Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Sahra Wagenknecht ile yeni partisi ve Almanya’nın geleceği üzerine

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Almanya’da Sol Parti’den ayrıldıktan sonra kendi partisini kuran ve anketlerde şimdiden %7,5 civarında oy alıyor görünen Sahra Wagenknecht, yayınlandıktan sonra büyük ilgi (ve hatta tepki) çeken New Left Review mülakatında, Almanya’nın iç ve dış siyasetinden AfD’nin yükselişine, Ukrayna ve Gazze savaşlarından kişisel formasyonunu oluşturan isimlere ve unsurlara kadar geniş bir alanı tarıyor. Hemen başlarda, Wagenknecht’in Alman ekonomisinin ‘belkemiği’ olarak nitelendirilen, tam olarak ‘KOBİ’ statüsünde olmayan (çünkü bazıları büyük ihracat pazarlarında önemli paylara sahiptir) ama büyük tekellere (finansmana erişim bağlamında) de benzemeyen Mittelstand şirketlerinin sözcülüğüne soyunması manidar; zira bu siteyi takip edenler daha önce Wagenknecht partisinin hedef ‘tabanının’ Mittelstand olacağına dikkat çektiğimizi hatırlayacaktır. Alman siyasetçinin Almanya’da işçi sınıfının ‘bilinç düzeyine’ dair söyledikleri de araştırılmaya muhtaçtır. Wagenknecht’in CDU ve SPD’nin geçmişine dair iyimser bakışı tartışmaya açıktır; ama bu partilerin ‘halk’ tabanının eridiğine, dahası anaakım siyasetin ‘halksız’ hale geldiğine dair tespitleri yerinde görünüyor. Buna rağmen, BSW’nin de bir ‘halk’ tabanından ziyade ‘seçmen’ tabanına sesleneceği, bu bağlamda neoliberal dönemde yerleşen siyaset yapma biçimini fazla zorlamayacağı da anlaşılıyor. Yeşil dönüşüme itiraz, sanayi altyapısının korunması, Mittelstand’ın sözcülüğü, göçün sınırlandırılması, ‘kimlikçi’ siyasetten uzaklaşmak, dışarıda ‘barış’ ve Rusya’nın dahil olduğu yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi planı… Sahra Wagenknecht ve arkadaşlarının partilerine biçtikleri rol budur. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Almanya’nın Durumu

Thomas Meaney & Joshua Rahtz
New Left Review
Mart/Nisan 2024

Almanya ekonomisi hem yapısal hem de konjonktürel olarak birbiriyle bağlantılı birçok krizle karşı karşıya. Rusya ile savaş nedeniyle artan enerji maliyetleri; yüksek enflasyon, yüksek faiz oranları ve düşen reel ücretlerle birlikte hayat pahalılığı şoku; Amerikalı rakipleri mali genişlemeye giderken anayasal borç freninin dayattığı kemer sıkma; otomobil endüstrisi, çelik ve kimyasallar gibi kilit sektörleri vuracak yeşil dönüşüm ve Almanya’nın en önemli ticaret ortaklarından biri olan Çin’in elektrikli araçlar gibi sektörlerde bir rakibe dönüşmesi. Öncelikle bize krizden en çok hangi bölgelerin etkilendiğini söyleyebilir misiniz?

Almanya’nın diğer büyük ekonomilerden daha kötü durumda olduğu, son on yılların en şiddetli genel krizi yaşanıyor. En çok etkilenen bölgeler, bugüne kadar Alman modelinin belkemiği olan sanayi bölgeleri – Büyük Münih, Baden-Württemberg, Ren-Neckar, Ruhr. Pandemi sırasında en kötü etkilenenler perakende ve hizmet sektörleriydi. Fakat şimdi Mittelstand firmalarımız büyük bir baskı altında. 2022 ve 2023 yıllarında enerji yoğun sanayi firmaları üretimde yüzde 25’lik bir düşüş yaşadı. Bu daha önce görülmemiş bir şey. Toplu işten çıkarmaları daha yeni duyurmaya başladılar. Birçoğu uzman mühendislik işleri ya da makine aletleri, otomobil parçaları, elektrikli ekipman üreticileri olan bu küçük ve orta ölçekli aile şirketleri Almanya için gerçekten çok önemli. Çoğunlukla sahiplerinin yönetiminde ya da aile tarafından işletiliyorlar, yani borsada işlem görmüyorlar ve genellikle oldukça sert bir karaktere sahipler. Fakat kendilerine has bir iş kültürleri var ve üç aylık getirilerden ziyade uzun vadeye, gelecek kuşağa odaklanıyorlar. Yerel topluluklarına bağlılar ve genellikle işletmeler arası ticaret yapıyorlar. Büyük şirketler gibi her boşluktan yararlanmak yerine çalışanlarını ellerinde tutmak istiyorlar – ki bunlardan bizde de çok sayıda var.

Mevcut krizden asıl zarar gören Mittelstand firmaları. Yüksek enerji fiyatlarının devam etmesiyle birlikte, imalat işlerinin büyük ölçekte yok olma tehlikesi bulunmaktadır. Ve endüstri yok olduğunda her şey yok olur; uygun ücretli işler, satın alma gücü, toplumsal uyum. Sadece İngiltere’nin kuzeyine ya da doğudaki eyaletlerin [Länder] sanayisizleşmesine bakmanız yeterli. Bu sağlam sanayi temeline sahip olmamız, hâlâ nispeten yüksek sayıda iyi ücretli işe sahip olduğumuz anlamına geliyor. Fakat Mittelstand firmaları uzun süredir baskı altında. Almanya’’da çok popüler oldukları için ana akım politikacılar onlara övgüler düzmeyi severler; şirket satın almaları ve küreselleşme baskılarına karşı bu küçük, yüksek vasıflı aile şirketlerini korumak büyük bir başarıdır. Kısmen ucuz avro ve düşük fiyatlı Rus doğalgazının da yardımıyla bu şirketlerden bazıları gizli şampiyonlar ve dünya pazarının liderleri haline geldi. Fakat küresel sermaye tarafından kışkırtılan Alman hükümetleri, bu şirketlerin faaliyet gösterdikleri koşulları sıkılaştırıyor. Bu, milenyumun başında Gerhard Schröder’in kırmızı-yeşil koalisyonu altındaki neoliberal dönüşün bir parçasıydı. Schröder, yerel bankaların yerel şirketlerde büyük bloklar halinde hisse sahibi olduğu eski modeli kaldırdı; bunun en azından hisselerin çoğunun serbestçe alınıp satılmaması gibi bir avantajı vardı, dolayısıyla finansal grupların ya da hedge fonların getirileri maksimize etmeye yönelik hissedar-değeri baskısı yoktu. Schröder ayrıca bankaları sanayi hisselerini satmaya teşvik etmek için kâr vergisi muafiyeti tanıdı; bunu yapmasaydı, model muhtemelen bozulmayacaktı.

Mittelstand’ı idealize etmek istemiyorum. Çalışanlarını oldukça acımasızca sömüren aile şirketleri de var. Fakat yine de bu kültür, sadece çift haneli getiri peşinde koşan uluslararası ve ağırlıklı olarak kurumsal yatırımcılara sahip borsada işlem gören şirketlerden farklı bir kültür. Mittelstand’ın yok olmasına izin vermek gerçek bir siyasi hata olur, çünkü ekonomik krizin pek çok yönünün kökleri kötü siyasi kararlara dayanıyor: Rusya ile savaş, yeşil dönüşümün ele alınış şekli, Çin’e karşı düşmanca tutum gibi kararlar, bunların hepsi açıkça Almanya’nın ekonomik çıkarlarına aykırı. Schröder, der Genosse der Bosse, yani bizim deyimimizle patronların yoldaşıydı ama en azından duruma baktı ve uygun fiyatlı boru hattı gazı akışının sağlanmasının önemini anladı. Mevcut hükümet tamamen siyasi nedenlerle yüksek fiyatlı Amerikan sıvılaştırılmış doğalgazına geçiş yaptı. İktidardaki koalisyonda yer alan üç parti de (SPD, FDP ve Yeşiller) anketlerde dibe vurdu çünkü insanlar ülkenin yönetilme şeklinden bıkmış durumda.

Bu siyasi kararlara teker teker bakacak olursak. İlk olarak, Alman enerji maliyetlerindeki muazzam artış Ukrayna’daki savaşın doğrudan bir sonucu. Size göre Rus işgali önlenebilir miydi? Yaygın olarak söylenen, bunun rövanşist Büyük Rus milliyetçiliği tarafından yönlendirildiği ve ancak silah gücüyle durdurulabileceğidir.

Benim izlenimim Washington’un Rus işgalini askeri yöntemler dışında durdurmaya çalışmadığı yönünde. Ukrayna’nın AB ve NATO üyeliğine doğru hızla ilerlemesiyle birlikte, Rus devletinin ulusal güvenlik çıkarları için güvence olarak üzerinde anlaşılmış bir tür güvenlik rejimine ihtiyaç duyulduğu açık olmalıydı. Fakat ABD 2020’de tüm silah kontrol anlaşmalarını ve güven arttırıcı önlemleri sona erdirdi ve 2021-22 kışında Biden Yönetimi Rusya ile Ukrayna’nın gelecekteki statüsü hakkında konuşmayı reddetti. Rusya’nın Ukrayna’nın NATO için önemli bir üs haline getirilmesine neden daha fazla seyirci kalamayacağını düşündüğünü açıklamak için ‘rövanşist Büyük Rus milliyetçiliğine’ ihtiyacınız yok.

Almanya, Çin ile iktisadi bağlarını zayıflatması için ABD’den büyük baskı görüyor. Siz bu ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Durum Rusya’ya kıyasla biraz daha belirsiz. Çin’in bir rakip haline gelmesi Almanya’nın suçu değil, bu açık. Fakat kendimizi ucuz enerjiden mahrum bırakmanın yanı sıra Çin pazarından da mahrum bırakırsak, o zaman Almanya’da ışıklar gerçekten söner. Bu nedenle büyük şirketler arasında bile izolasyonist bir strateji benimsememe konusunda belli bir baskı var. GSYİH’nin yüzdesi olarak Çin’e ABD’den çok daha fazla ihracat yapıyoruz, dolayısıyla ekonomimiz Çin’e çok daha fazla bağlı. Fakat Yeşiller bu konuda fanatik bir tutum sergileyerek ABD’ye o kadar bağlı ki, şiddetle Çin karşıtı bir tutum benimsedi. Yeşil Dışişleri Bakanı [Annalena] Baerbock gerçek diplomatik hatalar yaptı. En azından bir örnekte, Saarland’da, çok sayıda istihdam sağlayan önemli bir Çin yatırımını korkuttu. Dolayısıyla bu endişe verici yeni bir gelişme. Çinliler Almanya’da çok sayıda şirkete sahipler ve bu şirketler genellikle Amerikan hedge fonları tarafından devralınan şirketlerden daha iyi durumda. Kural olarak Çinliler, birçok Amerikan finans şirketini karakterize eden üç aylık düşünme tarzını değil, uzun vadeli yatırımları planlıyorlar. Elbette kâr elde etmek istiyorlar ve teknolojiler de çıkarsız değil; ama aynı zamanda güvenli istihdam da sağlıyorlar.

Bu ekonomimiz için çok önemli. Scholz’un kendisini nasıl konumlandıracağına henüz tam olarak karar verdiğini sanmıyorum. FDP de Alman iş dünyasının güçlü baskısı altında manevralar yapıyor. Rusya’nın dondurulmuş döviz rezervleri konusunda paralel bir tartışma yürütüyorlar ve eğer bunlara, hatta sadece gelirlerine el koyarlarsa, Çin’e mümkünse avro cinsinden rezervlerden kaçınması için açık bir sinyal göndermiş olacaklar. Bazıları zaten altınla değiştiriliyor. ABD’nin Rus rezervlerine el koymamasının iyi bir nedeni var. Yani bir kez daha, kendilerini aptal yerine koyanlar sadece Avrupalılar. İktisadi beklentilerimizi mahvediyoruz ki Çinliler –çünkü aslında bunu hedefliyorlar– giderek daha fazla kendi kendilerine yetebilsinler. Ticarete hâlâ ihtiyaçları var ama belki de yirmi yıl içinde bizim onlara duyduğumuz ihtiyaçtan daha az ihtiyaç duyacaklar.

Sahra Wagenknecht ve arkadaşlarından ortak açıklama: Sol Parti’den neden ayrıldık?

Ekonomi Bakanı ve Yeşiller’in eski eş lideri Robert Habeck’e göre, Almanya’nın en büyük iktisadi meselesi, hem vasıflı hem de vasıfsız işçi açığı ve yaklaşık 700.000 boş pozisyon doldurulamadı. Yaşlanan toplumu göz önüne alındığında, hükümet 2035 yılına kadar ülkenin 7 milyon işçi açığı olacağını tahmin ediyor. Eğer Alman kapitalizminin selameti yeni partiniz BSW için bir öncelikse, bu önemli düzeyde bir göçü gerektirmez mi?

Alman eğitim sistemi içler acısı bir durumda. Okul diploması olmayan genç yetişkinlerin sayısı 2015’ten bu yana sürekli artıyor. 2022 yılında, 20 ila 34 yaş arasındaki 2,86 milyon kişi resmi bir yeterliliğe sahip değildi ve bunların arasında göçmen kökenli birçok kişi de bulunuyordu. Bu, bu yaş grubundaki tüm insanların neredeyse beşte birine karşılık gelmektedir. Almanya’da her yıl 50.000’den fazla öğrenci diploma almadan okuldan ayrılıyor ve bunun hem kendileri hem de toplum için dramatik sonuçları oluyor. Onlar için nitelikli eleman eksikliği tartışması bir alay konusu gibi geliyor. Bizim önceliğimiz bu insanları mesleki eğitime kazandırmak.

Bununla birlikte, Almanya’daki demografik durum göz önüne alındığında bir miktar göçe ihtiyaç var. Fakat bu göçün tüm tarafların çıkarlarını gözetecek şekilde yönetilmesi gerekmektedir – göç veren ülkeler, göç alan ülke nüfusu ve göçmenlerin kendileri. Bunun için hazırlık gerekiyor; şu anda böyle bir hazırlık yok. Herkesin istediği yere gidebildiği ve sonra da bir şekilde uyum sağlayıp hayatta kalmaya çalıştığı neoliberal bir göç rejiminin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyoruz. Ülkemizde çalışmak ve yaşamak isteyen insanları hoş karşılamalıyız ve bunu yapmayı öğrenmeliyiz. Fakat bu, halihazırda burada yaşayanların hayatlarının altüst olmasıyla sonuçlanmamalı ve insanların uğruna çalışıp vergi ödediği kolektif kaynakları aşırı zorlamamalıdır. Aksi takdirde yerlici [nativist] sağ siyasetin yükselişi kaçınılmaz olacaktır. Aslında AfD bugünkü haliyle büyük ölçüde Angela Merkel’in mirasıdır. Almanya’da özellikle düşük gelirli insanlar için dramatik bir konut sıkıntısı yaşıyoruz ve devlet okullarındaki eğitim kalitesi yer yer korkunç bir hal aldı. Göçmenlere ekonomimize ve toplumumuza eşit katılım şansı verme kapasitemiz sonsuz değil. Ayrıca, insanların kendi ülkelerinde eğitim ve iş bulabilmelerinin çok daha iyi olduğunu düşünüyoruz ve demografik boşluklarımızı doldurmak için bu ülkelerdeki en girişimci ve yetenekli gençlerin bazılarını ekonomimize çekmek yerine, en azından yatırım sermayesine daha iyi erişim ve adil bir ticaret rejimi ile onlara bu konuda yardımcı olmak zorunda hissetmeliyiz. Ayrıca doktorlar gibi Almanya’ya taşınan yüksek vasıflı işçilerin eğitim masraflarını da menşe ülkelere geri ödemeliyiz. Ve göçün insan kaçakçılığı boyutunu, gerçekten sığınmaya ihtiyacı olmayan insanların Avrupa’ya girmesine yardım ederek milyonlar kazanan çeteleri ele almalıyız.

BSW’ye sempati duyabilecek pek çok kişi, geçtiğimiz kasım ayında Berlin’de düzenlenen göç politikası zirvesi hakkında yaptığınız yorumda olduğu gibi ”Almanya bunalmış durumda, Almanya’nın daha fazla yeri yok” yabancı düşmanı bir atmosfere katkıda bulunduğunuzdan endişe duyuyor. Adil bir göç politikasının ne olabileceğini tartışırken ırkçılık veya yabancı düşmanlığı imalarından kaçınmak konusunda net olmak önemli değil mi?

Irkçılıkla her zaman mücadele edilmeli; ondan sadece kaçınılmamalı, aynı zamanda mücadele edilmeli. Fakat gerçek toplumsal eksikliklere –talebin kapasiteyi aşması– işaret etmek yabancı düşmanlığı değil. Bunlar sadece gerçekler. Örneğin Almanya’da 700.000 konut açığı bulunuyor. On binlerce öğretmenlik pozisyonu boş durumda. Elbette savaşlardan kaçan çok sayıda sığınmacının aniden gelmesi –2015’te Suriye, Irak ve Afganistan’dan bir milyon; 2022’de Ukrayna’dan bir milyon– kapasitede herhangi bir artışla karşılanmayan büyük bir talep artışı yaratıyor. Bu da kıt kaynaklar için yoğun bir rekabet yaratıyor ve yabancı düşmanlığını körüklüyor. Bu yeni gelenler için adil değil ama aynı zamanda uygun fiyatlı konuta ihtiyaç duyan ya da sınıfın yarısı Almanca bilmediği için çocukları öğretmenlerin tamamen bunaldığı okullara giden Alman aileler için de adil değil. Ve bu durum her zaman insanların zaten stres altında olduğu yoksul yerleşim bölgelerinde yaşanıyor.

Bu sorunları inkar etmenin ya da görmezden gelmenin bir faydası yok. Diğer partilerin yapmaya çalıştığı da buydu ve sonuçta AfD’yi güçlendirdi. Göç her zaman açık bir dünyada gerçekleşecektir ve çoğu zaman her iki taraf için de zenginleştirici olabilir. Fakat bunun ölçeğinin kontrolden çıkmaması ve ani göç dalgalarının kontrol altında tutulması çok önemlidir.

Irkçılıkla mücadele edilmesi gerektiğini söylüyorsunuz, fakat BSW Avrupa Parlamentosu manifestosu Fransa ve Almanya’da ‘çocukların Batı kültüründen nefret ederek büyüdüğü’ ‘İslamcı etkiye sahip paralel toplumlar’ olduğunu ilan ettiğinde, bu tamamen şeytanlaştırma gibi geliyor. Ama aynı zamanda, BSW’nin lider kadrosu ve parlamentodaki temsili şüphesiz Alman partileri arasında en çok kültürlülüğe sahip olanı. Buna nasıl yanıt verirsiniz?

Almanya’da da bu tür yerler var, İsveç ya da Fransa’daki kadar çok değiller ama dikkat çekiyorlar. İnsanları sadece üretim faktörleri, toplumu da sadece polis gücüyle korunan bir ekonomi olarak görürseniz, bunun sizi çok rahatsız etmesine gerek yok. Karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık sarmalından kaçınmak istiyoruz. Grubumuzdaki sizin ‘çok kültürlü geçmişe sahip’ dediğiniz kişiler her iki tarafı da tanıyor ve tüm insanların sömürüden uzak, barış içinde bir arada yaşayabileceği bir toplumda hayati bir çıkara sahipler. Neoliberal göç politikalarının –“açık sınırlar” tam olarak budur– vaatleri yerine getirme konusunda ne kadar boş olduğunu ilk elden biliyorlar. Ve özellikle grubumuzdaki kadınlar, ataerkilliği büyük ölçüde aşmış bir ülkede yaşamaktan mutlular ve bunun arka kapıdan yeniden gündeme getirildiğini görmek istemiyorlar.

Almanya’da Sarah Wagenknecht partisinin başarı şansı var mı?

Yeşil dönüşüm politikalarının Almanya’nın iktisadi çıkarlarına aykırı olduğunu belirttiniz. Aklınızda ne vardı?

Yeşillerin çevre politikasına yaklaşımı çoğu insan için iktisadi olarak cezalandırıcıdır. Yüksek CO2 fiyatlarından yanalar, fosil yakıtları daha pahalı hale getirerek bu yakıtlardan vazgeçmek için bir teşvik yaratıyorlar. Bu, elektrikli araba almaya gücü yeten varlıklı insanlar için işe yarayabilir, fakat fazla paranız yoksa, sadece daha kötü durumda olmanız anlamına gelir. Yeşiller daha yoksul insanlara karşı kibir yayıyor ve bu nedenle nüfusun büyük bir kısmı tarafından nefret ediliyor. Bu da AfD’nin Yeşiller’e ya da Yeşiller’in izlediği politikalara duyulan nefretten beslendiği bir şey. İnsanlar siyasetçiler tarafından ne yiyeceklerinin, nasıl konuşacaklarının, nasıl düşüneceklerinin söylenmesinden hoşlanmazlar. Yeşiller de sözde ilerici gündemlerini dayatırken bu misyoner tavrın tipik bir örneğini sergiliyorlar. Elbette, elektrikli bir araba alabiliyorsanız, bir tane almalısınız. Fakat başka bir şeye gücü yetmediği için eski bir dizel orta sınıf araba kullanan birinden daha iyi bir insan olduğunuza inanmamalısınız. Bugünlerde, Yeşil seçmenler çok varlıklı olma eğilimindeler: anketlere göre en ‘iktisadi olarak tatmin olmuş’ seçmenler, hatta FDP seçmenlerinden bile daha fazla. Geçim sıkıntısı çeken insanların hayat pahalılığını artırırken bile bir kendinden memnun olma duygusunu temsil ediyorlar: “Biz erdemli olanlarız, çünkü organik gıda almaya gücümüz yetiyor. Bir kargo bisikleti alabiliyoruz. Bir ısı pompası kurmaya gücümüz yetiyor. Hepsini karşılayabiliriz.”

Yeşiller’in yaklaşımını eleştiriyorsunuz ama siz olsaydınız hangi çevre politikalarını izlerdiniz?

Ülkemizdeki insanların büyük çoğunluğunun iktisadi ve toplumsal olarak birlikte yaşayabileceği politikalar. Şehir planlamasından ormancılığa, tarımdan toplu taşımaya kadar iklim değişikliğinin acil sonuçları için kapsamlı kamu hizmetlerine ihtiyacımız var. Bu pahalıya mal olacaktır. İklim değişikliğinin azaltılmasına yönelik kamu harcamalarını, örneğin ‘savunma’ bütçemizi GSYİH’nin %3’ü ya da daha fazlasına çıkarmaya tercih ediyoruz. Her şeyi aynı anda ödeyemeyiz. ‘Küresel ısınmaya’ karşı savaş ilan edebilmemiz için komşularımızla barışa ihtiyacımız var. Sadece keyfi emisyon standartlarını karşılamak için elektrikli otomobilleri zorunlu hale getirerek yerli otomobil endüstrisini yok etmek desteklediğimiz bir şey değil. Şu anda hayatta olan hiç kimse, karbon emisyonlarını ne kadar azaltırsak azaltalım, ortalama sıcaklıkların tekrar düştüğünü görecek kadar yaşamayacak. Öncelikle yaşlıların evlerini, hastaneleri ve çocuk bakım merkezlerini, masrafları kamu tarafından karşılanmak üzere klima ile donatın ve nehirlere ve akarsulara yakın yerleri sellere karşı güvenli hale getirin. İddialı emisyon azaltım tarihlerini takip etmenin maliyetinin, zaten geçimlerini sağlamakta zorlanan sıradan insanlara yüklenmemesini sağlayın.

Almanya aynı zamanda şu anda İsrail’in Gazze’de 30.000’den fazla Filistinliyi katletmesi nedeniyle kültürel bir krizle çalkalanıyor. Almanya’da İsrail’e yönelik eleştirilerin yasaklanmasına karşı çıkan ve ABD ve Birleşik Krallık ile birlikte Almanya’nın Netanyahu hükümetine silah sağlamasına karşı çıkan az sayıdaki siyasetçiden birisiniz. Mevcut Siyonist yanlısı kültürel saldırı Almanya’daki popüler görüşü temsil ediyor mu?

Elbette Almanya’nın farklı bir tarihi geçmişi var, bu nedenle İsrail ile diğer ülkelerden farklı bir ilişki içinde olmamız anlaşılabilir ve doğru. Almanya’nın Holokost’un faili olduğunu unutamazsınız, bu gerçeği asla unutmamalısınız. Fakat bu durum Gazze Şeridi’nde işlenen korkunç savaş suçları için silah temin etmemizi haklı çıkarmaz. Kamuoyu yoklamalarına bakarsanız, halkın çoğunluğunun bunu desteklemediğini görürsünüz. Elbette medya haberleri her zaman seçicidir, ama yine de insanların buradan ayrılamadığı, acımasızca bombalandıkları aşikârdır. İnsanlar açlıktan ölüyor, hastalıklar kol geziyor, hastaneler saldırı altında ve son derece yetersiz donanıma sahip. Tüm bunlar ortada ve Almanya’da sahada kesinlikle çok eleştirel pozisyonlar var. Fakat siyasette, eleştirilerini dile getiren herkes hemen antisemitizm sopasıyla dövülüyor. Aynı durum Berlinale [Berlin Film Festivali] ödül töreninde olduğu gibi toplumsal ve kültürel söylemde de geçerli: İsrail hükümetinin icraatlarını eleştirdiğiniz anda –ki elbette pek çok Yahudi eleştiriyor– antisemitik olarak damgalanıyorsunuz. Bu da doğal olarak korkutucu bir durum, çünkü kim antisemitik olmak ister ki?

Ekim 2021’de pek çok kişi, Merkel’in on altı yıllık başbakanlığının ardından, SPD liderliğindeki bir hükümetin sola dönüşü temsil edeceğini düşünüyordu. Bunun yerine Almanya sağa savruldu. ‘Trafik lambası koalisyonu’ savunma bütçesini 100 milyar avro arttırdı. Alman dış politikası agresif bir şekilde Atlantikçi bir hal aldı. Scholz’un Zeitenwende’si [dönüm noktası] sizin için sürpriz oldu mu? SPD’nin koalisyon ortakları bu yola itilmesinde nasıl bir rol oynadı?

Bu eğilimler bir süredir mevcuttu. SPD Almanya’yı 1999’da Yugoslavya’ya karşı savaşa, ardından 2001’de Afganistan’ın askeri işgaline sürükledi. Schröder en azından Irak’ın işgali konusunda Amerikalılara karşı çıktı ve SPD içinden güçlü bir destek aldı. Fakat SPD eski kişiliğini tamamen kaybetti ve şimdi bir tür savaş partisi haline geldi. Asıl korkutucu olan ise parti içinde çok az muhalefet olması. Partinin şu anki liderleri gerçekten de kendilerine ait hiçbir pozisyonları olmayan kişiler. CDU-CSU’da olabilirler, Liberallerle birlikte olabilirler. Bu yüzden SPD’nin kamuoyundaki imajı büyük ölçüde yok oldu. Artık hiçbir özgün yanı kalmadı. Artık toplumsal adaleti temsil etmiyor, aksine ülke giderek daha adaletsiz hale geldi, toplumsal uçurum büyüdü ve gerçekten yoksul olan ya da yoksulluk riski altında olan insanların sayısı giderek arttı. Ve yumuşama [détente] politikasını tamamen terk etti. Tabii ki SPD de Yeşiller ve FDP tarafından bu istikamette yönlendiriliyor. Yeşiller şu anda Almanya’daki en şahin parti konumunda. 1980’lerdeki büyük barış gösterilerinden doğan bir grup için dikkate değer bir gelişme. Bugün en büyük militaristler onlar; her zaman silah ihracatını ve savunma harcamalarının artırılmasını savunuyorlar. Bu da SPD içindeki eğilimi güçlendiriyor.

Rusya’ya karşı yapılanma bu dinamik tarafından yönlendirildi. Başlangıçta Scholz’un bazı konularda baskıya boyun eğdiği, ama diğerlerinde boyun eğmediği görülüyordu. Örneğin Ukrayna için özel bir fon oluşturdu ancak çatışmanın içine çekilmekten çekindi ve başlangıçta sadece 5.000 kask teslim etti. Fakat daha sonra bu durum değişti ve bir model ortaya çıktı. Scholz ilk başta tereddüt etti. Ardından CDU-CSU muhalefetinin lideri Friedrich Merz tarafından saldırıya uğradı. Ardından koalisyon ortakları Yeşiller ve FDP baskıyı artırdı. Sonunda Scholz bir konuşma yaparak bir kırmızı çizginin daha aşıldığını duyurdu. Tartışma zırhlı personel taşıyıcılarına, ardından savaş tanklarına, sonra da savaş uçaklarına taşındı. Scholz önce hep ‘Nein’ [Hayır] dedi, sonra hayır ‘Jein’e, [yani] ‘Havet’e ve bir noktada da ‘Ja’ya [Evet] dönüştü.

Şimdi iş, NATO ülkeleri ve Ukrayna’nın Almanya’dan Moskova’ya kadar uzaktaki hedeflere saldırabilen Taurus seyir füzeleri tedarik etmesini istediği noktaya geldi. Bunlar bugüne kadarki en tehlikeli tırmanışı temsil ediyor çünkü açıkça Rus hedeflerine karşı saldırı amaçlı kullanılacaklar. Almanya’nın bunları teslim etmesinin gerçekten Amerika’nın çıkarına olup olmadığından emin değilim çünkü risk son derece yüksek. Kırım ile anakara arasındaki Kerç Köprüsü gibi Rus hedeflerini imha etmek için Alman silahlarını tedarik edersek, Rusya Almanya’ya tepki gösterecektir. Umarım bu, onların tedarik edilmeyeceği anlamına gelir. Fakat Scholz’un omurgasızlığı ve pes etme eğilimi göz önüne alındığında emin olamazsınız. Bu kadar kötü bir sicile sahip bir şansölye düşünmek zor. Tüm koalisyon da öyle; Almanya’da sadece iki buçuk yıldır iktidarda olmasına rağmen bu kadar cansız bir hükümet hiç olmamıştı. Ve tabii ki CDU-CSU bir alternatif değil. Merz savaş ve barış konusunda daha da kötü ve iktisadi konularda da daha kötü. Sağın bir stratejisi yok ama hükümetin kötü sicilinden en çok yararlanan da o olacak.

Wolfgang Münchau: Wagenknecht’in partisi ciddiye alınmalı

Belki de Luftwaffe şeflerinin Taurus füzeleri için karada Alman botlarına ihtiyaç olup olmayacağını tartıştıkları ve İngiliz ve Fransız birliklerinin Ukrayna’da Storm Shadow ve Scalp füzelerini ateşleyerek zaten aktif olduklarını ortaya çıkaran dinleme kaydı bunu şimdilik askıya alacaktır. Fakat Merz’in stratejisi sağa kaymak, AfD seçmenlerini çekmek değil mi? Bunda oldukça başarılı olmadı mı?

Merz’in çoğu konuda inandırıcı bir pozisyonu yok. AfD üç konuda destek kazandı: Birincisi göç, yani Almanya’daki sığınmacı sayısı; ikincisi pandemi sırasındaki sokağa çıkma yasakları; üçüncüsü de Ukrayna’daki savaş. Merz sığınmacılar konusunda çok farklı düşünüyor. Bazen AfD’liye dönüşüp küçük paşalar [pashas] hakkında atıp tutuyor, sonra saldırıya uğruyor ve her şeyi geri alıyor. Ama elbette bu Merkel’in mirasıydı, bu yüzden CDU bu açıdan inandırıcı değil. Covid krizinde de aynı şey oldu: CDU-CSU da sokağa çıkma yasakları ve zorunlu aşılamadan yanaydı ve herkes kadar kötü davrandı. Sonra barış meselesi ortaya çıktı ve bu Almanya’da fazlasıyla kalleşçe olan şey de budur. BSW’yi başlatmadan önce AfD, müzakere edilmiş bir çözümü tutarlı bir şekilde savunan ve doğudaki pek çok seçmen için hayati bir konu olan Ukrayna’ya silah sevkiyatına karşı çıkan tek partiydi. CDU-CSU daha fazla silah tedarik etmek istiyordu ve Sol Parti [Die Linke] bu konuda bölünmüş durumdaydı. Eğer yumuşama politikasına geri dönülmesini istiyorsanız, müzakere istiyorsanız, silah sağlayarak savaşın bir tarafı olmak istemiyorsanız, başvurabileceğiniz başka kimse yoktu. Elbette İsrail konusunda AfD daha da fazla silah sağlamaya kararlı çünkü İslam karşıtı bir parti ve orada yaşanan korkunç şeyleri açıkça onaylıyor. Nihayetinde yeni bir parti kurma adımını atmamızın temel nedenlerinden biri de buydu; böylece ana akımdan meşru bir şekilde memnun olmayan ama aşırı sağcı olmayan insanlar –ki AfD seçmenlerinin büyük bir kısmı da buna dahildir– başvurabilecekleri ciddi bir partiye sahip olacaklardı.

Peki şu anki CDU’yu Helmut Kohl’ün partisiyle nasıl kıyaslarsınız? Yeni eyaletleri entegre etmek için Grundgesetz’i [Anayasa] ayaklar altına alan oydu.

Kohl yönetimindeki CDU’nun her zaman güçlü bir sosyal kanadı, güçlü bir işçi kanadı olmuştur. Norbert Blüm ve ilk günlerinde Heiner Geißler’in savunduğu şey buydu. Sosyal hakları ve sosyal güvenliği savundular ve bu da CDU’yu bir tür halk partisi haline getirdi. Her zaman işçilerden, kleinen Leute olarak adlandırılan düşük gelirli sıradan insanlardan güçlü bir destek aldı. Merz, sadece BlackRock için çalıştığı için değil, siyasal iktisat açısından bu bakış açısını temsil ettiği için BlackRock kapitalizmini savunuyor. Emeklilik yaşını yükseltmek istiyor, bu da yeni bir emeklilik kesintisi anlamına geliyor. Sosyal yardımları azaltmak istiyor; refah devletinin çok büyük olduğunu ve parçalanması gerektiğini söylüyor. Daha yüksek bir asgari ücrete karşı çıkıyor  – CDU’nun eskiden desteklediği şeylerin hepsi. Bu, CDU’da yeri olan Katolik sosyal doktrininin bir parçasıydı. Evcilleştirilmiş bir kapitalizmi, güçlü bir sosyal bileşene, güçlü bir refah devletine sahip bir iktisadi düzeni savunuyorlardı. Ve inandırıcıydılar çünkü Almanya’da sosyal haklara yönelik gerçek saldırı 2004 yılında Schröder ve SPD-Yeşiller hükümeti döneminde gerçekleşti. Yani İngiltere’den biraz farklı. CDU aslında neoliberal saldırıyı geciktirdi. Merz onlar için bir dönüm noktası.

Bunca yılın ardından Sol Parti’den ayrılmaya neden karar verdiğiniz açıklayabilir misiniz?

Asıl önemli olan Sol Parti’nin kendisinin değişmiş olmasıydı. Artık Yeşiller’den daha yeşil olmak istiyor ve onların modelini kopyalıyor. Kimlik siyaseti ağır basıyor ve sosyal konular bir kenara itilmiş durumda. Sol Parti eskiden oldukça başarılıydı –2009’da yüzde 12 ile 5 milyonun üzerinde oy almıştı– fakat 2021’e gelindiğinde oyları sadece 2,2 milyon ile yüzde 5 barajının altına düştü. Bu ayrıcalıklı söylemler, eğer böyle adlandırabilirsem, metropol akademik çevrelerinde popüler, fakat eskiden sola oy veren sıradan insanlar arasında popüler değiller. Onları uzaklaştırıyorsunuz. Sol Parti eskiden Doğu Almanya’da güçlü bir yere sahipti, fakat oradaki insanlar çeşitlilikle ilgili bu tartışmalarla, en azından bu tartışmaların yapıldığı dille başa çıkamazlar; bu tartışmalar düzgün emeklilik maaşları, düzgün ücretler ve elbette eşit haklar isteyen seçmenleri yabancılaştırıyor. Biz herkesin dilediği gibi yaşayabilmesi ve sevebilmesinden yanayız. Fakat abartılı bir kimlik siyaseti var ki, bir konu hakkında konuştuğunuzda eğer göçmen kökenli değilseniz özür dilemeniz gerekiyor ya da heteroseksüel olduğunuz için özür dilemeniz gerekiyor. Sol Parti bu tür bir söylemin içine daldı ve bunun sonucunda oy kaybetti. Bazıları oy vermeyenler kampına, bazıları da sağa kaydı.

Artık partide çoğunluğa sahip değildik çünkü Sol Parti’yi destekleyen çevre değişmişti. Partinin kurtarılamayacağı açıktı. Bir grubumuz kendi kendimize, ya partinin batışını izlemeye devam edeceğiz ya da bir şeyler yapmamız gerekecek dedik. Memnun olmayanların gidebilecekleri bir yer olması önemli. Pek çok insan artık kime oy vereceğimizi bilmiyoruz, AfD’ye oy vermek istemiyoruz ama başka kimseye de oy veremeyiz diyordu. Kendi başımıza bir şeyler yapalım ve yeni bir parti kuralım dememizin motivasyonu buydu. Hepimiz soldan gelmiyoruz; tabiri caizse sol bir dirilişten biraz daha fazlasıyız. Diğer gelenekleri de bir ölçüde bünyemize kattık. Bunu kitabım Die Selbstgerechten’de [Kendini Beğenmişler] ‘muhafazakâr-sol’ olarak tanımladım.

Başka bir deyişle: toplumsal ve siyasi olarak solda yer alıyoruz, fakat sosyal-kültürel açıdan insanlarla oldukları yerde buluşmak istiyoruz, onlara reddettikleri şeyler hakkında propaganda yapmak değil.

2018’de başlattığınız Aufstehen [Ayağa Kalk] hareketinin deneyimlerinden olumlu ya da olumsuz ne gibi dersler çıkardınız?

Aufstehen kurulduğunda 170.000’den fazla kişinin ilgisini çekerek büyük bir yankı uyandırdı. Beklentiler çok büyüktü. O zamanki en büyük hatam, buna gerektiği gibi hazırlanmamış olmamdı. Başladığımızda yapıların oluşacağı yanılsaması içindeydim; çok sayıda insan olur olmaz her şey çalışmaya başlayacaktı. Fakat çok geçmeden, işleyen bir hareket için gereken yapıların –eyaletler, şehirler, belediyeler– bir gecede kurulamayacağı anlaşıldı. Bunlar zaman ve özen gerektirir. Bu BSW’nin gelişimi için önemli bir dersti: tek bir kişi bir parti kuramaz, iyi organizatörlere, tecrübeli insanlara ve güvenilir bir ekibe ihtiyaç vardır.

BSW etkileyici bir parlamenter grubu tarafından hayata geçirildi. Ne tür uzmanlıklara sahipler, uzmanlıkları ve özel angajman alanları nelerdir?

Federal Meclis’teki BSW grubu güçlü bir kadroya sahip. Başkan yardımcısı Klaus Ernst, IG Metall’den deneyimli bir sendikacı, WASG’nin(*) ve daha sonra Sol Parti’nin kurucularından ve başkanlarından biri. Alexander Ulrich de bir başka sendikacı ve aynı zamanda deneyimli bir parti politikacısı. Sol Parti’nin parlamento grubuna başkanlık eden Amira Mohamed Ali, aktif siyasete atılmadan önce büyük bir firmada avukat olarak çalıştı. Sevim Dağdelen, Almanya ve dünya çapında geniş bir ağa sahip deneyimli bir dış siyaset uzmanıdır. Diğer BSW parlamenterleri Christian Leye, Jessica Tatti, Żaklin Nastić, Ali Al Dailami ve Andrej Hunko’dur. Federal Meclis dışında da önemli isimler var.

Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

BSW’nin programı nedir?

Kurucu belgemizin dört temel maddesi var. Bunlardan ilki iktisadi sağduyu politikası. Bu kulağa bulanık geliyor ama Almanya’da hükümet politikalarının endüstriyel ekonomimizi yok ettiği durumu ele alıyor. Ve eğer sanayi yok olursa, bu aynı zamanda çalışanlar ve refah devleti için de kötü bir durumdur. Yani: mantıklı bir enerji politikası, mantıklı bir sanayi politikası; ilk öncelik budur.

Bu, 1970’lerde Tony Benn’in etrafındaki İngiliz solunun geliştirdiği gibi emek temelli alternatif bir iktisadi strateji anlamına mı geliyor, yoksa geleneksel bir milli-endüstriyel siyaset olarak mı düşünülüyor?

Almanya’da, bugün artık var olmasa da, 1970’ler ve 80’lerde madencilerin grevi sırasında Britanya’da olduğu gibi bir işçi sınıfı kimliği bilinci hiçbir zaman olmadı. Federal Cumhuriyet her zaman daha çok bir orta sınıf toplumuydu ve işçiler kendilerini orta sınıfın bir parçası olarak görme eğilimindeydi. Almanya’da önemli olan Mittelstand, yani kendilerini büyük şirketlere karşı konumlandırabilen küçük firmaların oluşturduğu güçlü bloktur. Bu karşıtlık, sermaye ve emek arasındaki karşıtlık kadar önemlidir. Almanya’da bunu ciddiye almak zorundasınız. İnsanlara sadece sınıf temelinde hitap ederseniz, bir yanıt alamazsınız. Fakat onlara, kârları hissedarlara ve üst düzey yöneticilere aktarılan, işçilere neredeyse hiçbir şey aktarılmayan dev şirketlerin aksine, mülk sahibi şirketler de dahil olmak üzere toplumun zenginlik yaratan kesiminin bir parçası olarak seslenirseniz, bu karşılık bulur. İnsanlar ne söylediğinizi anlayabiliyor, kendilerini bununla özdeşleştirebiliyor ve kendilerini savunmak için bu temelde harekete geçebiliyorlar. Küçük firmalarda aynı muhalefeti bulamazsınız, çünkü genellikle kendileri de mücadele ediyorlar. Büyük oyuncular tarafından kendilerine düşük fiyatlar dikte edildiği için ücretleri yükseltecek hareket alanlarına sahip değiller. Fakat Almanya’nın bu açıdan Fransa, İngiltere veya diğer ülkelere kıyasla biraz farklı olduğunu biliyorum. Dolayısıyla, sağduyulu bir enerji politikası ve sanayi politikası Mittelstand’ın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak başlayacaktır; bu da şirket sahiplerini ve ailelerini, şirketlerini finansal yatırımcılara satmak yerine ayakta kalmaya teşvik edecektir.

Bu, en azından son yirmi yıldaki hükümet politikasının zımni temeli ile –Mittelstand hakkındaki tüm parlak konuşmalara rağmen– Merkel’in stratejisinin açıkça büyük şirketlere ve biraz çevrecilikle birlikte büyük şehirlere yönelik olduğu bir ayrıma işaret edecektir. Aynı şey elbette FDP ve pratikte Yeşiller için de geçerli. Yani sizin için en önemli sınır mali sermaye ile bölgesel ya da orta kademe sermaye arasındaki fark mı?

Evet, ama dediğim gibi bunu da idealize etmek istemiyorum. Kesinlikle her seviyede sömürü var. Fakat yine de, örneğin Amazon ya da bazı DAX(**) şirketleriyle karşılaştırıldığında arada bir fark var. Örneğin bugün, ekonomi küçülüyor olsa da, DAX şirketleri her zamankinden daha fazla temettü dağıtıyor. Bazı durumlarda şirketler yıllık kârlarının tamamını, hatta daha fazlasını dağıtıyor. Almanya’nın yatırım oranı yıllardır çok düşük, çünkü küresel finans gruplarının baskısı nedeniyle çok fazla para ödeniyor. Mittelstand şirketleri oransal olarak çok daha fazla yatırım yapıyor.

BSW’nin programında yer alan diğer başlıklar nelerdir?

İkinci başlık sosyal adalet. Bu bizim için kesinlikle merkezi bir öneme sahip. Ekonominin iyi gittiği zamanlarda bile, artan yoksulluk ve sosyal eşitsizlikle birlikte büyüyen bir düşük ücretli sektörümüz vardı. Güçlü bir refah devleti hayati önem taşıyor. Alman sağlık hizmetleri muazzam bir baskı altında. Bir uzmana görünmek için bile aylarca bekleyebiliyorsunuz. Hemşirelik personeli korkunç derecede fazla çalıştırılıyor ve düşük ücret alıyor. 2021’deki grevlerini güçlü bir şekilde destekledik. Okul sistemi de başarısız. Daha önce de söylediğim gibi, Realschule veya Hauptschule’den(***) ayrılan gençlerin önemli bir kısmı çırak veya stajyer olarak işe alınabilecek temel bilgilere sahip değil. Almanya’nın altyapısı da giderek bakımsızlaşıyor. Onarılmayan ve bir noktada yıkılmak zorunda kalacak olan yaklaşık üç bin harap köprü var. Demiryolu hizmeti veren Deutsche Bahn devamlı kesintiye uğruyor. Kamu idaresi eski ekipmanlara sahip. Ana akım politikacılar tüm bunların farkında ama bu konuda hiçbir şey yapmıyorlar.

Üçüncü başlık ise barış. Alman dış siyasetinin askerileşmesine ve çatışmaların savaşa doğru tırmanmasına karşıyız. Hedefimiz, uzun vadede Rusya’yı da içermesi gereken yeni bir Avrupa güvenlik düzenidir. Nükleer bir güç olan Rusya ile çatışma masadan kalkmadıkça Avrupa’da barış ve güvenlik istikrarlı ve kalıcı bir şekilde garanti altına alınamaz. Ayrıca Avrupa’nın ABD ve Çin arasındaki herhangi bir çatışmanın içine çekilmesine izin vermemesi gerektiğini, fakat çeşitli ticaret ve enerji ortaklıkları yoluyla kendi çıkarlarını gözetmesi gerektiğini savunuyoruz. Ukrayna konusunda ise ateşkes ve barış müzakereleri çağrısında bulunuyoruz. Savaş, ABD ve Rusya arasında kanlı bir vekalet savaşı. Bugüne kadar Batı tarafından müzakere yoluyla sona erdirilmesi için ciddi bir çaba sarf edilmedi. Var olan fırsatlar da heba edildi. Sonuç olarak Ukrayna’nın müzakere pozisyonu önemli ölçüde kötüleşti. Bu savaş nasıl sona ererse ersin, Avrupa’ya yaralı, yoksullaşmış ve nüfusu azalmış bir ülke bırakacak. Fakat en azından mevcut insani acılar sona erdirilebilir.

Ve dördüncü başlık?

Dördüncü başlık ifade özgürlüğü. Burada izin verilen görüşlerin daralan spektrumuna uymak için giderek daha da ağırlaşan bir baskı var. Gazze hakkında konuştuk ama mesele bunun çok ötesinde. SPD’li İçişleri Bakanı Nancy Faeser, hükümetle alay etmeyi suç haline getirecek bir ‘Demokrasiyi Teşvik’ yasa tasarısı sundu. Biz buna doğal olarak demokratik gerekçelerle karşı çıkıyoruz. Federal Cumhuriyet’in her zaman yeni çiçekler açan çirkin bir geleneği var. ‘Aşırı solcuların’ kamu sektöründeki işlerden men edilmeye çalışıldığı 1970’li yıllardaki baskılara geri dönmeye gerek yok.(****) Pandemi sırasında ideolojik baskıya hemen başvurulmuştu ve şimdi Ukrayna ve Gazze’de daha da fazla başvuruluyor. İşte bunlar dört ana başlık. Genel hedefimiz yeni bir siyasi başlangıca ön ayak olmak ve hoşnutsuzluğun son yıllarda olduğu gibi sağa kaymaya devam etmemesini sağlamaktır.

BSW’nin önümüzdeki Avrupa Parlamentosu ve Eyalet seçimleri için seçim planları nelerdir? Eyalet parlamentolarında hangi koalisyonları göz önünde bulunduracaksınız?

Koalisyonlara gelince, dediğimiz gibi, ayı öldürülmeden postunu paylaşmayalım. Koalisyonlar ya da hoşgörü veya esnek çoğunluklar gibi yönetime katılımın diğer biçimleri hakkında yapmak isteyebilecekleri herhangi bir öneriyi değerlendirebilmek için diğer tüm partilerden yeterince farklıyız. Şimdilik sadece mümkün olduğunca çok sayıda yurttaşımızı çıkarlarının bizimle emin ellerde olduğuna ikna etmek istiyoruz. Yeni bir parti olarak, yeni siyaset yaklaşımımıza destek aramak için ilk fırsatımız olan Avrupa seçimlerinde güçlü bir performans sergilemek istiyoruz. Seçmenlere, Avrupa toplumlarının ve ekonomilerinin sorunlarının çözümünde Brüksel bürokrasisi ve jüristokrasisinin değil, AB’nin demokratik üye devletlerinin esas sorumlu olması gerektiğini anlatacağız.

AfD ve Almanya: Avrupa İhracatçılar Federasyonu mu?

Kendinizi ‘muhafazakâr-sol’ olarak tanımlamanızla ilgili olarak: eski CDU geleneğinden, onun sosyal doktrininden ve ‘evcilleştirilmiş kapitalizm’den sıcak bir şekilde bahsettiniz. Eğer Willy Brandt’ın dış siyasetiyle ittifak halinde olsaydınız, BSW’yi eski CDU’dan nasıl ayırırdınız?

Savaş sonrası Hıristiyan Demokrasisi neoliberal olmamak anlamında muhafazakârdı. Eski CDU-CSU hem muhafazakâr hem de radikal-liberal bir unsuru bir araya getiriyordu; bunu yapabilmesi Konrad Adenauer gibi bir adamın siyasi hayal gücüne bağlıydı – her ne kadar buna benzer bir şey İtalya ve bir dereceye kadar Fransa’da da mevcut olsa da. O dönemde muhafazakârlık, neoliberal (sözde) muhafazakârlıkta olduğu gibi toplumu kapitalizmin ihtiyaçlarına göre ayarlamanın aksine, toplumu kapitalist ilerlemenin girdabından korumak anlamına geliyordu. Toplumun bakış açısından neoliberalizm muhafazakâr değil devrimcidir. Bugün Merz gibi biri tarafından yönetilen CDU, ekonominin topluma hizmet etmesi gerektiği, bunun tersinin geçerli olmadığı şeklindeki eski Hıristiyan-Demokrat anlayışın kökünü başarıyla kazımıştır. Eskinin SPD’si olan sosyal demokrasi de muhafazakâr bir unsura sahipti ve merkezde bir bütün olarak toplum yerine işçi sınıfı vardı. Bu durum Birleşik Krallık’ta Üçüncü Yol ve Almanya’da Schröder’in işgücü piyasasını ve ekonomiyi küreselci-teknokratik bir piyasa demokrasisine teslim etmesiyle sona erdi. Tıpkı dış siyasette olduğu gibi, kendimizi hem savaş sonrası muhafazakârlığın ‘evcilleştirilmiş kapitalizminin’ hem de Brandt, Kreisky ve Palme döneminin hem iç hem de dış siyasetteki sosyal demokrat ilerlemeciliğinin günümüzün değişen siyasi koşullarına uygulanmış meşru mirasçıları olarak görmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz.

Uluslararası alanda, AB’de ya da ötesinde hangi güçleri BSW için potansiyel müttefik olarak görüyorsunuz?

Bu konuda soru sormak için en uygun kişi ben değilim, zira benim odak noktam iç siyaset. İnsanların yurt dışından bizi genellikle çarpıtılmış bir şekilde gördüklerini biliyorum ve umarım ben de diğer ülkeleri çarpıtılmış bir şekilde görmüyorumdur. İlk günlerde La France insoumise [Boyun Eğmeyen Fransa] ile yakın ilişkilerimiz vardı ama son yıllarda nasıl gelişti bilmiyorum. Sonra İtalya’da Beş Yıldız Hareketi vardı, bu yine biraz farklı ama orada da bazı örtüşmeler var. Genel olarak, sosyal adalete güçlü bir şekilde yönelen ancak kimlikçi söyleme kapılmayan herhangi bir sol parti ile aynı dalga boyunda oluruz.

Sol Parti’nin toplumsal meseleleri marjinalleştirerek ‘Yeşillerden daha yeşil’ hale geldiğini söylüyorsunuz. Ama Yeşiller’in bir zamanlar güçlü bir toplumsal programı vardı; güçlü bir toplumsal bileşene sahip yeşil bir sanayi stratejisi ve elbette Avrupa’nın askerden arındırılması. Sizce 1990’larda ne oldu da bu boyutu kaybettiler?

Birçok eski sol parti için de durum aynıydı. Cevabın bir kısmı, destekleyici çevrenin değişmiş olmasıdır. Sol partiler, entelektüeller tarafından yönetiliyor olsalar bile geleneksel olarak işçi sınıfına dayanmaktaydı. Fakat seçmenleri değişmiştir. Piketty, Capital and Ideology [Sermaye ve İdeoloji] kitabında bunun izini ayrıntılı bir şekilde sürüyor. Son otuz yılda yeni, üniversite eğitimli, profesyonel bir sınıf kitlesel olarak genişledi, neoliberalizmden nispeten zarar görmedi çünkü iyi bir gelire ve artan servete sahip ve refah devletine bağımlı olmak zorunda değil. Bu ortamda yetişen gençler hiçbir zaman toplumsal korku ya da sıkıntı yaşamadı, çünkü en başından beri korunuyorlardı. Şu anda Yeşiller’in ana çevresi budur; nispeten iyi durumda, iklim konusunda endişeli –ki bu onların lehine bir durumdur– fakat sorunu bireysel tüketici kararlarıyla çözmeyi amaçlayan insanlar. Hiç yokluk çekmemiş insanlar, yokluk çekmenin günlük yaşamın bir parçası olduğu kişilere feragat vaaz ediyor.

Ama anaakım partiler için de durum böyle değil mi? Yeşiller belki de 1980’lerdeki durumlarına kıyasla en dramatik olanı. Fakat dediğiniz gibi CDU sosyal bileşenini terk etti. SPD neoliberal dönüşe öncülük etti. Bu sağa ya da mali veya küresel sermayeye doğru hareketin daha derin bir nedeni var mı?

Birincisi, Andreas Reckwitz gibi sosyologların çok iyi analiz ettiği gibi, burada kamuoyunun şekillenmesinde öncü rol oynayan güçlü ve büyüyen bir sosyal çevreyle karşı karşıyayız. Bu çevre medyada, siyasette ve kanaatlerin oluştuğu büyük şehirlerde baskındır. Bunlar büyük şirketlerin sahipleri değil; bu farklı bir katman. Fakat bu güçlü bir etki ve tüm siyasi partilerdeki oyuncuları şekillendiriyor. Burada, Berlin’de, tüm siyasetçiler bu çevre içinde hareket ediyor –CDU, SPD– ve bu da onlar üzerinde güçlü bir etki yaratıyor. Küçük insanlar, küçük kasaba ve köylerde yaşayanlar, üniversite mezunu olmayanlar, siyasete giderek daha az erişebiliyorlar. Eskiden partiler geniş tabanlı, gerçek halk partileriydi – kiliseler aracılığıyla CDU, sendikalar aracılığıyla SPD. Şimdi bunların hepsi yok oldu. Partiler çok daha küçük ve adayları daha dar bir tabandan, genellikle üniversite eğitimli orta sınıftan seçiliyor. Genellikle deneyimleri konferans salonu, düşünce kuruluşu ve genel kurul odasıyla sınırlı. Profesyonel siyasi hayatın ötesindeki dünyayı hiç tecrübe etmeden milletvekili oluyorlar.

BSW ile, bu ortamdan olabildiğince uzaklaşmak için, başka alanlarda, toplumun diğer pek çok alanında çalışmış yeni siyasetçiler getirmeye çalışıyoruz. Fakat eski halk partisi modeli ortadan kalktı, çünkü bunun tabanı artık mevcut değil.

Son olarak size kendi siyasi ve kişisel formasyonunuz hakkında sorular sorabilir miyiz? Dünya görüşünüz üzerinde en önemli etkilerin neler olduğunu düşünüyorsunuz tecrübeye dayalı, entelektüel?

Hayatım boyunca çok okudum ve yeni bir yönde düşünmeye başladığım aydınlanma anları oldu. Goethe’yi derinlemesine inceledim ve o zaman siyaset ve toplum hakkında, insanların bir arada yaşaması ve olası gelecekler hakkında düşünmeye başladım. Rosa Luxemburg benim için her zaman önemli bir figür oldu, özellikle de mektupları; onunla özdeşleşebiliyordum. Thomas Mann, elbette bana belirgin bir biçimde nüfuz etti ve etkiledi. Gençliğimde yazar ve oyun yazarı Peter Hacks önemli bir entelektüel muhatabımdı. Marx benim üzerimde büyük bir etkiye sahipti ve kapitalist krizler ve mülkiyet ilişkileri üzerine yaptığı analizleri hâlâ çok faydalı buluyorum. Topyekûn millileştirme ya da merkezi planlamadan yana değilim, fakat özel mülkiyet ile devlet mülkiyeti arasında üçüncü seçenekleri araştırmakla ilgileniyorum. Örneğin, bir şirketin hissedarlar tarafından yağmalanmasını önleyen vakıflar veya vekillikler; Prosperity without Greed’de [Açgözlülükten Uzak Refah] tartıştığım noktalar.

Bir başka biçimlendirici deneyim de düzenlediğimiz etkinliklerde insanlarla etkileşimde bulunmak oldu. Ülkeyi dolaşmak, çok sayıda toplantı yapmak ve insanlarla konuşmak için her fırsatı değerlendirmek, onları neyin harekete geçirdiğini, nasıl düşündüklerini ve neden bu şekilde düşündüklerini anlamak için bilinçli bir karardı. Sadece bir balonun içinde dolaşmamak, sadece zaten tanıdığınız insanları görmemek çok önemli. Bu benim siyasetimi şekillendirdi ve belki de beni biraz değiştirdi. Bir siyasetçi olarak her şeyi seçmenlerden daha iyi anladığınızı düşünmemeniz gerektiğine inanıyorum. İlgi alanları ve bakış açıları arasında her zaman birebir olmasa da bir örtüşme vardır, fakat üzerinde düşünürseniz insanların yaptıkları şeyleri neden söylediklerini anlayabilirsiniz.

1990’lardan bu yana siyasi yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız?

Otuz yıldır siyasetin içindeyim. PDS(*****) ve Sol Parti’de önemli görevlerde bulundum. 2009’dan beri Federal Meclis üyesiyim ve 2015’ten 2019’a kadar Sol Parti’nin parlamento grubunun eş başkanlığını yaptım. Fakat siyasete ilk girdiğim hedeflere sadık kaldığımı söyleyebilirim. Kârı değil insanı merkeze koyan farklı bir iktisadi sisteme ihtiyacımız var. Günümüzde yaşam koşulları aşağılayıcı olabiliyor; yaşlı insanların geçimlerini sağlamak için çöp kutularını karıştırıp depozitolu şişe araması alışılmadık bir durum değil. Bu tür şeyleri görmezden gelmek istemiyorum, bunların altında yatan koşulları daha iyi hale getirmek istiyorum. Çok sık seyahat ediyorum ve nereye gidersem gideyim, artık hiçbir parti tarafından temsil edilmediğini düşünen çok sayıda insan olduğunu hissediyorum. Büyük bir siyasi boşluk var. Bu da insanların öfkelenmesine yol açıyor ki bu demokrasi için iyi bir şey değil. Yeni bir şey inşa etmenin ve ciddi bir siyasi müdahalede bulunmanın zamanı geldi. Bir noktada kendime şunu söylemek zorunda kalmak istemiyorum: Bir şeyleri değiştirebileceğin bir fırsat penceresi vardı ve sen bunu yapmadın. Yeni partimizi, Berlin balonunun beceriksizliği ve küstahlığıyla birlikte ülkemizi bölen ve geleceğini riske atan mevcut politikaların üstesinden gelebilmek için kuruyoruz.


(*) Alm. Arbeit und soziale Gerechtigkeit – Die Wahlalternative (WASG): Emek ve Sosyal Adalet – Seçim Alternatifi. 2005 yılında iktidardaki SPD-Yeşiller koalisyon hükümetinden hoşnut olmayanlar tarafından kurulan siyasi parti. WASG, 16 Haziran 2007 tarihinde Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile birleşerek Sol Parti’yi (Die Linke) oluşturdu. (ç.n.)

(**) Alm. Deutscher Aktien Index: Frankfurt Borsası’nda işlem gören en büyük 30 şirketi temsil eden endeks. (ç.n.)

(***) Alman eğitim sisteminde ortaöğretime tekabül eden okullar. Alman gençler Hauptschule veya Realschule türündeki okullardan sonra meslek öğrenimine başlayabiliyorlar. (ç.n.)

(****) 1972 yılında, dönemin SPD’li Şansölyesi Willy Brandt tarafından yürürlüğe konan ‘Radikaller Kararnamesi’ kastediliyor. Bu antikomünist kararnameden 3 milyonun üzerinde Federal Alman Cumhuriyeti yurttaşı etkilenmiş, onbinlerce insan hakkında soruşturma açılmış, yüzlerce kamu görevlisi mesleklerinden uzaklaştırılıp, kovuşturmaya tabi tutulumuş hatta hapis cezası ile cezalandırılmıştır. (ç.n.)

(*****) Alm. Partei des Demokratischen Sozialismus (PDS): Demokratik Sosyalizm Partisi. Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (DDR) yönetici partisi Sosyalist Birlik Partisi’nin (SED) devamcısıydı. 2005’te bazı başka partilerle de bir araya gelerek Sol Parti’yi oluşturdu. (ç.n.)

Dünya Basını

Emekli Orgeneral Kujat, Ukrayna’nın Rus stratejik bombardıman uçaklarına yönelik saldırılarını değerlendirdi

Yayınlanma

Emekli Orgeneral ve eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Harald Kujat, Ukrayna’nın Rus stratejik bombardıman uçaklarına yönelik son drone saldırılarını “son derece riskli bir oyun” olarak değerlendiriyor. Kujat’a göre bu saldırılar, askeri açıdan büyük etki yaratmasa da Rusya’yı kışkırtarak Batı’yı savaşa çekme ve nükleer tesislere yakınlığı nedeniyle ciddi tehlikeler barındırıyor. Müzakereler devam ederken yapılan bu eylemlerin zamanlamasına dikkat çeken emekli orgeneral, Rusya’nın Batı’dan farklı bir tırmanma stratejisi izlediğini ve sert bir karşılık verebileceğini öngörüyor. Ancak Kujat, ABD ve Rusya arasındaki iletişim kanalları açık kaldığı sürece nükleer savaş riskinin arttığına inanmadığını vurguluyor.


‘Son derece riskli bir oyun’: Emekli Orgeneral Kujat, stratejik bombardıman uçaklarına yönelik drone saldırılarını değerlendirdi

Éva Péli
NachDenkSeiten
2 Haziran 2025

Emekli Orgeneral Harald Kujat, pazar günü Rus bombardıman uçaklarına yönelik drone saldırılarının geniş kapsamlı sonuçları konusunda uyarıda bulunuyor. Saldırıyı, savaşı genişletebilecek “son derece riskli oyun” olarak nitelendiriyor. Kujat, mülalatında saldırının askeri önemini, olası Batı müdahalesini ve devam eden müzakerelere rağmen süren gerilimin tırmanma tehlikesini ele alıyor.

Sayın Orgeneral Kujat, Ukrayna dronlarının Rus stratejik bombardıman filosuna yönelik saldırısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ukrayna’nın bu saldırısı son dönemdeki drone saldırılarından farklılık gösteriyor. Şüphesiz Ukrayna açısından başarılı “darbe” niteliğinde. Fakat bu saldırının, elde edilen bariz başarılara rağmen, cephedeki duruma veya Ukrayna’nın Rus hava saldırılarına karşı savunmasına kayda değer etkisi bulunmuyor; her ne kadar böyle olduğu izlenimi verilmek istense de. Aslında Ukrayna’nın askeri durumu giderek daha da kötüleşiyor.

Saldırılar, Rusya’nın kıtalararası stratejik bombardıman filosunu hedef aldı. Kaç uçağın imha edildiği ve bunların tam olarak hangi tipler olduğu henüz belirsiz. Gerçekten imha edilen uçak sayısına bağlı olarak Rusya’nın Ukrayna’ya karşı seyir füzesi kullanma imkânları bir miktar kısıtlansa da bu etkinin stratejik yansıması olmayacaktır.

Ukrayna bunu neden yapıyor?

Bu, Rusya’nın stratejik bombardıman filosuna yönelik ilk saldırı değil. Daha önce de Saratov yakınlarındaki Engels üssüne saldırılar düzenlenmişti. Ayrıca, Rus erken uyarı sistemine yönelik iki saldırı gerçekleştirildi ki bu durum iki süper gücün stratejik ilişkileri üzerinde istikrarsızlaştırıcı etki yaratabilir.

Bu saldırılar Ukrayna’daki askeri durumu etkilemediğine göre, asıl amaçlarının ne olduğu sorusu akla geliyor. Ukrayna yönetiminin hedeflerini bilmiyorum ancak Batı’nın müdahalesine yol açacak sert Rus tepkisini provoke ederek savaşı genişletmeye çalıştıkları düşünülebilir. Bu, çok tehlikeli gelişme olurdu.

Bu saldırılar değerlendirilirken, stratejik bombardıman filosu üslerinin hemen yakınında nükleer silah depolarının da bulunduğu gerçeği sıkça göz ardı ediliyor. Bunlar güçlü şekilde korunsalar da dronun yanlış yönlendirilip böyle depoya isabet etme riski her zaman mevcut. Bunun ne gibi sonuçları olacağını herkes tahmin edebilir. Bu bakımdan, burada oynanan son derece riskli oyundur.

Son ve belirleyici nokta: Bu saldırı, ikinci müzakere turuna çok yakın zamanda gerçekleşti ve görünüşe göre Rus demir yollarına yönelik eş zamanlı saldırılarla bağlantılı. Bu, koordineli eylem olabilir. İkinci müzakere turundan bir gün önce neden böyle bir şeyin yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor.

Açıklama son derece net: Moskova’nın sadece oyalama taktiği uyguladığı ve gerçek müzakerelerle ilgilenmediği sürekli iddia ediliyor. Oysa müzakereleri Rusya’nın kendisi önerdi ve her iki taraf da bugün İstanbul’da yapılacak müzakerelere temel oluşturması için pozisyonlarını yazılı olarak belirledi. Dolayısıyla bu, ancak Rus tarafının bu saldırılara tepki olarak müzakereleri iptal etmesinin beklenmiş olabileceği anlamına gelebilir.

Ancak bu olmadı…

Hayır, müzakereler devam ediyor. Hatta bu görüşmeler başlamadan önce ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlarının tekrar telefonla görüştüklerini öğrendik. Benim için bu, ABD’nin en azından bu müzakerelere eşlik etmeye devam ettiğinin ve tamamen geri çekilmediğinin açık göstergesi – ki bunu çok önemli buluyorum.

Sizin açınızdan ve askeri deneyimlerinize dayanarak böyle saldırı nasıl mümkün olabiliyor? Ukrayna kaynaklarına göre, bir buçuk yıl boyunca planlanmış ve anlatıldığına göre Rusya topraklarından kamyonlarla gerçekleştirilmiş.

Ülkede araçlar kapsamlı şekilde kontrol edilmiyorsa ve böylesi operasyon titizlikle hazırlanmışsa, bu tür şeyler olabilir. Ancak bu durum şu soruyu gündeme getiriyor: Bu, büyük askeri başarı mı? Hayır, bunlar saldırı, kelimenin tam anlamıyla askeri operasyon değil. Bu tür saldırılar her ülkede mümkündür.

Buna ek olarak, ABD ve Rusya arasındaki Yeni START Anlaşması, stratejik bombardıman uçaklarının belirli hava üslerinde, üzerinde anlaşılan denetimler için görünür olacak şekilde konumlandırılmasını zorunlu kılıyor. Pratikte bu, kapalı binalarda gizlenmiş şekilde değil, açık hangarlarda veya pistte anlamına geliyor. Bu düzenleme, anlaşmaya uyulup uyulmadığının doğrulanabilirliğine hizmet ediyor ve karşılıklı güven inşasının parçası. Ancak bu durum, uçakları kolayca hedef alınabilir hâle getiriyor.

Şimdi, Batılı istihbarat kurumlarının uydu görüntüleriyle yardım etmiş olabileceğine dair tahminler veya işaretler var. İngilizler bu konuda zaten açıklama yaptı ve Ukraynalıları da tebrik etti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Batı yardımı oldu mu?

Prensip olarak spekülasyon yapmıyorum. Ancak bir şey açık: Hareketli hedefler için veriler neredeyse eş zamanlı olarak sağlanıyorsa, bunlar Ukraynalılardan gelmiş olamaz, başka kaynaktan gelmiş olmalı. Ancak uzun vadeli planlanmış operasyonsa, Rus hava üssünün konumunu basit araçlarla bile kendi başlarına tespit etmeleri kesinlikle mümkün. Bu özel durumda, bu nedenle böyle dış istihbaratın gerekli olduğunu düşünmüyorum; Ukraynalılar bunu kendileri yapabilir. Ama elbette Ukrayna’ya Batı uydu keşiflerinden elde edilen üslerin durum planlarının verilmiş olması da mümkün.

Engels yakınlarındaki hava üssüne 2022’de ve Rus erken uyarı radarına 2024’te yapılan önceki saldırılara atıfta bulunarak, nükleer saldırıya varabilecek olası sonuçlar konusunda uyarıda bulunmuştunuz. Asker olarak, şu anki saldırıya Rusya’dan ne gibi tepkiler bekliyorsunuz? Devlet Başkanı Putin’in, artık kırmızı çizgilerin kalmadığını ve Kiev’in bundan pişman olacağını söylediği iddia ediliyor.

Öncelikle, anında tepki olmadı ve bu olumlu gelişme: Bugün için planlanan müzakereler gerçekten yapılıyor, ki bu olumlu olarak kaydedilmeli. İkincisi, bu tür durumlarda her zaman olduğu gibi: Bir taraf belirli önlemle öne çıkarsa, diğer taraf tepki verir. Savaşın şiddet eylemi olduğu yönündeki Clausewitz öğretisini sık sık unutuyoruz. Her taraf diğerine yasayı dikte eder, diğeri uyar ve bunun üzerine aşırıya kaçana kadar tekrar tepki gelir. Bu, modern dilde gerilimin tırmanması [eskalasyon] olarak adlandırılır. Dolayısıyla Rusya’nın karşılık vereceğinden emin olabiliriz.

Ancak Rusya’nın muhtemelen aynı şekilde tepki vermeyeceğini varsayıyorum. Bunun yerine, muhtemelen savaş alanındaki çatışmaları yoğunlaştıracak ve Ukrayna savunmasını zayıflatmak için hava saldırılarını artıracaktır. Ukrayna’nın durumu zaten son derece kritik olduğundan ve Rusya ek çaba gösterirse, askeri durum Ukrayna aleyhine önemli ölçüde değişecektir. Bu makul varsayım olsa da, Rusya’nın gerçekte nasıl tepki vereceğini elbette bilmiyoruz.

Rusya’nın stratejisinin her zaman aceleci tepki yerine ölçülü ama net tepkiyi öngördüğüne dair işaretler var mı? İnternette Rus nükleer doktrinine göre derhal nükleer saldırı çağrıları yapıldı.

Batı’da (özellikle ABD’de) ve Rusya’da tırmanma stratejileri arasındaki büyük farkın altını çizmek gerekir ki bu Batı’da sıkça hafife alınır. Batı küçük adımlarla tırmandırır: Rakibin nasıl tepki vereceğini —ya da hiç tepki verip vermeyeceğini— bekler ve sonra bir sonraki adımı atar. Böylece tırmanmanın kontrolünü elinde tutar. Rusya’nın tolerans eşiği ise çok daha yüksektir. Rusya bekler, ancak belirli noktada sert şekilde karşılık verir. Buradaki sorun, böyle tırmanma stratejisinde karşı saldırının ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini hesaplamanın çok zor olmasıdır. Bu da Rus tepkisini bu kadar öngörülemez kılıyor.

Sonuçta Rusya’nın tepkisi, Moskova’nın hangi stratejik hedefleri izlediğine bağlı. Eğer hedef Ukrayna’nın hızlı ve mutlak yenilgisi olsaydı, tepki, Rusya’nın savaşın müzakere yoluyla çözümünü birincil seçenek olarak görmeye devam etmesinden farklı olurdu. Şimdiye kadar ikincisini görüyoruz. Sadece bunun böyle kalmasını ve her türlü müzakere olasılığını ortadan kaldıracak tepkinin gelmemesini umabilir ve bekleyebiliriz.

Önceki uyarınızı da göz önünde bulundurarak son soru: Dünya şimdi nükleer savaşa bir adım daha mı yaklaştı?

Hayır, buna inanmıyorum. Önemli olan her zaman iki nükleer süper gücün bağlantılarını sürdürmesidir. Bu durumda Ukrayna gibi üçüncü tarafların eylemlerinin her iki nükleer güç tarafından doğru şekilde değerlendirilmesi son derece önemli. Her ikisi de nükleer çatışmayı önleme yönündeki üstün menfaatlerini izlemeye devam ediyor. Asıl önemli nokta bu: İstenmeyen tırmanma sarmalına sürüklenmemek gerekir.

Ne Amerika Birleşik Devletleri’nin ne de Rusya’nın bu iki büyük güç arasında çatışmaya en ufak ilgisi olmadığını çok net görebiliyoruz. Tam da bu nedenle, eskiden “kırmızı hat” olarak bilinen bu bağlantının iki taraf arasında sürdürülmesi kesinlikle hayati önem taşıyor.

Bir not olarak: Rusya’daki bu ikili bağlantının uç noktası “Nükleer Risk Azaltma Merkezi” olarak adlandırılıyor. Bu, bu iki süper güç arasındaki gerilimi azaltıcı önlemler için kendilerinin seçtiği etiketi açıkça ortaya koyuyor.

Sayın Orgeneral Kujat, röportaj için çok teşekkür ederiz.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, yeni Trump yönetiminin arkasında sermaye ittifakını ve bu ittifakın olası gerilim, hatta dağılma dinamiklerini inceliyor.

Özel sermaye fonları ve Büyük Teknoloji ile “MAGA popülizmi” ittifakı olarak tanılmayabileceğimiz II. Trump yönetiminin ömrünü, bu sermaye hiziplerinin çıkarlarını yönetebilme beceresi de belirleyecek. Öte yandan, geleneksel finansa, yani Wall Street’e yönelik düşmanlık konusunda bir ortaklaşma görülüyor.

Nitekim Wall Street’in sözcüsü olarak nitelendirebileceğimiz mecralar, bir süredir Trumpçı “maceranın” ABD’den sermaye kaçırdığını “kanıtlayıp” duruyorlar. Yeni finansal araçlara sahip olanların bankalara yönelik hücumunun başarısı, Trumpizm’in de kaderini belirleyecek gibi görünüyor. Yakın zamanda Elon Musk ile Trump arasında vergi kesintisi ve harcama yasa tasarısı nedeniyle patlayan büyük kavga, geleceğe dair ipuçları sunuyor.

Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Amerika’nın Braudel’ci sonbaharı: İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri

Benjamin Braun ve Cédric Durand
Phenomenal World
29 Mayıs 2025

Tarihçi Fernand Braudel’e göre, hegemonyanın çöküşü tarihsel olarak finansallaşma ile birlikte gelmiştir. Üretim ve ticarette kârlılığın azalmasıyla birlikte, sermaye sahipleri varlıklarını giderek finans sektörüne kaydırırlar. Braudel’e göre bu, imparatorlukların “sessiz ve ayrıcalıklı bir yaşamı garanti edecek her şeyi arayan rantçı-yatırımcı topluma dönüştüğü” bir “sonbahar belirtisi”dir.(1)

Braudel’in öngördüğü bu çöküş senaryosu, Trump’ın ikinci yönetiminin kilit isimlerini rahatsız ediyor. Şu anda Hazine Bakanı olan Scott Bessent, seçim kampanyası sırasında düşünceli bir tavırla şöyle demişti: “Eski rezerv para birimlerinin ortak noktası nedir? Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa, Birleşik Krallık… Bu ülkeler rezerv para birimi statüsünü nasıl kaybettiler?” Cevap: “Aşırı borçlandılar ve ordularını artık destekleyemez hale geldiler.” Eski bir hedge fonu yöneticisi Bessent, doların değerinin düşürülmesi programını resmi olarak reddediyor, fakat spekülatörler Trump’ın ocak ayında göreve gelmesinden bu yana ABD’nin döviz kurunu aşağı çekiyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 2019 yılında yayınlanan “21. yüzyılda Amerikan yatırımları” başlıklı raporun yazarı. Bu raporda, Wall Street’i, “iş kararlarını uzun vadeli kurumsal kapasite geliştirme yerine, yatırımcılara hızlı ve öngörülebilir bir şekilde para kazandırmaya yönelten” hissedar değeri rejimini sert bir dille eleştiriyor. Rubio’nun finans konusundaki görüşleri, Josh Hawley gibi kendini “popülist” olarak tanımlayan Cumhuriyetçiler tarafından da paylaşılıyor.

Wall Street’e karşı bu kalıcı düşmanlık, Trump’ın ikinci yönetiminin ilk aylarında ideolojik bir kırılmaya neden oldu; bir yandan, Başkan’ın “Kurtuluş Günü” gümrük vergileri finansal piyasaları altüst ederken, diğer yandan Wall Street finansal paniğe yol açarak Beyaz Saray’ı disipline etmeye çalıştı. Kendini MAGA [Amerika’yı Yeniden Büyük Yap] popülisti olarak tanımlayanlar ile Trump’ın seçim tabanının oluşturduğu koalisyonun sürdürülebilir olup olmadığı, ikinci Trump yönetiminin temel sorusu olmaya devam ediyor. Bu koalisyon, gümrük vergileriyle ABD imalat sektörünün canlandırılması ve sınır dışı edilmelerle işgücü piyasasının sıkılaştırılması yoluyla yaşam standartlarının yükselmesi ve iş güvenliğinin sağlanmasını bekliyor. Fosil yakıt şirketleri ve Palantir ve Anduril gibi savunma odaklı teknoloji şirketleri, militarize milliyetçilikte pek çok şey buluyor. Fakat Trump’ın ticaret politikası, Trump’ı sürekli destekleyen ve karşılığını almayı bekleyen iki sektör olan özel finans ve büyük teknolojiye açıkça zarar veriyor. Bu sektörlere saldırmak, onu yeniden başkanlığa taşıyan ABD sermayesinin tam da o kesimlerini kendinden uzaklaştırma tehlikesi yaratıyor. 

Bu sermaye grupları için ABD’nin gerilemesi görecelidir ve Japonya örneğinde olduğu gibi zarif bir şekilde yönetilebilir. Giovanni Arrighi’nin 1994 yılında gözlemlediği gibi, finans her zaman hegemonik geçişlerin aracısı olmuş ve bu geçişlerden faydalanmıştır.(2) Bugün, varlık yönetimi devleri, ABD’nin portföylerini gerileyen hegemondan uzaklaştırarak ve Çin ve diğer yükselen Asya ekonomilerinden gelen hızlı büyüyen sermaye havuzlarına ABD varlıklarına erişim imkanı sunarak kâr elde ediyor. Bu arada, büyük teknoloji şirketleri bilgi ve iktisadi koordinasyon üzerinde genel kontrolü hedefliyor.(3) Veriye erişimini kesintiye uğratabilecek, ağ etkisini azaltabilecek, maddi altyapı maliyetlerini artırabilecek ve bağlantısız siyasi yapıları dijital egemenlik peşinde koşmaya itebilecek jeoiktisadi parçalanmadan çok şey kaybedecekler.

Amerikan İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma çabalarında Trump yönetimi, imalat odaklı nativistler ile çıkarları küresel boyuta yayılan sermaye gruplarının çıkarları arasında hassas bir denge kurmak zorunda kalacak. Bu çelişkili gündemleri uzlaştırmak, Trump koalisyonunun uzun ömürlülüğü ve küresel finansal sistemin istikrarı için büyük bir meydan okuma oluşturacak. 

Özel finans Trump’a arka çıkıyor

2016 seçimleri Wall Street’te dramatik bir bölünmeye yol açtı. Batmak için fazla büyük bankalar ve “kamu sermayesi” varlık yöneticileri retorik olarak Demokratlarla aynı çizgide yer alırken, “özel sermaye” veya alternatif varlık yöneticileri (özel sermaye, risk sermayesi ve hedge fonları) Trump’ın ilk başkanlık adaylığının yüksek sesli destekçileri olarak ortaya çıktı. Bu bölünme, Birleşik Krallık’taki bölünmeyi yansıtıyordu. Birleşik Krallık’ta cesaretlenen bir grup özel sermaye ve hedge fon patronu Brexit’e destek verirken, geleneksel finans dünyası Remain [AB’de kalma] kampını destekleme eğilimindeydi.(4)

Alternatif varlık yöneticileri sadece iki şey istiyor: vergi ayrıcalıkları ve deregülasyon. Forbes 400 sıralamasında özel finans patronlarının durmak bilmeyen yükselişinin ardındaki en önemli tek faktör, başarı primi faizi [carried-interest] vergisi yasal boşluğu. Son yirmi beş yılda, özel fon genel ortaklarının performansa dayalı ücretleri olan “başarı primi” 1 trilyon dolara ulaştı.(5) 2010 yılında Obama, bu boşluğu kapatmaya çalıştı ama başarısız oldu ki bu hamleyi, Blackstone CEO’su Stephen Schwarzman, Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgaline benzetmeye uygun bulmuştu. Bu yasal boşluğun korunması, Senatör Kristen Sinema’nın son anda Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasasına [IRA] eklediği talep ile sağlandı ve Biden döneminde şirketler ve zenginlere vergi artırımı konusunda yaşanan genel başarısızlığı tamamladı.

Deregülasyon cephesinde, özel finans kesimi için en büyük kazanç, bireysel emeklilik varlıklarının oluşturduğu devasa havuza erişimdir. Şu anda, özel sermaye ve hedge fonları, süper zengin bireylerden ve kurumsal varlık sahiplerinden para topluyor. En büyük müşteri grubu, açık ara farkla, sabit yükümlülükleri bulunan kurumsal yatırımcılar olan kamu ve özel sektördeki tanımlanmış fayda emeklilik fonları. Fakat 2008 finansal krizinden bu yana, 401(k) ve IRA planları gibi bireysel, tanımlanmış katkı planları, toplu emeklilik planlarına göre iki kat daha hızlı büyüdü. Bugün, bu iki tür planda 10 trilyon doların biraz altında bir meblağ bulunuyor ve bunların tümü, BlackRock, Vanguard ve State Street gibi Wall Street’in liberal kesiminin sadık destekçileri tarafından yönetiliyor. 

Bu devasa para havuzuna erişim sağlamak için uzun süredir mücadele eden özel finans grubu, Trump’ın ilk döneminde ilk zaferini elde etmişti. 2020 yılında, önde gelen muhafazakâr Yüce Mahkeme yargıcı Antonin Scalia’nın oğlu Eugene Scalia’nın başkanlık ettiği Çalışma Bakanlığı (DOL), bir mektup yayınlayarak mevcut kuralların 401(k) sponsorlarının plan fonlarını özel sermaye şirketlerine tahsis etmesine zaten izin verdiğini açıkladı. Elbette, SEC’in [Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu] katı kural değişikliğinin aksine, DOL’in mektubu zayıf bir hukuki temele dayanıyor, fakat yine de önemli bir adım. Trump ikinci kez göreve başladıktan kısa bir süre sonra, özel sermaye devleri, fonlarına olan talebi iki katına çıkarabileceğine inandıkları 401(k) musluğunu açmak için çabalarını yoğunlaştırdı. 

Özel sermaye fonlarının, Amerika’daki 60 milyon 401(k) planı katılımcılarına erişim sağlamaya kararlı olmasında bir gizem yok. Saldırı hattı açık: Regülatörler, yatırım seçeneklerini halka açık hisse senetleri ve tahvillerle sınırlayarak, 401(k) sahiplerini çeşitlendirme ve getiri fırsatlarından mahrum bırakıyor. Apollo CEO’su Marc Rowan,  401(k) fonlarının “çoğunlukla S&P 500 olmak üzere günlük likit endeks fonlarına yatırıldığından” şikayet etmişti. Son zamanlarda altyapı varlıklarına yönelen BlackRock’un CEO’su Larry Fink de benzer şekilde, bu varlıkların “özel piyasalarda, yüksek duvarlarla çevrili, sadece en zengin veya en büyük piyasa katılımcılarına açılan kapıları olan” varlıklar olduğunu belirtmişti. BlackRock’un özel sermayeye yönelmesi, özel sermaye getirilerine erişimin Amerikan emeklilik tasarruf sahiplerine daha fazla finansal demokrasiye doğru bir adım olarak satılmasıyla, kamu sermayesi varlık yöneticileri arasında yaşanan daha geniş sağa kayışı temsil ediyor. 

Gerçekte, özel sermaye sektörü, ekonomist Ludovic Phalippou’nun “milyarder fabrikası”(6) olarak adlandırdığı şey için kurtarma paketi arıyor. 2006 yılından bu yana, milyarder sayısı 2005’te üç iken 2020’de yirmi ikiye çıkmış olsa bile, özel sermaye fonlarının yatırım getirileri borsa performansını geçemedi. Son yıllarda, bu tür satın alma fonları yatırımlarından çıkmakta zorlandı ve bunun yerine sektör genelinde kestaneleri ateşten alma oyunu oynayarak yatırımlarını birbirlerine devretti. 2024 yılında, özel sermaye sektörü on yıllardır ilk kez küçüldü. Biden döneminde hedef tahtasına oturan kurumsal anlaşmalar, büyümeye geri dönüş için bir yol sunuyor. Alternatif varlık yöneticisi Sixth Street’in baş yatırım sorumlusu, geçtiğimiz günlerde yatırımcılara, “Sektör, topladıkları sermayenin miktarını haklı çıkarmak için kısmen M&A’nın [Birleşme ve Satın Alma] geri döneceğini söyleyip duruyor,” dedi. “Sorun, 2019 ile 2022 yılları arasında insanların varlıklar için çok fazla para ödemiş olması ve kimse bu varlıkları kabul edilebilir bir getiri olmadan satmak istememesi.” 

Gerçekçi olmayan getiri beklentileri birikmişken, mevcut yatırımcılar için kârlı bir çıkışın en kesin yolu yeni yatırımcılar çekmek. Sektörün düşüncesine göre, 1 trilyon dolarlık “suskun” 401(k) parasını çekmek, emeklilik fonlarının, varlık fonlarının ve büyük bireysel varlık sahiplerinin hisselerini kârla satmalarını sağlayacak. Daha küçük tasarruf sahipleri ise bu aşırı değerli varlıkların yükünü üstlenmek zorunda kalacak. Başka bir deyişle, bir saadet zinciri.

Büyük Teknolojinin yeniden düzenlenmesi

Finans iki siyasi gruba bölünürken, Silikon Vadisinin seçkinleri şaşırtıcı bir birlik içinde sağa doğru ilerledi. Otuz yıl boyunca, teknoloji girişimcileri ve özel finansörler, devletin uyguladığı büyük yaptırımlardan korkmadan “hızlı hareket edip işleri bozabilirdi.” Her şeyi çok kolay elde eden bu zirvedeki avcılar, Biden yönetimi ve Demokrat Partinin artan antitekel uygulamalarının durdurulması gerektiğine karar verdi. Bu anlamda, Trump’ın bayrağı etrafında toplanmaları, Obama-Trump antitekel statükosunu geri getirmekle ilgili. Sektör liderlerinin hissettiği endişeden bahseden risk sermayedarı Marc Andreesen, kampüslerde ve Silikon Vadisinde “toplumsal devrim” belirtileri gördüğünü ve “Yeni Sol’un yeniden doğuşu”nun işgücünü radikalleştirdiğini söylüyordu:

Açıkça görülüyor ki, şirketler temelde toplumsal değişim ve toplumsal devrimin motorlarına dönüştürülüyor. Çalışan tabanı vahşileşiyor. [Birinci] Trump döneminde, tanıdığım birçok şirketin kendi kampüslerinde kendi çalışanları tarafından şiddetli ayaklanmaların patlak vermesine saatler kaldığını hissettiği vakalar yaşandı.

Silikon Vadisi liberalizminin, ABD kapitalizminin artık geçmişte kalan maksimum likidite ve minimum regülasyon dönemiyle bağlantılı geçici bir aşama olduğu ortaya çıktı. Ardından Covid salgını patlak verdi ve devlet işçilere önemli miktarda ödeme yaptı. Bu ödemelerden yararlanan bazı işçiler, yeni taleplerini dile getirme gücü kazandıklarını hissettiler. Aynı zamanda, Biden yönetiminin en aktivist kolu olan Lina Khan’ın Federal Ticaret Komisyonu, antitekel uygulamalarını büyük teknoloji şirketlerine yöneltti. Biden’ın Hazine Bakanı Janet Yellen’in kurumsal vergilendirme konusunda geçici uluslararası koordinasyon çabaları ve Demokrat Başkan’ın sendika mobilizasyonuna verdiği retorik destek de eklenince, Andreesen’in bunu “devasa bir radikalleşme anı” olarak neden yaşadığı ve grup sohbetlerinde milyarder sınıf bilincini teşvik etmek için neden bu kadar çok zaman harcadığı anlaşılabilir.

Bu koşullar, büyük teknoloji şirketlerinin Trump’ın dönüşünü destekleyen ikinci sermaye grubu olarak özel finans sektörüne katılmalarına neden oldu. Büyük teknoloji şirketlerinin patronlarının göreve başlama töreninde bir araya gelmeleri bu ittifakı kesinleştirdi. Bunun karşılığında, yapay zeka şirketleri için kamu güvenliği önlemlerini ve kripto şirketleri için düzenleyici engelleri ortadan kaldıran bir dizi başkanlık kararnamesi ile hızla ödüllendirildiler. Nitekim, Biden yönetiminin 2019’da başlatılan ve 2022’de rafa kaldırılan Facebook’un Libra küresel ödeme sistemi planına karşı hızlı bir şekilde karşı çıkmasının aksine, yeni yönetim kripto sektörünü devletin tam güveni ve kredisiyle desteklemeye hazır görünüyor. 

Kripto para yatırımcıları, emeklilik fonlarının parasını çekmek için özel sermaye stratejisini benimsedi. Trump’ın yeniden seçilmesinden bu yana, yirmi üç eyalet yasa tasarısı kabul ederek kamu kurumlarının kripto para yatırımına izin verdi. Bazı durumlarda, yasa tasarıları özellikle kamu emeklilik fonlarını da kapsıyor. Ve stabilcoinler için izin veren bir düzenleyici çerçeve sağlamayı amaçlayan “ABD Stabilcoinleri için Ulusal İnovasyonun Yönlendirilmesi ve Kurulması” (Genius) Yasası Senatoda önemli bir engeli aşarken, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonundan (SEC) Tüketici Finansal Koruma Bürosuna (CFPB) kadar finansal düzenleyici kurumlara yönelik DOGE saldırısı, denetimi zayıflatıyor ve finansal sistem genelinde risk almayı teşvik ediyor. Elon Musk’ın Visa ile ortaklaşa X Money Account oluşturma planının önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı. Silicon Valley Bank krizinin çok daha büyük bir versiyonunun tohumları atıldı. 

Sonuç olarak, yeni yönetimin ilk birkaç ayında sorun yaratan ciddi mali sıkıntılar, Başkan’ın kurumsal koalisyonunun bir kusuru olduğu kadar bir özelliği de olabilir. Yeni Silikon Vadisi seçikinlerinin hedefleri, federal bürokrasiyi işlevsiz hale getirmekle kalmayıp, Wall Street’i de tahtından indirmek.

Fed’in ikilemi

Bu da bizi, finans ve devletin karşı karşıya geldiği her türlü mücadelede belirleyici rol oynayan Federal Rezerv’e getiriyor. Büyük bir finansal krize rağmen, Fed ABD makro iktisadi politikasında sağlam bir para politikası hakimiyetini sürdürdü. Yeniden açılma enflasyonu başladığında, para politikası hem finansal istikrar hem de fiyat istikrarı için umut verici bir araç sunarken, maliye politikası arka plana çekildi. Yellen’in pandemi kaynaklı durgunluğa yanıt olarak uyguladığı “büyük ve erken harekete geçme” stratejisi ile oluşturulan yüksek basınç ekonomisi, pandemi kaynaklı tedarik zinciri gecikmelerinden kaynaklanan fiyat artışlarıyla birleşerek, Fed’in hem finansal piyasaları hem de işgücü piyasalarını deflasyona sokmak için para politikasını sıkılaştırmasının gerekçesini oluşturdu. 

Ne var ki, Trump’ın ikinci döneminde Fed çok daha tehlikeli bir yolda ilerliyor. Trump’ın gümrük vergileri ve zayıf dolar, enflasyonist baskıların geri dönme olasılığını artırıyor. Yetkin ve disiplinli bir yönetim, stratejik stoklama ve fiyat kontrolleriyle temel ihtiyaç maddelerinde fiyat artışlarını önleyebilir.(7) Ne var ki mevcut yönetim ne yetkin ne de disiplinli ve DOGE’nin federal hükümete yönelik sistematik saldırıları, enflasyonu dizginleme yükünün tek başına Fed’in omuzlarına bineceği izlenimini pekiştiriyor. 

Burada [Fed Başkanı] Jerome Powell bir ikilemle karşı karşıya. Gümrük vergileri ve zayıf doların çifte etkisiyle enflasyonist baskılar artarsa, Fed’in faizleri yükseltmesi beklenir. Fed şimdiden tahvil getirilerinin yükselmesine izin veriyor. Ne var ki, beklenenden yüksek faiz oranları ve beklenenden düşük gelir artışı nedeniyle derinleşen finansal stres (otomobil sahipleri, en yüksek oran ile son otuz yılın en yüksek seviyesinde kredi ödemelerini yapamaz haldeler), Fed’i 2019 sonu ve 2023 başında yaptığı gibi, acil kredi ve varlık alımları yoluyla varlık değerlerini desteklemek için müdahale etmeye zorlayabilir. Dahası, Trump ve Bessent, ABD hükümetinin borçlarına daha düşük faiz oranları uygulanmasını istediklerini açıkça belirtmişlerdi. Bu durum, para politikasında sıkılaştırma yönündeki her türlü girişimi büyük ölçüde zorlaştıracaktır.  

Powell’ın ikilemi, en büyük varlık tehlikede olduğu için daha da acil hale geliyor: ABD hazine tahvillerinin küresel güvenli varlık statüsü ve dolayısıyla ABD dolarının küresel rezerv ve fonlama para birimi statüsü. Resmi rezerv yöneticilerinin ABD menkul kıymetlerine olan ilgisi yıllardır azalıyor, çünkü küresel rezerv varlıklarında doların payı 2000 yılındaki yüzde 71’den 2024 yılında yüzde 57’ye düştü. Tahvil yatırımcıları arasında endişenin arttığına dair işaretler şubat ayında ortaya çıktı. Fransız varlık yönetimi şirketi Amundi’nin yatırım direktörü, Beyaz Saray’ın menkul kıymetler düzenlemelerini zayıflatma talimatına yanıt olarak, “ABD sistemine, Fed’e ve ABD ekonomisine olan güveni sarsabilecek adımlar atılmaya başlandı,” demişti. Takip eden haftalarda, bu üstü kapalı tehdit, borsalarda güçlü bir düzeltme ve daha da endişe verici bir şekilde ABD hazine tahvili faizlerinin yükselişiyle somutlaşmaya başladı. Trump’ın 2 Nisan’da “karşılıklı” gümrük vergileri uygulayacağını açıklamasının ardından ABD olağanüstü bir olay yaşadı: sermaye kaçışı. Fed, enflasyon yükselirken reel faizlerin düşmesine izin vermeye zorlanırsa, çok daha büyük ölçekli bir sermaye kaçışı gerçek bir olasılık haline gelir. 

ABD’nin ticaret açığını ortadan kaldırırken doların rezerv para birimi statüsünü korumak gibi hedeflerin birbiriyle bağdaşmadığı uzun zamandır biliniyor. Robert Triffin’in 1950’lerin sonlarında “dolar bolluğu” üzerine yaptığı çalışmalardan bu yana, uluslararası para iktisatçıları ticaret yoluyla küresel iktisadi büyümenin rezervlerin mevcudiyetine bağlı olduğunu anladılar. Yeni bir rezerv standardının yokluğunda, bu durum, ABD’nin sürekli ticaret açığı yoluyla dünyanın geri kalanına bol miktarda dolar sağlanması gerektiği şeklinde yorumlandı. Avrodolarların ve sınırsız brüt sınır ötesi finansal akışların olduğu bir dünyada, küresel likidite mutlaka ABD cari hesabına bağlı değil fakat yönetimin ikisini birbirinden ayırma fikirleri pek de güven verici değil. Bunlar arasında özellikle, “dünya çapında yasal ve meşru dolar destekli stabilcoinlerin geliştirilmesini ve büyümesini teşvik etme” vaadi yer alıyor. Eric Monnet bunu, stabilcoinlerin değeri dolar varlıklarıyla destekleneceği için, küresel para sisteminde doların hakimiyetini zayıflatmak yerine genişletmeyi amaçlayan bir strateji olan “kriptomerkantilizm” olarak adlandırdı.

Yönetici sınıfın yönetiminin tuzakları

Trump’ın göreve dönüşü, onun zaferine katkıda bulunan koalisyonun içindeki çatlakları ortaya çıkardı. Popüler MAGA hizipleri, ana akım finans ve teknoloji sektörünün açık küresel finans ve dijital pazarlara olan ilgisiyle pek ortak noktası olmayan Trump’ın milliyetçi tutumuna destek verdi. Teknoloji ve MAGA, ABD’nin sanayi tabanını canlandırma hedefinde orta yol bulabilir, fakat bu, hem ana akım hem de özel finansın üstünlüğü için dayandığı güçlü doların temelini sarsacaktır. Steve Bannon’un dediği gibi, “birçok MAGA’cı Medicaid’den yararlanıyor” olsa da, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisinde kısa süre önce kabul edilen federal bütçe, özel finansın desteklediği radikal sosyal yardım kesintilerini içeriyor. Retoriklere rağmen, bu harcama kesintileri vergi indirimlerini telafi etmiyor: kamu açıkları devam edecek ve yönetimin gümrük vergileri ve deregülasyon gündemi finansal istikrarı tehdit edecek.  

Devlet teorisyenleri uzun zamandır “yönetici sınıf yönetmez” iddiasını savunmaktadır. Fred Block’un isabetli ifadesiyle, liberal demokrasiler, şirketlerini yöneten kapitalistler ile hükümeti yöneten “devlet yöneticileri” arasındaki iş bölümü ile karakterize edilir.(8) Tekil kapitalistler kendi kârlarını görmeye eğilimli oldukları için, servetleri devlet yöneticilerinin toplumsal, ekolojik ve finansal yeniden üretim koşullarını sürdürmedeki başarılarına bağlıdır.

Block’a göre, kapitalist devlet kendi çıkarlarını birleştirerek hayatta kalmaya çalışır. Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Mevcut ABD hükümeti, zayıflamış haliyle, ikinci Trump dönemini destekleyen çok sayıda rakip grubun çıkarlarını birleştirebilecek mi? ABD teknoloji şirketlerinin Çin’deki üretim çıkarlarını korurken MAGA milliyetçilerini yatıştıran gümrük vergileri, uluslararası düzeyde koordine edilen doların devalüasyonu ile birleştiğinde, Bidenomics’in imalat yatırım patlamasını sürdürmek için önemli bir adım olacak. Finansal deregülasyon ve özel sermaye için 401(k) musluklarının açılması, Trump’ın federal bütçe tartışmaları sırasında ortaya attığı gibi, yüksek gelir vergisi oranlarının yüzde 37’den 2017 öncesi seviyesi olan yüzde 39,6’ya geri döndürülmesi ile birleştirilebilir. Ne var ki böyle bir konsensüsün ortaya çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. Sadece birkaç ay içinde, Trumponomics’in çelişkileri tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı ve görünürde bir çözüm de yok.


Dipnotlar:

  1. Braudel, F. (1984). Civilization and capitalism, 15th-18th century. University of California Press, s. 246 ve 266-267. 
  2. Arrighi, G. (1994). The long twentieth century: Money, power, and the origins of our times. Verso.
  3. Durand, C. (2024). How Silicon Valley Unleashed Techno-feudalism: The Making of the Digital Economy. Verso Books.
  4. Marlène Benquet and Théo Bourgeron, Alt-Finance: How the City of London Bought Democracy, Pluto: London, 2022.
  5. Phalippou, L. (2024). The Trillion Dollar Bonus of Private Capital Fund Managers (SSRN Scholarly Paper No. 4860083). https://papers.ssrn.com/abstract=4860083
  6. Ludovic Phalippou, “An Inconvenient Fact: Private Equity Returns and the Billionaire Factory,” The Journal of Investing, December 2020, 30 (1) 11 – 39.
  7. Weber, I. M., Lara Jauregui, J., Teixeira, L., & Nassif Pires, L. (2024). Inflation in times of overlapping emergencies: Systemically significant prices from an input–output perspective. Industrial and Corporate Change, 33(2), 297–341. https://doi.org/10.1093/icc/dtad080
  8. Block, F. (1987). The ruling class does not rule: Notes on the Marxist theory of the state. In Revising state theory: Essays in politics and postindustrialism (s. 51–68). Temple University Press.
Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.

Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.

Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.

Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.

Reuters: Atılım beklentisi düşük

İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.

Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak

Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor

Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.

The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor

ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.

CNN: Belirsizlik sürüyor

Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.

Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor

İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English