DİPLOMASİ
Tarihte ilk: Küba Devlet Başkanı, ABD basınına mülakat verdi
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD, 1961 yılında Amerikalıların mülklerinin kamulaştırılmasına tepki olarak ada ülkesiyle diplomatik bağlarını kopararak 3 Şubat 1962’de Küba’ya karşı ticari ve iktisadi ambargo ilan etti. Söz konusu ambargonun kaldırılması için verilen mücadele Havana’nın dış politikasının öncelikleri arasında yer alıyor. Diğer yandan adanın abluka nedeniyle enerji ve gıda krizi derinleşiyor. Durum, hükümetin eylül ayının sonunda durumun ciddiyetini resmen kabul etmesiyle yeni bir aşamaya girdi. Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel, ABD basınına mülakat veren ilk Küba lideri olarak, ülkede sosyalizmin geleceği ve ABD ablukasının sonuçlarını ele alıyor.
Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel, The Nation ile bir araya geldi
D.D. Guttenplan, Katrina vanden Heuvel
28 Ekim 2023
Küba Devlet Başkanı, Küba sosyalizminin geleceği, ABD ablukası ve ada ülkesinin karşı karşıya olduğu iktisadi zorluklarla ilgili düşüncelerini paylaşmak üzere tarihte ilk kez bir ABD yayın organıyla bir araya geldi.
Eylül ayının sonlarında The Nation’ın yazı işleri müdürü Katrina vanden Heuvel ve editörü D.D. Guttenplan, Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel ile New York’ta özel bir mülakat için bir araya geldi.
Bu, Devlet Başkanı’nın ABD’de verdiği ilk mülakattı. Ada ülkesinin karşı karşıya olduğu iktisadi krizi, sosyalist modelin geleceği ve Washington’dan devam eden düşmanlığın etkisi tartışıldı.
Miguel Díaz-Canel: Öncelikle, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 78. oturumuna Küba heyetinin bir parçası olarak gerçekleştirdiğimiz bu ziyaret vesilesiyle bu mülakatı yaptığınız için size teşekkür etmek istiyorum. Amerikan halkına, özellikle de ABD’de yaşayan milyonlarca Latin ve Kübalıya hitap etmeme imkân sağladığınız için teşekkür ederim.
Benim kuşağım devrimle birlikte doğdu. Ben 1960 yılında doğdum ve ilk doğum günümü Playa Girón [Domuzlar Körfezi] zaferinden bir gün sonra kutladım. Devrimin doğuşu ve yaşamı benim kuşağıma damgasını vurdu.
Küçük yaşlardan itibaren devrimin bize sağladığı tüm fırsatlardan —kendimizi geliştirmek, bilgi edinmek, kültür, bilim ve spora katılmak ve sağlık hizmetlerine erişimin tadını çıkarmak— yararlanma konusunda motive olduk. Aynı zamanda görevlerimizi yerine getirmemiz ve sadece hakların alıcısı değil, ülkenin karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelmemiz gerektiğinin de farkındaydık.
Tabii ki devrim farklı aşamalardan geçti. Benim çocukluk anılarım çok karmaşık yıllara ait. Daha sonra, sosyalist kampla ve özellikle de Sovyetler Birliği ile daha yakın ilişkilerimizin olduğu 70’li ve 80’li yıllarda iktisadi açıdan daha rahat bir dönem geçirdik. Ardından bir başka zorlu dönem olan özel dönem geldi.
2000 yılından itibaren ülke yeni bir iktisadi büyüme evresine girdi ve görünüm iyileşti. Fakat bugün kendimizi sizin de “karmaşık” olarak tanımladığınız bir durumun içinde buluyoruz. Böylesine belirsiz bir dünyada, özellikle de pandeminin getirdiği sorunlarla birlikte uluslararası ilişkiler karmaşık bir hal alıyor.
Siyasi hayatın ve hükümetin sorumluluklarını üstlenen bir neslin temsilcisi olarak devrime, Küba halkına ve minnettarlığımızı ve takdirimizi borçlu olduğumuz vizyoner liderler olan Fidel [Castro] ve Raúl’a [Castro] karşı muazzam bir bağlılık hissediyorum.
Kendimizi doğrusal bir süreklilik kuşağı olmasa da bir süreklilik kuşağı olarak tanımlıyoruz. Süreklilik, dönüşüm eksikliği anlamına gelmez, bilakis diyalektik bir süreklilik anlamına gelir; böylece toplumumuzu dönüştürürken, ilerletirken ve mümkün olduğunca mükemmelleştirmeye çalışırken, ülkemizde sosyalizmi mümkün olduğunca sosyal adaletle inşa etme konusundaki inançlarımızdan vazgeçmeyiz.
Bu bizim yaşam boyu bağlılığımız ve vizyonumuzdur. Büyük çaba, başarı ve fedakârlık gerektirir ve bu, özellikle zorlu koşullar altında bizden çok şey talep eder.
Katrina vanden Heuvel: Bugün Küba’da çok sayıda genç insan var. Bu bağlamda, Küba ekonomisinin geleceğini nasıl öngördüğünüzü merak ediyorum. Elbette abluka acımasız ama gençler arasında değişim olmadan Küba’da bir gelecek göremeyecekleri hissi de var.
MDC: İçinde bulunduğumuz zamanın benzersiz bir yanı var. Doğduğumuzdan beri abluka altında yaşıyoruz. Örneğin benim kuşağım, 60 kuşağı, abluka ile doğdu. Çocuklarımız ve torunlarımız —benim de torunlarım var— abluka altında büyüdüler. Ancak abluka 2019’un ikinci yarısında ciddi ölçüde değişti. Eskisinden daha da ağırlaştı.
Yeni ve daha ağır abluka iki faktörün sonucuydu. Birincisi, ablukayı uluslararasılaştırarak güçlendiren ve Helms-Burton Yasasının Üçüncü Bölümünü ilk kez uygulayan Trump yönetiminin 243’ten fazla tedbir uygulamasıydı. Bunu yaparken yabancı sermayeye, uluslararası konvertibl para birimlerine ve işçi dövizlerine erişimimizi kestiler; Kuzey Amerikalılar artık Küba’yı ziyaret edemedi ve Küba ile iş yapan bankalar ve finans grupları üzerinde mali baskı kurdular.
