Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Modern iktisadi tarihin en akla hayale sığmayacak üç yılı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Avrupa sathında ve ABD’de 2020’de başlayan Kovid salgını, 2021’de hız verilen “yeşil enerjiye geçiş” süreci ve enerji piyasalarının reforme edilerek spekülasyona açık hale getirmesine ek olarak geçen yıl Rusya’nın Ukrayna’ya dönük müdahalesi, bazı iktisatçıların beklediğini aksine “kıyameti” getirmedi. Batı ekonomileri, mevcut durum karşısında beklenenden daha iyi bir performans gösteriyor gibi görünüyor. İspanyol El Pais gazetesine konuşan akademisyen ve think-tanker’lar sürece ilişkin bir dizi yorum yapmış.


Modern iktisadi tarihin en akla hayale sığmayacak üç yılı

Ignacio Fariza — El Pais

12 Mart 2023

Küresel ekonomi, 2020’den bu yana büyük değişim ve zorluklarla karşı karşıya kaldı: Beklenmedik derecede yüksek enflasyon, ani faiz artışları, küreselleşmenin azalması ve enerji geçişi…

Üç yıl önce virüsün hızla yayılması karşısında dünya nefesini tutmuştu, ancak ekonominin birkaç saat içinde çorap söküğü gibi geri döneceğine dair hiçbir öngörü yoktu. Bu faaliyet yapay olarak kış uykusuna yatırılacaktı. Kısacası gezegen, aylarca karantinanın sona ermesini bekleyecekti. Ne sulh döneminde yaşanmış olacak en büyük resesyonun kapıda olduğu ne de barışın Balkanlardan bu yana Avrupa topraklarındaki ilk savaşla sona ermek üzere olduğu ihtimali birilerinin aklına gelmişti. Aynı şekilde enerji ve emtiaların rekor seviyelere ulaşacağı da. Tedarik zincirleri hayal bile edilemeyecek seviyelere gerilecekti. Ve on yıllardır durdurulamayan küreselleşmenin kendisi sorgulanacaktı.

Pandemi, savaş ve dörtnala koşan enflasyonun başlaması, ne kadar ihtimal dışı olursa olsun onlarca yıl boyunca toplumsal hafızada yer edecek türden tuhaf hadiseler. Bu kadar süre içinde bir araya gelmeleri ise daha da nadir. Uzun yıllar IMF’te çalıştıktan sonra şimdi Brookings Enstitüsü’nde görev yapan Gian Maria Milesi-Ferretti, “Bunlar modern ekonomi tarihinin en çılgın üç yılı oldu. O kadar büyük şoklardı ki en durağan ekonomik değişken olan enflasyon bile fırladı” diye özetliyor.

Yaşananlar normal bir ekonomik döngü olmaktan çok uzak, iktisatçı Angel Ubide’nin ifadesiyle “tamamen anormal” bir şey; önce koma, sonra daha önce hiç görülmemiş bir hızlanma ve ardından savaş: “Bunlar her 100 yılda bir gerçekleşen üç ayrı hadise ve üçü de çok kısa bir süre içinde gerçekleşti”. Sonuç: Ekonomik şoklar ve politikalardan oluşan bir takımyıldızı “bunu tamamen benzersiz bir durum” haline getiriyor.

Arcano Research’ten Leopoldo Torralba, “11 Eylül, Büyük Resesyon, Brexit ve Donald Trump’ın iktidara gelişinden bu yana siyah kuğular artık o kadar da siyah değil. Ancak son üç yıl öngörülemezliğin zirvesi oldu, tüm ekonomik değişkenlerde hiç bu kadar oynaklık ve dağılmaya şahit olmamıştık” diyor. BBVA Ekonomik Analiz Başkanı Rafael Doménech ise “Aramızda daha önce hiç böyle zincirleme olaylar yaşamamış birkaç nesil var” yorumunu yapıyor.

London School of Economics (LSE) profesörü Joan Roses’a göre karşılaştırılabilir bir dönem bulmak için Birinci Dünya Savaşı ve 1918 grip salgınından hemen sonraki yıllara geri dönmek gerekiyor: “Şimdi, o zaman olduğu gibi sermayede bir yıkım ve iş gücünde bir daralma yaşanmadı, fakat benzer bir şey görüyoruz: Uzun yıllar boyunca enflasyon vardı ve uluslararası ticaret ağları yok edildi”.

Peterson Enstitüsü’nden Olivier Blanchard, “[2008’deki] küresel mali kriz çok zalimdi ve kontrol edilmesi çok daha zordu diyerek bu görüşe katılmıyor. New York Şehir Üniversitesi’ne iktisat tarihçisi olan Leticia Arroyo, “Şu anda yaşanılanların daha kötü olduğunu düşünmemiz anlaşılabilir ama 20. yüzyılda çok çalkantılı zamanlar yaşadık; iki dünya savaşı, bir buhran ve [1918’deki] başka bir pandemi” anımsatmasını yapıyor. Kendisi de bir tarihçi olan Francisco Comín, “Bu İspanya’da karne uygulamasının sona erdiği 1952 yılından sonra doğan bizlerin yaşadığı en kötü küresel kriz. Ancak en azından şimdiye dek oldukça katlanılabilir bir durumdu” diyor. Dünya Bankası’nın eski iki numarası ve analiz başkanı Anne Krueger, “Başka zalim dönemler de oldu ama son üç yılda yaşananlar kesinlikle eşi benzeri görülmemiş bir durum” diye ekliyor.

Aşağıda, küresel ekonominin pamuk ipliğine bağlı olduğu ve neyse ki hiçbir zaman kopmadığı üç yılın kısa bir anlatımı yer alıyor:

Negatif faiz oranlarından yarım yüzyıldaki en büyük artışa. Pompeu Fabra’dan José García Montalvo, derslerine “faiz oranlarının asla negatif olamayacağı” uyarısıyla başlardı. Artık durum böyle değil. Başta Avrupa, ABD ve Japonya olmak üzere büyük ekonomiler 2020’de paranın değerini yerin dibine batırdı ve bu sıkıntıdan kurtulmak için piyasaları likiditeye boğdu. Amaç yatırım ve talebi canlandırmaktı. Profesör, “Doğal faiz oranı zaten son 30-40 yıldır düşüyordu. Fakat bu negatif faiz dönemi ekonominin temellerini tamamen bozdu” diyor.

Sarkaç göz açıp kapayıncaya kadar bir uçtan diğerine savruldu. Kısıtlamaların sona ermesi, tarihi boyutlara ulaşan tasarrufları serbest bıraktı, talebi artırdı, lojistiği bozdu ve daha sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle daha da şiddetlenen enflasyonist bir tırmanışın temellerini attı. Bu sadece ultra düşük faiz politikasını sona erdirmekle kalmadı; merkez bankaları uzun zamandan beri en büyük faiz artışını gerçekleştirerek gaza bastı. Avrupa Merkez Bankası, tarihindeki en yüksek artışa gidiyor: Yol haritası değişmezse Frankfurt, sadece dokuz ay içinde faizleri yüzde 0’dan yüzde 3,5’e yükseltmiş olacak.

Cenevre’deki Graduate Institute’den Charles Wyplosz, ultra düşük faiz döneminin “büyük etkileri” olacağına inanıyor. Wyplosz, “Kamu borçlarının ödenmesi zorlaşacak ve bu tehlikeli olabilir. Varlık fiyatlarının bir şekilde kalıcı düşmesi gerekecek ve mali piyasalarda büyük bir temizlik bekleyebiliriz. Merkez bankaları geri çekilmesi gereken büyük miktarlarda likidite yarattı. Aşırı bol likiditeden daha az bol likiditeye yumuşak bir geçiş hiç olmadı” ifadelerini kullanıyor.

Yine de ekonomi ayakta duruyor… Neredeyse on yıl boyunca merkez bankaları mali yangının sönmesini engellemek için ellerinden geldiğince odun attılar. Şimdi tam tersini arıyorlar: Yüksek enflasyon onları yangın söndürücüyü çıkarmaya zorladı. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’a göre “banka, enflasyonun yüzde 2’lik hedefe zamanında geri dönmesini sağlamak için önemli artışlar yapmaya devam edecek ve bunları olabildiğince kısıtlayıcı seviyelerde tutacak”.

Ve yine de ekonomi dayanıyor. Brüksel, ülkeleri enerji kesintileri ve hatta karne olasılığı ile sert bir kış konusunda uyarmıştı. Fakat doğalgaz fiyatları düştü ve böyle bir şey olmadı. García Montalvo, “Ekonominin yapısal parametreleri birkaç yıl öncesine göre farklı bir yönde ilerliyor” diyor. Özel sektörün bilançoları önceki çalkantılara kıyasla çok daha sağlıklı. Ubide, “Bankalar 2010’dan bu yana yeniden sermayelendiriliyor, ailelerin tasarrufları var ve şirketler daha az borçlu. Başlangıç pozisyonu ve uygulanan politikalar da daha iyiydi” diye ekliyor.

