatik çabalarının da yardımıyla uzun süredir devam eden sınır sorunlarını çözmede ilerleme kaydettiklerini duyurdular ve bu zirvede önemli bir başarıydı.

BRICS ülkeleri ve gelecekteki ortakları, Filistin’e desteklerini ilan ederken; dünyanın dört bir yanındaki yaklaşık iki milyar Müslüman Kazan’daki olayları izledi. Zirve sırasında, birçok delegasyon başkanı Filistin’e, Orta Doğu’ya, hızlıca barışçıl şekilde bir arada yaşamayı ve BM sözleşmelerine uyumu gerektiren çok hassas ve kırılgan bir bölge olarak büyük vurgu yaptı. Bu doğrultuda zirvede Filistin meselesinin dünya Müslüman toplumu için önemini vurgulayan güçlü bir sonuç bildirgesi kabul edildi.

Brezilya, Venezuela’nın BRICS ile yakınlaşmasından pek memnun değil ve bu durum, onu Pakistan gibi “Ortak Ülkeler” listesinde göremememizin başlıca nedenlerinden birisidir (13 ülke BRICS ortak ülke statüsü aldı. Bunlar Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Cezayir, Belarus, Bolivya, Küba, Endonezya, Malezya, Nijerya, Tayland, Uganda ve Vietnam’dı). Ek olarak BRICS’te farklı ülkelerin ve medeniyetlerin dünya düzenine ilişkin farklı fikirleri olması nedeniyle G7 ile çatışma platformu olmayacak.

Öte yandan politikasını dünyadaki tüm çatışmaların çözümü üzerine kuran; ancak Pakistan ile ilgili konulara nadiren değinen Narendra Modi var… Çünkü aralarında uzun yıllardır bir çatışma var ve aynı zamanda Çin ile Rusya, Pakistan’ı BRICS ortağı olarak tanıtıyorlar.

Bu nedenle, BRICS’in ticaret cirosunu artırma, karşılıklı yatırımlar (çatışmaları önlemek için, belirli bölgelerdeki etki alanlarının sınırlandırılması konularını “kıyıda” çözmek gerekir), sosyo-insani değişimlerin birbirimizi daha iyi tanımamızı ve belki de bazı ülkeler söz konusu olduğunda “baltayı gömmemizi” ve ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin “yumuşak güç” yoluyla yaptığı kültürel genişlemeye yönelik olası müdahaleleri düzenlememizi sağlayacağı gibi karşılıklı olarak faydalı işbirliği alanlarını teşvik etmesi gerektiğine inanıyorum.

Öte yandan Güney Amerika, sosyal, politik, ekonomik olarak her anlamda çok istikrarsız ve ABD’nin güçlü etkisi altında. BRICS platformuna geldiğinizde tüm bunları unutmanız gerektiğini; çünkü büyük resmi ve küresel gündemi düşünmeniz gerektiğini hatırlamak önemlidir. Ve gerçekten barışçıl olarak adlandırılabilecek olan Kazan Zirvesi, BRICS+ formatındaki bazı katılımcıları, örneğin Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’i, barış antlaşması, sınır belirleme ve diğer karşılıklı ilgi konular da dahil olmak üzere ikili barış gündemini ilerletmeyi tartışmak üzere bir araya getiren bir toplantı oldu ve daha önce duraklamış olan karşılıklı sorunları çözmek için müzakere etmeye teşvik etti.

Bugün, bildirge halihazırda ulusal para birimlerindeki koşullu rezervler için mevcut mekanizmalarını da açıklıyor. Bunlar: IMF ve Dünya Bankası gibi mevcut kurumlar kadar büyük ve kapsamlı olmasa da; onlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. BRICS Pay mekanizması da başlatıldı: Çin’in CIPS (Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi) sistemine ve uluslararası SWIFT sistemine benzer bir ödeme sistemi projesi olan BRICS Pay, uluslararası ödeme kartları Visa ve Mastercard veya Rusya’nın MIR, RuPay’i ile Çin’in UnionPay gibi ulusal banka kartlarıyla birlikte çalışabilir ve BRICS+ ülkelerinde kullanabilecek halde olacak.

