Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Japonya Büyükelçisi, Türkiye ile ilişkilerin 100. yılında Harici’ye konuştu

Yayınlanma

 Japonya’nın Ankara Büyükelçisi Takahiko Katsumata, Türkiye-Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 100. yıl dönümünde Harici’ye konuştu!

İlk olarak Türkiye ve Japonya, diplomatik ilişkilerde bir asrı tamamladı. Geçmişten bugüne bu yüz yılı nasıl özetlersiniz?

Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümü olan 2024 yılı, iki ülkenin karşılıklı geliştirdikleri dostluk üzerine düşünmeleri ve gelecek için ilişkilerini daha da güçlendirmeleri açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Elbette iki ülke arasındaki dostluğun yüz yılı aşkın uzun bir geçmişi var, ancak iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler ilk olarak, Lozan Antlaşması’nın Japonya’da yürürlüğe girdiği 1924 yılında başlamıştır. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca iki ülke pek çok zorlukla karşılaşmış ancak her zaman birbirine yardım eli uzatmıştır.

Son yıllarda, Japonya ve Türkiye ilişkileri; siyaset, ekonomi, afet önleme ve kültür gibi geniş bir yelpazede artarak gelişim göstermektedir. Türkiye’de ilk kez sismik izolasyon teknolojisi kullanılarak, Japon Yen Kredisi’yle yapılan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü (İkinci Boğaz Köprüsü) ve İstanbul’da yüz elli yıllık bir hayalin gerçekleştirilmesi olarak nitelendirilen Marmaray tüp geçidi, Japonya’nın ekonomik işbirliğiyle inşa edilmiştir. Ayrıca, 1999 yılındaki Marmara Depremi, 2011 yılındaki “Büyük Doğu Japonya Depremi” ve son olarak 2023 Şubat ayında Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen büyük depremler gibi doğal afet zamanlarında da, Japonya ile Türkiye “Dost, kara günde belli olur” atasözünde ifade edilmiş olduğu üzere, zor koşullarda birbirlerine destek olmuşlardır. Bundan böyle de çeşitli alanlarda ikili ilişkileri güçlendirmeye devam etmeyi ve ülkelerimiz arasında daha fazla işbirliğini teşvik etmeyi umuyoruz.

‘Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerini araştırıyoruz’

Bu son derece pozitif cevap için teşekkür ediyorum Sayın Büyükelçi. Diplomatik ilişkiler gayet güzel, kültürel ilişkiler gayet güzel, insani yardım gerektiğinde birbirimize yardım eli uzatıyor olmamız gayet güzel fakat ekonomik ilişkilere gelince karşımıza farklı bir tablo çıkıyor maalesef. Dış ticaret hacminin istenilen düzeyde olmadığını söylüyor Türkiye tarafı. Sizce bunun sebepleri neler? Neden dış ticaret istenildiği kadar ilerletilmiş değil? Ayrıca, malum Japonya teknolojisi çok gelişmiş durumda. Konutunuza çekime gelir gelmez de bizim kameramıza baktınız, markası Japon markası mı diye.  Türkiye Japonya’nın teknolojik ürünlerini çok büyük miktarlarda ithal ediyor. Türkiye’de 250 civarında Japon firması var faaliyet gösteren fakat aynı şeyi Türk firmaları için söyleyemiyoruz. Ekonomik ilişkileri siz genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? İmalat sektöründe burada üretimde çok güçlüsünüz. Japonya olarak ne var gündeminizde? Yeni yatırımlar var mı gündeminizde?

Türkiye ve Japonya arasındaki ilişkilerinin büyük bir alanı olan bu ekonomi ilişkileri, ticari ilişkiler, teknoloji konularını biraz anlatmak istiyorum.  Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacmi, 2023 yılında 6,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve bu değer 2013 yılından günümüze kadarki en yüksek seviye olarak kayıtlara geçmiştir. Ülkede faaliyet gösteren Japon firmalarının çoğu imalat sektöründe kullanılan ekipman ve parçaları Japonya’dan Türkiye’ye ihraç etme eğilimindedirler. Bu firmalar, Türkiye’yi bir üretim üssü olarak değerlendirerek, buradan üçüncü ülkelere ihracat yapmaktadırlar. İlaveten, Japon ve Türk firmaları arasındaki işbirliğinin yarattığı sinerjiinin de Türk ekonomisine katkı sağladığını düşünmekteyim.

İlerleyen süreçte iki ülke firmalarının işbirliği yapabileceği alanların bir kat daha artacağı kanaatindeyim. Bilhassa, iki ülkeyi de yakından ilgilendiren ortak konularda daha güçlü işbirliklerinin ortaya çıkması beklentisi içerisindeyim. Bunlara örnek olarak; iki ülke vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumaya yönelik hayati konulardan biri olan afet önlemleri ile enerji ve iklim değişikliğini sıralayabiliriz. Bu alanlarda iki ülke arasındaki işbirlikleri derinleştirilebilirse, iki ülke firmalarınca tesis edilecek çalışma ortaklıklarının Türkiye sınırları içerisinde kalmayarak, dünya ölçeğinde genişleyeceğine inanmaktayım. Japonya ve Türkiye günümüze kadar işbirliklerini teşvik etmiş, başta Orta Asya olmak üzere üçüncü ülkelere yönelik işbirliğine büyük önem vermiştir. Risklerden korkmayarak zorluklar karşısında kararlılıkla mücadele eden Türk şirketleri, üstün teknoloji ve bilgi birikimine sahip Japon şirketleriyle birlikte hareket ederek yeni katma değerler yaratabilir ve kazan-kazan ilişkisi tesis edebilirler. Son dönemde, Ukrayna’nın yeniden yapılandırılmasını desteklemeye yönelik işbirliklerinin yanı sıra, Afrika ve Orta Asya’daki üçüncü ülkelere yönelik işbirliği imkanları hakkında da karşılıklı olarak araştırmalara başlanmıştır. Bu tür iş olanaklarının daha da gelişeceğini ümit ediyoruz ve bunun için Büyükelçilik olarak elimizden gelen her türlü desteği vermekte kararlıyız.

‘Ticaretin, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgelere genişlemesi arzu ediliyor’

Dışişleri Bakanı Kamikawa Yoko, Japonya-Türkiye Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nın (EPA) en kısa zamanda imzalanması gerektiğini belirtmişti. Bu taslak bir süredir askıda. Beklenen takvim nedir? Bu Anlaşma, dış ticarette hangi avantajları sağladı ve nasıl gelişmeler doğurdu?

‘Ekonomik Ortaklık Anlaşması’ (EPA), iki ülke arasındaki ihracat ve ithalata bağlı olarak ortaya çıkan gümrük vergilerinin kaldırılması veya azaltılması gibi konuların belirlendiği bir ‘Serbest Ticaret Anlaşması’nın kapsadığı konulara ilaveten, yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi, fikrî mülkiyet haklarının daha güçlü bir şekilde korunması gibi konuları da içeren kapsamlı bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın, stratejik ortaklar olan Japonya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret ve yatırımı teşvik edecek güçlü bir lokomotif olacağına inanıyoruz. Öte yandan, Türkiye’nin coğrafi olarak çeşitli bölgesel pazarlara, Japonya’nın ise ASEAN ülkeleri gibi hızlı bir şekilde gelişmekte olan Asya ülkelerine kolay erişebilme imkânı bulunmaktadır. Bu sebeple Japon firmaları açısından bakıldığında bu anlaşmanın, sadece iki ülke arasındaki ticaret ile sınırlı kalmayarak, Türkiye kanalıyla Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika gibi bölgeler başta olmak üzere üçüncü ülkelerdeki ticari genişlemeyi de desteklemesi arzu edilmektedir. Bu şekli ile anlaşma, Japon firmaları açısından gelecek vizyonu da dahil olmak üzere, son derece kıymetli ve etkilidir. Aynı şekilde, Türk firmaları açısından bakıldığında da, Japon firmaları ile gerçekleştirilecek işbirlikleri, ülke içi ve dışında yeni iş geliştirme olanaklarını ortaya çıkarmış olacaktır. Ayrıca, ihracat teşvik edilmiş ve istihdam arttırılmış olacaktır. Bu sebeple bahse konu anlaşmanın kazan—kazan etkisi doğuracağı düşünülmektedir.

Peki Türk iş dünyası Japonya pazarında hangi fırsatları değerlendirebilir?

Diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Japon pazarının yabancı şirketler açısından çekici yanlarından biri, ülkedeki ulaşım, enerji, bilgi ve iletişim altyapılarının gelişmiş olmasıdır. Böylesine istikrarlı bir ekonomik ortamın, gelecekte Japonya’da iş yapmayı düşünen Türk şirketleri için önemli olduğuna inanmaktayım. Ayrıca, Türk şirketlerinin Japonya’da yeni bir alanda iş yapmanın zorluklarına göğüs gerebileceğini düşünmekteyim. Dahası, Japonya pazarı, dünyanın en büyük pazarlarından biri olması nedeniyle de yabancı şirketler için son derece caziptir. Örneğin, Türkiye’nin güçlü sektörleri olan otomotiv ve imalat sanayinin Japonya pazarında da çeşitli iş fırsatları yakalayacağına inanıyorum.

