Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Kuzey Irak sandığa gidiyor: Hasar kontrolü mü, yeniden yapılanma mı?

Yayınlanma

IKBY’de her 4 yılda bir yapılması gereken milletvekili seçimlerinin 2 yıldır ertelenmesinin ardından 20 Ekim’de yapılması kararlaştırıldı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Irak’taki siyasi manzaraya dair kapsamlı bilgiler  veriyor. Seçimde yarışacak partiler, oy ve destek potansiyelleri ile olası seçim sonuçlarına ilişkin senaryoları ele alıyor.

***

Kuzey Irak’ta yaklaşan seçimler: ‘Ortaklığın’ yeniden yapılandırılması mı, ‘hasar kontrolü’ mü?

Irak Çalışmaları Birimi

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanlığı, 6. parlamento seçimleri için yeni tarih olarak 20 Ekim 2024’ü belirledi. Bu seçimler, son otuz yıldır iktidara hâkim olan iki büyük Kürt partisi arasında seçim yasası konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle iki yıl ertelenmişti. Kürtler arasındaki hem sandalye dağılımı hem de bir sonraki Kürt hükümetinin kurulması açısından olası seçim sonuçları konusunda tartışmalar ve beklentiler farklılık gösteriyor.

Bu seçimler, bölgeye parlamenter hayatı geri getirmenin ve yasa tasarısı hazırlama hakkını yeniden tesis etmenin tek yolu olarak görülüyor. Bu seçimler aynı zamanda son altı yılda, bir yandan siyasi çekişmeler, diğer yandan da IKBY ile Bağdat arasındaki ilişkilere dair Federal Yüksek Mahkeme (FSC) kararları nedeniyle yaşanan önemli değişikliklerin ardından bölgenin siyasi manzarasını da yeniden şekillendirecek. Bu kararlar, Bağdat’taki merkezi makamlar 2003’ten bu yana güvenlik ve siyasi sorunlarla meşgulken Kürt bölgesel hükümetinin elde ettiği fiili yetkileri ve özerkliğini zayıflattı.

Yasal boşluk

Irak’ın en yüksek yargı mercii olan FSC’nin Mayıs 2023’te aldığı ve IKBY parlamentosunun görev süresinin Ekim 2022’de bir yıl uzatılmasını anayasaya aykırı ilan eden kararının ardından IKBY yasal bir boşluğa girdi. Eylül 2023’te FSC ayrıca bölge il meclislerinin görev sürelerinin 2019’da uzatılmasının da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bu durum, bölgeyi denetim ve yasama kurumlarından yoksun bırakırken yürütme organı da parlamento temelini kaybettiği için feshine yönelik yasal zorluklarla karşı karşıya kaldı.

Önceki seçimlerden farklı olarak yaklaşan seçimler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu (IHEC) tarafından denetlenecek çünkü yerel Kürt seçim komisyonu yasal bir boşluğa girdi. FSC’nin bölge için seçim kurallarını belirleyen kararlarına göre, bölge dört seçim bölgesine ayrılacak: Erbil (32 sandalye), Süleymaniye (36 sandalye), Duhok (24 sandalye) ve Halepçe (3 sandalye). Geçmişteki beş dönemde seçimler, tek seçim bölgesi sistemine göre yapılıyordu. Yeni dört bölge sistemi, iller arasındaki temsili yeniden dengelemeyi ve farklı illerin adayları arasındaki rekabeti önlemeyi amaçlıyor.

FSC, azınlıklar için ayrılan sandalye sayısını da 11’den beşe düşürdü. Bu beş sandalye, üç bölge arasında dağıtıldı: Erbil için 2 sandalye, Süleymaniye için 2 sandalye ve Duhok için 1 sandalye. Bu, temsilcilerin siyasi, etnik ve dini olarak dağınık azınlık grupları arasında dağıtılması için benzeri görülmemiş bir mekanizmaya işaret ediyor. Uygulamada, yeni dağılım üç vilayetteki iki baskın siyasi partinin etkisini ve gücünü yansıtacak. Geçmişte, azınlık temsilcilerinin çoğu KDP’nin etkisi altındaki Erbil ve Duhok’ta bulunduğu için azınlık temsili ağırlıklı olarak KDP’nin elindeydi.

KDP başlangıçta seçim sisteminde yapılan bu değişiklikleri “anayasaya aykırı ve demokratik olmayan seçimleri meşrulaştırdığı” gerekçesiyle reddetti. Ancak parti daha sonra azınlık sandalyeleri ve Bağdat’la genel ilişkileri konusunda uzlaşmaya vararak, özellikle de yeni yasa uyarınca seçimlerin yapılması halinde partinin konumuna ilişkin kötümser beklentileri azaltan seçim ortamına ilişkin yorumlar ışığında seçimlere katılmayı kabul etti.

