Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Japonya Büyükelçisi, Türkiye ile ilişkilerin 100. yılında Harici’ye konuştu

Yayınlanma

 Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Takahiko Katsumata, Türkiye-Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 100. yıl dönümünde Harici’ye konuştu!

İlk olarak Türkiye ve Japonya, diplomatik ilişkilerde bir asrı tamamladı. Geçmişten bugüne bu yüz yılı nasıl özetlersiniz?

Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümü olan 2024 yılı, iki ülkenin karşılıklı geliştirdikleri dostluk üzerine düşünmeleri ve gelecek için ilişkilerini daha da güçlendirmeleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Elbette iki ülke arasındaki dostluğun yüz yılı aşkın uzun bir geçmişi var, ancak iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler ilk olarak, Lozan Antlaşması’nın Japonya’da yürürlüğe girdiği 1924 yılında başlamıştır. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca iki ülke pek çok zorlukla karşılaşmış ancak her zaman birbirine yardım eli uzatmıştır.

Son yıllarda, Japonya ve Türkiye ilişkileri; siyaset, ekonomi, afet önleme ve kültür gibi geniş bir yelpazede artarak gelişim göstermektedir. Türkiye’de ilk kez sismik izolasyon teknolojisi kullanılarak, Japon Yen Kredisi’yle yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü (İkinci Boğaz Köprüsü) ve İstanbul’da yüz elli yıllık bir hayalin gerçekleştirilmesi olarak nitelendirilen Marmaray tüp geçidi, Japonya’nın ekonomik işbirliğiyle inşa edilmiştir. Ayrıca, 1999 yılındaki Marmara Depremi, 2011 yılındaki “Büyük Doğu Japonya Depremi” ve son olarak 2023 Şubat ayında Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen büyük depremler gibi doğal afet zamanlarında da, Japonya ile Türkiye “Dost, kara günde belli olur” atasözünde ifade edilmiş olduğu üzere, zor koşullarda birbirlerine destek olmuşlardır. Bundan böyle de çeşitli alanlarda ikili ilişkileri güçlendirmeye devam etmeyi ve ülkelerimiz arasında daha fazla işbirliğini teşvik etmeyi umuyoruz.

‘Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerini araştırıyoruz’

Bu son derece pozitif cevap için teşekkür ediyorum Sayın Büyükelçi. Diplomatik ilişkiler gayet güzel, kültürel ilişkiler gayet güzel, insani yardım gerektiğinde birbirimize yardım eli uzatıyor olmamız gayet güzel fakat ekonomik ilişkilere gelince karşımıza farklı bir tablo çıkıyor maalesef. Dış ticaret hacminin istenilen düzeyde olmadığını söylüyor Türkiye tarafı. Sizce bunun sebepleri neler? Neden dış ticaret istenildiği kadar ilerletilmiş değil? Ayrıca, malum Japonya teknolojisi çok gelişmiş durumda. Konutunuza çekime gelir gelmez de bizim kameramıza baktınız, markası Japon markası mı diye.  Türkiye Japonya’nın teknolojik ürünlerini çok büyük miktarlarda ithal ediyor. Türkiye’de 250 civarında Japon firması var faaliyet gösteren fakat aynı şeyi Türk firmaları için söyleyemiyoruz. Ekonomik ilişkileri siz genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? İmalat sektöründe burada üretimde çok güçlüsünüz. Japonya olarak ne var gündeminizde? Yeni yatırımlar var mı gündeminizde?

Türkiye ve Japonya arasındaki ilişkilerinin büyük bir alanı olan bu ekonomi ilişkileri, ticari ilişkiler, teknoloji konularını biraz anlatmak istiyorum.  Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacmi, 2023 yılında 6,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve bu değer 2013 yılından günümüze kadarki en yüksek seviye olarak kayıtlara geçmiştir. Ülkede faaliyet gösteren Japon firmalarının çoğu imalat sektöründe kullanılan ekipman ve parçaları Japonya’dan Türkiye’ye ihraç etme eğilimindedirler. Bu firmalar, Türkiye’yi bir üretim üssü olarak değerlendirerek, buradan üçüncü ülkelere ihracat yapmaktadırlar. İlaveten, Japon ve Türk firmaları arasındaki işbirliğinin yarattığı sinerjiinin de Türk ekonomisine katkı sağladığını düşünmekteyim.

İlerleyen süreçte iki ülke firmalarının işbirliği yapabileceği alanların bir kat daha artacağı kanaatindeyim. Bilhassa, iki ülkeyi de yakından ilgilendiren ortak konularda daha güçlü işbirliklerinin ortaya çıkması beklentisi içerisindeyim. Bunlara örnek olarak; iki ülke vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumaya yönelik hayati konulardan biri olan afet önlemleri ile enerji ve iklim değişikliğini sıralayabiliriz. Bu alanlarda iki ülke arasındaki işbirlikleri derinleştirilebilirse, iki ülke firmalarınca tesis edilecek çalışma ortaklıklarının Türkiye sınırları içerisinde kalmayarak, dünya ölçeğinde genişleyeceğine inanmaktayım. Japonya ve Türkiye günümüze kadar işbirliklerini teşvik etmiş, başta Orta Asya olmak üzere üçüncü ülkelere yönelik işbirliğine büyük önem vermiştir. Risklerden korkmayarak zorluklar karşısında kararlılıkla mücadele eden Türk şirketleri, üstün teknoloji ve bilgi birikimine sahip Japon şirketleriyle birlikte hareket ederek yeni katma değerler yaratabilir ve kazan-kazan ilişkisi tesis edebilirler. Son dönemde, Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerinin yanı sıra, Afrika ve Orta Asya’daki üçüncü ülkelere yönelik işbirliği imkanları hakkında da karşılıklı olarak araştırmalara başlanmıştır. Bu tür iş olanaklarının daha da gelişeceğini ümit ediyoruz ve bunun için Büyükelçilik olarak elimizden gelen her türlü desteği vermekte kararlıyız.

‘Ticaretin, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgelere genişlemesi arzu ediliyor’

Dışişleri Bakanı Kamikawa Yoko, Japonya-Türkiye Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın (EPA) en kısa zamanda imzalanması gerektiğini belirtmişti. Bu taslak bir süredir askıda. Beklenen takvim nedir? Bu Anlaşma, dış ticarette hangi avantajları sağladı ve nasıl gelişmeler doğurdu?

‘Ekonomik Ortaklık Anlaşması’ (EPA), iki ülke arasındaki ihracat ve ithalata bağlı olarak ortaya çıkan gümrük vergilerinin kaldırılması veya azaltılması gibi konuların belirlendiği bir ‘Serbest Ticaret Anlaşması’nın kapsadığı konulara ilaveten, yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi, fikrî mülkiyet haklarının daha güçlü bir şekilde korunması gibi konuları da içeren kapsamlı bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın, stratejik ortaklar olan Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret ve yatırımı teşvik edecek güçlü bir lokomotif olacağına inanıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin coğrafi olarak çeşitli bölgesel pazarlara, Japonya’nın ise ASEAN ülkeleri gibi hızlı bir şekilde gelişmekte olan Asya ülkelerine kolay erişebilme imkânı bulunmaktadır. Bu sebeple Japon firmaları açısından bakıldığında bu anlaşmanın, sadece iki ülke arasındaki ticaret ile sınırlı kalmayarak, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgeler başta olmak üzere üçüncü ülkelerdeki ticari genişlemeyi de desteklemesi arzu edilmektedir. Bu şekli ile anlaşma, Japon firmaları açısından gelecek vizyonu da dahil olmak üzere, son derece kıymetli ve etkilidir. Aynı şekilde, Türk firmaları açısından bakıldığında da, Japon firmaları ile gerçekleştirilecek işbirlikleri, ülke içi ve dışında yeni iş geliştirme olanaklarını ortaya çıkarmış olacaktır. Ayrıca, ihracat teşvik edilmiş ve istihdam arttırılmış olacaktır. Bu sebeple bahse konu anlaşmanın kazan—kazan etkisi doğuracağı düşünülmektedir.

Peki Türk iş dünyası Japonya pazarında hangi fırsatları değerlendirebilir?

Diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Japon pazarının yabancı şirketler açısından çekici yanlarından biri, ülkedeki ulaşım, enerji, bilgi ve iletişim altyapılarının gelişmiş olmasıdır. Böylesine istikrarlı bir ekonomik ortamın, gelecekte Japonya’da iş yapmayı düşünen Türk şirketleri için önemli olduğuna inanmaktayım. Ayrıca, Türk şirketlerinin Japonya’da yeni bir alanda iş yapmanın zorluklarına göğüs gerebileceğini düşünmekteyim. Dahası, Japonya pazarı, dünyanın en büyük pazarlarından biri olması nedeniyle de yabancı şirketler için son derece caziptir. Örneğin, Türkiye’nin güçlü sektörleri olan otomotiv ve imalat sanayinin Japonya pazarında da çeşitli iş fırsatları yakalayacağına inanıyorum.