İki ülkenin eğitim, kültür ve turizm alanındaki işbirliklerini geliştirme girişimleri hangi aşamada?

Öncelikle, eğitim alanından bahsedecek olursam, şu anda Japonya’da toplam 270.000 yabancı öğrenci bulunmaktadır. Japonya’da bulunan Türk öğrenci sayısı toplam yabancı öğrenci sayısına göre halen azdır. Ancak bu sayı her geçen yıl artmaktadır ve bu yıl Orta Doğu bölgesinden gelen yabancı öğrenciler arasında Türkiye’den gelenlerin sayısı en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Japonya Büyükelçiliği de Japonya Hükümeti (Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı: MEXT) tarafından yürütülmekte olan burslu yabancı öğrenci sistemi çerçevesinde her yıl lisans ve araştırma öğrencilerini, Japonca ve Japon kültürü araştırma öğrencilerini, öğretim üyelerini ve genç devlet memurlarını Japonya’ya davet etmektedir. Ayrıca, eğitimlerini Japonya’da tamamlamış ve Japonya ile Türkiye arasında çeşitli alanlarda bir dostluk köprüsü olarak aktif bir rol oynayan kıymetli mezunlar da mevcuttur.

Gerek Türkiye gerekse Japonya dünya standartlarında turizm ülkeleridir. Geçtiğimiz Mart ayında ‘Türkiye-Japonya Turizm İş Birliği Diyaloğunun ikinci toplantısı Japonya Turizm Ajansı ile Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müştereken düzenlenmiş, iki ülke diplomatik ilişkilerinin tesisinin 100. yıl dönümünün kutlandığı 2024 yılında karşılıklı temasların genişletilmesi konusunda mutabakata varılmıştır. İlaveten, Japon havayolu şirketi All Nippon Airways (ANA), gelecek yıl 12 Şubat’tan itibaren İstanbul seferlerine başlayacağını ilan etmiştir.

Önceki sorunuzda yanıtladığım gibi, bu yıl Türkiye ile Japonya arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümüdür. Söz konusu yıldönümünü kutlamak üzere hem Türkiye’de hem de Japonya’da çeşitli etkinlikler gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de geçtiğimiz altı ay içinde, yalnız Ankara ve İstanbul’da değil diğer illerde de sergi ve konser gibi Japon kültürünü tanıtan pek çok etkinlik düzenlenmiştir. Gelecekte başka etkinliklerin de yapılması planlanmaktadır. Japon kültürüne ilgi duyanların yanı sıra, daha önce Japon kültürünü tanıma imkânı olmayanların da bu gibi etkinlikler vasıtasıyla Japon sanatı, mutfağı, dili ve buna benzer Japon kültür unsurlarıyla tanışmalarını ve kendilerini Japonya’ya daha yakın hissetmelerini diliyorum.

‘Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldı’

Biraz daha bölgesel bazlı konuşacak olursak Asya-Pasifik bölgesinde Türkiye ve Japonya birlikte ne yapabilir, nasıl bir rol üstlenebilirler? Burada hangi işbirliği alanları öne çıkar?

Hukukun üstünlüğüne dayalı mevcut uluslararası düzene güç kullanılarak meydan okunması, Doğu Asya da dâhil olmak üzere dünyanın her yerinde ortaya çıkabilecek bir meseledir. Nitekim Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarını hızla geliştirmesi ve Çin’in, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizi’ndeki statükoyu güç kullanarak tek taraflı olarak değiştirmeye yönelik girişimleri devam etmekte ve Japonya’nın etrafındaki güvenlik ortamının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en şiddetli halini aldığını göstermektedir.

Bu çerçevede, Türkiye gibi hem demokrasi hem de önemli deniz alanlarıyla çevrili denizci bir devlet olan Japonya, güçten ziyade hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir deniz düzenine önem vermekte ve bunu gerçekleştirmek için Türkiye ile işbirliğini derinleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu alandaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinde, iki ülke arasında çeşitli istişari çerçeveler bulunmaktadır. Mesela Japonya-Türkiye Denizcilik İstişareleri’nin ilk turunda, Japonya’nın “Hür ve Açık Hint-Pasifik Politikası” ve Türkiye’nin geliştirdiği “Yeniden Asya Girişimi” ile işbirliği olasılığı ele alınmıştır. Bu yıl mart ayında gerçekleştirilen ikinci turda ise, iki taraf Doğu ve Güney Çin Denizleri’ndeki durum ve Türkiye’nin etrafındaki sular da dâhil olmak üzere çeşitli denizcilik konularında görüş alışverişinde bulunmuştur. Ülkelerimiz arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümünü kutladığımız bu yıl vesilesiyle, karşılıklı üst düzey ziyaretleri ve bu tür görüşmeleri artırmak istiyoruz.

‘Türkiye-Japonya Enerji Forumu Tokyo’da yapılacak’

Türkiye-Japonya Enerji Forumundan da bahseder misiniz?

Türkiye de Japonya gibi enerji kaynakları anlamında büyük ölçüde yurt dışına bağımlı ve enerji ithalatçısı bir ülke konumundadır. Dolayısıyla istikrarlı enerji tedarikinin sağlanması önemli bir konudur. Ülkemizde 2050 yılında karbon nötrlüğünü sağlamak amacıyla karbondan arındırmaya yönelik çeşitli politikalar uygulanmaktadır. Ayrıca, 2050’yi göz önünde bulundurarak, bir yandan da 2030 yılı azaltım hedeflerine ulaşmak için nükleer enerji ve yenilenebilir enerji başta olmak üzere, temiz enerjiden yararlanmaya yönelik girişimler ve teknoloji geliştirme çalışmaları yürütülmekte, kapsamlı olarak enerji tasarrufu teşvik edilmektedir. Bunlara ilaveten, özel sektörde enerji ve karbondan arındırma ile ilgili çeşitli girişimler değerlendirilmekte ve uygulanmaktadır. Buradan hareketle, enerji konusunun ülkemiz ile Türkiye’nin ortak bir sorunu olduğuna ve bu bağlamda Türkiye ile işbirliği yapılabilecek çok geniş alanlar olduğuna inanmaktayım.

Başta hidrojen gibi yeni nesil enerjiler olmak üzere, yenilenebilir enerjiler gelecekte iş birliği yapılabilecek, umut vadeden alanlar olarak düşünülebilir. Enerji sektörünün iki ülke arasındaki çerçevesi, Japonya Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanı Sayın Nishimura Yasutoshi’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Alparslan Bayraktar ile Türkiye-Japonya Enerji Forumunun başlatılmasına ilişkin imzaladıklarıOrtak Bildiri aracılığıyla oluşturulmuştur. Hali hazırda her iki ülkenin hükümet yetkilileri, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümün olması hasebiyle, bahse konu etkinliğin, bu yıl Tokyo’da düzenlenmesi için hazırlık yapmaktadır. Bu faaliyetlerden istifade ederek, iki ülke arasında enerji alanındaki işbirliği imkanlarının ortaya çıkarılmasını arzu ederim.

‘Bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir’

Sayın Büyükelçi, şunu da sormam lazım, Çin ve Kuzey Kore konusuna değindiniz,, dünyada değişen bir güvenlik paradigması var. Amerika’da seçim sonuçları tamamen Amerika’nın dış politikasını ve güvenlik politikasını etkileyecek belki de. Rusya-Ukrayna Savaşı, yeni cepheler, yeni ittifaklar… Güvenlik alanında çok fazla konsolidasyon halinde şu anda ülkelere baktığımızda. Peki, Japonya’nın savunma politikası ne? Japonya’nın savunma prensibi ne? Japonya daha önce NATO ile işbirliğini değerlendirebileceğini de dile getirmişti. Türkiye NATO üyesi. Hem güvenlik konusunda prensipleriniz ve politikalarınız hem de Türkiye ile gelecekte güvenlik alanında nasıl işbirlikleri ortaya çıkar? Biraz daha bunu açabilir misiniz?

Bu savunma ve güvenlik alanı çok önemli. Türkiye ile Japonya arasında hemen hemen 8.500 km mesafe olmasına rağmen artık böyle küresel bakımından savunma, güvenlik durumu çok gerginlik içinde bulunuyor. Ya Asya-Pasifik ya bu Avrupa, Ortadoğu Türkiye’nin her tarafında oluyor. Bunların arasında bizim işbirliğini düşünmemiz gerekiyor. Bundan başlayıp şimdi biraz daha anlatmak istiyorum.

Giderek daha ciddi hâle gelen Doğu Asya’daki güvenlik ortamı ve Ukrayna’daki durumdan hareketle, 2022 yılında yeni güvenlik politikasını belirten 3 stratejik belgesinin hazırlanmasından başlayarak, geçtiğimiz yıl aralık ayında düzenlenen Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Savunma Teçhizatının Nakline ilişkin 3 ilke ve çalışma kuralları güncellenmiş böylece Japonya’nın lisans üretimi yaptığı savunma teçhizatının lisans ülkelerine ihracatı mümkün kılınmıştır. Aralık 2022’de ise, 2035 yılına kadar Japonya, İngiltere ve İtalya’nın yeni nesil savaş uçağını ortaklaşa geliştirmeleri kararlaştırılmış, bu yıl nisan ayında da söz konusu uçağın başka ülkelere ihracatı mümkün olmuştur.

Bu çabaları yürütmekle birlikte, İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’nın “barış ülkesi olma” vasfında hiçbir değişiklik yoktur. Japonya’nın, sadece savunmaya odaklanarak başka ülkelerle beraber refaha kavuşma niyeti ve buna dayalı dış politikası değişmeyecektir. Bu bağlamda, “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı ortamda Japonya, “bugünün Ukrayna’sı yarının Doğu Asya’sı olabilir” kaygısıyla Hint-Pasifik bölgesinde güvenlik işbirliğini güçlendirmeye gayret göstermektedir.

Ayrıca, şu anda Japonya’da NATO standardına uygun savunma teçhizatına yönelik ilgi artmaktadır. Dolayısıyla gelecekte bu alanda Türkiye ile işbirliği yapabileceğimizi düşünüyorum. Öncelikle, Japonya ve Türkiye’nin savunma politikalarından sorumlu yetkililer arasında bu politikalar üzerine ciddi müzakerelerin yapılması elzemdir. Bu yıl mayıs ayında güvenlik politikasından sorumlu Başbakan Özel Danışmanı Ishihara Hirotaka Türkiye’yi ziyaret ederek, Millî Savunma Bakan Yardımcısı Sayın Alpaslan Kavaklıoğlu ile bir araya gelmiş, güvenlik alanındaki ikili işbirliği ve savunma işbirliği gibi konular üzerine görüş alışverişinde bulunmuştur.

‘Japonya, stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri ile işbirliğini güçlendirecektir’

NATO’nun Asya Pasifik’teki ortaklarıyla işbirliğini geliştireceğini açıklamasının önemi nedir, Japonya Hükümeti bu durumu nasıl karşılıyor?

Mevcut uluslararası düzenin büyük bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldığı bu ortamda, NATO’da Hint-Pasifik bölgesine yönelik ilgi ve angajman artmaktadır. Japonya-NATO iş birliği açısından ise Şubat 2023’te meydana gelen depremlerin akabinde Türk Hükûmeti ve NATO’dan gelen taleplere karşılık Japonya, Öz Savunma Kuvvetleri uçağını görevlendirmiş ve NATO ile ilk kez yürütülen bir işbirliği olarak Uluslararası Acil Yardım Faaliyetini (acil yardım malzemelerinin sevkiyatı) gerçekleştirmiştir. Ayrıca, Japonya 2022 yılından beri devamlı olarak NATO Zirve Toplantısı ve Dışişleri Bakanları Toplantısı’na davet edilmektedir. Japonya, NATO’nun kuruluşunun 75. yıl dönümü olan bu yılın temmuz ayında düzenlenen Zirve Toplantısı’nda, Avrupa ve Pasifik bölgesinin güvenliğinin Hint-Pasifik bölgesinin güvenliğinden ayrılamaz olduğu anlayışını çok sayıda devlet ve hükûmet başkanıyla paylaşmıştır. Buna ilaveten, bahse konu toplantı, Japonya dâhil Hint-Pasifik bölgesindeki ortaklar ile NATO arasındaki devamlı işbirliği ilişkilerinin teyit edilmesine de fırsat olmuştur.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Doğu ve Güney Çin Denizi’nde güç kullanmak suretiyle ve tek taraflı olarak statükoyu değiştirme girişimleri başta olmak üzere, giderek daha ciddi hâle gelen güvenlik ortamı ile başa çıkmak amacıyla Japonya, savunma kapasitesini ciddi bir şekilde güçlendirmeye ve ilave çalışmalara kaynak sağlamak için, toplam bütçe miktarını gayri safi yurt içi hasılanın %2 seviyesine çıkarmaya gayret gösterecek ve aynı değerleri paylaşan müttefikleriyle işbirliğini güçlendirecektir. Bundan sonra da değişen uluslararası güvenlik ortamı ile başa çıkmak, hukukun üstünlüğüne dayalı uluslararası düzenin korunması ve güçlendirilmesi için Japonya, temel değerleri ve stratejik çıkarları paylaştığımız NATO üye ülkeleri başta olmak üzere, tüm müttefikleri ile işbirliğini adım adım güçlendirecektir.

‘Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi’

Japonya’nın G7 dönem başkanlığında Hiroşima’da düzenlenen G7 Zirvesi ve ardından Hindistan’da düzenlenen G20 Zirvesi’ni takiben, bu yıl İtalya’da G7 Zirvesi düzenlenmiştir. Bu zirvelerden sonra Japonya, uluslararası toplumda nasıl bir rol oynamak istiyor?

Geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan New Delhi G20 Zirvesi’nde Japonya, G7 dönem başkanı olarak, G20 dönem başkanı olan Hindistan ile sıkı iş birliği içinde olmuş ve G7 Zirvesi’nin sonuçlarını G20 Zirvesi’ne aktarmak amacını taşıyarak toplantıya katılmıştır. Liderler Bildirisi’nde ise Ukrayna’daki adil ve kalıcı barışın yanı sıra, toprak bütünlüğü ve egemenlik de dâhil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın prensiplerinin korunması hususunda tüm G20 üye ülkeleri arasında görüş birliği sağlanmıştır.

Ayrıca, bu yıl düzenlenmiş olan G7 Puglia Zirvesi’nde de geçtiğimiz yıl düzenlenmiş olan G7 Hiroshima Zirvesi’nde vurgulanmış olan “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin korunması” ve “Küresel Güney ülkeleri gibi G7 dışındaki uluslararası ortaklara yönelik angajmanın güçlendirilmesi” konularına tekrar önem atfedilmiştir.

Bu şekilde “hukukun üstünlüğüne dayalı hür ve açık bir uluslararası düzenin” geleceğinin bir yol ayrımında olduğu bu ortamda, Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği yaparak, uluslararası toplumda bu düzene katılan ve aktif şekilde destek veren ülke sayısını artırmamız gerekmektedir.

Küresel Güney ülkeleri ile işbirliği için, değerlerimize sıkı bağlılığımızın yanı sıra karşı tarafı anlayabilmek için “hayal gücü” ve “alçak gönüllülük” gerekmektedir. Bu noktada Japonya uzun yıllar boyunca muhatap ülkelerin çeşitliliğini önemseyerek, kültürel ve tarihî geçmişlerine saygı duyarak ve eşit ilişkilerde her sese tek tek kulak vererek titiz bir dış politika yürütmüştür. Küresel Güney ülkelerinin sürece nasıl dâhil edilebileceği hususunda Japonya, bugüne değin diplomatik faaliyetlerde kazandığı güçlü güven ve yüksek beklentiler temelinde aktif rol oynayarak, barışçıl ve istikrarlı uluslararası ortamı inşa edecektir.

‘Japonya, iki devletli çözümü desteklemektedir’

Japonya Hükümeti’nin Gazze’deki durumla ilgili olarak bugüne kadar hangi aksiyonları aldı?

Evet, şimdi bizim küresel topluluğumuz artık 2024 yılında, tarihimizde epey savaşlarımız, sıkıntılarımız her şey vardı da artık Birleşmiş Milletler liderliğinde daha barış ve çok daha uyumlu bir dünya olacağına inanıyorduk. Ancak maalesef etrafımıza baktığımız zaman Ukrayna, Gazze, Suriye her tarafta, özellikle Türkiye’ye yakın ülkelerde öyle durum var. Anlattığım gibi Asya-Pasifik’te de çok gerginliğimiz var. Böyle zaman olsa bile en önemlisi bütün demokrasi ve bu temel değerleri paylaşan Türkiye-Japonya hep böyle aynı fikirde kalan ülkelerin devamlı bir şekilde çaba göstererek ve halka, insanlara bunu anlatarak bütün gücüyle bu tür sorumluluklar almaya çalışmak…

Japonya olarak, çatışmanın devam ettiği ortamda, Gazze Şeridi’ndeki kritik insani durumları ve çok sayıda sivil insanın hayatını kaybetmesini derin endişe ile karşılıyoruz. 1993 yılından beri Japonya’nın Filistin’e yönelik yaptığı yardımlarının toplam miktarı yaklaşık 2,5 milyar dolara ulaşmış ve Ekim 2023’ten beri ise Gazze Şeridi’nde yaşayan insanlar dâhil olmak üzere tüm Filistinlilere yönelik yaklaşık 125 milyon dolarlık insani yardım ve ihtiyaç malzemesi temini gerçekleştirilmiştir. Bunlara ilaveten, İsrail’e defaten görüşlerimizi ifade etmiş ve uluslararası insancıl hukuk dâhil, uluslararası hukuka uyulması, sürdürülebilir ateşkesin sağlanması ve insani durumların iyileşmesi gibi taleplerimizi de iletmiş bulunuyoruz. Ayrıca Japonya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üye ülkesi olarak, geçtiğimiz yıl kasım ayında oylamaya sunulan ve Gazze Şeridi’ndeki çocukların korunmasına odaklanan BM Güvenlik Konseyi kararına “evet” oyu kullanmıştır. Buna ek olarak Japonya, rehinelerin serbest bırakılması ve ateşkesin sağlanması için BM’de de çeşitli diplomatik çabalar göstermektedir. Şu anda meydana gelen trajedileri sona erdirip Orta Doğu bölgesine kalıcı barış ve istikrarı getirmek için İsrail ve Filistin’in barış içinde bir arada yaşamasının dışında bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Japonya, taraflar arası güveni artırmak amacıyla bundan sonra da umudunu kesmeden kendine özgü inisiyatif ve çalışmalar yoluyla, iki devletli çözümün gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır.

Evet, röportajımızın sonuna geldik. Tabii, çok güzel bir sohbet oldu. Değerli vaktiniz için çok teşekkür ediyorum. Ama son olarak şunu da söylemek istiyorum. Japonya Türkiye’deki en aktif büyükelçiliklerden biri. En fazla kültürel etkinlik düzenleyen, karşılıklı kültür alışverişi olması için etkinlikler yapan bir ülke. Büyükelçiliğiniz bu konuda çok aktif. Bizim okurlarımıza bir mesajınız var mı?

Bu sene Japonya Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 100. yıl dönümü. Logomuzda bir kalp içinde Türkiye’yi temsil eden lale çiçeği var ve bizim sakura çiçeği var. Ve Japonya Türkiye 100. yılı.

Bunun için siz bir yarışma yapmıştınız değil mi geçen sene?

Evet, tabii Türkiye ve Japonya’da bir yarışma yaptık ve bu son olarak güzel bir logo seçtik.

Peki kim kazandı?

Bir Japon, Japonya’daki ama Türkiye’den de güzel logolar aldı. Onlar da tabii beraber kullanmak isterdik ama logo dersek bir tek olması lazım. Daha şey bakımından bundan olmadı… Ama böylece iş birliğimiz her alanda oluyor. Yalnız böyle Japonya’nın 100. yıldönümü derken logodan başlayıp her gün eğitim okullarda, yerel köylerde, bölgelerde, şaşırdım ki benim bu sene bu etkinlikler için Türkiye’nin her tarafını ziyaret ederek konuşuyorum, orada iletişimimiz devam ediyor ama herkes bana diyor ki çok iyi şey. Onların şöyle bir anlayışı var ve 1890 yılındaki Ertuğrul Fırkateyni trajik bir olaydı ama Japonya’nın yardımıyla hayatta kalanlar tekrar İstanbul’a gelmişler… Böyle hikayeler var, onlar Japonya’yı çok iyi anıyor. Bundan dolayı çok sevindim. Benim için ikinci memleketim olan Türkiye’de böyle güzel hayatımı geçirebildiğim için hepinize çok teşekkür ediyorum.

Değerli vaktiniz ve Büyükelçilik konutunuzun kapılarını açtığınız için biz teşekkür ederiz.

SÖYLEŞİ

‘Hedef Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak’

Yayınlanma

Eski Finlandiya Savunma Bakanlığı Araştırmacısı Dr. Matti Pesu sorularımızı yanıtladı: “NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor.”

Finlandiya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (FIIA) Finlandiya dış politikası, Kuzey Avrupa güvenliği ve NATO araştırma programında Kıdemli Araştırma Görevlisi olan Matti Pesu,  Mayıs 2022’den Nisan 2023’e kadar Finlandiya’nın yeni oluşmakta olan NATO politikasını ve ülkenin Avrupa-Atlantik güvenliğinde değişen rolünü analiz eden bir araştırma projesini yönetmiştir. Finlandiya dış, güvenlik ve savunma politikası, savunma işbirliği, Baltık Denizi güvenliği ve Avrupa-Atlantik güvenliği konularında kapsamlı yayınları bulunmaktadır.

Matti, Rusya-Ukrayna savaşı ve Baltık ülkelerinin dış politikası ile ilgili gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

NATO’nun doğu kanadını güçlendirmek, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden sonra, İttifak için önemli bir gündem maddesi haline geldi. Son olarak, ABD’nin Almanya’ya uzun vadeli olarak hipersonik füzeler konuşlandırma kararı Moskova’dan misilleme gördü. Bu tırmanış riskleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor. ABD’nin yeni bir silah sistemi konuşlandırma kararı, Rusya’nın Orta Menzilli Nükleer Güç Antlaşması’nı ihlal ederek orta menzilli füzeler konuşlandırmasına ölçülü bir yanıt olarak, caydırıcılığı güçlendirmek ve ABD’nin müttefiklerine güvenlik taahhüdünü pekiştirmek amacıyla alınmıştır.

NATO için tehlike, Suwalki koridorunun istikrarsızlaştırılması, çünkü bu, tüm Baltık devletlerini Polonya’dan koparabilir ve NATO’nun Litvanya, Letonya ve Estonya’ya karadan tek ulaşım rotasını kesintiye uğratabilir. Moskova’nın Ukrayna’dan sonra Estonya, Letonya, Litvanya veya Polonya’yı işgal edeceğine dair iddiaları gerçekçi buluyor musunuz? Putin veya kabinesinden bu yönde bir açıklama gelmedi daha önce.

Rusya aslında NATO ile doğrudan askeri çatışma riskini önemli ölçüde artıracak eylemlerden kaçındı. Ancak, Ukrayna çökerse, bu komşu NATO müttefiklerine karşı Rus saldırganlığı için potansiyel bir sıçrama tahtası olarak hizmet edebilir. Bu senaryo bölgesel güvenliği bozacaktır ve bu da Baltık devletleri ve Polonya’nın Ukrayna’yı güçlü destekçilerinden biri olmasının nedenlerinden biri.

Son aylarda Rusya, Belarus ile askeri işbirliğini artırdı ve ortak nükleer tatbikatlara başladı. Bu bağlamda “nükleer savaş” riskleri ne kadar gerçekçi?

Nükleer savaş riski çok düşük kalmaya devam ediyor. Ancak, Rusya’nın Belarus ile nükleer işbirliği, Batılı destekçileri Ukrayna’ya daha güçlü askeri yardım sağlamaktan caydırmak ve sindirmek stratejisinin bir parçasıdır.

Finlandiya NATO’ya katılarak uzun vadeli tarafsız pozisyonundan vazgeçti. NATO’nun geri kalanını küçük Baltık ülkeleri için feda etmeyeceğini tartışan uzmanlar göz önüne alındığında, bunun Rusya’yı Finlandiya’ya karşı herhangi bir eylemden caydıracağını düşünüyor musunuz?

NATO’nun tarihine bakıldığında, uzmanlar ve politika yapıcılar, ABD ve müttefik güvenlik garantilerinin güvenilirliğini tartışmışlardır; bu, “genişletilmiş caydırıcılık” kavramının içsel bir parçasıdır. Bu tartışmalara rağmen, ABD ve diğer NATO müttefikleri kolektif savunmaya bağlılıklarını sürekli olarak göstermektedir. Finlandiya’da düzenli olarak tatbikatlar yapıyorlar, ülkeyi savunmak için uygulanabilir operasyonel planlar geliştiriyorlar ve askeri ekipmanları Finlandiya topraklarına önceden yerleştirme isteklerini belirtiyorlar. Bu eylemler, müttefiklerin karşılıklı savunmaya olan bağlılıklarını güçlü bir şekilde göstermektedir.

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Baltık ülkelerini Macaristan’a karşı bir “yalan kampanyası” başlatmakla suçladı. Güvenlik kontrollerine ilişkin kararın Macaristan’ın sıkı güvenlik önlemlerini zayıflatmadığını vurguladı. Bu iddialara cevap vermek için Güvenlik Politikası Devlet Sekreteri Péter Sztáray, Estonya, Letonya ve Litvanya büyükelçiliklerine ilk elden bilgi sağladı ve “yanlış bilgilendirme kampanyasını sona erdirmeyi umuyoruz” dedi. Finlandiya, Macaristan’ın tutumu hakkında ne düşünüyor? Budapeşte Finlandiya’nın NATO üyeliğini onayladıktan sonra ilişkiler nasıl gelişti?

Macaristan ile çoğu AB ve NATO ortağı arasındaki ilişki son zamanlarda dibe vurdu. Ayrıca, Finli politikacılar Macaristan’ın Moskova’ya yaptığı ziyaret ve Ruslara vize verme kararı gibi son eylemlerini sert bir şekilde eleştirdi. Macaristan’ın Finlandiya’nın ve özellikle İsveç’in NATO üyeliği üzerindeki engelleyici tutumu, birçok Finliyi kızdırdı. Macaristan’ın bu eylemlerinden ne kazandığını görmek zor, itibarının zarar görmesi dışında…

Rusya ile diyalogda kalmanın onu düşman yapmaktan daha güvenli olduğu tartışmalarına ne diyorsunuz?

