DÜNYA BASINI
Lavrov: Sert davranacağız
Yayınlanma
Yazar
Hazal Yalın
Çevirmenin notu: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un haftalık Argumentı i faktı’ya verdiği mülakatın (5 Nisan) çevirisini yayınlıyoruz.
Yalnız, şu “kestaneleri ateşten çıkarmak” deyimiyle ilgili kısa bir tekrar açıklama gerek.
Lavrov bu deyimi geçen yıl mayıs ayında, Dış Siyaset ve Savunma Siyaseti Konseyi toplantısında da kullanmıştı.
Fransızcadan (muhtemelen La Fontaine’den) gelen bu Rusça deyim, edebiyat referanslarıyla konuşmaya alışkın olan Lavrov için normal sayılabilir; ancak bu deyime uluslararası çatışmalarla ilgili anlamını veren ve onu genel bir deyim olmaktan çıkarıp Rusya dış siyasetinin değişmez başlığı haline getiren, dolaylı olarak, Stalin’dir.
Stalin 10 Mart 1939’da, BKP(b) XVIII’inci Kongre’sinde sunduğu siyasi raporda, Sovyetler Birliği’nin İngiltere ve Fransa hesabına Nazi Almanya’sı ile savaşmayacağını söylerken “ateşi başkasının elleriyle karıştırmak” deyimini kullanmıştı. Bu, sonraları “kestaneleri ateşten çıkarmak” diye ifade edilmeye başlandı ve deyim siyasi anlamıyla Stalin’e mal oldu.
Aslında Stalin özgün deyimi de kullanmıştı. 1901’de yayınlanan ilk makalelerinden birinde, marksizm içindeki sağcılığın sonucunun “işçilerin kestaneleri ateşten burjuvazi için çıkarmaya mecbur bırakacağını” söyler.
- Sergey Viktoroviç, eskiden AB ülkelerini sık sık ziyaret ediyordunuz. Şimdi, malum nedenlerle, iş gezilerinizin coğrafyası değişti. Ne dersiniz, AB Rusya’yı uzun yıllar için mi kaybetti?
Yurtdışı gezilerimin coğrafyası değişti. Bu şimdi, yenilenmiş dış siyaset konseptinde tespit edilen Rusya’nın uluslararası arenadaki önceliklerini yansıtıyor.
Avrupa Birliği’nin Rusya’yı “kaybettiğini” çok doğru belirttiniz. Bunun suçlusu kendisi. AB üyesi ülkeler ve birliğin yöneticileri, Rusya’nın (kendi deyişleriyle) stratejik bir yenilgi alması zaruretini açıkça beyan ediyorlar. Cani Kiev rejimine silah ve mühimmat yığıyor, Ukrayna’ya danışmanlar ve paralı askerler gönderiyorlar. Bu nedenlerle AB’yi dost olmayan bir birlik olarak mülahaza ediyoruz.
Zaruri çıkarımları yaptık. Düşmanca adımlara cevap olarak, zaruret halinde, Rusya’nın milli menfaatleri ve diplomatik pratikte genel kabul gören karşılıklılık prensibine dayanarak, sert eylemde bulunacağız.
Avrupalılar herhangi bir anda Rusya karşıtı tutumlarından vazgeçer ve Rusya ile karşılıklı saygıya dayanan bir diyalogdan yana tercih yaparlarsa onların tekliflerini mülahaza edecek ve, Rusya Federasyonu’nun yeni dış siyaset konseptinde Başkan V. Putin tarafından onaylandığı gibi milli menfaatlerimize bakarak kararlar alacağız.
- Geçtiğimiz günlerde ÇHC Başkanı Si Tsinpin’in Rusya’ya resmi bir ziyareti gerçekleşti. Rusya-Çin görüşmelerinin sonucunda tablo nedir?
ÇHC Başkanı Si Tsinpin’in 20-22 Mart’ta Rusya’ya yaptığı ve devlet başkanlığı görevine tekrar seçildikten sonra ilk yurtdışı gezisi olan ziyaret, Rusya-Çin ilişkilerinin çağdaş tarihinde çok önemli bir kilometretaşı, ikili işbirliğinin emsalsiz seviyesi ve özel niteliğinin tanığıdır.