Euro Bölgesi, ekonominin son çeyrekte durgunlaşmasının ve istihdamın yüzde 0,3 artmasının ardından 2022 yılını yüzde 3,5’lik bir artışla kapattı. Faiz artırımlarına daha erken başlayan ABD, yılın son döneminde yüzde 0,7’lik bir artışla yılın tamamında yüzde 2,1 büyüdü. Ekonominin gücü, merkez bankalarının yeni bir sıkılaştırma turu konusunda uyarıda bulunmasına yol açtı. ABD Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell yeniden gaza basma tehdidinde bulundu. Avrupa’da Merkez Bankası’nın daha Ortodoks kanadı faiz oranlarını yüzde 5’e çıkarmakla tehdit etti bile.

Georgetown’da görev yapan eski IMF yöneticisi Alejandro Werner, para politikasının koruyucularının reaksiyon göstermekte yavaş kaldığını ve bunun da artık çok ileri gitmek zorunda kalma riskini artırdığını kabul ederek bir soru yöneltiyor: “Enflasyonist bir sorunu olan ama eski faaliyet seviyelerini geri kazanmış bir ülkede mi yoksa bunun tam tersinin yaşandığı bir ülkede mi yaşamayı tercih ederiz? Benim için bunun birincisi olduğu çok açık”. New York Şehir Üniversitesi’nden Arroyo’ya göre mesele şu: “Enflasyonu kontrol etmek kolay değil: Enflasyonist atalet bir gün içinde kesilemez”. Arroyo’nun tahminine göre eğer faizler bu hızda artırılmasaydı “enflasyon yüzde 15’e ulaşacak ve hızlanacaktı”.

Asıl mesele, bu faiz artışlarının sık sık dile getirilen resesyona yol açma riski olup olmadığı. Berkeley’den Barry Eichengreen, “Böyle bir risk var ama ekonomik temellerin gücü göz önüne alındığında böyle bir risk varsa bile bunun kısa ve hafif olacağına inanmaya devam ediyorum. Enflasyonun yerleşmesine izin vermek çok daha kötü olur: Bu durumda faizlerin daha da uzun süre yüksek kalması gerekir ki bu da ekonomiye daha fazla zarar verir” diyor.

Kısa devre yapan tedarik zincirlerinden deglobalizasyona, “küresel tıkanıklığa” mı? Bu gazetenin 24 Ekim tarihli birinci sayfası kolektif bir ruh halini yansıtıyordu. Pandemi geride kalmıştı ama tüketicilerin evlerinden binlerce kilometre uzakta üretilen ürünlere erişimini sağlayan küresel tedarik zincirlerinde eşi benzeri görülmemiş bir bozulma şeklinde yeni bir sorun başlığı olarak ortaya çıkıyordu. Bu çark tıkanmıştı: Çipler yetersizdi, Rotterdam’dan gelen bir konteynerin navlunu bir yıl içinde beş kat artmıştı. Yeni bir otomobil ya da çamaşır makinesi almak imkânsız bir hayal haline gelmişti.

Savaş, bu küresel zincirlerin bitişini tamamlayacak ve iş anlayışını değiştirecekti: Dünyanın en ucuz köşesinde üretim yapmaktan en güvenilir köşesinde üretim yapmaya. Son yıllarda dünyanın ekonomik yapısını en çok değiştiren süreç olan küreselleşmenin kendisi tartışılıyor. Werner, “Birdenbire, Şanghay’dan Long Beach’e bir gemi getirmenin Chihuahua’dan San Antonio’ya trenle gitmekten daha belirsiz olduğunu fark ettik. Daha önce ilk rotanın risklerini dikkate almazdık; şimdi alıyoruz ve bu büyük bir değişiklik” diyor. Dolayısıyla Çin’in rolünün de etkilendiği bölgeselleşmiş bir küreselleşmeye doğru ilerliyoruz. Natixis’in Asya-Pasifik baş ekonomisti Alicia Garcia-Herrero, “Herkesin tercih ettiği bir ülkeyken neredeyse bir parya haline geldi. İmajı açıkça bir gerileme yaşadı” ifadelerini kullanıyor.

LSE’den Roses, “İki savaş arası dönemden farklı bir derecede olsa da şimdi de korumacılığa bir dönüş var. Ülkeler arasında siyasi bir mutabakat olmadan küreselleşme de olmaz: O dönemde yaşananlar tekrarlanırsa küreselleşme çöker” yorumunu yapıyor. Roses, o dönemden çıkarılacak en büyük dersin, uluslararası işbirliği olmadan kayıp bir çağla karşı karşıya kalabileceğimiz olduğunu söylüyor. Eichengreen ise daha iyimser: “Küreselleşmenin çöküşünü ispatlayan çok az delil var. Aksin dünya ekonomisinin daha kısa ve daha çeşitlendirilmiş tedarik zincirleriyle yeniden düzenlendiğini görüyoruz. Fakat bu onların ortadan kalktığı anlamına gelmiyor”.

CEPR Başkan Yardımcısı Ugo Panizza, “Geçici gerilimler ve aksaklıklar olacak ve hatta yeni bölgesel ticaret birlikleri görebiliriz” diyor. Cambridge’den Diane Coyle ise “Ancak dünya ekonomisi son derece entegre olmaya devam ediyor. Küreselleşmenin tersine dönmesi halinde ekonomik etki önemli olacak; bu gerçekleşemeyeceği anlamına gelmiyor ama bizi bir çatışma senaryosuna ve potansiyel olarak felaket sonuçlara sokar” uyarısında bulunuyor.

Kamu sektörünün ağırlığı. 2010 yılında uluslararası kurumlar, krizin Avrupa ekonomilerini yıllarca ağırlaştıran aşırı dozdaki kemer sıkma politikalarıyla tedavi edilebileceğinde karar kılmıştı. Pandemi ve enerji krizinin ardından işletmelere ve yurttaşlara art arda gelen iki darbeye halkın tepkisi ise baştan aşağı farklı oldu. Bruegel araştırmacısı Gregory Claeys, “Mali krizden sonra doğru politikalar uygulanmadı. Daha sonra Mario Draghi’nin ne gerekiyorsa yapmasıyla rota düzeltildi. Fakat bu kez maliye ve para politikaları hedefe yönelikti” diyor.

Bağımsız Mali Kurumlar ağına göre geçtiğimiz mayıs ayında enerji krizinin ortasında AB, ülke hazinelerinin şoku durdurmak için 1,3 trilyon euro — GSYİH’nin yüzde 9’u — doğrudan yardım ayırmasından sonra geri çekilmeye hazırlanıyordu. Sadece o zamana kadar başkentler tarafından vergi ve devlet teşviği kurallarının geçici olarak askıya alınmasından istifade edilerek 1000’den fazla tedbir uygulamaya konmuştu.

Bu politikaya ECB’nin 1,7 trilyon euroluk kurtarma paketi eşlik etti ve bu da bol miktarda likidite sağladı. ABD de Joe Biden’ın teşvik planları ve Merkez Bankası’nın devasa borç alımlarıyla aynı yolu izledi. Eichengreen, “En kötü senaryoyu yaşamamamızın başlıca nedeni para ve maliye otoriteleri tarafından atılan etkili ve uyumlu adım” diyerek övgüde bulunuyor: “Beş yıl sonra geriye dönüp baktığımızda para ve maliye politikasını anlama şeklimizin tamamen değiştiğini görebiliriz. Çerçeveler değişti”.

Enerji krizi patlak verdiğinde hükümetler ve merkez bankaları ortak hareket etmeyi bıraktı. Japonya hariç enflasyon, para otoritelerinin geri çekilmeye başlamasına neden oldu. Washington bir yıl önce bilançosunu küçültmeye başlarken Frankfurt da aynısını yapmaya başladı. Mali cephede ise teşvikler devam ediyor. Bruegel’e göre 27 AB üyesi ülke, yurttaşları ve şirketleri korumaya yönelik tedbirler için 681 milyar ayırdı. Bunun 268 milyarı tek bir ülkeye tahsis edildi: O da kartları dağıtan Almanya. Bu harcama, enflasyonla mücadelelerini engellediğini düşünen merkez bankacıları arasında bir dizi kuşkuya yol açtı. IMF’ten Brüksel’e kadar çeşitli kuruluşlar artık daha sıkı bir şekilde çalışıp ayarlamalar yapılmasını talep etmeye başladılar. Fakat on yıl öncesine kıyasla çok çok daha çekingen bir şekilde.

