Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Kuzey Irak sandığa gidiyor: Hasar kontrolü mü, yeniden yapılanma mı?

Yayınlanma

IKBY’de her 4 yılda bir yapılması gereken milletvekili seçimlerinin 2 yıldır ertelenmesinin ardından 20 Ekim’de yapılması kararlaştırıldı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Irak’taki siyasi manzaraya dair kapsamlı bilgiler  veriyor. Seçimde yarışacak partiler, oy ve destek potansiyelleri ile olası seçim sonuçlarına ilişkin senaryoları ele alıyor.

***

Kuzey Irak’ta yaklaşan seçimler: ‘Ortaklığın’ yeniden yapılandırılması mı, ‘hasar kontrolü’ mü?

Irak Çalışmaları Birimi

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanlığı, 6. parlamento seçimleri için yeni tarih olarak 20 Ekim 2024’ü belirledi. Bu seçimler, son otuz yıldır iktidara hâkim olan iki büyük Kürt partisi arasında seçim yasası konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle iki yıl ertelenmişti. Kürtler arasındaki hem sandalye dağılımı hem de bir sonraki Kürt hükümetinin kurulması açısından olası seçim sonuçları konusunda tartışmalar ve beklentiler farklılık gösteriyor.

Bu seçimler, bölgeye parlamenter hayatı geri getirmenin ve yasa tasarısı hazırlama hakkını yeniden tesis etmenin tek yolu olarak görülüyor. Bu seçimler aynı zamanda son altı yılda, bir yandan siyasi çekişmeler, diğer yandan da IKBY ile Bağdat arasındaki ilişkilere dair Federal Yüksek Mahkeme (FSC) kararları nedeniyle yaşanan önemli değişikliklerin ardından bölgenin siyasi manzarasını da yeniden şekillendirecek. Bu kararlar, Bağdat’taki merkezi makamlar 2003’ten bu yana güvenlik ve siyasi sorunlarla meşgulken Kürt bölgesel hükümetinin elde ettiği fiili yetkileri ve özerkliğini zayıflattı.

Yasal boşluk

Irak’ın en yüksek yargı mercii olan FSC’nin Mayıs 2023’te aldığı ve IKBY parlamentosunun görev süresinin Ekim 2022’de bir yıl uzatılmasını anayasaya aykırı ilan eden kararının ardından IKBY yasal bir boşluğa girdi. Eylül 2023’te FSC ayrıca bölge il meclislerinin görev sürelerinin 2019’da uzatılmasının da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bu durum, bölgeyi denetim ve yasama kurumlarından yoksun bırakırken yürütme organı da parlamento temelini kaybettiği için feshine yönelik yasal zorluklarla karşı karşıya kaldı.

Önceki seçimlerden farklı olarak yaklaşan seçimler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu (IHEC) tarafından denetlenecek çünkü yerel Kürt seçim komisyonu yasal bir boşluğa girdi. FSC’nin bölge için seçim kurallarını belirleyen kararlarına göre, bölge dört seçim bölgesine ayrılacak: Erbil (32 sandalye), Süleymaniye (36 sandalye), Duhok (24 sandalye) ve Halepçe (3 sandalye). Geçmişteki beş dönemde seçimler, tek seçim bölgesi sistemine göre yapılıyordu. Yeni dört bölge sistemi, iller arasındaki temsili yeniden dengelemeyi ve farklı illerin adayları arasındaki rekabeti önlemeyi amaçlıyor.

FSC, azınlıklar için ayrılan sandalye sayısını da 11’den beşe düşürdü. Bu beş sandalye, üç bölge arasında dağıtıldı: Erbil için 2 sandalye, Süleymaniye için 2 sandalye ve Duhok için 1 sandalye. Bu, temsilcilerin siyasi, etnik ve dini olarak dağınık azınlık grupları arasında dağıtılması için benzeri görülmemiş bir mekanizmaya işaret ediyor. Uygulamada, yeni dağılım üç vilayetteki iki baskın siyasi partinin etkisini ve gücünü yansıtacak. Geçmişte, azınlık temsilcilerinin çoğu KDP’nin etkisi altındaki Erbil ve Duhok’ta bulunduğu için azınlık temsili ağırlıklı olarak KDP’nin elindeydi.

KDP başlangıçta seçim sisteminde yapılan bu değişiklikleri “anayasaya aykırı ve demokratik olmayan seçimleri meşrulaştırdığı” gerekçesiyle reddetti. Ancak parti daha sonra azınlık sandalyeleri ve Bağdat’la genel ilişkileri konusunda uzlaşmaya vararak, özellikle de yeni yasa uyarınca seçimlerin yapılması halinde partinin konumuna ilişkin kötümser beklentileri azaltan seçim ortamına ilişkin yorumlar ışığında seçimlere katılmayı kabul etti.

Seçimlere katılan güçler

Yaklaşan seçimlere dört seçim bölgesinden toplam 135 liste, oluşum, ittifak ve bağımsız adayın katılması ve daha önce 111 olan 100 sandalye için yarışması bekleniyor. Bu adaylar arasında iki koalisyon, 13 siyasi parti ve 120 bağımsız aday yer alıyor ve toplam aday sayısı yaklaşık bin 190’a ulaşıyor. Bu çeşitli aday havuzuna rağmen seçim manzarası, siyasi partiler ve oluşumlar tarafından şekillendiriliyor. Bu partiler ve oluşumlar, güçlü ve zayıf yönlerine göre şu şekilde kategorize edilebilir:

Birincisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP): KDP şu anda bölgenin başkanlığını, başbakanlık pozisyonunu, kilit bakanlıkların çoğunu ve Erbil ve Duhok illerinin yönetimini elinde bulunduruyor. Ayrıca petrol ve Türkiye ile kuzey Suriye’ye sınır geçişleri gibi hassas konuları denetliyor. KDP bölgedeki kabinede güçlü bir nüfuza sahip ve bu da partiye azınlık gruplarındaki müttefikleriyle kurduğu ittifaklar sayesinde basit parlamento çoğunluğu sağlıyor. Bu hakimiyet, KDP’nin hassas siyasi ve yasama konularını rakiplerine ihtiyaç duymadan yönetebilmesini sağlıyor. Ancak daha önce 45 olan sandalye sayısının, seçim bölgelerinin yeniden dağıtılması ve geleneksel müttefiklerin kotalarının düşürülmesi nedeniyle azalması bekleniyor. Ayrıca KDP, Kürdistan bölgesine komşu Ninova ve Kerkük’teki son yerel seçimlerde sandalye kaybetmesinin ardından genel bir düşüş yaşandı ve bu iki ilin yerel yönetimlerindeki etkisi azaldı. Başta Kürt kültüründe eşsiz bir yere sahip Kerkük olmak üzere her iki vilayette de rakip ittifaklar, özellikle de KYB ve Koordinasyon Çerçevesi (KC), yönetimi şekillendirdi. Kerkük’teki yerel hükümet KYB lideri Bafel Talabani, Asayib Ehli Hak (AEH) lideri Kays el-Hazali ve Hıristiyan lider Rayan el-Kildani arasındaki ittifakla kuruldu, Barzani’nin partisi bu anlaşmayı “rüşvetle belirlendiği” iddiasıyla eleştirdi.

İkincisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB): KYB Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük ve Diyala yakınlarındaki bölgelerde güvenliği kontrol ediyor. KDP ile güç paylaşımı anlaşması temelinde bölge hükümetine katılıyor. Ancak KYB yıllardır iç çekişme ve çatışmalarla karşı karşıya kalıyor, son olarak 2021’de kuzeni Bafel Talabani tarafından devrilen partinin eski eş başkanı Lahur Talabani liderliğindeki Halk Cephesi’nin (PF) muhalefeti damgasını vurdu. Bu seçimler, özellikle ana kalesi Süleymaniye’de bu bölünmelerin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan KYB’nin yeni liderliği için önemli bir zorluk teşkil ediyor.