Rusya ve Çin liderleri, başbaşa yemek ve şömine başında çay gibi muhtelif formatlarda yaklaşık 10 saat boyunca konuştular. Bu tür kişisel temasların ikili ilişkileri her açıdan ilerletmedeki önemi küçümsenemez. Başkan Putin’in belirttiği gibi, görüş alışverişi “sıcak, yoldaşça ve yapıcı bir atmosferde” geçti. Diğer yandan ÇHC Başkanı da Başkan Putin’le görüşmesini “açık, dostça ve yapıcı” diye niteledi.
Heyetlerin katılımıyla yapılan görüşmelerde son dönemde Rusya-Çin ilişkilerinin çokyönlü gelişmesinin sonuçları değerlendirildi, muhtelif alanlarda güncel işbirliği meselelerinin “envanteri” çıkarıldı. Si Tsinpin’in Başbakan M. Mişustin ile de yapıcı bir görüşmesi oldu; bu görüşmede pratik işbirliğinin artırılmasında başlıca istikametler konuşuldu.
Zirvenin temel sonuçları çok önemli iki belgede tespit edildi: yeni bir çağa giren kapsamlı ortaklık ve stratejik işbirliği ilişkilerinin derinleştirilmesi hakkında ortak açıklama ile Rusya-Çin iktisadi işbirliğinin 2030’a kadar kilit istikametlerde gelişmesinin planı hakkında ortak açıklama.
Devlet başkanları, dış siyasette sıkı bir koordinasyonun devamının önemini ifade ettiler. Benzer bir şekilde, uluslararası güvenlik alanında temel meydan okuyuşların ortaya çıkışının nedenlerini görüyoruz. Batının eşit haklar temelinde devletlerarası diyalog yürütmekte isteksizliğinin farkındayız. Yaptırım baskısı yöntemlerinin ve diğer iyi komşuluk dışı rekabet vasıtalarının kullanılmasına karşı çıkıyoruz. Bu bağlamda stratejik işbirliğimiz üçüncü ülkeleri hedef almıyor. Bu işbirliği bütün uluslararası sistemin dengeli bir gelişimine katkıda bulunuyor.
Çin tarafı Ukrayna probleminde dengeli tutumunu teyit etti. Pekin’in, çatışmanın siyasi-diplomatik çözümünde yapıcı bir rol oynamaya hazır oluşundan memnuniyet duyuyoruz. Çinli ortaklarımızın Ukrayna’daki durumla ilgili yayınlanan tutum belgesindeki temel ilkelerin, özellikle de Avrupa’daki ve genel olarak dünyadaki bütün ülkeler için eşit ve bölünmez bir güvenliğin sağlanmasının zarureti kısmında bizim yaklaşımlarımızla uyum içinde olduğunu görüyoruz. Barış süreci Kiev ve onun, askeri eylemleri uzatmak için her türlü çabayı gösteren batılı küratörleri tarafından şimdilik frenleniyor.
ÇHC liderinin ziyareti geniş bir uluslararası etki doğurdu, küresel enformasyon gündemini tam anlamıyla işgal etti. Bu, Rusya-Çin stratejik ortaklığının uzun zamandır sadece iki taraflı bir bağlamdan çıkmış olduğunu teyit ediyor. Belli ki açık seçik bir şekilde formüle edilen günümüz dünyasının kilit meseleleri hakkındaki ortak pozisyonlarımız duyulmuş.
- Si Tsinpin’in Rusya’ya ziyareti arifesinde ÇHC’nin Moskova Büyükelçisi Çuan Hanhuey şöyle demişti: “Çin, Rusya ile ‘sırt sırta’ stratejik işbirliğini de inşa edecek.” Siz, Çin Dışişleri Bakanı Tsin Gan’ın “sırtını” hissediyor musunuz?
Bakan Tsin Gan, tıpkı selefleri, şimdiki CKP MK Politbüro dış siyaset denetçisi Van İ, ondan önce Yan Tseçi, Li Çaosin ve başka pek çok seçkin Çinli diplomat gibi, benim iyi bir dostum ve silah arkadaşım. Hiç şüphesiz, aramızda bir kolkolalık duygusu, karşılıklı temel menfaatlerimizi savunmak için küresel arenada çabaların stratejik bir şekilde koordinasyonunu gerçekleştirerek “omuz vermeye” hazır oluş var. Rusya-Çin ilişkilerinin uluslararası hukuk ve BM’nin merkezi rolüne dayanan daha adil, dengeli, çok merkezli bir dünya düzeninin şekillendirilmesi davasında çok önemli bir rol oynadığını devamlı olarak vurguladık.