Tüm bunların üstüne Trump, Ocak 2021’de görevden ayrılmadan dokuz ya da on gün önce bizi Küba’nın terörü destekleyen bir ülke olduğunu söyleyen sahte bir listeye dahil etti ki bu kesinlikle doğru değil. Tüm dünya Küba’nın hümanist görevini ve barışa nasıl katkıda bulunduğumuzu biliyor. Biz hiçbir yere asker göndermeyiz; doktor göndeririz. Ve o zaman bile, dayanışma içinde hareket etmek ve dünyanın diğer bölgelerine hizmet sunmak için doktorlarımızı yurt dışına gönderdiğimizde, ABD esasında insan kaçakçılığına karıştığımızı iddia ediyor.
Aynı zamanda, tam da iktisadi durum kötüleşirken, Kovid-19 her yerde olduğu gibi Küba’yı da vurdu ve ülkeyi büyük ölçüde etkiledi. Bununla birlikte, Kovid-19 salgını sırasında, ABD yönetimi sapkın bir şekilde hareket etti ve ablukayı sıkılaştırdı. ABD halkına derin saygı ve dostluk bağlarımız olduğu için ABD halkı ile yönetimini ayrı tutuyorum.
ABD yönetiminin devrimin o andan sonra hayatta kalamayacağını düşündüğüne inanıyorum. Pandemi Küba’da son derece yüksek bir seviyeye ulaştı ve 2021’in büyük bir kısmı boyunca sürdü. 2020’de başladığında hala aşılarımız yoktu, hatta aşı elde etme imkânımız bile yoktu.
Ardından Küba’daki tıbbi oksijen tesisinde bir arıza meydana geldi. Oksijenimiz bitmişti ve ABD yönetimi, Karayipler ve Orta Amerika’daki şirketlere bize oksijen tedarik etmemeleri konusunda baskı yapıyordu. Ayrıca yoğun bakım koğuşlarını genişletmemiz gerekti ve ABD yönetimi de buna solunum cihazı üreten ve pazarlayan şirketlere Küba’ya solunum cihazı tedarik etmemeleri için baskı yaparak karşılık verdi.
Durum kritikti ve Küba Devrimi’ni itibarsızlaştırmak amacıyla devasa bir medya kampanyası yürütülüyordu. Sağlığı bir hak olarak gören, verimli, ücretsiz ve yüksek kaliteli bir sistem olan sağlık sistemimize ve bilim insanlarımıza, özellikle de genç olanlara yöneldik. Bilim insanlarımız solunum cihazlarını tasarladı ve bugün üçünün etkinliği kabul edilen beş aşı adayı geliştirdi. Ve bu da ülkeyi kurtardı. Ancak pandemiden, pek çoğu 2019 öncesinden bu yana birikmiş pek çok sorunla çıktık.
İlaç, gıda ve yakıt sıkıntısı çekiyoruz. Nüfusa zarar veren ve insanların, özellikle de gençlerin hayatını doğrudan etkileyen uzun süreli elektrik kesintileri yaşıyoruz. Eğitim sürecimizin gençlere içinde bulunduğumuz durumun önemini aşıladığına inanıyorum. Yine de bir kuşak olarak önümüzde çok büyük bir zorluk, Küba gençliğinin —Özel Dönem’de doğan ve tüm bu yıllar boyunca gerçekten zorlu bir iktisadi ve sosyal durumda yaşayan gençlerin— bu anlık uzaklaşmasının devrimden ve ülkenin kendisinden ideolojik bir kopuşa yol açmamasını sağlama sorumluluğu var.
Diğer dönemlere kıyasla daha büyük bir göç olduğu doğru. Fakat bu durum Küba ile ABD arasındaki tarihte periyodik olarak meydana geldi. En yoğun göç hadiseleri her zaman ABD’nin Küba’nın iktisadi durumunu kötüleştiren agresif politikalar uyguladığı dönemlerle ilişkilendirildi. Küba Uyum Yasası [1966] ve diğer tedbirler vasıtasıyla ABD, Kübalıların yasa dışı, güvensiz ve düzensiz göçünü desteklerken, bu politikaları diğer ülkelerden gelen göçmenlere uygulamadı.
Pandeminin üstesinden gelmemizden çok şey öğrendim; Kübalıların direnme biçimini yaratıcı bir direniş olarak anlamaya başladım. Yaratıcı bir şekilde direnmek, yalnızca yerinde kalarak direnmek değil, zorlukların üstesinden gelmek için insanlarımızın kabiliyet ve gücünden yararlanarak ve yaratarak ilerlemek anlamına geliyor. Bunun bir örneği de aşılar. Dünyada sadece beş [başka] ülke aşı geliştirebildi ve bunların tamamı gelişmiş ülkelerdi. Küba bunu yapabilen tek gelişmekte olan ülke ve aynı zamanda 0,76 ölüm oranı gibi etkileyici bir göstergeye sahip. Küba, pandemi sırasında kişi başına diğer tüm ülkelerden daha fazla doz aşı uyguladı.
Nüfusunun yüzde doksanından fazlası Kovid’e karşı tamamen aşılanmış 20 ülkeden biriyiz. Ve dünyada iki yaş ve üzeri çocuk nüfusa aşı uygulayan ikinci ülke olduk. Bu yaratıcı direniş biçimleri şimdi ekonominin ve sosyal yaşamın diğer alanlarına da sirayet ediyor; çabalarımız, kabiliyetlerimiz ve emeğimizle ablukanın üstesinden geliyoruz.
Gençlerimizi bu çabaya giderek daha fazla dahil ediyor ve onlara toplumsal katılım açısından daha fazla alan sunuyoruz. Netice olarak gençler, devrim tarafından savunulan toplumsal projeyle örtüşen yaşam hedeflerine sahip olmanın mümkün olduğunu görebiliyorlar. Elbette göç edenler de var ama gençlerin çoğu Küba’da, sözünü ettiğim alanlarda ve diğerlerinde çalışıyor. Bilimsel gelişimimize öncülük edenler de onlar. Gençler ülkenin başlıca üretken ve iktisadi faaliyetlerinde yer alıyorlar. Toplumun dijital dönüşümüne yön verenler, sosyal, siyasi ve kurumsal iletişimin standart taşıyıcıları onlar. Devrimin sürekliliği adına çalışmamız gerektiğine bizi ikna eden onlar.
DDG: Söylediğiniz iki şeye değinmek istiyorum Sayın Devlet Başkanı. Birincisi, Küba’dan göç olarak nitelendirdiğiniz şeyin döngüsel fıtratı ve size göre bunun daha sert yaptırımlara nasıl yanıt verdiği. Eğer savınızı anladıysam ABD, daha sert yaptırımlar uyguluyor ve bu da daha fazla insanı ülke dışına itiyor. Bunun Biden yönetiminin yapabileceği bir şey olduğunu düşünüyor musunuz?
MDC: Biden yönetimiyle birlikte çok fazla şeyin değişmesini beklemiyoruz. ABD ile hala diplomatik ilişkimiz var; Küba’da bir Amerikan büyükelçiliği ve ABD’de bir Küba büyükelçiliği var. İlişkiler Obama döneminde yeniden tesis edildi ki bu Trump’ın uyguladığı ve Biden’ın sürdürdüğü politikadan tamamen farklı bir politikaydı. Bunun altını çiziyorum, zira Küba’ya maksimum baskı politikasını uygulayan Cumhuriyetçi bir başkan olsa da bu politikayı sürdüren Demokrat bir başkan.
Doğrudan ve dolaylı kanallar vasıtasıyla Biden yönetimine, ABD’ye göç de dahil sorunlarımızı görüşmek üzere masaya oturmaya hazır olduğumuzu bildirdik. Fakat bunun eşitlik ve saygı çerçevesinde ve hiçbir koşul öne sürülmeden yapılması gerekiyor. ABD’den herhangi bir yanıt alamadık. Dolayısıyla bu yönetimin bizimle birlikte çalışma niyeti olduğunu düşünmüyoruz.
Bununla beraber ideolojik farklılıklarımız ne olursa olsun, iki ülke arasında medeni bir ilişki sürdürmeyi arzuluyoruz. O an gelene dek bu durumu kendi başımıza aşmak için çalışmaya devam edeceğiz. Gençlerin, kendilerine ne tür fırsatlar sunulduğu konusunda aldatma, manipülasyon veya yanlış tanıtıma maruz kalmamalarını teminat altına almak için çalışıyoruz. Gençler, Küba’dan yasal yollarla ayrılıp ABD’ye geçerken yasa dışı duruma düştükleri için tamamen düzensiz ve yasa dışı bir göç akışına —insan kaçakçılığı planlarına— kapılıyorlar.
Küba göçü, özellikle de genç Kübalı göçmenler hakkında fazlaca konuşuluyor ama gerçek şu ki göç tüm ülkeleri etkiliyor ve göç edenler genelde hayalleri olan genç, güçlü kuvvetli insanlar.
KvH: Küba’da küçük dükkanlar, özel oteller ve restoranlar görüyorsunuz. Sosyalizm çerçevesinde bu sürecin ne kadar ileri gidebileceğini düşünüyorsunuz?
MDC: Mümkün olan en yüksek sosyal adaleti teminat altına alan sosyalist bir ekonomi olmayı arzuluyoruz. Bu sosyalist ekonomiyi, içinde yaşadığımız belirsizlik ve karmaşıklıklarla dolu, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun giderek açıldığı ve Güney ülkelerinin pek çok dezavantaja sahip olduğu dünya koşullarını unutmadan inşa etmeli, güçlendirmeli ve geliştirmeliyiz.
Yine de sosyalizm idealimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Ancak abluka ve Küba’nın kendi içindeki sorunlar da dahil olmak üzere mevcut koşullar böyleyken bunu nasıl yapacağız? Sosyalist ekonomiyi daha fazla sosyal adalete ulaşmanın yolu olarak savunurken, aynı zamanda sosyalist devlet teşebbüsünün, yani sosyo-ekonomik modelimizdeki kamu teşebbüsünün daha fazla verimliliğini, daha fazla özerkliğini ve daha iyi performansını savunuyoruz.
Ayrıca kamu sektörünün tamamlayıcısı olarak ekonomide devlet dışı özel bir sektörün de önünü açtık. Bir yanda, bugün ana üretim araçlarının mülkiyetine ve yönetimine sahip olan bir aktörün —kamu teşebbüsünün— olduğu tek bir girişimci sistem var; diğer yanda ise ülkenin kalkınmasına, GSMH’ye katkıda bulunan ve işgücünün bir kısmını absorbe eden ikinci bir devlet dışı aktör var.
Son zamanlarda oldukça ilginç bir gelişmeye tanık olduk; bu devlet dışı işletmeler kamu sektörüyle ilişki kurmaya başladı. Örneğin, abluka koşullarında kamu işletmelerimiz üretim kapasitelerini maksimum düzeyde kullanamıyorlar. Fakat ablukaya rağmen ithalat yapma imkânı daha fazla olan devlet dışı sektör, o kamu kuruluşuyla ilişki kuruyor ve birlikte, sonuçta halkın yararına olan üretken faaliyetler ve hizmetler geliştiriyorlar.
Küba halkına, bunca yıldır ablukaya direnerek gösterdikleri kahramanlık karşılığında hak ettikleri refahı vermeyi arzuluyoruz. Bunu nasıl yapacağız? Bir kamu sektörü ve bir özel sektör içeren sosyalist bir inşa konseptiyle. Bu zorlu bir görev ama bunu başaracağız.
KvH: Eski Dışişleri Bakanı Alarcón’u vefatından bir hafta önce görme şansına sahip oldum ve onun en çok etkilendiği konu bölgedeki değişimlerdi. Daha geçen gün Lula büyük bir toplantı için Küba’daydı. Bölge daha pembe ve daha az sağcı bir yöne doğru ilerliyor gibi görünüyor. Bu durum Küba’ya değişiklik yapması için daha fazla alan açıyor mu, hatta belki de bağlantısızlar hareketini yeni bir dönem için yeniden yaratıyor mu?
MDC: Latin Amerika ve Karayipler’in entegrasyonu ilkesini savunuyoruz. Ayrıca Latin Amerika ve Karayipler’in bir barış bölgesi olması gerektiği ilkesini de savunuyoruz. Latin Amerika ve Karayipler’deki tüm ülkelerle ilişkilerimiz var.
Aralarında sağlık ekiplerimiz ve mühendislik gibi dallardaki diğer uzmanlarımızın da bulunduğu, profesyonel veya teknik hizmetlerimizi talep eden çeşitli ülkelerle işbirliği ve ortak çalışmalar yürütüyoruz. Ticari ilişkileri geliştirmek için çalışıyoruz. Ayrıca, işbirliği misyonlarına katıldığımızda, o ülkeler hakkında bilgi ediniyoruz ve bu da kendi gelişimimize yardımcı oluyor.
Latin Amerika, bu süreçlerin altını oymaya çalışan aşırı sağcı akıma rağmen ilerici hareketler açısından son derece elverişli bir yer. Venezuela, Nikaragua, Bolivya, Brezilya ve Arjantin ile güçlü ilişkilerimiz var ve bu ilişkiler giderek güçleniyor. Brezilya, Latin Amerika’da adeta bir kıta ve en önemli ekonomilerden biri. Lula’nın ve ardından Dilma’nın hükümetleri döneminde kapsamlı ticari ve ikili alışverişlerimiz oldu. Bu ilerici hükümetler iktidara geldiklerinde ülkemiz için de yeni imkanlar yaratıyorlar.
Küba, tüm kıtada barışa ön ayak olan ve katkıda bulunan Kolombiya’daki barış sürecini destekledi. Bu barış sürecine ilişkin nihai anlaşma birkaç yıl önce Havana’da imzalanmıştı. Küba, diğer ülkelerle işbirliği ve ortak çalışmaya, sahip olduklarımızı çok fedakâr bir şekilde paylaşmaya dayalı tutarlı bir dış politika geliştirdi. Kovid vurduğunda, aşılarımızı isteyen Karayip ve Latin Amerika ülkeleriyle paylaşmıştık.
DDG: Sayın Devlet Başkanı, yabancı ülkelerdeki Kübalılardan söz ettiniz. Elbette Kübalı doktorların dünyanın dört bir yanında sağlık hizmetleri sunan uzun ve seçkin geçmişini hepimiz biliyoruz. Fakat ABD’de bazılarımız Ukrayna’daki Kübalıların savaşmak üzere askere alındığına dair son manşetler karşısında şaşırdık. Acaba hükümetinizin bu duruma verdiği tepkiyi açıklayabilir misiniz?
MDC: Her şeyden önce Ukrayna’daki savaşa ilişkin tutumumuz bir barış ülkesi olduğumuz yönünde. Uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesini destekliyoruz. Savaşlardan hazzetmiyoruz. Savaşları kutsamıyoruz ve desteklemiyoruz. Bir tarafta ya da diğer tarafta insan hayatının kaybedilmesi bizi incitiyor ve bu savaşı sona erdirme konusunda diyalog ve diplomatik çözümler aranması gerektiğine inanıyoruz.
Ukrayna’daki savaşın parçası değiliz ama araştırmalarımız sonucunda yasa dışı bir şebekenin Rusya’da yaşayan ve bazıları Küba’da yaşayan Kübalıları Rusya’nın tarafında savaşmak üzere kiraladığını tespit ettik. Ceza Kanunumuz paralı askerliği yasaklıyor ve biz bunu paralı askerliğin yanı sıra insan kaçakçılığı olarak da değerlendiriyoruz. Bu nedenle, soruşturmadan elde ettiğimiz tüm delilleri topladığımızda, ilgili tarafları bilgilendirdik ve yaşananları kamuoyuna bildirdik. Rusya ile olan yakın ilişkilerimiz sayesinde her iki taraf da insanları paralı askerlere dönüştüren yasa dışı insan ticaretini ortadan kaldırmak için çalışabiliyor. Küba’nın savaşın bir parçası olmadığını ve gördüğümüz gibi bir yasa dışı kaçakçılık şebekesini tekrar keşfetmemiz halinde bunu rapor edeceğimizi ve durdurmak için harekete geçeceğimizi teyit edebilirim.
KvH: Küba’nın Ukrayna savaşı konusundaki tutumunu netleştirmek adına, herhangi bir ateşkes teklifinde rol oynamaya çalıştınız mı? Küba hükümetinin Ukrayna savaşına ilişkin tutumu nedir?
MDC: Diyalog için tüm uluslararası mekanizmaların ve alanların kullanılmasında ısrar ediyoruz; diyalog ve diplomatik ilişkiler yoluyla bir çözüm bulunmalı. Sorun şu ki, hakikati çarpıtma ve çarpık bir çerçeve dayatma çabaları mevcut. Bize göre ABD yönetimi, Rusya’nın şikayetlerini ve NATO sınırlarının Rusya’ya doğru genişlemesinin yarattığı tehlikeye ilişkin uyarılarını dinlemeyerek savaşı körükledi. Bana göre ABD durumu manipüle etti. İhtilafa pek çok Avrupa ülkesi de dahil oldu, öyle ki bu Ukrayna ile Rusya arasında bir savaş değil, bir NATO-Rusya çatışması.
Bu savaşın parasını kim ödüyor? Savaşa dahil olan ülkelerin bütçelerinden geliyor, yani bu ülkelerin sakinleri ödüyor. Ama aynı zamanda savaşa dahil olmayan ama yine de bu savaşın sonuçlarını görenlere de zarar veriyor. Tahıl ihracatı ve gıda piyasalarında yaşanan sorunlar bunun dünyayı nasıl etkilediğini gözler önüne serdi. Biz de savaşa, çatışmalarda insan hayatlarının feda edildiğine dair hümanist inançlarımıza dayanarak karşı çıkıyoruz.
Ancak ABD’nin bu çatışmada epey büyük bir mesuliyeti olduğuna inanıyoruz. Savaşın gerçek özünü çarpıtmayı başardılar ve sonra da sanki doğru tutumda olan kendileriymiş gibi görünmeye çalıştılar. Savaşı sona erdirmek için doğru yanıtın diplomatik yollardan geçtiğine inanıyorum. Tüm taraflar için objektif güvenlik garantileri sağlanmalı. Akıl ve duyarlılıkla, savaşı körüklemek ve çatışma alevlerine körükle gitmek yerine hepimizin bir çözüm arayışını destekleyebileceğimize inanıyorum.
DDG: Daha önce sosyalist inşadan bahsetmiştiniz. Gelecekte özel sektör ve devlet arasında nasıl bir denge öngördüğünüz konusunda sizi biraz zorlamak istiyorum. Özel Dönem sırasında, esasen Sovyetler Birliği’nden gelen sübvansiyon kesildi ve bu, özellikle abluka nedeniyle Küba halkı açısından epey zor oldu. Fakat sosyalist inşa sorunu ne Küba’da ne de günlük yaşam seviyesini yükseltmek için özel sektörü genişletmek zorunda kalan Çin’de çözüldü. İleriye dönük olarak özel sektör ve devlet arasında nasıl bir denge kurmayı hedefliyorsunuz?
MDC: Sosyalist bir ekonomide özel sektörün var olması sosyalizmi ortadan kaldırmaz. Marksist klasikler —ya da Lenin’in Sovyet devrimindeki kendi pratiği— bile sosyalist yapı içinde özel sektörün de yer alacağı geçiş dönemleri olduğunu kabul eder. Özel sektörü tanımak hiçbir şekilde sosyalizmden vazgeçtiğimiz anlamına gelmez. Neden mi? Çünkü temel üretim araçlarının en büyük miktarı ve hacmi hala devletin elindedir.
