Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Suriyesiz ‘Arap dünyası’ yatay seyirde

Yayınlanma

İstanbul Borsasında büyük lider hisseler vardır. Türk Hava Yolları, Ereğli Demir Çelik gibi. Bu kağıtlar primlenir, yukarı yönlü hareket ederse bu durum diğer bütün hisselere olumlu yansır. Piyasa tabiriyle ortalık “yeşil” olur.  Orta Doğu’daki gidişatın seyrini izlerken bu benzetmeyi kullanmak faydalı olabilir. Belli ülkelerin artı veya eksi yönlü hareketleri sahanın “kan kırmızı” mı yoksa “bahar yeşil” mi olacağını belirler.

1-2 Kasım tarihli Cezayir’deki Arap Ligi zirvesine ABD, Körfez ve İsrail baskısıyla Suriye’nin katılamıyor olması, dengelerin kırmızıdan yeşile dönmekte zorlandığını gösteriyor. Cezayir’in, Şam’ın Arap Ligi’ne dönüşü yönünde gösterdiği yoğun çaba sonuçsuz kalmasaydı Orta Doğu’da kalıcı barış için yeşil ışık yakıldığı yorumunu zorlanmadan yapabilirdik. Suriye’nin Arap Ligi’ne dönüşüne yönelik direnç, bölgedeki çatışma dinamiklerinin de inatçılığını kanıtlıyor.

Orta Doğu diplomasi açılımı bitti mi?

Türkiye’nin Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkileri yeniden tesis etme yönünde son iki yıldır sarf ettiği çabanın bütünleyici ve devamı niteliğindeki halka, Suriye açılımıydı. Türkiye’den üst düzeyden verilen sıcak mesajları Şam, “Türk ordusunun Suriye’den çekilmesi” şartını öne çıkararak yanıtladı. Diplomatik ilişkileri kurmak için istihbaratçıların yaptığı ön görüşmelerden de sonuç çıkmadı. Suriye’de Baas Partisi’nden bir kaynağıma göre Şam’ın bakışı şu şekilde: “Savaş on yılı aştı. Suriye’nin acelesi yok, seçim sürecinde Şam, Erdoğan yönetimine prim vermek istemiyor. İlişkilerin yeniden kurulması için Türkiye’nin güven artırıcı adımlar atması gerekiyor.”

Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik Davutoğlu çizgisinden çıkması Arap başkentlerinde elbette olumlu karşılandı. Ancak ilişkiler koptuğu yerde durmadığı için yeni duruma göre restorasyonun zaman alacağını bütün taraflar kabul ediyor. Örneğin Mısır’la başlatılan sürecin, Kahire’nin ağırdan almasıyla yavaşladığı görünen bir gerçek. Bölgenin tozunu yutmuş bir arkadaşımın ifadesiyle Mısırlı diplomatlarda “deve sabrı” var ve Kahire en iyi şartlarda masaya oturmak için uygun zamanı kolluyor.

Özetle Ankara’nın sadece el uzatması, bağları koptuğu yerden şıp diye onarmaya tek başına yetmiyor. Güven inşası için geçmesi gereken “sürecin” en somut parametresi ise seçimler. Şam, Kahire, Riyad ve Ankara’nın “değerli yalnızlık” günlerinde sorun yaşadığı başkentler “sonucu görmek” istiyor.

ABD bölgeden gidiyor mu?

Esas bilek güreşinin Asya-Pasifik’te olacağı ve ABD’nin Obama döneminden bu yana elini Orta Doğu’dan çekip daha çok Çin’i kuşatmaya odaklanacağı yazılıp çiziliyor. Ancak bu durum bölgede askeri gücünü azaltan ABD’nin Orta Doğu’dan elini ayağını kestiği anlamına gelmiyor. Ukrayna savaşının bir sonucu olarak çevreci ajanda zamana yayıldı ve petrol, kömür, doğalgaz gibi fosil yakıtları önemsizleştiren görüşler rafa kalktı.

Dünya petrol arzını kontrol etmek ve yönetmek, Washington için küresel liderlik iddiasının sürmesi bakımından önemini koruyor. Petrol ve gaz üreticisi Rusya ve en büyük enerji ithalatçısı Çin ile rekabetin sahası olarak Orta Doğu, Washington açısından ağırlığını sürdürecek. Suudi Arabistan ile ABD arasındaki petrol arzı kavgasını, Riyad’ın adım adım Pekin’e yaklaşmasını ve BRICS’e üyeliği gündemine almasını da buradan okumak mümkün.

ABD’nin oyun kurma ve sonucu belirleme kapasitesi Orta Doğu’da azalmakla birlikte engelleme ve kaos çıkarma yetenekleri olduğu gibi duruyor. Az sayıdaki kuvvetiyle Suriye topraklarının üçte birinde işgalini sürdürüyor.  “Kara gücü” YPG’yi legalleştirmek Suriye’nin geleceğinde söz sahibi yapmak Pentagon’un tanımlanmış hedefi.   TSK’nın fiili müdahalesi, Rusya, İran ve Suriye güçlerinin aktif mücadelesiyle bu hesap şimdilik engellendi. ABD’nin Suriye’nin Arap Ligi’ne dönüşünü baskılamayı sürdürmesinin de arkasında YPG’yi Şam’a kabul ettirememiş olması yatıyor.

Suriye lideri Beşar Esad’ın Hamas’la yeniden kucaklaşması da İsrail’in radarında. Şam“Direniş ekseni” politikasından taviz vermiyor. Bu duruşunun maliyetinin Arap dünyasına resmi dönüşünü geciktirdiğinin farkında. ABD ve İsrail’in tepkisini göze alarak Hamas’la açılan yeni sayfa Şam, Arap Ligi’ne dönememiş olsa da sahadaki etkinliğini ispatlıyor.

Ocak ayı sonunda Rus uçaklarıyla Suriye uçaklarının Golan üzerinde devriye atması İsrail’e ciddi bir uyarıydı. Mesajı alan Tel Aviv bütün baskılara rağmen sofistike hava savunma silahlarını Kiev’e vermedi. Ezcümle Suriye’nin normalleşmesi için uluslararası ortam henüz kıvama gelmedi.

Bekle gör dönemi

Türkiye’yi dışarda bırakarak düşündüğümüzde Arap devletleri arasında da Suriye konusunda bir “bekle gör” durumunun olduğu söylenebilir. Mısır’ın, Suudi Arabistan’ın ve Körfez emirliklerinin Suriye’nin Arap Ligi’ne dönüşüne halen onay vermemiş olmasının nedeni, daha çok küresel güvenlik durumundaki belirsizlik ve kaygılar.

Arap dünyasının ABD’nin bir sonraki başkanını tahmin etme, o süreçte olabilecekler hakkında doğru analizi yapma ve Rusya-Ukrayna savaşında kazanacak olan tarafı hatasız tespit etme gibi zor görevleri bulunuyor. Bu konularda yapılacak bir hesap hatası, şişede zorla tutulan cinlerin sokağa kaçmasına neden olabilir.

Kovid 19, ekonomik durgunluk riski, terör hücrelerinin potansiyelleri Arap devletlerini kırk düşünüp bir davranmaya mecbur ediyor. Ekonomisi kırılgan olan ve ekmek sorununu çözmekte zorlanan Mısır’ın da diplomaside adım atarken kendisini arkalayan Suudi Arabistan’ı, Körfez’i gözetmeden davranmasını beklemek de gerçekçi değil. Dönemin sanatı dengede yürümek. Kahire de Şam’la açtığı yeni sayfayı en azından kameralar önünde Riyad ve Körfezi dışlamadan yapmak zorunda. Suudi İstihbarat Şefi geçen mayısta Şam’a gelerek Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşse de kırılan vazoyu onarmak o kadar kolay değil.

Rusya’nın Suriye’yi Arap Ligi’ne döndürme çabaları da Ukrayna savaşının belirsizliği devam ederken sonuçsuz kaldı. Rusya, Orta Doğu’da ağırlığını 2015’de Suriye’ye müdahil olması ile artırmıştı. Bu ağırlık şimdi Ukrayna savaşında yeniden terazide. Rusya’nın Ukrayna cephesindeki başarı ya da başarısızlığı bölge başkentlerinde dikkatle izleniyor. Geçen günlerde “Rusya’nın Ukrayna sonrası Suriye stratejisi nedir” sorusunu yönelttiğim, Orta Doğu’da uzun yıllar bulunmuş Rus muhatabım şöyle söyledi: “Yeni bir durum yok. Suriye değil Ukrayna öncelik. Şu anda her şey Ukrayna, Suriye stratejisi de Ukrayna. Ukrayna’daki durum Orta Doğu’yu doğrudan etkileyecek.”

Arap Ligi’nde Rusya ile Batı arasında tercih yapmadan dengede kalmak isteyen merkez devletler ile Sudan ve Suriye gibi Rusya ile Batı’ya karşı stratejik iş birliğini tercih eden devletler arasında temel farklılık, en önemli ayrışmaların başında geliyor. İsrail ile ilişkiler, İbrahim anlaşmalarına bakış ve İran’la ilişkiler büyük anlaşmazlık konuları olarak sıralanabilir. Başlangıcından bugüne etkin bir yaptırım gücü olmayan Arap Ligi’nin farklılaşan devlet çıkarlarını ortak bir Arap potasında eritip etkin bir örgüt olarak öne çıkacağı bir zirve beklentisi bulunmuyor. Atlantik kıyısındaki Fas ve Moritanya’dan Basra Körfezine uzanan devletler kuşağını tek bir ülkü etrafında toplamak, bir “Arap Turanı” kurmak reel politiğin sınırlarını zorlayan bir düşünce. Arap devletleri yan yana durarak ancak farklı jeopolitik ve siyasi baskılarla eylemlerine yön verecekler.

Başladığımız yerden sonuca gelirsek yine piyasa tabiriyle; Suriye’yi kucaklamaya hazır olamayan Arap dünyası “yatay seyirde”. İbrenin yeniden Arap Baharı dönemindeki gibi kırmızıya dönmemesi için gayret gösteriliyor.

 

 

ORTADOĞU

Suriye’de “muhalifler” ne olacak?

Yayınlanma

Türkiye’nin en uzun sınırındaki ABD ve Rusya varlığı, PYD’nin giderek büyüyen silahlı gücü,  Türkiye’nin şemsiyesinde yaşam alanı bulan gruplardan bazılarının Ankara – Şam diyaloğuna bayrak açması…

Kayseri ve peşinden Suriye’nin kuzeyinde cereyan eden olaylar Suriye’de çözüme giden yolda çok çetrefilli konuların yönetilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koydu.

2011’den bu yana Suriye’de sırasıyla gerginlik, iç çatışma, küresel müdahale aşamalarından geçen büyük kriz göç sorunuyla birlikte Türkiye için oldukça karmaşık bir hal aldı. Sorunu çözmek için atılan veya atılması planlanan her adımın da yeni sorunları tetiklediğine tanık oluyoruz.

2024 Temmuzunda muhalif saflar arasında patlak veren karmaşa ve isyan teşebbüsünün bir dizi sebebi var. Bu sorunlar en özet haliyle “gelecek kaygısı” ve plansızlığı olarak tanımlanabilir.

Buraya nasıl gelindi?

Ankara PYD tehdidini öncelik olarak görmeye başlayınca kademeli olarak Şam’da rejim değişikliği politikasından çekilecekti. Astana platformuyla ise muhaliflerin Suriye’nin büyük kentlerindeki çatışma alanlarından tasfiye edilmesi ve ülkenin kuzeyine toplanması sağlandı. Muhalifler Halep, Şam, Humus kentlerinin kırsallarından ve Lazkiye dağlarından çekilirken TSK da esas tehdit olarak gördüğü PYD/YPG ve IŞİD üzerine yürüyecekti. Eş anlı gerçekleşen bu büyük manevralar büyük sorunun ertelenmesini sağlıyordu.

Soru: Peki, muhaliflerin geleceği ne olacak? Sonsuza kadar Suriye’nin kuzeyinde uzun ince bir koridorda mı yaşayacaklar? Şam’da siyasi bir gelecekleri olacak mı? Parti kurup Suriye parlamentosunda yer alabilecekler mi? Suriye’de yeni bir anayasa yazılacak mı? Ankara-Suriye diyaloğunda yerleri ne olacak?

İkinci bir soru: Şam, sahada kazanıp neden masada kaybetsin? Açarsak; çöküşün eşiğinden dönen Şam yönetimi, büyük şehirlerinden çıkarmayı başardığı, askeri ve siyasi düzlemde üstünlük sağladığı, bin parçalı ve etkisiz Suriye muhalefetini neden yeniden güçlendirecek türden adımlar atsın? Bunu zorlayabilecek bir kuvvet var mı? Şam’ın kapılarındayken pazarlık başka kuzeyde uzun ince ABD, Rus devriyeleri ile PYD/YPG arasında sıkışık bir koridorda pazarlık başka.

Üçüncü soru: Afganistan’dan karga tulumba çekilen ABD Suriye’deki sınırlı varlığını da çekme kararı alacak mı? 2018’de sınırlı bir çekilme eylemine imza atan Trump iş başına gelirse Suriye’den tamamen çekilir mi? Olası çekilme kaynaklı bir hareketlilik ve Suriye’nin kuzeyindeki silahlı güçler arasında yeni bir köşe kapmaca yaşanır mı?

Neler söylendi?

Ankara – Şam diyaloğunda “bu sefer adım atılıyor” hissi yaratan açıklamalar doğrudan liderlerden ve öncekilere kıyasla güçlü ifadelerle geldi.

Beşşar Esad, 26 Haziran’da “Suriye, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere, Suriye Devleti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde ve terörizmin her türlüsüne karşı mücadele çerçevesinde açıktır” dedi.

28 Haziran’da da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Suriye ile yeniden diplomatik ilişkileri kurmamak için bir sebep yok. Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz. Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Biliyorsunuz ailece görüşmeye varana kadar Sayın Esed’le geçmişte nasıl yaptıksa yeniden yapmamamız için bir sebep yok” diye konuştu.

Suriye’de devletin görüşlerini yansıtan El-Vatan Gazetesi, Suriye ile Türkiye arasında doğrudan temasın Bağdat’ta başlayacağını yazdı.

Şam’ın kontrol ettiği bölgeler ile muhalefetin kontrolündeki bölgeleri birbirine bağlayan Ebu Zeydin Sınır Kapısı da 27 Haziran’da açıldı.

Suriye devlet olarak egemenlik haklarının Ankara tarafından eksiksiz tanınmasını istiyor. Bunun için söz değil bağlayıcı bir taahhüt ya da eylem görmek istediğini belirtiyor. Şam’a göre Ankara çekilmek için ciddi olduğunu göstermeli.

Ankara ise çekildiği takdirde bölgede güvenliğin sağlanamayacağı ve PYD’nin alan kazanacağından endişe ediyor. Yeni bir çatışma ve Türkiye’ye yönelik göç dalgasının oluşmasını istemiyor.

Akla ilk gelen şey; belirli bir takvimle Şam’ın kademe kademe sınır hattına yerleşebileceği bir çözümün müzakere edilebileceği… Ancak bu sanıldığı kadar kolay olmayacak. Bu bağlamda çok fazla konuşulmayan bir konuya Suriye’nin kendi içerisinde yaşanan demografik kayma ve buna bağlı karmaşık sorunlara bakmak gerekiyor. Bir örnek vermek gerekirse Deyri Zor’un al Şaitat aşiretine mensup binlerce savaşçı Çobanbey – Afrin arasına yerleşmiş durumda. Bölgedeki Türkmen nüfusun önemli ölçüde Türkiye’ye yerleşip vatandaşlık alması da Ankara’nın işini zorlaştıran bir unsur. Deyri Zorlu Al Şaitat aşiretinin bir özelliği de savaş döneminde petrol ticaretiyle büyük bir zenginliğe ve maddi güce kavuşmaları. Çatışma dönemi boyunca yer yer IŞİD ile bazen Nusra ile bazen de ÖSO ile çatışan ve 10 binlerce savaşçısı bulunan bu aşiretin geleceği ne olacak? Bu sadece bir parçasının özeti, bunun gibi hesap edilmesi gereken sayısız parça var…

Sorun sadece ÖSO adıyla bilinen ve daha sonra “Suriye Milli Ordusu” adını alan grup değil. İdlib sorununu da buraya ekleyince mesele çok bunaltıcı görünüyor. Mikro ölçekte aşiretlerin, disipline gelmeyen grupların savaş döneminde elde ettiği ayrıcalıkları ve gücü kaybetmek istemediği aşikar.

Ankara – Şam yakınlaşmasını baltalama girişimlerinde istihbarat örgütlerinin dahlinin ne ölçüde olduğunu masa başından tespit etmemiz kolay değil. Bir varsayım olarak olasıdır ve böylesine farklı silahlı grubun ipince bir dengede durduğu sıkışık bir coğrafya parçasında olmaması garip olurdu.

Anlaşılan o ki bu sefer “şeriatın kestiği parmak” acıyacak.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

“Netanyahu, Gazze’de Filistin Yönetimi’ne yeşil ışık yaktı”

Yayınlanma

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD’nin savaş sonrası Filistin Yönetimi’nin Gazze’yi yönetmesine yönelik planını kamuoyu önünde reddetmeye devam ederken “alt düzey Filistin Yönetimi çalışanlarının” Gazze’de rol almasına yeşil ışık yaktığı iddia edildi.

Konuyla ilgili bilgi sahibi üç yetkilinin The Times of Israel’e verdiği bilgiye göre, Netanyahu’nun ofisi son haftalarda Hamas’a karşı savaşın ardından Gazze’nin yönetiminde Filistin Yönetimi ile bağlantılı kişilerin yer almasına yönelik muhalefetini geri çekmeye başladı.

ABD, hazırladığı savaş sonrası planı özetle; Gazze’nin Filistin Yönetimi’ne verilmesini ve güvenliğin geçici bir süre Arap ülkelerinden gönderilecek birliklerle sağlanmasını öngörüyor.

İki İsrailli yetkiliye göre bu gelişme, Netanyahu’nun ofisinin aylarca güvenlik birimlerine Gazze’nin savaş sonrası yönetimine ilişkin planlarına Filistin Yönetimi’ni dahil etmemeleri talimatı vermesinin ardından geldi ve bu talimatın “ertesi gün” olarak bilinen dönem için gerçekçi öneriler hazırlama çabalarını önemli ölçüde engellediğini söyledi.

Netanyahu geçen hafta Kanal 14’e verdiği demeçte kıyı bölgesinde bir Filistin devletinin kurulmasına izin vermeyeceğini ve “[Gazze’yi] Filistin Yönetimi’ne vermeye hazır olmadığını” vurgulamıştı. Netanyahu sağcı kanala bunun yerine “mümkünse yerel Filistinlilerle ve umarım bölge ülkelerinin desteğiyle” bir sivil yönetim kurmak istediğini söylemişti.

İsrailli bir güvenlik yetkilisi, Times of Israel’e “Yerel Filistinliler” ifadesinin “Filistin Yönetimi’ne bağlı kişiler için kullanılan bir kod” olduğunu söyledi.

İkinci bir İsrailli yetkili de Netanyahu’nun ofisinin, Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ile Gazze’de halihazırda kurulmuş olan kurumların parçası olan “alt düzey” Filistin Yönetimi çalışanları arasında ayrım yapmaya başladığını söyledi.

Ancak Abbas’ın, İsrail’in iki devletli bir çözüme götürecek siyasi bir ufuk oluşturma taahhüdü olmadan bu yetkililere ve kurumlara Gazze’yi yönetme yetkisi verme olasılığı son derece düşük. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Mısır, Ürdün ve diğerlerinin yardımlarını iki devletli çözüme giden uygulanabilir bir planı şart koştukları göz önüne alındığında, komşu Arap ülkelerinin savaş sonrası Gazze’nin yönetimine veya güvenliğinin sağlanmasına katılımı için de geçerli.

Ayrıca, Gazze’de varlığını sürdüren ve popülerliği 7 Ekim öncesine göre daha da artan Hamas’ın bu planın hayata geçmesine izin vermeyeceği tahmin ediliyor.

Öte yandan dün Financial Times, İsrail Savunma Kuvvetleri IDF’nin Gazze’nin kuzeyindeki iki şehirde Hamas’a bağlı olmayan Gazzeli siviller için “insani bölgeler” yaratarak bir pilot program başlatacağını yazmıştı.

Gazze’nin kontrolünün bir kısmının Ramallah ve ılımlı Arap devletlerine devredileceği belirtilen haberde, aksi yönde defalarca yapılan açıklamalara rağmen İsrail’in Filistin Yönetimi ile çalışma isteğinin bir kez daha teyit edildiği belirtilmişti. Ancak plan, FT’ye konuşan isimsiz eski yetkililer ve planları bilen diğer kişiler tarafından “hayata geçmesi mümkün olmadığı” şekilde değerlendiriliyor.

FT’nin haberi, Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi’nin bir konferansta İsrail’in “ertesi gün” planının önümüzdeki günlerde Gazze’nin kuzeyinde uygulanmaya başlayacağını duyurmasının hemen ardından servis edildi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’in “Hizbullah” hazırlığı: Direniş Ekseni Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyecek

Yayınlanma

İsrail, Gazze’deki çatışmaları durdurmaya ve böylece Hizbullah’la çatışmaların yoğunlaştığı kuzey cephesini takviye etmeye hazırlanıyor. İran dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı, İsrail’in Hizbullah’a karşı topyekûn bir saldırı başlatması halinde İran ve direniş ekseninin Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyeceği uyarısında bulundu.

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaşın yoğunluğunu düşüreceği ve başka bir aşamaya geçeceği duyurulmuştu. Bu kapsamda pazar günü İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı ve üst düzey subaylar Güney Komutanlığı’nda bir araya geldi. Haaretz’den Amos Harel, görüşmenin “Gazze Şeridi’ndeki savaşın en yoğun aşamasının sona yaklaştığını gösteriyor” diye yazdı ve ekledi, “Bundan sonra izlenecek yol daha da netleşiyor: Gazze’deki güçlerin azaltılması, Hamas hedeflerine yönelik bir baskın sistemine geçilmesi ve birliklerin kuzey sınırına kaydırılması.”

Öte yandan İsrail’in Kanal 12 televizyonunun haberine göre, kuzeydeki savaşa hazırlık amacıyla 10 Ekim’den bu yana ilk kez kuzey sınırındaki bazı hastanelerin yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastalar ülkenin orta kesimlerindeki hastanelere nakledildi.

Haberde kuzeydeki hastanelerden sevk edilen hastaların ağır vakalar olduğu ve bazılarının solunum cihazına bağlı yaşadığı ifade edildi.

Kuzeydeki hastanelerin ayrıca ülkenin merkezindeki diğer hastanelere göre nispeten küçük ve yoğun bakım ünitelerindeki yatak kapasitelerinin de daha az olduğuna dikkat çekildi.

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel planı” onayladığını duyurmuştu.

İsrail’in Gazze’den çekeceği birliklerin bir kısmını kuzey sınırına kaydırarak Hizbullah’a “savaşmaya hazır” olduğu mesajını vermeye hazırlandığına dikkat çekiliyor. Hem Gazze’deki savaşın yoğunluğunun azalması hem de gövde gösterisi ile Hizbullah’ı ABD ve Fransa’nın arabuluculuk ettiği anlaşma masasına çekebilmeyi umuyor.

Bölgeyi yakından bilenler olası bir İsrail-Hizbullah savaşının her iki taraf için de oldukça yıkıcı sonuçlar doğuracağına dikkat çekiyor. Nitekim İran, İsrail’in Lübnan’a saldırması halinde Lübnan’a destek vereceğini açıkladı. İran dini lideri Ali Hamaney’in dış ilişkiler danışmanı Kemal Harrazi Financial Times’a verdiği demeçte, İsrail’in Hizbullah’a karşı topyekûn bir saldırı başlatması halinde, Tahran ve “direniş ekseni”nin Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyeceği söyledi.

Harrazi, İran’ın en önemli ve güçlü vekili olan Hizbullah’ı tam bir çatışma durumunda askeri olarak destekleyip desteklemeyeceği sorusuna şu yanıtı verdi: “Tüm Lübnan halkı, Arap ülkeleri ve direniş ekseni üyeleri İsrail’e karşı Lübnan’ı destekleyecektir.”

İsrail ile Hizbullah 8 Ekim Ekim’den bu yana “kontrollü” bir çatışma içerisinde ancak iki taraf da topyekûn bir savaşa çekilmek istemiyor. Ancak Gazze’deki katliamın boyutu büyüdükçe Hizbullah da çatışmaların dozajını artırıyor. İsrail ise bir yandan caydırıcılığını yeniden tesis etmek için Hizbullah’a yanıt vermeye diğer yandan ikinci bir cephenin açılmaması için dikkatli olmaya çalışıyor. Ancak Mavi Hat üzerinde gerilim arttıkça kontrollü çatışmaların her an rayından çıkabileceği değerlendiriliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English