Gelişmekte olan ülkelerin katılımıyla kolektif çözümler bulmanın doğrudan, açık ve etkili bir yolu, ulusal para birimlerinin giderek yaygınlaşan kullanımıyla de-dolarizasyondur ve bizim için yeni bir rezerv para birimi dediğimiz şeye ihtiyacımız var. Çok sayıda medeniyet ve kültürün temsilcilerinin, bilinçaltında kendi ülkelerinin refahı için kendi gündemlerini tanıtmak istedikleri birleşmeleri, yalnızca Küresel Güney ülkeleri için açık olan konularda; örneğin BM Güvenlik Konseyi reformu veya iklim değişikliği (Burada Vladimir Putin de yeşil gündemi topluma zarar vermek için kullanma konusundaki açıklamasında dikkatlice ima ettiğini hatırlatalım) birleşik bir şeye yönelik kararlar almayı zorlaştırıyor.

BRICS’in rolünün artacağı ve BRICS ülkelerinin halihazırda küresel ekonomik büyümenin itici güçleri olduğu, jeopolitik manzarayı Avrasya’ya ve bir bütün olarak Güney’e doğru kaydırdığı oldukça açık. Mevcut yılın sonuçlarına göre, BRICS’teki ortalama ekonomik büyüme oranı %4 olarak tahmin ediliyor. Bu, G7 ülkelerindeki, sadece %1.7’lik orandan daha yüksek. Ekonomik büyüme oranlarındaki bu kadar farkla, öngörülebilir gelecekte küresel GSYİH’daki ana artış BRICS’te üretilecek. OPEC Plus’da aslında BRICS ülkelerinin bir parçası ve Rusya ve Suudi Arabistan aslında oradaki liderler. Dünya çapında petrol fiyatlarını onlar belirliyor. Ancak çoğu ticaret platformunun bununla mücadele etmek için çıkarlarını lobi yapan Batılı şirketlere ait olduğunu hatırlamakta fayda var ve birleşmek gerekiyor.

BRICS, BM’nin aksine, herkesin aynı masada oturması ve üye devletlerin daha adil bir şekilde temsil edilmesiyle eşit bir sese sahip olması bakımından farklı. Belki de BRICS, gelecekte tüm BRICS ülkeleri tarafından savunulan reformu gerçekleştirerek, BM’ye bir alternatif olabilir. Ancak bu uzun bir süreç olacaktır.

Sorunlarını ve toprak anlaşmazlıklarını kabul eden BRICS ülkeleri, küresel işbirliğinin ortak gündemine odaklanmayı hedefliyor. 1 Ocak 2024’ten itibaren birliğe yeni ülkelerin de dahil olmasıyla, ortak bir hedef adına güçlü bağlar ve diyalog kurulmalı, sadece ‘a priori’ değil, böyle bir format olmamalı, Birlik’in çeşitli alanlardaki işbirliğinin önceliği ile Anglo-Sakson ideolojisine dayalı bir birlik olarak temellendirilmemelidir. Birliğin ortak çıkarları teşvik etme ve eşitlik ve saygıya dayalı çok kutuplu küresel yönetişimi teşvik etme konusunda muazzam bir potansiyeli var.

Zirvede imzalanan mutabakat aynı zamanda herhangi bir katılımcının ulusal çıkarlarının garanti altına alınmasının da bir garantisidir.

İlber Vasfi Sel: Nina Hanım, oldukça geniş ve bilgilendirici cevaplarınız için Harici olarak teşekkür ederiz.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

Yayınlanma

Rusya Federasyonu’nun Kazan şehrinde düzenlenen 16. BRICS Zirvesine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımı ve daha öncesinde Türkiye’nin gruba üyeliği konusundaki tartışmalar, gündemi meşgul ederken; konuyu Rusya’nın önde gelen Türkiye uzmanlarından Moskova Devlet Dilbilim Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Sosyal – Siyasi Bilimler Fakültesi Bölge Çalışmaları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mariya Kolesnikova’ya sorduk.

İlber Vasfi Sel: Mariya Hanım, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için Harici olarak teşekkürlerimizi sunarız. BRICS Zirvesi kapsamında yaşanan gelişmeler hakkında size bazı sorularımız olacak. Türkiye’nin BRICS üyeliği talebini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu Türkiye’de çokça tartışılıyor. Bazıları Batı ile iyi ilişkilere sahip olan, NATO üyesi Türkiye’nin bu hamlesini denge politikası ya da ‘stratejik bağımsızlık’ arayışı olarak değerlendirilirken, bu hamlenin Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırabileceğinden endişe duyanlar da var. Siz ne düşünüyorsunuz? 

Mariya Kolesnikova: Uluslararası ilişkiler sisteminin mevcut gelişme aşaması, küresel süreçlerin hızlanması ve yeni entegrasyon etkileşim formatlarının oluşumu, Türkiye’nin diplomatik faaliyet yelpazesinin genişlemesine katkıda bulunmaktadır. Ankara’nın dış politikasının çeşitli yönlerinin karşıtlığı, uluslararası çıkarlarının karmaşık yelpazesini Batı’ya veya Doğu’ya doğru hareket etme arasındaki dar bir çerçeveye oturtma girişimleri doğru değil. Gerçekte, ideolojik açıdan, Türkiye bu kutupların hiçbirinde hareket etmiyor. Herhangi bir yönde elverişli bir güç dengesi yarattığında harekete geçirdiği geniş bir “yerel” strateji cephaneliğine sahip.

Ankara, ikili temas mekanizmalarıyla birlikte etkili ve çok değişkenli olarak değerlendirilen bölgesel yapılara katılım yoluyla Batı dışı dünyadaki uzun vadeli çıkarlarını korumayı amaçlıyor. Ek olarak bu bağlamda BRICS, girişimlerini ana hatlarıyla belirtmek ve “Batı dışı” ülkelerle diyaloğu güçlendirmek için önemli bir bölgesel platformdur. Ayrıca BRICS, Türklerin yeni dünya düzeni vizyonunun eşsiz “mihmandarlarından” biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye, küresel süreçlerden izole olmaktan kaçınırken, herhangi bir güç eksenine doğrudan tabi olmayan bağımsız bir küresel oyuncu olarak kendini konumlandırmak istiyor.

Aynı zamanda askeri-politik ve ekonomik açıdan Türkiye, bazı yasal olarak bağlayıcı anlaşmaların, ticaret ve finansal bağımlılık unsurlarının varlığı nedeniyle şüphesiz Batı bloğuna doğru çekiliyor. Ankara’nın belirli anlarda BRICS faktörünü Batı ile diyalogda müzakere pozisyonlarını güçlendirmek için kullandığı da şüphesizdir. Aynı zamanda, Türkiye için bu iki dış politika yönünün prensipte birbirini dışlamadığını ve her birinin paralel gelişimiyle derinden ilgilendiğini anlamak gerekir. Dolayısıyla, Türk siyasetçilerin BRICS formatına katılım hakkındaki açıklamaları, “üçüncü yol” için ideolojik arayışın bir yansıması değil, Ankara’nın dış ilişkilerde belirli bir özerkliğe ulaşma hedefinin bir parçasıdır.

Bu birliğin Türkiye açısından bir diğer avantajı ise, katı ideolojik ve hukuki çerçevelerin olmaması, Türk diplomasisinin esnek üslubuyla uyumlu olması ve pratikte gördüğümüz gibi siyasal duruma göre kullanılabilmesidir.

İlber Vasfi Sel: Peki bu bilgiler ışığında, zirveyi de hesaba katarak, Türk – Rus ilişkilerini kısaca değerlendirebilir misiniz?

Mariya Kolesnikova: Türkiye’nin manevralara dayalı dış politika davranışı, bir yandan ikili ilişkilerde diyalog istikrarsızlığı atmosferini yaratırken; diğer yandan ortak zemin arayışına ve bulunmasına olanak sağlıyor. İki liderin “büyük olayların arasında” görüşmelerinin artık geleneksel hale gelen formatı, ikili müzakere gündeminin doldurulmasının karmaşıklığını gösterebilir. Bankacılık işlemlerindeki zorluklar, ki bu da Türkiye ve Rusya iş çevreleri arasındaki ticaret ve ekonomik ortaklık için sorunlar yaratıyor, Türkiye – Ukrayna askeri-teknik işbirliğinin artması, Akkuyu Nükleer Enerji Santrali için çözülmemiş ekipman tedarik sorunu gibi birçok konu hala bir “yük” gibi asılı duruyor. Aynı zamanda, küresel bir çatışmanın alevlenmesi tehdidi bağlamında, orta vadede Moskova ve Ankara’nın, yakın zamanda gerçekleşen BRICS Zirvesi’nin “arasında” belli bir ölçüde gösterildiği gibi, her iki başkentin çıkarlarına uymayan varoluşsal bir krizi önlemek için pozisyonlarını ve çabalarını uyumlu hale getirmek için karşılıklı girişimlerde bulunmaya devam edeceklerine inanıyoruz.

İlber Vasfi Sel: Türk kamuoyunu aydınlatan yorumlarınız kıymetli zamanınızı bize ayırdığınız için çok teşekkürler.

Röportajlarımız devam edecek. BRICS haberleri için Harici’yi takipte kalın.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 1: Bağımsız BRICS ödeme sistemi başarıya ulaşabilir mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English