Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

SCMP: Çin’in ihracatı için en kötüsü henüz gelmedi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale South China Morning Post’ta (SCMP) yayınlandı. ABD’nin Çin ile ticaretinin tarihsel diplere doğru gittiği bu aylarda, Çin’in ihracatı için henüz en kötüsünün gelmediği iddia ediliyor. AB ile ABD’nin Çin’den ayrışma hamlesinin ‘gerçek’ olduğunu düşünen iktisatçılar, bir yan unsur olarak, Asya’nın diğer ihracat devlerinde de benzer bir gerileme olduğuna dikkat çekiyorlar. Çin için durum pek iyiye gitmese de, Asya-Pasifik’teki Amerikan müttefikleri ve ABD’nin kendisi için de gelecekte her şey iyi gitmeyebilir. Nitekim, Çin’deki iktisadi yavaşlamanın ABD’li şirketler ve tüketiciler için de iyi haber olmadığına dair makaleler yayınlanmaya başladı.


Çin ticareti: ABD ve AB’nin riskten arınması devam ediyor, ihracat için ‘en kötüsü henüz gelmedi’

Ji Siqi
South China Morning Post
3 Ağustos 2023

Küresel ekonomik yavaşlamanın yaygınlaşması Çin’in ihracatındaki keskin düşüşün başlıca nedeni olarak görülürken, ekonomistler ve ticaret uzmanları gelişmiş ülkelerin ‘riski azaltma’ çabalarının etkisinin küçümsenemeyeceği, zira ‘en kötüsünün henüz gelmediği’ uyarısında bulunuyor.

Çin’in ihracatı Mayıs ayında negatif büyümeye geçerek yüzde 7,5 oranında azaldıktan sonra Haziran ayında bir önceki yıla kıyasla yüzde 12,4 oranında gerileyerek 2020’nin ilk aylarından bu yana en sert düşüşünü yaşadı.

Haziran ayındaki düşüş, Çin’in ihracatının bir önceki yıla göre yüzde 91 oranında arttığı Rusya hariç, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler de dahil olmak üzere Çin’in ticaret ortaklarının çoğunda meydana geldi. Fakat Rusya’nın Çin’in toplam ihracatı içindeki payı sadece yüzde 3,4.

Bu tür ticari sancılar Asya’nın diğer ihracat merkezlerinde de hissediliyor. Haziran ayında Güney Kore’nin ihracatı yıllık bazda yüzde 6 oranında düşerek dokuz ay üst üste geriledi. Tayvan’ın ihracatı yüzde 23,4 düşerek üst üste 10. ayında da geriledi ve neredeyse 14 yılın en sert düşüşünü yaşadı. Vietnam’dan yapılan sevkiyatlar da üst üste dördüncü ayda da yüzde 10,25 oranında azaldı.

Economist Intelligence Unit (EIU) küresel ticaret baş analisti Nick Marro, “Küresel faaliyetlerde gerçek bir yavaşlama var ve bu da çoğu Asya ekonomisini oldukça sert vuruyor,” dedi.

Marro, özellikle elektronik sektöründeki yavaşlamanın, elektronik talebine büyük ölçüde bağımlı olan Tayvan ve Güney Kore’nin ihracat sektörlerini en sert şekilde etkilediğini söyledi.

Marro “Çin’in ihracat faaliyeti, ticaret sepetindeki daha fazla çeşitlilik göz önüne alındığında biraz daha dirençli oldu,” diye ekledi. “Ancak Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nde talebin zayıfladığına dair işaretler göz önüne alındığında, Çin de ticaret faaliyetlerindeki bu gerilemeden kaçamadı.”

Çin gümrük verilerine göre ABD ve AB’ye yapılan sevkiyatlar Çin’in toplam ihracatının yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Fakat Batı’da yavaşlayan ekonomiler ve yükselen enflasyon, geçen yılın sonlarından bu yana Çin mallarına yönelik tüketici talebini baskıladı.

Çin’in bu iki bölgeye ihracatı, pandemi sırasında evde kullanılan mallara ve tıbbi ürünlere yönelik talep nedeniyle genel olarak güçlü seyretmişti. Ve daha dirençli bir imalat sektörü 2020-21’de pandeminin gölgesinden çok daha hızlı bir şekilde çıkarak Çin’in ihracat büyümesi açısından dünyanın geri kalanından çok daha iyi bir performans sergilemesini sağladı.

Marro, “Ekonomiler yeniden açıldıkça ve tüketim salgın öncesi eğilimlere geri döndükçe, bu da sonuç olarak talepte bir düzeltmeye neden oldu,” dedi.

Dünya Ticaret Örgütü istatistiklerine göre, Çin’in küresel mal ihracatındaki payı 2021’de yüzde 15,03 ile zirveye ulaştıktan sonra 2022’de yüzde 14,43’e geriledi. Bu oran 2015-19 yılları arasında yüzde 13 civarında seyretti.

New York Üniversitesi Stern School of Business’ta kıdemli araştırma görevlisi ve DHL Küreselleşme Girişimi Direktörü Steven Altman’a göre, bu payın 2028 yılına kadar salgın öncesi seviyelere doğru mütevazı bir düşüş göstermeye devam etmesi muhtemel.

Altman, “Çin’in payında son tahminlerin ima ettiği mütevazı düşüşler olsa bile, Çin büyük bir farkla dünyanın en büyük ihracatçısı olmaya devam edecek ve son birkaç on yılda ihracat payında elde ettiği artışın çoğunu koruyacak gibi görünüyor,” dedi.

Altman, yine de hem ekonomik hem de jeopolitik faktörlerin Çin’in azalan rekabet gücüne katkıda bulunması nedeniyle endişelenmek için nedenler olduğunu sözlerine ekledi.

Altman, Çin’in sadece ekonomik faktörlere bağlı olarak değişen rekabet gücüne ilişkin kanıtların karışık olduğunu, çünkü Çin’in elektrikli araçlar gibi daha gelişmiş ürünler yetiştirmede de başarılı olduğunu ve artan maliyetlerin doğal olarak bazı düşük kaliteli üretimi diğer ülkelere ittiğini söyledi.

Altman’a göre jeopolitik faktörlerin önümüzdeki yıllarda daha da ağır basması muhtemel.

Altman, “Tedarik zincirlerinde yapılan değişikliklerin şirketler tarafından hayata geçirilmesi zaman alıyor, bu nedenle son zamanlarda şirketlerin ve hükümetlerin Çin merkezli tedarik zincirlerini çeşitlendirmeye yönelik vurguları, Çin’in ihracatı için ileriye dönük artan rüzgarlara işaret ediyor,” dedi.