Seçimlere katılan güçler

Yaklaşan seçimlere dört seçim bölgesinden toplam 135 liste, oluşum, ittifak ve bağımsız adayın katılması ve daha önce 111 olan 100 sandalye için yarışması bekleniyor. Bu adaylar arasında iki koalisyon, 13 siyasi parti ve 120 bağımsız aday yer alıyor ve toplam aday sayısı yaklaşık bin 190’a ulaşıyor. Bu çeşitli aday havuzuna rağmen seçim manzarası, siyasi partiler ve oluşumlar tarafından şekillendiriliyor. Bu partiler ve oluşumlar, güçlü ve zayıf yönlerine göre şu şekilde kategorize edilebilir:

Birincisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP): KDP şu anda bölgenin başkanlığını, başbakanlık pozisyonunu, kilit bakanlıkların çoğunu ve Erbil ve Duhok illerinin yönetimini elinde bulunduruyor. Ayrıca petrol ve Türkiye ile kuzey Suriye’ye sınır geçişleri gibi hassas konuları denetliyor. KDP bölgedeki kabinede güçlü bir nüfuza sahip ve bu da partiye azınlık gruplarındaki müttefikleriyle kurduğu ittifaklar sayesinde basit parlamento çoğunluğu sağlıyor. Bu hakimiyet, KDP’nin hassas siyasi ve yasama konularını rakiplerine ihtiyaç duymadan yönetebilmesini sağlıyor. Ancak daha önce 45 olan sandalye sayısının, seçim bölgelerinin yeniden dağıtılması ve geleneksel müttefiklerin kotalarının düşürülmesi nedeniyle azalması bekleniyor. Ayrıca KDP, Kürdistan bölgesine komşu Ninova ve Kerkük’teki son yerel seçimlerde sandalye kaybetmesinin ardından genel bir düşüş yaşandı ve bu iki ilin yerel yönetimlerindeki etkisi azaldı. Başta Kürt kültüründe eşsiz bir yere sahip Kerkük olmak üzere her iki vilayette de rakip ittifaklar, özellikle de KYB ve Koordinasyon Çerçevesi (KC), yönetimi şekillendirdi. Kerkük’teki yerel hükümet KYB lideri Bafel Talabani, Asayib Ehli Hak (AEH) lideri Kays el-Hazali ve Hıristiyan lider Rayan el-Kildani arasındaki ittifakla kuruldu, Barzani’nin partisi bu anlaşmayı “rüşvetle belirlendiği” iddiasıyla eleştirdi.

İkincisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB): KYB Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük ve Diyala yakınlarındaki bölgelerde güvenliği kontrol ediyor. KDP ile güç paylaşımı anlaşması temelinde bölge hükümetine katılıyor. Ancak KYB yıllardır iç çekişme ve çatışmalarla karşı karşıya kalıyor, son olarak 2021’de kuzeni Bafel Talabani tarafından devrilen partinin eski eş başkanı Lahur Talabani liderliğindeki Halk Cephesi’nin (PF) muhalefeti damgasını vurdu. Bu seçimler, özellikle ana kalesi Süleymaniye’de bu bölünmelerin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan KYB’nin yeni liderliği için önemli bir zorluk teşkil ediyor.

Üçüncüsü, Değişim Hareketi (Goran): Goran, son parlamento döneminde Kürdistan bölgesindeki yerel yönetimde üçüncü güç olarak ortaya çıktı. Ancak, 2009’dan sonra iki büyük güçle rekabet etmeye başlayan hareket, etkili kurucusu Nevşirvan Mustafa’nın 2017’de vefat etmesinin ardından savunduğu somut değişiklikleri gerçekleştirmeksizin güç paylaşımına dahil olmasıyla etkisini kaybetti. Hareket, ayrıca yapısal sorunlar ve iç bölünmelerle karşı karşıya. Benzer gündemleri savunan rakip listelerin muhalefet boşluğunu doldurmak için yükselişi de Goran’ı zorluyor. Goran, geniş bir halk tabanına sahip ilk seküler muhalefet grubu olarak tarihine ve merhum liderinin siyasi ve kültürel mirasına güveniyor.

