Bizi Takip Edin

Diplomasi

Putin, ŞİÖ zirvesinde Erdoğan ile görüşecek

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak ve aralarında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran’ın geçici Cumhurbaşkanı Muhammed Muhbir’in de bulunduğu bir dizi ikili görüşme yapmak üzere 3 Temmuz gecesi Kazakistan’a vardı.

Putin’in uçağı yerel saatle 5.00’te (Moskova saatiyle 3.00) Nursultan Nazarbayev Uluslararası Havalimanına indi.

İlk gün ikili görüşmeler yapılması planlanıyor. İkinci gün ise Putin, ŞİÖ üyelerinin devlet başkanları zirvesine katılacak.

ŞİÖ’ye şu anda Kazakistan ve 2024’ün ikinci yarısından itibaren de Çin başkanlık ediyor.

TASS‘ın haberine göre Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov, basın mensuplarına yaptığı açıklamada Putin’in 3 Temmuz için altı ikili görüşme planladığını söyledi.

Putin ile Erdoğan, en son 4 Eylül 2023 tarihinde Soçi’de yüz yüze görüşmüşlerdi. Daha sonra altı kez telefon görüşmesi yapan liderler, en son 25 Haziran’da telefonla görüşmüş ve Erdoğan Dağıstan’daki terör saldırısı nedeniyle Putin’e taziyelerini iletmişti.

Rusya Devlet Başkanı’nın Türkiye’ye yapması beklenen ziyaret gerçekleşmedi. Uşakov, Türkiye ziyareti konusunun Astana’da yapılacak yüz yüze görüşmede ele alınabileceğini söyledi.

Uşakov, “Hassas konular da dahil olmak üzere tüm önemli konuların görüşüleceğini düşünüyorum,” dedi.

Vladimir Putin Astana’da Xi Jinping ile de bir araya gelecek. Bu, 2024 yılında devlet başkanlarının ikinci görüşmesi olacak. Vladimir Putin, mart ayında yapılan seçimlerde yeniden devlet başkanı seçilmesinden bu yana ilk uluslararası gezisini mayıs ayında Çin’e gerçekleştirmişti.

Putin, Erdoğan ve Xi’nin yanı sıra Moğolistan Cumhurbaşkanı Ukhnaagiin Khürelsükh, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev ile de görüşecek.

Tüm ikili görüşmeler 3 Temmuz’da yapılacak. Muhbir ile 4 Temmuz’da bir görüşme daha yapılması planlanıyor.

Uşakov, Astana’da başka ikili temasların da ihtimal dışı olmadığını dile getirdi. Astana’da Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko ile ayrı bir ikili görüşme planlanmıyor.

Ertesi gün, 4 Temmuz’da Putin, 24 belgenin imzalanmasıyla sonuçlanması planlanan ŞİÖ üye ülkelerinin devlet başkanları zirvesine katılacak.

Özellikle Astana Deklarasyonu, ‘adil barış ve uyum için dünya birliği’ girişimi ve diğer belgeler imzalanacak. Ayrıca ŞİÖ faaliyetlerinin ‘mevcut gerçekler’ doğrultusunda modernize edilmesine ilişkin önerilerin de onaylanması planlanıyor.

Uşakov’a göre bu teklifler güvenlik mekanizmasının reformu, diyalog ortakları ve gözlemci ülkelerle daha yakın etkileşim için algoritmalarla ilgili olacak.

Zirvenin ardından ilk kez ŞİÖ+ formatında bir toplantı düzenlenecek ve ŞİÖ üyesi ülkelerin devlet başkanlarına Azerbaycan, Katar, Moğolistan, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Türkmenistan liderleri de katılacak.

ŞİÖ şu anda Çin, Hindistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Pakistan, Rusya, Tacikistan ve Özbekistan olmak üzere dokuz ülkeyi bir araya getiriyor.

ŞİÖ’nün kuruluşuna ilişkin deklarasyon 2001 yılında imzalanmış ve altı ülke örgüte katılmıştı (Hindistan, Pakistan ve İran daha sonra katılmıştı).

Astana’daki mevcut ŞİÖ zirvesinde Belarus örgütün tam üyesi olacak. Buna ek olarak, ŞİÖ’nün ‘diyalog ortakları’ var: Ermenistan, Azerbaycan, Bahreyn, Kamboçya, Mısır, Katar, Kuveyt, Maldivler, Myanmar, Nepal, BAE, Suudi Arabistan, Sri Lanka, Türkiye ve Katar.

İki ülke daha gözlemci statüsünde (mevcut zirveden önce de bu statüde olan Belarus sayılmazsa): Afganistan ve Moğolistan.

Diplomasi

ABD’li profesör Jeffrey Sachs: Dünya savaşının eşiğindeyiz

Yayınlanma

ABD’li ekonomist Jeffrey Sachs, bir dünya savaşının eşiğinde olunduğu uyarısında bulunarak, ABD dış politikasının CIA ve Mossad tarafından yönetildiğini belirtti. Gazeteci Seymour Hersh ise ABD’nin hafta sonu İran’a yönelik büyük bir bombalı saldırı ve rejim değişikliği planladığını ifade etti.

ABD’li ekonomist ve üst düzey diplomat Jeffrey Sachs, dünyanın bir dünya savaşının eşiğine geldiği konusunda net bir uyarıda bulundu.

Berliner Zeitung‘a mülakat veren Sachs, Almanya’yı hamasi nutuklar atmak yerine diplomatik girişimlerde bulunmaya çağırdı.

‘ABD dış politikasını CIA ve Mossad belirliyor’

ABD dış politikasını kimin belirlediği sorusuna yanıt veren Sachs, “Orta Doğu’daki ve genellikle ötesindeki ABD dış politikasını, tipik olarak CIA ve Mossad’ın yakın işbirliği tarafından belirlenir. Bu muhtemelen bugün de böyledir,” dedi.

Donald Trump’ın son dönemdeki tutumunu da değerlendiren Sachs, “Bu durum kısmen Trump’ın tarzından kaynaklanıyor. Ancak son zamanlarda Netanyahu’ya yönelmesi ve kendi tabanına karşı çıkması, ABD’nin derin devletini, yani CIA ve diğer istihbarat servisleri ile Mossad’ı yansıtıyor,” değerlendirmesinde bulundu.

‘Mossad bir cinayet makinesidir’

ABD’nin “İstediğimizi yapın, yoksa sizi öldürürüz” şeklindeki yaklaşımına tepki gösteren Sachs, bunun İsrail’in ve Mossad’ın yöntemi olduğunu belirtti.

Sachs, “Mossad bir cinayet makinesidir. Bu, İsrail’in yaklaşımıdır. Netanyahu’nun yaklaşımı otuz yıldır Filistin davasını destekleyen her devlete karşı savaş açmaktır,” ifadelerini kullandı.

Sachs, Irak, Lübnan, Suriye, Afganistan, Libya, Somali, Sudan, Filistin ve şimdi de İran’daki savaşların Mossad, CIA, Netanyahu ve ABD’li neocon politikacıların birleşimiyle bağlantılı olduğunu söyledi.

Bu durumun bir dünya savaşına yol açabileceği uyarısında bulunan Sachs, “Bazı çılgınlar kesinlikle denedi. Çoğunlukla bu bir dünya savaşına yol açtı. Bir dünya savaşının eşiğindeyiz,” diye konuştu.

ABD’nin dış ve askeri politikalar söz konusu olduğunda zaten bir “askeri ve güvenlik devleti” olduğunu savunan Sachs, “Dış ve askeri politika gizlilik içinde yürütülüyor; diplomasi mevcut değil ve kamuoyunun bir önemi yok. Rejim değişikliği, on yıllardır ABD’nin temel stratejisi ve taktiğidir,” diye ekledi.

‘Almanya, ABD’nin pervasızlığını örtbas ediyor’

Sachs, Alman politikacıların ABD’nin “pervasızlığını” örtbas etmek için “saçmaladığını” söyledi ve Şansölye Merz’in Alman halkına açıklaması gerektiğini belirttiği dokuz gerçeği sıraladı:

“Birincisi, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’ndan (nükleer anlaşma) İran değil, ABD çekildi. İkincisi, ABD ve Almanya, Almanya’nın yeniden birleşmesi karşılığında Sovyet ve Rus liderliğine NATO’nun genişlemeyeceğine söz verdi, sonra kasıtlı olarak sözlerini bozdular. Üçüncüsü, Almanya, 2008 Bükreş Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya davet etmenin pervasızca olduğunu bilmesine rağmen ABD’nin talebine sessizce boyun eğdi. Dördüncüsü, ABD, Şubat 2014’te Başkan Viktor Yanukoviç’i devirmek için komplo kurarak Ukrayna savaşını tetikledi. Beşincisi, ABD, Minsk II anlaşmasını görmezden gelmesini istediğinde Almanya sorumluluğundan vazgeçti. Altıncısı, ABD, Kuzey Akım boru hattını havaya uçurdu. Yedincisi, ABD, Nisan 2022’de Rusya ile Ukrayna arasında neredeyse tamamlanmış bir barış anlaşmasını bozdu. Sekizincisi, İsrail ve ABD, Gazze’de resmen bir soykırım işliyor. Dokuzuncusu, İsrail ve ABD, Almanya’nın ‘kirli işini’ yapmıyor, aksine dünyayı bir nükleer savaşa yaklaştırıyor.”

‘Almanya dürüst olmalı’

Almanya’nın seçeneklerine de değinen Sachs, ülkenin dürüst olması gerektiğini vurguladı. Sachs, “Dürüstlük, Şansölye Merz’in telefonu eline alıp Devlet Başkanı Putin’i araması ve Avrupa’da gerçek, dürüst ve karşılıklı saygıya dayalı bir güvenlik anlaşması hakkında konuşması anlamına gelir. Bu, NATO genişlemesinin sona ermesini, Ukrayna’daki NATO birliklerinin ve operasyonlarının durdurulmasını ve nükleer silahların kontrolü çerçevesine geri dönülmesini içerir,” değerlendirmesini yaptı.

‘Diplomasi her zaman mümkündür’

Tüm bu karamsar tabloya rağmen diplomasinin önemine dikkat çeken Sachs, mevcut karanlık zamanlarda bile diplomasinin her zaman mümkün olduğunu belirterek, sözlerini Başkan John F. Kennedy’nin 10 Haziran 1963’teki barış konuşmasından bir alıntıyla tamamladı:

“Barışa yönelik tutumumuzu gözden geçirelim. Birçoğumuz bunun imkansız olduğunu düşünüyor. Ama bu tehlikeli, yenilgici bir inançtır. Savaşın kaçınılmaz olduğu sonucuna götürür. Bu görüşü kabul etmek zorunda değiliz. Sorunlarımız insan yapımıdır, dolayısıyla insanlar tarafından çözülebilirler. İnsan aklı ve ruhu, çoğu zaman çözülemez gibi görüneni çözmüştür ve biz bunu tekrar yapabileceklerine inanıyoruz.”

Okumaya Devam Et

Diplomasi

İsrail’in Pekin Büyükelçisi: Çin’le ilişkilerimiz çok önemli

Yayınlanma

İsrail, İran’a yönelik son saldırılarını defalarca kınamasına rağmen Çin ile “görüşmeleri sürdürmek” istediğini açıkladı. İsrail’in Pekin Büyükelçisi, “Çin’le ilişkilerimiz çok önemli” dedi.

İsrail’in Pekin Büyükelçisi Eli Belotserkovsky, çarşamba günü South China Morning Post’a verdiği röportajda, Çin’in arabulucu rolünü üstlenme olasılığını dışlamadı, ancak ülkesinin şu aşamada askeri operasyona odaklandığını söyledi.

Pekin’in tutumu sorulan Belotserkovsky, İsrail’in Çin ile ilişkilerinin “çok önemli” olduğunu ve iki tarafın açık iletişim kanalları olduğunu söyledi. “Devam eden sürecin bir parçası olarak Çin ile görüşmelerimizi sürdüreceğiz” dedi.

Belotserkovsky, Pekin’in İsrail’e arabuluculuk yapma olasılığını gündeme getirip getirmediğini veya bu öneriyi değerlendirip değerlendirmeyeceğini açıkça belirtmedi.

“Şu aşamada askeri harekata odaklanıyoruz. Şu anda ana endişemiz bu ve olayların nasıl gelişeceğini görmek gerekiyor” dedi.

Geçen hafta, başta Devlet Başkanı Xi Jinping olmak üzere üst düzey Çinli yetkililer İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine, askeri ve sivil hedeflere yönelik saldırılarını eleştirdi ve kınadı. İran’ın misillemeleri sonrası devam eden eden açıklamalarda Pekin taraflara gerginliği azaltma çağrısı yaptı ve arabuluculuk teklifinde bulundu.

Washington merkezli bir İranlı insan hakları grubu, İran’da 263’ü sivil olmak üzere en az 639 kişinin öldüğünü ve 1.300’den fazla kişinin yaralandığını söyledi. İsrail, kendi tarafında en az 24 kişinin öldüğünü ve yüzlerce kişinin yaralandığını doğruladı.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada, saldırıların Orta Doğu’daki gerilimi tırmandırdığını ve Çin’in diğer ülkelerin egemenliğini, güvenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal eden eylemlere karşı olduğunu söyledi.

Ancak Pekin’in “Orta Doğu’da barış ve istikrarın yeniden tesisinde yapıcı bir rol oynamak için tüm taraflarla işbirliği yapmaya hazır” olduğunu da ekledi.

Çin’in en üst düzey diplomatı Wang Yi daha sert sözler kullandı. Cumartesi günü İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi ile yaptığı telefon görüşmesinde Wang, Pekin’in “İranlı yetkilileri hedef alan ve sivil kayıplara neden olan pervasız saldırıları kesin bir şekilde kınadığını” ve Tahran’ın ulusal egemenliğini korumasına ve meşru hak ve çıkarlarını savunmasına destek verdiğini söyledi.

Wang aynı gün İsrailli mevkidaşı Gideon Sa’ar ile de görüştü ve “güçle kalıcı barış sağlanamayacağını” belirterek, İsrail’in İran ile olan anlaşmazlıklarını diyalog yoluyla çözmesi çağrısında bulundu.

Mısır’ın öncülüğünde pazartesi günü yayınlanan ortak açıklamada, 21 Arap ve Müslüman ülke de İsrail’in hava saldırılarını kınadı ve bölgede gerginliğin azaltılması çağrısında bulundu.

Çarşamba günü İsrail’in Çin büyükelçiliğinde düzenlenen ayrı bir basın toplantısında, ismini vermek istemeyen bir yetkili, İran’ın barışçıl nükleer program hakkını destekleyen Çin açıklamalarını reddetti.

Geçen hafta Çin’in Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Fu Cong, Pekin’in barışçıl nükleer tesislere yönelik silahlı saldırılara karşı olduğunu ve “İran’ın nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanma hakkının tam olarak saygı görmesi gerektiğini” söyledi.

Ancak İsrailli yetkili, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın İran’ın güvenlik önlemlerine uymadığına dair bulgularını gerekçe göstererek, İran’ın nükleer programının barışçıl olduğu iddiasının “açıkça doğru olmadığını” savundu.

Belotserkovsky ise, çatışmanın “İsrail ile İran halkı arasında bir çatışma olmadığını” ve “İran halkına karşı hiçbir şeyimiz olmadığını” iddia etti.

İsrail’in farklı ülkelerden büyük destek gördüğünü öne süren Belotserkovsky, “genel olarak dünyanın tutumu çok destekleyici ve olumlu çünkü insanlar İran’ın terörün kaynağı olduğunu ve durdurulması gerektiğini anlıyor” ifadelerini kullandı.

Daha önce İsrail’in Güney Afrika büyükelçisi olan ve bu ayın başlarında Pekin’e gelen Belotserkovsky, yeni görevini “çok önemli” olarak nitelendirdi.

“Görevimi ilişkileri iyileştirmek, daha da güçlendirmek ve genişletmek olarak görüyorum. Şu anda ilişkilerimizin çok iyi ve çok güçlü olduğunu söylemeliyim. Ancak elbette her zaman iyileştirilebilecek yönler vardır” dedi.

Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Yeni Zelanda, Çin’le yakınlaşan Cook Adaları’na fonları dondurdu

Yayınlanma

Yeni Zelanda, Pasifik takımadalarının Çin ile derinleşen ilişkileri nedeniyle Cook Adaları’na sağladığı finansmanı askıya aldı ve tarihi müttefikinden güveni yeniden tesis etmek için daha fazla çaba sarf etmesini talep etti.

Yeni Zelanda Dışişleri Bakanı Winston Peters’ın bu hamlesi, analistlerin Wellington’un Çin’in bölgedeki artan diplomatik ve ekonomik etkisine yanıt olarak küçük Pasifik ada ülkelerine karşı daha iddialı bir yaklaşım sergilediğini belirttiği son örnek oldu.

Bu hamle, geçen yıl Tuvalu, Papua Yeni Gine ve Nauru ile anlaşmalar imzalayan ve Pasifik’teki dış yardımlarını artıran ABD ve Avustralya da dahil olmak üzere Pasifik’teki geleneksel güçleri tedirgin etti. Çin ise geçen ay bir zirvede ada ülkelerinden 11 dışişleri bakanını ağırladı.

Yardımın askıya alınması, Yeni Zelanda Başbakanı Christopher Luxon’un, daha yakın ekonomik bağlar kurmak amacıyla Çin’e yaptığı ticaret gezisi kapsamında cuma günü Xi Jinping ile görüşeceği sırada gerçekleşti.

Peters, şubat ayında Çin ile ekonomik anlaşma imzalayan Cook Adaları’na 18,2 milyon Yeni Zelanda doları (11 milyon ABD doları) tutarındaki kalkınma yardımını askıya alma kararının Luxon’un ziyaretini gölgelemeyeceğini söyledi.

Peters perşembe günü gazetecilere verdiği demeçte, “Bu, Yeni Zelanda ve Cook Adaları ile ilgili bir mesele” dedi. Peters, bu yıl Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı görüşmede, Cook Adaları, Niue ve Tokelau dahil olmak üzere Yeni Zelanda’nın Pasifik’teki ortaklarıyla “özel ilişkilerini” vurguladığını da sözlerine ekledi.

Cook Adaları, Yeni Zelanda’nın Pasifik’teki en yakın müttefiklerinden biridir. Wellington, yaklaşık 27.000 nüfuslu bu bölgeyi 1965 yılına kadar kontrol etmişti. İki ülke şu anda “serbest birlik” anlaşmasına sahip ve Yeni Zelanda, mali, dışişleri ve savunma alanlarında destek sağlamaktadır. Cook Adaları vatandaşları Yeni Zelanda pasaportuna sahip.

Hükümet verilerine göre, Yeni Zelanda son üç yılda ülkeye 194 milyon Yeni Zelanda doları katkıda bulundu.

Peters, Yeni Zelanda’nın, ticaret, turizm ve yenilenebilir enerji gibi alanları kapsayan Çin ile “kapsamlı stratejik ortaklık” konusunda Başbakan Mark Brown liderliğindeki Cook Adaları hükümetinden tatmin edici yanıtlar almadığını söyledi.

Peters, Yeni Zelanda’nın “Cook Adaları hükümeti ilişkileri onarmak ve güveni yeniden tesis etmek için somut adımlar atana kadar önemli yeni finansman sağlamayı da düşünmeyeceğini” ekledi.

Peters’a göre, Brown hükümeti bu ay fonların askıya alındığı konusunda bilgilendirildi.

Cook Adaları hükümeti, yorum talebine hemen yanıt vermedi.

Wellington Victoria Üniversitesi’nde karşılaştırmalı siyaset profesörü olan Jon Fraenkel, Peters’ın yaklaşımının Yeni Zelanda’nın “daha iddialı bir Pasifik politikası”nı yansıttığını söyledi.

Yeni Zelanda, ocak ayında da Cook Adaları’nın kuzeyindeki bir ada zinciri olan Kiribati’ye yardımları gözden geçirme kararı aldı. Bu karar, Kiribati cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanının Peters ile toplantıyı iptal etmesinin ardından gerginliği tırmandırmıştı.

Financial Times’a konuşan Fraenkel, Çin’in bu durumdan yararlanarak finansman açığını kapatabileceği ve stratejik bölgedeki ülkelerle ekonomik ve güvenlik işbirliğini derinleştirme arayışında Pekin’e yeni bir fırsat sunabileceği uyarısında bulundu.

Ancak, iki ülke arasındaki tarihi bağlar nedeniyle Yeni Zelanda’nın Cook Adaları ile ilişkilerini kesmesinin olası olmadığını söyledi.

“Gerçekten bu kadar sert bir karar alacaklarını sanmıyorum” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English