Amerika
Pentagon ve güç ideolojisi: Batı medeniyetini kurtarmak

“İsraf” ve “hantallık”… Silikon Vadisi’ndeki muhteris yeni Pentagon müşterilerinin, geleneksel silah şirketlerine ve ürünlerine yönelttikleri eleştiriler böyle özetlenebilir.
Elbette buna bir de “Nietzsche’ci” diyebileceğimiz bir güç ideolojisi eşlik ediyor. Peter Thiel’in “woke” zihniyetini Hıristiyanlığa benzettiğine daha önce işaret etmiştik. Kurbandan yana olma, merhamet, kitle/köle kültürü… Bunlar Nietzsche’nin Hıristiyanlığa atfettiği olumsuz niteliklerdi ve Silikon Vadisi çetesi, bu antidemokratik/antisosyalist “aristokratik isyancının” söylediklerini neredeyse harfi harfine tekrar ediyor.
Pentagon ve genel olarak savunma sanayii, bu güç ideolojisinin hem bir oyun alanı, hem de gerçeklik testine tabi tutulduğu yer olarak öne çıkıyor. Silikon Vadisi’nin transhümanist filozof-kralları, hem kavga ediyor, hem uzlaşıyor.
Önceki yazıda, savunma sanayiinde inovasyon söz konusu olduğunda Vadi’nin abartılı fütürizmine karşı bir de daha konvansiyonel görüşler bulunduğuna değinmiştik. Donald Trump ve birçok Cumhuriyetçinin bu iki anlayışın arasında bir yerde durduğu anlaşılıyor. İşin garibi, bu orta yol, tuhaf sonuçlara yol açıyor.
Tuhaf sonuçların en çok öne çıkanı, ABD’nin İsrail’den devşirdiği “Demir Kubbe” konsepti. Trump ve bazı Kongre üyeleri, ayrıca etkili MAGA’cılar, ABD’nin kendi Demir Kubbe’sine sahip olması gerektiğine inanıyorlar.
27 Ocak’ta Başkan Trump, Pentagon’un “Anavatan’a yönelik herhangi bir yabancı hava saldırısını caydırmak ve vatandaşlarını ve kritik altyapısını bunlara karşı korumak” için “yeni nesil bir füze savunma kalkanı” inşa edeceğini açıkladı.
Başkan Savunma Bakanlığına ABD’yi “eş, yakın ve haydut düşmanlardan gelebilecek balistik, hipersonik, gelişmiş seyir füzeleri ve diğer yeni nesil hava saldırılarına” karşı savunmak üzere “Amerika için Demir Kubbe” önerisinde bulunmak için 60 günü olduğunu söyledi.
Trump’ın başkanlık emrini, makul bir askeri görevden çok pazarlama aldatmacası olarak görenler mevcut. Nitekim Pentagon, Trump’ın duyurusundan dört gün sonra “Amerika için Demir Kubbe” kararnamesini ele almak üzere “endüstrinin yeteneklerini anlamak” için savunma sanayii şirketlerine bir anket gönderdi.
ABD savunma şirketleri, yapabileceklerini abartmalarıyla da biliniyor. “5’li çete” mensubu ve İsrail’deki Demir Kubbe’nin ortaklarından RTX, memnuniyetini gizlemedi. Şirket CEO’su Chris Calio, Trump’ın emrinden bir gün sonra, “Bugün İsrail’in Demir Kubbe’sinin önemli bir ortağıyız. Bu, Raytheon’un temelini oluşturuyor ve bu konuda en iyiler arasında yer alıyorlar… Bunu bizim için önemli bir fırsat olarak görüyoruz, tam da bizim kaptan köşkümüzde olan bir şey,” diye konuşuyordu.
Demek ki askeri-endüstriyel kompleks bozuluyor, yeniden yapılıyor. Ama biz şimdilik Demir Kubbe fantezisine dönelim: “Amerika için Demir Kubbe”, İsrail’in daha az sayıda, daha yavaş ve daha kısa menzilli roket ve füzeleri savuşturmak için kullandığı çok daha mütevazı Demir Kubbe sistemini örnek alıyor. İsrail’in resmi yüzölçümü 21.937 kilometrekare; Atlantik’ten Pasifik’e, Alaska’dan Meksika sınırına kadar uzanan ABD’ninki ise 9.867.000 kilometrekare!
Ama daha önemlisi, maliyet. Nükleer uzman Joe Cirincione’nin hesaplamalarına göre, başta Pentagon olmak üzere tüm devlet kurumlarında “israf”ın önüne geçmek ve devleti küçültmek için harekete geçen Trump yönetiminin bu askeri proje için yaklaşık 2,5 trilyon dolara ihtiyacı var.
ABD’nin şu anda füze savunması için harcadığı yıllık meblağ yaklaşık 10 milyar dolar.