Çin’in ABD’ye ihracatı art arda 11 ay boyunca düşerken, ABD’nin Meksika ve Vietnam gibi ülkelerden yaptığı ithalatta eskiden ağırlıklı olarak ‘Çin Malı’ olan geniş bir ürün yelpazesinin payının artması, Washington’un yeniden üretim çabalarını şimdiden somutlaştırdı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, Çin anakarasının ABD ithalatındaki payı 2017 yılında –ABD-Çin ticaret savaşından önce– yüzde 21,58 ile zirveye ulaştı. Bu oran 2020’de hafif bir toparlanma gösterse de genel eğilimi tersine çeviremedi ve geçen yıl yüzde 16,53’e geriledi.

Bu eğilim özellikle tekstil ve hazır giyim alanında dikkat çekicidir. ABD Ticaret Bakanlığına bağlı Tekstil ve Hazır Giyim Ofisinin rakamlarına göre, bu yılın ilk dört ayında ABD’nin ithal ettiği tekstil ve hazır giyimin yüzde 20,9’u Çin’den geldi – 2022’ye kıyasla yaklaşık yüzde 4 puanlık bir düşüş ve 10 yıl önceki toplamın neredeyse yarısına gerileme.

Delaware Üniversitesi Moda ve Hazır Giyim Çalışmaları Bölümünde doçent Sheng Lu, ‘riski azaltma’ hareketinin Çin’in ihracatı üzerindeki etkisinin küçümsenmemesi gerektiğini, zira ABD’deki moda şirketleri arasında, tedarik zincirindeki zorla çalıştırma riskleri ve tırmanan ABD-Çin gerilimleri konusundaki endişeler nedeniyle ‘Çin’e olan maruziyeti azaltma’ yönünde güçlü ve artan bir eğilim olduğunu söyledi.

Lu, “AB’deki ve dünyanın diğer yerlerindeki pek çok şirket aynı endişeleri paylaşıyor. Korkarım ki en kötüsü henüz gelmedi,” dedi.

Çin’in son dönemdeki ticaret modeli, gelişmekte olan ekonomilere yönelik artan sevkiyatların zayıflayan Batı talebinden kaynaklanan ivme kaybını kısmen telafi etmesiyle ülkenin çeşitlendirme çabalarını destekledi.

Ticaret Bakanlığına göre, Çin’den yapılan ihracat ilk çeyrekte küresel toplamın yüzde 14’ünü oluşturdu; bu, bir önceki yıla kıyasla yüzde 0,3 puanlık bir artış.

Bakanlık, yılın ilk yarısında Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Asean), Latin Amerika ve Afrika ile ticaretin sırasıyla yüzde 5,4, yüzde 7 ve yüzde 10,5 oranında arttığını, buna karşılık AB ile yüzde 1,9 oranında artış ve ABD ile yüzde 8,4 oranında düşüş kaydedildiğini belirtti.

Bu değişim aynı zamanda, Çin’in Meksika ve Asean ülkeleri gibi ülkeler için kritik bir ara tedarikçi olarak hizmet vermesi nedeniyle, küresel tedarik zincirinin yeniden düzenlenmesi eğiliminin bir yansıması.

EIU’dan Marro, “Ticaretin çeşitlenmesi farklı pazarlar arasında Çin mallarına olan talebin değişmesine neden oluyor, ancak Çin’in bu bölgesel tedarik zincirlerinin ayrılmaz bir parçası olmaya devam ettiği göz önüne alındığında, Çin ürünlerine olan talebi ortadan kaldırması gerekmiyor,” dedi.

Birçok şirket Çin’in son derece rekabetçi üretim ve lojistik ekosistemlerinden kurtulmanın ne kadar zor olduğunun farkına varırken, diğer Asya hükümetlerinin de Çin sanayi parklarının ölçeğini veya gelişmişliğini tam olarak taklit etmesinin zor olduğunu sözlerine ekledi.

Yine de Çinli politika yapıcıların Asean veya Kuşak ve Yol Girişimi ülkelerini Batı talebindeki herhangi bir düşüşü telafi etmek için ne kadar konumlandırabileceklerinin bir sınırı var, çünkü ABD ve AB nihai tüketim için inanılmaz derecede önemli küresel varış noktaları olmaya devam ediyor.

Marro, “ABD veya AB nihai talebi zayıflarsa, bu tüm değer zincirini etkiler,” dedi.

NYU’dan Altman, Çin’in Meksika ve Asean bölgesi gibi ABD ithalatında giderek artan paya sahip ülkelere ihracatının güçlü olmasının Çin için faydalı olabileceğini, ancak bunun Çin’in orta ve uzun vadede büyüyecek olan ihracatına artan bir maliyet getirdiğini söyledi.

Altman, “Zaman içinde, tıpkı Çin’in yaptığı gibi, bu ülkeler de yerel ve bölgesel tedarik üsleri oluşturmaya çalışacak ve Çin’deki tedarikçileri üzerindeki baskıyı kademeli olarak artıracaklardır,” dedi.

Eski bir Çinli döviz yetkilisi ve Bank of China International’da küresel baş ekonomist Guan Tao, Çin’in dış faktörleri kontrol edemese de ticaretin çeşitlendirilmesi için bastırmaya devam etmesi, üst düzey açılımı teşvik etmesi ve dış ticaret ve yatırımı daha da kolaylaştırması gerektiğini söyledi.

Guan, “[Çin] ülkenin yeni rekabet avantajını oluşturmak için küresel sanayi ve tedarik zincirlerinin yeniden şekillendirilmesi sürecine daha aktif bir tutumla katılmalıdır,” dedi.

DÜNYA BASINI

İsrailli yazardan rehine operasyonu yorumu: İsrail yıllardır hastaydı şimdi ise ölü

Yayınlanma

Deneyimli İsrailli gazeteci ve yorumcu Gideon Levy, İsrail’in yüzlerce sivili katlederek gerçekleştirdiği rehine kurtarma operasyonu sonrası İsrail’de yapılan zafer yorumlarına ve coşkuya itiraz ediyor. Aşağıda tam metnini okuyacağınız köşe yazısında İsrail toplumu adına özeleştiri yapıyor ve soruyor “Vicdansız bir toplum hayatta kalabilir mi?”

***

İsrail “vicdan-ektomi” geçirdi. Vicdansız bir toplam hayatta kalabilir mi?

Gideon Levy

Vicdanı olmayan bir toplum var olabilir mi? Vicdan ortadan kaldırıldıktan sonra bir devlet işlevini sürdürebilir mi? Vicdan, kalp ya da beyin gibi hayati bir organ mıdır, yoksa onsuz da yaşanabilen dalak ya da safra kesesi gibi mi? Belki de tiroid gibidir: Onun yerine geçecek bir hormon aldığınız sürece onsuz da yaşayabilirsiniz? Bu sorular, ülkenin 7 Ekim 2023’te tam bir vicdan ameliyatı geçirmesinden sonra her İsrailli tarafından sorulmalı. İsrail o zamandan beri vicdansız. Şimdilik hayatta gibi görünüyor.

İsrail’in son birkaç ayda geçirdiği süreç, ancak vicdanından kopuş olarak tanımlanabilir. Yıllardır hastaydı; şimdi ise ölü. Sayısız açıklama ve gerekçe var, ancak soru tüm gücüyle ortada duruyor: Bir toplum nasıl olur da vicdanı olmadan zaman içinde varlığını sürdürebilir?

İsrail, 7 Ekim akşamı, o günün getirdiği tüm vahşetle birlikte kendi kendine şöyle dedi: Vicdanla işimiz bitti. Şu andan itibaren sadece biz varız, başka kimse yok. Şu andan itibaren sadece güç var, başka bir şey yok. Bizim için binlerce ölü çocuk, ölü anneleri, tam yıkım veya açlık, sefalet içindeki insanların sürülmesi ya da topyekûn terör uygulanması yok.

Artık İsrail’i fedakârlığı, maruz kaldığı ceza, çektiği acılar ve cesareti dışında hiçbir şey ilgilendirmiyor. Son günler bunun kesin kanıtını ortaya koymuştur. Sonuç olarak, artık ahlaki sorulara yer kalmadı. O duygu gitti.

Geçen cumartesi dört rehinenin kurtarılmasının ardından İsrail’de patlak veren coşku haklı, insani, kapsamlı ve çok dokunaklıydı. Bu coşkuya eşlik eden körlük ise ulusal vicdanın yok oluşunu kanıtlıyordu.

Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığına göre sadece kurtarma operasyonunun yapıldığı gün, Nuseyrat Mülteci Kampında 274 kişi öldü ve 698 kişi de yaralandı. Ambulans, özel araç ve eşek arabalarının yüzlerce yaralıyı ve cesedi Deyr Belah’taki tamamen dolmuş hastaneye taşıdığı görüntüler, savaşın en zor görüntüleri arasındaydı.

İsrail bunları gizlemeyi, hafızasından silmeyi, varlığını inkâr etmeyi seçti; sanki gizlendiklerinde ve görmezden gelindiklerinde bunlar yaşanmamış gibi. İsrail kendini sevince boğdu; bütün hafta boyunca- gerçekten de cesur olan operasyona, gerçekten de cesur olan kurtarıcı askerlerin cesaretine, öldürülen ve operasyona adı verilen subaya- övgü şarkıları sürekli tekrarlandı ve operasyon sırasında Nuseyrat’ta başka neler olduğuna dair tek bir kelime bile edilmedi.

Kanal 12 Haberlerinden Daphna Liel operasyonu “mükemmel” olarak tanımlarken ne demek istiyor? 300 ölümün mükemmel olduğunu mu? Peki bin kişi öldürülmüş olsaydı, Liel yine de operasyonun mükemmel olduğunu düşünür müydü? On binlerce ceset Liel’in mükemmellik sınırını aşar mıydı? İsrailliler için çizgiyi aşan sayı ne olurdu? Nuseyrat’a atılan bin bomba soru işaretleri yaratır mıydı? Bu çok şüpheli.

Sınır Polisi Komutanı Tümgeneral Itzhak Brik, rehineleri kurtaran kahraman güçlerin “cerrahi” bir operasyon gerçekleştirdiklerini ve “değerler” tarafından yönlendirildiklerini söylerken neyi kastediyor? Değerler tarafından yönlendirilmeyen bir şekilde insanları öldürmek neye benzer? 300 ölü “cerrahi” bir operasyon mudur? Soykırım amaçlı öldürme neye benzer? Kimse aksini söylemediğinde ya da bu tür ifadeleri düzeltmediğinde, kimse çekincelerini dile getirmediğinde ya da ülkenin plajlarındaki kitlelerin sevincini gölgelememek için bir soru işareti bile eklemediğinde, burada çok yanlış bir şey var demektir.

Açıkçası bu dokunaklı kurtarma olayı kutlanmalıydı. İsrailliler aylardır yaşadıkları ve henüz bitmemiş olan cehennemde bir anlık sevinci hak ediyorlar. Ancak Filistinlilerin ödediği bedeli görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz, her ne kadar bu bedelin kaçınılmaz ve hatta tamamen haklı olduğuna inananlar olsa da.

Dört rehinenin kurtarılması ve vatandaşların bir anlık sevinci adına on binlerce insanın canlarıyla, bedenleriyle, ruhlarıyla ve mallarıyla ödediği bedeli bu kadar bariz bir şekilde görmezden gelen bir toplum, hayati bir şeyden yoksundur. Bu, vicdanını kaybetmiş bir toplumdur.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Arap dünyasında ABD’nin kaybı Çin’in kazancı

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale 7 Ekim’den bu yana beş farklı Arap ülkesinde yapılan anketlerin sonuçlarına ve daha önceki yıllarda yapılan anketlerle kıyaslanmasına odaklanıyor. Anket sonuçları ABD’nin İsrail’e desteğinin ABD’nin itibarını ve güvenirliğini sarstığını ve bundan faydalanan ülkenin ise Çin olduğunu ortaya koyuyor. Anketi analiz edenler, Washington’a uyarılar yaparken mevcut durumu tersine çevirmek için bazı politika önerilerinde bulunuyor.  

***

Amerika Arap dünyasını kaybediyor

Ve Çin bundan faydalanıyor

Michael Robbins, Amaney A. Jamal ve Mark Tessler

7 Ekim 2023, sadece İsrail için değil Arap dünyası için de bir dönüm noktasıydı. Hamas’ın korkunç saldırısı tam da bölgede yeni bir düzen oluşuyor gibi görünürken meydana geldi. Üç yıl önce Arap Birliği’nin dört üyesi -Bahreyn, Fas, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)- İsrail ile diplomatik ilişkilerini normalleştirmek için süreç başlatmıştı. 2023 yazı yaklaşırken, İsrail’i hâlâ tanımayan en önemli Arap ülkesi Suudi Arabistan da bunu yapmaya hazır görünüyordu.

Hamas’ın saldırısı ve ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik yıkıcı askeri operasyonu normalleşme yönündeki bu yürüyüşü sekteye uğrattı. Suudi Arabistan, İsrail bir Filistin devletinin kurulmasını kolaylaştıracak net adımlar atana kadar normalleşme anlaşmasına yanaşmayacağını açıkladı. Ürdün, Kasım 2023’te İsrail Büyükelçisini geri çağırdı ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 2023 sonlarında Fas’a yapmayı planladığı ziyaret gerçekleşmedi. Arap liderler, vatandaşlarının Gazze’deki savaşa karşı seslerini yükseltmelerini ihtiyatla izlediler. Pek çok Arap ülkesinde binlerce kişi İsrail’in savaşını ve yarattığı insani krizi protesto etmek için bir araya geldi. Ürdün ve Fas’taki protestocular da hükümetlerinin, halklarını dinlememesinden duydukları hayal kırıklığını dile getirerek ülkelerinin İsrail ile olan barış anlaşmalarına son verilmesi çağrısında bulundu.

7 Ekim Amerika Birleşik Devletleri için de bir dönüm noktası olabilir. Gazze’deki savaş nedeniyle Arap kamuoyu İsrail’in en sadık müttefiki ABD’ye karşı keskin bir şekilde cephe almış durumda; bu da ABD’nin sadece Gazze’deki krizin çözümüne yardımcı olma çabalarını değil aynı zamanda İran’ı çevreleme ve Çin’in Orta Doğu’da artan etkisine karşı koyma çabalarını da sekteye uğratabilecek bir gelişme. 2006 yılından bu yana yönettiğimiz partizan olmayan araştırma kuruluşu Arab Barometer (Arap Nabzı) 16 Arap ülkesinde yılda iki kez ulusal düzeyde temsili kamuoyu araştırmaları gerçekleştirerek, kamuoyu yoklamalarının çok az olduğu bir bölgede sıradan vatandaşların görüşlerini yansıtıyor. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinden sonra yapılan diğer anketler, sıradan Arap vatandaşlarının çok azının ABD hakkında olumlu görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştu. Ancak 2022 yılına gelindiğinde, Arap Nabzı’nın anket yaptığı neredeyse tüm ülkelerdeki katılımcıların en az üçte birinin ABD hakkında “çok olumlu” ya da “biraz olumlu” görüşlere sahip olduğunu teyit etmesi, tutumların bir nebze iyileştiğini göstermişti.

Ancak 2023’ün sonları ve 2024’ün başlarında beş ülkede gerçekleştirdiğimiz anketler, ABD’nin Arap vatandaşları arasındaki konumunun önemli ölçüde gerilediğini gösteriyor. Tunus’ta kısmen 7 Ekim’den önce kısmen de sonra yapılan bir anket, bu değişimin Gazze’deki olaylara tepki olarak gerçekleştiğini güçlü bir şekilde ortaya koydu. Belki de daha da şaşırtıcı olanı, anketler ABD’nin kaybının Çin’in kazancı olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Son anketlerimizde Arap vatandaşlarının Çin’e yönelik görüşlerinin yumuşadığı ve Arap dünyasında Çin’e yönelik desteğin azalma eğilimine girdiği yarım on yıllık eğilimin tersine döndüğü görülüyor. Ancak Çin’in Filistinlilerin haklarını korumak için ciddi çabalar sarf edip etmediği sorulduğunda, katılımcıların çok azı bu görüşe katıldı. Bu sonuç, Arapların görüşlerinin Çin’in Gazze politikalarına spesifik bir destekten ziyade ABD’ye yönelik derin memnuniyetsizliği yansıttığını gösteriyor.

Önümüzdeki aylarda ve yıllarda ABD liderleri Gazze’deki çatışmayı sona erdirmeye ve İsrail-Filistin çatışmasına kalıcı bir çözüm bulmak için müzakereleri başlatmaya çalışacaklar. ABD ayrıca Kızıldeniz’i İran’ın vekillerinin saldırılarından koruyarak uluslararası ekonomiyi güvence altına almayı ve İran’ın saldırganlığını kontrol altına alan ve Çin’in bölgedeki angajmanını sınırlayan bölgesel bir ittifakı güçlendirmeyi umuyor. Ancak bu hedeflerden herhangi birine ulaşmak için Washington’un Arap devletlerinin ortaklığına ihtiyacı var ki Arap halkları ABD’nin Orta Doğu’daki hedeflerine bu kadar şüpheci yaklaşmaya devam ederse bunu elde etmek daha da zorlaşacak.

ABD’li analistler ve politikacılar sıklıkla, bazen küçümseyerek “Arap sokağı” olarak adlandırdıkları şeyin Amerikan dış politikasını pek ilgilendirmemesi gerektiğini ima ederler. Bu argümana göre Arap liderlerin çoğu otoriter olduğu için kamuoyunu fazla önemsemezler ve bu nedenle ABD’li politika yapıcılar Arap vatandaşlarının kalplerini ve zihinlerini kazanmak yerine güç sahipleriyle anlaşma yapmaya öncelik vermelidir. Ancak genel olarak Arap liderlerin kamuoyu tarafından kısıtlanmadığı düşüncesi bir efsane. Arap Baharı ayaklanmaları dört ülkede hükümetleri devirdi ve 2019’daki yaygın protestolar diğer dört Arap ülkesinde liderlerin değişmesine yol açtı. Otoriterler de yönettikleri halkın görüşlerini dikkate almak zorunda. Artık çok az Arap lider, yönettikleri halklar arasında Amerikan karşıtlığındaki keskin yükseliş göz önüne alındığında, Washington ile açıkça işbirliği yaptığının görünmesini istiyor. Arap vatandaşlarının ABD dış politikasına duyduğu öfkenin ABD için de doğrudan ciddi sonuçları olabilir. Cezayir ve Ürdün’deki kamuoyu anketlerinden elde edilen verilere dayanan önceki araştırmamız, ABD dış politikasına duyulan öfkenin, vatandaşların ABD’ye yönelik terör eylemlerine daha fazla sempati duymasına neden olabileceğini gösterdi.

Ancak bazı Arap Nabzı bulguları, Arapların ABD’nin Orta Doğu’daki rolüne ilişkin artan şüpheciliğinin geri döndürülemez olmadığını da ortaya koyuyor. ABD’nin farklı muamelede bulunduğu ülkelerdeki halklar arasındaki görüş farklılıkları, ABD’nin politikalarını değiştirerek Arap dünyasındaki algılanış biçimini değiştirebileceğini gösteriyor. Anket sonuçları ayrıca, Gazze’de ateşkesin sağlanması için daha fazla çaba gösterilmesi, ABD’nin bölgeye ve bölgenin geri kalanına yönelik insani yardımlarının artırılması ve uzun vadede iki devletli bir çözüm için çalışılması gibi Arapların ABD’ye yönelik algılarını iyileştirecek belirli yaklaşım değişikliklerine de işaret ediyor. Nihayetinde, Orta Doğu’daki Arap vatandaşlarının güvenini kazanmak için ABD, İsraillilerin acılarına gösterdiği özeni Filistinlilerin acılarına da göstermeli.

Anket karşılaştırmaları

Her bir Arap Barometer anketi 1.200’den fazla katılımcıyla gerçekleştiriliyor ve katılımcıların ikamet ettikleri yerde yüz yüze yapılıyor. Bu anketlerde katılımcılara ekonomik ve dini konular, hükümetleriyle ilgili görüşleri, siyasi katılım, kadın hakları, çevre ve uluslararası ilişkiler de dahil çok çeşitli konulardaki görüşleri soruluyor. Arap Nabzı 7 Ekim’den bu yana beş farklı Arap ülkesinde anketleri tamamladı: Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Moritanya ve Fas.

Arap Nabzı’nın bu ülkelerdeki bir önceki anketi 2021 ve 2022 yılları arasında yapıldığından, Gazze’deki savaş dışındaki faktörler o zaman ile şimdi arasında kamuoyundaki değişikliklere katkıda bulunmuş olabilir. Ancak bir başka anket çok değerli bir karşılaştırma ölçütü sunarak, görüşlerdeki bazı önemli değişimlerin muhtemelen çok daha yakın bir zamanda meydana geldiği sonucuna varmamızı sağladı. 13 Eylül ve 4 Kasım 2023 tarihleri arasında Tunus’ta 2.406 görüşmeyi içeren planlı bir anket gerçekleştirdik. Bu görüşmelerin yaklaşık yarısı 7 Ekim’den önce, yaklaşık yarısı ise daha sonra yapıldı. Tunusluların görüşlerinin 7 Ekim’den sonra nasıl değiştiğini anlamak için Hamas’ın saldırısından önceki üç hafta boyunca ortalama yanıtları hesapladık ve ardından takip eden haftalarda günlük değişiklikleri izledik- ABD’ye olumlu bakan katılımcıların yüzdesinde hızlı ve keskin bir düşüş bulduk. 2021-22’de ve 7 Ekim’den sonra anket yaptığımız diğer ülkelerin çoğunda da sonuçlar benzer bir seyir izledi: biri hariç hepsinde ABD’ye yönelik görüşler belirgin bir şekilde azaldı.

Hamas’ın saldırısının dehşetine rağmen, Arap Nabzı katılımcılarının çok azı bunun bir “terör eylemi” olarak adlandırılması gerektiği konusunda hemfikirdi. Buna karşılık, büyük çoğunluk, İsrail’in Gazze’deki harekatının terörizm olarak sınıflandırılması gerektiğini düşünüyor. Ankete 7 Ekim’den sonra katılan Arap vatandaşları çoğunlukla Gazze’deki durumu vahim olarak değerlendiriyor. “Savaş”, “düşmanlık”, “katliam” ve “soykırım” da dahil yedi kelimeden hangisinin Gazze’de devam eden olayları en iyi tanımladığı sorulduğunda, katılımcıların biri hariç tüm ülkelerde en yaygın olarak seçtiği terim “soykırım” oldu. Sadece Fas’ta katılımcıların yüzde 24 gibi önemli bir kısmı bu olayları “savaş” olarak nitelendirirken, Faslıların yaklaşık aynı oranı “katliam” olarak nitelendirdi. Diğer tüm ülkelerde katılımcıların yüzde 15’inden daha azı, Gazze’de yaşananları tanımlamak için “savaş” ifadesini seçti.

Ayrıca, Arap Nabzı anketleri Arap vatandaşlarının Batılı aktörlerin Gazzelileri savunduğuna inanmadığını ortaya koydu. Anketimizde “Aşağıdaki taraflardan hangisinin Filistinlilerin haklarını savunmaya kararlı olduğuna inanıyorsunuz?” sorusu soruldu ve katılımcıların on ülke ile Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’den oluşan bir listeden uygun olanları seçmelerine izin verildi. Hiçbir ülkedeki katılımcıların yüzde 17’sinden fazlası Birleşmiş Milletler’in Filistinlilerin haklarını savunduğu görüşüne katılmadı. Avrupa Birliği’nin durumu daha kötüydü ancak Amerika Birleşik Devletleri en düşük notu aldı: Kuveyt’te katılımcıların yüzde sekizi, Fas ve Lübnan’da yüzde altısı, Moritanya’da yüzde beşi ve Ürdün’de yüzde ikisi Birleşmiş Milletler’in Filistinlileri savunduğunu kabul etti. Amerika Birleşik Devletleri’nin sonuçları İsrail’i koruma konusunda diğer Batılı ve küresel aktörlerden daha da farklılaşmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in haklarını koruyup korumadığı sorulduğunda, beş ülkedeki katılımcıların yüzde 60’ından fazlası bunu yaptığı yönünde görüş bildirdi. Bu oranlar, Avrupa Birliği ya da Birleşmiş Milletler’in İsrail’i koruduğunu düşünenlerin oranının çok üzerinde.

Arap dünyasında İsrail’in Gazze’deki askerî harekâtına ve ABD’nin bu harekata yaklaşımına ilişkin bu algıların ABD’nin genel itibarı üzerinde önemli sonuçları olduğu görülüyor. Arap Nabzı’nın 2021’de ABD’nin tercih edilirliğini sorduğu on ülkenin dokuzunda, tüm katılımcıların en az üçte biri ABD’ye olumlu baktıklarını söyledi. Ancak Aralık 2023 ve Mart 2024 tarihleri arasında anket yapılan beş ülkeden dördünde ABD’ye olumlu bakanların oranı üçte birden azdı. Ürdün’de ABD’ye olumlu bakan katılımcıların oranı 2022’de yüzde 51 iken 2023-24 kışında yapılan ankette yüzde 28’e düştü. Moritanya’da ABD’ye olumlu bakan katılımcıların oranı 2021-22 kışında yapılan ankette yüzde 50’den 2023-24 kışında yapılan ankette yüzde 31’e, Lübnan’da ise 2021-22 kışında yüzde 42’den 2024 başında yüzde 27’ye düştü. Benzer şekilde, ABD Başkanı Joe Biden’ın dış politikalarının “iyi” veya “çok iyi” olduğunu düşünen katılımcıların oranı aynı dönemde Lübnan’da 12 puan, Ürdün’de ise dokuz puan düştü.

Tunus’taki anketimizin zamanlaması, İsrail’in Gazze’deki askeri harekatının bu genel düşüşe neden olduğunu kuvvetle düşündürüyor. Tunusluların yüzde 40’ı 7 Ekim’den önceki üç hafta içinde ABD’ye olumlu baktıklarını belirttiler. İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının başlamasının üzerinden henüz üç hafta geçmemişken 27 Ekim’de Tunusluların sadece yüzde 10’u aynı görüşteydi.

Arapların ABD ve Biden hakkındaki görüşleri 7 Ekim’den sonra kötüleşmiş olsa da ABD’nin Orta Doğu ile ilişkilerinin farklı yönlerine ilişkin görüşler eşit oranda kötüleşmedi. Katılımcılarımız, ABD’nin ülkelerine yaptığı dış yardımların eğitim girişimlerini güçlendirdiğine veya sivil toplumu güçlendirdiğine 7 Ekim’den önce olduğu kadar katılıyor. Aslında, 2023-24 kış anketimizde Ürdün, Moritanya ve Fas’taki katılımcıların ABD dış yardımının sivil toplumu güçlendirdiğine katılma oranı 2021 ve 2022’ye göre biraz daha yüksekti. Bu bulgular, ABD dış politikasının diğer unsurlarının değil, ABD hükümetinin İsrail’e yönelik politikası ve Gazze’deki savaşla ilgili anlaşmazlığın ABD’nin bölgesel itibarındaki düşüşe neden olduğunu gösteriyor.

İkincil fayda

Gazze’ye sınırlı maddi ve retorik destek sunmasına rağmen Çin, ABD’nin Arap halkları arasındaki itibar kaybından en çok faydalanan ülke oldu. Arap Barometer 2021-22 anketlerinde Arapların Çin’e olan desteğinin azaldığını görülüyordu. Ancak son aylarda bu eğilim tersine döndü. Arap Nabzı’nın 7 Ekim’den sonra anket yaptığı tüm ülkelerde, katılımcıların en az yarısı Çin hakkında olumlu görüşlere sahip olduklarını söyledi. ABD’nin kilit müttefikleri olan Ürdün ve Fas’ta Çin’e yönelik olumlu görüşler en az 15 puanlık bir artış gösterdi.

Bölgelerinin güvenliği için ABD politikalarının mı yoksa Çin politikalarının mı daha iyi olduğu sorulduğunda, 7 Ekim’den sonra anket yaptığımız beş ülkeden üçünde katılımcılar Çin’in yaklaşımını tercih ettiklerini söyledi. Aslında Çin’in bölgedeki fiili varlığı asgari düzeyde ve angajmanı daha çok Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla ekonomik anlaşmalara odaklanıyor. Orta Doğu’daki Arap halkları Çin’in Gazze’deki olaylarda sınırlı bir rol oynadığını anlamış görünüyor: Lübnanlı katılımcıların sadece yüzde 14’ü, Faslıların yüzde 13’ü, Kuveytlilerin yüzde 9’u, Ürdünlülerin yüzde 7’si ve Moritanyalıların yüzde 3’ü Çin’in Filistinlilerin haklarını savunmaya kararlı olduğu konusunda hemfikir.

O halde, katılımcıların Çin’e yönelik giderek artan olumlu görüşlerinin ABD ve Batı politikalarından duydukları memnuniyetsizliği yansıtıyor olması muhtemel. Daha spesifik politika soruları sorulduğunda, katılımcılarımız daha kararsız cevaplar verdi. Çin politikalarının “özgürlükleri ve hakları koruma” konusunda daha iyi olduğunu mu, Amerikan politikalarının daha iyi olduğunu mu, Çin ve Amerikan politikalarının eşit derecede iyi olduğunu mu yoksa Çin ve Amerikan politikalarının eşit derecede kötü olduğunu mu düşündükleri sorulduğunda Kuveytliler, Moritanyalılar ve Faslıların çoğunluğu ABD politikalarının Çin politikalarından daha iyi olduğunu söyledi. Ancak İsrail’e sınırı olan iki ülkedeki katılımcılar bunun tam tersini düşünüyor: 7 Ekim’den sonra Ürdün ve Lübnan’da yapılan Arap Nabzı anketlerinde, Çin’in politikalarının hak ve özgürlükleri koruma konusunda ABD’den daha iyi olduğunu düşünenlerin sayısı oldukça fazla.

Çin’in yurtiçi ve yurtdışında hak ve özgürlükleri koruma konusundaki sicili kötü, ancak Lübnan ve Ürdün halkları artık ABD’nin sicilinin daha da kötü olduğunu düşünüyor. Bu bulgu Arap Nabzı verilerindeki daha büyük bir eğilimi yansıtıyor: coğrafya önemli. Gazze’deki çatışmaya en yakın yerlerde yaşayan ve ülkeleri tarihsel olarak çok sayıda Filistinli mülteciye ev sahipliği yapan insanlar, ABD’nin belirli Orta Doğu politikalarına en düşük güveni ifade ediyorlar.

Muhalefet şerhi

Anketlerimiz, Arapların ABD’ye olan desteğindeki düşüşün kaçınılmaz olmadığını ve Arap halklarının ABD’nin bölge için kilit öneme sahip konulara yönelik politikasındaki farklılıklara duyarlı bir şekilde tepki verdiğini gösteriyor. Bu gösterge en güçlü şekilde, bölgede ABD politikalarına yönelik artan şüphecilik eğilime ters düşen tek ülke olan Fas’taki sonuçlarda ortaya çıkıyor. 2022 yılında Faslıların yüzde 69’u ABD’ye olumlu bakıyordu ve bu oran Arap dünyasındaki en yüksek destekti. Zaten güçlü olan bu destek aslında arttı: Arap Nabzı’nın 2023-24 kış anketi, Faslıların yüzde 74’ünün artık ABD’ye olumlu baktığını ortaya koyuyor. Fas ayrıca yüzde 13 puanlık bir farkla ABD’nin Orta Doğu güvenlik politikalarını Çin’inkilere tercih eden tek ülke oldu.

ABD’nin Fas’ı bölgesel bir anlaşmazlıkta desteklemede oynadığı rol, Fas’ın görüşünün aykırı olmasının neredeyse tek nedeni. Fas hükümeti, Cezayir tarafından desteklenen bir hareketin bağımsız bir devlet kurmak istediği Batı Sahra’nın büyük bir bölümünü on yıllardır yönetiyor. 2020 yılına kadar hiçbir BM üyesi ülke, Fas’ın egemenliğini tanımadı. O yıl ABD, Fas’ın İsrail ile diplomatik ilişkilerini resmileştirmesi karşılığında Fas’ın Batı Sahra üzerindeki hak iddiasını tanıdı. Özellikle 2023’ün ikinci yarısında Biden yönetimi bu politikayı güçlü bir şekilde teyit etti. Fas’ta yaptığımız kamuoyu araştırması, üst düzey bir ABD diplomatı olan Joshua Harris’in bu politikanın altını çizmek üzere Cezayir ve Rabat’a yaptığı ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran ziyaretle aynı zamana denk geldi.

Görünen o ki, Batı Sahra politikası ABD’yi diğer Arap ülkelerinde yaşadığı destek düşüşünden büyük ölçüde muaf tuttu. Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıma konusunda ABD’yi takip etmeyen diğer Batılı ülkeler, Fas halkının desteğini koruyamadı. 2022 ile 2023-24 kışı arasında, Birleşik Krallık’a olumlu baktığını söyleyen Faslıların oranı yüzde 68’den yüzde 30’a düşerek, anket yaptığımız diğer ülkelere kıyasla daha büyük bir düşüş gösterdi. Faslıların Fransa’ya yönelik görüşleri de on puanlık bir düşüş yaşadı.

Anket yaptığımız her ülkede katılımcılar, Filistinlilerin haklarının korunması konusunda en kararlı olanların küresel aktörler değil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki devletler olduğuna inandıklarını belirttiler. Ancak bu görüş, ABD’nin tarafsızlığının benimsendiği ya da Orta Doğu’dan çıktığını görme arzusuna dönüşmüyor. ABD’nin Gazze’ye yönelik politikalarına duydukları öfkeye rağmen, Arap halkları ABD’nin İsrail-Filistin krizinin çözümüne dahil olmasını istediklerini açıkça ortaya koydular.

Bir Arap Nabzı anket sorusunda katılımcılara Biden yönetiminin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki gündeminin hangi konu olması gerektiği soruldu ve yedi seçenek sunuldu: ekonomik kalkınma, eğitim, insan hakları, altyapı, istikrar, terörle mücadele ve Filistin sorunu. Bu sorunun 7 Ekim’den sonra yapılan anketlerde sorulduğu dört ülkenin üçünde, katılımcıların çoğunluğu Biden’ın Filistin meselesine, ülkelerinin karşı karşıya olduğu diğer temel meselelerden bile daha fazla öncelik vermesi gerektiği konusunda hemfikir. Aslında, Biden yönetiminin bölgedeki en önemli önceliğinin Filistin meselesi olması gerektiğini söyleyen Arap vatandaşlarının oranı son iki yılda dramatik bir şekilde arttı: Ürdün’de 21 puan, Moritanya ve Fas’ta 18 puan ve Lübnan’da 17 puan. Tunus’tan elde ettiğimiz veriler bu yükselişin İsrail’in Gazze’deki askeri harekatının başlamasından hemen sonra gerçekleştiğini gösteriyor.

Gazze’deki savaş Arapların İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik desteğini zaten düşük olan seviyesinden daha da aşağıya çekti. Ancak bu durum Arap dünyasının İsrailliler ve Filistinliler arasında barışçıl bir çözüme karşı olduğu anlamına gelmiyor. Tunus’ta yaptığımız araştırma, başlangıçta Gazze’de patlak veren savaşın iki devletli çözüme verilen desteğin azalmasına yol açabileceğini düşündürmüştü. Aslında, Aralık 2023 ve Mart 2024 tarihleri arasında Ürdün, Moritanya ve Fas’ta yapılan anketlerde, katılımcıların daha büyük bir yüzdesi tek devletli çözüm, konfederasyon veya açık uçlu bir “diğer” yaklaşım yerine iki devletli bir çözümü desteklediklerini belirtti.

Düzeltme

Ortadoğu’da 7 Ekim olaylarından önce yeni bir bölgesel düzen oluşuyor gibi görünüyordu. Bazı Arap hükümetleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışırken -yaklaşık 30 yıldır ilk kez böyle bir anlaşma yapıldı- bölgedeki temel bölünmenin İsrail ve Arap devletleri arasında değil, Tahran ve İslam Cumhuriyeti’nin yurtdışındaki saldırganlığını kontrol altına almaya çalışan ülkeler arasında olabileceği görülüyordu. İran’ı çevrelemek için İsrail ve kilit Arap devletlerini içeren yeni bir koalisyon, İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak için son derece faydalı olurdu.

ABD’nin böyle bir koalisyonun oluşumuna aracılık etmesi hâlâ mümkün olabilir: Ürdün’ün İran’ın 13 Nisan’daki insansız hava aracı ve füze saldırısını püskürtmede İsrail’e yardım etmesi ve Suudi Arabistan ve BAE’nin bu saldırı öncesinde ABD’ye istihbarat sağlama kararları, kilit Arap liderlerin hâlâ bölgesel bir yeniden yapılanmanın kendi çıkarlarına olduğuna inandıklarını gösteriyor. 7 Ekim’den sonra yaptığımız anketler, Arap halkları arasında İran’a yönelik desteğin düşük kaldığını ortaya koydu. Lübnanlıların yüzde 36’sı, Ürdünlülerin yüzde 25’i ve Kuveytlilerin sadece yüzde 15’i İran’a olumlu baktığını ifade etti.

Ancak ABD’ye yönelik bölgesel destekteki düşüş devam ettiği sürece yeniden yapılanmaya yönelik çabalar zorlanacaktır. İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılanlar gibi soğuk barış anlaşmaları her zaman kopma riski taşıyor. ABD’nin normalleşme anlaşmaları için aracı olarak yeri doldurulamaz. Mısır-İsrail ve İsrail-Ürdün barış anlaşmaları büyük ölçüde ABD’nin her iki Arap ülkesine yaptığı muazzam yardımlar sayesinde yürürlükte kaldı. Son yarım on yıldaki normalleşme anlaşmaları, Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanımak, Sudan’ı, terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarmak ve BAE’ye F-35 savaş uçakları satmak gibi ABD’nin Arap ülkelerinin endişelerini giderme vaatlerine dayanıyordu.