Tecrübeli, son derece profesyonel bir diplomat olan ve daha bu göreve atanmadan ülkemizde de birçok defa bulunan ÇHC Dışişleri Bakanı Tsin Gan ile efektif bir ilişki geliştirdik. Sahadaki ilk görüşmemiz 2 Mart’ta Yeni Delhi’de G-20 dışişleri bakanları toplantısında oldu. İçinde bulunduğumuz yıl için dışişleri bakanlıkları arası danışma toplantıları planı imzaladık. Mevcut önemli mekanizma çerçevesinde bakan yardımcıları ve dış siyaset organlarımızın ilgili kuruluşları arasında yüzyüze “saatleri ayarlama” işini de yeniliyoruz.
Si Tsinpin’in ziyareti sırasında Van İ ve Tsin Gan ile temaslarım oldu. Bakan Tsin Gan ile çok taraflı başka etkinliklerde de sahada görüşmeler planlanıyor. Rusya ve Çin arasındaki bağlar devamlı surette gelişmeye devam ediyor. Önümüzde, çok sayıdaki pratik meselenin çözümü için büyük çaplı ortak bir çalışma var.
- Rusya-Çin ilişkilerinin gerçekten de eşit haklar temelinde gelişmesi imkânından kuşku duyan uzmanlar olduğu sır değil. Ülkelerimizin farklı iktisadi gelişme seviyesinde oluşları da bunun nedenlerinden. Bu uzmanlara ne cevap verirdiniz?
Rusya-Çin ilişkilerinin sözümona “bağımlılığı” ve “eşitsizliği” meselesi esas olarak uzun bir süredir dost olmayan ülkelerde kabartılıyor. Bu konu, ÇHC Başkanı Si Tsinpin’in geçtiğimiz günlerdeki Moskova ziyaretinden sonra da kimi “uzmanlar” tarafından gündeme getirildi. Bunda, başarılarımızı gölgeleme, Moskova ile Pekin arasındaki dostluğa takoz koyma girişimi görüyoruz. Bu planlar kolaylıkla yanlış hesaplanıyor, protokol gereği standart geliş gidişler ise zaten sıkıcı ve kimseyi rahatsız etmiyor.
Rusya’nın enerji kaynaklarının Avrupa’ya sevkiyatının zirve yaptığı sırada batılı analistlerden hiçbiri nedense Rusya’yı AB’ye bağımlılıkla korkutmuyordu. Tam tersine, ABD, Avrupa’yı, bunun yerine kendi kaya petrolü ve kaya gazını geçirmek arzusuyla, ülkemizden karbon kaynakları sevkiyatına yoğunlaştığı için uyarıyordu. Şimdi, ihracatımızı Asya’ya yöneltirken, ansızın bizim için kaygılanmaya ve Çin’e bağımlılıkla ilgili “dostça” uyarmaya karar verdiler. Tavsiyeniz için teşekkürler, ama biz kendi kafamızla düşünecek, tamamen kendi milli menfaatlerimize ve sağlam, zamanın ve gerçek işlerin teyit ettiği Çinli dostlarımıza dayanacağız.
Ciddi uluslararası ilişkiler uzmanları, günümüzün çokkutuplu dünyasında ülkeler arasında dallanmış bağlar bulunduğunun farkındalar. Çin arka arkaya 13 yıldır Rusya’nın başlıca ticaret ortağı. Son iki yıldır karşılıklı ticaret hacmi yıllık üçte bir oranında arttı ve 2022’de 185 milyar dolar ile yeni bir rekor seviyesine çıktı. Ülkelerimizin pazarlarında ihtiyaç duyulan ürünlerin karşılıklı sevkiyatını karşılıklı fayda temelinde gerçekleştiriyoruz. Aramızdaki hesapların yarıdan fazlasının milli paralarla gerçekleştirilmekte oluşu önemli; işbirliği ticaretle de sınırlı değil, enerji ve sanayiden tarım ve uzaya kadar çok daha geniş bir spektrumu kapsıyor. Çin’le aramızda ticaret ve ekonomi alanında pozitif bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi ortaya çıktı, çalışmamızın bu sonucundan hoşnut olmamak mümkün değil.