Senato Silahlı Hizmetler Komitesi Başkanı Cumhuriyetçi Roger Wicker da, bu kapsamda Pentagon’a 200 milyar dolar ek bütçe ayrılmasını istiyor. Demir Kubbe’nin yanı sıra gemi inşası, denizaltılar ve yeni nesil savaş uçakları gibi alanlardaki kilit yatırımlar da senatör için önemli sayılıyor.
Burada bir gariplik daha bulunuyor. ABD Kongresi’ndeki senatörler ve temsilciler, kendi eyaletlerindeki savunma sanayii tesislerinin üretime devam etmesi için bazen Pentagon’un istemediği ürünlerin bile piyasaya sürülmesine izin verebiliyorlar. 14 Şubat tarihli bir Wall Street Journal makalesi de buna dikkat çekiyor: Geçmişte Pentagon servisleri, finansmanı kendi istedikleri daha yeni programlara kaydırmak amacıyla potansiyel kesinti listeleri ortaya koyuyorlardı. Bölgelerindeki askeri harcamaları tutmak isteyen Kongre üyeleri ise daha sonra bu kesinti önerilerini rutin olarak reddediyorlardı.
WSJ, “Sonuç, 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana sürekli büyüyen bir Pentagon bütçesi oldu,” diye yazıyor.
Elon Musk’ın DOGE’si geldiğinde işler tersine dönebilir mi? Trump yönetiminin, Pentagon’un 850 milyar dolarlık bütçesinin %8’ini, yani yaklaşık 68 milyar dolar, büyük ölçüde bürokratik şişkinlikten yeni silahlara kaydırmak istediği söyleniyor. Savunma Bakanı Pete Hegseth, DOGE’yi memnuniyetle Pentagon’a davet ettiklerini söylüyor ve “Karargâhta ele alınması gereken israflar, fazlalıklar ve personel sayısı var,” diyor.
Demek ki Amerikan savaş kapasitesi daha keskin hale getirilmek isteniyor. Bunun için eski ile yeninin, geleneksel ile hiper-modernin iç içe geçmesi gerekiyor. Forbes şubat ayında şöyle yazıyor: Bir araştırma şirketine göre, havacılık ve savunma alanındaki küresel yapay zeka pazarının bugün yaklaşık 28 milyar dolar iken 2034 yılına kadar 65 milyar dolara yükseleceği tahmin ediliyor. Bu da %9,91’lik bir yıllık bileşik büyüme oranı anlamına geliyor. Kuzey Amerika tek başına bu pazarın 10,43 milyar dolarını temsil ediyor ve yıllık %10,02 ile daha da hızlı büyüyor.
Ama öncelik Silikon Vadisi çetesinde. Vadi, oynayacağı yeri biliyor: Palantir’in baş teknoloji şefi Shyam Sankar, ABD ile Çin arasındaki rekabeti, “Yapay Zeka silahlanma yarışı” olarak tanımlıyor.
Geleneksel donanım yerine yazılım, insansız hava araçları ve robotlara öncelik vererek askeri tedariki modernize etmeye yönelik bir baskı görme ihtimali artıyor.
Dolayısıyla, Trump yönetimi çelişkili dünyamızın cisimleşmiş hali gibi görünüyor. Musk “israf” diyor, ama Hegseth savunma harcamalarını Biden döneminde son kabul edilen bütçenin (895 milyar dolar) dahi çıkarmaktan söz ediyor. Pentagon’un başına da USAID’e olanların geleceğinden korkanlara, bakanlığının USAID olmadığını söyleyerek garanti veriyor ve ekliyor: “USAID’nin pek çok sorunu var… Önce Amerika ile bağlantısı olmayan küreselci gündemleri takip ediyor. Savunma Bakanlığı böyle değil.”
Demek ki tüm dünyaya yayılan üsleriyle, işgal ve darbe girişimleriyle Pentagon, “küreselci” bir gündemi takip etmiyor.
***
Perry Anderson, New Left Review’un son sayısında “fikirlerin gücü” üzerine yazdığı makalede, “doktrini daha zayıf ve çığırtkanları daha az” olduğu halde, neoliberalizmin dayanak aldığı liberalizmden çok daha güçlü ve yaygın bir ideoloji haline nasıl geldiğini sorduktan sonra, “her marksistin” bildiği bir cevap olduğunu söylüyor:
“Her marksistin aşina olduğu cevap, gelişmiş bir toplumun maddi altyapısının, geri kalan her şeyin dayandığı şey olduğudur; bu olmadan bürokrasi, ordu, meclis, medya, hastane ya da okul, hapishane, yüksek ya da alçak kültür olamaz: her işin yürüyebilmesi için, işleyen bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, istenmediği takdirde liberal anayasalardan ya da parlamentolardan, liberal gazetelerden ya da podcast’lerden, liberal sanatlardan ya da inançlardan vazgecilebilirken, işleyen bir iktisadi sistemden vazgeçilemez. Bu, herhangi bir siyasi ya da kültürel düzenin olmazsa olmazıdır.”