Bu üretim araçları devlet ve devlet dışı biçimlerin bir kombinasyonu olarak yönetilebilir. Örneğin Küba’da arazilerin yüzde 80’inden fazlası kamuya ait. Ancak topraklarımızın yaklaşık yüzde 80’i yıllardır özel tarım kooperatifleri tarafından yönetiliyor. Bu, sosyalizmi inşa etmeyi bıraktığımız anlamına gelmiyor.
Ekonomi söz konusu olduğunda, mevcut iktisadi performansın bazı yönlerinden memnuniyetsizlik duyuyoruz. Ancak Küba ekonomisinin gerçekliği ne oldu? Dünyanın en güçlü ülkesinin ablukasına maruz kalmış bir savaş ekonomisi. Abluka olmasaydı ne elde edebileceğimizi görmek zorundayız. Elbette kendimizi geliştirmenin yollarını da bulmaya çalışıyoruz. Küba ekonomisinin performansından memnun olmadığımı söylerken halkımıza tam refah sağlayacak mal ve hizmetleri hala üretemediğimiz hakikatinden bahsediyorum. Ancak aynı savaş ekonomisi, kamu tarafından desteklenen ücretsiz ve yüksek kaliteli sağlık hizmetleri ve eğitimin yanı sıra kültür ve spora ücretsiz erişimi teminat altına alan şey. Kübalı profesyoneller, göç edenler de dahil, kapitalist ülkelerdeki işgücü piyasalarında rekabet edebilir durumda.
Küba, kimseyi geride ya da korumasız bırakmayan inanılmaz bir sosyal bakım sistemine sahip. Şu sorulabilir: Eğer insanlar bu hizmetten ücretsiz yararlanıyorsa, bunun devlete bir maliyeti yok mu? Peki bu devletin masraflarını kim karşılıyor? Bu masraflar, bir yandan abluka nedeniyle ağır darbe alan ama diğer yandan kapitalist ve daha gelişmiş ülkelerin asla yapamadığı büyük sosyal başarılara imza atan bir ekonomi tarafından karşılanıyor. Ablukanın sıkılaştırılmasına rağmen Küba’nın sağlık ve eğitim göstergeleri dünyanın herhangi bir gelişmiş ülkesiyle yarışabilir.
Bundan sonra nereye gideceğiz? Uluslararası koşullara daha az bağımlı olmalıyız. Bu nedenle kendi çabalarımızı ve kabiliyetlerimizi kullanarak Küba halkının yaratıcı direnişine güveniyoruz. Enflasyonla, döviz piyasasındaki ve fiyatlardaki çarpıklıklarla başa çıkmak için makroekonomik istikrar planını da içeren bir iktisadi ve sosyal kalkınma modeli üzerinde çalışıyoruz.
Kamu yönetiminin temel direkleri olarak bilim ve inovasyona güveniyoruz. Pandemi sırasında ne yaptığımıza bir bakın. Egemenliğimizi korumak adına Küba aşılarına ihtiyacımız olduğuna karar verdik ve bilim ve inovasyona dayalı bir yönetişim sistemi tasarladık. Bu fikir Kovid-19 sırasında test edildi ve şimdi bunu ekonominin diğer alanlarına da yaydık.
Bu alanlardan biri de gıda egemenliği. Gıda üretimini artırmak için bilim ve inovasyona odaklanıyoruz, böylece Küba gıda için ithalat yapmak ya da dış kaynaklara bağımlı olmak zorunda kalmayacak. Ayrıca ülkenin enerji matrisini de fosil yakıtlara daha az bağımlı olacak ve yenilenebilir enerji kaynaklarını daha fazla kullanacak şekilde değiştiriyoruz. Enerjinin yüzde 24’ünden fazlasını 2030 yılına kadar yenilenebilir kaynaklardan elde etmeyi hedefliyoruz.
Zorlu koşullar devam ederken, nüfusun ve ailelerin hassas durumlardan kurtulmalarına yardımcı olmayı amaçlayan sosyal programlar geliştiriyoruz. Ayrıca dijital bir dönüşüm sürecine giriyoruz. Tüm bu eylemler bir araya geldiğinde çok daha istikrarlı bir bugün ve gelecek ortaya çıkacaktır.
KvH: Dijital dönüşümle ilgili olarak, Küba internete erişim konusunda sizce ne durumda? Anladığım kadarıyla ABD’li ve Avrupalı şirketlerle yapılan bir anlaşma suya düştü ve dijital dönüşüme yönelik hareket durdu. İnsanlar bilgiyi nasıl alıyorlar? Her sabah brifing alıyor musunuz? Hangi mecralara baktığınızı merak ediyorum.
MDC: Twitter’da epey aktifim. Emin olmamakla birlikte Küba’daki herkesten daha fazla takipçim olduğunu düşünüyorum.
KvH: Kaç takipçiniz var?
MDC: Twitter’da yaklaşık 760 bin takipçim olduğunu söylediler. Toplumun dijitalleşmesi için iki temel alana odaklanan bir proje başlattık. Bunlardan ilki e-ticaret ve e-devlet gibi dijital platformların geliştirilmesi, böylece nüfus, devlet kurumları ve hizmetler arasında daha fazla bağlantı kurulması ve nüfusun daha fazla demokratik katılımının sağlanması. Ayrıca elektronik ticarete ilişkin yasal çerçeve üzerinde de çalışıyoruz. Ablukanın bu konuda bir etkisi var, zira dijital bir topluma doğru ilerlemek için mali kaynaklara ve teknolojiye ihtiyacınız var. Dolayısıyla dijital altyapımızın temelini bağımsız olarak oluşturmamız gerekiyor.
Çin’in yardımıyla televizyonun dijitalleşmesine doğru ilerleyebildik. İnternet konusunda ise son birkaç yılda önemli ilerlemeler kaydedildi. Halihazırda 7 milyondan fazla Kübalı cep telefonları aracılığıyla internete erişebiliyor. Küba’da ve özellikle gençler arasında, her ne kadar ablukanın bir sonucu olarak bize yasaklanan siteler ve platformlar olsa da herkesin sosyal ağlara bağlandığı ve aktif olarak çalıştığı oldukça yaygın olarak görülüyor.
Bir uygulamayı güncellemeye veya bir siteye girmeye çalıştığınızda ya da bir bilim insanı olarak bir araştırma veri tabanını ziyaret etmek istediğinde “Ülkenizin bu siteye erişimi yok,” şeklinde bir mesaj alıyorsunuz. Ancak ilerleme kaydediyoruz. Ülke genelindeki tüm üniversitelerde bilgisayar bilimleri programlarımız var. Ayrıca Apklis adında bir yerli uygulama mağazası geliştirdik ve kendi yerli uygulama sistemlerimizi de geliştiriyoruz. Universidad de las Ciencias Informáticas [Bilgisayar Bilimleri Üniversitesi] tarafından geliştirilen ve Çin ile ortak bir projeyle geliştirmekte olduğumuz dizüstü bilgisayarlarda, tabletlerde ve cep telefonlarında kullanılan bir işletim sistemimiz mevcut.
Genç Kübalılardan oluşan ekipler uluslararası bilgisayar programlama etkinliklerine katıldı ve olağanüstü sonuçlar elde etti. Bu bilgisayarlaşma yolunda ilerlemeye devam etmemizin nedeni şu: Küba’da iktisadi olarak aktif nüfus daha az ve bu grup iktisadi olarak aktif olmayan daha büyük bir nüfusu desteklemek zorunda, zira nüfusumuz yaşlanıyor, aynı zamanda sosyal programlarımız sayesinde ortalama yaşam süresi de artıyor.
Başka bir deyişle, az gelişmiş bir ülke olmamıza rağmen, gelişmiş ülkelere özgü bir demografik dinamiğe sahibiz; üretim ve hizmetlerde doğrudan aktif olan daha az insanla, daha verimli sonuçlar elde etmek zorundayız ve bunu yapmanın yolu bilgisayarlaşma, dijital dönüşüm ve otomasyondan geçiyor. Bu hedeflere ulaşmak için çeşitli popüler programlar geliştirdik. Örneğin, Genç Bilgisayar Kulübü —çok küçük yaşlardan itibaren çocukların bilgisayar ve diğer iletişim teknolojileriyle tanıştığı kurumlar— programı var. Hatta tüm bu dijital dönüşüm sürecinin dışında kalmamaları için yaşlılara yönelik kurslar bile var.
Elbette Kübalılar da sosyal ağlarda aktifler. Sosyal ağların, insanlık açısından son derece önemli olan bilginin yönetilebileceği bir araç olabileceğine inanıyorum. İnsanların maddi varlıklarıyla değil, maneviyatlarıyla ve topluma ve kültüre yapabilecekleri katkılarla ayırt edildiği bir ülke yaratmayı arzuluyoruz. Sosyal ağlarla ilgili olarak kınadığım hususlar, bayağılık, banallik ve özellikle gençler arasında çok fazla zarar veren çevrimiçi zorbalık türlerinin tezahürleri.
Dünyanın internet yönetişimi konusunda da daha kapsamlı ve birleşik bir yaklaşıma ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Siber güvenlik meseleleri artık dünyada önemli bir konu ve Küba kendi siber güvenlik platformlarını geliştiriyor. Yapay zekânın yarattığı zorlukların yalnızca teknolojik değil, önemli sosyal ve etik sonuçları da beraberinde getirdiğinden bahsetmiyorum bile. İnternet için bir tür küresel yönetişim sağlamalıyız. Özgürleştirici ve kapsayıcı, sanal ve fiziksel olanın birbirinden daha az uzak olduğu ve internetin insanların sorunlarına cevap bulmalarına yardımcı olabileceği bir dünya inşa etmemiz gerekiyor.
DDG: Kültür konusuna gelince, Küba’nın müzik, edebiyat ve dans alanlarında kültürel bir güç merkezi olduğunu herkes biliyor. Dijital kültürün sınırlara saygı duymadığı düşünüldüğünde, hükümetinizin belki de artık Küba’da yaşamayan ama hala gururla Kübalı hisseden Kübalılara dönük tutumunda herhangi bir farklılık veya değişiklik görüyor musunuz?
MDC: Bu ABD’ye ikinci gelişim; bir kez beş yıl önce gelmiştim, şimdi de bu. Her iki seferde de BM Genel Kurulu oturumlarına katılmak üzere geldim. Bu ziyaretler sırasında Amerikan kültürünün temsilcileriyle bir araya gelmek için her zaman yer bulduk. Örneğin dün öğleden sonra, tam da bu mekânda Amerikalı sanatçılar ve akademisyenler ile Küba’da ve ABD’de yaşayan Kübalı sanatçılar arasında bu toplantılardan birini gerçekleştirdik.
Sizin gibi ben de Kübalı ve Amerikalı müzisyenlerin sahneyi paylaştıklarında ortaya çıkan uyumu deneyimledim. Havana’daki caz festivallerinde bunu deneyimledik; festivaller her zaman Kübalı ve Amerikalı müzisyenleri bir araya getiren bir orkestra ile kapanır. Kübalılar Amerikan cazının orijinal gücüne ve virtüözitesine belli bir Latinlik katıyor.
Bunlar, insanın yeni bir ruhsal esenlik düzeyine ulaştığı anlar. Bugün kültür, Küba ile ABD arasında duvarların değil köprülerin inşa edilebileceği alanlardan biri. Kültürel alışveriş sayesinde sınırlar yıkılır ve halklarımız birleşir. İnsanlarımız tarihlerinin ve kültürlerinin değerlerini paylaşabilirler.
Birkaç yıl önce, Obama döneminde, Washington DC’deki Kennedy Center da Küba kültürüne ilişkin bir sergi düzenlemişti. Burada sanatçılarımız kendilerini çok rahat hissettiler. Bir Kennedy Center projesi aracılığıyla Amerikalı sanatçıları Küba’ya getirmek istedik ama Trump’ın kısıtlamaları nedeniyle her şey suya düştü. Yine de sürdürülen pek çok temas söz konusu. Örneğin dün uzun yıllardır ABD’de yaşayan bazı önemli Kübalı müzisyenlerle vakit geçirdik. Ülkeleriyle olan ilişkilerini terk etmediler ve onların başarısının aynı zamanda Küba kültürünün de başarısı olduğunu düşünüyoruz.
KvH: Biden yönetimi ile devam eden bir diyalog var mı? Ve Biden yeniden seçilirse ABD ile Küba ilişkileri açısından ne bekliyorsunuz?
MDC: Onu Biden’a sormanız gerekir. Şu anda diplomatik ilişkiler var. Bazı konularda görüşmelerimiz var ama Biden yönetiminin Küba ile farklı bir ilişki kurma konusunda istekli olduğunu görmedik.