Dördüncüsü, Yeni Nesil Hareketi: Etkili medya kuruluşları tarafından desteklenen bu yeni sivil hareket, kendisini geleneksel partilere karşı modern bir alternatif olarak konumlandırmayı amaçlıyor. Resmi olarak 2017’den sonra kurulan hareket, lideri Şahsuvar Abdulvahid’in iş ve girişimcilik alanındaki başarılarından faydalanıyor. Hareket 2018 ve 2021’de önemli siyasi ve seçim kazanımları elde etti ancak o zamandan bu yana muhalefet ve aksiliklerle karşı karşıya kaldı. Yeni Nesil, son yıllarda oy kullanma hakkına sahip olan ve istihdam ve siyasi güç konusunda hayal kırıklığına uğrayan gençlerin oylarını hedefleyerek önümüzdeki seçimlerde muhalefete liderlik etmeyi amaçlıyor.

Beşincisi, Halk Cephesi (HC): Eski KYB eş başkanı Lahur Şeyh Cengi Talabani tarafından yönetilen bu hareket KYB’nin bir kolu. HC, kendisini iki ana partiye alternatif olarak konumlandırıyor, seçim üssü olarak Süleymaniye’ye odaklanıyor ve lideri Cengi’yi Kürt siyasetinin ön saflarına geri getirecek halk desteği sağlamaya çalışıyor. Hareketin seçimlerin ardından KDP ile bir ittifak kurması muhtemel. KYB’ye muhalif bileşenleri de içeren bu cephenin çekirdeği, KYB’ye karşı sert bir erken seçim kampanyası başlattı. HC, Erbil ve Duhok’tan vekil çıkararak bir sonraki aşamada kendisini muhalif güçler arasında lider olarak konumlandırmayı hedefliyor.

Altıncısı, Milli Duruş Hareketi: Bu cephe, son iki dönemde parlamentodaki performansıyla medyanın dikkatini çeken Ali Hama Salih başta olmak üzere muhalif isimler tarafından yönetiliyor. Ancak bu cephe kapsamlı bir siyasi vizyondan yoksun olduğu ve esas olarak parlamento eylemlerine ve liderinin medyadaki varlığına dayandığı için eleştirilere maruz kalıyor. Buna ek olarak, bazıları Erbil’deki Kürt yetkililere karşı muhalefetlerinde fedakârlık yapan genç adaylarının görünürlüğünü vurguluyor.

Yedincisi, Kürdistan İslam Birliği: Uluslararası Müslüman Kardeşler’in bölgesel kolu olan bu İslamcı parti, önceki seçimlerde yaşadığı düşüşün ardından etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor. Deneyimli siyasi adayların yanı sıra, özellikle bağlı camiler ağı aracılığıyla sosyal ve hayır işlerindeki güçlü varlığına güveniyor.

Sekizincisi, Kürdistan Adalet Grubu (İslami Grup): 2003’ten beri siyasette aktif olan bu grup, özellikle Duhok, Halepçe ve diğer bazı şehirlerde muhafazakâr tabana sesleniyor. Parti, bazı liderlerine yönelik sosyal ve mali suiistimal suçlamaları nedeniyle siyasi sahnede ve medya önünde bozguna uğradı. Grup toparlanmak için yeni nesil genç İslamcı adayları destekliyor ve dini mirası ile dini kurumlarından yararlanıyor.

Dokuzuncusu, İslami Hareket: Kürt siyasi coğrafyasının ilan edilmiş en eski silahlı İslamcı partisi olan İslami Hareket, siyasi etkisinin ve kamusal varlığının azalmasına yol açan çeşitli bölünmeler yaşadı. Özellikle eski liderler tarafından “İslami Birlik Hareketi”nin kurulması partiyi daha da zayıflattı. Oyları dağıtan çok bölgeli seçim sistemi, bölünmüş İslamcı gruplar arasında bölünmüş sınırlı bir destek tabanı ile birleşince, parlamentoda sandalye kazanma konusunda belirsizlik yaratıyor. İslami Hareket çalışmalarını kalesi olan Halepçe seçim bölgesinde yoğunlaştırıyor.

Onuncusu, Küçük Kürt Partileri: Komünist Parti, Demokratik Sosyalist Parti ve diğer küçük gruplar gibi birkaç küçük solcu, milliyetçi ve çok kimlikli parti, bağımsız seçim listelerinde yarışıyor. Ancak bu partiler, oy tabanlarını zayıflatan çok bölgeli sistemle mücadele ediyor. Seçmen destekleri genellikle devlet tarafından sağlanan yardımlardan yararlananlarla sınırlıdır. Bu zorluk, 2018 seçimlerinde 29 listeden 13’ünün, o dönemde yürürlükte olan tek bölgeli oylama sistemi altında bile parlamentoda temsil edilmeyi başaramamış olmasıyla daha da arttı.

On birincisi, Bağımsız Adaylar: Bu seçimde sosyal medya fenomenleri, komedyenler, sanatçılar ve diğer figürler -yaklaşık 120 bağımsız aday- koltuk için yarışıyor. Bu kişilerin adaylıkları, özellikle birçoğunun siyasi nitelikleri ya da geçmiş deneyimleri olmadığı için, bir sonraki parlamentoda popülizmin potansiyel yükselişine ilişkin endişeleri artırıyor.

Olası senaryolar

Geçmiş deneyimlerden ve rakip listelerin beklentilerinin siyasi analizinden yola çıkarak, seçim sonuçlarına ve bunların gelecekteki sonuçlarına ilişkin birkaç olası senaryo aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Senaryo: İki ana Kürt partisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), 50+1 barajını kayda değer bir farkla aşarak parlamentoda rahat bir çoğunluk elde eder. Bu sonuç, muhalefet listelerinin önceki seçim dönemlerindeki gibi kalan sandalyelerin üçte birini ya da daha fazlasını kazanmasına olanak tanır. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu iki baskın parti iktidarı paylaşırken, en önemli muhalefet adaylarına da yer bırakır. Bu senaryoda, KDP’nin 30-35 sandalye, KYB’nin ise 20-25 veya biraz daha fazla sandalye kazanması beklenebilir. Birlikte, potansiyel olarak müttefik güçlerin desteğiyle ya da onlar olmadan bile hükümeti kurabilirler.

2. Senaryo: Seçimlerde beklenmedik bir sürprizle muhalefet güçlerinin yükselmesi, iki baskın parti arasındaki geleneksel güç paylaşımı dinamiklerini bozabilir ve diğer ortaklar için sınırlı bir alan bırakabilir. Bu senaryo, önceki seçimlere kıyasla hayal kırıklığına uğramış sessiz çoğunluğun daha yüksek katılımı gibi birkaç faktöre bağlıdır. Örneğin, 30 Eylül 2018’deki seçimlerde, 3 milyon 85 bin seçmenden bir milyon 845’i oy kullanmıştı. Ayrıca, bu durum seçim sürecine dış müdahale olmamasına da bağlıdır. Ancak, bu senaryo iki büyük partinin yerleşik himaye ağları, hükümet kurumları ve mali kaynaklar aracılığıyla seçimleri etkileme yetenekleri, sessiz kitlenin daha küçük güçlere doğru öngörülemeyen hareketi ve çok sayıda rekabet eden liste nedeniyle muhalefet oylarının bölünmesi gibi zorluklarla karşı karşıya.

3. Senaryo: En olası sonuç, iki büyük partinin baskın kalması ve KDP’nin daha fazla sayıda sandalye kazanarak görece bir avantaj elde etmesi. Bu iki partinin yanı sıra, Lahur Talabani’nin partisine verilen destekte kayda değer bir artışla birlikte, KDP ve KYB arasındaki rekabette “dengeleyici bir güç” olarak hizmet edebilecek yeni partilerin, muhalif grupların ve yeni güçlerin yükselme potansiyeli bulunuyor. Siyasi ortamın karmaşıklığı göz önüne alındığında, bir sonraki hükümeti kurmak muhtemelen daha zorlu hale gelecek. KDP’nin, müttefik Şii grupların desteğiyle Kerkük’ün yönetimi ve Ninova’daki pozisyonlar üzerindeki kontrolünü pekiştiren KYB’ye baskı uygulamak için koalisyon kurmaya çalışması bekleniyor. Bu durum iki parti arasındaki ortaklığın hem bölge içinde hem de dışında yeniden müzakere edilmesine yol açabilir.

Sonuçlar

IKBY’de yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin birkaç temel faktör nedeniyle öncekilerden önemli ölçüde farklı olması bekleniyor. Seçim yasaları ve prosedürlerindeki değişiklikler, muhtemelen koltuklardan yararlanma fırsatlarını azaltacak ve vekillerin bir partiyi diğerine tercih etme kabiliyetini azaltacaktır. Çok sayıda liste ve bireysel adayın mücadeleye girmesiyle siyasi manzaranın daha çeşitli olması bekleniyor. Buna rağmen, iki büyük partinin koltukların çoğunluğu ve hükümetin kurulması konusundaki hakimiyetini sürdüreceği öngörülüyor. Ancak, bu partiler için hızla bir koalisyon hükümeti kurmak, aralarındaki büyüyen uçurum ve dış ve bölgesel konular üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle zor olacak.

Kürt parlamento hayatının bir sonraki aşamasında önemli bir değişken, önceki beş parlamento döneminde büyük ölçüde bulunmayan Bağdat’taki Federal Mahkeme’nin anayasal denetiminin devreye girmesi olacak. Kürdistan Parlamentosu tarafından çıkarılan bazı yasalar iptal edildi ya da anayasaya aykırı bulundu ve Irak anayasası ve yasama çerçevesine uyum sağlamak için düzenlemeler yapılması gerekti. Bu durum parlamentoyu ya yasalarını buna göre uyarlamaya ya da yargı da dahil merkezi makamlarla bölgesel yetkiler konusunda açık bir çatışmaya girmeye zorlayabilir. Ayrıca, Kürdistan bölgesinin kendi anayasasını kabul etme ve bir yüksek mahkeme kurma hakkına sahip olması, bölgesel ve federal yetkililer arasındaki dinamikleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Daha geniş bölgesel çatışmanın sonuçları, yaklaşan seçimlerin sonuçlarına ve bunu takip eden hükümet kurma müzakerelerine yakından bağlı olacak. ABD’nin rolünün yanı sıra Türkiye ve İran’ın etkileri de bu süreçte önemli bir rol oynayacak. Ankara ve Washington’a yakın Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), İran’la daha yakın bağları olan rakibi Yurtseverler Birliği’ne kıyasla düşüş yaşamasına rağmen seçimlere katılmayı tercih etti. KDP’nin katılımı, “hasar kontrolü” yapma ve Yurtsever Birliği’nin Bağdat, Ninova ve Kerkük gibi idari merkezlerde ve kilit bölgelerde daha fazla zemin kazanmasını önleme çabası olarak görülebilir, bu da KDP’nin Kürdistan Bölgesi içindeki otoritesini zayıflatabilir.

Bu koşullar altında KDP’nin yeni bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için diğer pozisyonlarla birlikte bölge başkanlığı ya da hükümet başkanlığından feragat etmesi gerekebilir. Bu taviz, KDP’nin Kürdistan Bölgesi, daha geniş Irak siyasi ortamı ve hatta bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki ilişkilerini ve çıkarlarını yeniden dengelemesini sağlayabilir. Bu karar, Başbakan Mesrur Barzani ve Bölge Başkanı Neçirvan Barzani arasındaki iç çatışmalarla boğuşan KDP için zorlu bir süreç. Şimdiye kadar parti lideri Mesud Barzani’nin varlığı istikrar sağlayıcı bir rol oynamış ve bu iç anlaşmazlıkların tırmanmasını engellemişti.

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail ve Türkiye karşı karşıya

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesinden en çok faydalanan iki ülke olan Türkiye ve İsrail’in nasıl karşı karşıya geldiğini ele alıyor. Makale bu durumun iki ülke için ne anlama geldiğine ve bundan sonra ne olabileceğine dair uzman görüşlerine yer veriyor:

***

İsrail ve Türkiye karşı karşıya: Orta Doğu’da şiddetlenen güç mücadelesi

Suriye rejiminin çöküşü İran’ın ‘direniş eksenini’ yok etti ve Türkiye destekli İslamcıları İsrail’in kapısına getirdi.

Yaroslav Trofimov

Türkiye ve İsrail, Suriye rejiminin çöküşünden stratejik olarak en fazla fayda sağlayan iki ülke oldu. Bu durum, İran’ın Orta Doğu’daki etkisinin dramatik bir şekilde azalmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.

Ancak geçen yıl Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana zaten zehirli olan ilişkileri kopma noktasına gelen bu iki Amerikan müttefiki, şimdi Suriye ve ötesinde kendi aralarında bir çarpışma rotasına girmiş durumda. Bu rekabetin yönetilmesi, muhtemelen Trump yönetiminin öncelikleri arasında yer alacak ve Avrupa ile Orta Doğu’daki Amerika’nın ittifak ağı üzerindeki baskıyı artıracaktır.

Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Gönül Tol, “Türk yetkililer, yeni Suriye’nin başarılı olmasını istiyor, böylece Türkiye buna sahip çıkabilir; ancak İsraillilerin her şeyi mahvedebileceğini düşünüyorlar” diyor.

İsrail ve Türkiye arasındaki düşmanlık, İsrail, İran ve İran’ın vekilleri arasındaki uzun ve kanlı çatışmayla kıyaslanamaz. Tahran’ın dini liderleri, Yahudi devletini haritadan silmeyi hedefliyor ve bu yıl iki ülke arasında doğrudan füze saldırıları yaşandı. Bu, İsrail ile İran destekli Hizbullah arasında onlarca yıldır süregelen mücadelenin bir tırmanışıydı.

Bu ay İran liderliğindeki ve İran’dan Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Hizbullah’a kadar uzanan “direniş ekseninin” dağılması, İsrail için anında ve önemli bir güvenlik avantajı sağladı.

Ancak İsrailli yetkililer, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistinli hareket Hamas gibi İsrail’in ezeli düşmanlarına verdiği açık destek göz önüne alındığında, Türkiye liderliğindeki Sünni İslamcılardan oluşan yeni bir eksenin zaman içinde aynı derecede ciddi bir tehlikeye dönüşebileceğinden endişe duyduklarını söylediler.

Yeni Suriye’nin fiili lideri, Ebu Muhammed El-Colani takma adıyla bilinen Ahmet El-Şara, çatışmayla ilgilenmediğini ve ülkeyi yeniden inşa etmeye odaklanmak istediğini söylese de kendisi ve Şam’daki diğer birçok üst düzey şahsiyet, her ikisi de Amerikan tarafından terörist olarak tanımlanan El Kaide ve İslam Devleti’nde kilit rollere sahipti. ABD, takım elbise giymeyi tercih eden ve bu hafta Şam’da Avrupalı diplomatlarla görüşen Colani’nin başına hala 10 milyon dolar ödül koymuş durumda.

Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de düzen şekillenirken, Türkiye Şam’da açık ara baskın güç olarak ortaya çıktı. Bu durum Erdoğan’ı, eski Osmanlı topraklarından Libya ve Somali’ye kadar uzanan bir nüfuz alanı hedefine ulaşmaya her zamankinden daha fazla yaklaştırıyor. Bu, Filistin davasının en güçlü savunucusu olarak İran’la rekabet etmeyi de içeren bir yaklaşım.

İsrail parlamentosunun dışişleri ve savunma komitesi başkanı Yuli Edelstein bir röportajında “Türkiye ile ilişkiler kesinlikle kötü bir noktada, ancak her zaman daha da kötüleşme potansiyeli var” dedi: “Bu aşamada birbirimizi tehdit ediyor değiliz, ancak Suriye söz konusu olduğunda, Türkiye’den ilham alan ve silahlandırılan vekillerle çatışmalara dönüşebilir.”

Başkan seçilen Donald Trump pazartesi günü Mar-a-Lago’da yaptığı konuşmada Esad’ın devrilmesini Türkiye’nin Suriye’yi “dostça olmayan bir şekilde ele geçirmesi” olarak tanımladı. Erdoğan iki gün sonra Türkiye’nin Orta Doğu’da lider bir güç olması yönündeki kendi vizyonunu vurguladı. Erdoğan, “Bölgemizde ve özellikle Suriye’de yaşanan her olay bize Türkiye’nin Türkiye’den daha büyük olduğunu hatırlatıyor. Türk milleti kaderinden kaçamaz” dedi.

Türkiye ile yakın müttefik olan Katar dışında, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Ürdün gibi bölgedeki diğer Amerikan ortaklarının Türkiye’nin yeni hakimiyeti konusunda endişeleri var. Bu ülkelerdeki yetkililer Şam’dan yayılan siyasal İslam’ın yeniden canlanmasının kendi ülkelerinin güvenliğine zarar vermesinden korkuyor.

1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, İsrail güçlerinin burada on binlerce Filistinliyi öldürmesinin ardından Başbakan Binyamin Netanyahu’yu “Gazze kasabı” olarak eleştirip İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulasa da Tel Aviv’de hala bir büyükelçilik bulunduruyor.

Tel Aviv Üniversitesi Çağdaş Orta Doğu Tarihi Kürsüsü Başkanı Eyal Zisser, “İki ülke arasında hala iletişim kanalları var ve Türkiye hala ABD’nin müttefiki, dolayısıyla aralarındaki sorunlar aşılabilir” dedi. Zisser, Türkiye’nin hakimiyetindeki bir Suriye’nin İsrail için İran’ın hakimiyetindeki bir Suriye’den çok daha iyi olacağına şüphe olmadığını da sözlerine ekledi.

Zisser, “Türkiye İsrail’in yok edilmesini arzulamıyor, nükleer silah geliştirmiyor, Hizbullah’a etkileyici bir füze cephaneliği sağlamıyor ve Suriye’ye on binlerce milis göndermiyor” dedi.

2012’de büyükelçilik kapatılana kadar Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapan siyasi analist Ömer Önhon, Suriye’de yakın bir Türkiye-İsrail çatışmasından bahsetmenin çok endişe verici olduğu görüşünde. Büyükelçilik geçen günlerde yeniden açıldı.