- Britanya’nın Ukrayna’ya seyreltilmiş uranyum içeren mühimmat gönderme planlarını açıklamasından sonra Savunma Bakanı S. Şoygu, “nükleer bir çarpışmaya daha az basamak kaldığı” uyarısını yaptı. Rusya, bu “basamakların” gene daha fazla olması için diplomatik cephede ne yapabilir?
Diplomasinin misyonu, devletlerarası çelişki ve çatışmaların çözülmesinde barışçıl, siyasi-diplomatik vasıtaları aramak ve bunlar üzerinde çalışmaktır. Tabii bu kapsamda nükleer güçler arasındaki ilişkiler de var. İşte burada bir problem ortaya çıkıyor; bu problem şu epeyce kıvrak ama uygun ifadeyle çok daha net tasvir edilebilir: “tango için iki kişi gerekir”.
Rusya devamlı surette yapıcı girişimlerde bulundu, uluslararası güncel problemlerin çözümü için pragmatik, politize olmayan teklifler sundu. Bunlar arasında, 2021 aralık ayında Başkan V. Putin’in, Rusya’ya batı istikametinde hukuki yükümlülük taşıyan garantiler sunulmasına yönelik olarak ileri sürdüğü inisiyatifi de var. Ama Washington ve Brüksel’de bizi ya yok saydılar, ya da tepkileri olumsuz oldu. Neticede bu, Ukrayna’da bugünkü krize yol açtı.
ABD ve onun NATO’daki uyguları bugün çatışmanın daha da tırmanmasına yönelik son derece riskli bir bahis oynamış bulunuyorlar. Kolektif batı açık bir şekilde Rusya’nın “stratejik yenilgisi” görevini deklare ediyor.
Biz ise daha önce olduğu gibi, Avrupa ve Avrupa-Atlantik’teki durumu sağlıklı kılmak hedefiyle temaslara açığız, ama eşit haklar temelinde ve Rusya’nın menfaatlerinin kesinkes hesaba katılması şartıyla. Burada başlıca önşart, batının saldırgan düşmanca tutumundan vazgeçmesi. Ama oradakiler buna ve bizimle yapıcı bir diyaloğa hazır değiller, 7-24 Rusya’yı çevrelemenin yeni yöntemlerini aramakla meşguller. Böyle bir çizginin tehlikeleri açıktır. Elimizdeki bütün yöntemlerle bu konuda batılı meslektaşlarımızı uyarıyoruz.
- Amerikalıların esas olarak son derece ilkel bir etki yöntemi kullanarak Afrika ülkelerine baskı yapmakta olduklarını defalarca söylediniz. Afrikalıların yönelttiği, “peki batının tarafında yer alanlar karşılık olarak ne alacaklar?” sorusuna Washington, cezalandırılmayacakları cevabını veriyor. Peki Rusya Afrika’ya ne teklif ediyor?
ABD ve vasalları gerçekten de Rusya’nın uluslararası tecridini gerçekleştirmek için mümkün olan her şeyi yapıyorlar. Özellikle de temmuz sonunda St. Petersburg’da yapılması planlanan ikinci “Rusya-Afrika” zirvesini baltalamaya, Afrikalı dostlarımızı buna katılmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlar.
Hayati menfaatlerini Washington ve onun uşaklarına kurban etmek, eski sömürgeci metropoller için “kestaneleri ateşten çıkarmak” isteyenlerin çok daha az olması ise başka bir mesele. Bu yüzden küresel güney ve doğu devletleriyle işbirliğimizi engelleme girişimleri devam ediyor, ama başarı hiç de garanti değil.
Bizim batılılardan başlıca farkımız şudur: biz yabancı ortaklarımıza asla nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmiyoruz. Bizim gizli gündemimiz yok. Biz “çifte standart” uygulamıyoruz. Devletlerarası işbirliğini ve ilişkileri uluslararası hukuk, eşitlik, karşılıklı saygı ve menfaatlerin gözetilmesi ilkeleri üzerinde inşa ediyoruz. Görünüşe göre tam da bu yaklaşım Afrikalıları olumlu etkiliyor. Sadece onları da değil. Bütün normal ülkeleri olumlu etkiliyor.
Tabii Afrikalı dostlarımıza milli güvenliklerinin sağlanması, insani alanda ihtiyaçlarının tatmini planında da teklif ettiğimiz şeyler var. Afrika devletleri, Rusya’nın onların profesyonel kadrolarının hazırlanmasına katılmasını istiyorlar. Bu alanda geleneksel olarak güçlüyüz; Sovyet ve Rusya yüksek eğitimi birkaç kuşaktır Afrikalılar arasında büyük talep görüyor.
Bu, Rusya ile Afrika ülkeleri arasında karşılıklı yarara dayanan ve bizim her alanda geliştirmeye niyetli olduğumuz çokyönlü işbirliğinin muhtelif istikametlerinden ancak küçük bir kısım.
- Bu yaz St. Petersburg’da yapılacak olan ikinci zirve ve iktisadi ve insani “Rusya-Afrika” forumu, konuşmalardan ve vaatlerden çıkıp somut stratejik projelerin hayata geçirilmesi gerçekleşirse belli ki başarılı olacak. Moskova sürprizlere hazır mı?
St. Petersburg zirvesini Rusya ile Afrika arasında işbirliğinin sistem-yapıcı bir unsuru olarak mülahaza ediyoruz. Muhtevasının dolu olması için çalışmalar da Afrikalı dostlarımızla sıkı bir işbirliği içinde devam ediyor.
Tepedeki buluşmanın gündeminde teknoloji transferi, kıtadaki sanayi ve kritik altyapının geliştirilmesi gibi meseleler var. Rusya’nın Afrika devletlerinin dijitalizasyonu, enerji sektörünün, tarımın geliştirilmesi ve yararlı minerallerin çıkarılması, gıda ve enerji güvenliğinin temini projelerine katılımını somut olarak görüşmeyi hedefliyoruz. Bu, dikkatlerin odağında bulunacak konular listesinin çok uzağında.
Zirvenin Rusya-Afrika stratejik işbirliğini güçlendireceğine, Afrika kıtasıyla orta vadede bütün ilişkilerin gelişmesinde bir vektör meydana getireceğine ve keza bölgesel ve uluslararası problemlerin etkin çözümünde büyük bir katkı olacağına eminim.
İlginizi Çekebilir
-
Almanya ve Avrupa’da F-35 tartışması büyüyor
-
Valday Kulübü uzmanı: ABD’nin Moskova-Pekin arasına nifak sokma şansı yok
-
ABD, Rusya ve Ukrayna ile Karadeniz’de ateşkes konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu
-
Pirelli, Çinli sahibini hisselerini azaltmaya zorluyor
-
Hindistan ABD’den ithal ettiği ürünlerin %55’inde tarifeleri düşürmeye açık
-
Husiler’in Savaşı: “Altıncı Orta Doğu Savaşı” ve Filistin Anlatısı

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?
Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.
David E. Rosenberg / FP
Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.
Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.
Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.
Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.
Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.
Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.
Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.
Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.
Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.
Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.
Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.
Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.
Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması
Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.
Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.
Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.
Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.
Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.
Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.
Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.
Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.
Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.
Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.
Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.
DÜNYA BASINI
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
Yayınlanma
2 gün önce24/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.
Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.
Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.
Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.
Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor
Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.
Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.
Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.
Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.
Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.
Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı
Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.
“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.
Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.
Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti
Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.
Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.
Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.
‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.
Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.
Yazıda şunlar söyleniyor:
“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”
Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.
‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’
Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.
AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.
Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.
Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.
Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.
Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.
Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.
Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor
Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.
Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.
Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.
Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor.
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
3 gün önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Almanya ve Avrupa’da F-35 tartışması büyüyor

Valday Kulübü uzmanı: ABD’nin Moskova-Pekin arasına nifak sokma şansı yok

ABD, Rusya ve Ukrayna ile Karadeniz’de ateşkes konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu

Pirelli, Çinli sahibini hisselerini azaltmaya zorluyor

Yoon’un azil gecikmesi: Hukuki titizlik mi? Siyasi çıkmaz mı?
Çok Okunanlar
-
AVRUPA2 hafta önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
RUSYA2 hafta önce
Ukrayna ordusu, Kursk oblastından çekilmeye başladı
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Bloomberg: Erdoğan, Ukrayna’ya barış gücü göndermeyi planlıyor
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Suriye’deki Alevi katliamlarına dair tanıklıklar
-
DİPLOMASİ1 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor