DÜNYA BASINI
‘Yeni Yürüyüş’
Yayınlanma
Yazar
Hazal YalınAşağıdaki sıradışı sayılabilecek uzunlukta yazı, Rusya’da Komünist Partisi’nin başını çektiği “sol-yurtsever güçbirliğine” yakın Zavtra’da, Yuri Tavrovskiy’in imzasıyla yayınlandı.
Tavrovskiy, önemli bir “şarkiyatçı”: özellikle Japonya ve Çin’le ilgili çok sayıda araştırması var ve bunların bir kısmı Çinceye çevrilerek Çin’de de yayınlanmış.
Aşağıdaki yazı, onun birkaç yıldır Si Tsinpin’le [Şi Cinping] ilişkilendirdiği Çin tarihinde yeni bir dönemi ele alıyor. Tavrovskiy’e göre bu dönem, “Çinlileşen marksizm” ile geleneksel Çin kültürünün ve uygarlığının sentezine dayanıyor ve, daha önemlisi, Çin’in liberal kapitalizmin baskın niteliğini bertaraf ederek ÇKP’nin hedeflerine ulaşması yolunda yurtseverliği güçlendirmek için de kaçınılmaz.
Bu yeni bir ideolojik sentez sayılabilir; ama belki de sadece Çin’le sınırlamamak daha doğru olur. Gelenekselcilik anlamında bir tür muhafazakârlıkla solun (batının ideolojik etkisi olanlar dışında) giderek daha yakından ilişki kurduğu aslında birçok yerde gözleniyor. Ben de bir dizi yazımda başta Avrupa ülkelerinde orta ve küçük burjuvazinin, mevcut küreselleşmeci elite (mali sermaye ve onun yönetimi olarak mali oligarşi) karşı bağımsızlık yanlısı siyasi tutumuyla muhafazakârlık arasındaki ilişkiyi birçok defa vurgulamıştım. (Başta “Büyük savaş kaçınılmaz mı?” ve “Liberal solun ‘faşizm’ retoriği” vd.)
İsimlerle ilgili bir açıklama. Ben, genel kural olarak, başka bir alfabeden yapılan transliterasyonların Türkçeye o dilde okunduğu gibi, veya az çok okunduğu gibi aktarılmasından yanayım. Bu nedenle pinyin transliterasyon sistemini kullanmaktan kaçınıyorum. Ne var ki gene de ilgili okur için bu transliterasyonları da köşeli parantez içinde ekledim. Türkçeye yerleşmiş isimleri ise (Deng Şiaoping’de olduğu gibi) bu kuralın dışına çıkıyor olsalar bile, değiştirmedim.
* * *
Yeni Yürüyüş
Yuri Tavrovskiy
Çin Komünist Partisi, Çin’e sürdürülebilir bir iktisadi büyüme, sosyal istikrar ve küresel yönetimdeki rolünün yükselmesini sağladıktan sonra bu defa manevi hayatta yeni, stratejik bir hedef koydu: “Güçlü bir kültüre sahip bir büyük gücü inşa etmek ve Çin milletinin çağdaş uygarlığını şekillendirmek.” Bu görev, ilkin Devlet Yayın ve Kültür Arşivi’ni, arkasından da Çin Tarih Akademisi’ni ziyaretinde sırasındaki açılış konuşmasında Başkan Si Tsinpin tarafından formüle edildi.
Başkan Si, diğer parti liderlerinden başka tarih biliminin ve arkeolojinin yıldızları eşliğinde eski el yazmalarını hakiki bir ilgiyle inceledi, uzmanların açıklamalarını dinledi. Sonra kültürel mirasın korunması ve geliştirilmesine yönelik bir sempozyum yapıldı; Si Tsinpin burada da açılış konuşması yaptı. Başkan, “yeni bir hareket noktasında bulunduğumuz bu süreçte kültürel zenginliğe katkıda bulunmaya devam etmeye, güçlü bir kültüre sahip bir büyük gücü inşa etmeye ve Çin milletinin çağdaş uygarlığını meydana getirmeye” çağırdı. 2012’den beri Si Tsinpin’in planına göre işlemekte olan “Çin milletinin büyük yeniden doğuşu” adlı uzun vadeli planın gerçekleştirilmesi, tercihen asırlara uzanan sağlam bir temele dayanmalı. Si bu nedenle, “Çin uygarlığının kökenleri hakkında araştırmalar yürütmenin ve yorumlarda bulunmanın önemini” vurguladı. Si Tsinpin, Çin uygarlığının, kökleri kadim çağlara giden uzun ve kesintisiz bir tarihe sahip olduğuna dikkat çekti. Si’ye göre, “bu tarihin çokyönlü ve derinlemesine kavranışı, Çin kültürünün parlak geleneklerinin yaratıcı şekilde dönüşümüne ve inovatif bir şekilde gelişmesine çok daha etkili bir katkıda bulunmak için ve keza Çin milletinin çağdaş uygarlığının inşası için son derece büyük bir öneme” sahip. “Biricik kesintisiz dünya uygarlığı olan Çin uygarlığının geleneklerini nesilden nesle aktarmak” zaruri.
“Gezegenin baş Çinlisi” temel gelenekler arasında girişimcilik, barışseverlik ve kapsayıcılığı öne çıkardı. Bu sonuncu başlık altında Çin’deki muhtelif dini inanışların uyumlu bir arada yaşaması, keza farklı dünya uygarlıklarına yönelik açık bir dünya görüşü kastediliyor. Çin uygarlığının bu temel çizgileri onun geleceğini de tayin ediyor. Si Tsinpin şunun da altını çizdi: “Çin halkı kendi yolunu takip etmelidir; inovasyonculuk ise Çin halkının girişimci ruhunu tanımlamaktadır.”
Si’nin konuşmasından, Çin uygarlığının 5000 yıllık tarihinin Çin’in sadece bugününün değil geleceğinin de hizmetine koşulmasına karar verildiği anlaşılıyor. “Bu yeni tarihi referans noktasında bulunan Çin kendi kültürünün değerlerine sağlam inancını korumalı ve kendi yolunda ilerlemeye, keza, Çin tecrübesini, entelektüel bağımsızlık ve kendine yeterliliğe erişmek için Çin teorisini yaratmak için geliştirmeye devam etmelidir.”
“Yeni referans noktası” derken CKP’nin XX’nci Kongre kararıyla (2022 ekim) “Yeni Çağ”ın (Si Tsinpin’in ilk on yılı) yerini alan “Yeni Yürüyüş” kastediliyor. “Yeni Yürüyüş” adı da komünist birliklerinin geçen yüzyılın 30’lu yıllarının ortasında Mao Zedung’un yönetimindeki Büyük Yürüyüş’üne gönderme. Geçtiğimiz aylarda bi siyasi konstrüksiyon bir dizi teorik yenilikle de tamamlandı. Bunlar arasında “Çin modernleşmesi”, “küresel güvenlik”, “küresel uygarlık” vb. de var.
“Manevi vakum” doldurulmalı
“Çin rüyasının” “Yeni Yürüyüş” adı altında bir sonraki etabının taşıyıcı iskeleti kurulurken onun mimarı onun ideolojik içeriği hakkında düşünmeden geçemiyor. Çin toplumunda geçen onyıllarda ortaya çıkan manevi vakumun doldurulması da onun için öncelik haline geliyor. Büyük Proleter Kültür Devrimi (1966-1976) geleneksel moral değerlere ölümcül bir darbe olmuştu. Sadece sanat ve mimari anıtları yerle bir edilmekle kalmamış, “sahte öğretmen” ilan edilen Konfüçyüs öğretisinin hümanist ilkeleri de kazınmıştı. Deng Şiaoping tarafından reform ve açıklık siyasetinin yürütülmeye başlamasıyla da birkaç onyıl boyunca kamu hayatının başlıca odağı “Zenginleşin!” sloganı olmuştu. Edebiyat ve sanata ilgi büyük bir düşüşe uğramış, bilim insanlarının ve bilim insanlığının itibarı düşmüştü. Batı ülkelerinden büyük ölçekli sermaye ve teknoloji akışına kaçınılmaz olarak moral ilkelerin ve liberal kapitalizmin davranış modellerinin ödünç alınması da eşlik etmişti. Geleneksel kültür ve etiğin yüksek örneklerinin sıkıştırılmasına Tayvan, Hong Kong ve “Büyük Çin”in başka bölgelerinden kütle kültürünün akışı da katkıda bulunmuştu. Eş zamanlı olarak sosyalizm ilkelerinden hayal kırıklığı devam etmiş, bunlar sosyal huzursuzluk ve hatta isyanlar biçimini almıştı. Çin Komünist Partisi “manevi vakumun” tehlikesini görüyordu. En yüksek seviyeden birden fazla defa burjuva liberalizmiyle mücadele kararları da alındı. Ancak toplumdaki liberal-kapitalist “temelin” baskın niteliği “üstyapıdaki” haletiruhiyeyi değiştirme girişimlerini pek az etkili kıldı.
ÇKP’nin ve Çin’in yönetimindeki ilk günlerinden beri Si Tsinpin’in siyasetinde manevi vakumu geleneksel ve sosyalist değerlerle doldurmak niyeti gözlenmeye başlandı. Dahası, “Çin milletinin büyük yeniden doğuşuna dair Çin rüyasını” dile getirmek için Milli Müze’yi seçmesi de tesadüf değil. 29 Kasım 2012’de yeni genel sekreter ÇKP’nin diğer üst düzey yöneticileriyle birlikte, Afyon Savaşları devrinden beri batının saldırı tarihi ve ÇKP’nin uygarlık çıkmazından çıkış arayışlarındaki rolünü anlatan “Yeniden Doğuş” sergisini inceledi.
Bunlar yaşanırken, aynı zamanda haklı olarak “gezegenin Baş Çinlisi” olacak “baş komünistin” o zamanki başlıca direktifi de seslendirildi. Şöyle dedi: “Afyon savaşlarından beri 170 yıldır devam etmekte olan bu bitmeyen mücadele Çin milletinin büyük yeniden doğuşunun parlak perspektiflerini de açtı. Biz, günümüzde, hedefimizi gerçekleştirmeye daha önceki hiçbir tarihi dönemde olmadığı kadar yakınız: Çin milletinin büyük yeniden doğuşu; ve bu hedefe ulaşmayı başaracağımızdan daha önce hiç olmadığı kadar eminiz.” Bu sözler, bir tür “mantra” haline geldi ve bugüne değin Komünist Partisi’nin bütün önemli belgelerinde tekrarlanır. Bu, kısaca “Çin rüyası” diye anılıyor. Geçmiş onyılların manevi vakumunu doldurmaya çağrılan tam da buydu. Her bir Çinli için başlıca manevi ihtiyaç, geçmiş asırların aşağılanmasını aşmak, Çin kültürünün özgül değerine olan inancın yeniden doğuşu ve Çin uygarlığının dünyadaki meşru yerinin yeniden tesis edilmesi olmalıydı.
“Çin rüyasının” üç kaynağı ve üç bileşeni
Kendiliğinden anlaşılacağı gibi, ÇKP yöneticisi “Çinlileştirilmiş marksizme” erişilmesine “Çin rüyasının” en önemli bileşeni gözüyle bakıyor. Si, Mao Zedung’un fikirlerini ve Deng Şiaoping, Tsyan Tsemin [Jiang Zemin] ve Hu Tsintao’nun [Hu Cintao] teorik araştırmalarını reddetmiyor.
Diğer bir bileşen, 1911’de Mançurya hanedanının neredeyse üç asırlık yönetimini deviren, Çin Cumhuriyeti’ni ve ilk iktidar partisi Gomindan’ı kuran Sun Yatsen kuşağı devrimcilerin yurtsever, milliyetçi fikirleri. Milliyetçilik, halkçılık ve kamu refahı, Sun Yatsen’in bu “üç halk ilkesi”, “Çin rüyasının” mimarının programatik açıklamalarında ve pratik faaliyetlerinde belirgin şekilde gözleniyor. Si Tsinpin’in ifadesiyle: “Halkın kaderini kendi ellerine alması ve her yerde, her zaman saygı gören gururlu Çinliler olması: Çin milletinin oğularının ve kızlarının modern zamanlardan beri peşinde koştuğu hedef budur. Çin milletinin büyük yeniden doğuşunun gerçekleştirilmesi, devletin kudret ve refahına, milli yükselişe ve halkın mutluluğuna ulaşılması: bu, Sun Yatsen’in, Çinli komünistlerin ve bütün Çinlilerin modern tarihin başından beri gizli özlemidir.”
“Çin rüyasının” üçüncü temel bileşeni de “onbinlerce neslin öğretmeni” Konfüçyüs’ün mirası oldu. Si Tsinpin kamuoyu önündeki daha ilk konuşmalarında ondan Mao Zedung veya antik çağ filozoflarından (Men-tsı [Mensiüs, Şan Yan [Shang Yang], Guan-tsı [Guanzi]) çok daha fazla alıntı yapmaya başlamıştı. 4 Mayıs 2014’te gençliğe seslenişinde binlerce yıl boyunca Çinlilerde kendine has bir değerler sistemi meydana geldiğini belirtmişti. Si Tsinpin bu değerleri Konfüçyüs’ten 17 alıntıyla saymıştı: “Halk, devletin temelidir”, “tabiat ve insan yekparedir”, “ihtilaflar olunca mutabakata varılmalıdır”, “gök cisimleri nasıl durmaksızın hareket ediyorsa asil bir koca da kendini öyle geliştirmelidir”, “toplum tarafından tanınan normlar hayata geçirildiğinde Çin de toplumun malı olur”, “her insanda ülkesinin kaderi için sorumluluk yatar”, “asil bir koca ruhunda huzur taşır”, “söz doğru iş kararlı olmalıdır”, “güvenilmeyecek insan hiçbir işe yaramaz”, “yüksek ahlak sahibi koca tek başına değildir; her zaman taraftarları da olur”, “insancıl bir koca her zaman başka insanları da sever”, “iyi işlerinde başkalarına yardım etmeli”, “kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamalı”, “herkesle iyi ilişkiler içinde olmalı, bölgenin korunmasında ve düşmanların göz altında bulundurulmasında karşılıklı yardım gösterilmeli”, “kendi ihtiyarlarına ve başkalarının ihtiyarlarına yardım temeli, kendi çocuklarına ve başkalarının çocuklarına iyi bakmalı”, “zor zamanda yardıma koşmalı”, “fakirlikten korkmamalı, eşitsizlikten korkmalı”.
Si Tsinpin, Konfüçyüs ve onun öğretisine yönelik kendine has tutumunu filozofun Şandun vilayeti Tsyufu şehrindeki memleketini birkaç defa ziyaret ederek de vurguladı. Geçmiş yüzyıllarda bütün Çin imparatorları, hatta Çinli olmayan hanedanlar bile (Curçenler, Moğollar, Mançuryalılar) Tsyufu’da günler süren hac kutlamaları yaparlardı. Konfüçyüs’ün evi burada koruma altındaydı; mezar höyüğü dünyadaki en büyük aile mezarlığında, büyüklüğü ve görkemiyle bir imparator sarayının köşkünü hatırlatan Konfüçyüs tapınağı da burada. Ne Mao Zedung, ne de ÇHC ve ÇKP’nin başka yönetiçileri bu bütün Çinliler için kutsal yerleri ne resmi ne de özel nitelikteki gezilerinde ziyaret etmiş değillerdi. 24 Eylül 2014’teki ziyaretin bahanesi, “onbinlerce neslin öğretmeninin” (M.Ö. 551-479) 2565’inci doğum gününü kutlama etkinliklerine katılmaktı.
Si Tsinpin, Uluslararası Konfüçyüs Araştırmaları Konferansı’na ve onunla eşzamanlı yapılan V’inci Uluslararası Konfüçyüs Federasyonuna bir rapor sundu. Raporun ana fikri, küresel problemlerin ve Konfüçyüs öğretisinde ve Çinli komünistlerin entelektüel cephaneliğinde gelişmenin devamlılığıydı. Çinli komünistlerin başı şöyle vurguluyordu: “Çin’in manevi dünyasının geleneksel kültürün verimli toprağında derinlere kök salmış değerlerinin mirasçısı ve devamcısı Çin Komünist Partisi’dir.”
Si Tsinpin, filozofun mütevazı mezarını 2018’de bir kez daha ziyaret etti. Si’nin gelişiyle yeni, devasa bir müzenin açılışı da eş zamanlı yapıldı. En son donanıma sahip konforlu salonlarda 700 bin parça sergileniyordu. Çin’de Konfüçyüs kültürel mirasından binden çok parça halen koruma altında; bunlar arasında halen faal 327 kilise ve bilgenin eserlerinin incelendiği 144 akademi de var. 2020’de 162 ülkede 650 Konfüçyüs Kurumu’nun faal durumda olduğunu, bunların o ülke halklarına Çin dil ve kültürünün temellerini sunduğunu da belirtmek gerek.
Si Tsinpin kimya mühendisi eğitimi almış olsa da hümanist bir akıl örgüsüne sahip. Çin’in manevi mirasına birçok defa içten bir ilgi gösterdi. Bu ilgi konuşmalarda ve resmi belgelerde Konfüçyüs’ün ve diğer geçmiş zaman düşünürlerinin devamlı alıntılanmasıyla sınırlı değil. Çin hiyerogliflerinin doğum yeri olan İnsyuy’a ziyareti, Çinli entelektüeller ve yabancı Çin uzmanları üzerinde derin bir etkide bulunmuştu. 29 Ekim 2022’de Henan bölgesi teftiş gezisi sırasında “tyaguben” yeraltı müzesini gezerek “zamanda bir yolculuk” da yaptı. Bu müzede kaplumbağa kabukları ve hayvan kemikleri üzerine yazılı kehanetler saklı. Anyan şehrinin kuzeybatısında Şan hanedanının (M.Ö. 1600-1046) geç başkentinin yıkıntıları var. Si Tsinpin, müzenin faaliyet gösterdiği, asırlık kültürel toprak örtüsünün birkaç metre altına da girdi. Burada kaplumbağa kabuklarına yazılı eski kehanetleri inceledi. Bu yazılar, Çin hiyerogliflerinin kaynağı. Başkan, Çin uygarlığının dünyadaki en uzun ve kesintisiz tarihe sahip oluşuyla büyük Çin milletini şekillendirdiğini söyledi. Bu milletin bundan böyle de büyük kalacağını vurguladı: “Kültürel güvenimizi güçlendirmeli, kendimize inancımızı ve Çinli olduğumuz için gurur duygumuzu pekiştirmeliyiz.”
Eski hiyeroglifler “Yeni Yürüyüş”te işe yarayacak
Eski hiyeroglifler müzesini ziyaretin komşu Şensi vilayetindeki Yanyan ve şehrini ziyaretle birlikte yapılmış olması da karakteristiktir. Bu şehir birkaç yıl boyunca Çin’in ÇKP kontrolü altında bulunan “Özel Belge”sinin “başkentiydi” (1934-1946). Mao Zedung, Çju De [Zhu De], Çu Enlay ve ÇKP’nin başka yöneticileri Yanyan’daki mağaralarda yaşamış ve çalışmışlardı. Bunlar, Çin’in zor ulaşılır şehir ve ormanlarında uzun mücadele ve yolculukların ardından Şensi vilayetine varmışlardı. ÇKP’nin bu kahramanlık dönemi “Büyük Yürüyüş” olarak bilinir. ÇKP’nin XX’nci Kongre’sinden (16-22 Ekim 2022) sonra başlayan uzun vadeli “Çin rüyası” planının hayata geçirilmesinde yeni aşamanın “Yeni Yürüyüş” diye adlandırılması boşuna değildir. Si Tsinpin’in kongrenin tamamlanmasından tam bir hafta sonra komünistler için mukaddes olan yerlere ziyareti derin sembolik bir anlam taşıyordu. İnsyuy’daki hiyeroglif müzesini ziyareti de aynı sembolik nitelikteydi.
Çinlileştirilmiş marksizm ile Çin kültürünün geleneklerinin armonisine olan inanç, Si Tsinpin için karakteristiktir. Bu temmuzda Devlet Yayın ve Kültür Arşivi’ni, keza Çin Tarih Akademisi’ni ziyareti sırasında şunu da söylemişti: “Marksizm ve Çin’in muhteşem geleneksel kültürü farklı kültürel kaynaklara rağmen birbiriyle büyük ölçüde örtüşmektedir.” Şunu da vurgulamıştı: “Marksizmin temel doktrinlerinin Çin’in kendine özgü gerçekleriyle ve Çin kültürünün en iyi gelenekleriyle birleşimi, 5000 yıldan fazladır mevcut Çin uygarlığı temelinde ve Çin’e özgü sosyalizmin incelenmesi ve geliştirilmesi için takip edilmesi zaruri olan yoldur. Bu entegrasyon, başarıya ulaşmada partinin en önemli vasıtasıdır.”
“Çin rüyası” planı 2012’de 170 yıllık kültürel katmanıyla “yeni tarihin” tarihi temeli üzerine inşa edilmeye başlandı. “Yeni tarih” dönemi Çin’de Afyon Savaşları hadiseleriyle açılır (1840-1840 ve 1856-1860). Manevi vakum halen mevcutken Çinlilerin yurtsever enerjisini “Çin milletinin büyük yeniden doğuşu” görevinin gerçekleştirilmesi için seferber etmek zaruriydi. Onlarca yıllık başarılar ve zaferlerden sonra “zengin ve kudretli, demokratik ve uygar, ahenkli ve çağdaş sosyalist devletin” kurulmasına yönelik hareketin geri çevrilemez olduğu artık aşikârdı. İleriye yürüme zamanı geldi.
Çin’in muhteşem “pagodası” geçtiğimiz onyıllarda yeni bir katta inşa edildi. Bir sonraki kat, daha sağlam bir temel gerektiriyor. Bu temel, Çin’in 5000 yıllık uygarlığı olacak. Gözlerimizin önünde “Yeni Yürüyüş” yola düşüyor.
İlginizi Çekebilir
-
Hindistan ‘sessizce’ Kuzey Kore’de
-
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
-
Çin ve Pakistan terörle mücadele tatbikatlarını tamamladı
-
QUAD ocak ayında ilk ortak sahil güvenlik eğitimini gerçekleştirecek
-
Çin lideri Xi, kumar merkezi Makao’da “tek ülke, iki sistem” vurgusunu yineledi
-
Vietnam savunma fuarında Rus silahlarına alternatifler arıyor
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesinden en çok faydalanan iki ülke olan Türkiye ve İsrail’in nasıl karşı karşıya geldiğini ele alıyor. Makale bu durumun iki ülke için ne anlama geldiğine ve bundan sonra ne olabileceğine dair uzman görüşlerine yer veriyor:
***
İsrail ve Türkiye karşı karşıya: Orta Doğu’da şiddetlenen güç mücadelesi
Suriye rejiminin çöküşü İran’ın ‘direniş eksenini’ yok etti ve Türkiye destekli İslamcıları İsrail’in kapısına getirdi.
Yaroslav Trofimov
Türkiye ve İsrail, Suriye rejiminin çöküşünden stratejik olarak en fazla fayda sağlayan iki ülke oldu. Bu durum, İran’ın Orta Doğu’daki etkisinin dramatik bir şekilde azalmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Ancak geçen yıl Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana zaten zehirli olan ilişkileri kopma noktasına gelen bu iki Amerikan müttefiki, şimdi Suriye ve ötesinde kendi aralarında bir çarpışma rotasına girmiş durumda. Bu rekabetin yönetilmesi, muhtemelen Trump yönetiminin öncelikleri arasında yer alacak ve Avrupa ile Orta Doğu’daki Amerika’nın ittifak ağı üzerindeki baskıyı artıracaktır.
Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Gönül Tol, “Türk yetkililer, yeni Suriye’nin başarılı olmasını istiyor, böylece Türkiye buna sahip çıkabilir; ancak İsraillilerin her şeyi mahvedebileceğini düşünüyorlar” diyor.
İsrail ve Türkiye arasındaki düşmanlık, İsrail, İran ve İran’ın vekilleri arasındaki uzun ve kanlı çatışmayla kıyaslanamaz. Tahran’ın dini liderleri, Yahudi devletini haritadan silmeyi hedefliyor ve bu yıl iki ülke arasında doğrudan füze saldırıları yaşandı. Bu, İsrail ile İran destekli Hizbullah arasında onlarca yıldır süregelen mücadelenin bir tırmanışıydı.
Bu ay İran liderliğindeki ve İran’dan Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Hizbullah’a kadar uzanan “direniş ekseninin” dağılması, İsrail için anında ve önemli bir güvenlik avantajı sağladı.
Ancak İsrailli yetkililer, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistinli hareket Hamas gibi İsrail’in ezeli düşmanlarına verdiği açık destek göz önüne alındığında, Türkiye liderliğindeki Sünni İslamcılardan oluşan yeni bir eksenin zaman içinde aynı derecede ciddi bir tehlikeye dönüşebileceğinden endişe duyduklarını söylediler.
Yeni Suriye’nin fiili lideri, Ebu Muhammed El-Colani takma adıyla bilinen Ahmet El-Şara, çatışmayla ilgilenmediğini ve ülkeyi yeniden inşa etmeye odaklanmak istediğini söylese de kendisi ve Şam’daki diğer birçok üst düzey şahsiyet, her ikisi de Amerikan tarafından terörist olarak tanımlanan El Kaide ve İslam Devleti’nde kilit rollere sahipti. ABD, takım elbise giymeyi tercih eden ve bu hafta Şam’da Avrupalı diplomatlarla görüşen Colani’nin başına hala 10 milyon dolar ödül koymuş durumda.
Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de düzen şekillenirken, Türkiye Şam’da açık ara baskın güç olarak ortaya çıktı. Bu durum Erdoğan’ı, eski Osmanlı topraklarından Libya ve Somali’ye kadar uzanan bir nüfuz alanı hedefine ulaşmaya her zamankinden daha fazla yaklaştırıyor. Bu, Filistin davasının en güçlü savunucusu olarak İran’la rekabet etmeyi de içeren bir yaklaşım.
İsrail parlamentosunun dışişleri ve savunma komitesi başkanı Yuli Edelstein bir röportajında “Türkiye ile ilişkiler kesinlikle kötü bir noktada, ancak her zaman daha da kötüleşme potansiyeli var” dedi: “Bu aşamada birbirimizi tehdit ediyor değiliz, ancak Suriye söz konusu olduğunda, Türkiye’den ilham alan ve silahlandırılan vekillerle çatışmalara dönüşebilir.”
Başkan seçilen Donald Trump pazartesi günü Mar-a-Lago’da yaptığı konuşmada Esad’ın devrilmesini Türkiye’nin Suriye’yi “dostça olmayan bir şekilde ele geçirmesi” olarak tanımladı. Erdoğan iki gün sonra Türkiye’nin Orta Doğu’da lider bir güç olması yönündeki kendi vizyonunu vurguladı. Erdoğan, “Bölgemizde ve özellikle Suriye’de yaşanan her olay bize Türkiye’nin Türkiye’den daha büyük olduğunu hatırlatıyor. Türk milleti kaderinden kaçamaz” dedi.
Türkiye ile yakın müttefik olan Katar dışında, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Ürdün gibi bölgedeki diğer Amerikan ortaklarının Türkiye’nin yeni hakimiyeti konusunda endişeleri var. Bu ülkelerdeki yetkililer Şam’dan yayılan siyasal İslam’ın yeniden canlanmasının kendi ülkelerinin güvenliğine zarar vermesinden korkuyor.
1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, İsrail güçlerinin burada on binlerce Filistinliyi öldürmesinin ardından Başbakan Binyamin Netanyahu’yu “Gazze kasabı” olarak eleştirip İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulasa da Tel Aviv’de hala bir büyükelçilik bulunduruyor.
Tel Aviv Üniversitesi Çağdaş Orta Doğu Tarihi Kürsüsü Başkanı Eyal Zisser, “İki ülke arasında hala iletişim kanalları var ve Türkiye hala ABD’nin müttefiki, dolayısıyla aralarındaki sorunlar aşılabilir” dedi. Zisser, Türkiye’nin hakimiyetindeki bir Suriye’nin İsrail için İran’ın hakimiyetindeki bir Suriye’den çok daha iyi olacağına şüphe olmadığını da sözlerine ekledi.
Zisser, “Türkiye İsrail’in yok edilmesini arzulamıyor, nükleer silah geliştirmiyor, Hizbullah’a etkileyici bir füze cephaneliği sağlamıyor ve Suriye’ye on binlerce milis göndermiyor” dedi.
2012’de büyükelçilik kapatılana kadar Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapan siyasi analist Ömer Önhon, Suriye’de yakın bir Türkiye-İsrail çatışmasından bahsetmenin çok endişe verici olduğu görüşünde. Büyükelçilik geçen günlerde yeniden açıldı.
Önhon, “Türkiye’nin karşı olduğu Netanyahu hükümetinin politikaları ve eğer bu politikalar değişirse ilişkiler tarih boyunca olduğu gibi yeniden normale dönebilir” dedi.
Türkiye’nin dış ve savunma politikaları uzun süredir peş peşe gelen Amerikan yönetimlerini rahatsız etti; bu yönetimler, Erdoğan’ın Rusya ile askeri ve nükleer enerji işbirliğine ve dönemin ABD yetkililerinin o dönemde “İslam Devleti’ne gizli Türk yardımı” olarak tanımladıkları duruma karşı çıkmışlardı. Washington’da İsrail, Ukrayna ve Tayvan’ı destekleyen bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı İcra Direktörü Jonathan Schanzer, “Türkiye uzunca bir süredir Batı ittifakı içinde haydut bir devlet gibiydi” dedi.
Suriye’de şu anda devam eden tek şiddet olayı, Suriye Ulusal Ordusu olarak bilinen Türkiye destekli milislerin, ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve birçok ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan Suriye Kürt bölgesine yönelik saldırısı. Bu savaşçıların bir kısmı Türkiye’nin güneydoğusundan gelen ve hem Ankara’nın hem de Washington’un terörist olarak gördüğü Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) mensup etnik Kürtlerden oluşuyor.
Washington’un Suriyeli Kürt silahlı gruplara verdiği destek uzun zamandır Türkiye’nin en büyük şikâyetlerinden biriydi. Türkiye’nin iktidar partisi AKP’nin milletvekillerinden Mehmet Şahin, “Șu anda olan şey, bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesine karşı faaliyet gösteren bir terör örgütüne destek vermesidir” diyerek Trump’ın bu desteği kesmesini umduğunu söyledi.
Bir diğer Türk milletvekili, Kürt yanlısı DEM partisinden Berdan Öztürk, Washington’un son on yılda İslam Devleti’ne karşı birlikte dökülen kan nedeniyle Suriyeli Kürtlere karşı bir yükümlülüğü olduğunu söyledi. Öztürk, “Türkiye şu anda her türlü temel insan hakkını ihlal ediyor. Eğer Kürt halkına ihanet ederlerse kimse ABD ile müttefik olmaz. Bir ortağınız varsa bu çok değerlidir ve bunu güçlendirmeniz gerekir.”
Ankara’yı öfkelendiren açıklamalarda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, bu hafta Kürtlerin, Türkiye ve İran tarafından aynı şekilde baskı gördüğünü belirterek, İsrail’in Kürtleri “doğal müttefikleri” olarak değerlendirmesi ve Kürtlerle ve diğer Orta Doğulu azınlıklarla ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini söyledi.
Kürt meseleleri konusunda uzun yıllara dayanan deneyime sahip eski bir Türk diplomat olan Aydın Selcen’e göre, bu tür açıklamalara rağmen İsrail’in Türkiye ve vekillerine karşı Suriyeli Kürt savaşçıları maddi olarak desteklemesi pek olası değil: “İsrail, Suriye’de Türkiye’ye sorun çıkarmaya çalışırsa aklını kaçırmış demektir” dedi.
Selcen, “Son gelişmelerde kazanan Ankara, kaybeden ise İsrail oldu. İsrail ve Türkiye arasında açık bir çatışma olasılığını mümkün görmüyorum. Bu hiç mantıklı değil” ifadelerini kullandı.
Suriye’de 2.000 kadar asker konuşlandıran ABD’nin aksine İsrail’in Suriye’nin Kürt bölgelerinde açık bir varlığı bulunmuyor. Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü’nde araştırmacı olan Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı emekli Tümgeneral Yaakov Amidror, “Kürtlerle uzun süredir ilişkilerimiz var; bu bizim tarihimizin, onların tarihinin bir parçası. Ancak İsrail, Kürtleri destekleme konusunda Amerikan rolünü üstlenmeyecek” dedi.
Türkiye son günlerde defalarca İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri çevresindeki işgal bölgesinden askerlerini çekmesini talep etti ve İsrail’i Esad rejiminin düşmesinden sonraki geçişi sabote etmeye çalışmakla suçladı. Mehmet Şahin, “İsrail, mevcut boşluktan faydalanarak işgal politikalarına devam etmek istiyor. Bu ne Suriye ne de bölge için iyi bir şey” dedi.
Netanyahu’nun en azından 2025 yılı boyunca süreceğini söylediği Suriye’nin güneyindeki toprakları işgalinin yanı sıra, İsrail son iki hafta boyunca Esad rejiminin askeri altyapısından geriye ne kaldıysa acımasızca bombaladı. Bu saldırılar Suriye’nin yeni yöneticilerini hava savunma, donanma, hava kuvvetleri veya uzun menzilli füzelerden mahrum bıraktı.
Ankara’nın askerlerini çekme talebine yanıt veren İsrail Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Suriye’de işgal konusunu gündeme getirecek son ülke olması gerektiğini çünkü Türk askerlerinin 2016’dan beri bu ülkede faaliyet gösterdiğini, “cihatçı güçleri” desteklediğini ve ülkenin büyük bir bölümünde Türk para birimini, bankacılık ve posta hizmetlerini yaygınlaştırdığını söyledi.
Colani’nin örgütü Heyet-i Tahrir el-Şam, ABD tarafından terörist grup olarak listelenmeye devam ediyor. İsyancı komutan ılımlı bir imaj çizmeye çalışıyor. Defalarca azınlıkların haklarını savundu ve yeni Suriye’nin İsrail ile yeni bir çatışma başlatmak yerine yaklaşık 14 yıllık iç savaşın yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa etmekle ilgilendiğini söyledi.
Ancak bu güvenceler İsrail yönetimindeki pek çok kişiyi ikna etmedi. Ne de olsa Colani, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e düzenlenen saldırıyı desteklemişti. Colani takma adı, İsrail’in 1967’de Suriye’den ele geçirdiği ve o zamandan beri ilhak ettiği Golan Tepeleri’ndeki ailesinin kökenine atıfta bulunuyor.
Atlantik Konseyi’nde kıdemli araştırmacı olarak görev yapan ve birçok İsrail başbakanına danışmanlık yapan Shalom Lipner, “HTŞ’nin Türkiye’nin himayesi altında Şam’da kontrolü sağlaması, İsrail’in kuzeydoğu sınırında düşman İslamcılarla karşılaşma ihtimalini artırıyor. Eğer Kürtler geri püskürtülürse bu durum daha da karanlık bir hal alabilir ve IŞİD’in yeniden canlanmasına yol açabilir” dedi. Lipner’a göre “İsrail derin bir savunma pozisyonunda.”
Netanyahu döneminde kabinede çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş ve İsrail parlamentosunun başkanlığını yapmış olan İsrailli Milletvekili Edelstein, Suriye’den gelebilecek potansiyel tehditlerin, ülkenin yeni yöneticilerinin zayıflığı göz önüne alındığında, acil olmadığını söylüyor. Ancak orta vadede Suriye’nin güneyindeki İslamcı grupların İsrailli toplulukları tehlikeye atabileceğini, uzun vadede ise Türk silahları ve desteğiyle yeniden inşa edilen Suriye ordusunun Esad’ın ordusunun 20. yüzyılın son on yıllarında yarattığı türden bir konvansiyonel tehlikeyi yeniden yaratabileceğini söyledi.
Edelstein, Suriye’nin yeni liderlerinden gelen iyi niyet açıklamalarının, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önce İsrail’i yanlış bir güvenlik hissine sürükleyen açıklamaları kadar itibar görmesi gerektiğini söyledi.
Edelstein, “Sadece İsrail değil hepimiz Suriye’deki yeni rejimi normalmiş gibi göstermeye çalışırken çok dikkatli olmalıyız. Biz Suriye’de vekiller yaratma işinde değiliz, biz sınırlarımızı koruma derdindeyiz. Ancak sınırlarımıza yakın olan toplulukların birçoğu Suriye’deki azınlık topluluklarıdır ve İslamcı milisler tarafından istila edilmediklerinden ve bu yerlerin gelecekte İsrail’e yönelik saldırı için askeri bir üsse dönüşmediğinden emin olmalıyız” diye konuştu.
DÜNYA BASINI
Esad’dan sonra sırada İran mı var?
Yayınlanma
1 hafta önce14/12/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.
Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.
Sırada Tahran mı var?
İran’ın güç miti paramparça oldu
Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.
26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.
İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.
İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.
ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.
Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.
Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.
Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.
Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.
Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.
Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.
Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.
¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)
DÜNYA BASINI
Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?
Yayınlanma
1 hafta önce12/12/2024
Yazar
Harici.com.trSuriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.
***
11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim
Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.
Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.
Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.
Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.
O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.
Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.
Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?
Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?
Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.
Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.
Ve giderek daha da ısınıyordu.
Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.
Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.
Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.
Esad’a diplomatik kalkan
Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.
Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.
Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.
Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.
Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”
Esad’ın Suriye’sinde Çin parası
Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.
Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.
COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.
Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.
2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.
2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.
Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.
Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.
Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.
KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.
Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.
Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.
Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.
Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.
Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.
Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.
Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”
Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.
Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.
Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.
Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.
Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.
Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.
Hindistan ‘sessizce’ Kuzey Kore’de
AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
Çin ve Pakistan terörle mücadele tatbikatlarını tamamladı
AB ve Ukrayna, Biden’ı 2022’de Kiev’in ‘zaferine’ engel olmakla suçluyor
Çok Okunanlar
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Eski Beyaz Saray yetkilisi Doran: Suriye’de İsrail ve Türkiye’nin çıkarları örtüşüyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye’de kim kazandı?
-
RUSYA2 hafta önce
Rusya’nın Suriye’deki üslerinin akıbeti ne olacak?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 2
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Esad rejimi neden sadece 12 günde çöktü?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Şii Hilali, “Yeni Ay” Olma Yolunda