Üçüncüsü, Değişim Hareketi (Goran): Goran, son parlamento döneminde Kürdistan bölgesindeki yerel yönetimde üçüncü güç olarak ortaya çıktı. Ancak, 2009’dan sonra iki büyük güçle rekabet etmeye başlayan hareket, etkili kurucusu Nevşirvan Mustafa’nın 2017’de vefat etmesinin ardından savunduğu somut değişiklikleri gerçekleştirmeksizin güç paylaşımına dahil olmasıyla etkisini kaybetti. Hareket, ayrıca yapısal sorunlar ve iç bölünmelerle karşı karşıya. Benzer gündemleri savunan rakip listelerin muhalefet boşluğunu doldurmak için yükselişi de Goran’ı zorluyor. Goran, geniş bir halk tabanına sahip ilk seküler muhalefet grubu olarak tarihine ve merhum liderinin siyasi ve kültürel mirasına güveniyor.

Dördüncüsü, Yeni Nesil Hareketi: Etkili medya kuruluşları tarafından desteklenen bu yeni sivil hareket, kendisini geleneksel partilere karşı modern bir alternatif olarak konumlandırmayı amaçlıyor. Resmi olarak 2017’den sonra kurulan hareket, lideri Şahsuvar Abdulvahid’in iş ve girişimcilik alanındaki başarılarından faydalanıyor. Hareket 2018 ve 2021’de önemli siyasi ve seçim kazanımları elde etti ancak o zamandan bu yana muhalefet ve aksiliklerle karşı karşıya kaldı. Yeni Nesil, son yıllarda oy kullanma hakkına sahip olan ve istihdam ve siyasi güç konusunda hayal kırıklığına uğrayan gençlerin oylarını hedefleyerek önümüzdeki seçimlerde muhalefete liderlik etmeyi amaçlıyor.

Beşincisi, Halk Cephesi (HC): Eski KYB eş başkanı Lahur Şeyh Cengi Talabani tarafından yönetilen bu hareket KYB’nin bir kolu. HC, kendisini iki ana partiye alternatif olarak konumlandırıyor, seçim üssü olarak Süleymaniye’ye odaklanıyor ve lideri Cengi’yi Kürt siyasetinin ön saflarına geri getirecek halk desteği sağlamaya çalışıyor. Hareketin seçimlerin ardından KDP ile bir ittifak kurması muhtemel. KYB’ye muhalif bileşenleri de içeren bu cephenin çekirdeği, KYB’ye karşı sert bir erken seçim kampanyası başlattı. HC, Erbil ve Duhok’tan vekil çıkararak bir sonraki aşamada kendisini muhalif güçler arasında lider olarak konumlandırmayı hedefliyor.

Altıncısı, Milli Duruş Hareketi: Bu cephe, son iki dönemde parlamentodaki performansıyla medyanın dikkatini çeken Ali Hama Salih başta olmak üzere muhalif isimler tarafından yönetiliyor. Ancak bu cephe kapsamlı bir siyasi vizyondan yoksun olduğu ve esas olarak parlamento eylemlerine ve liderinin medyadaki varlığına dayandığı için eleştirilere maruz kalıyor. Buna ek olarak, bazıları Erbil’deki Kürt yetkililere karşı muhalefetlerinde fedakârlık yapan genç adaylarının görünürlüğünü vurguluyor.

Yedincisi, Kürdistan İslam Birliği: Uluslararası Müslüman Kardeşler’in bölgesel kolu olan bu İslamcı parti, önceki seçimlerde yaşadığı düşüşün ardından etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor. Deneyimli siyasi adayların yanı sıra, özellikle bağlı camiler ağı aracılığıyla sosyal ve hayır işlerindeki güçlü varlığına güveniyor.

Sekizincisi, Kürdistan Adalet Grubu (İslami Grup): 2003’ten beri siyasette aktif olan bu grup, özellikle Duhok, Halepçe ve diğer bazı şehirlerde muhafazakâr tabana sesleniyor. Parti, bazı liderlerine yönelik sosyal ve mali suiistimal suçlamaları nedeniyle siyasi sahnede ve medya önünde bozguna uğradı. Grup toparlanmak için yeni nesil genç İslamcı adayları destekliyor ve dini mirası ile dini kurumlarından yararlanıyor.

Dokuzuncusu, İslami Hareket: Kürt siyasi coğrafyasının ilan edilmiş en eski silahlı İslamcı partisi olan İslami Hareket, siyasi etkisinin ve kamusal varlığının azalmasına yol açan çeşitli bölünmeler yaşadı. Özellikle eski liderler tarafından “İslami Birlik Hareketi”nin kurulması partiyi daha da zayıflattı. Oyları dağıtan çok bölgeli seçim sistemi, bölünmüş İslamcı gruplar arasında bölünmüş sınırlı bir destek tabanı ile birleşince, parlamentoda sandalye kazanma konusunda belirsizlik yaratıyor. İslami Hareket çalışmalarını kalesi olan Halepçe seçim bölgesinde yoğunlaştırıyor.

Onuncusu, Küçük Kürt Partileri: Komünist Parti, Demokratik Sosyalist Parti ve diğer küçük gruplar gibi birkaç küçük solcu, milliyetçi ve çok kimlikli parti, bağımsız seçim listelerinde yarışıyor. Ancak bu partiler, oy tabanlarını zayıflatan çok bölgeli sistemle mücadele ediyor. Seçmen destekleri genellikle devlet tarafından sağlanan yardımlardan yararlananlarla sınırlıdır. Bu zorluk, 2018 seçimlerinde 29 listeden 13’ünün, o dönemde yürürlükte olan tek bölgeli oylama sistemi altında bile parlamentoda temsil edilmeyi başaramamış olmasıyla daha da arttı.

On birincisi, Bağımsız Adaylar: Bu seçimde sosyal medya fenomenleri, komedyenler, sanatçılar ve diğer figürler -yaklaşık 120 bağımsız aday- koltuk için yarışıyor. Bu kişilerin adaylıkları, özellikle birçoğunun siyasi nitelikleri ya da geçmiş deneyimleri olmadığı için, bir sonraki parlamentoda popülizmin potansiyel yükselişine ilişkin endişeleri artırıyor.

Olası senaryolar

Geçmiş deneyimlerden ve rakip listelerin beklentilerinin siyasi analizinden yola çıkarak, seçim sonuçlarına ve bunların gelecekteki sonuçlarına ilişkin birkaç olası senaryo aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Senaryo: İki ana Kürt partisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), 50+1 barajını kayda değer bir farkla aşarak parlamentoda rahat bir çoğunluk elde eder. Bu sonuç, muhalefet listelerinin önceki seçim dönemlerindeki gibi kalan sandalyelerin üçte birini ya da daha fazlasını kazanmasına olanak tanır. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu iki baskın parti iktidarı paylaşırken, en önemli muhalefet adaylarına da yer bırakır. Bu senaryoda, KDP’nin 30-35 sandalye, KYB’nin ise 20-25 veya biraz daha fazla sandalye kazanması beklenebilir. Birlikte, potansiyel olarak müttefik güçlerin desteğiyle ya da onlar olmadan bile hükümeti kurabilirler.

2. Senaryo: Seçimlerde beklenmedik bir sürprizle muhalefet güçlerinin yükselmesi, iki baskın parti arasındaki geleneksel güç paylaşımı dinamiklerini bozabilir ve diğer ortaklar için sınırlı bir alan bırakabilir. Bu senaryo, önceki seçimlere kıyasla hayal kırıklığına uğramış sessiz çoğunluğun daha yüksek katılımı gibi birkaç faktöre bağlıdır. Örneğin, 30 Eylül 2018’deki seçimlerde, 3 milyon 85 bin seçmenden bir milyon 845’i oy kullanmıştı. Ayrıca, bu durum seçim sürecine dış müdahale olmamasına da bağlıdır. Ancak, bu senaryo iki büyük partinin yerleşik himaye ağları, hükümet kurumları ve mali kaynaklar aracılığıyla seçimleri etkileme yetenekleri, sessiz kitlenin daha küçük güçlere doğru öngörülemeyen hareketi ve çok sayıda rekabet eden liste nedeniyle muhalefet oylarının bölünmesi gibi zorluklarla karşı karşıya.