Ve vizyonumuzda ısrar etmeye devam ediyoruz. Sosyalist inşadan vazgeçmeyeceğiz. Fakat Küba ile ABD arasında medeni ve normal bir ilişki istiyoruz. Ancak bu ilişkiyi inşa etmek için oturup konuşmamız gerekiyor. Farklı görüşlere sahip olduğumuz, hemfikir olduğumuz ve hemfikir olmadığımız tüm konuları değerlendirmeli ve ilerleme kaydetmeye çalışmalıyız. Bunun daha iyi bir ilişkiye ve halklarımız için daha fazla imkân ve potansiyele yol açacağına inanıyorum ama şu anda ABD yönetiminin tutumunun bu yönde olduğuna dair herhangi bir işaret görmüyoruz.
KvH: Son bir soru: Barbie ya da Oppenheimer’ı gördünüz mü?
MDC: Oppenheimer’ı izlemedim ama izlemem tavsiye edildi ve yakında izleyeceğim. Oppenheimer’a ilgim var. Barbie’yi izlemeye daha az ilgim mevcut. Bana öyle geliyor ki Barbie çok ama çok hafif.
İlginizi Çekebilir
-
Altı Avrupa ülkesi Ukrayna’ya desteğini yineledi
-
ABD’li şirketler Trump’ın gümrük vergisi getireceği korkusuyla hammadde stoklarını artırıyor
-
Batka’nın Belarus’u
-
Olaf Scholz, G20 bildirisinden memnun kalmadı
-
Danimarka’dan Ukrayna’ya F-16 desteği: İlk parti teslim edildi
-
Putin, Hindistan’ı ziyaret edecek
DİPLOMASİ
Altı Avrupa ülkesi Ukrayna’ya desteğini yineledi
Yayınlanma
1 saat önce20/11/2024
Yazar
Harici.com.trAvrupa’nın önde gelen altı ülkesinin dışişleri bakanlarından oluşan bir grup, 19 Kasım Salı günü Varşova’da bir araya gelerek ABD yardımının azalma ihtimaline karşın Ukrayna ile dayanışma içinde olduklarını teyit etti, barış çözümlerini reddetti ve savunma finansmanı için eurobond kullanımını araştırma sözü verdi.
Almanya, Fransa, Polonya, İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık dışişleri bakanlarının bir araya geldiği toplantının ardından gazetecilere konuşan Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski, özellikle seçilmiş başkan Donald Trump yönetiminde ABD’nin müdahalesinin azalabileceğine ilişkin endişeler ışığında bu birlikteliğin öneminin altını çizdi.
Sikorski, “Bu toplantı, bağımsızlığını acımasız işgalcilere karşı kararlılık ve cesaretle savunan Ukrayna halkıyla dayanışma ve birliğimizin açık bir sembolü olmayı amaçlamaktadır,” dedi.
Sikorski’nin yanı sıra Almanya’dan Annalena Baerbock, Fransa’dan Jean-Noël Barrot ve İtalya’dan Antonio Tajani de AB’nin yeni baş diplomatı Kaja Kallas ile birlikte toplantıya bizzat katıldılar.
İspanya’dan José Manuel Albares Bueno ve Birleşik Krallık’tan David Lammy ise görüşmelere çevrimiçi katıldı.
Trump yönetiminin savaşı sona erdirmeye yönelik olası planlarına ilişkin haberleri yorumlayan bakanlar, Sikorski’ye göre “Ukrayna’ya çıkarlarına aykırı ya da toplumsal kabulden yoksun barışçıl çözümler dayatmanın ülkenin istikrarını olumsuz etkileyeceği” konusunda mutabık kaldılar.
ANSA’nın aktardığına göre Tajani, “Bugünün mesajı açık: Ukrayna’yı askeri, iktisadi ve siyasi açıdan desteklemeye devam edeceğiz,” dedi.
Weimar Üçgeni (Almanya-Fransa-Polonya) ülkeleri ve seçilmiş diğer Avrupalı ortaklar arasındaki toplantı formatının, “Avrupa’nın büyümesi, demokrasinin savunulması, ABD ile sağlam ilişkiler ve uluslararası hukukun daha fazla ihlal edilmesini önlemek için” gelecekte daha fazla işbirliği için bir forum haline geleceğini de sözlerine ekledi.
“Barış sadece Ukrayna ile müzakere edilebilir”
Altı bakan, “Avrupa güvenliğine yönelik artan tehditlerin” altını çizdikleri ortak bir deklarasyon kabul ederek Avrupa savunmasını güçlendirme ve transatlantik işbirliğini derinleştirme konusundaki kararlılıklarını bir kez daha teyit ettiler.
Bakanlar, “Rusya’nın pervasız revizyonizmi ve saldırganlığı durdurmayı ve anlamlı görüşmelere katılmayı sürekli reddetmesi, Avrupa kıtasında ve transatlantik bölgede barış, özgürlük ve refaha meydan okumaktadır,” dediler.
Güçlü ve birleşik bir NATO’nun “Avrupa savunma ve güvenliğinin temel taşı” olarak rolünü bir kez daha teyit eden bakanlar, Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını NATO’nun GSYİH’nin %2’si hedefinin de ötesinde artırmaları gerektiğine işaret ettiler.
Bakanlar ayrıca Ukrayna’ya yönelik askeri, iktisadi ve mali desteğin daha da artırılması konusunda ısrarcı oldular ve kalıcı bir barışın “sadece Ukrayna’nın yanında Avrupalı, Amerikalı ve G7 ortaklarıyla birlikte müzakere edilebileceğini” yinelediler.
Ayrıca, “Putin’in saldırganlık savaşını sürdürme kabiliyetini engelleyerek” Rusya’yı caydırmaya devam etme sözü verdiler.
Savunma eurobondları
AB’nin en büyük beş ülkesi de Avrupa savunmasını finanse etmek için eurobondları desteklediklerini açıkladı.
Avrupa savunma tahvillerinin oluşturulması, AB liderleri tarafından AB savunma sektörünü güçlendirmek için düşünülen seçenekler arasında yer alıyor.
Bu, AB’nin kuş gribi salgınının ardından kurtarma programını finanse etmesini sağlayan programa benzer bir ortak borçlanma programı gerektirecek.
Sikorski, ”Avrupa Birliği’nin en büyük beş ülkesi ilk kez burada, Varşova’da, Avrupa savunma yükümlülükleri lehinde bir araya geliyor,” derken, Tajani de bir strateji belirlediklerini ve artık ilerlemek gerektiğini savundu.
Haziran ayında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, AB’nin savunmasını güçlendirmek için önümüzdeki on yıl içinde 500 milyar avro (535 milyar dolar) yatırım yapması gerektiğini belirtmişti.
DİPLOMASİ
Olaf Scholz, G20 bildirisinden memnun kalmadı
Yayınlanma
3 saat önce20/11/2024
Yazar
Harici.com.trAlmanya Şansölyesi Olaf Scholz salı günü Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen G20 zirvesinin sonuç bildirgesini eleştirdi.