Enerji dönüşümünde hızlanma mı yoksa yavaşlama mı? Uzun süredir kaynamakta olan hammadde krizi, Kremlin’in ilk top mermisinin Ukrayna topraklarına düştüğü anda patlak verdi: Rusya dünyanın en büyük enerji ihracatçısı. Aynı zamanda, ekolojik dönüşümde bir tür körük etkisi yaşandı; kısa vadede fosil yakıtların — özellikle de en kirletici olan kömürün — daha fazla yakılması, fakat aynı zamanda yenilenebilir devrimde benzeri görülmemiş bir hızlanma.

Karbondioksit emisyonları geçen yıl, dünyanın çeşitli bölgelerindeki elektrik üretiminde büyük ölçüde doğalgazdan kömüre geçilmesi nedeniyle yüzde 1 oranında arttı. Başlangıçta öngörülenden daha düşük olsa da Uluslararası Enerji Ajansı’na göre “sürdürülemez” olan bu artış, iklim değişikliğiyle mücadelede kötü bir haber. Fakat gelecekte bu gidişat tersine dönecek: Avrupa’nın enerji bağımsızlığı arzusu, 27 AB üyesi ülkenin rüzgâr ve güneş enerjisine olan bağlılığını artırdı. Ve hem ABD’nin Enflasyon Düşürme Yasası hem de AB’nin RepowerEU’su her iki teknolojiye yatırım için teşvikler ekleyecek.

Bank of America’da emtia ve türev ürünler başkanı olan Francisco Blanch, “Enerji dönüşümü şüphesiz hızlanacak; silah zoruyla ama hızlanacak” diyor. Bunun iki sebebi var: “Yüksek fiyatlar tasarruf çabasına yol açtığı için petrolü alıp götürdü ve yenilenebilir enerji kaynaklarında çok fazla ilerleme kaydedildi”.

Geleneksel sektörler ve teknoloji sektörleri arasındaki salınımlar. Son iki gerileme dönemine borsalarda muazzam bir dalgalanma eşlik etti ve her iki şokun da kazananları ile kaybedenleri arasında hızlı değişimler yaşandı. 2020’de teknoloji devleri uzaktan çalışmanın etkisiyle galip gelirken kripto para balonu şişti. Google’ın Avrupa Başkanı Matt Brittin, o dönemde El Pais’e verdiği demeçte, “Beş ay içinde beş yıllık bir teknolojik değişim yaşadık” demişti. Bu değişim kalıcı olmadı. Sadece iki yıl sonra, teknoloji şirketleri fazla iyimser olduklarını kabul etmek zorunda kaldılar ve toplu işten çıkarmalar başlattılar.

Eski ABD Hazine Bakanı Larry Summers, bu hafta katıldığı bir konferansta “Bu politika yatırımları teşvik etti mi bilmiyorum ama zombi şirketlerin varlığını sürdürmeye devam etmesi ve balonlar oluşması riskini arttırdı,” dedi. Bunların yerine, krizden bir tür talih kuşu kârıyla istifade eden iki geleneksel sektör ortaya çıktı: Para değerindeki düşüşten istifade eden enerji ve bankacılık.

Çözülmemiş iki bulmaca: Vergi gelirleri ve iş gücü piyasası. Pandemi öncesi küresel ekonomik havayı yeniden yakalayan Batı’da vergi tahsilatı daha önce görülmemiş seviyelere yükseldi. Bu kısmen yeraltı faaliyetlerinin ortaya çıkmasından —şirketlere ve işçilere şartlı yardım; daha düşük nakit ödemeleri— kısmen de enflasyondaki artıştan kaynaklanıyor. Fakat bulmacayı tüm boyutlarıyla anlamak için hala eksik olan unsurlar var: Bu krizin iki kara kutusundan biri olan bu konuya yalnızca zaman ışık tutabilir.

İkincisi ise işsizlik. Özellikle de ABD’de kendine özgü bir şekilde iş gücü piyasasının istediği gibi hareket etmesine imkan veren ve yurttaşlarını korumak için ERTE’yi [İspanya’nın geçici izin programı] değil maaş çeklerini tercih eden bir ülkede. 2020’nin nisan ayının o vahim günlerinde ekonomi yüzde 50 oranda çalışırken ve dünya evinde hiç gelmeyecekmiş gibi görünen bir yeniden açılmayı beklerken neredeyse her yedi Amerikalıdan biri — yüzde 14,7 — işsizdi ve bu, verilerin mevcut olduğu tarihten bu yana en yüksek orandı. Bugün ise her 30 Amerikalıdan yalnızca biri işsiz —yüzde 3,6— ve bu, 1969’un mayıs ayından bu yana en düşük seviye.

İstihdam yalnızca pandeminin en kötü dönemlerinde beklenenden daha iyi bir şekilde ayakta kalmakla kalmadı, aynı zamanda toparlanması da herkesin tahmin edebileceğinden çok daha hızlı oldu. Atalet — Atlantik’in her iki yakasında da iş gücü piyasaları Büyük Resesyon’a minimum boşluk oranlarıyla girdi — bu toparlanmanın bir kısmını açıklıyor. ABD’de Trump’ın göçmenler aleyhindeki politikaları da ek bir açıklama sunuyor. Ancak daha aydınlatılması gereken çok şey var.

“Hala üzerinde çalışıyoruz,” itirafında bulunan BBVA’dan Domenech, “Bize üç yıl önce arada Avrupa’da bir savaş olsa bile, bugün bulunduğumuz yerde olacağımızı söyleselerdi inanmazdık. Fakat dikkatli olun, zira bu çoklu kriz henüz tamamen sona ermiş değil” uyarısını yapıyor. Arcano’dan Torralba ise “Şu anki risk, piyasalarla oynadıkları ayna oyununda merkez bankalarının çok ileri gitmeleri” diye ekliyor.

DÜNYA BASINI

Moskova ve Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 boru hattında neden anlaşmaya varamadı?

Yayınlanma

Yazar

Denis Morohın
Novaya Gazeta Europe
1 Temmuz 2024

Mayıs ayında Pekin’e gerçekleştirdiği bir başka resmi ziyarette Kremlin’in Çin ile “sınır tanımayan” ortaklığını iyimser bir şekilde dile getirmesine rağmen Vladimir Putin, Çin’e yeni bir boru hattı üzerinden gaz ihracatı için uzun süredir beklenen sözleşmenin imzalanmasına yaklaşılamaması nedeniyle gezisinden bir kez daha eli boş döndü.

Moskova ile Pekin’in Sibirya’nın Gücü doğalgaz boru hatlarından ikincisi konusunda son 20 yıldır içine düştükleri çıkmaz, büyük ölçüde Çin’in kendisine büyük avantajlar sağlamayan bir anlaşma yapma konusundaki isteksizliğine bağlanabilir. Pekin, bu dev altyapı projesini ilerletmek yerine, Moskova tarafından sunulan her yeni imtiyazı, bazen tüm teşebbüsü kasıtlı olarak sabote ediyormuş gibi görünse bile geri çevirmekten hoşnut görünüyor.

Moskova, Pekin’in bitmek bilmeyen talepleri karşısında ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsa da çok farklı bir konumda; doğalgaz ithal etmek için birden fazla kaynağa sahip olan Çin’in aksine Rusya, yakın zamana kadar ana alıcısı olan Avrupa’yı neredeyse tamamen kaybetti ve yerine henüz benzer büyüklükte bir alıcı koyamadı. Tüm bunlar Çin’e kendi koşullarını dikte etme ve utanmadan Moskova’ya uç talepler sunma imkânı sağlıyor.

Rusya’nın enerji devi Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC), Putin’in ikinci devlet başkanlığı döneminin ortalarında, 2006 yılında önerilen boru hatları için çerçeve belgeleri imzaladı. Proje, iki boru hattı inşa edilmesini öngörüyordu; bunlardan ilki Rusya’nın Uzak Doğusundan doğu rotasını izleyerek Habarovsk’tan Vladivostok üzerinden Çin’e uzanacaktı ve Sibirya’nın Gücü olarak adlandırılmıştı. İkinci boru hattı ise Batı Sibirya’yı Çin’e bağlayacaktı ve başlangıçta Altay boru hattı olarak adlandırılmış olsa da 2010’ların ortalarında adı Sibirya’nın Gücü-2 olarak değiştirildi. Sibirya’nın Gücü 2019’da faaliyete geçerken Sibirya’nın Gücü-2’nin inşaat çalışmaları, şartlar ve koşullar hala müzakere edildiği için henüz başlamadı. Karşılaşılan engellerden bazıları şunlar:

Birinci şart: Çin’e Rusya’nın yerel fiyatlarından gaz satmak

İlk çerçeve belgelerinin imzalanmasından kısa bir süre sonra Pekin, Moskova’ya gazını Avrupa’ya sattığı fiyatın yarısına hatta üçte birine satması için baskı yapmaya başladı. Hatta Çin’in Rus gazını ülkenin iç pazarı için kullanılandan daha da düşük bir fiyattan satın almak istediğine dair haberler çıktı.