İki ülkenin eğitim, kültür ve turizm alanındaki işbirliklerini geliştirme girişimleri hangi aşamada?

Öncelikle, eğitim alanından bahsedecek olursam, şu anda Japonya’da toplam 270.000 yabancı öğrenci bulunmaktadır. Japonya’da bulunan Türk öğrenci sayısı toplam yabancı öğrenci sayısına göre halen azdır. Ancak bu sayı her geçen yıl artmaktadır ve bu yıl Orta Doğu bölgesinden gelen yabancı öğrenciler arasında Türkiye’den gelenlerin sayısı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Japonya Büyükelçiliği de Japonya Hükümeti (Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı: MEXT) tarafından yürütülmekte olan burslu yabancı öğrenci sistemi çerçevesinde her yıl lisans ve araştırma öğrencilerini, Japonca ve Japon kültürü araştırma öğrencilerini, öğretim üyelerini ve genç devlet memurlarını Japonya’ya davet etmektedir. Ayrıca, eğitimlerini Japonya’da tamamlamış ve Japonya ile Türkiye arasında çeşitli alanlarda bir dostluk köprüsü olarak aktif bir rol oynayan kıymetli mezunlar da mevcuttur.

Gerek Türkiye gerekse Japonya dünya standartlarında turizm ülkeleridir. Geçtiğimiz Mart ayında ‘Türkiye-Japonya Turizm İş Birliği Diyaloğunun ikinci toplantısı Japonya Turizm Ajansı ile Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müştereken düzenlenmiş, iki ülke diplomatik ilişkilerinin tesisinin 100. yıl dönümünün kutlandığı 2024 yılında karşılıklı temasların genişletilmesi konusunda mutabakata varılmıştır. İlaveten, Japon havayolu şirketi All Nippon Airways (ANA), gelecek yıl 12 Şubat’tan itibaren İstanbul seferlerine başlayacağını ilan etmiştir.

Önceki sorunuzda yanıtladığım gibi, bu yıl Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümüdür. Söz konusu yıldönümünü kutlamak üzere hem Türkiye’de hem de Japonya’da çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de geçtiğimiz altı ay içinde, yalnız Ankara ve İstanbul’da değil diğer illerde de sergi ve konser gibi Japon kültürünü tanıtan pek çok etkinlik düzenlenmiştir. Gelecekte başka etkinliklerin de yapılması planlanmaktadır. Japon kültürüne ilgi duyanların yanı sıra, daha önce Japon kültürünü tanıma imkânı olmayanların da bu gibi etkinlikler vasıtasıyla Japon sanatı, mutfağı, dili ve buna benzer Japon kültür unsurlarıyla tanışmalarını ve kendilerini Japonya’ya daha yakın hissetmelerini diliyorum.

‘Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldı’

Biraz daha bölgesel bazlı konuşacak olursak Asya-Pasifik bölgesinde Türkiye ve Japonya birlikte ne yapabilir, nasıl bir rol üstlenebilirler? Burada hangi işbirliği alanları öne çıkar?

Hukukun üstünlüğüne dayalı mevcut uluslararası düzene güç kullanılarak meydan okunması, Doğu Asya da dâhil olmak üzere dünyanın her yerinde ortaya çıkabilecek bir meseledir. Nitekim Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarını hızla geliştirmesi ve Çin’in, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ndeki statükoyu güç kullanarak tek taraflı olarak değiştirmeye yönelik girişimleri devam etmekte ve Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldığını göstermektedir.

Bu çerçevede, Türkiye gibi hem demokrasi hem de önemli deniz alanlarıyla çevrili denizci bir devlet olan Japonya, güçten ziyade hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir deniz düzenine önem vermekte ve bunu gerçekleştirmek için Türkiye ile işbirliğini derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu alandaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinde, iki ülke arasında çeşitli istişari çerçeveler bulunmaktadır. Mesela Japonya-Türkiye Denizcilik İstişareleri’nin ilk turunda, Japonya’nın “Hür ve Açık Hint-Pasifik Politikası” ve Türkiye’nin geliştirdiği “Yeniden Asya Girişimi” ile işbirliği olasılığı ele alınmıştır. Bu yıl mart ayında gerçekleştirilen ikinci turda ise, iki taraf Doğu ve Güney Çin Denizleri’ndeki durum ve Türkiye’nin etrafındaki sular da dâhil olmak üzere çeşitli denizcilik konularında görüş alışverişinde bulunmuştur. Ülkelerimiz arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümünü kutladığımız bu yıl vesilesiyle, karşılıklı üst düzey ziyaretleri ve bu tür görüşmeleri artırmak istiyoruz.

‘Türkiye-Japonya Enerji Forumu Tokyo’da yapılacak’

Türkiye-Japonya Enerji Forumundan da bahseder misiniz?

Türkiye de Japonya gibi enerji kaynakları anlamında büyük ölçüde yurt dışına bağımlı ve enerji ithalatçısı bir ülke konumundadır. Dolayısıyla istikrarlı enerji tedarikinin sağlanması önemli bir konudur. Ülkemizde 2050 yılında karbon nötrlüğünü sağlamak amacıyla karbondan arındırmaya yönelik çeşitli politikalar uygulanmaktadır. Ayrıca, 2050’yi göz önünde bulundurarak, bir yandan da 2030 yılı azaltım hedeflerine ulaşmak için nükleer enerji ve yenilenebilir enerji başta olmak üzere, temiz enerjiden yararlanmaya yönelik girişimler ve teknoloji geliştirme çalışmaları yürütülmekte, kapsamlı olarak enerji tasarrufu teşvik edilmektedir. Bunlara ilaveten, özel sektörde enerji ve karbondan arındırma ile ilgili çeşitli girişimler değerlendirilmekte ve uygulanmaktadır. Buradan hareketle, enerji konusunun ülkemiz ile Türkiye’nin ortak bir sorunu olduğuna ve bu bağlamda Türkiye ile işbirliği yapılabilecek çok geniş alanlar olduğuna inanmaktayım.

Başta hidrojen gibi yeni nesil enerjiler olmak üzere, yenilenebilir enerjiler gelecekte iş birliği yapılabilecek, umut vadeden alanlar olarak düşünülebilir. Enerji sektörünün iki ülke arasındaki çerçevesi, Japonya Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanı Sayın Nishimura Yasutoshi’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Alparslan Bayraktar ile Türkiye-Japonya Enerji Forumunun başlatılmasına ilişkin imzaladıklarıOrtak Bildiri aracılığıyla oluşturulmuştur. Hali hazırda her iki ülkenin hükümet yetkilileri, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümün olması hasebiyle, bahse konu etkinliğin, bu yıl Tokyo’da düzenlenmesi için hazırlık yapmaktadır. Bu faaliyetlerden istifade ederek, iki ülke arasında enerji alanındaki işbirliği imkanlarının ortaya çıkarılmasını arzu ederim.

‘Bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir’

Sayın Büyükelçi, şunu da sormam lazım, Çin ve Kuzey Kore konusuna değindiniz,, dünyada değişen bir güvenlik paradigması var. Amerika’da seçim sonuçları tamamen Amerika’nın dış politikasını ve güvenlik politikasını etkileyecek belki de. Rusya-Ukrayna Savaşı, yeni cepheler, yeni ittifaklar… Güvenlik alanında çok fazla konsolidasyon halinde şu anda ülkelere baktığımızda. Peki, Japonya’nın savunma politikası ne? Japonya’nın savunma prensibi ne? Japonya daha önce NATO ile işbirliğini değerlendirebileceğini de dile getirmişti. Türkiye NATO üyesi. Hem güvenlik konusunda prensipleriniz ve politikalarınız hem de Türkiye ile gelecekte güvenlik alanında nasıl işbirlikleri ortaya çıkar? Biraz daha bunu açabilir misiniz?

Bu savunma ve güvenlik alanı çok önemli. Türkiye ile Japonya arasında hemen hemen 8.500 km mesafe olmasına rağmen artık böyle küresel bakımından savunma, güvenlik durumu çok gerginlik içinde bulunuyor. Ya Asya-Pasifik ya bu Avrupa, Ortadoğu Türkiye’nin her tarafında oluyor. Bunların arasında bizim işbirliğini düşünmemiz gerekiyor. Bundan başlayıp şimdi biraz daha anlatmak istiyorum.

Giderek daha ciddi hâle gelen Doğu Asya’daki güvenlik ortamı ve Ukrayna’daki durumdan hareketle, 2022 yılında yeni güvenlik politikasını belirten 3 stratejik belgesinin hazırlanmasından başlayarak, geçtiğimiz yıl aralık ayında düzenlenen Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Savunma Teçhizatının Nakline ilişkin 3 ilke ve çalışma kuralları güncellenmiş böylece Japonya’nın lisans üretimi yaptığı savunma teçhizatının lisans ülkelerine ihracatı mümkün kılınmıştır. Aralık 2022’de ise, 2035 yılına kadar Japonya, İngiltere ve İtalya’nın yeni nesil savaş uçağını ortaklaşa geliştirmeleri kararlaştırılmış, bu yıl nisan ayında da söz konusu uçağın başka ülkelere ihracatı mümkün olmuştur.

Bu çabaları yürütmekle birlikte, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’nın “barış ülkesi olma” vasfında hiçbir değişiklik yoktur. Japonya’nın, sadece savunmaya odaklanarak başka ülkelerle beraber refaha kavuşma niyeti ve buna dayalı dış politikası değişmeyecektir. Bu bağlamda, “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı ortamda Japonya, “bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir” kaygısıyla Hint-Pasifik bölgesinde güvenlik işbirliğini güçlendirmeye gayret göstermektedir.

Ayrıca, şu anda Japonya’da NATO standardına uygun savunma teçhizatına yönelik ilgi artmaktadır. Dolayısıyla gelecekte bu alanda Türkiye ile işbirliği yapabileceğimizi düşünüyorum. Öncelikle, Japonya ve Türkiye’nin savunma politikalarından sorumlu yetkililer arasında bu politikalar üzerine ciddi müzakerelerin yapılması elzemdir. Bu yıl mayıs ayında güvenlik politikasından sorumlu Başbakan Özel Danışmanı Ishihara Hirotaka Türkiye’yi ziyaret ederek, Millî Savunma Bakan Yardımcısı Sayın Alpaslan Kavaklıoğlu ile bir araya gelmiş, güvenlik alanındaki ikili işbirliği ve savunma işbirliği gibi konular üzerine görüş alışverişinde bulunmuştur.

‘Japonya, stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri ile işbirliğini güçlendirecektir’

NATO’nun Asya Pasifik’teki ortaklarıyla işbirliğini geliştireceğini açıklamasının önemi nedir, Japonya Hükümeti bu durumu nasıl karşılıyor?

Mevcut uluslararası düzenin büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı bu ortamda, NATO’da Hint-Pasifik bölgesine yönelik ilgi ve angajman artmaktadır. Japonya-NATO iş birliği açısından ise Şubat 2023’te meydana gelen depremlerin akabinde Türk Hükûmeti ve NATO’dan gelen taleplere karşılık Japonya, Öz Savunma Kuvvetleri uçağını görevlendirmiş ve NATO ile ilk kez yürütülen bir işbirliği olarak Uluslararası Acil Yardım Faaliyetini (acil yardım malzemelerinin sevkiyatı) gerçekleştirmiştir. Ayrıca, Japonya 2022 yılından beri devamlı olarak NATO Zirve Toplantısı ve Dışişleri Bakanları Toplantısı’na davet edilmektedir. Japonya, NATO’nun kuruluşunun 75. yıl dönümü olan bu yılın temmuz ayında düzenlenen Zirve Toplantısı’nda, Avrupa ve Pasifik bölgesinin güvenliğinin Hint-Pasifik bölgesinin güvenliğinden ayrılamaz olduğu anlayışını çok sayıda devlet ve hükûmet başkanıyla paylaşmıştır. Buna ilaveten, bahse konu toplantı, Japonya dâhil Hint-Pasifik bölgesindeki ortaklar ile NATO arasındaki devamlı işbirliği ilişkilerinin teyit edilmesine de fırsat olmuştur.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Doğu ve Güney Çin Denizi’nde güç kullanmak suretiyle ve tek taraflı olarak statükoyu değiştirme girişimleri başta olmak üzere, giderek daha ciddi hâle gelen güvenlik ortamı ile başa çıkmak amacıyla Japonya, savunma kapasitesini ciddi bir şekilde güçlendirmeye ve ilave çalışmalara kaynak sağlamak için, toplam bütçe miktarını gayri safi yurt içi hasılanın %2 seviyesine çıkarmaya gayret gösterecek ve aynı değerleri paylaşan müttefikleriyle işbirliğini güçlendirecektir. Bundan sonra da değişen uluslararası güvenlik ortamı ile başa çıkmak, hukukun üstünlüğüne dayalı uluslararası düzenin korunması ve güçlendirilmesi için Japonya, temel değerleri ve stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri başta olmak üzere, tüm müttefikleri ile işbirliğini adım adım güçlendirecektir.

‘Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi’

Japonya’nın G7 dönem başkanlığında Hiroşima’da düzenlenen G7 Zirvesi ve ardından Hindistan’da düzenlenen G20 Zirvesi’ni takiben, bu yıl İtalya’da G7 Zirvesi düzenlenmiştir. Bu zirvelerden sonra Japonya, uluslararası toplumda nasıl bir rol oynamak istiyor?

Geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan New Delhi G20 Zirvesi’nde Japonya, G7 dönem başkanı olarak, G20 dönem başkanı olan Hindistan ile sıkı iş birliği içinde olmuş ve G7 Zirvesi’nin sonuçlarını G20 Zirvesi’ne aktarmak amacını taşıyarak toplantıya katılmıştır. Liderler Bildirisi’nde ise Ukrayna’daki adil ve kalıcı barışın yanı sıra, toprak bütünlüğü ve egemenlik de dâhil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın prensiplerinin korunması hususunda tüm G20 üye ülkeleri arasında görüş birliği sağlanmıştır.

Ayrıca, bu yıl düzenlenmiş olan G7 Puglia Zirvesi’nde de geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan G7 Hiroshima Zirvesi’nde vurgulanmış olan “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin korunması” ve “Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi” konularına tekrar önem atfedilmiştir.

Bu şekilde “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” geleceğinin bir yol ayrımında olduğu bu ortamda, Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği yaparak, uluslararası toplumda bu düzene katılan ve aktif şekilde destek veren ülke sayısını artırmamız gerekmektedir.

Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği için, değerlerimize sıkı bağlılığımızın yanı sıra karşı tarafı anlayabilmek için “hayal gücü” ve “alçak gönüllülük” gerekmektedir. Bu noktada Japonya uzun yıllar boyunca muhatap ülkelerin çeşitliliğini önemseyerek, kültürel ve tarihî geçmişlerine saygı duyarak ve eşit ilişkilerde her sese tek tek kulak vererek titiz bir dış politika yürütmüştür. Küresel Güney ülkelerinin sürece nasıl dâhil edilebileceği hususunda Japonya, bugüne değin diplomatik faaliyetlerde kazandığı güçlü güven ve yüksek beklentiler temelinde aktif rol oynayarak, barışçıl ve istikrarlı uluslararası ortamı inşa edecektir.

‘Japonya, iki devletli çözümü desteklemektedir’

Japonya Hükümeti’nin Gazze’deki durumla ilgili olarak bugüne kadar hangi aksiyonları aldı?

Evet, şimdi bizim küresel topluluğumuz artık 2024 yılında, tarihimizde epey savaşlarımız, sıkıntılarımız her şey vardı da artık Birleşmiş Milletler liderliğinde daha barış ve çok daha uyumlu bir dünya olacağına inanıyorduk. Ancak maalesef etrafımıza baktığımız zaman Ukrayna, Gazze, Suriye her tarafta, özellikle Türkiye’ye yakın ülkelerde öyle durum var. Anlattığım gibi Asya-Pasifik’te de çok gerginliğimiz var. Böyle zaman olsa bile en önemlisi bütün demokrasi ve bu temel değerleri paylaşan Türkiye-Japonya hep böyle aynı fikirde kalan ülkelerin devamlı bir şekilde çaba göstererek ve halka, insanlara bunu anlatarak bütün gücüyle bu tür sorumluluklar almaya çalışmak…

Japonya olarak, çatışmanın devam ettiği ortamda, Gazze Şeridi’ndeki kritik insani durumları ve çok sayıda sivil insanın hayatını kaybetmesini derin endişe ile karşılıyoruz. 1993 yılından beri Japonya’nın Filistin’e yönelik yaptığı yardımlarının toplam miktarı yaklaşık 2,5 milyar dolara ulaşmış ve Ekim 2023’ten beri ise Gazze Şeridi’nde yaşayan insanlar dâhil olmak üzere tüm Filistinlilere yönelik yaklaşık 125 milyon dolarlık insani yardım ve ihtiyaç malzemesi temini gerçekleştirilmiştir. Bunlara ilaveten, İsrail’e defaten görüşlerimizi ifade etmiş ve uluslararası insancıl hukuk dâhil, uluslararası hukuka uyulması, sürdürülebilir ateşkesin sağlanması ve insani durumların iyileşmesi gibi taleplerimizi de iletmiş bulunuyoruz. Ayrıca Japonya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üye ülkesi olarak, geçtiğimiz yıl kasım ayında oylamaya sunulan ve Gazze Şeridi’ndeki çocukların korunmasına odaklanan BM Güvenlik Konseyi kararına “evet” oyu kullanmıştır. Buna ek olarak Japonya, rehinelerin serbest bırakılması ve ateşkesin sağlanması için BM’de de çeşitli diplomatik çabalar göstermektedir. Şu anda meydana gelen trajedileri sona erdirip Orta Doğu bölgesine kalıcı barış ve istikrarı getirmek için İsrail ve Filistin’in barış içinde bir arada yaşamasının dışında bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Japonya, taraflar arası güveni artırmak amacıyla bundan sonra da umudunu kesmeden kendine özgü inisiyatif ve çalışmalar yoluyla, iki devletli çözümün gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır.

Evet, röportajımızın sonuna geldik. Tabii, çok güzel bir sohbet oldu. Değerli vaktiniz için çok teşekkür ediyorum. Ama son olarak şunu da söylemek istiyorum. Japonya Türkiye’deki en aktif büyükelçiliklerden biri. En fazla kültürel etkinlik düzenleyen, karşılıklı kültür alışverişi olması için etkinlikler yapan bir ülke. Büyükelçiliğiniz bu konuda çok aktif. Bizim okurlarımıza bir mesajınız var mı?

Bu sene Japonya Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıl dönümü. Logomuzda bir kalp içinde Türkiye’yi temsil eden lale çiçeği var ve bizim sakura çiçeği var. Ve Japonya Türkiye 100. yılı.

Bunun için siz bir yarışma yapmıştınız değil mi geçen sene?

Evet, tabii Türkiye ve Japonya’da bir yarışma yaptık ve bu son olarak güzel bir logo seçtik.

Peki kim kazandı?

Bir Japon, Japonya’daki ama Türkiye’den de güzel logolar aldı. Onlar da tabii beraber kullanmak isterdik ama logo dersek bir tek olması lazım. Daha şey bakımından bundan olmadı… Ama böylece iş birliğimiz her alanda oluyor. Yalnız böyle Japonya’nın 100. yıldönümü derken logodan başlayıp her gün eğitim okullarda, yerel köylerde, bölgelerde, şaşırdım ki benim bu sene bu etkinlikler için Türkiye’nin her tarafını ziyaret ederek konuşuyorum, orada iletişimimiz devam ediyor ama herkes bana diyor ki çok iyi şey. Onların şöyle bir anlayışı var ve 1890 yılındaki Ertuğrul Fırkateyni trajik bir olaydı ama Japonya’nın yardımıyla hayatta kalanlar tekrar İstanbul’a gelmişler… Böyle hikayeler var, onlar Japonya’yı çok iyi anıyor. Bundan dolayı çok sevindim. Benim için ikinci memleketim olan Türkiye’de böyle güzel hayatımı geçirebildiğim için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli vaktiniz ve Büyükelçilik konutunuzun kapılarını açtığınız için biz teşekkür ederiz.

SÖYLEŞİ

‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’

Yayınlanma

Trump hükümetinin en etkili isimlerinden, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı Guy B. Roberts Harici’ye konuştu: “Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum. Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.”

Önceki Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Programları’ndan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yürüten Guy B. Roberts, ayrıca NATO’nun kitle imha silahları politikasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Nükleer Politika Planlama Direktörlüğü görevlerini de yürüttü.

Guy B. Roberts, ikinci Trump döneminde izlenmesi beklenen iç ve dış politikalara ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Öncelik göç ve vergi politikası olacak’

Donald Trump’ın önceki kabinesinde Savunma Bakan Yardımcısı olarak yakın çalıştığınızı biliyorum. Onun politikalarını önceden nasıl yürüttüğünü biliyorsunuz ve ocak ayından itibaren nasıl devam edeceğini öngörebilirsiniz. Şu anki birincil beklentiniz nedir?

Aslında bu oldukça heyecan verici çünkü Başkan Trump’ın, seçim vaatlerinin hepsini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen ilk odaklanacağı konu, ABD’ye yasa dışı göç ve bunun yanı sıra vergi yapısını yeniden düzenleyerek orta sınıf Amerikalılar için vergi indirimlerini maksimize etmek olacak. Uluslararası alanda ise müttefikler ve ortaklara daha fazlasını yapmaları için baskı uygulamasını ve savunma harcamaları için taahhüt ettikleri, GSYİH’lerinin %2’si veya daha fazlasını harcama sözlerini yerine getirmelerini bekliyorum. Bu, ilk yönetiminde de kilit bir unsurdu ve ben de NATO karargahında onunla birlikteydim. Orada müttefiklerimizin bu konuda adım atması gerektiği üzerine uzun uzun konuştuk. Ekibini kurduktan sonra bu konuların öncelikli olarak ele alınacağını düşünüyorum. Tabii ki ABD sistemi gereği bunun gerçekleşmesi yaklaşık altı ay sürecektir.

‘Trump’ın Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum’

Ukrayna hakkında konuşalım. Trump, Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü verdi. Ekibi bugün bile bu iddiayı tekrarlıyor. Son aylarda savaş Ukrayna için olumsuz bir seyir izlerken, Trump Ukrayna’ya barış getirebilir mi? Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir ateşkesi veya barış anlaşmasını kabul eder mi sizce?

Bu gerçek bir mesele. Trump’ın iddia ettiği gibi bu sorunu 24 saat içinde çözmesinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu çok daha karmaşık bir durum. Ancak, Başkan Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum. Bunu yapacağını öngörebiliyorum; Putin üzerinde bir ateşkesi kabul etmesi ve bu sorunun çözümüne yönelik adımlar atması için baskı yapacaktır. Ukrayna, toprak vermek konusunda hevesli olmayabilir, ancak yeni silah sistemlerinin devreye girmesi gibi mevcut durumu göz önünde bulundurduğumuzda, Rusların Ukrayna’ya attığı son orta menzilli balistik füzeler ve Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırıları, tarafların birbirine taviz verdiği bir tür müzakere için zemin hazırlayabilir. Bu müzakereler başlangıçta en azından bir ateşkes karşılığında bir şeylerden feragat etmeyi içerebilir. Barışın ise 24 saatten çok daha uzun süreceğine inanıyorum.

Görev süresinin sonlarına yaklaşan Başkan Biden, Trump için işleri zorlaştırabilecek bazı önemli hamlelerde bulundu. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ABD yapımı uzun menzilli füzeler kullanmasına izin veren bir yasa tasarısını imzaladı. İkincisi, Rusya’nın uluslararası para transferleri ve enerji ticareti için kritik öneme sahip olan Gazprombank’a yaptırımlar uyguladı. Birkaç diğer banka da yaptırım listesine alındı. Biden, görevinden ayrılmadan hemen önce ne yapmaya çalışıyor? Trump’ın eline bazı “bombalar” mı bırakıyor?

Bunun kesinlikle aklının bir köşesinde olduğunu düşünüyorum. Müzakereler için başarılı bir zemin hazırlıyor, Trump’a bu krediyi vermek istese de istemese de. Yönetimi muhtemelen bunu inkâr edecektir. Ancak, Biden’ın şimdi yetkilendirdiği uzun menzilli ateş gücü, onayladığı askeri teçhizat artışları ve diğer müttefiklere aynı şeyi yapmaları için verdiği cesaretin, başarılı bir ateşkes müzakeresine ulaşmada yardımcı olduğunu ve yardımcı olacağını düşünüyorum.

Trump’ın yaklaşan ikinci dönem başkanlığı hakkında konuşalım, Avrupa liderleri gerçekten hevesli değildi ve bazıları Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönecek olmasından mutlu değil. Yeni bir Trump dönemi için Avrupa’dan nasıl bir yeniden yapılanma bekliyorsunuz?

Bir ittifak perspektifinden bakıldığında, Genel Sekreter Rutte, selefi Genel Sekreter Jens Stoltenberg gibi, müttefiklerin daha fazlasını yapması gerektiği konusunda çok hevesli bir destekçi ve kampanyacı oldu. Genel olarak daha fazlasını yaptıklarını düşünüyorum. Örneğin, şimdi 21’den fazla ülkenin askeri harcamalarının GSYİH’nin %2’sini karşıladığını ve diğer ülkelerin de bu hedefe doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Yeni müttefikler, Finlandiya ve İsveç gibi ülkeler, savunma ve eğitim harcamalarında çok sağlam bir tutum sergilediler; hatta nüfusun olası bir savaş durumunda belirli faaliyetlerde bulunması için kılavuzlar hazırlamaya kadar gittiler. Bu, bence, caydırıcılık değeri taşıyor. İttifakın gönderdiği mesaj şu: Biz bir ittifakız ve herhangi birimize saldırırsanız, hepimize karşı koymak zorunda kalırsınız.

Benzer şekilde, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Vietnam gibi bölgedeki ortaklarla bir koalisyon oluşturma çabalarını gördük. Kısa süre önce onlara bazı eğitim jetleri sattık ve diğer ülkelere de satışlar gerçekleştirdik. Trump yönetimi muhtemelen ittifak oluşturma konusuna daha az, savunma açısından kendi kendine destek sağlayan birebir ilişkilere daha fazla odaklanacaktır. Bu, Trump ve Biden yönetimleri arasında göreceğimiz değişimlerden biri olabilir.

‘Çin’e karşı caydırıcılık için ortaklık stratejisi’

Trump’ın kurumsal diplomasi yerine kişisel diplomasi tercih edeceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, bence Biden yönetiminin koalisyon oluşturma konusuna odaklandığını görebiliyoruz. Örneğin, Beş Göz, NATO ittifakını taklit etmeye çalışan Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü (SETO) gibi 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarındaki benzer bir girişimi andırıyor. Birçok nedenden dolayı SETO işe yaramadı ve dağıldı. Ancak şimdi, Çin’in saldırgan davranışları, Güney Çin Denizi ve diğer bölgelerdeki iddiaları, Tayvan’a karşı saldırgan tutumu ve uluslararası adalet divanının deniz hukuku konusundaki görüşlerini kabul etmeyi reddetmesi, Filipinler ile olan düşmanca ilişkileri ve sınır adaları gibi konular, bu bölgeyi potansiyel bir sıcak nokta haline getiriyor. Çin’in bu şekilde hareket etmeye devam etmesini engellemenin ve caydırmanın tek yolunun bu ilişkileri inşa etmek olduğunun farkında. Bunu yapma konusunda çok fazla istek göreceğimizi düşünüyorum.

Kişisel diplomasi ve kişisel ilişkiler hakkında konuşacak olursak, Trump ve Xi Jinping, Trump ve Macron, Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında potansiyel ilişkileri nasıl tanımlarsınız?

Bu çok önemli bir konu ve Trump Yönetimi’nin tam olarak nasıl ilerleyeceğinden emin değilim. Ancak, Başkan Trump’ın ulusal liderlerle kişisel ilişkilere çok değer verdiğine inanıyorum. Bu yüzden büyük ortaklıklar kurmak yerine birebir ilişkiler kurma konusunda daha rahat ve bu konuda daha istekli olduğunu düşünüyorum.

Trump’ın, stratejik istikrarı sağlamak için önemli gördüğü Güneydoğu Asya, ittifak ortaklıkları, Akdeniz veya başka bir bölgede, çeşitli devlet başkanları ve başbakanlarla birebir görüşmeler yapacağı bir yaklaşımı çok daha fazla göreceğimizi düşünüyorum. Biden Yönetimi’nden daha proaktif bir şekilde kişisel ilişkiler kurmasını bekleyebiliriz.

Trump ve Erdoğan’dan, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliği ve zorluklardan bahsedelim. Özellikle Türkiye için önemli bir konu olan PYD meselesi üzerinden: ABD, bir terör grubunu başka bir terör grubunu kullanarak yenmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye bir NATO müttefiki olmasına rağmen, ABD hala Ankara’nın PYD konusundaki endişelerini göz ardı ediyor. Bu, Türkiye’nin bir numaralı meselesi. Diğer yandan F-35 meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeniden F-35 programına katılabilir mi? Son olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle Filistin’de barışı sağlamada ve İsrail ile savaşı sona erdirmede kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceğini düşünüyor musunuz?

Bana tüm günü alabilecek bir soru sordunuz. Türkiye ile olan ilişkilere ve liderliğine baktığımızda, Türkiye’nin bölgedeki barış ve istikrarı sağlamak için kritik bir ortak olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda çok fazla karmaşa var. Önemli bir mesele, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile uzun vadede görülen ilişkilerinin güçlenmesi, bu da NATO’nun Ukrayna’ya yönelik Rus saldırganlığı ve İran’ın Rusya’ya insansız hava araçları ve füzeler sağlayarak destek vermesi konusundaki pozisyonuyla tutarlı değil.

Aynı zamanda, şu anda Türkiye içinde önemli siyasi kargaşalar var, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. Çözülmemiş konulardan biri, bölgede çeşitli savaşlar sonucunda yerinden edilmiş iki milyon insanla ne yapılacağıdır. Sanırım Başkan Trump, Erdoğan ile bir araya gelerek Suriye sorununu çözmeyi görüşmekten çok ilgilenecektir. Trump, ABD güçlerinin Orta Doğu’nun o bölgesinden çekilmesine olanak tanıyacak bir çıkış stratejisi arıyor gibi görünüyor. Kampanya sırasında bu tür bölgeleri, ABD’nin askeri olarak küresel ölçekte yer aldığı “Sonsuz Savaşlar” olarak nitelendirmişti.

Hamas, Hizbullah ve diğer terörist gruplara gelince, bunlar büyük zorluklar. Abraham Anlaşmaları’nın, tüm bölgenin benimseyeceği bir yaklaşım olacağını umuyordum. Bu da yine Trump’ın ilk döneminde İsrail, BAE, Sudan ve sanırım Fas gibi ülkeleri içeren bir girişimiydi. Bu ülkeler, ekonomik, bilimsel ve mühendislik alanlarında işbirliği yapmak ve bölgede terörist faaliyetlerden ve geçmişte yaşanan nefretin izlerinden arınmış bir barış ve güvenlik ortamını sürdürmek ve yaratmak için bir barış anlaşması imzaladılar. Hatta bu sürece katılmayı düşünen Suudi Arabistan gibi bir ülke bile gördüm; ancak şimdi bu süreç, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in buna verdiği yanıt nedeniyle tamamen durdu. Pek çok kişi İsrail’in tepkisinin olanlara kıyasla oldukça aşırı olduğunu düşünüyor.

Bu gerçekten çok ilginç. Daha önce Ankara’da sizi röportaj için ağırlamıştım, hatırlarsanız. Bir saatlik bir röportajdı ve bu konuyu tartışmıştık. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum; belki izleyicilerimiz o bölümü tekrar izleyebilir. Ancak yine, Batı söylemleri her şeyi 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlamış gibi tekrarlıyor. Kimse 1948’den beri neler olduğunu konuşmuyor. Tamam, moderatör ve sunucuyum ama bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Gerçekten anlamıyorum. ABD hükümeti Abraham Anlaşmaları ile bölgede barışı sağlamayı ve herkesin barış içinde bir dönem için bir araya gelmesini istiyorsa, Filistin’in BM kararlarına göre özgürlüğe sahip olma gereğini kabul etmesi lazım. 1948’den beri devam eden bu baskılar altında Filistin’e bu özgürlük verilmedi. İki devletli çözüm hâlâ beklemede. 7 Ekim’de kaç kişi yaralandı veya öldü? Tam sayıyı bilmiyorum. Ancak uluslararası kuruluşların raporlarına göre şu anda Gazze’de, Batı Şeria da dahil olmak üzere yaklaşık 100.000 kişi öldü. Batı Şeria hâlâ çok sayıda yerleşime tanık oluyor. Yerleşim yerleri ne anlama geliyor? İnsanların topraklarını ve evlerini almak, barışın var olamayacağı bir durum yaratmak anlamına geliyor. ABD, Orta Doğu’ya barış getirmek için iki devletli çözümü uygulaması için İsrail’e neden baskı yapmıyor?

Bu gerçekten çok iyi bir soru ve ele alınması gerekiyor. Zorluk şu ki, ben 1948’e değil, 1917’ye ve bugünkü ortamı yaratan Balfour Deklarasyonu’na geri dönerdim. Bu deklarasyon bir Yahudi yurdunu garanti etti. Sorun şu ki, Hamas, Filistin Yönetimi ve diğerlerinin, İsrail’i yok etmeyi amaçladıklarını belirten tüzükleri var. Bu birincil hedef olduğunda, barış anlaşması müzakere etmek için masaya oturmak çok zor. Bunun ötesine geçip bölgedeki tüm aktörler İsrail’in var olma hakkını kabul etseydi, şahsen inanıyorum ki bahsettiğiniz tüm sorunlar müzakere konusu olabilirdi. İsraillilerin, topraklarına yüzlerce roketin ateşlenmeyeceği ve sürekli terör saldırıları olmayacağı garantisine sahip olmak için oldukça fazla taviz vereceğini düşünüyorum.

İsrail’in meşru bir devlet olarak tanınması ve var olma hakkının kabul edilmesi müzakerelerin kapısını açacaktır. Bence diğer her şey müzakere konusu olabilir ve İsrailliler çok şeyden vazgeçebilir. Ama bu noktada, insan hakları ihlallerinde bulunan gruplar olduğunda—ve açıkça her iki tarafın da savaş hukuku veya insani ihlaller işlediğini söylemekten çekinmiyorum—insanların nefretle dolduğu bir ortam oluşuyor. Sonuç olarak, bu tutum bir sonraki nesle aktarılıyor ve 10 yıl içinde başka bir intifada ya da benzeri bir durumla karşılaşıyoruz; insanlar birbirlerinin boğazına sarılıyor. Burada oturup “Bir çözüm bulabiliriz” demek kesinlikle doğru—bir çözüm bulabiliriz. Ama kimsenin oturup “Tamam, iyi bir anlaşma yapalım” demeye istekli olduğu görünmüyor. Ve bu da gerçekleşiyor gibi görünmüyor. Keşke gerçekleşseydi.

Bence Trump yönetimi, Başkan Trump’ın kişisel müdahalesiyle, herkesin masaya gelmesini teşvik etmek için belirttiğiniz şeylerin bir kısmını müzakere etmek için büyük bir fırsata sahip. Daha önce de insanları masaya getirdik. Geçmişte, Orta Doğu’da kitle imha silahları veya silah kontrolüyle ilgili anlaşmalar yapmaya çalıştık. Harika fikirler bulduk—hepsi orada duruyor. Bunları uygulamak için sadece siyasi irade gerekiyor. Maalesef, bunu yapacak siyasi irade yok. Bu yüzden, sadece denemeye devam etmeli ve bölgedeki liderler arasında, insanların ve kendi çıkarları için oturup kalıcı bir barış tasarlamanın en iyisi olduğuna dair bir fikir birliği oluşturmaya çalışmalıyız. Ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda, 40 yıldır bu konuyu inceledikten sonra söylemeliyim ki, 10 yıl içinde başka bir şiddet döngüsüyle karşılaşma olasılığımız var. Bu, o bölgedeki durumun gerçeği.

Fakat Uluslararası Ceza Mahkemesi  gerçeği var; İsrail Başbakanı Netanyahu için savaş suçları nedeniyle bir tutuklama emri çıkardığını duyurdu. Bu gerçek—on binlerce insandan bahsediyoruz. Hep 50.000 kişi deriz, ama bu sayı neredeyse 100.000 kişi, ve bu gerçekten delilik. Eğer bölgede savaş istemiyorsanız, asıl mesele şu: Kiminle savaştasınız? İran’la mı, Lübnan’la mı, Hizbullah’la mı? Müslüman Kardeşler’i sevmiyorsunuz, vs., ama bunların hepsi özgür bir Filistin devleti sorunuyla bağlantılı. Bu şekilde çözüm olmuyor, olmayacak da. Bu tartışmaya derinlemesine girmek istemiyorum çünkü bunun bir sonu yok.

Son beş dakikamızda Trump’ın dış politikasına geri dönmek istiyorum. İlk döneminde İsrail yanlısı bir tutum sergiledi ve elçiliği Kudüs’e taşıdı. Ancak daha sonra Netanyahu ile olumsuz anlar da yaşadı. 2024 kampanyası için ise bu kez daha fazla İsrail desteğini kazanmış durumda. Bu durum İran ve genel olarak Orta Doğu politikalarını nasıl etkileyecek?

Evet, kesinlikle. Şu anda bölgede en önemli oyuncu aslında İran, çünkü uluslararası terörizmin bir numaralı destekçisi olarak tanınıyor. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından da tanınmıştır. Hamas ve Hizbullah’ı destekliyorlar; her ikisi de uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanıyor. İran’dan İsrail’e roketlerin ateşlenmesiyle, buna karşılık olarak İsrail’in yanıt vermesiyle şiddet sarmalı devam ediyor. Bu durdurulmalı ve barış içinde bir arada yaşama yolları bulunmalı. Ancak bildiğimiz gibi, İran’ın retoriği “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” şeklinde. Bu tür bir tutum barış müzakerelerini uygun hale getirmiyor. “Çözüm bu ve herkes bunu kabul edecek” diyebileceğim bir cevap vermeyi isterdim. Ancak dediğiniz gibi, Orta Doğu’daki sorunlar ve zorluklar hakkında saatlerce konuşabiliriz.
Örneğin, Lübnan’da olan biteni izliyorum ve aslında 1982’ye geri dönüyorum. O dönem Lübnan’daydım. Çeşitli gruplar arasında barışı sağlama girişimimiz oldu. Ardından İsrailliler Beyrut’a saldırarak kuşatma durumu yarattı, bağlantıları kesti. Bu, adeta bir deja vu gibi hissettiriyor. Şiddet döngüsünü nasıl durdurabiliriz? Gerçekten bunu çözmek benim kapasitemin ötesinde. Bu meseleyle uzun zamandır ilgileniyorum ve her çözüm bulduğumuzda, bu çözümler hızla görmezden gelindi. Sonrasında nefret baskın hale geldi. Bu yüzden sadece denemeye devam etmeliyiz ve umarım bir gün o noktaya ulaşırız.

‘Tayvan en büyük anlaşmazlık noktası’

Peki, umut edelim. Son sorum Çin ile ilişkiler hakkında. Trump’ın kabinesinde Çin’e karşı oldukça sert bir tutum sergileyen isimler var. Trump, Çin’e %60 vergi koymayı vaat etti, bu oldukça büyük bir endişe kaynağı. İkinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?

Bence Çin, ABD için birincil uluslararası sorun olacak. Çin’in uzun vadeli stratejisi çok net ve Başkan Xi, Çin’in 2049 yılına kadar dünyanın hegemonu olma arzusunu açıkça belirtti. Bu doğrultuda açıklamalar yaptılar ve bunu gizlemiyorlar. Birçok ülkeyle ilişkiler kurmak için krediler ve çeşitli ekonomik teşvikler yoluyla çok agresif bir politika izliyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki iddialarda bulundular, bu oldukça istikrarsızlaştırıcı. Bu iddialar, uluslararası deniz hukuku ile uyumlu değil. Bölgede birçok ülkeyi deniz toprak iddiaları konusunda taciz etmeye çalıştılar. Bu durum, Vietnam gibi ülkelerin ABD ile güçlü ilişkiler kurmasına yol açtı. Savunma Bakan Yardımcısı olarak yaptığım son gezilerden birinde Hanoi’ye gittim ve Vietnamlıların ABD ile özellikle savunma sektörü konusunda çalışmaya çok istekli olduklarını gördüm. Bölgedeki diğer ülkeler de Çin’in müdahaleci ve zorlayıcı tutumu nedeniyle aynı şekilde hissediyor.

Çin ayrıca Panama Kanalı, Süveyş Kanalı bölgesi, Malakka Boğazı ve diğer stratejik geçiş noktalarında liman tesisleri edinerek güçlü bir küresel ağ kurdu. Düşmanca bir ortamda dünya ekonomisini boğma potansiyeline sahip olabilecek çok güçlü bir varlık oluşturmuş durumdalar. Bu tür şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz ve Amerika Birleşik Devletleri içinde, Çin’in ulusal güvenlik ve dünya çapındaki kolektif güvenlik ilişkisi üzerinde olumsuz bir etkisi olan faaliyetlerini tanıyoruz. Bu konularda Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum.

Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Çin liderliğinin çeşitli açıklamaları, Tayvan’ı tamamen Çin siyasi yapısına entegre etme konusunda güçlü bir baskının devam edeceğini gösteriyor. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Yerli halklar, sömürgecilik ve emperyalizme karşı ayakta’

Yayınlanma

Venezuela’da ve beş asırdan uzun bir süre önce İspanyol imparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Latin Amerika’nın büyük bölümünde ekim ayı, atalarının “Abya Yala” olarak adlandırdığı Amerika kıtasının yerli köklerini andığı tarih.

Ancak, Kristof Kolomb’un gelişinden 500 yıl sonra bugün bile İspanya, yerli halkların ve kültürlerinin soykırımını ve bu toprakların zenginliklerinin yağmalanmasını tanımamaya devam ediyor.

Günümüzde imparatorluk bir başka hegemonik güç olan Amerika Birleşik Devletleri ve bir başka sömürgecilik türü olan, daha ziyade bir kâbus gibi görünen “Amerikan Rüyası” kültürü tarafından temsil edilmektedir, ancak yerli halklara ve Venezuela’yı oluşturan Afro-azınlık halklara yönelik tehdit aynı olmaya devam ediyor.

Ve bu emperyal ve sömürgeci tehdit karşısında Venezuela ve diğer Abya Yala ülkeleri mücadele ediyor, direniyor ve savaşı kazanıyor.

Venezuela’da 2002 yılından bu yana her 12 Ekim’de anılan Yerli Direniş Günü çerçevesinde Venezuela Yerli Halklar Bakanı Clara Vidal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Vidal, aslen Venezuela’nın doğusundaki Sucre eyaletinde yaşayan Kariña yerli halkından ve 2022’den bu yana Yerli Halklar Bakanı olarak görev yapıyor.

Venezuela Yerli Direniş Gününü neden kutluyor?

Bugün bu trajik tarihin önemi üzerine düşünürken, İspanya bugün “Hispanik Günü” adını verdikleri ulusal bir bayramı neşeyle, uçaklarla vs. anıyor. Yani İspanya 90 milyon yerli halkın ölümünü kutluyor, insanlık tarihinin en büyük soykırımını kutluyorlar.

Fakat Venezuela’da bizler, bugüne kadar bir ufuk ve bizi bekleyen muzaffer bir gelecek için savaşan yerli halkların direnişinin başlangıcının 532. yılını anıyoruz.

Bugünün yansıması şudur ki ne İspanyol monarşisi ne de çökmekte olan ABD imparatorluğu, hiçbir şey ve hiç kimse bizi yenemeyecektir, zira 200 yıl önce onları bu topraklardan kovduk, zira artık sömürgecilik ya da emperyalizm istemiyoruz, egemen, hür ve bağımsız olmak istiyoruz.

Bugün Venezuela’daki yerli halkların referansları nelerdir? Ve bunun önemi nedir?

Bugün komutan Hugo Chávez’in, kurtarıcı Simón Bolívar’ın, Büyük Şefler Şefi Cacique Guaicaipuro’nun, yerli halkların direnişinin liderinin topraklarında olduğumuzu söylememe izin verin, zira 532 yıl önce topraklarımız işgal edildi ve neredeyse 90 milyon yerli kardeşimiz bir Avrupa İmparatorluğu tarafından yok edildi.

Tam olarak, yaşadıklarımıza ve atalarımızın yaşadıklarına göre, hür, egemen ve bağımsız bir ülke olduğumuzu, tarihimiz boyunca hiçbir imparatorluğun bizi kontrol etmesine, bize hükmetmesine izin vermeyeceğimizi söyleyebiliriz ve bu nedenle her zaman hatırlamamız gereken temel tarihi referanslarımız arasında:

Yerli Cacique Guaicaipuro’nun, ağabeyimizin mücadelesi, ardından kurtarıcı Simón Bolívar’dan kurtuluşumuz için verilen mücadele ve daha yakın bir zamanda, 4 Şubat 1992’deki “Şimdilik ‘ten sonra 1999’da başkanlığımızı üstlenen ebedi komutanımız Hugo Rafael Chávez Frías’ın özgürlüğümüzü, egemenliğimizi, bugün ve ulusal geleceğimiz için bağımsızlığımızı kurtarması yer alıyor.

Bolivarcı Devrim, yerli halklara nasıl bir rol verdi?

Bolivarcı Devrim bize en önemli şeyi, yani yerli halkların haklarının güvence altına alınmasını sağladı. Devrimin gelişi, yerli halklarımızın her birinin 1999 Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Anayasasında özel bir maddeye sahip olması için mücadele etti ve bunu sağladı. Yerli halkların haklarının tanınması ve bu haklara saygı gösterilmesine yönelik devrimci sürecimizin büyük takdiri işte burada başlıyor. Buna ek olarak, bize kamu politikaları olarak verdiği binlerce araç: Guaicaipuro Misyonu, Yerli Halklar için Halk Gücü Bakanlığı, ki bu uluslararası düzeyde benzersiz bir deneyim. Venezuela özellikle yerli halklar için bir kuruma sahip olma konusunda öncüdür, diğer ülkelerde de bakanlıklar var, örneğin Brezilya’da, ama yolu biz açtık.

Buna ek olarak, yasa koyucularımız var, belediye meclislerinde meclis üyelerimiz var, yerli olan ulusal milletvekillerimiz var. Ulusal, bölgesel ve yerel yasama organlarında sesimizi duyurabiliyoruz.

ABD’nin Latin Amerika’daki varlığı

Latin Amerika’daki diğer müdahaleci kurumların yanı sıra CIA, DEA veya NATO gibi emperyalizm kurumlarının varlığı, işlevlerinin aşırılığına göre değerlendirilmeli. ABD bir ülke olarak değil, her bir ulusun iç politikasına müdahale eden bir örgüt olarak hareket ediyor.

Birleşik Devletler, ulusların her birinin politikalarına müdahale etmekte, yani halkların egemenliğini ihlal ediyor. Ve en önemlisi de her bir halkın kültürüne ve kendine has özelliklerine saygı duymuyor.

Kesinlikle, sömürgecilikten bahsettiğimizde, emperyalizmden farklı olarak, yerli halkların kültürlerini küçümseyerek, onlara hükmetmek, kontrol etmek ve kültürlerini empoze etmekle alakalı. Şimdi, emperyalizmden bahsettiğimizde, bu, her bir halkın ve ulusun siyasi, sosyal, kültürel, askeri; her açıdan mutlak bir kontrol.

ABD ve Avrupa buradan faşizme, neo-faşizme ve benzer ifadelere denk düşüyor. Venezuela yerli halklar: Topraklarımızdaki ve uluslarımızdaki emperyal varlığa hayır deyin!

Latin Amerika’daki neo-faşist hükümetlerdeki emperyalizm yerli halklara saldırıyor

Yerli halklar cesur halklardır, aşırı sağcı, neo-faşist hükümetlerin olduğu ülkelerde yerli halklar tamamen kriminalize edilmiş ya da tamamen unutulmuş, kendi topraklarında kendi kültürlerini yaşamaları engellenmiştir. Bugün Venezuela’dan size yerli halkların yalnız olmadığını söyleyebilir ve onları hakları için mücadeleye devam etmeye teşvik edebiliriz. Sağcı ve neo-faşist hükümetler yerli halkları asla ama asla sevmeyecekler, çünkü tarihimizi silmek istiyorlar.

Bu hükümetler hiçbir zaman yerli halkların haklarını korumayacaklardır. Venezuela solu, Bolivarcı sosyalizm, başta yerli halklar ve topluluklar olmak üzere tüm bu kesimlerin ve kadim yerli halkların taleplerinin temel bir parçası olmuştur, zira biz aynı halkız, ezilen halklarız. Bu nedenle Abya Yala’nın yerli halklarına, zaferi elde edene kadar mücadelenin devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Venezuelalı kimliğimizi, haklarımızı ve yerli kültürümüzü geri kazanmanın mümkün olduğunun kanıtıdır.

Dünyada emperyalizm ve soykırımcı sömürgecilik: Gazze’de soykırım

Dünyayı, uluslararası toplumu, ulusal ve uluslararası kamuoyunu Gazze’de yaşananlar üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Nasıl ki bugün Gazze’de Filistin halkına karşı bir soykırım yaşanıyorsa, 500 yıldan fazla bir süre önce yaşadıklarımızı da hatırlıyoruz. Tıpkı bugün Filistin halkının başına gelenler gibi, dün atalarımızın başına gelenler de bizim atalarımızın başına gelmişti, zira biz bugün hayattayız. Bugün dayanışmamızı ilan ediyor ve Filistin halkına da kazanacaklarını söylüyoruz, zira nefret karşısında, emperyalizm karşısında, sömürgecilik karşısında sevgi ve adalet her zaman kazanacaktır. Dolayısıyla bugünün yansıması, mücadeleye devam etmemizdir; çünkü zafer, kurtuluşları için mücadele eden insanlara aittir.

Bu tarihi insanlık tarihindeki en büyük soykırımın başlangıcı olarak hatırlayacağız ki bir daha asla insanlara karşı kolunu ve nefretini kaldırabilecek, insanın insana köleliğini dayatabilecek bir imparatorluk olmasın, aksine Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nden anayasal başkanımız Nicolás Maduro ile birlikte önerdiğimiz gibi barış ve umut olsun.

Venezuela’nın diğer yerli halklara verdiği mesaj nedir?

Güneydeki kardeş halklara, Bolivya, Peru, Ekvator, Şili, Arjantin, Uruguay ve ayrıca büyük Brezilya’ya, çünkü Brezilya’da da bizim gibi Portekiz tarafından işgal edilen yerli halklar, yerli kardeşlerimiz var; Bugün hepinize diyoruz ki, bu halkın zamanıdır, birleşeceğiz, bir ağlar ağı oluşturacağız. Bu çökmekte olan imparatorluğun ya da ortaya çıkabilecek herhangi bir başkasının bizi bir daha asla yenememesi için gerekli olan tarihsel ittifakı oluşturacağız.

Bugün internetle, yapay zekayla bizi ezmeye çalıştılar ama biz burada yerli halkların atalarından gelen insan zekasıyla kazanamayacaklarını söylüyoruz. İşte biz savaşıyoruz. Kimsenin kuşkusu olmasın, zira Komutan Chavez’in dediği gibi burada bir vatan var. Bugün tüm atalarımız bir arada, emperyalizme ve sömürgeciliğe yeter demek için birleşti. Zafer halkın olacak! Çok yaşa halk! Yaşasın yerli halklar! Yaşasın barış ve yaşasın özgürlük!

Son olarak, Venezuela’daki yerli halklar ve Afro-azınlık halkların birliğinin önemi nedir?

Bu önemli günde Venezuela’, Latin Amerika’nın geri kalan yerli halklarına mücadelesini ve direnişini gösteriyor. Bugün, Abya Yala’daki büyük soykırımdan 532 yıl sonra, işte buradayız, Afro-azınlık halklarının yanında bulunan yerli halklar, genel olarak yerli halklar, direnmeye devam eden kadın ve erkeklerden oluşan Venezuela’ halkı. Bugün güçlü bir sesle, sevgi dolu bir sesle ve sevinç dolu bir sesle direnişe devam ettiğimizi söyleyebiliriz.

Yerli halklarımızın haklarının iadesi için yorulmak bilmeden mücadele etmeye devam ediyoruz. Ve bugün Venezuela’da 54’ten fazla yerli halkımız var, bu da direndiğimiz ve direnmeye ve kazanmaya devam edeceğimiz anlamına geliyor.

Afro-azınlık halklar da hayatta kalmak ve haklarını savunmak için bir savaş verdiler. Ve burada yerli direniş gününe sahip çıkıyoruz, ama aynı zamanda emperyal hırsın nesnesi olan ve onları zorla buraya getiren, ama bugün tam da bizi devrim yapan eli yürümeye yönlendiren Afro-azınlık halkların atalarının tarihi için de savaşıyoruz.

Şimdi yeni bir tarih yazıyoruz, zira İspanyol imparatorluğu gelmeden önce buradaydık, zira yerli halklar bu topraklardaydı, çünkü köleleştirilmiş olarak gelen kadın ve erkeklerin şimdi yeni bir ufku var, tam da tarihi, kökenlerimizi unutmak değil ama kaderimizin kendimizi emperyalizmin boyunduruğundan kesin olarak kurtarmak, zihinlerimizden özgürleşmek ve direnen ve direnmeye devam eden bir halk olduğumuzu bilme vizyonuyla yeni nesillere doğru ilerlemek olduğunu da biliyoruz çünkü bizi kimse keşfetmedi. Biz zaten vardık.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır’

Yayınlanma

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Harici’ye konuştu: “Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır.”

Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Macar Bakan, AB üyesi ülkelerin çoğunluğunu “barışçıl olmayan” politikaları nedeniyle sert bir şekilde eleştirirken, Başkan Biden’ın Ukrayna’ya ABD yapımı balistik füzeleri Rusya’ya karşı kullanma izni verme kararına ve Gazprombank’a uygulanan ABD yaptırımlarına dair de değerlendirmelerde bulundu.

Sayın Bakan, bizimle konuşmak için zaman ayırdınız; çok teşekkür ederim. Avrupa Birliği’nin Macaristan’a yönelik eleştirileriyle başlayalım. Avrupa Birliği’nin ortak dış politikasına uymadığınız iddia ediliyor. Bu eleştirilere yanıtınız nedir ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığınız sırasında edindiğiniz deneyim nasıldı?

Ne yazık ki, Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır. Ateşkesin sağlanması ve barış müzakerelerinin başlatılması için çaba gösteriyoruz. Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır. Gittikçe tırmanma riskini artıran önlemler alıyorlar. Bu nedenle kesinlikle onlarla uyum sağlamayacağız. Barış çabalarımıza devam edeceğiz ve önümüzdeki yıl Ocak ayında Başkan Trump Beyaz Saray’a geçtiğinde, uluslararası alanda barış yanlısı politikacıların daha da güç kazanmasını umuyoruz.

Antalya Diplomasi Forumu’nda sizinle yaptığımız röportajda bu konu hakkında konuşmuştuk ve bana Trump’ın seçilmesi durumunda Ukrayna ile Rusya arasında barışın mümkün olduğuna inandığınızı söylemiştiniz. Şimdi Trump seçilmiş başkan ve dediğiniz gibi Ocak ayında görevine başlayacak. Trump Yönetimi ile temas halinde misiniz? Gündeminizde hangi maddeler var ve hangi konuları müzakere ediyorsunuz?

Bakın, Başkan Trump seçildikten sonra, Başbakanımızı arayıp tebrik etti ve önümüzdeki dört yılın ABD-Macaristan ilişkileri açısından altın çağ olacağı konusunda anlaştılar. ABD’de geçiş dönemiyle ilgili çok katı düzenlemeler olduğunu biliyorsunuz, bu yüzden bizimle Trump yönetimi arasındaki ciddi ve esaslı müzakereler, elbette Trump Beyaz Saray’a girdikten hemen sonra başlayacak. Gündemde zaten önceden tartıştığımız bazı konular var, ancak örneğin Demokrat yönetim, Macaristan ile ikili vergi anlaşmasını feshetti. Bunun yeniden yürürlüğe girmesini umuyoruz. ABD Demokrat Yönetimi, Macar vatandaşlarının ESTA vize sistemine veya bir tür vize sistemine erişimini kısıtladı. Trump Yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte, eskiden olduğumuz statüye geri döneceğimizi umuyoruz. Elbette, Başkan Trump’ın genel olarak, Orta Avrupa bölgesine barışın geri dönmesine yardımcı olacak ve Avrupa’da çok daha iyi bir atmosferin oluşmasını sağlayacak bir politika yürüteceğini umuyoruz.

Kırım ve Donbas bölgeleriyle ilgili olarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusundaki duruşunuz nedir? Çünkü bu bölgeler, Rusya’nın barış yapması için birinci şart olabilir.

Toprak bütünlüğü ve egemenlik, saygı duyulması gereken prensiplerdir. Öte yandan, sıralamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir ateşkes sağlanmalı, ardından barış müzakereleri başlatılmalı ve sonrasında bir barış anlaşması yapılmalıdır. 

Enerji konuşacak olursak, İstanbul Enerji Forumu’na katıldınız ve farklı ülkelerden mevkidaşlarınızla ikili görüşmeler yaptınız. Macaristan, TürkAkım boru hattını tam kapasiteyle kullanmak için Gazprom ile ek bir sözleşme imzaladığını da duyurdu. Bu gelişmeden beklentiniz nedir?

Rusya enerji tedariki konusunda güvenilir bir ortak. Türkiye ise transit konusunda çok güvenilir bir ortak. Dolayısıyla, Türkiye ve Rusya ile birlikte çalışarak Macaristan’ın enerji arz güvenliğini garanti edebilmek bizim için bir onurdur. Beklentimiz, artan hacimlerle birlikte fiyatın daha rekabetçi hale gelmesidir. Elbette, Macaristan’da çok önemli bir programımız var ve bu program sayesinde Macar ailelerin ve hanelerinin hizmetler için en düşük fiyatı ödemelerini sağlıyoruz. Gazprom ve gaz ticaret şirketimiz arasında imzalanan bu ek sözleşmeler, Macaristan’daki hizmet maliyetlerini düşük tutma açısından çok önemli.

Enerji konusuna devam edelim. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olarak, AB Konseyi başkanlığınızın bu iki bölge arasında bir köprü olmak açısından çok önemli olduğunu biliyorum. Türkmenistan ve Kazakistan çok istekli, aslında AB de bu iki ülkeden enerji satın almak için çok istekli. AB’nin bu bölgeye yatırım yapması beklenen milyarlarca dolarlık altyapı projeleri var. Bu konuda en son gelişmeler ve rakamlar nedir?

Türk bölgesi, Kafkasya ya da Orta Asya bölgesine gelince, bu bölgeleri gelecekteki enerji tedariki için olası kaynaklar olarak değerlendiriyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik sağlayacak ve Azerbaycan ile Gürcistan’dan Romanya üzerinden Macaristan’a elektrik taşınmasını içeren “Yeşil Orta Koridor” projesinin başarılı olmasını kesinlikle bekliyoruz. Ayrıca, Azerbaycan’dan gelen gazın ulusal enerji karışımımızda daha büyük bir rol oynamasını bekliyoruz. Bunun için en büyük darboğaz, Güneydoğu Avrupa boru hattı ağının kapasitesidir. Ancak umuyoruz ki kapasiteyi artırarak, Azerbaycan’dan gelen gazın ve Türkiye’den gelen gazın ulusal enerji karışımımızdaki rolünü artırabiliriz. 

Orta Koridor, kuzey rotası şu anda kullanılamadığı için çok daha fazla önem kazandı. Başka bir gelişme; Biden yönetiminin, görev süresinin bitiminden hemen önce Ukrayna’ya Rusya’ya karşı ABD füzeleri kullanma izni vermesi oldu. Rus lider Putin, “Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak” dedi. Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?

Bu gerçekten çok tehlikeli. Bu durum, kesinlikle Orta Avrupa’daki insanların çıkarlarına aykırıdır. Bu durum, kesinlikle Amerikan halkının iradesine de aykırıdır, çünkü Amerikan halkı farklı bir yönetim seçti. Barış yanlısı bir başkan seçtiler. Bu nedenle, mevcut Amerikan yönetiminin yaptıklarının gerçekten tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu tür adımlar, bir tırmanışa yol açabilir ve umuyoruz ki 20 Ocak’a kadar tırmanıştan bir şekilde kaçınabiliriz. Sonra, Başkan Trump göreve geldiğinde, umarım hâlâ barışı sağlama şansı olur. Mevcut Demokrat yönetimin Ocak ayında barışı tamamen imkânsız hale getirmeyeceğini umuyorum.

Son sorum: İstanbul Enerji Forumu hakkındaki görüşleriniz nedir? Burada gündeminiz neydi ve Macaristan, Türkiye ve diğer ikili görüşmeler yaptığınız muhataplar için beklenen sonuçlar nelerdir?

Şu anki en kısa vadeli görevimiz, ABD yönetiminin Gazprom Bank’ı yaptırım listesine alma kararıyla ortaya çıkan zorlukların üstesinden gelmek. Çünkü bölgemizdeki birçok ülke gibi biz de gaz ödemelerini Gazprom Bank hesaplarına yapıyoruz. Bu nedenle burada bir araya geldik ve bu zorluğun üstesinden nasıl gelineceğini bulmaya çalışıyoruz. Eminim ki bir araya geldiğimiz için bunu aşmanın ve gelecekte de arz güvenliğini sağlamanın bir yolunu bulacağız.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English