Scholz, “G20’nin [Ukrayna’daki savaştan] Rusya’nın sorumlu olduğunu açıkça ifade edecek kelimeleri bulamaması çok yavan. Bu benim istediğim bir şey değil,” dedi.
G20 liderlerinden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e de yüklenen Şansölye, “İnsanların onun kör megalomanisi, topraklarını sadece şiddet yoluyla genişletme planı yüzünden acı çekmek zorunda kaldığı 1000 gün,” diyerek Ukrayna savaşının 1000. gününe atıf yaptı.
Alman lider, “İsrail’in kendini savunma hakkını” savundu
G20’nin Gazze’de ateşkes çağrısını takdir etmekle birlikte Scholz, Orta Doğu’daki çatışma yayılmaya devam ederken bildirinin “Hamas, Hizbullah ve İran’dan gelen tehditler” karşısında “İsrail’in kendini savunma hakkına” değinmemesinden “üzüntü duyduğunu” söyledi.
Ayrıca bildiride çatışmanın yayılmasından Hamas’ın sorumlu tutulmamasından da hoşnut olmadığını kaydeden Scholz, “Uzlaşı sağlanamamış olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Her şeyin İsrail’e yönelik korkunç ve acımasız bir terör saldırısıyla başladığını söyleseydik durum daha iyi olurdu,” iddiasında bulundu.
Şansölye, “[sonuç olarak] jeopolitik gerilimlerin G20 üzerinde de ne kadar etkili olduğu anlaşılıyor… Uluslararası ilişkilerde esen rüzgar giderek sertleşiyor,” dedi.
Scholz, Taurus füzelerini vermeme kararının arkasında duruyor
Öte yandan Almanya Şansölyesi Scholz, nihai bildirinin Ukrayna’ya ilişkin yorumlarından duyduğu memnuniyetsizliğe rağmen, Kiev’e uzun menzilli füzelerin teslimatını engelleme kararını savunarak bunun doğru bir seçim olduğunu söyledi.
Scholz ülkesinin Ukrayna’nın Avrupa’daki en büyük destekçisi olduğunu ve olmaya devam edeceğini belirtti ama aynı zamanda “sağduyulu davranmanın” önemini de vurguladı.
Scholz, uzun menzilli füzelerin erken teslim edilmesine karşı çıktığını ve bunda haklı olduğunu çünkü bunun Alman birliklerini Rusya’nın derinliklerinde hedef seçimine dahil olmaya zorlayacağını söyledi ve “Çatışmaya bu şekilde katılmanın doğru olacağını düşünmüyorum,” dedi.
Macron Çin’i ‘nüfuzunu kullanmaya’ çağırdı
Bu arada Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Rusya’yı temsil ettiği zirvede Putin’i “mantığa kulak vermeye” çağırdı.
Fransız lider, “Rusya’ya burada gerçekten aklıselime kulak vermesi çağrısında bulunmak istiyorum. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olarak sorumlulukları var,” dedi ve Rusya’yı “küresel istikrarsızlığa neden olan bir güç” olmakla suçladı.
Macron, Rusya’nın müttefiki Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile yaptığı ikili görüşme sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada Çinli mevkidaşını Rusları gerilimi azaltmaya zorlamak için “tüm nüfuzunu kullanmaya” çağırdığını söyledi.
Macron, Xi’nin Ukrayna’ya yönelik saldırılarını durdurması ve yeni nükleer tutumunu yeniden gözden geçirmesi için Putin ile müzakere etme kapasitesine sahip olduğunu savundu.
Fransa Cumhurbaşkanı Xi ile görüşmesinde Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin (KDHC) Ukrayna savaşına Rusya’nın yanında katılma kararını da gündeme getirdiğini söyledi.
DİPLOMASİ
Çin, Suudi Arabistan ve İran, İsrail’in operasyonlarına son verilmesi çağrısı yaptı
Yayınlanma
3 saat önce20/11/2024
Yazar
Harici.com.trÇin, Pekin’in arabuluculuğuyla sağlanan yumuşamayı ilerletmeye yönelik görüşmeler sırasında Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkileri “çeşitli alanlarda” geliştirme taahhüdünü yineledi.
Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamaya göre, salı günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya gelen üç ülkenin üst düzey diplomatları, İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki askeri operasyonlarına “derhal son verilmesi” çağrısında bulundu.
Ayrıca İsrail’in İran’ın “egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik saldırılarını ve ihlallerini” de kınadılar.
Açıklama, İsrail’in geçen ay İran’a düzenlediği hava saldırısında Tahran’ın nükleer programının bir bölümünü vurduğunu, savunma ve füze üretim kapasitesini zayıflattığını teyit etmesinden bir gün sonra geldi.
Ortak açıklamada “Üç taraf, devam eden şiddet ve tırmanma döngüsünün bölge ve dünya güvenliğinin yanı sıra deniz güvenliği için de ciddi bir tehdit oluşturduğuna inanmaktadır” denildi.
Bu toplantı, yedi yıllık düşmanlığın ardından diplomatik bağların yeniden kurulması için Mart 2023 ‘te Pekin’de bir anlaşmaya varılmasının ardından Riyad ve Tahran arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecini desteklemek üzere kurulan Çin-Suudi Arabistan-İran üçlü komitesinin ikinci toplantısıydı.
Çin’in arabuluculuk ettiği anlaşma, kendisini küresel bir barış yapıcı olarak konumlandırmaya ve Washington’un Orta Doğu’daki geleneksel hakimiyetine meydan okumaya çalışan Pekin için diplomatik bir zafer olarak görüldü.
Resmi Suudi Basın Ajansı’nın ortak açıklamaya dayandırdığı haberine göre Riyad ve Tahran salı günü ayrıca “Pekin Anlaşması’nı tüm hükümleriyle uygulama kararlılıklarını ve ülkeleri arasındaki komşuluk ilişkilerini pekiştirme yönündeki çabalarını teyit ettiler”.
İmran Han’ın yolsuzluk davasında kefaletle serbest bırakılmasına karar verildi
Altı Avrupa ülkesi Ukrayna’ya desteğini yineledi
ABD’li şirketler Trump’ın gümrük vergisi getireceği korkusuyla hammadde stoklarını artırıyor
İsrail Meclis kürsüsünden Netanyahu’ya “seri katil” dedi
Batka’nın Belarus’u
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Rusya-Ukrayna Savaşında Kuzey Kore’nin askeri hamlesinin etkileri
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler