Bizi Takip Edin

Avrupa

Yeni Alman hükümetinin programı netleşiyor

Yayınlanma

Almanya’nın bir sonraki hükümetine liderlik etmesi muhtemel partiler, koalisyon görüşmelerine başlarken, sığınmacıların sistematik olarak sınırdan geri çevrilmesi de dahil olmak üzere bir dizi politikanın öne çıkması bekleniyor.

Merkez sağ Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU), Bavyeralı müttefikleri CSU ve muhtemel koalisyon ortakları Sosyal Demokratlar (SPD) cumartesi günü resmi koalisyon görüşmelerine başlayacaklarını açıkladılar.

Bir sonraki muhtemel şansölye Friedrich Merz cumartesi günü yaptığı açıklamada, gayrı resmi istikşafi görüşmelerde parti liderlerinin resmi görüşmelerin temeli olarak bir dizi politika uzlaşısı belirlediğini ve bunların “çok, çok yoğun” müzakerelerin sonucu olduğunu söyledi.

CDU lideri, “Bu hiç de kolay bir iş değildi,” diye ekledi.

Euractiv tarafından görülen koalisyon ortaklarının ön politika anlaşmasına (Sondierungspapier) göre, hükümet finansmanından başlayarak her iki taraf için de “acı verici” uzlaşmalar masada. Liderler geçen hafta, mali açıdan muhafazakâr CDU’da bazılarının hoşuna gitmeyen, borçla finanse edilen öncü bir yatırım paketi planları sunmuştu.

Bunun yanı sıra göç, ekonomi ve işgücü politikasına ilişkin en tartışmalı konular da karara bağlandı. İşte şimdiye kadar üzerinde mutabık kalınan temel politikalar:

Sınır kontrolleri artırılacak

  • Sınırda geri çevirmeler: Partiler, CDU’nun en tartışmalı vaatlerinden biri olan ve SPD’nin daha önce AB yasalarını ihlal ettiği için eleştirdiği, sığınma başvurusunda bulunsalar bile insanları Alman sınırından geri çevirme sözü verdi. Uzlaşma olarak, bu tür geri çevirmelerin “Avrupalı komşularla koordinasyon içinde” yapılacağı belirtiliyor ama ayrıntı verilmiyor.
  • Daha fazla sınır kontrolü: Merz, Avrupa’nın pasaportsuz seyahat alanı olan Schengen kurallarından istisna olan tüm Alman sınırlarında mevcut kontrolleri “büyük ölçüde genişletme” sözü verdi.
  • Çifte vatandaşlık devam edecek: Partiler, CDU’nun temel vaatlerinden biri olmasına rağmen, Alman vatandaşlığı ve çifte vatandaşlık almayı kolaylaştıran mevzuatı geri çekmeyecekler. Öte yandan çifte vatandaşlığa sahip “terör destekçileri, antisemitler ve aşırılık yanlılarının” elinden Alman vatandaşlığı alınabilir.

İktisadi büyüme hedefleri

  • Büyüme taahhüdü: Liderler, iki yıldır resesyonda olan Almanya ekonomisini %1’in üzerinde bir büyüme potansiyeline geri döndürme hedefini ortaya koydu.
  • Sanayinin korunması: Almanya’nın ekonomisinin amiral gemisi olan sanayi, enerji fiyatlarının sınırlandırılması, bürokrasinin azaltılması ve yurtdışında vasıflı işgücünün istihdam edilmesine yardımcı olacak bir devlet kurumu ile desteklenecek. Koalisyon, Avrupa CO2 hedeflerini ihlal eden otomotiv endüstrisine yönelik cezalardan “kaçınacak”; ama 2035’ten itibaren yeni benzinli otomobillerin satışına yönelik tartışmalı yasağın tersine çevrilmesinden söz edilmiyor.
  • Vergi indirimleri: İşletmeler ve “orta sınıf” için vergi yükü vergi kanunu reformlarıyla azaltılacak.
  • Daha yüksek asgari ücret: Partiler, SPD’nin önemli bir vaadi olan asgari ücretin gelecek yıl %17’lik bir artışla 12,82 avrodan 15 avroya yükseltilmesini “ulaşılabilir” buluyor.
  • Amerika ile ticaret anlaşması: AB’nin Latin Amerika Mercosur bloğu ile serbest ticaret anlaşmasına verdiği bilinen desteğin yanı sıra, partiler ABD ile serbest ticaret görüşmelerini canlandırmak istiyor.
  • Sosyal yardımların kısıtlanması: CDU’nun bir vaadi olarak, önceki hükümet tarafından getirilen cömert ama tartışmalı işsizlik yardımları, çalışmayı reddedenler için toplam yardım kesintileri de dahil olmak üzere yeniden düzenlenecek.

Yeşil Mutabakat tehlikede

Ne var ki anlaşmayı eleştirenler arasında, finansman paketini geçirmek için gereken üçte iki çoğunluk için desteklerine ihtiyaç duyulan Yeşiller de var.

Yeşiller eş başkanı Felix Banaszak, belgenin partiyi “destekten daha da uzaklaştırdığını” söyledi ve belgede “iklim koruma finansmanının hiçbir rol oynamamasını” eleştirdi.

Federal Meclis’in Avrupa İşleri Komisyonu’nun Yeşil Başkanı Anton Hofreiter ise, “Güvenlik politikamızdaki temel iyileştirmeler hakkında çok az şey var,” dedi.

Finansman planları bir yana, belge sadece Almanya’nın Avrupa’nın güvenliği için sorumluluğunu ve Ukrayna’ya desteğini sürdürdüğünü teyit ediyor.

Avrupa

AB, İran konusunda anlaşamadı

Yayınlanma

Tüm AB ülkeleri, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının “uluslararası hukuka” uygun olduğuna inanmıyor ve bu farklılıklar, önümüzdeki hafta yapılacak zirve öncesinde perşembe günü Brüksel’de bir araya gelen büyükelçiler tarafından ortaya kondu.

Euronews’in kaynaklarına göre, İsrail’in geçen cuma İran’a düzenlediği saldırının gerekçesine ilişkin görüş ayrılıkları Brüksel’deki büyükelçiler arasında su yüzüne çıktı ve AB’nin krize ortak bir yanıt bulma çabalarını engelledi.

Bir kaynak, “Bu, kesinlikle tartışılan bir konu. Meşru müdafaa hakkının ne ölçüde kabul edilebilir olduğu tartışılıyor,” dedi.

AB cumartesi günü yaptığı açıklamada, “tüm tarafları uluslararası hukuka uymaya, itidal göstermeye ve potansiyel radyoaktif sızıntı gibi ciddi sonuçlara yol açabilecek adımlardan kaçınmaya” çağırmıştı.

‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ ifadesi üzerinde anlaşma sağlanamadı

Tartışmalara yakın kaynaklar, üye ülkeler arasındaki müzakerelerin “önemli” bir kısmının, AB’nin İran’a yönelik saldırıları bağlamında “İsrail’in kendini savunma hakkı var” ifadesini kullanıp kullanmama konusuna odaklandığını söyledi.

Avusturya, Çekya, Fransa, Almanya, Macaristan, İtalya ve Hollanda dahil olmak üzere yaklaşık 15 üye ülke bu ifadenin eklenmesini istedi fakat oybirliği sağlanamadı.

Diğer bazı ülkeler ise İsrail’in uluslararası hukuka göre İran’a karşı saldırı başlatma hakkına sahip olduğuna dair yeterli kanıt bulunmadığını düşünüyor.

Uluslararası hukuk ve BM Şartına göre, bir devlet silahlı saldırı veya saldırı tehdidi durumunda kendini savunma hakkını kullanabilir ve gerekli her türlü önlem de orantılı olmalıdır.

İsrail, İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için bir dizi önleyici saldırı düzenlediğini açıkladı.

Euronews’in gördüğü zirve için hazırlanan taslak sonuçlarda, AB Konseyi’nin İsrail-İran çatışmasına ilişkin tutumuna dair herhangi bir ifade yer almıyor.

Von der Leyen’in tutumu bazı ülkeleri şaşırttı

Bu arada, AB kaynakları Euronews’e, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in, İsrail’in Tahran’a yönelik saldırılarına örtülü destek verdiğini duyuran tweet’ine “şaşırdıklarını” söylediler.

Leyen’in mesajı, dış politikayı yürütme yetkisine sahip AB organı olan Avrupa Konseyi’nin mutabık kalınan bildirisinden daha ileri gitti.

Ursula von der Leyen, “Orta Doğu’da tırmanan durumla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Herzog ile görüştüm. İsrail’in kendini savunma ve halkını koruma hakkını yineledim,” diye tweet attı.

Euronews’e konuşan bir başka diplomatik kaynak, “İsrail’in kendini savunma hakkı olduğu konusunda bir konsensüs yoktu, ama von der Leyen yine de bunu söyledi. Kararlaştırılan metni gördü ve sonra kendi açıklamasını yaptı. Dürüst olmak gerekirse, bu çok üzücüydü,” dedi.

Aynı kaynak, İran gibi ülkelerin, “ne kadar kötü olsalar da”, bu şekilde saldırıya uğradıklarında “öylece boyun eğmeyeceklerini” ve İran’da rejim değişikliği olsa bile, bundan sonra yaşanacakların “çok daha kötü olacağını” savundu.

Aynı kaynak, “Ve sonra iki veya üç milyon İranlı Avrupa’nın kapısına dayandığında, bu göç krizini kaldıramayız diyecekler,” diye ekledi.

Bir başka diplomat ise, İsrail’i eleştiren üye ülkelerin, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının sorumsuzca olduğunu düşündüklerini, fakat büyük bir grubun von der Leyen’in açıklamasına katıldığını aktardı.

Kaja Kallas’tan ‘gerginliği azaltma’ çağrısı

Hükümetlerinin İran’a karşı savaşın uluslararası hukukun hükümleri dahilinde olup olmadığı sorulduğunda ise, “Bu hukuki bir sorudur, henüz bir karar yok,” dedi.

Eski Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) başkanı Muhammed El Baradei, X’te yaptığı bir paylaşımda, İsrail’in “şüphelerinin acil bir tehdit oluşturmadığını” ve İsrail’in nükleer tesislere saldırısının uluslararası hukuka göre yasadışı olduğunu söyledi.

Bu arada, AB’nin dışişleri politikası sorumlusu Kaja Kallas, İsrail-İran savaşının diplomatik bir şekilde çözülmesi yönündeki AB’nin resmi tutumunu yineledi.

Tüm tarafları “uluslararası hukuka uymaya ve gerginliği azaltmaya” çağıran Kallas, çarşamba günü Twitter’da “İsrail’in uluslararası hukuka uygun olarak kendini savunma hakkı vardır,” diye de yazdı.

Üç büyük Avrupa gücü bugün İran ile görüşecek

Avrupa’nın üç büyük gücü Almanya, Fransa ve İngiltere, bugün (20 Haziran) Cenevre’de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı ile bir toplantı yapacağını duyurdu.

Batı Avrupa’nın üç büyük gücü arasında Almanya, İran’a karşı saldırı savaşının “meşru müdafaa hakkı” kapsamında olduğunu belirterek İsrail’in en açık şekilde yanında yer aldı. Şansölye Merz, dün itibariyle 500’den fazla kişinin hayatını kaybettiği savaşta İsrail’in “hepimizin kirli işini yaptığını” bile söyledi.

Merz, işgal girişiminin uluslararası hukuku açıkça ihlal ettiğine dair tüm iddiaları reddediyor. Salı günü Kanada’nın Kananaskis kentinde düzenlenen G7 zirvesinde verdiği bir röportajda “İsrail ordusuna büyük saygı duyduğunu” ve “bunu yapma cesaretini gösteren İsrail liderliğine de saygı duyduğunu” söyledi.

Berlin’in tutumu, ABD ve İsrail’in tutumuyla aynı çizgide. Hatta İsrail’in Almanya Büyükelçisi Ron Prosor, Merz’in kullandığı kelimeleri (“kirli iş”) açıkça savundu. Prosor, başbakanın “kelime seçimiyle Orta Doğu’daki gerçekleri açıkça ifade ettiğini” söyledi.

AB bölünmüş durumda iken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İran’ı yeni bir nükleer anlaşma imzalamaya ikna etme girişimlerini sürdürüyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, bugün Cenevre’de bir toplantı planladı.

Toplantıya Almanya’dan Johann Wadephul ve İngiltere’den David Lammy’nin yanı sıra İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı da katılacak. AB Dışişleri Temsilcisi Kaja Kallas da toplantıya davet edildi.

Merz, Netanyahu’ya ‘saldırıları yumuşat’ dedi iddiası

Öte yandan Reuters’ın iddiasına göre, Şansölye Friedrich Merz, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir telefon görüşmesi yaptı ve İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü askeri kampanyada “itidal” çağrısında bulundu.

Kaynak, Merz’in çarşamba akşamı yaptığı görüşmede, Almanya’nın İsrail’in İran’ın nükleer altyapısına yönelik askeri saldırılarını prensipte desteklediğini ama çatışmaya diplomatik çözüm bulunmasının önemini vurguladığını belirtti.

Kaynaklara göre Merz ve Netanyahu, telefon görüşmesinde Gazze’deki durumu da ele aldı. Alman hükümeti, on binlerce sivilin öldürüldüğü ve yardım kısıtlamalarının insani krizi daha da ağırlaştırdığı Gazze’de yürüttüğü savaşta İsrail’i “uluslararası hukuka” uymaya çağırdı.

Ayrı bir görüşmede Merz, Katar Emiri ile çatışmanın daha geniş bölgeye yayılmaması gerektiği konusunda mutabık kaldı ve bu bağlamda Merz, Cenevre görüşmelerine işaret etti.

Trump’ın tereddüdü Avrupa’ya bir pencere açabilir

Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’a ABD saldırısı konusunda ikircikli konuşmasının Avrupa’nın işine yarayabileceğini düşünenler var.

POLITICO’ya konuşan bir Avrupalı diplomat, “Trump’ı engelleyen bir şey var,” dedi. 

Trump’ın, ABD’nin İsrail’in askeri saldırılarına katılmaya hazır olduğunu söylemesine rağmen şu ana kadar hiçbir şey olmadığına işaret eden diplomat, “burada bir fırsat olduğunu” söyledi ve “Trump’ın savaşı ne kadar nefret ettiğini hafife almamalıyız,” diye ekledi.

İngiltere’nin dış istihbarat teşkilatı MI6’nın eski başkanı John Sawers, Trump’ın İsrail’in İran ile doğrudan bir savaş başlatmamasını tercih edeceğini söyledi.

Sawers, Londra’da Chatham House düşünce kuruluşu tarafından düzenlenen bir konferansta, “Burada Trump’ın gerçekten istemediği bir fırsat vardı,” dedi.

“Daha bir hafta önce İsrail’e müzakereler için daha fazla zaman tanıması için çağrıda bulunmuştu, ama Netanyahu bunu reddetti ve Trump da temelde İsrail’in yaklaşımına uydu,” diyen Sawers, İsrail’in şimdi dünyayı “İran’ı öfkelendiren bir duruma soktuğunu”, bu işi bitirmek için ABD’nin devreye girmesinin daha iyi olacağını söyledi.

Ne var ki, E3’teki diğer iyi bağlantıları olan yetkililer ve diplomatlar bu görüşü paylaşmıyor ve ABD’nin doğrudan müdahil olması halinde çatışmanın tam ölçekli bir bölgesel savaşa dönüşmesinden korkuyorlar.

E3 ülkelerinden bir yetkilisine göre, İran ile müzakerelerin yeniden başlatılmasının amacı, Tahran’ın nükleer programını yalnızca sivil amaçlarla kullanacağına dair garanti almaktı. Yetkili, “Müzakereler tam da bu noktadaydı… fakat İsrail’in faaliyetleri nedeniyle rayından çıktı,” dedi.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Lockheed Martin, İngiliz hükümetine hava savunma sistemi teklif etti

Yayınlanma

Lockheed Martin, artan jeopolitik gerilimler ve ABD’nin “Altın Kubbe” projesine yatırım yapma girişimleri üzerine, İngiltere hükümetine yeni bir füze savunma sistemi inşasında yardım teklifinde bulundu.

Lockheed’in baş işletme sorumlusu Frank St John, ABD’li silah şirketinin, hükümetin izleyeceği yaklaşımı belirlerken İngiltere’ye kritik öneme sahip yetenekler sunabileceğine inandığını söyledi.

İşçi Partisi’nin son stratejik savunma incelemesi, hava savunma sistemlerinin önemini vurguladı ama somut planlar içermedi.

St John’un Financial Times’a (FT) verdiği röportajda yaptığı açıklamalar, Trump yönetiminin, ABD için iddialı bir “Altın Kubbe” inşa etmek isteyen savunma şirketlerinden teklifler istemesinin ardından geldi.

İsrail’in kısa menzilli hava savunma sistemi Demir Kubbe’den esinlenen proje, ABD’yi gelişmiş füzelerden korumak için uzay tabanlı bir füze kalkanı kurmayı amaçlıyor.

St John, Lockheed’in halihazırda “önleme füzeleri, yer tabanlı sensörler, uzay tabanlı durum farkındalığı gibi yeteneklere sahip olduğunu ve bu sayede Birleşik Krallık’a çok hızlı bir şekilde [başlangıç] kapasitesi sağlayabileceğini” söyledi.

Şirketin, “İngiltere’nin tüm bunları bir araya getirecek ve Avrupa ve ABD’deki diğer sistemlerle birlikte çalışabilir hale getirecek komuta ve kontrol sistemini oluşturmak için bizimle çalışmasını istediği herkesle” işbirliği yapmaktan memnuniyet duyacağını da sözlerine ekledi.

Durumu yakından takip eden İngiliz savunma kaynakları, Lockheed Martin yöneticilerinin geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığı yetkililerine ABD’li şirketin hava savunma kapasitesi konusunda neler sunabileceği konusunda bilgi verdiğini doğruladı.

Fakat kaynaklar, İngiltere’nin ABD’nin Altın Kubbe projesine benzer bir yaklaşım benimseme olasılığını düşük tutarken, daha entegre hava ve füze savunma sistemleri geliştirmenin odak noktası olduğunu belirtti.

Son gözden geçirme, hava savunmasına sadece 1 milyar sterlin ayırdı ki bu rakam, ABD projesinin tahmini maliyetinin çok altında.

Savunma Bakanlığı yaptığı açıklamada, ayrılan fonun “öncelikli odak noktasının”, “uzaktaki hava ve füze tehditlerini tespit etme kabiliyetimizi artırmak, Entegre Kuvvetlerin bu tehditleri işbirliği içinde bertaraf etme kabiliyetini geliştirmek ve aynı tehditlerle karşı karşıya olan NATO ortaklarımızla entegrasyonu iyileştirmek” olacağını belirtti.

Daha iyi entegre edilmiş Avrupa hava ve füze savunma sistemlerinin geliştirilmesi, Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana hükümetler için bir öncelik haline geldi.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, “Rusya’nın tehdidine” karşı koymak için ittifakın bugün sahip olduğundan yaklaşık dört kat daha fazla sisteme ihtiyaç olduğunu tahmin ediyor.

Lockheed, Thaad ve Pac-3 füze savunma sistemlerini üretiyor, radar sistemlerine ve farklı menzillerdeki tehditlere karşı koyabilen “Leo” uydu grubuna sahip.

Lockheed, Başkan Donald Trump’ın önerdiği Altın Kubbe projesinde rol almak için yarışan bir dizi ABD savunma ve Silikon Vadisi şirketi arasında yer alıyor. St John, şirketin “yüzden fazla yetenek ve plan içeren beyaz kitap” sunduğunu ve Silikon Vadisindeki startup’lar ve teknoloji gruplarıyla ortaklık konusunda görüşmelerde bulunduğunu söyledi.

Ayrıca St John, Lockheed’in, bölgenin iç kapasitesini artırmaya çalışırken ABD’li şirketlerin kârlı ihracat fırsatlarından mahrum kalmaması için Avrupalı savunma şirketleriyle ortaklıklarını güçlendirmeyi planladığını söyledi.

Okumaya Devam Et

Avrupa

AB, Rusya’nın dondurulan varlıkları için Macaristan vetosunu aşacak bir formül buldu

Yayınlanma

AB, dondurulan yaklaşık 200 milyar avroluk Rus varlığını, Ukrayna’ya daha fazla mali destek sağlamak amacıyla daha riskli ve yüksek getirili varlıklara yatırım yapacak özel bir fona aktarmayı değerlendiriyor. AB maliye bakanları tarafından Lüksemburg’da tartışılacak olan bu plan, aynı zamanda Macaristan’ın olası bir vetosuna karşı da bir önlem olarak öne çıkıyor.

Avrupa Birliği (AB), Ukrayna’ya sağlanan finansal desteği artırmak amacıyla dondurulan yaklaşık 200 milyar avroluk Rusya merkez bankası rezervlerini daha yüksek getirili bir yatırım fonuna aktarmak için yeni bir plan üzerinde çalışıyor.

Politico‘nun plana aşina dört yetkiliye dayandırdığı haberine göre, bu hamleyle varlıkların daha riskli enstrümanlarda değerlendirilerek daha fazla gelir elde edilmesi hedefleniyor.

Plana göre, AB’de dondurulan Rus varlıkları, AB kontrolünde kurulacak özel amaçlı bir yapıya (SPV) devredilecek.

Bu fon, mevcut durumda olduğu gibi düşük faizli yatırımlar yerine daha geniş bir yelpazedeki finansal araçlara yatırım yapma esnekliğine sahip olacak.

AB’nin bu adımı, G7 ülkelerinin Rus varlıklarının gelecekteki gelirlerini teminat göstererek Ukrayna’ya vadettiği 45 milyar avroluk (50 milyar dolar) kredinin ardından geldi.

Mevcut sistemin getirisi düşük kalıyor

G7 ülkeleri arasında varılan anlaşma çerçevesinde AB’nin payına düşen 18 milyar avronun tamamının bu yıl sonuna kadar ödenmesi bekleniyor.

Bu durum, Kiev’in 2026 yılındaki mali ihtiyaçlarını karşılamak için ek fon arayışını gündeme getirdi.

Mevcut uygulamada, varlıkların büyük bir kısmının bulunduğu Euroclear adlı mevduat kuruluşu, bu fonları Belçika Merkez Bankası aracılığıyla yatırıma yönlendirmek zorunda. Ancak bu kanal, en düşük risksiz getiri oranını sunuyor.

Yeni plan, bu kısıtlamayı ortadan kaldırarak daha yüksek kâr potansiyeli sunan bir yapı oluşturmayı amaçlıyor.

Politico‘nun kaynakları, fonların tam olarak hangi enstrümanlara yatırılacağını belirtmedi.

Yüksek getirili tahviller gündemde

Haberde, daha yüksek getiri potansiyeline sahip bazı yatırım araçlarına da dikkat çekildi. Örneğin, 10 yıllık Alman devlet tahvilleri şu anda yaklaşık yüzde 2,5 getiri sağlarken, kısa süre önce borç kriziyle gündeme gelen Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi ülkelerin tahvilleri artık güvenli kabul ediliyor ve Alman tahvillerine göre daha yüksek getiri sunuyor.

Daha da yüksek gelir potansiyeli sunan seçenekler arasında yüzde 4,5 getirili Birleşik Krallık ve yüzde 4,4 getirili ABD 10 yıllık devlet tahvilleri bulunuyor.

ABD’nin 30 yıllık tahvillerinde ise yıllık getiri oranı yüzde 5’e yaklaşabiliyor.

Macaristan vetosuna karşı önlem

Bu yeni planın bir diğer avantajı ise Macaristan’ın gelecekte Avrupa yaptırımlarını veto ederek Rusya’nın dondurulan varlıklarının serbest kalmasına neden olma riskini ortadan kaldırması olarak gösteriliyor.

Varlıkların AB kontrolündeki özel bir fona aktarılması, bu tür siyasi risklere karşı bir güvence sağlayacak.

AB üyesi 27 ülkenin maliye bakanları, yeni planı perşembe günü Lüksemburg’da düzenlenecek gayri resmi bir akşam yemeğinde tartışmaya başlayacak.

Politico‘nun ulaştığı, AB dönem başkanlığını yürüten Polonya tarafından gönderilen davet mektubunda, “Avrupa Komisyonu’ndan mevcut seçenekler, özellikle dondurulan Rus varlıklarının potansiyel kullanımı ve yaptırım rejimine ilişkin atılacak adımlar hakkında bilgi almamız önemlidir,” ifadeleri yer aldı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English