CNPC başlangıçta 1000 metreküp için 70 dolar fiyat talep ettiyse de daha sonra bu rakamı yükseltti ve 100 dolar fiyatta anlaştı. Yine de bu fiyat, Gazprom’un Avrupa’ya sattığı 250 ila 300 dolardan üç kat daha düşüktü.

Böylesine mantıksız talepler karşısında Moskova, müzakereleri tamamen kesmeyi ve bunun yerine yurt içi gaz satışlarını artırmaya odaklanmayı tercih etti. Putin ile Çin yönetimi arasında birkaç tur süren müzakerelerin ardından Altay projesi 2009 yılında süresiz olarak askıya alındı.

Fakat Moskova, anlaşmaya varamaması halinde devasa ve hızla büyüyen Çin pazarına erişimini tamamen kaybedebileceğinden ve Çin’in doğalgaz tedariki için kısa sürede alternatif kaynaklar bulacağından endişe ediyordu. Ayrıca, Rusya’nın güçlü inşaat ve metalürji lobileri yeni boru hatlarının inşası için yoğun lobi faaliyetleri yürütürken Avrupa pazarında rekabet, ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) sevkiyatındaki artış ve Azerbaycan’dan artan gaz ihracatı nedeniyle şiddetleniyordu.

Bu baskılar Rusya’yı 2011 yılında tekrar müzakere masasına oturtmaya yetti ama taraflar bir kez daha ihracat fiyatı konusunda anlaşmaya varamadı. Rusya, Çin’in Avrupa’ya uyguladığı fiyat olan 1000 metreküp başına yaklaşık 350 doları kabul etmesini umarken Pekin, Rusya’ya sadece Türkmenistan’a ödediği kadar —yaklaşık 250 dolar— ödemeye hazırdı, bu nedenle müzakerelerde yine ilerleme kaydedilemedi.

Ancak Financial Times’ın mayıs ayındaki haberine göre Çin, Sibirya’nın Gücü-2’den Rusyalı yetkililer tarafından düzenlenen yerel fiyatları üzerinden gaz satın almasına izin verilmesi yönündeki ilk talebine geri döndü. Şu anda, bölgeye bağlı olarak bu fiyat, 1000 metreküp için yaklaşık 62 dolar.

Bu durum özellikle 2023 yılında Çin’in orijinal Sibirya’nın Gücü hattından satın aldığı gazın fiyatının 1000 metreküp için 287 dolara yükselmesiyle dikkat çekici —2021 yılında sadece 159 dolar ödedikten sonra— Avrupa’nın Rus gazı ithalatı için ödediği fiyatı bile aştı.

Ancak Reuters tarafından elde edilen gizli belgelere göre, fiyat 2027 yılına kadar 157 dolara düşebilir ve bu da sadece geçen yıl 6,3 milyar avroluk rekor bir zarar açıklayan Gazprom için ek mali kayıplara neden olur. Gazprom, 2023 yılında toplam 12 milyar avro zarar etti, ancak bu zarar kârlı petrol ve elektrik satışlarıyla kısmen telafi edildi.

İkinci şart: Fiyatın pahalı yakıtlara sabitlenmemesi

Bir diğer önemli engel de doğalgaz satış fiyatının hesaplanmasında kullanılan fiyat formülü oldu; bu formül, oranı dünya piyasalarında toplu olarak kıyaslama ölçütü olarak bilinen çeşitli yakıt türlerinin fiyatına bağladı.

Uluslararası gaz alım sözleşmeleri genelde Japonya Crude Cocktail (JCC), ABD’deki Henry Hub ve AB ve Birleşik Krallık’taki yakıt borsa kotasyonları gibi çeşitli endekslere bağlı. 2000’li yılların sonlarında Çin, Gazprom’un gaz ihracat fiyatlarını oldukça yüksek olan JCC kriterine bağlama önerisini reddederek şirketin projeyi bir kez daha birkaç yıllığına rafa kaldırmasına neden oldu.

Esasında Çinliler, 2013 yılında her iki boru hattı üzerinden gaz sevkiyatı için o dönemde ABD pazarındaki arz fazlası nedeniyle düşük olan ABD’deki kaya gazı fiyatlarına dayalı sabit bir fiyat üzerinde anlaşmayı önermişti. Fakat Ruslar Pekin’in önerisine itiraz ederek fiyat üzerinde zaten anlaşmaya varılmış olduğunu vurguladı. Bu durum müzakereleri bir kez daha rayından çıkardı.

Moskova ya da Pekin’den bu sözleşmenin herhangi bir kritere bağlanması yönünde bir talep gelip gelmediği bilinmiyor, ancak analistler Çin’in güçlü müzakere pozisyonunun avantajlı bir fiyat bağı için direnmesini sağladığına inanıyor. Novaya Gazeta’ya konuşan Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi analisti Petras Katinas, “Çin istediği formülü sözleşmeye dahil edebilecek güce sahip,” dedi.

Üçüncü şart: Boru hattının gazın gerekli olduğu yere yeniden yönlendirilmesi

2000’li yılların ortalarından bu yana, Pekin’in Sibirya’nın Gücü-2’ye yönelik bir diğer önemli itirazı da Moskova’nın başlangıçta “batı rotası” olarak adlandırdığı ve doğrudan Rusya’nın dağlık Altay bölgesinden geçerek Çin’in batısına ulaşması öngörülen boru hattının güzergahı oldu.

Bir dağ silsilesi üzerinden boru hattı inşa etmenin zorluklarına ve Rus çevrecilerin planladığı protestolara rağmen Altay rotası, Gazprom’un kesin tercihi, zira bu rota, Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki gaz sahaları ile Çin sınırı arasındaki en doğrudan rota.

Belki daha da önemlisi Gazprom, boru hattını Moğolistan ya da Kazakistan üzerinden geçirmekten imtina ediyor, zira bu durumda transit ücreti ödemek zorunda kalacak ve bu da kârını azaltacak. Önerilen güzergahla ilgili temel sorun, Batı Çin’in gaz talebinin, Sibirya’nın Gücü-2’nin nihai olarak sağlayabileceği 30 milyar metreküplük gaz kadar yüksek olmaması.

13 yıl süren müzakerelerin ardından Kremlin, nihayet Pekin’in taleplerine boyun eğdi ve Sibirya’nın Gücü-2’yi doğuya yönlendirmeyi kabul etti; bu da artık Çin’in endüstriyel olarak çok daha gelişmiş bölgelerine gaz ulaştıracağı anlamına geliyor. Fakat şimdi Rusya’ya düşen, transit bir ülkeyle anlaşmaya varmak.

Dördüncü şart: Çin’in yılda 30 milyar metreküp gaz almasını beklemeyin

Gazprom, 2006’daki müzakerelerin en başından itibaren Altay boru hattı üzerinden Çin’e yılda 30 milyar metreküp doğalgaz sevk etmeyi planlıyordu. Fakat proje müzakerelerinden 10 yıl sonra, Kremlin’i dehşete düşüren bir şekilde, CNPC’nin o dönemki başkanı Vang Yilin basın mensuplarına verdiği demeçte 30 milyarlık rakamın sadece basın tarafından dile getirildiğini ifade etti. Sibirya’nın Gücü-2 üzerinden yapılacak nihai gaz sevkiyatının gerçek hacminin hala müzakere edilmeyi beklediğini söyleyen Vang, tek bir yorumla müzakereleri en başa döndürdü.

Rus gazetesi Kommersant’a göre Çinliler, 2000’li yılların ortalarında Gazprom’un boru hattının yılda 30 milyar metreküp gaz taşıma kapasitesine sahip olmasını şart koşmuş, ancak sadece yılda 10 milyar metreküp gaz satın almayı garanti etmişti.

Dahası, geçen yıl Çinli yetkililer Türkmenistan’dan gelen ve Sibirya’nın Gücü-2 ile aynı kapasiteye sahip bir doğalgaz boru hattı olan D Hattını ülkenin başlıca enerji altyapısı önceliği olarak belirledi.

Columbia Üniversitesi’nden enerji araştırmacısı Erica Downs, Çin’in 2030’dan önce Sibirya’nın Gücü-2 gazına ihtiyaç duymasının muhtemel olmadığını söylerken CREA’dan Petras Katinas, Çin’in 2030’ların ortalarına kadar Rusya’dan bu ölçekte gaz sevkiyatına ihtiyaç duymayacağını öngördü.

Beşinci şart: Çin’in Rusya’nın iç enerji pazarına erişimine izin verilmesi

Putin’in görevde olduğu süre boyunca yılda birkaç kez üst düzey Çinli yetkililerle bir araya gelerek Pekin yönetimini etkilemeye çalışmasına rağmen, iki ülke arasındaki sınırsız karşılıklı güven ve dostluk iddiaları ne kadar sık dile getirilirse getirilsin, herhangi bir gerçekliği yok gibi görünüyor.

Esasında konu gaz sevkiyatını tartışmaya geldiğinde, Moskova ile Pekin’in birbirlerinin gaz işinin en kutsalları olan üretim ve satışa erişimini defalarca reddetmesi nedeniyle ortada hiç güven olmadığı ortaya çıkıyor.

CNPC, Doğu Sibirya’daki yeni sahalarda gaz üretimine dahil olmayı, sadece yakıt üretmeyi değil, aynı zamanda Gazprom ile birlikte Rusya’da bir yerel gaz boru hattı inşa etmeyi ve yönetmeyi umuyordu. CNPC’nin Rusya’nın yerel gaz işine girme arzusu ve Rusya’nın yabancıların kendi iç pazarına girmesine izin verme konusundaki isteksizliği, Sibirya’nın Gücü-2’nin daha fazla gecikmesi anlamına geliyordu.

Rusya da Çin’de kendine bir yer edinmeye çalıştı. 2013 yılında dönemin başbakan yardımcısı Arkadiy Dvorkoviç, Altay boru hattının inşasının Çin’in iç gaz piyasasının liberalleşmesine bağlı olduğunu ve Çin’deki fiyat düzenlemesinin zayıflaması halinde Gazprom’un bir zamanlar Avrupa’da yaptığı gibi kendi yakıtını kendisinin pazarlamayı tercih edeceğini açıkladı. Fakat çok geçmeden Pekin’in yabancı bir aktörün pazarlarına girmesine izin vermeye niyeti olmadığı ortaya çıktı.

Altıncı şart: Pekin’den kredi alın

Çin’in Rusya’nın iç gaz işine müdahil olması konusu gündeme gelirken aynı zamanda Çinli bankaların Gazprom’a yeni boru hattını inşa etmesi için borç vermesi ve bu borcun ne kadar olabileceği de tartışılıyordu.

Gazprom, 2014 yılına kadar yeni boru hattının inşasını kendi yatırım programını kullanarak finanse edeceğini söylüyordu, ancak Rusya hükümetinin Gazprom’a Rusya Ulusal Varlık Fonu’ndan kredi verilmesini onayladığı da konuşuluyordu.

Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Gazprom’un bir anda dış borç piyasalarının kendisine kapalı olduğunu fark etmesiyle her şey bir gecede değişti. İşte bu noktada her iki boru hattı projesini finanse etmek için bir Çin kredisi gündeme geldi.

Gazprom’un mali zorluklarından sonuna kadar faydalanan Çin, Altay projesinde ilerlemeyi şirketin boru hattının Rusya bölümünü inşa etmek için “ortağından” kredi almayı kabul etmesi koşuluna bağladı. Bir Çin bankasının finansmanını kabul etmesi için Moskova’da lobi faaliyeti yürüten Pekin, 8 milyar ila 15 milyar dolar arasında bir gelir elde etmek üzere kendi bankacılık sektörünü kurmuş oldu.

Ancak Rusya ve Çin’in faiz oranı ve kredinin diğer koşulları üzerinde anlaşamaması, iki tarafı bir kez daha çıkmaza sürükledi. Gazprom’dan bir kaynağın 2015 yılında Reuters’a verdiği demeçte şirketin inşaatı finanse etmek için kendi mali kaynaklarından yoksun olduğunu söylediği bildirildi.

Yedinci şart: Çin’e esnek hacimlerde gaz teslimatı yapılması

Aşılamayan bir başka mali engel de gaz sözleşmelerinde standart bir madde olan ve alıcı teslim edilen her şeyi satın almasa bile ödenmesi gereken minimum hacmi belirleyen al ya da öde koşulu oldu.

Novaya Gazeta’nın kaynaklarına göre Gazprom, orijinal Sibirya’nın Gücü boru hattı sözleşmesinde belirlenen standart olan yüzde 80’in altında bir al ya da öde seviyesini kabul etmeyecek, ancak Pekin bu koşulları kabul etmeyecek.

Petras Katinas, Novaya Gazeta’ya verdiği demeçte, Pekin şu anda al ya da öde şartlarıyla yeni bir sözleşme imzalama niyetinde olmasının pek mümkün olmadığını söyledi ve Pekin’in muhtemelen teslimatlar için sabit bir fiyatta ısrar edeceğini ya da esnek hacimler talep edeceğini, böylece ihtiyacı olmayan gazı satın almak zorunda kalmayacağını da sözlerine ekledi. Katinas, aynı zamanda Çin’in, şirketin mali durumunun kötü olduğunun bilincinde olarak, boru hattının inşasını finanse etmek için Gazprom’un Çin’den kredi almasında ısrar edebileceğini düşünüyor.

Boş umutlar

Birkaç yıl içinde Gazprom, batı güzergahında bir boru hattı inşası için Çin ile yakında bir sözleşme imzalayacağını duyurmasının 20. yıldönümünü kutlayacak.

Çin’in devasa inşaat projesini durdurmak için kullandığı tüm araçlar hala elinin altında ve bu süre zarfındaki tek önemli gelişme boru hattının doğuya kaydırılmış olması.

Çin coğrafi konumu itibariyle şanslı ve etrafı gaz tedarikçileriyle çevrili; Türkmenistan ve Myanmar’dan boru hattıyla yakıt almanın yanı sıra Orta Doğu ve Avustralya’dan da LNG sevkiyatı yapıyor. Bunun da ötesinde Gazprom tarafından Sahalin adasında ve Novatek tarafından Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki Yamal Yarımadası’nda üretilen Yamal LNG de var. Sonuç olarak Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 konusunda acele etmeyebilir.

Ancak neredeyse 20 yıldır Çin’in şartlarını kabul edemeyen ve kendi şartlarını belirleme çabalarında başarısız olan Gazprom’un artık kaçacak bir yeri kalmadı. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden bu yana Avrupa pazarının neredeyse tamamını kaybetmesi, gaz üretiminin 1983’ten bu yana görülmemiş seviyelere inmesi anlamına geliyor ve şirketin hala Batı Sibirya gazını gönderecek bir yere ihtiyacı var. Sonuç olarak Çin, Moskova’nın zayıf bir pazarlık pozisyonunda olduğunu ve sözleşme yapmak için giderek daha fazla çaresiz kaldığını çok iyi bilerek neredeyse her türlü taviz için bastırabilir.

Columbia Üniversitesi araştırmacıları Erica Downs, Akos Losz ve Tatiana Mitrova tarafından hazırlanan raporda, “Proje inşa edilirse ve edildiğinde, muhtemelen Çin’in şartlarına göre olacaktır,” denildi. Novaya Gazeta’ya konuşan Downs’a göre Çin hangi tür yakıt bağımlılığının —Rusya’dan boru hattı gazı mı LNG teslimatları mı— daha riskli olduğuna karar vermeli. Downs’a göre Çin’in LNG ile ilgili sorunu, LNG taşıyan bazı tankerlerin uzun deniz yollarını kullanmak zorunda kalması olabilir ki bu da Pekin’in “ABD tarafından kesintiye uğratılmaya açık olarak algıladığı” bir durum.

Katinas, “Çin’in enerji güvenliğine odaklandığı göz önüne alındığında, ülkenin Rus gazına olan bağımlılığını kayda değer ölçüde artırmak isteyip istemediği epey şüpheli. Ancak ithalat için ek bir seçeneğe sahip olmak, küresel gaz piyasasında aksaklıklar yaşanması durumunda avantaj sağlayabilir,” diye konuştu.

Çin’in sahip olduğu çok sayıda etki aracına rağmen, Sibirya’nın Gücü-2’nin akıbeti belirsizliğini koruyor. Ukrayna’da savaşın patlak vermesinden bu yana Pekin’in yeni sınır ötesi enerji altyapı projeleri ve Rusya’nın enerji sektörüne yatırım yapma konusunda temkinli davrandığını belirten Downs, “Dolayısıyla Çin’in bu boru hattıyla ilgili karar verme konusunda zaman lüksü var,” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

Yayınlanma

İran’da 14. dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turuna kalan adayların seçim kampanya süreci yeniden başladı.

İran devlet televizyonuna göre, 5 Temmuz’da yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu için yarışacak reformistlerin adayı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakarların adayı Said Celili’nin kampanya süreci 3 Temmuz’da sona erecek.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz adayların birbirlerine yönelik suçlamalarına ve seçim kampanyalarında kullandıkları argümanlara odaklanıyor:

***

İran’da reformcuların cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için sosyal yardım ve korku faktörüne güveniyor

Amwaj.media

Reformist Mesud Pezeşkiyan ve muhafazakâr Said Celili, 28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday oyların çoğunluğunu alamadığı için ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Pezeşkiyan’ın kampanyası şimdi ilk turu boykot eden seçmenlerle iletişim kurmaya ve katılımı artırmak için olası muhafazakâr yönetimin tehlikelerini vurgulamaya hazırlanıyor. Celili’nin ekibi ise reformist rakibini plansız olarak göstermeye çalışıyor.

Sonuçlar: 28 Haziran seçimleri, muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçen ay bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle tetiklendi. İran anayasasına göre erken seçimlerin 50 gün içinde yapılması gerekiyor.

Milletvekili Pezeşkiyan ve eski nükleer baş müzakereci Celili, İran’da 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yeterli oyu alamadıkları için 5 Temmuz’da karşı karşıya gelecekler.

-Pezeşkiyan 10,5 milyon (yüzde 42,5) oy alırken, Celili 9,5 milyon (yüzde 38,6) oy aldı.

-Başlangıçta seçimin favorisi olarak görülen muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ise 3.4 milyondan az (yüzde 13.8) oy alarak üçüncü oldu.

-Muhafazakâr eski adalet bakanı Mustafa Purmuhammedi ise kullanılan oyların yüzde 1’inden azını alarak (yaklaşık 200.000) sonuncu oldu.

Katılım oranı: Kamuoyu yoklamaları, 2021 seçimlerinde seçmen katılımının bir önceki rekor düşük seviye olan yüzde 48,8’den daha yüksek olacağını öngörmesine rağmen, seçime katılım sadece yüzde 39,9 oldu.

Rekor düşük katılım oranı, 2020’de başlayan ulusal seçimlere düşük katılım eğilimini tersine çeviremedi. Seçmen ilgisizliği ve reform yanlısı adayların neredeyse tamamının seçime katılımının engellenmesi bu eğilimi tetikledi.

-Muhafazakârların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformistlerden geri aldığı 2020 yasama seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yüzde 42’sinden biraz fazlası oy kullandı.

-Reisi’nin genel olarak “tek atlı yarış” olarak görülen seçimi kazandığı 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yüzde 48,8’i oy kullandı ki bu o zamana kadar bir cumhurbaşkanlığı oylaması için en düşük katılım oranıydı.

-Bu yıl mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda da seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullanmıştı.

Yankıları: Pezeşkiyan için kampanya yürüten eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (2013-21) katılımın düşük olmasını halkın “yönetim şeklimizden memnun olmamasına” bağladı ve geçmişteki eksiklikler için özür diledi.

-Siyaset sosyoloğu Mehran Solati, 30 Haziran’da reform yanlısı Hammihan gazetesine verdiği demeçte, özellikle etnik azınlıkların çoğunlukta olduğu sınır illerindeki düşük katılımın, ülkenin seçimler konusunda “derinleşen öfke ve artan bir hayal kırıklığı” ile karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi.

Muhafazakâr Kayhan gazetesi ise katılımın düşük olmasından ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (2013-21) hükümetinin ekonomik performansını sorumlu tuttu.

-Kayhan, ekonominin durumu nedeniyle halkın hayal kırıklığına uğradığını ve Ruhani’nin halefi, son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin (2021-24) Ruhani’nin kendisine bıraktığı ekonomiyi düzeltmek için yeterli zamanı olmadığını iddia etti.

-Muhafazakâr gazete 28 Mayıs’ta Reisi’nin çabaları sayesinde seçime katılımın “gözle görülür şekilde yüksek” olacağını öngörmüştü.

Pezeşkiyan’ın ekibi, 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde kampanya çalışmalarına başlarken, ilk turda sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışıyor.

-Zarif, Reformcu kampa bağlı kampanyacılara yaptığı bir konuşmada, halkın “yalan bombardımanına” tutulduğu için “doğrudan insanlarla konuşmalarını” önerdi. Pezeşkiyan için kampanya yürütenler 30 Haziran’da Tahran’ın farklı bölgelerinde bir araya gelerek sıradan İranlıların sorularını yanıtladılar.

Pezeşkiyan 30 Haziran’da, 5 Temmuz’daki zaferinin mecazi bir tren kazasını önlemek için gerekli olduğunu ima ederek dikkatleri üzerine çekti.

-Reformist aday, bir çiftçinin, rayları tıkayan kayalara çarpmadan önce gelen trenin sürücüsünü durdurmak için kıyafetlerini ateşe verdiği bilinen bir grafiği paylaştı. “Fedakâr çiftçi” hikayesi -1961 yılının bir Kasım gecesi yaşanan Rizali Khajavi’nin gerçek eylemlerini konu alıyor- İran ilkokullarında vatanseverlik ve görev bilinci örneği olarak öğretiliyor.

-İran’ı trene ve 28 Haziran seçimlerini boykot eden seçmenleri de yolcularına benzeten Pezeşkiyan, ülkenin “İran’ın geleceği tehlikede olduğu için” yolcuları uyarmak amacıyla “fedakâr çiftçi” gibi insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.

-Pezeşkiyan’ın paylaşımına tepki olarak Khajavi’nin oğullarından biri internette bir video yayınlayarak kendisinin ve ailesinin Celili’ye oy vereceğini söyledi.

Reformcu adayın destekçileri de muhafazakâr bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinin kötü sonuçlar doğurabileceği korkusundan faydalanarak destek toplamaya çalışıyor.

-Eski Bilgi ve İletişim Teknolojileri Bakanı (2017-21) ve Pezeşkiyan’ın kampanyasının destekçisi olan Muhammad Cevad Azar Cahromi 29 Haziran’da olası bir Celili yönetimini Taliban tarafından yönetilen bir hükümete benzetti.

-Siyasi yorumcu Muhammed Ali Ahangaran 29 Haziran’da Pezeşkiyan’a oy vermenin işleri “mutlaka” daha iyi hale getirmeyeceğini, ancak “seçimi boykot etmenin ya da Celili’ye oy vermenin kesinlikle felaket getireceğini” yazdı.

Bu arada Celili’nin destekçileri 69 yaşındaki Pezeşkiyan’ın sağlığını ve cumhurbaşkanı olmak için gereken özelliklere sahip olup olmadığını sorguladı.

-Muhafazakâr milletvekili ve Celili’nin destekçisi Hamid Rasaee 30 Haziran’da “söylentilere” dayanarak Pezeşkiyan’ın hastalığı nedeniyle Celili ile televizyonda yapılacak bir tartışmaya katılmayacağını söyledi ve Pezeşkiyan’ın dört yıl boyunca ülkeyi yönetecek kadar sağlıklı olup olmadığını sordu. Pezeşkiyan’ın tartışmadan çekildiğine dair resmi bir açıklama yapılmadı.

-Muhafazakâr bir milletvekili ve eski bir televizyon sunucusu olan Emirhüseyin Sabeti, Pezeşkiyan’ı ülkenin sorunlarını ele alacak bir “planı olmamakla” suçladı. Sabeti ayrıca reformist adayın yarışı kazanması halinde benzin fiyatlarının sekiz kattan fazla artacağını iddia etti.

Adaylar: Eğitimli bir kalp cerrahı olan Pezeşkiyan, Batı ile ilişki kurma ve temel sosyal ve kültürel özgürlükleri güvence altına almak için mücadele etme mottosuyla yarışıyor.

– Tecrübeli milletvekili, yolsuzlukla mücadele etme sözü verdi ve İran’ı yıllardır kara listesinde tutan hükümetler arası kara para aklama karşıtı bir kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile işbirliğinden yana konuştu.

-Pezeşkiyan, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlenen politikalardan övgüyle bahsetti. Bu nokta, İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenler tarafından Pezeşkiyan ve muhafazakâr rakibi Celili’nin birbirinden farkı olmadığı iddia etmek için sıklıkla referans gösteriliyor.

Celili aşırı muhafazakârlar arasında popüler ve Reisi yönetimindeki pek çok kişinin desteğine sahip.

-Muhafazakâr Celili 2007-2013 yılları arasında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi (YGK) sekreteri olarak görev yaptı ve bu dönemde Batı ile nükleer müzakereleri de yürüttü. Müzakereler hiçbir yere varmadı.

-Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olan ve 2015 nükleer anlaşmasına da şiddetle karşı çıkan Celili şu anda Hamaney’in YGK’deki kişisel temsilcisi olarak görev yapıyor.

Öngörü: İki cumhurbaşkanı adayı 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde televizyonda yayınlanacak iki münazarada karşı karşıya gelecek.

-Celili, Kalibaf’ın oylarının kendi lehine döneceğini umuyor ancak meclis başkanının destekçilerinin Celili’nin davasına ne kadar bağlı olduğu konusunda soru işaretleri var. Şimdiden, en azından bazı oyların Pezeşkiyan’a gideceğine dair işaretler söz konusu

-İkinci turu kazanmak için Pezeşkiyan’ın katılımı artırmak için elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor. Kampanyası, kısmen kullanılmayan her oyun Celili’ye oy vermek anlamına geldiğini savunarak ilk turu boykot edenleri kazanmaya odaklanacak.

-Sosyal medyadaki söylem, Reformist adayın Celili gibi muhafazakâr birinin cumhurbaşkanı olmasından endişe duyan seçmenlerden fayda sağlayacağını gösteriyor. Ancak bu korku faktörünün seçmen ilgisizliğini yenmeye yetip yetmeyeceğini zaman gösterecek.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Sergey Glazyev ile mülakat: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ukrayna’daki savaşın Rusya’nın ya da Rus sermayesinin Batı’dan büyük ölçüde kopuşunu beraberinde getirdiği doğru. Fakat bu kopuşun niteliklerine dair tartışılacak çok fazla noktanın olduğu da doğru. Bu kopuş henüz nihai aşamasına ulaşabilmiş değil. Ve Rusya’nın sermayedarları ve politikacıları, 90’lardan kalma köhnemiş fikir ve anlayış biçimlerini terk etmiş değiller, Glazyev bu konuda haklı.


Glazyev: Devasa sermaye kaçışı devam ediyor

Yuriy Pronko

Tsargrad

29 Haziran 2024

Rusya, Avrupa’dan ithalatı Çin ve Hindistan’dan gelen mallarla tamamen ikame edebilir mi? Neden hala Boeing’lerle uçuyoruz? 1998’deki temerrüt bize nasıl fayda sağladı? 300 milyar doları kaybetmemek için ne yapmamız gerekiyor? Rusya Bilimler Akademisi’nden Sergey Glazyev anlattı.

Yeni Volga modelinin halka tanıtımı sırasında pek de duygusal olmayan Başbakan Mihail Mişustin yetkililere şunu sormuştu: Direksiyonunuz Çin üretimi mi? Ve otomobil markasının neden hem Rusça olmayıp hem Kiril alfabesiyle yazıldığını anlamıyorum. Gerçekten ithal ikamesi mi yapıyoruz yoksa Çin, Batı’nın yerini mi aldı?

Bu duruma göre değişiyor. Çin bugün her şeyi üretiyor. Hindistan da öyle. Ve bu iki dev ile ticaretteki büyüme şaşırtıcı: Yaptırımlara rağmen yıllık yüzde 25 ila 30. Avrupa’dan yapılan ithalatı tamamen Çin ve Hindistan’dan yapılan ithalatla ikame edebiliriz. Bu arada, Çin ile ticaret AB ile ticaretten daha iyi değil, aksine daha kötü bir yapıya sahip.

Hammadde payı AB’ye kıyasla daha büyük, nihai ürün payı ise daha küçük. AB’nin hammadde sağlayan uzantısı olduğumuzdan daha büyük ölçüde Çin’in hammadde sağlayan uzantısı haline geliyoruz. Bu eğilimin üstesinden gelmek için nihai ürün üretimini ve iş birliğini artıracak kredilere ihtiyacımız var. Çin ile birlikte katma değerli zincirlerin oluşturulmasını teşvik etmeliyiz. Farklı sektörlerde durum oldukça farklı. Otomotiv sektöründe, uzun yıllar süren endüstriyel montajın ardından, Batı’dan ithal edilen bileşenleri Doğu’dan gelenlerle ikame etmemiz gerekiyor.

Hayali başarılar

Ancak bu gerçek bir ithal ikamesi midir?

Yetkililerimiz Kaluga oblastında Volkswagen’in üretimini kurduklarıyla övünürken —zira her şey robotlara dayanıyordu— 300 istihdam yaratmıştı. Peki Avtovaz’da kaç kişinin işine son verildi? Nerede tam bir iş birliği zincirimiz var?

Ürettiğimiz nihai ürünlerle, neredeyse tüm teknolojik zincir boyunca ilgilenmemiz gerekiyor. İthal bileşenlerden makine yapımında elde ettiğimiz başarıların hayali başarılar olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Rusya ve Avrasya Ekonomi Birliği (AEB) içinde yer alan yerli katma değer zincirlerimize dayalı daha derin ithal ikamesi fırsatlarını zorluyoruz.

Devlete ait bir şirket olmasına rağmen Aeroflot neden tamamen Rusya üretimi Tu-214 uçağı almaya ikna edilemiyor? Ya da Tamamen Rusya üretimi İl-76 satın almaya? Üç yerine iki pilotu olması gerektiği, motorunun daha az ekonomik olabileceği hakkındaki tüm iddialar saçmalık. Kendi üretimimiz uçaklara; Tu-204, 14, Tu-334, İl-96, İl-112’ye geçmemiz gerekiyor. An-70 ve An-124, Ukrayna ekipmanına sahip olmasına rağmen An-124 bile üretilebilir. Bunların hepsini kendimiz yapabiliriz.

Batı’nın servis vermediği ve motorları arızalanan Boeing’ler ise kaldırılmıyor.

Tu-214’lerimizi satın alma yükümlülüklerini yerine getirmek yerine, bir şeyler icat etmeye başladılar. Batı ile karşı karşıya geldiğimiz bir durumda, şirketleri hesaba almayıp büyük kararlar almalıyız. Kendi uçaklarımıza geçelim. Onları işletmek daha pahalı olabilir, bakımlarını yapmak daha zor olabilir.

Batı tarafından ambargo geldiğinde ve bize uçak parçaları vermeyi kestiklerinde, havacılık idaremizin kafası karıştı. Zira hem bakım hem de satın alma her şeyi yurt dışına yaptırıyorlardı. Nereden ne alacaklarını bile bilmiyorlardı. Batı ekipmanları üzerinde asalak bir yaşam sürüyorlardı ve bu da yönetimimizin tamamen gevşemesine yol açtı. İthal ekipman satın almakla değil, ülke içinde üretimi organize etmekle meşgul olunmalı.

Bu insanlar bir şeyleri değiştirebilecek kapasitede mi?

Yönetici pozisyonlarına sadece bir cepten diğerine nasıl para aktarılacağını bilen ne üzerine ihtisas yaptığı belli olmayan yöneticileri değil, mühendisleri terfi ettirmeliyiz. Yerli üretimin çıkarları, ikinci el bir Amerikan motoru nasıl alınır, Afrika üzerinden nasıl ithal edilire odaklanan konjonktürün çıkarlarından daha yüksek olmalı. Artık uzun vadeli stratejik kararlar alma zamanı. Yerli teknolojik tabana dönme zamanı.

Buna yönelik bir potansiyel olduğunu düşünüyor musunuz?

Potansiyel var. Bu da 2021 yılında yılda en az yüzde 5 oranında büyümemizi sağlıyor. Son iki yılın dinamikleri, sektörün üretim fırsatlarındaki artışa kolayca yanıt verdiğini gösteriyor.

1998 yılında Primakov-Geraşçenko’nun politikası sayesinde, eylül ayından itibaren temerrütten sonra, ithal ikamesi temelinde sanayi üretiminde patlayıcı bir büyüme yaşandı. Daha sonra ithalatın fiyatı hızla yükseldi ve Merkez Bankası enflasyon oranının altında bir oranda kredi verdi. Model mükemmel bir şekilde işledi. Sanayi her ay yüzde 2 oranında büyüdü. Dokuz aylık çalışma sonunda sanayi üretimindeki büyüme yüzde 20 oldu. Belki bugün böyle bir büyüme yok. Ama üretimde yüzde 10’a kadar büyümeyi sürdürebiliriz.

Dünyadaki en yüksek emek sömürüsü

Ve bunun için beyinlerimiz var mı?

Hem beynimiz hem de insanımız var. Ve sanayi bölgelerimizin bu deneyimi, hükümet yerli ürünlere olan talebi artırmaya başlar başlamaz, sanayinin hemen karşılık verdiğini gösteriyor. Belki işgücü piyasasında lokal açıklar var. Ancak bununla ciddi bir şekilde ilgilenmemiz gerekiyor. Uzmanlar, teknik uzmanlar, mühendislik personeli yetiştirmemiz gerekiyor. Ve ücret artışları kaçınılmaz. Ücretlerin GSYİH’deki payının diğer ülkelere kıyasla bir buçuk kat daha düşük olduğunu unutmayalım.

Üretimi ücretlere böldüğümüzde, işçilerimizin her bir ruble ücret başına Avrupa ya da ABD’ye kıyasla üç kat daha fazla üretim yaptığı ortaya çıkıyor. Dünyadaki en yüksek emek sömürüsüne sahibiz. İnsanlar “oh be ücretler artmaya başladı” derken, 1990’ların başında ücretlerin kat kat düştüğünü unutuyorlar. Ve daha fazla da artmadı.

Ücret artışlarının altına girmek zorundasınız. Bu normal bir olgudur. Bu, işgücü verimliliğindeki büyümeyi geriletiyor. Fakat bunun olmaması için otomasyona, robotlaşmaya yatırım yapmamız gerekiyor. Eğer yeterli sayıda işçimiz yoksa, istihdam edilen bin kişi başına düşen robot sayısı bakımından neden dünyada son sıralardayız?

Batı’nın hırsızlığına karşı uyarı

2014’ten bu yana Rusya’nın döviz rezervlerinin çalınabileceği konusunda uyarıda bulunan birkaç uzmandan biri, hatta tekiydiniz. Kenara itildiniz; “orada yasalar var, kimse hiçbir şeye dokunmayacak,” denmişti.

Düşmana döviz rezervlerimizle operasyon yapma fırsatı vermiş olmamız beni çok üzüyor. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri bu rezervler karşılığında finanse ediliyor. Batı, rezervlerimize siyasi düzeyde el koymaya hazır. Ancak finansörler hala direniyor ve palyatif çözümler arıyor. Fakat bunun onlar için siyasi olarak çözülmesi gereken bir mesele olduğunu anlamalıyız.

Bu devasa meblağı kayıp mı ettik?

Batı’da iktidarda olanlar bize karşı savaş üzerine bahse girdiler, bu yüzden intihar eğilimlerini değiştiremezler. Bunun iyi bir şey getirmediği hakikatini göze alıyorlar. Avrupa’da giderek büyüyen bir ekonomik ve sosyal felaket görüyoruz. Avrupa rekabet gücünü hızla kaybediyor ama kilit pozisyonlarda Amerikan kuklaları oturuyor. Bir Rusya düşmanı daha NATO Genel Sekreteri seçildi. Bekleyeceğiz, belki birkaç yıl içinde Avrupa ülkelerinde yeniden seçim dalgası başlayacak. Belki Fransa bir ay içinde hükümetini değiştirecek.

Ancak von der Leyen’e Avrupa Komisyonu başkanı olarak beş yıl daha görev süresi tanındı.

Belki de ABD’de kaos öyle bir seviyeye ulaşacak ki, Rusya’ya karşı savaşın durumlarını daha da kötüleştirdiğini fark edecekler. Bu tamamen öznel bir durum. Paramız bize verilmiyor. Onu geri alıp alamayacağımız, bizden kendileri için olumlu şeyler isteyecekleri zaman göreceli bir siyasi soru.

Şu anda bizi yok etmeye çalışıyorlar. Ve cevabın asla kendilerine gelmeyeceğini düşündükleri sürece, yüzsüzce ve dizginlenemez bir şekilde davranıyorlar.

Batı toplumu buna daha ne kadar tahammül edecek?

Batı toplumu Rusya ile dost olmak ve ilişkileri yeniden tesis etmek isteyen siyasetçileri iktidara getirdiğinde bu soru gündeme gelecektir. Zira yaptıkları şey, finans terminolojisinde temerrüt olarak adlandırılır. Batı temerrüde düşmüş durumda, ülkeler kredibil değil. Sadece bize değil, bir dizi başka ülkeye olan borçlarını ödeyemiyorlar.

Onlara iflas etmiş muamelesi yapmalıyız. Ve tüm bu kredi notlarımız Batılı ülkelere karşı temerrüde düşürülmeli. Ahlaki açıdan bakıldığında Batı’nın yaptığı şey soygundur. Finansal açıdan bakıldığında temerrüttür. Siyasi açıdan ise bu onların stratejik hatasıdır.

Rusya’nın bu formülasyondaki durumu değerlendirmeye hazır olup olmadığından şüpheliyim. Maliye Bakanlığı’nın eylemlerine bakıyorum, Merkez Bankası’‘nın söylemlerini işitiyorum. Perde arkasında bile böyle bir şey söylenmiyor. Aynı simalar, Sergei Yuriyeviç, kameraların, sıkı sıkıya kapalı kapılar ardında konuştuğunuz simalar, size “hayır, böyle olmayacak, [bu varlıklar] hiçbir yere gitmedi,” dediler mi?

Bir hatayı kabul etmek cesaret ve nitelik gerektirir. Ne yazık ki Merkez Bankası hem dünyanın hem de bilimin uzun zaman önce terk ettiği ilkel modellere göre yön alan niteliksiz insanlar tarafından yönetiliyor.

Ancak bunun bedeli 300 milyar dolar.

Merkez Bankası şu an bile IMF’nin tavsiyelerine körü körüne bağlı. IMF tarafından kendilerine dolar ve avro dışında rezervlerinizi koyabileceğiniz başka bir varlık olmadığı, zira bu para birimlerinin likit olduğu ve iyi bir faiz oranına sahip olduğu söylendi. Onlar da Washington’dan gelen tavsiyelere uydular.

Her şeyden önce döviz rezervlerine el konulacağı konusunda defalarca uyarıda bulundum, 2014’te bu aşikardı. Gözlerimizin önünde İran’ın, Afganistan’ın, Venezuela’nın rezervlerine el konuldu. Venezuela’nın sadece döviz rezervlerine el koymakla kalmadılar, varlıkları muhalefete aktardılar.

Fakat Rusya’nın sözde muhalefetine 300 milyar verecek halleri yok.

SWIFT ile ilişkimizin kesileceğini 12 yıldan uzun bir süre önce ilk söyleyen bendim. Sonra Merkez Bankası başkanı bana dedi ki: “Merkez Bankası’na atom bombası atılması gibi bir riski göze alamayız”. Ben de “Yaparlar, atom bombasının bununla ne alakası var?” dedim. İran dışarıya kapatıldı ve biz de kapatılacağız.

Şükür ki Devlet Başkanı’nın bankalar arası bir finansal haberleşme sistemi zamanında oluşturuldu. Bu sistem, Devlet Başkanı zamanında talimat verdiği için var. Kendi başlarına ne SPFS’yi ne de Mir kartı asla yapamazlardı. Biz en azından bilişim ve teknik altyapıda, ödeme ve finans sisteminde kendimizi hazırladık.

Rezervleri elden çıkarmış olmamızın stratejik bir hata olduğunu düşünüyorum. Bundan kolayca kaçınılabilirdi. Nereye yatırım yapacağımızı bile düşünmeyebilirdik, yalnızca kendi ürettiğimiz altını satın alabilirdik. Altın ihraç etmeye devam ediyoruz. Farklı para birimlerinde oldukça büyük bir döviz kazancımız var ve bu kazançları altın biriktirmek ve rubleye dönüştürmek için kullanabilirdik. İhracatçılara ruble verip gelirlerini altına çevirebilirdik…

Son olarak, bu parayla altın satın alın. Pek çok ihtimal var, bu yüzden ellerimizi havaya kaldırmamız gerekiyor. Ve hataların tekrarlanmamasını ummalıyız.

Batı basını da neredeyse her gün çıkan makalelerle Merkez Bankası yönetimini övüyor.

Bu yüzden övülüyorlar, zira oradan gelen talimatlarla hareket ediyorlar. Ve ekonomimizin gelişmesini yasaklayarak hareket etmeye devam ediyorlar. Yatırımları engelliyorlar ve dövizi ülke dışına itiyorlar. Orada herhangi bir para birimini doğrudan kote etmelerini sağlamak zor. Yuanın kote edilmesi iyi bir şey. Ama rupi henüz kote edilmedi. Rupi neden kote edilmiyor?

Başbakan Modi’nin Moskova’ya yapacağı ziyaretten sonra belki durum değişir?

Rupinin neden kote edilmediği hiç de açık değil. Çok büyük bir döviz akışı var. İhracatçıların satacak hiçbir yeri yok. Aslında para otoriteleri, aşırı ısınma ve aşırı döviz arzı hakkında her türlü peri masalını uydurarak ekonomimizin kalkınmasını engellemeye devam ediyor.

Dolar ve avro cinsinden değil ama diğer para birimleri cinsinden devasa bir sermaye kaçışı devam ediyor. Ve yıllardır içinde sallanıp durduğumuz kısır döngüyü iktisadi refah döngüsüne dönüştürecek yatırımlardan feci şekilde yoksunuz. Bunun için ucuz kredilere, üretken yatırımları finanse edecek, ülkenin stratejik planları, Devlet Başkanı’nın açıkladığı öncelikler doğrultusunda hedefli kredilere ihtiyacımız var. Hem bilim ve teknoloji politikası hem de kalkınma hızı açısından bu önemli.

Milli ölçütlerimiz siyasi olarak formüle edildi.

Ancak bu talimatlar için para yok. Sadece bütçe var. Ve bütçe iktisadi politikanın ana aracı değildir. Bütçenin başka pek çok görevi vardır. İktisadi politikanın ana aracı kredidir, bütçe değil. Stratejik planların ve ülke liderliği tarafından belirlenen siyasi hedeflerin ana uygulayıcıları bankalar olmalıdır. Bankalar, ekonominin hızla kalkınacağı yönlerde kredi vermelidir, bu yönler görülebilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English