Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Trump’a fısıldayan adam” Rutte liderliğe hazırlanırken ilk NATO zirvesine katılıyor

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Washington’da bugün başlayacak NATO Zirvesi, aynı zamanda eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin de ittifakın en üstü düzey yöneticisi olarak fiilen katılacağı ilk toplantı olacak. Pragmatik bir siyasetçi olan Rutte, başta Macaristan, Türkiye ve Baltık ülkeleri olmak üzere adaylığı üzerine pazarlık yapmak isteyen ülkeleri yatıştırırken, kasım ayında Trump’ın muhtemel zaferi ile birlikte çok daha büyük bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak. Fakat Rutte’nin, 2018 yılında krizli zirvede “Trump’a fısıldayan adam” olarak ün kazandığı düşünüldüğünde, bu konuda deneyimli olduğunu tahmin etmek zor değil.


Trump’a fısıldayan adamdan NATO şefliğine: Rutte’nin görevi sorunlu sularda yol almak

Alexandra Brzozowski ve Aurélie Pugnet
Euractiv
9 Temmuz 2024

NATO’nun yeni patronu Mark Rutte’nin, Atlantik’in her iki yakasındaki üyelerin geminin yeni kaptanına kendi önceliklerini dayatmaya çalıştığı fırtınalı sularda Batı askeri ittifakını yönetmeye hazırlanmak için sadece birkaç ayı var.

Dördüncü Hollanda hükümetinin geçen yaz düşmesinden bu yana görevde olan deneyimli başbakan, görevdeki Jens Stoltenberg’in yerine geçmesi için en başından beri ABD’nin desteklediği adaydı.

Geleneksel olarak ABD desteği seçim sürecinin önemli bir parçası olurdu. Fakat genel sekreterlik görevini kolayca alamayan Rutte için durum böyle değildi.

On dört yıl boyunca müttefikleri ve ortak olduğu ülkeleri sert bir şekilde eleştiren Hollanda hükümetlerini yöneten Rutte, tam destek alabilmek için Macaristan, Türkiye ve Doğu Avrupalılar gibi diğer NATO üyelerine iltimas geçmek zorunda kaldı.

Rutte 1 Ekim’de dünyanın en büyük askeri ittifakının başına geçtiğinde bu borçların geri ödenmesi gerekiyor.

Üç NATO diplomatına göre, “Rutte’nin insan kaynakları planı” daha fazla Doğuluyu –ve daha genel olarak güneyden de olmak üzere en az temsil edilen ülkeleri– üst düzey pozisyonlara getirmeyi amaçlıyor. Bu da Rutte’nin bazılarına genel sekreter yardımcılığı pozisyonu önermesinin beklendiği anlamına geliyor.

Türkiye’nin Rutte’ye yeşil ışık yakmadan önce iki talebini unutması beklenmiyor: NATO’nun Rusya’dan sonraki en önemli tehdidi olan terörle mücadeleyi gündemin üst sıralarında tutmak ve silah ihracatında müttefikler arası kısıtlamaları sınırlamak için çalışmak.

Aynı üç NATO diplomatı, bunun bir parçası olarak Stoltenberg ve ardından Rutte’nin geçen ay diğer müttefiklere danışmadan Macaristan’ın Ukrayna’ya askeri destekten vazgeçmesi konusunda anlaştıklarını söyledi.

Kader zirvesi

Uzun süredir Hollanda’da görev yapan bir lider olarak Rutte daha önce de NATO masasına oturdu, mevkidaşlarının gelip gittiğini gördü, Rusya ile ilişkilerin bozulduğuna ve Çin ile ilişkilerin sorunlu hale geldiğine tanık oldu.

Fakat Rutte’nin yeni rolü için en iyi seçim olarak görülmesine neden olan özel bir olay oldu.

Gergin geçen 2018 NATO zirvesinde eski ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’daki geleceğiyle ilgili bir oturumu, Avrupalı üyelerin kendi savunmaları için daha fazla harcama yapmamaları halinde Washington’un ittifaktan ayrılacağı uyarısında bulunarak rayından çıkarmıştı.

Bunun üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Avrupa’nın savunma bütçelerini artırmanın zaman alacağına işaret ederek Trump’ı ikna etmeye çalıştılar.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre Rutte, Trump’a savunma harcamalarının büyük ölçüde ABD lideri sayesinde arttığına dair güvence vererek durumu kurtardı.

Trump öğleden sonra basının karşısına çıktığında “muazzam bir ilerlemeden” bahsetti ve bu başarıyı kendisine mal etti.

Fakat o günün asıl kazananı, bu hamlesiyle kendisine “Trump’a fısıldayan adam” lakabını kazandıran Rutte oldu.

Bazı NATO diplomatlarına göre NATO’nun bir sonraki patronu olarak Rutte’nin görevleri, NATO’yu dışarıda temsil etmek ve içeride düzenli tutmak gibi iki temel görevi dengelemekten çok daha karmaşık olacak.

Bu görevler arasında özellikle Batı askeri ittifakının sadece ağır toplarını değil tüm üyelerini dinlemenin de yer alacağını vurguluyorlar.

Trump fısıldıyor

Bu yazıda görüşlerine yer verilen tüm NATO diplomatlarına göre Rutte’nin en zorlu görevi, Rusya’nın kulübü bölmeyi amaçladığı bir dönemde ABD’yi NATO’da tutmak olacak.

Özellikle de ittifakın en önemli askeri gücü olan Washington, görevdeki ve sağlık sorunları yaşayan ABD Başkanı Joe Biden ile NATO’ya şüpheyle yaklaşan Trump arasındaki seçim yarışıyla iç siyasi bir kriz yaşarken.

Geçtiğimiz yıllarda Stoltenberg, eski ABD Başkanının NATO’nun ortak savunma vaadini baltalamasını engelleyerek saygı kazandı. Fakat Trump’ın transatlantik müttefiklerini düşük savunma harcamaları nedeniyle savunmamakla tehdit etmesi müttefikleri ürküttü.

Rutte, gerektiğinde aynı rolü oynaması için baskı altında olacak.

Trump’ın en büyük isteğine, yani kolektif güvenliğin bedelinin daha adil bir şekilde paylaşılmasına yanıt vermek için NATO’nun kamuoyuna verdiği mesajları olumlu bir şekilde şekillendirerek Batı askeri ittifakını “Trump’a karşı korumaya” yönelik çalışmalar şimdiden başladı.

NATO üyeleri son birkaç yılda savunma harcamalarını önemli ölçüde artırdılar ve 23’ü şu anda GSYİH’nin %2’si eşiğini karşılıyor.

İronik bir şekilde, Rutte’nin ardışık hükümetleri döneminde Hollanda on yılı aşkın bir süredir geleneksel olarak savunma bütçelerinde kesintiye gitmiş ve mali disiplini savunmuştu. Lahey, NATO’nun harcama hedefine ancak kısa bir süre önce ulaştı.

NATO diplomatları son harcama artışının belirli bir ABD başkanından değil, öncelikle Rusya’ya yanıt verme ihtiyacından kaynaklandığı konusunda kararlılar.

Euractiv’e konuşan diplomatlardan biri, “Bütçe konusuna odaklanmak ABD’yle aramızdaki bağa yardımcı olacaktır,” dedi.

Aynı zamanda Biden yönetimi kısa bir süre önce Ukrayna’ya askeri yardımın hesaplamalara dahil edilmesine karşı çıkmaktan vazgeçti ki bu da rakamların daha da yükselmesine neden olabilir.

Rutte ayrıca, özellikle Trump’ın ilk döneminden bu yana Washington için kilit bir konu olan Çin’i gündemde tutmak ve Avrupalıların –özellikle Fransa’nın– NATO’nun görevlerini Hint-Pasifik bölgesine genişletmeme çağrılarına yanıt vermek zorunda kalacak.

Doğu ve Güneyi memnun etmek

Bazı NATO diplomatları Rutte’nin atamasını Washington’a borçlu olabileceğini fakat küçük Doğu Avrupa ülkelerini memnun etmeyi de unutmaması gerektiğini vurguluyor.

Rusya’nın iki yıl önce Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşla birlikte, geçmişte Rusya’nın şahinleri olarak nitelenen Doğu kanadındaki NATO üyeleri ittifakın politikasını şekillendirmede hızla ağırlık kazandılar.

Kısa bir süre önce bölgedeki dört ülke bloğun Rusya ve Belarus ile olan doğu sınırı boyunca bir “savunma hattı” inşa etmeyi önerdi fakat bu öneri Rutte de dahil olmak üzere bazı Batı Avrupalı liderler tarafından uygulanabilirlik ve maliyet konusunda şüpheyle karşılandı.

Sadece üst düzey pozisyonlarda temsil konusunda değil, aynı zamanda Avrupa’nın bu bölümünü Rusya’nın askeri ve hibrit tehditlerinden korumak için artan taleplerini karşılama konusunda da onların şikayetlerini yönetmek Rutte’nin en büyük zorluklarından biri olabilir.

Eski bir AB lideri olarak Rutte, özellikle Brüksel güvenlik ve savunma sanayi politikasındaki rolünü genişletmeye çalışırken, AB-NATO ilişkilerini geliştirebilecek biri olarak görülüyor.

NATO’nun 32 üyesinden 23’ü, siber tehditler ve hibrit saldırılarla mücadele de dahil olmak üzere, boşluklardan ve mükerrerliklerden kaçınmak için iki örgütün birlikte daha iyi çalıştığını görmek istiyor.

Atılacak en önemli adımlardan biri her iki örgütün de bilgi ve belge alışverişinde bulunması olacaktır ki bu adım Türkiye-Kıbrıs sorunu nedeniyle askıda kalmıştı.

Pragmatizm kuralları

Rutte başbakanlığının ilk yıllarında, Hollanda’nın çıkarları için çok karmaşık ve verimsiz olduğunu düşündüğü uluslararası politikadan kişisel olarak hoşlanmadığını dile getirmişti.

On yıldan uzun bir süre önce Hollanda başbakanlık koltuğuna oturan Rutte, uzlaşma sağlamaya yönelik uzun bir görev listesiyle karşı karşıya kalsaydı, muhtemelen NATO görevi kendisine cazip gelmeyecekti.

Bu durum özellikle Rusya’nın 2014 yılında Ukrayna üzerinde MH17 sefer sayılı yolcu uçağını düşürerek çoğunluğu Hollanda vatandaşı 298 kişinin ölümüne neden olmasının ardından değişti ve Rutte’nin Moskova’ya karşı tutumunu ve Avrupa işbirliğinin değerine ilişkin algısını değiştirdi.

Rutte, parçalanmış bir Hollanda siyasi ortamında geliştirdiği becerileri kullanarak uluslararası siyasete katkıda bulunabileceğini yavaş yavaş keşfetti.

Pragmatik bir koalisyon kurucusu oldu, hevesli bir çözüm arayıcısı olarak tanındı ve hem AB hem de ABD ilişkilerinde çevresindeki siyasi değişime uyum sağlamaya alıştı.

NATO üyeleri ittifaka liderlik edecek deneyimli bir kişi, kendilerinden biri olan eski bir lider istiyordu. Rutte’nin hem beklentileri yönetip yönetemeyeceğini hem de sonuç alıp alamayacağını zaman gösterecek.

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun Kongre’deki içi boş ‘zaferi’

Yayınlanma

İsrail Başbakanı ABD Kongresi’ndeki tartışmalı konuşmasını yaptı. Dakikalarca ayakta alkışlanan konuşması İsrailliler için ne ifade ediyor? Aşağıda çevirisini okuyacağınız köşe yazısı bu soruya yanıt vermeye çalışıyor:

***

Netanyahu’nun Kongre’deki İçi Boş ‘Zaferi’ Lafta Kazanıyor, Savaşta Kaybediyor

Hasbara klişeleri, boş vaatler, coşkulu Cumhuriyetçiler: Netanyahu’nun konuşması savaş zamanı gerçekliğinden ve İsraillilerden kopuktu.

Anshel Pfeffer

Benzion Netanyahu’nun istediği olsaydı ve eşi Cila tarafından 1948’in sonlarında Kudüs’e dönmeye zorlanmak yerine ailesini New York’ta tutabilseydi, Binyamin Netanyahu orada doğacaktı. Belki de siyasete atılacak ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk Yahudi başkanı olacaktı. Çarşamba akşamı bu paralel evrene bir bakış attık.

Netanyahu’nun Kongre’nin ortak toplantısındaki konuşması, başlangıçta salondaki seçkin konukların tanınması ve sondaki “Tanrı Amerika Birleşik Devletleri’ni korusun” ile tamamlanan, başkanlık ulusa sesleniş konuşmasının titizlikle taklit edilmesiydi.

Ancak Netanyahu ABD’de doğmadı. O İsrail’in Başbakanı ve rekor kıran dördüncü konuşmasının 52 dakikasının hiçbir yerinde (evet, en başta kendisine bu onurun kaç kez verildiğinden bahsetmeyi ihmal etmedi) İsrail’i içinde bulunduğu trajik çıkmazdan nasıl kurtarmayı planladığına dair en ufak bir ipucu bile yoktu.

Netanyahu, çoğunluğu Cumhuriyetçi olan coşkulu izleyiciler tarafından 52 kez ayakta alkışlanmış olabilir ancak Washington’un yerlilerini bu denli etkileyen söylemi, ülkesinde kendisini izleyen İsrailliler için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Konuşmasının ilk yarısı 7 Ekim’de İsrail askerlerinin kahramanlık hikayelerine ve Hamas’ın o günkü vahşetinin çarpıcı ayrıntılarına ayrılmıştı. Ancak bu anlatımda eksik olan çok şey vardı. Ülkesini 15 yıl boyunca yönetmiş bir Başbakanın stratejik hesaplarının o gün nasıl çöktüğüne dair hiçbir şey yoktu. Hamas’ın istediği zaman rehineleri öldürmesine ve kaçırmasına izin veren başarısızlıklar hakkında hiçbir şey yoktu. Ya da bir soruşturma komisyonu kurmayı reddetmesi hakkında.

O, 7 Ekim’de savaşan IDF askerlerini “boyun eğmeyen, yılmayan, korkmayan” askerler olarak övdü ve elbette IDF’yi temsil etmek üzere getirilen askerler Etiyopyalı-İsrailli bir paraşütçü ve Bedevi bir başçavuştu. Netanyahu’nun bariz gösterişine rağmen bu askerler gerçekten de takdire şayan. Ancak o gün yıkıma uğrayan kibbutz topluluklarından herhangi biriyle görüşme cesaretini henüz toplayamadı.

Eski rehine Noa Argamani’nin çektiği çileden bahsetti; izleyiciler arasında rahatsız bir şekilde dururken Sara Netanyahu onu bir koluyla kavradı ve diğer koluyla sevdi. İki koltuk ötede, Miami’deki zengin, vergi mükellefleri tarafından sübvanse edilen sürgününden günübirlik bir geziye çıkmış, yüzü gülen bir serseri olan oğlu Yair duruyordu. Babasının konuşması için vitrin süsü olarak getirilen cesur askerlerle hiçbir ortak yanı olmayan 33 yaşındaki İsrailli.

Her yerinde Netanyahu yazan bir konuşmaydı. Onun defalarca kullandığı eski hasbara klişeleri, Larry King’den aldığı ve sadık kaldığı ipucu olan klişe şaka ve Yahudi ayeti. Ancak bu Netanyahu’nun olağanüstü derecede uzak olduğu bir gerçeklikle ilgili bir konuşmaydı. Hamas’tan bahsederken “7 Ekim’i tekrar ve tekrar ve tekrar gerçekleştirecekler. Bugün size yemin ederim ki bunun olmasına asla izin vermeyeceğim” dedi ve izleyen ve Bibi’ye tapan gittikçe küçülen tarikatın üyesi olmayan her İsrailli o anda kendi kendine “ama zaten yaptın!” dedi.

Salonda bazı aksaklıklar ve protestocular vardı. Rehine ailelerin yedi üyesi Kongre Binası Polisi tarafından dışarı çıkmaya zorlandı. Bu küçük düşürücü durum, Netanyahu’nun onlara sevdiklerini kurtarmak için “şu anda çabaların sürdüğüne” dair boş bir sözden başka bir şey vermemesiyle daha da arttı.

Yaklaşık 10 aydır bu vaatleri duyuyorlar ve gerçeği biliyorlar. Netanyahu’nun Kasım ayındaki ilk rehine kurtarma anlaşmasına karşı çıktığını ve bunun gerçekleşmesi için Başkan Joe Biden’ın tüm baskısını kullandığını ve son birkaç ayı aşırı sağcı koalisyon ortaklarının baskısı altında başka bir anlaşmayı geciktirerek ve engelleyerek geçirdiğini.

Konuşmadan önce çevresi, Gazze’nin ve bölgenin geleceği için bir “vizyon” sunacağı bilgisini verdi. Nihayetinde bu vizyon “askerden arındırılmış ve radikalizmden arındırılmış” bir Gazze’den ibaretti. Ultra-Ortodoks ortaklarını, çocuklarına matematik öğretmeleri konusunda bile ikna edemeyen Netanyahu’nun, “Yahudilerden nefret etmemeyi öğrenmesi gereken yeni bir nesil” yetiştirme planı tam olarak net değildi, ancak o, İsrail ile “ılımlı” Arap ülkeleri arasında bir “İbrahim İttifakı” hakkındaki bir sonraki slogan turuna çoktan geçmişti. Ancak bir kez daha, bu ittifakın ilk koşulu olan “iki devletli çözüm” kelimelerini bile ağzına almasına izin vermeyen koalisyonundan bahsetmeyi unuttu.

Netanyahu için bu bir zaferdi. Kendisi için bir anlam ifade eden her şeyi elde ettiği bir gündü. Ancak İsrailliler hiçbir şey elde edemedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English