İşleyen bir iktisadi sistem, şimdilerde kimileri “askeri Keynesçilik” de diyor(*), büyük veri-yapay zeka-risk sermayesi üçgeninde şekilleniyor. Amerikan “güvenlik devleti”nin ve Pentagon’un yarattığı ucube, Silikon Vadisi, “hakkı olanı” talep ediyor.
Bu tezgahta yer çok ve uzlaşının adresi Pentagon: 7 Mart’ta Bloomberg’in geçtiği bir habere göre, Palantir 178 milyon dolarlık sözleşmesinin bir parçası olarak ABD ordusuna mobil savaş istasyonları teslim etmeye başladı. “İnovatif” Anduril ve “5’li çete” mensubu Northrop Grumman gibi alt yüklenicilerle birlikte geliştirilen ürün, dışarıdan bakıldığında sağlam bir askeri kamyon gibi görünüyor. İçeride ise açılır kapanır masalar, çoklu ekranlar ve sunucularla tamamlanmış bir çalışma alanı hissi veriyor.
Palantir’in Titan isimli (Taktik İstihbarat Hedefleme Erişim Düğümü”nün İngilizce kısaltması) aracını geliştirmesi, ilk kez bir yazılım şirketinin Pentagon’un ana savunma yüklenicisi olarak çalışması anlamına geliyor.
Risk sermayedarları destekli yeni şirketlerin savunma sektörüne girmesiyle birlikte, yapay zekanın militarize edilmesi ve Pentagon’un Çin’le “Büyük Güç Rekabeti” için var olan hevesinin hızlandırılması gibi “ayrıcalıkları” da ortaya çıkıyor. Risk sermayesi, Büyük Teknoloji ve özel sermaye arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmacılar, bu birlikteliğin yakın zamanda bazı geleneksel Pentagon yüklenicilerini satın almaya başlayabileceğine bile işaret ediyor.
Sen Jose Devlet Üniversitesinden Roberto J. González, Büyük Teknoloji’nin ezici mali gücü göz önüne alındığında, Microsoft ve Amazon gibi şirketlerin “geleneksel” askeri-endüstriyel kompleksin parçalarını satın almaya başlaması ve Northrop Grumman ve RTX gibi “geleneksel” firmaların gelecek vaat eden savunma teknolojisi girişimlerini satın almaya başlamasının daha olası bir senaryo olduğunu düşünüyor.
Örneğin Pentagon’un seçkin “emektarları”, Red Cell Partners ve Shield Capital gibi girişim sermayesi şirketlerini tercih ediyor. Özel sermaye devi KKR’nin ortaklarından biri de eski CIA şefi David Petraeus.
Pentagon, “Stratejik Sermaye Ofisi” adında bir bölümü de sessiz sedasız açtı. Bu ofis, kamu fonlarını savunma sanayii tabanının “kârlı olmayan” yönlerine yatırmak ve Pentagon’un çok önemli “ulusal güvenlik” uygulamalarına sahip olduğunu düşündüğü teknolojilerin geliştirilmesini hızlandırmak için var gibi görünüyor.
Pentagon’un araştırma bütçesini artırmasıyla birlikte, sadece 2021 ve 2023 yılları arasında risk sermayesinin savunma firmalarına 100 milyar dolar civarında fon sağladığı hesaplanıyor. González, “Günümüzün teknoloji devlerinin neredeyse tamamı savunma sanayinden bir DNA taşıyor ve Pentagon ile uzun bir işbirliği geçmişine sahipler,” diyor. González’in araştırmasının başlığı: “Büyük Teknoloji ve Silikon Vadisi Askeri-Endüstriyel Kompleksi Nasıl Dönüştürüyor?” Tablo tamamlanıyor.
***
Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki sözümona “kültür savaşları”nın en silik olduğu yerin de savaş sanayii olduğu anlaşılıyor.
Trump’ın ve Hegseth’in ordudaki “trans ideolojisini” tersine çevirmeye yönelik hamleler yaptığını reddetmiyorum. Ama bunun, yani Silikon Vadisi ile Pentagon arasındaki sözde “kültür savaşının” Amerikan ulusal çıkarlarını baltaladığına ilişkin anlatının tamamen palavra olduğunun altını çizmek istiyorum.
“Kültür farklılıkları”, California-Silikon Vadisi şirketleri ile ordu arasındaki ortaklıkları hiç engellemiyor. González hatırlatıyor: NSA’in en uzun süre görev yapan direktörü olan Keith Alexander, Amazon’un yönetim kurulu üyesi. Google’ın eski yöneticilerinden Eric Schmidt, hâlâ LinkedIn’den Reid Hoffman’ın da üyesi olduğu Pentagon’un Savunma İnovasyon Kurulu’nun kurucu başkanıydı.
González’e göre var olan “kültürel bölünme” bu şirketler ile Pentagon arasında değil, bu şirketlerdeki çalışanlar ile Pentagon arasında; bu çalışanlar, yaptıkları iş “terörle mücadele” görevlerinde insansız hava araçları tarafından derlenen video görüntülerini tarayan veri eleme yazılımı gibi şeylere katkıda bulunduğunda ahlaki tehlike yaşarlar: “Ben buna kültürel bir bölünme demezdim. Ben buna sınıf savaşının, ironik hale getirecek kadar gerçek bir mekanda tezahürü derdim.”
***
Güç ideolojisi ve “Nietzsche’ci yıkım projesi” uzlaşmanın zeminini oluşturuyor. Somut çıktıları ise Batı medeniyetini korumak, Amerika’nın küresel hegemonyasını garanti altına almak ve Çin’e karşı bir haçlı seferini örgütlemek.
Yine González yazıyor. Biraz uzun ama alıntalamaya değer:
“[Bu üstyapı] birkaç unsurdan oluşuyor: yapay zekanın etkinliği hakkında görkemli iddialarda bulunan bir yapay zeka yutturmaca makinesi; Çin’in askeri ve teknolojik yeteneklerinin abartılması; Amerika’nın tek başına dünyanın demokratik toplumlarını koruma yeteneğine (ve görevine) sahip olduğu fikri; ve ABD hakimiyetini korumanın en iyi yolunun, şirketlerin ihtiyaçlarına öncelik veren büyük ölçüde düzenlenmemiş bir serbest piyasadan geçtiğine dair sarsılmaz bir inanç. Askeri yapay zekaya olan talebin artmasında rol oynayan bu bakış açıları, teknoloji yöneticileri, risk sermayedarları, düşünce kuruluşu analistleri, akademik araştırmacılar, gazeteciler ve Pentagon liderlerinden oluşan birbirine bağlı bir şebeke tarafından yayılıyor. Birkaç yıl içinde bu grup, medya ortamını korkutucu bir senaryo ile doyurdu: Amerika’nın, ‘Yapay Zeka silahlanma yarışında’ Çin’i geride bırakamazsa küresel jeopolitik ve iktisadi üstünlük için destansı bir mücadeleyi kaybetmenin eşiğinde olduğunu iddia ediyorlar. Bu cazip fikir Soğuk Savaş anlatılarını anımsatıyor ve ABD’nin teknoloji sektöründeki askeri harcamalarını meşrulaştırmaya ve hızlandırmaya hizmet ediyor.”
Anderson’ın “işleyen bir iktisadi sistem” ve onun üst yapısına ilişkin tespitini hatırlatalım. Amerikan askeri harcamaları, yapay zeka yatırımları ve vampir risk sermayesi(**) ile desteklenen bir “serbest piyasa” mekanizması bu; sosyal Darwinizm per se de diyebiliriz.
(*) Elbette, Keynesçiliğin tarihte yalnızca askeri yoldan, yani 2. Dünya Savaşı ile, mümkün hale geldiği de iddia edilebilir.
(**) González araştırmasına şu noktaya dikkat çekiyor: “Doğaları gereği, VC [risk sermayesi] firmaları bir ürünü hızlı bir şekilde pazara sunarak ve ardından girişimi satıp veya halka açıp ‘nakde çevirerek’ yatırımdan hızlı geri dönüşler elde etmeye çalışırlar. Bu da VC tarafından finanse edilen savunma teknolojisi şirketlerinin hızlı bir şekilde prototip üretme ve ardından yeterli testler yapılmadan üretime geçme baskısı altında oldukları anlamına geliyor. VC firmaları ‘Pentagon yetkililerine yeni savaş yöntemleri satmakla’, bu yaklaşım stratejik bir çerçeveye uyduğu için değil, kendi iş modelleriyle uyumlu olduğu için ilgilenmektedir.”
Amerika
Trump, istihbarat şefi Gabbard’ı dinlemedi: Ne dediğinin bir önemi yok

ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın nükleer kapasitesinin ne kadar gelişmiş olduğu konusunda kendi ulusal istihbarat direktörü Tulsi Gabbard’a karşı çıktı ve İran’ın nükleer silah elde etmenin eşiğinde olduğunu ileri sürdü.
Bugün (17 Haziran) erken saatlerde Washington’a giderken Air Force One’da gazetecilerle konuşan başkan, İran’ın nükleer silah üretmeye “çok yakın” olduğunu ısrarla vurguladı.
CNN’den Kaitlan Collins, Trump’a bu konuyu sordu ve ona Gabbard’ın bu yılın başlarında İran’ın nükleer silah üretmeye çalışmadığını söylediğini hatırlattı.
Collins, “Her zaman İran’ın nükleer silaha sahip olmaması gerektiğini söylediğinizi biliyoruz. Peki, kişisel olarak İran’ın nükleer silaha sahip olmaya ne kadar yakın olduğunu düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Trump “Çok yakın,” diye cevap verince, Collins, Tulsi Gabbard’ın mart ayında istihbarat teşkilatının İran’ın nükleer silah üretmediğini söylediğini ifade etti.
Trump ise, ”Onun ne dediği umurumda değil. Bence çok yakınlar,” diye konuştu.
26 Mart’ta Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesinde yaptığı açılış konuşmasında Gabbard, istihbarat topluluğunun İran’ın nükleer silah üretmediği yönündeki değerlendirmesini aktarmıştı.
Gabbard, “İstihbarat topluluğu, İran’ın nükleer silah üretmediğini ve Yüksek Lider Humeyni’nin 2003’te askıya aldığı nükleer silah programını onaylamadığını değerlendirmeye devam ediyor. Tahran’ın nükleer silah programını yeniden onaylamaya karar verip vermediğini yakından izlemeye devam ediyoruz,” demişti.
ABD Başkanı ayrıca, İran’da ateşkes istemediğini, bunun yerine İran nükleer meselesinin “gerçek bir son” bulmasını istediğini söyledi.
CBS’in aktardığına göre Trump, “Ateşkes arıyorum demedim,” dedi. Trump, “gerçek son”un nükleer silahlardan “tamamen vazgeçmek” anlamına geldiğini ekledi.
ABD’nin Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff veya Başkan Yardımcısı JD Vance’i İran’la görüşmeye gönderme olasılığı konusunda ise, “Olabilir. Döndüğümde ne olacağına bağlı,” cevabını verdi.
Başkan, İran’a ABD askerlerine zarar vermemesi konusunda uyarıda bulunarak, “halkımıza herhangi bir şey yaparlarsa çok sert bir şekilde karşılık vereceğini” söyledi.
Trump, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını sürdüreceğini söyledi ve “Önümüzdeki iki gün içinde göreceksiniz. Göreceksiniz. Şimdiye kadar kimse yavaşlamadı,” dedi.
Trump, İran’ın nükleer programının, ABD’nin olası müdahalesinden “çok önce ortadan kaldırılmasını” umduğunu söyledi.
Amerika
‘MAGA’ iç savaşında yeni cephe: İran

Donald Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” (MAGA) koalisyonu içerisindeki çatlaklar gitgide görünür hale gelirken, yeni anlaşmazlık konusu İran’a yönelik saldırılar.
ABD’nin İran’a karşı İsrail’in yanında çatışmaya müdahil olma ihtimali konusunda bir tartışma yaşanırken, eski Fox News sunucusu Tucker Carlson ve eski Beyaz Saray baş stratejisti Steve Bannon, MAGA’nın ABD’nin çatışmaya müdahil olmasına karşı direnişin yüzü olarak sahneye çıktı.
Carlson ve Bannon, uzun süredir ABD’nin yabancı ülkelere, özellikle de Orta Doğu’daki çatışmalara müdahil olmasını karşı çıkıyor. Bu görüşleri, Fox News sunucuları Sean Hannity ve Mark Levin gibi isimlerle aralarında anlaşmazlığa neden oldu.
Levin ve Hannity, MAGA içindeki ‘şahinler’ olarak öne çıktı
Bu isimler, İsrail’in geçen hafta İran’a bir dizi saldırı düzenlemesinin ardından zafer nidaları attı.
Levin, İsrail’in saldırılarını açıklamasının ardından Fox News’un aynı adlı programı “Hannity”de zafer turu attı ve sunucu Sean Hannity’ye, “İranlılar dayak yemek üzere ve bu Jimmy Carter’dan beri geliyor. Onlar bunun Joe Biden’ın yönetimi olduğunu, paçayı kurtaracaklarını, nükleer silahlar elde edeceklerini ve dünyanın da oturup ne yapacağını bilemeyeceğini düşünüyorlar” dedi.
Levin, İsrail’in “oturup bunu kabul etmeyeceğini” de sözlerine ekledi. Levin, İran ile diplomatik ilişkilerin kurulmasına karşı aylardır kampanya yürütüyor ve Trump’ın çevresinde askeri harekatın önde gelen savunucusu olarak konumlanıyor.
Carlson’dan Levin ve Hannity’ye: Savaş çığırtkanları
Carlson ve Bannon, ABD’nin İran çatışmasına müdahil olmaması konusunda uyarıda bulundu. Bannon geçen hafta İsrail’in ABD’nin Tahran’a karşı “saldırıya geçmesini” istediğini söylerken, Carlson ise Levin ve Hannity’yi “savaş çığırtkanı” olarak nitelendirdi.
Carlson pazartesi günü Bannon ile yaptığı mülakatta fikirlerini tekrarlayarak, “Mesele şu ki, ‘Hey, benim doğduğum, ailemin yüzlerce yıldır yaşadığı ülkeme odaklanalım, bu son seçimlerde verdiğimiz sözdü, lütfen bunu yapın’ demek nefretse, o zaman gerçekten perspektifini kaybetmişsin demektir, sanırım söyleyeceğim budur,” dedi.
Eski Fox News sunucusu, Trump yönetiminin odaklanmasını tercih ettiği ABD’deki bir dizi iç politika sorununa dikkat çekti. Bunlar arasında göç ve fentanil krizi de yer alıyor.
Carlson, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya atıfta bulunarak, “Sanki, ülkesinde çoğunluğun desteğine sahip olmayan bir ülke lideri… ABD’yi de içeren bir eylem planı istiyor ve ben buna katılmıyorum diye tüm bunlar görmezden geliniyor. Her neyse, bence bu olacak. Benim ne düşündüğüm kimin umurunda,” diye konuştu.
Bannon, “Sence biz de saldırı operasyonuna katılacak mıyız?” diye sorunca Carlson, “Evet, katılıyoruz,” cevabını verdi.
Bannon ise bunun üzerine “Peki, bunu durdurmalıyız, durduramayız, durdurmalıyız,” dedi.
‘Eski karının nafaka ödemeleri için bağırmasını dinlemek gibi’
Pazartesi günkü röportaj, Trump’ın Kanada’da düzenlenen G7 zirvesindeyken gerçekleşti. Trump, zirve sırasında bir gazetecinin ABD’nin İsrail-İran çatışmasına müdahil olması için neyin gerekli olduğu sorusunu yanıtlamaktan kaçındı.
Trump, Kanada Başbakanı Mark Carney ile birlikteyken yaptığı açıklamada, “Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum,” dedi.
Bu açıklaması, ABC’ye ABD’nin müdahil olmasının ‘mümkün’ olduğunu söylediği günün ertesinde geldi.
Carlson ise pazartesi günü Levin’e doğrudan saldırdı ve “Mark Levin televizyona çıktığında, eski karının nafaka ödemeleri için bağırmasını dinlemek gibi. Hiç çekici değil. Bu yüzden onu televizyona çıkarmıyorlar. Sonra Sean [Hannity] ısrar etti ve ona kimsenin izlemediği bir hafta sonu programı verdiler,” dedi.
Hannity ve Levin, özellikle geçen hafta Hannity’nin programında İsrail’in saldırılarını kutladıktan sonra, son günlerde Carlson’un başlıca hedefleri haline geldi.
Carlson, saldırıdan önceki günlerde, Mark Levin Show’un sunucusunun Steve Witkoff’u Trump’ın Orta Doğu elçisi olarak “beşinci kol izolasyoncu” olarak nitelendirip, onun İran ile nükleer anlaşma müzakerelerini alaycı bir şekilde ele almasının ardından Levin’i sert bir şekilde eleştirmişti.
Fox News’e ‘propaganda hortumunu açma’ suçlaması
Carlson Pazartesi günü eski işvereni Fox News’i, izleyicilerine belirli bir anlatıyı aşılamak için “propaganda hortumunu açmakla” suçladı.
Bannon’a verdiği demeçte, “Yaptıkları şey her zaman yaptıkları şey, yani propaganda hortumunu sonuna kadar açıp, yaşlı Fox izleyicilerini ayaklarından yere sarmak ve onları istediğiniz yere boyun eğdirmek,” dedi.
Pazartesi günkü röportaj, her iki MAGA figürünün de ABD’nin İsrail’in İran ile savaşına çekilmesine ilişkin net bir çizgi çizmesinin ardından geldi.
Bannon, geçen hafta podcast’inde İsrail’e atıfta bulunarak, “Eğer tek başına gideceksen, anlaşmanı hallet ya da halletme. Bize ihtiyacın yok. Tek başına gitmeye karar ver,” demişti.
Carlson, ABD’nin çatışmaya girme önerilerine de sert tepki gösterdi ve geçen hafta X’te, “Gerçek ayrım, İsrail’i destekleyenler ile İran’ı veya Filistinlileri destekleyenler arasında değil. Gerçek ayrım, şiddeti kayıtsızca teşvik edenler ile bunu önlemeye çalışanlar, savaş çığırtkanları ile barış elçileri arasında,” diye yazmıştı.
Carlson, “Savaş çığırtkanları kimler? Bugün Donald Trump’ı arayıp İran’la savaşta hava saldırıları ve diğer doğrudan ABD askeri müdahalesi talep eden herkes savaş çığırtkanıdır,” diyerek isim vermeden Netanyahu’ya çattı.
Pazartesi günü Carlson, Bannon’a İran-İsrail çatışmasının birçok başka ülkeyi de içine çekecek “tam ölçekli bir savaşa” dönüşeceğini düşündüğünü söyledi ve ABD’nin bu savaşa çekilmesinin “çok kolay” olacağını ekledi.
Carlson, “O bölgede çok fazla varlığımız var, o bölgenin enerjisine çok bağımlıyız… ters gidebilecek çok şey var,” dedi.
Trump, Carlson’a sert çıktı
Trump ise, daha önce görülmemiş bir şekilde, eski Fox News sunucusu ve medyadaki en güvenilir müttefiklerinden biri olan yorumcu Tucker Carlson’a, İran’a yönelik tutumunu eleştirdiği için sert çıktı.
Trump, pazartesi akşamı Truth Social sosyal medya ağında, “Lütfen biri çılgın Tucker Carlson’a İran’ın ASLA NÜKLEER SİLAH SAHİBİ OLAMAYACAĞINI açıklasın,” diye yazdı.
Pazartesi günü Orta Doğu’daki kriz nedeniyle erken ayrıldığı G7 zirvesinde İngiliz başbakanıyla yaptığı görüşmede ise, “Tucker Carlson’ın ne dediğini bilmiyorum. Bırakın bir televizyon kanalı bulsun ve insanlar dinlesin,” dedi.
Carlson geçen hafta Trump’ın İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü topyekûn savaşta “suç ortağı” olduğunu söylemiş ve Trump’ı “ABD’nin savaşa doğrudan müdahalesini” teşvik eden “savaş çığırtkanları”nı eleştirmişti.
Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn: İsrail’in zaferi ABD’nin küresel hakimiyetini güçlendirecek
Öte yandan ilk Trump yönetiminde kısa süreliğine Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan emekli korgeneral Michael Flynn, Bannon’ın podcast’i “War Room”a katılarak İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını desteklemek gerektiğini savundu.
Flynn, İsrail’in “İran meselesini bitirmesine” izin vermek gerektiğini, böylece ABD’nin “tüm dikkatini ÇKP’ye verebileceğini” ileri sürdü.
Flynn, “İsrail’in zaferi veya zafer algısı, İsrail’in bölgedeki hakimiyetini pekiştirecek ve ABD’nin küresel hakimiyetini güçlendirecek,” diye konuştu.
İsrail’in kendi savaşını verirken “psikopat bir rejime” karşı “Batı medeniyetini” koruduğunu öne süren Flynn, İsrail’in zafer kazanması halinde İbrahim Anlaşmaları’nın kapsamının da genişleyeceğini söyledi.
Flynn, “Mesele Çin, Çin, Çin. İzleyicileriniz bunu anlamalı,” derken, İran ile “pozitif” bir ilişki kurabilen bir ABD’nin Çin’e karşı avantaj elde edeceğini, bu durumun Çin’i zayıflatacağını öne sürdü.
‘Yeni İran rejimini’ Hint Yarımadasına doğru ittirmek
Flynn, bölgeyi istikrara kavuşturmak için, bölgedeki en “istikrarsızlaştırıcı” unsur olarak nitelendirdiği İran yönetimine karşı İsrail’in zafer kazanmasını desteklemek gerektiğini savundu.
Hamas, Hizbullah ve Ensarullah gibi örgütlere atıf yapan Flynn, İran’ın Irak ve Kürdistan’ı kontrol ettiğini öne sürdü.
Bölgedeki Arap uluslaranın İsrail operasyonunu dikkatle takip ettiğini, bu ülkelerin ordularının böyle operasyonlar düzenleyemeyeceğini ileri süren Flynn, bunun da ABD açısından önemli olduğunu söyledi.
Batıya ve ABD’ye daha yakın bir İran’ın, Hindistan’a daha yakın bir İran anlamına da geleceğini belirten eski danışman, bu nedenle bölgeye “Hint-Pasifik havzası” adını verdiklerini vurguladı.
“Hint-Pasifik havzası bu yüzyılın belirleyici unsurudur,” diyen Flynn, Çin ile yüzleşmedikleri takdirde, “kurdun evin içinde olacağını” söyledi.
Amerika
Pentagon’un UFO sırrı: Komplo teorilerini ordu kendi uydurmuş

Pentagon bünyesinde kurulan ve UFO iddialarını araştıran özel bir birim, ABD’nin uzaylı teknolojilerini ele geçirdiğine dair komplo teorilerini incelerken şaşırtıcı bir sonuca ulaştı. Araştırmacılar, en az bir komplo teorisinin bizzat Pentagon tarafından, gizli askeri projeleri yabancı istihbarattan korumak amacıyla kasıtlı olarak uydurulduğunu tespit etti.
Pentagon bünyesinde kurulan ve “Tüm Alanlardaki Anomali Çözüm Ofisi (AARO)” olarak bilinen küçük bir departman, ABD’nin düşürülen UFO’ları incelediği veya uzaylılarla temas kurduğu yönündeki komplo teorilerini aylarca araştırdıktan sonra beklenmedik bir şekilde yine kendisine ulaştı.
Ofisin yaptığı araştırma, bu teorilerden en az birinin resmi olarak bizzat Pentagon tarafından uydurulduğunu ortaya çıkardı.
’51. Bölge’ efsanesi casusları yanıltmak için yaratıldı
1980’li yıllarda bir ABD Hava Kuvvetleri albayı, Nevada çölündeki çok gizli askeri tesis “51. Bölge” yakınlarındaki bir barın sahibiyle sohbete başladı.
Asker, pervasızca UFO’lar hakkında konuşarak bar sahibine uçan dairelere ait fotoğraflar bile verdi. Bar sahibi de bu fotoğrafları barının duvarlarına asarak, Amerikan ordusunun bir uzaylı gemisini düşürdüğü ve şimdi de uzaylı teknolojilerini test ettiği efsanesini başlattı.
AARO’nun araştırması, “geveze” albayın bara kasıtlı olarak gönderildiğini ve kendisine sahte uçan daire fotoğrafları verildiğini ortaya çıkardı.
Asıl amaç, o dönem için yeni bir teknoloji olan “stealth” (hayalet) teknolojisine sahip uçakların gizli üste yapılan testlerini örtbas etmekti.
Gerçekten de F-117 hayalet avcı uçağının tasarımı, dünya dışı bir görünüme sahipti. Bu durum, orduya yabancı istihbaratı yanıltmak için bir fikir verdi.
Plana göre, eğer yerel halktan biri sıradışı bir uçak görür ve bu konuda konuşmaya başlarsa, bu durum yabancı istihbarat servislerinin dikkatini çekebilirdi. Ancak casuslar, “bardaki fotoğraftakine benzer” bir UFO gördüğünü söyleyen kişilerin anlattıklarını ciddiye almayacaktı.
Nükleer füzeleri uzaylılar değil, gizli bir deney durdurdu
AARO, bir zamanlar UFO araştırmacıları arasında büyük yankı uyandıran bir başka gizemi daha çözdü. 1967’de Montana’da Hava Kuvvetleri Yüzbaşısı Robert Salas, on adet nükleer füzeyi kontrol eden bir sığınakta nöbet tutuyordu.
Görevi, SSCB’nin olası bir nükleer savaşı başlatması durumunda misilleme emri vermekti. Akşam saat sekiz sularında güvenlik noktasından bir telefon aldı: Kapıların üzerinde gizemli, kırmızımsı-turuncu parlayan oval bir cisim belirmişti. Bu aramadan kısa bir süre sonra füzelerin kontrolü geçici olarak devre dışı kaldı.
Üstleri, olay hakkında sessiz kalmasını emretti. 1990’larda olayın tanıkları emekli olunca konuşmaya başladı ve Yüzbaşı Salas, nükleer savaşı önlemek için uzaylıların füzelere müdahale ettiğine inanmaya başladı.
Ancak AARO, Pentagon arşivlerinde bu anomaliye dair tamamen dünyevi bir açıklama buldu. Bilim insanları, Sovyet füzelerinin ABD’ye ulaşması halinde ortaya çıkacak bir elektromanyetik darbenin (EMP), Amerikan füzelerinin kontrol sistemini devre dışı bırakmasından ve misilleme saldırısını imkansız hale getirmesinden endişe ediyordu.
Ekipmanın ne kadar güvenli olduğunu test etmek için bir deney yapıldı. Montana’daki üsse, nükleer bir patlama olmadan elektromanyetik darbe üreten özel bir jeneratör kuruldu. Bu jeneratör, enerji toplarken parlamaya başlıyor ve ardından darbeyi serbest bırakıyordu.
Deney, bilim insanlarının endişelerini doğruladı. Ancak bu bilginin herhangi bir şekilde sızması, SSCB’nin ilk saldırısıyla Amerika’nın nükleer cephaneliğinin devre dışı kalacağını ve bir karşı saldırının olmayacağını öğrenmesine olanak tanıyacaktı. Bu nedenle, konuyu bilenlerin sayısını sınırlı tutmak için Yüzbaşı Salas ve diğer tanıkların deney hakkında bilgilendirilmemesine karar verildi.
Hava kuvvetleri içinde yıllarca süren ‘uzaylı’ şakası
AARO tarafından incelenen bir başka vakada ise Amerikan askerlerinin kendi meslektaşlarına on yıllardır nasıl şakalar yaptığı ortaya çıktı.
AARO, oryantasyon brifingleri sırasında subayların kendilerine “yerçekimi karşıtı manevra aracı” yazılı, uçan daireye benzer bir şeyin fotoğrafını gösterdiği Hava Kuvvetleri personeline ulaştı.
Subaylar, ciddi bir yüz ifadesiyle, “Mesele şu ki, ABD’de ‘Yankee Blue’ adında bir UFO tersine mühendislik programı var. Ama idam tehdidi altında bu konuyu asla kimseye anlatmamalısınız,” diyorlardı.
Ardından, şaşkın havacıya gizlilik sözleşmesi imzalatarak, ihlali halinde en ağır ceza olan idamla cezalandırılacağı uyarısında bulunuyorlardı. Tüm bunların subayların kişisel bir girişimi olduğu ve kimsenin bir daha “Yankee Blue” hakkında bir şey duymadığı anlaşıldı.
2023 baharında ABD Savunma Bakanlığı, bu tür şakaların durdurulmasını talep eden bir genelge yayımladı. Fakat bunların sadece bir şaka mı, yoksa bir zamanların gizli askeri projelerini örtbas etmeye yönelik başka bir plan mı olduğu tam olarak anlaşılamadı.
-
Asya1 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Dünya Basını1 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Görüş1 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Dünya Basını1 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3
-
Amerika1 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta
-
Dünya Basını2 hafta önce
İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri
-
Görüş2 hafta önce
Çekya’da komünizme hapis cezası: Yeni düzenlemede neler var?