3. Senaryo: En olası sonuç, iki büyük partinin baskın kalması ve KDP’nin daha fazla sayıda sandalye kazanarak görece bir avantaj elde etmesi. Bu iki partinin yanı sıra, Lahur Talabani’nin partisine verilen destekte kayda değer bir artışla birlikte, KDP ve KYB arasındaki rekabette “dengeleyici bir güç” olarak hizmet edebilecek yeni partilerin, muhalif grupların ve yeni güçlerin yükselme potansiyeli bulunuyor. Siyasi ortamın karmaşıklığı göz önüne alındığında, bir sonraki hükümeti kurmak muhtemelen daha zorlu hale gelecek. KDP’nin, müttefik Şii grupların desteğiyle Kerkük’ün yönetimi ve Ninova’daki pozisyonlar üzerindeki kontrolünü pekiştiren KYB’ye baskı uygulamak için koalisyon kurmaya çalışması bekleniyor. Bu durum iki parti arasındaki ortaklığın hem bölge içinde hem de dışında yeniden müzakere edilmesine yol açabilir.

Sonuçlar

IKBY’de yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin birkaç temel faktör nedeniyle öncekilerden önemli ölçüde farklı olması bekleniyor. Seçim yasaları ve prosedürlerindeki değişiklikler, muhtemelen koltuklardan yararlanma fırsatlarını azaltacak ve vekillerin bir partiyi diğerine tercih etme kabiliyetini azaltacaktır. Çok sayıda liste ve bireysel adayın mücadeleye girmesiyle siyasi manzaranın daha çeşitli olması bekleniyor. Buna rağmen, iki büyük partinin koltukların çoğunluğu ve hükümetin kurulması konusundaki hakimiyetini sürdüreceği öngörülüyor. Ancak, bu partiler için hızla bir koalisyon hükümeti kurmak, aralarındaki büyüyen uçurum ve dış ve bölgesel konular üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle zor olacak.

Kürt parlamento hayatının bir sonraki aşamasında önemli bir değişken, önceki beş parlamento döneminde büyük ölçüde bulunmayan Bağdat’taki Federal Mahkeme’nin anayasal denetiminin devreye girmesi olacak. Kürdistan Parlamentosu tarafından çıkarılan bazı yasalar iptal edildi ya da anayasaya aykırı bulundu ve Irak anayasası ve yasama çerçevesine uyum sağlamak için düzenlemeler yapılması gerekti. Bu durum parlamentoyu ya yasalarını buna göre uyarlamaya ya da yargı da dahil merkezi makamlarla bölgesel yetkiler konusunda açık bir çatışmaya girmeye zorlayabilir. Ayrıca, Kürdistan bölgesinin kendi anayasasını kabul etme ve bir yüksek mahkeme kurma hakkına sahip olması, bölgesel ve federal yetkililer arasındaki dinamikleri daha da karmaşık hale getiriyor.

Daha geniş bölgesel çatışmanın sonuçları, yaklaşan seçimlerin sonuçlarına ve bunu takip eden hükümet kurma müzakerelerine yakından bağlı olacak. ABD’nin rolünün yanı sıra Türkiye ve İran’ın etkileri de bu süreçte önemli bir rol oynayacak. Ankara ve Washington’a yakın Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), İran’la daha yakın bağları olan rakibi Yurtseverler Birliği’ne kıyasla düşüş yaşamasına rağmen seçimlere katılmayı tercih etti. KDP’nin katılımı, “hasar kontrolü” yapma ve Yurtsever Birliği’nin Bağdat, Ninova ve Kerkük gibi idari merkezlerde ve kilit bölgelerde daha fazla zemin kazanmasını önleme çabası olarak görülebilir, bu da KDP’nin Kürdistan Bölgesi içindeki otoritesini zayıflatabilir.

Bu koşullar altında KDP’nin yeni bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için diğer pozisyonlarla birlikte bölge başkanlığı ya da hükümet başkanlığından feragat etmesi gerekebilir. Bu taviz, KDP’nin Kürdistan Bölgesi, daha geniş Irak siyasi ortamı ve hatta bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki ilişkilerini ve çıkarlarını yeniden dengelemesini sağlayabilir. Bu karar, Başbakan Mesrur Barzani ve Bölge Başkanı Neçirvan Barzani arasındaki iç çatışmalarla boğuşan KDP için zorlu bir süreç. Şimdiye kadar parti lideri Mesud Barzani’nin varlığı istikrar sağlayıcı bir rol oynamış ve bu iç anlaşmazlıkların tırmanmasını engellemişti.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English