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 2022 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya tam ölçekli işgaline kadar Moskova ile diyalog sürdürmek, Finlandiya dış politikasının temel bir unsuru idi. Bu diyalogun yoğunluğu zamanla değişti. Ancak, son Rus saldırganlığı nedeniyle, şimdi tartışılacak çok az şey var, çünkü Finlandiya ve daha geniş Batı’nın Ukrayna’daki savaş ve Avrupa güvenliği konusundaki görüşleri Moskova’nın konumuyla büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Bu durum, Rusya’nın kendi zararlı eylemlerinin doğrudan bir sonucudur. Finlandiya gibi bir cephe ülkesi için, Rusya’nın saldırganlığının başarısız olması ve Batı’nın bu tür eylemleri kınamada birleşik kalması, varoluşsal bir çıkar meselesidir.

Finlandiya’nın NATO’ya katılımı Türkiye’nin desteği ile oldu, bu süreçten sonra Helsinki-Ankara ilişkilerinde neler değişti?

Finlandiya’nın NATO üyelik süreci sırasında Finlandiya-Türkiye diplomasisinin yoğunluğu önemli ölçüde arttı ve terörizm gibi konular üzerine çalışma grupları kuruldu. Ancak bildiğim kadarıyla, bu çalışma grupları son zamanlarda pek aktif değildi ve kamuoyunda büyük ilgi çekmedi. İkili ilişki yoğunluğu doğal olarak azaldı. Finlandiya’da Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik süreçlerini kendi amaçları için kullanmasının her iki ülkenin ulusal güvenliğini tehlikeye attığı yönünde bir duygu var. Bununla birlikte, Finlandiya ve Türkiye’nin – her ikisi de önemli kara kuvvetlerine sahip olan ülkeler – ittifak içinde önemli çıkarları paylaşabileceği de kabul ediliyor.

Finlandiya’nın şu anda ana dış politika ve güvenlik gündemi nedir?

Mevcut gündem, Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak ve NATO’nun planlama, komuta yapısı ve kuvvet yapısına entegrasyonunu sağlamak üzerine odaklanıyor. Helsinki ayrıca ABD, İngiltere, Norveç ve İsveç gibi önemli müttefiklerle ilişkilerini yoğunlaştırıyor. Ayrıca, Ukrayna’yı desteklemek yüksek derecede bir öncelik.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getiriyoruz’

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanlığı’nın eski Washington Temsilcisi Nele Loorents Harici’ye konuştu:  “Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca savunmaya en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri. Bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz.”

Estonya Savunma Bakanlığı’nda uzun süreli bir kariyere sahip olan Nele Loorents, 2017-2021 yılları arasında da Estonya’nın NATO Daimi Temsilciliği’nde Savunma Müşavir Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Devlet görevlerinin ardından savunma uzmanı olarak kariyerine devam eden Loorents, savunma yatırımları, savunma politikası ve planlaması alanlarında uzmanlık ve danışmanlık yapmaktadır. Loorents alanındaki çalışmalarına 2023’ten beri Estonya merkezli Uluslararası Savunma ve Güvenlik Merkezi (ICDS) adlı düşünce kuruluşunda devam etmektedir.

Nele Loorents, Estonya’da ICDS ofisinde gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Rusya’dan tamamen kopup Batı’ta entegre olabilmek için çok çalıştık’

Savunma bakanlığında 23 yıldır çalışıyorsunuz ve Sovyet sonrası dönemi ve şu anki durumu kıyaslayabiliyorsunuz. Tüm bu yıllar boyunca Estonya’nın savunma politikasında tanık olduğunuz dönüşümün özetini kısaca anlatabilir misiniz? Diğer Baltık ülkeleri hakkında da konuşabilirsiniz çünkü komşularınızla benzer deneyimlere sahipsiniz.

Bence bizim perspektifimizden gerçekten önemli olan şey, bağımsızlığımızı kazandığımızda, Rus mirasından tamamen kopmamızın çok önemli olduğuydu. Her şeye sıfırdan başladık. Savunmamızı tamamen Batı ordularına daha uygun olacak şekilde yeniden yapılandırdık. Elbette ilk günden itibaren hem NATO’ya hem de AB’ye katılma konusunda büyük bir kararlılığımız vardı, çünkü Estonya gibi küçük bir ulus için ve diğer Baltık devletleri için daha büyük organizasyonlara üyelik kazanmanın hayati ve varoluşsal olduğunu anladık. Bu yüzden bağımsızlığımızın ilk yıllarında NATO ve AB’ye katılabilmek için çok çalıştık. Tüm işlerimizde oldukça muhafazakardık. Farklı organizasyonların belirlediği tüm gereklilikleri ve kuralları takip etmeye çalıştık. Ekonomik olarak, bağımsızlığımızın ilk yılları en kolay yıllar değildi, özellikle her şeye sıfırdan başladığımız için. Ama aynı zamanda üniversitelerden yeni mezun olmuş ve zaten Batı zihniyetine sahip olan genç bir nesli liderliğe getirmek için büyük bir fırsatımız vardı. Bu yüzden, mevcut sistemi değiştirmek zorunda kalmamamız ve toplumu, geleceğimiz ve uzun vadeli bağımsızlık çabalarımız için en faydalı olacağını düşündüğümüz şekilde inşa edebilmemiz bize çok yardımcı oldu.

‘Hükümetin savunmaya önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var’

Orta Avrupa ülkeleri ve ötesinde, Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkeleri mecazi olarak bir tür tampon bölge konumunda kalıyor. Bu durum, uzun yıllar savunma danışmanı olarak sizi kişisel olarak nasıl hissettiriyor? Ve politikalarınızı nasıl etkiliyor?

Tampon bölge derken ne demek istiyorsunuz?

Örneğin Ukrayna bu pozisyonda çünkü Rusya Ukrayna’ya NATO’ya yaklaşmamasını söyledi. Ukrayna bunu dinlemedi ve şimdi durum bu. Avrupa ve Rusya arasında tampon bölge olmak gibi. Aynı anda hem korkuyorsunuz hem de cesur olmak istiyorsunuz ama sonucu bilmiyorsunuz.

Bu doğu kanadını tampon bölge olarak adlandırmanın doğru kelime olup olmadığından emin değilim. Ama neyse, Rusya her zaman komşumuz oldu. Ve Rusya’nın hırsları veya genel olarak tarihi olarak iddia edilen bölgelerine yönelik politikaları konusunda herhangi olumlu bir şey hissetmedik. Şimdi ve sonra, Rus politikacılar Baltık devletlerini hala büyük Rus imparatorluğunun tarihi bir parçası olarak gördüklerini söylüyorlar. Ve Rusya’nın Baltık devletlerini kendi etki alanında tutma ilgisi her zaman oldu. Bu her zaman böyleydi. Rusya’nın bize karşı tutumunda herhangi bir değişiklik olacağını hiç düşünmedik. Ve savunmamızı, ülkemizi bağımsız olarak savunmaya hazırlıklı olacak şekilde geliştirdik. Örneğin Estonya’nın savunmaya ne kadar yatırım yaptığı yıllar boyunca çok belirgin oldu. Estonya 2015’ten beri savunmaya NATO kriterlerine tam olarak uyan %2’den fazla yatırım yaptı. Ama bu, Kırım olayından sonraki yıldı. Bu yüzden duruma çok ilgili terimlerle hemen tepki vermeye başladık.

Ve bu, Başbakan Kallas döneminde gerçekten arttı. Evet. Ve şimdi, Ukrayna’nın tam ölçekli işgalinin son iki buçuk yılı içinde, savunma bütçemizi daha da artırma kararı aldık. Şu anda seviye %3.2 civarında. Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Ve bence daha da önemli olan şey, bu parayla ne yaptığınız.

Bu bütçeyi nasıl dağıtıyorsunuz?

Biz, savunma bütçesinin neredeyse yarısını tedarik ve yeni yetenekler geliştirmeye harcıyoruz, bu bence NATO terimleriyle muhtemelen en yüksek yüzde.

‘Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri’

Savunma malzemelerini temin ettiğiniz başlıca ülkeler hangileri?

Birçok farklı ortak var. Daha büyük yetenekler, orta ve uzun menzilli ateşler gibi şeyler hakkında konuşursak, o zaman elbette ABD’den HIMARS sistemlerini, Almanya’dan IRIS-T sistemlerini temin ediyoruz. Tüm Avrupa genelinde mühimmat temin etmek için oldukça fazla ortak var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri, bu bizim ne kadar küçük olduğumuzu göz önünde bulundurursak şaşırtıcı gelebilir. Ama dediğim gibi, gerçekten hazırlıklı olmak istiyoruz ve kolektif savunmaya ve 5. Maddeye gerçekten inanıyoruz. Ama aynı zamanda, en kötü senaryoda, bir zaman faktörü olduğunu anlıyoruz. Temelde, Müttefik kuvvetlerin herhangi bir türden takviyesi biraz zaman alır. Bu yüzden, bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz. Bölgesel savunmamıza çok yatırım yapıyoruz. Ayrıca son yıl boyunca savaş zamanı hazırlığımızı oldukça önemli ölçüde artırdık. Şu anda yaklaşık 40.000 asker rezervi var. Çok sayıda tatbikat devam ediyor, çok sayıda ani vergi tatbikatı devam ediyor. Toplumun direncini artırmak için genel toplumsal yaklaşıma çok fazla çaba sarf ediliyor. Bu yüzden, bölgemizde bir şey olursa hazırlıklı olmak için şu anda gerçekten önemli bir çaba var.

‘Sovyet döneminden hatıra eski anıtları kaldırdık, bazı etnik Ruslar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu’

Nüfusunuzun yüzde kaçı Rus? Sorum, Rusya ile olası bir çatışmaya nasıl tepki verecekleri. Çünkü onların kökeni Rusya ve diğer tüm ülkelerde olduğu gibi Ruslar var. Bu politikayı nasıl yönetiyorsunuz? Onlar Estonya vatandaşı ama Rus, yani tatbikatlara katılıyorlar mı? Rus kökenli vatandaşların yükselen tansiyona tepkisi hakkında halka açık bir anketiniz var mı?

Sanırım şu anda nüfusumuzun yaklaşık %30’u etnik Rus. Birçoğu Estonya toplumuna çok iyi entegre olmuş durumda, bu yüzden bu soru etnik Rusların çoğunluğu için geçerli değil. Ancak, hala Rusya yanlısı mentalitesi olan bazı bölgeler var.

Evet, örneğin Estonya’nın kuzeydoğu kesiminde, nüfusun çoğunluğunun Rus olduğu bir bölge var. Hükümetin son iki yılda yaptığı pek çok farklı adım, etnik Rus nüfusumuz üzerindeki olası Rus hibrit etkisini azaltmak içindi. Rus ve Sovyet dönemlerinin hatırası olan bazı eski anıtları kaldırdık ve bazı insanlar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu.

Ve görünen o ki, nüfusun veya etnik Rus nüfusun tepkisi beklenenden daha az oldu. Daha fazla huzursuzluk bekleniyordu, ancak çok az oldu. Bunun nedenleri hakkında spekülasyon yapabiliriz. Ama sanırım nedenlerden biri, özellikle genç neslin, gerçekten Moskova yaklaşımını takip ediyorlarsa bununla etkilenebileceklerini anlamasıdır. Ukrayna’da savaşanlar arasında olabilirler veya Avrupa’da eğitim veya çalışma fırsatları sınırlı ya da tamamen kesilebilir.

Dolayısıyla, genç nesil daha çok Batı’ya yöneliyor ve bu Rus siyasi yaklaşımından daha fazla kopmaya çalışıyor. Ve sanırım yaşlı nesil artık seslerinin pek duyulmadığı bir yaşa geliyor. Muhtemelen bu durumlardan biridir.

‘Nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler’

Önceki soruya dönersek, bütçenizin dağılımını sormak istiyorum ve çeşitli farklı kaynaklara sahip olduğunuzu söylediniz. Türkiye bunlardan biri. Baykar ile İHA’lar konusunda çalışıyordunuz. Baykar, Ukrayna’da çok etkili oldu, Zelenski hükümetine İHA sağlayarak destekleri övüldü. Baykar ile olan ilişkinizin seviyesi nedir?

Şu anda tam olarak tedarik yetkilisi olmadığım için, farklı işletmelerle ilişkilerin ne kadar yakın olduğunu gerçekten bilmiyorum. Ama biliyorum ki, Savunma Bakanlığımızda ve tedarik organizasyonumuzda, tüm NATO müttefikleri ile gerçekten yakın ilişkiler var. Türkiye de kesinlikle daha fazla işbirliği fırsatı bulmaya çalıştığımız ülkelerden biri.

Estonya nüfus dağılımı açısından şu anda Ukraynalı mültecilerin seviyesi de oldukça önemli, çünkü nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler. Sokaklarda, mağazalarda ve okullarda yürürken de görülebileceği gibi, Estonya şu anda bu insanları toplumumuza entegre etmek için oldukça fazla çalışma yapıyor, çünkü Ukrayna’daki bu korkunç durumun nasıl sonuçlanacağını gerçekten bilmiyoruz.

‘NATO kuvvetleri Suwalki’de herhangi bir senaryoya hazırlıklı’

Suwalki Koridoru hakkında konuşmak istiyorum. Baltık ülkeleri için, sizin için, Litvanya ve Letonya için de bu kritik bir konu. Kaliningrad yakınlarındaki Suwalki’yi Politico dergisi “dünyanın en tehlikeli yeri” olarak nitelendirmişti. Rus yetkililer Suwalki’den bahsetmiyorlar. Sadece Belarus’tan Lukashenko bir kez Suwalki Koridoru hakkında bir şeyler ima etti. Ama Rusya’dan bir şey duymuyoruz. Neden Baltık ülkeleri için bu konu gündemin en üstünde? Evet, bir gerçek var, ama bununla ilgili bir argüman yok. Bu tartışma nereden geliyor?

Estonya için belki de bu Suwalki problemi, Litvanya ve Polonya’daki kadar her zaman daha az önemli olmuştur çünkü gerçekten onların sınır çizgisindedir. Ve elbette, Suwalki problemi veya bu zorluk, Belarus’un dahlini de içerir. Bu, gerçekten Rusya’nın Belarus işbirliğinden veya kaynaklarından yararlanması gerektiği anlamına gelir.

Bu konuda bazı sorular olabilir. Ancak son iki yılda bu sorunda önemli değişiklikler oldu çünkü NATO önemli kararlar aldı, aynı zamanda ulusal gelişmeler de bu sorunu ele alıyor. Bu zorluğu hafifletmek için çok önemli olduğunu düşündüğüm birkaç şeyi belirtmek istiyorum.

Her şeyden önce, müttefik varlığı meselesi. Madrid’de, NATO’nun gerekli tüm devletlerde, tugay seviyesine kadar varlığını artıracağına karar verildi. Ve şimdi, Litvanya’da bir tugay, Letonya’da bir tugay olacağına karar verildi ve elbette daha fazla varlık, hemen tepki verebilmek için daha fazla güç anlamına gelir. Bu nedenle, Suwalki Koridorundan geçecek kadar kara kuvvetlerini güçlendirmenize gerek yoktur, eğer sadece muharebe gruplarınız varsa. Bu ilk şey.

Kararlaştırılan ikinci şey, tüm Baltık devletlerinde bu yeni NATO komuta yapısının kurulması ve komuta yapısı seviyesinin bölgesel boyuttaki komuta yapı karargahına indirilmesiydi. Bu, temelde, tüm kuvvetlerin ilk günden itibaren yerinde olmasına gerek olmadığı, ancak kriz durumunda tüm gerekli kuvvetleri güçlendirebilen çalışır bir komuta yapısının yerinde olduğu anlamına gelir. Ve üçüncü şey, belki de en kritik şey, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılımıdır. Bu, temelde Baltık Denizi’nin daha çok bir iç NATO denizi gibi kapanmasını sağlar.

Ve NATO’nun hava ve deniz varlıklarıyla Baltık bölgelerine hızla hareket etmemizi sağlar, eğer ihtiyaç duyulursa. Bu nedenle, kara kuvvetlerini Suwalki Koridoru’ndan geçirmek için bir sıçrama olsa bile, bu boşluğu hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri gibi diğer varlıklarla kapatabilirsiniz ve bu muhtemelen azaltır…

Bence bunlar en önemli üç karar. Ve dördüncü şey, NATO unsuru ile doğrudan ilişkili olan yeni bölgesel planlar. Ve planların kendileri kısıtlı ve orada neyin kararlaştırıldığı konusunda tam görünürlüğümüz yoksa da, Suwalki senaryosunun da oynandığından oldukça eminim.

Ve gerçekten, Suwalki’de bir sorun durumunda harekete geçmek için yerinde yapılar var, bu tür bir yaklaşma olursa. Yani bunlar NATO terimleriyle dört şey. Ancak, dediğim gibi, ulusal bir yaklaşım da var ve Estonya şu anda kendi savunmamıza çok yatırım yapıyor.

Uzun menzilli ateşlere; füzeler ve roketlere yoğun yatırım yapıyoruz. Ve amaç aslında düşmanı ülkemizin dışında tutmak, sınırı geçme fırsatı vermemek..

Rusya ile onaylanmamış bir sınır anlaşmanız da var, değil mi? Bu konuda konuşabilir misiniz?

Anlatacak çok şey yok. Henüz imzalamadığımız bazı detaylar var. Ancak bence önemli olan şey, geçen yıl Estonya ve diğer tüm Baltık devletlerinin sınır hattını güvence altına almak için çok çaba sarf ettiğidir. Bu yüzden gerçekten Rusya ile olan sınırımızı çitle çevirmekteyiz. Sınırda çitler inşa ediyoruz, herhangi bir durumda hazırlıklı olmak için. Ve bence gerçekten önemli olan bu.

Yani evraklar önemli değil. Sınır orada zaten. Onaylanmadı, ama uyguluyoruz. Hala uyguluyoruz ve sınırın nerede olduğu konusunda net bir anlayış var.

Suwalki ve sınır meselesi dışında, Estonya risk veya tehlike olarak neyi görüyor?

Yani, Rusya açıkça bir tehlike. Rusya tehdit edebilir. Bu konuda hiçbir tartışma yok. Ve Estonya’nın durumunda, elbette Rusya ile olan kara hattı diğer Baltık devletlerinden çok daha kısa, çünkü sınırda Peipus gölü var. Finlandiya kuzeyde ve arada büyük bir deniz var. Ancak doğu sınırında bu büyük gölün olması, birliklerin nasıl hareket ettiğini görmemize daha fazla olanak sağlıyor. Dolayısıyla, gerçekten Rusların kara terimleriyle sınırı geçebileceği sadece birkaç yer var. Ve bu açıdan bakıldığında, bu noktaları sınırımız boyunca kara hattına sahip olmaktan daha fazla kontrol etme fırsatı veriyor.

Eski Başbakan Kaja Kallas’ın Avrupa Birliği’nde dış politika yönünü veya bu önlemleri, tedbirleri nasıl değiştireceğini düşünüyorsunuz? Tüm bu tehditlerle ve Rusya deneyimi ile, Estonya için uluslararası alanda bu çok önemli bir rol. Sizce bu yeni görev ne getirecek?

Gerçekten, bu benim kişisel görüşüm, bu görevden dolayı Avrupa Birliği’nde büyük bir değişiklik olmayacak. Çünkü Kaja Kallas ve onun yaklaşımı, Başbakan olduğu yıllar boyunca çok net ve belirgin oldu. Uluslararası alanda, onun durum değerlendirmesi çok yüksek bir değere sahip oldu.

Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin seyrini herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğini düşünmüyorum çünkü zaten Avrupa Birliği’nde uygulanmakta olan birçok Estonya girişimi var. Bu girişimler birçok açıdan uygulanma aşamasında.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Birleşmiş Milletler Batılı çıkarlar doğrultusunda hareket ediyor’

Yayınlanma

Eski Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Prof. Richard Falk Harici’ye konuştu: “BM, en tehlikeli, en büyük devletlerin uluslararası hukuku ve uluslararası kurumları görmezden gelme özgürlüğünü bir araya getirmek için tasarlanmış bir örgüttür. Soykırımı durduracak donanımda değil.”

ABD’deki Princeton Üniversitesinde Uluslararası Hukuk Uzmanı ve eski Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Raportörü siyaset bilimci Prof. Richard Falk, İsrail’in Gazze saldırıları, Birleşmiş Milletler’in rolü ve uluslararası kurumlardaki reform tartışmaları üzerine gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘BM soykırımı durdurmak için donanımlı değil’

Gazze konusunda, Birleşmiş Milletler şu an oldukça umutsuz görünüyor. Peki, Birleşmiş Milletler’in yasal kurumlarının kararlarına rağmen Gazze’deki katliamları önleyememesinin nedeni nedir? Veto hakkı uluslararası adaleti zayıflatıyor mu?

Bence Birleşmiş Milletler’in veto hakkına sahip büyük ülkelerin itiraz ettiği bir durumda bir soykırımı durdurmak için donanımlı olmadığı oldukça açık. Bir anlamda, Birleşmiş Milletler, devletlerin korunmasını ve en tehlikeli, en büyük devletlerin uluslararası hukuku ve uluslararası kurumları görmezden gelme özgürlüğünü bir araya getirmek için tasarlanmış bir örgüttür. Eğer güçlü bir Birleşmiş Milletler istemiş olsaydık, veto hakkını vermek için hiçbir neden olmazdı, özellikle de Gazze’deki soykırım gibi durumlarda harekete geçebilecek bir Birleşmiş Milletler.

Uluslararası hukuku belirleme konusunda en saygın organ olan Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’e soykırıma katkıda bulunan politikaları bırakmasını emreden çok net emirler vermiştir. Ancak İsrail bu emirleri dikkate almamış ve hiçbir şekilde uymamıştır. Ve bu, liberal demokrasiler, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenmiştir, ki ABD, Uluslararası Adalet Divanı’na yapılan Güney Afrika şikayetinin yasal bir dayanağı olmadığını söylemiştir.

Bu durum, Birleşmiş Milletler içinde ve uluslararası yaşamın normatif yapısı içinde jeopolitikanın baskın olduğunu gözler önüne seriyor. En güçlü ülke, yanlış yapan ülkeyi koruduğunda Birleşmiş Milletler harekete geçemez.

‘BM kararları çifte standartlı’

Bu noktada bahsettiğiniz ülke ABD, değil mi? Öyleyse sormam gerekiyor, ABD ve müttefikleri uluslararası hukuktan muaf mı? Örneğin, Gazze’deki katliamlar İsrail değil de başka bir ülke tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, Birleşmiş Milletler şimdiye kadar en azından o ülkenin liderlerine yaptırım uygulardı. Bir şeyler yaparlardı. Libya gibi başka ülkelerde bunun bir örneğini gördük, orada soykırım bile söz konusu değildi, ama Birleşmiş Milletler kararları çok hızlı bir şekilde uyguladı. Peki Gazze’de ne kadar insanın ölmesi gerekiyor ki Birleşmiş Milletler yaptırım uygulasın ya da somut bir adım atsın?

Birleşmiş Milletler, herhangi bir net kriter vermeyi reddediyor ve stratejik çıkarlarını takip ediyor. Rusya Ukrayna’ya saldırdığında, Birleşmiş Milletler’in uluslararası hukuk perspektifinden Rus saldırısını kınamakta hiçbir sorunu yok. İsrail Gazze’ye çok daha vahşi bir şekilde saldırdığında, stratejik çıkarları Birleşmiş Milletler’in destek vermekten başka bir şey yapmasını engelliyor. Çifte standart var ve uluslararası hukuk, düşmanlara ve rakiplere karşı kullanılan bir politika aracı haline geliyor. Ancak, suçlamaların hedefi bir dost ya da müttefik olduğunda, bu durum uluslararası hukukun temel ahlaki özünü, yani eşitleri eşit olarak muamele etme ilkesini zayıflatıyor. Çifte standartlar olduğunda, tam tersi bir durum yaratıyorsunuz—eşitleri eşit olmayan şekilde muamele ediyorsunuz—ve bu, normatif düzenin yapısı tarafından mümkün kılınıyor.

Bu sorun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı, sadece Birleşmiş Milletler’de değil, Japon ve Alman savaş suçlularının yargılandığı davalarda da. Sadece kaybedenlerin suçları ele alındı; kazananların suçları, örneğin Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanması, hiçbir şekilde hesap vermekten muaf tutuldu. Bu, dünyanın siyasi olarak organize edilme şeklindeki temel bir eksikliktir.

‘Reform, uzun ve zorlu bir yol’

O halde, Birleşmiş Milletler merkezli uluslararası sistemin artık iflas ettiğini söyleyebilir miyiz? Daha adil bir uluslararası sistem için ne yapılmalı? Birleşmiş Milletler reforme edilebilir mi, yoksa yeni çok taraflı kurumlara mı ihtiyaç var?

Birleşmiş Milletler, Batılı çıkarlar perspektifinden iflas etmiş değil; tam olarak ondan beklenenleri yapıyor. Onu etkili kılacak yetenekler ve fonlar kasıtlı olarak engellendi. Reform baskısı, bu hükümet politikalarına meydan okuyan insanlardan gelmelidir. Bu, Gazze krizinde bir dereceye kadar gerçekleşiyor. Protesto hareketleri, uluslararası hukukun güçlüler kadar zayıflara da evrensel olarak uygulandığı bir dünya arayışında. Ancak, bu uzun ve zorlu bir yol ve beklentileri çok erken yükseltmemek gerekir.

Bir diğer önemli nokta ise, küresel güvenlik ve savaş-barış alanı dışındaki uluslararası hukukun, uluslararası ekonomik ilişkiler, turizm, diplomasi, yabancı diplomatların muamelesi ve Antarktika ile uzayın düzenlenmesi gibi birçok alanda oldukça etkili ve saygı duyulan bir sistem olmasıdır. Karşılıklı çıkarların ortak bir yasal çerçeveyi desteklediği birçok alan var, ancak stratejik çıkarların uluslararası hukuka aykırı politikaların peşinden gitmeyi içerdiği yerlerde bu mevcut değil.

‘Netanyahu’nun Kongre’de ağırlanması hayatımdaki en utanç verici olaylardan biri’

Gazze’de olup bitenlerden sorumlu olanlardan biri olan Netanyahu, ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlandı. İnsanlar onu alkışladı, kongre üyeleri sıraya girip elini sıkmak ve onu tebrik etmek için bekledi. Bu, uluslararası toplumdan eleştiriler aldı ve Kongre üyelerinin büyük çoğunluğunun böyle bir savaş suçlusunu desteklemesi korkutucu bir sahne olarak yorumlandı. Netanyahu’nun ziyaretinde ABD Kongresi’ndeki havayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belirtmek gereken bir şey, Demokratların yarısının Netanyahu’nun konuşmasını ve konuşmasını boykot etmesidir. Başkan Yardımcısı Harris de katılmadı. Genellikle böyle oturumlarda Kongre’ye başkanlık eder ama bunu yapmamayı tercih etti. Ayrıca Washington sokaklarında çok güçlü protestolar vardı, bunlara on binlerce insan katıldı, birçok Yahudi de “Barış İçin Yahudi Sesleri” bayrağı altında protesto etti. Ancak, bu davet ve Kongre üyelerinin performansı, hayatımda tanık olduğum en utanç verici olaylardan biri. Bir Amerikalı olarak, bir soykırım faillerinin ulusal bir kahraman olarak karşılanmasının ve kutlanması gereken biri olarak muamele görmesinin, hapse atılmak ya da cezalandırılmak yerine kutlanmasının, ulusal bir utanç olduğunu düşünüyorum. Bu, ABD’nin liberal bir demokrasi olarak iddialarıyla tamamen çelişen bir durumdur. Liberal bir demokrasinin belirli değerlere sahip olduğu varsayılır ve bu değerlerden biri de soykırımsal davranışların reddedilmesidir.

‘Haniye suikastı, ateşkes müzakerelerini bozmayı ve İran’ı karşılık vermeye kışkırtmayı amaçlayan bir eylem’

Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail tarafından suikasta uğramasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu suikast İran’a İsrail’e karşılık verme hakkı tanımıyor mu? Uluslararası hukuk bu senaryo hakkında ne der?

Burada uluslararası hukukun bu konudaki geçerliliğini net bir şekilde açıklamak zor çünkü bu konuda net bir emsal yoktur, ancak siyasi suikastların izin verilmeyen bir taktik olduğunu söylemek yeterlidir. Özellikle bir yabancı lider başka bir ülkeyi ziyaret ederken. Bu durumda, Haniye bir ateşkes müzakerecisiydi ve bu, açıkça ateşkes müzakerelerini bozmayı ve İran’ı bir şekilde karşılık vermeye kışkırtmayı amaçlayan bir eylemdi. Bunu ya İsrail’in devasa bir hata olarak düşünmek ya da savaşı genişletmek için kasıtlı bir provokasyon olarak değerlendirmek zorundasınız. Bu, Hamas’tan ve Gazze’den dikkatleri uzaklaştıracak ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısında birçok seviyede yenilgiye uğradığını örtbas edecek bir girişim olabilir. İsrail, dünya genelinde kendi itibarına zarar verdi, sivil toplumun İsrail’in yanlışlarını ciddi şekilde ele almasına yol açtı ve bu, Güney Afrika’daki apartheid karşıtı harekete benzeyen bir durumu tetikledi. Hamas, bu soykırımsal kampanyadan önce olduğundan daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Netanyahu, savaşı sürdüremezse iktidardan düşeceğini biliyor, bu nedenle bu, ABD ve Avrupa ülkelerini Ortadoğu’daki hâkimiyet mücadelesine dahil etme çabasıdır ve İran, İsrail’in ABD’yi savaşmaya dahil etmeyi umduğu ana düşmandır.

‘Körfez hanedanları kendi istikrarıyla meşgul’

Arap ülkeleri, özellikle Körfez ülkeleri, 7 Ekim’den önce İsrail ile normalleşme sürecindeydiler ve bu süreç, Trump’ın danışmanı Kushner’in Ortadoğu’daki girişimiyle devam ediyordu. Gazze’de olanlar karşısında ciddi bir tepki vermediler, direnişi teşvik etmediler, uluslararası hukuk çağrısında bulunmadılar. Sadece basitçe Gazze’de olanları kınadılar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu ülkelerin ateşkesten ya da savaştan sonra İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi mümkün mü?

Körfez hanedanları ve otokratik liderler kendi istikrarlarıyla meşguller ve Hamas gibi hareketleri, İsrail gibi bir hükümetten daha tehdit edici görüyorlar. Halk, bu ülkelerin Gazze’de olanlara daha güçlü bir tepki vermesini isterdi, ancak tepki verenler hükümetler değil; Husiler ya da Hizbullah gibi hareketlerdi ve bu tür hareketler bu hanedan liderlerinin korktuğu hareketlerdir. Bu durum Batı için de geçerli, halk Filistin mücadelesine daha fazla sempati duyuyor, ancak hükümetler, kendi hırsları ve gerçekten demokratik siyasi hareketlerden duydukları korkularla ilgili politikalar izliyorlar. Bu hükümetler, İsrail’in yenilmesindense Hamas’ın yok edilmesini tercih ediyorlar.

‘Siyonist hareket dünya genelinde hükümet politikalarını ve politikacıları etkilemek için stratejik yerlerde konumlanmıştır’

İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da katliamlar yaparken yerleşim genişlemelerine de devam ediyordu. 7 Ekim’den önce Batı Şeria’da 10-20 kat daha fazla yerleşimci vardı. İsrail, her şeyin 7 Ekim’de başlamış gibi görünmesi için başarılı bir PR kampanyası yürüttü, oysa bu olaylar zaten vardı. İsrail’in Batı’da demokratik bir ülke olarak ayrıcalıklı konumunu ve kendi söylemini bu şekilde yaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsrail, kamuoyu söylemini kontrol etmenin kendi çıkarları için kritik olduğunu baştan beri anladı ve bu sonuca ulaşmak için büyük kaynaklar ayırdı. Siyonist hareket, dünya genelinde hükümet politikalarını ve politikacıları etkilemek için stratejik yerlerde konumlanmıştır. ABD Kongresi bunun iyi bir örneğidir, burada birçok İsrail yanlısı kongre üyesini finanse ederler ve Filistin’e sempati duyan ya da İsrail’i eleştiren adayların yenilmesi için milyonlarca dolar harcarlar. Bu, kamuoyu söyleminin çok sofistike bir manipülasyonu ve aynı zamanda bir devlet propagandası biçimidir, ve bu, Filistinlilerin güçlü bir karşı anlatı geliştirememesi nedeniyle olumlu karşılanır. Siyonist lobi, kendi söylemlerinin kabul edilmesini sağlamak için yüz milyonlarca dolar harcar, oysa Filistinliler birçok önemli ülkede bu durumu dengeleyebilecek bir şey geliştirememiştir. Bu, İsrail’in başarısının büyük bir bölümünü açıklar.

Filistinlilerin buna yatırım yapacak parası yok. Bunun için bütçeleri yok, değil mi?

Evet. Tabii ki bu doğru. Onlar gerçek bir kurtuluş hareketidir ve sömürgecilik ve bu soykırım fikri, insanların ruh halini değiştiriyor, ancak henüz önemli olan elitlerin ve hükümetlerin ruh hali değişmedi. Soğuk Savaş’ın sonunda, Samuel Huntington medeniyetler çatışmasını öngörmüştü ve Gazze’deki bu çatışma bir tür medeniyetler çatışmasının metaforu gibidir. Sadece Batılı ülkeler, eski sömürgeci Avrupa ülkeleri ve hatta Kuzey Amerika, Britanya sömürge imparatorluğundan kopmuş bir ülke olarak İsrail’i destekliyor, oysa bu ülkeler apartheid uygulamış ve apartheid yeterli olmadığında toplumlarını kontrol altına almak için soykırımsal yöntemlere başvurmuşlardır. Bu ülkeler, liberal iddialarıyla çelişen çelişkileri görmezden geliyorlar. İsrail, Güney Afrika’nın apartheid sistemini savunmada kamuoyunu yeterince etkilememe başarısızlığının farkındaydı ve kendi kaderlerinin de aynı şekilde sonuçlanmasına izin vermemeye kararlıydılar.

‘UAD tavsiye kararında, yasa dışı yerleşimler de dahil tüm işgalin yasa dışı olduğu açık’

Son bir nokta: İsrail, kamuoyu söylemine büyük yatırım yaptı, bu yüzden başarılı oldu. Bunun en iyi örneklerinden biri “yerleşim”/“yerleşimciler” terminolojisidir, bu, işgal ve işgalcilerin gerçekliğini gizler. Birleşmiş Milletler ve onun Michael Lynk gibi raportörleri, işgalleri yasa dışı ilan etmelerine rağmen bu terminolojiyi kullanmaya devam ediyorlar. Bu söylemi satın almaya devam ediyoruz. Sizce bu söylem değişebilir mi? Uluslararası toplum bu söylemi değiştirmek için ne yapmalı?

“Yerleşimci” ve “yerleşim” terminolojisi, geçici olması gereken işgali yerleşimlerle karşılaştırmanın bir yoludur ve bu yerleşimler, geçici rejime bile aykırıdır. Michael Lynk’in belirttiği gibi, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 49. Maddesi, 6. Paragrafı uyarınca, işgalci güç, kendi halkını işgal edilen topluma transfer etmeye yetkili değildir. Eğer yerleşimleri kötüleme ve daha karmaşık alternatif terminolojilerle uğraşmadan, net bir şekilde tanımlanan bir sorun olarak ele alırsanız, 1967’den bu yana ele alınan bu sorunu daha açık bir şekilde görebilirsiniz. Yerleşimleri işgalin bir parçası olarak ele almak biraz dikkat dağıtıcı olabilir, ancak Uluslararası Adalet Divanı’nın tavsiye kararına bakıldığında, yerleşimlerin yasa dışı olduğu, işgalin kendisinin yasa dışı olduğu ve sona ermesi gerektiği çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler, tüm devletler ve İsrail, bunu sona erdirme konusunda yasal bir sorumluluğa sahiptir ve bu, tüm işgalin sona ermesi anlamına gelir, bu yerleşimler de dahil.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English