Önhon, “Türkiye’nin karşı olduğu Netanyahu hükümetinin politikaları ve eğer bu politikalar değişirse ilişkiler tarih boyunca olduğu gibi yeniden normale dönebilir” dedi.

Türkiye’nin dış ve savunma politikaları uzun süredir peş peşe gelen Amerikan yönetimlerini rahatsız etti; bu yönetimler, Erdoğan’ın Rusya ile askeri ve nükleer enerji işbirliğine ve dönemin ABD yetkililerinin o dönemde “İslam Devleti’ne gizli Türk yardımı” olarak tanımladıkları duruma karşı çıkmışlardı. Washington’da İsrail, Ukrayna ve Tayvan’ı destekleyen bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı İcra Direktörü Jonathan Schanzer, “Türkiye uzunca bir süredir Batı ittifakı içinde haydut bir devlet gibiydi” dedi.

Suriye’de şu anda devam eden tek şiddet olayı, Suriye Ulusal Ordusu olarak bilinen Türkiye destekli milislerin, ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve birçok ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan Suriye Kürt bölgesine yönelik saldırısı. Bu savaşçıların bir kısmı Türkiye’nin güneydoğusundan gelen ve hem Ankara’nın hem de Washington’un terörist olarak gördüğü Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) mensup etnik Kürtlerden oluşuyor.

Washington’un Suriyeli Kürt silahlı gruplara verdiği destek uzun zamandır Türkiye’nin en büyük şikâyetlerinden biriydi. Türkiye’nin iktidar partisi AKP’nin milletvekillerinden Mehmet Şahin, “Șu anda olan şey, bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesine karşı faaliyet gösteren bir terör örgütüne destek vermesidir” diyerek Trump’ın bu desteği kesmesini umduğunu söyledi.

Bir diğer Türk milletvekili, Kürt yanlısı DEM partisinden Berdan Öztürk, Washington’un son on yılda İslam Devleti’ne karşı birlikte dökülen kan nedeniyle Suriyeli Kürtlere karşı bir yükümlülüğü olduğunu söyledi. Öztürk, “Türkiye şu anda her türlü temel insan hakkını ihlal ediyor. Eğer Kürt halkına ihanet ederlerse kimse ABD ile müttefik olmaz. Bir ortağınız varsa bu çok değerlidir ve bunu güçlendirmeniz gerekir.”

Ankara’yı öfkelendiren açıklamalarda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, bu hafta Kürtlerin, Türkiye ve İran tarafından aynı şekilde baskı gördüğünü belirterek, İsrail’in Kürtleri “doğal müttefikleri” olarak değerlendirmesi ve Kürtlerle ve diğer Orta Doğulu azınlıklarla ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini söyledi.

Kürt meseleleri konusunda uzun yıllara dayanan deneyime sahip eski bir Türk diplomat olan Aydın Selcen’e göre, bu tür açıklamalara rağmen İsrail’in Türkiye ve vekillerine karşı Suriyeli Kürt savaşçıları maddi olarak desteklemesi pek olası değil: “İsrail, Suriye’de Türkiye’ye sorun çıkarmaya çalışırsa aklını kaçırmış demektir” dedi.

Selcen, “Son gelişmelerde kazanan Ankara, kaybeden ise İsrail oldu. İsrail ve Türkiye arasında açık bir çatışma olasılığını mümkün görmüyorum. Bu hiç mantıklı değil” ifadelerini kullandı.

Suriye’de 2.000 kadar asker konuşlandıran ABD’nin aksine İsrail’in Suriye’nin Kürt bölgelerinde açık bir varlığı bulunmuyor. Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü’nde araştırmacı olan Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı emekli Tümgeneral Yaakov Amidror, “Kürtlerle uzun süredir ilişkilerimiz var; bu bizim tarihimizin, onların tarihinin bir parçası. Ancak İsrail, Kürtleri destekleme konusunda Amerikan rolünü üstlenmeyecek” dedi.

Türkiye son günlerde defalarca İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri çevresindeki işgal bölgesinden askerlerini çekmesini talep etti ve İsrail’i Esad rejiminin düşmesinden sonraki geçişi sabote etmeye çalışmakla suçladı. Mehmet Şahin, “İsrail, mevcut boşluktan faydalanarak işgal politikalarına devam etmek istiyor. Bu ne Suriye ne de bölge için iyi bir şey” dedi.

Netanyahu’nun en azından 2025 yılı boyunca süreceğini söylediği Suriye’nin güneyindeki toprakları işgalinin yanı sıra, İsrail son iki hafta boyunca Esad rejiminin askeri altyapısından geriye ne kaldıysa acımasızca bombaladı. Bu saldırılar Suriye’nin yeni yöneticilerini hava savunma, donanma, hava kuvvetleri veya uzun menzilli füzelerden mahrum bıraktı.

Ankara’nın askerlerini çekme talebine yanıt veren İsrail Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Suriye’de işgal konusunu gündeme getirecek son ülke olması gerektiğini çünkü Türk askerlerinin 2016’dan beri bu ülkede faaliyet gösterdiğini, “cihatçı güçleri” desteklediğini ve ülkenin büyük bir bölümünde Türk para birimini, bankacılık ve posta hizmetlerini yaygınlaştırdığını söyledi.

Colani’nin örgütü Heyet-i Tahrir el-Şam, ABD tarafından terörist grup olarak listelenmeye devam ediyor. İsyancı komutan ılımlı bir imaj çizmeye çalışıyor. Defalarca azınlıkların haklarını savundu ve yeni Suriye’nin İsrail ile yeni bir çatışma başlatmak yerine yaklaşık 14 yıllık iç savaşın yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa etmekle ilgilendiğini söyledi.

Ancak bu güvenceler İsrail yönetimindeki pek çok kişiyi ikna etmedi. Ne de olsa Colani, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e düzenlenen saldırıyı desteklemişti. Colani takma adı, İsrail’in 1967’de Suriye’den ele geçirdiği ve o zamandan beri ilhak ettiği Golan Tepeleri’ndeki ailesinin kökenine atıfta bulunuyor.

Atlantik Konseyi’nde kıdemli araştırmacı olarak görev yapan ve birçok İsrail başbakanına danışmanlık yapan Shalom Lipner, “HTŞ’nin Türkiye’nin himayesi altında Şam’da kontrolü sağlaması, İsrail’in kuzeydoğu sınırında düşman İslamcılarla karşılaşma ihtimalini artırıyor. Eğer Kürtler geri püskürtülürse bu durum daha da karanlık bir hal alabilir ve IŞİD’in yeniden canlanmasına yol açabilir” dedi. Lipner’a göre “İsrail derin bir savunma pozisyonunda.”

Netanyahu döneminde kabinede çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş ve İsrail parlamentosunun başkanlığını yapmış olan İsrailli Milletvekili Edelstein, Suriye’den gelebilecek potansiyel tehditlerin, ülkenin yeni yöneticilerinin zayıflığı göz önüne alındığında, acil olmadığını söylüyor. Ancak orta vadede Suriye’nin güneyindeki İslamcı grupların İsrailli toplulukları tehlikeye atabileceğini, uzun vadede ise Türk silahları ve desteğiyle yeniden inşa edilen Suriye ordusunun Esad’ın ordusunun 20. yüzyılın son on yıllarında yarattığı türden bir konvansiyonel tehlikeyi yeniden yaratabileceğini söyledi.

Edelstein, Suriye’nin yeni liderlerinden gelen iyi niyet açıklamalarının, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önce İsrail’i yanlış bir güvenlik hissine sürükleyen açıklamaları kadar itibar görmesi gerektiğini söyledi.

Edelstein, “Sadece İsrail değil hepimiz Suriye’deki yeni rejimi normalmiş gibi göstermeye çalışırken çok dikkatli olmalıyız. Biz Suriye’de vekiller yaratma işinde değiliz, biz sınırlarımızı koruma derdindeyiz. Ancak sınırlarımıza yakın olan toplulukların birçoğu Suriye’deki azınlık topluluklarıdır ve İslamcı milisler tarafından istila edilmediklerinden ve bu yerlerin gelecekte İsrail’e yönelik saldırı için askeri bir üsse dönüşmediğinden emin olmalıyız” diye konuştu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Esad’dan sonra sırada İran mı var?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.

Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.


Sırada Tahran mı var?

İran’ın güç miti paramparça oldu

Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.

26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.

İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.

İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.

ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.

Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.

Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.

Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.

Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.

Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.

Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.

Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.


¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Suriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.

***

11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim

Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.

Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.

Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.

Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.

O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.

Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.

Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?

Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?

Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.

Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.

Ve giderek daha da ısınıyordu.

Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.

Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.

Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.

Esad’a diplomatik kalkan

Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.

Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.

Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.

Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.

Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”

Esad’ın Suriye’sinde Çin parası

Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.

Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.

COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.

Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.

2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.

2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.

Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.

Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.

Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.

KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.

Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.

Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?

Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.

Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.

Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.

Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.

Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.

Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”

Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.

Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.

Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.

Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.

Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.

Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English