7 Ekim sonrası bağlamda, Arap vatandaşlarının desteğini kaybetmek sadece Arap liderlerin desteğini riske atmak değil, aynı zamanda ABD’nin kilit Arap müttefiklerinin iç istikrarını da tehlikeye atmak anlamına geliyor. Filistinlilerin çektiği acılara duyulan öfke şimdiden sokaklara taşmış durumda. Ürdün’deki protestolar, Ürdün ve İsrail arasında su ve enerji konusunda BAE ve ABD destekli bir anlaşma olan Refah Projesi’ni şimdiden rayından çıkardı. İran’ın saldırısına karşı İsrail ve ABD ile işbirliği yaptıktan sonra Arap rejimleri, vatandaşlarının öfkesini daha da alevlendirmekten korktukları için rolleri konusunda sessiz kaldılar. ABD’nin, Arap hükümetlerinin İran’ın etkisine karşı İsrail’le birlikte çalışmamaları yönünde hissettikleri genel baskıyı hafifletmeye çalışması gerekiyor.

Bölge bir dönüm noktasında ve ABD teorik olarak Gazze’de ateşkesin sağlanmasına ve İsrailliler ile Filistinlilerin barışa doğru ilerlemesine yardımcı olmak için gerekli baskıyı yapmak için iyi bir konumda. Ancak ABD, bölgesel güvenilirliğini yeniden tesis etmek için iki devletli çözüme yönelik somut ve pragmatik adımlar atmalı, Gazze’de savaş sonrası etkin yönetimin nasıl olacağını ve İsrailliler ile Filistinlilerin barış yolunda ilerleme kaydedilmesini sağlamak için neler yapmaları gerektiğini belirlemeli. Hem İsrailli hem de Filistinli liderleri sorumlu tutmanın zamanı çoktan geldi. Amerika Birleşik Devletleri sadece barış görüşmelerini desteklemekle kalmamalı, aynı zamanda Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin genişletilmesine son verilmesi konusunda da ısrarcı olmalı.

Araplar çok uzun zamandır ABD’nin kendi çıkarlarını ve müttefik Arap liderlerin çıkarlarını sıradan vatandaşların çıkarlarının önünde tutmaya çalıştığını düşünüyor -hatta Arap vatandaşları demokratikleşme ve yolsuzlukla mücadele çabalarına daha fazla destek ararken bile. Buna ek olarak, bir başka İran-İsrail çatışması Nisan 2024’teki kadar performatif olmayabilir. Yıkıcı olabilir. ABD, İran’ı kontrol altına almak için Arap halklarının güvenini kazanmaya çalışmalı; bunu sadece gizli yollarla değil, açık, cesur ve etkili politikalarla yapmalı.

Mevcut durum ABD’ye hem tehlikeler hem de fırsatlar sunuyor. Arap ülkelerinin çoğunda Fas’ın Batı Sahra meselesinin doğrudan bir karşılığı yok. Ancak Fas örneği, Arap vatandaşlarının ABD’nin kendi çıkarlarını savunduğunu hissettiklerinde, ABD’yi daha olumlu değerlendirdiklerini açıkça ortaya koyuyor ABD’ye yönelik Arap desteğinin azalmasına yönelik tehlikeler Gazze’nin ötesine geçiyor. ABD’nin İsrail’in savaşına verdiği destekte önemli bir değişim olmazsa ve uzun vadede Araplar arasında artan Arap Amerikan karşıtlığını engellemek için ABD politikasında akıllıca değişiklikler yapılmazsa, Çin de dahil diğer aktörler ABD’yi Orta Doğu’daki liderlik rolünden uzaklaştırmaya devam edecekler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: Suudi Arabistan’la Stratejik İttifak Anlaşması’nın sonuna gelindi

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz haber, ABD’nin Suudi Arabistan’a İsrail ile normalleşmesi karşılığında sunmaya hazırlandığı güvenlik anlaşmasının detaylarına ve Washington’un bu anlaşmanın altında yatan daha geniş hedeflerine odaklanıyor. Suudi Arabistan her ne kadar Gazze’deki savaş devam ettiği sürece ve Filistin devletine giden inandırıcı bir plan olmadan İsrail ile normalleşmeyeceğini ilan etse de anlaşmayı hayata geçirmeye zorlayan Biden yönetimi, Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesi diplomatik bir zafer kazanmayı hedefliyor.

***

ABD, İsrail’le normalleşme anlaşmasını teşvik için Suudi Arabistan’a önemli bir savunma anlaşması önerecek

Beyaz Saray, İsrail ile Hamas arasında aylardır sonuçsuz kalan ateşkes görüşmelerinin ortasında daha geniş kapsamlı bölgesel diplomatik çabaları sürdürmeye çalışıyor.

Stephen Kalin ve Michael R. Gordon

ABD’li ve Suudi yetkililer, Biden yönetiminin Riyad ve İsrail arasındaki diplomatik ilişkileri teşvik için uzun süredir üzerinde çalışılan bir anlaşmanın parçası olarak Suudi Arabistan’la, ABD’nin Körfez ülkesinin savunmasına yardımı taahhüt edecek bir anlaşmayı sonuçlandırmaya yakın olduğunu söyledi.

Ancak diplomatik çabanın başarısı İsrail’in ayrı bir Filistin devletine bağlılığına ve daha da önemlisi Gazze’deki savaşın sona ermesine bağlı ki bu da aylardır sonuçsuz kalan ateşkes görüşmeleri ve İsrail’in hafta sonu bölgenin kalbindeki esirleri kurtarmak için düzenlediği baskın nedeniyle pek olası görünmüyor.

ABD, İsrailli liderlere uzun zamandır hedefledikleri Suudi Arabistan ile normal ilişkiler kurma hedefine ulaşma fırsatı sunarak Arap ve Müslüman dünyasında daha fazla kabul görmenin kapısını açmayı amaçlıyor. Bunun karşılığında İsrail, Filistinlilerle iki devletli bir çözüme giden güvenilir yolu desteklemeli ki mevcut İsrail hükümeti ve ülke halkının çoğu buna karşı çıkıyor.

Riyad’la bir savunma anlaşması için diplomatik girişim, adayken Suudi Arabistan’a parya muamelesi yapma ve ABD’de yaşayan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin bedelini ödetme sözü veren Başkan Biden için dikkate değer bir dönüş anlamına geliyor. Biden şimdi, bir yandan muhalefeti bastırırken diğer yandan da iddialı bir ekonomik ve sosyal kalkınma yolu çizen petrol zengini monarşiyi korumak için resmi bir taahhütte bulunmanın eşiğinde.

Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Carnegie Endowment for International Peace’de eski bir ABD barış müzakerecisi olan Aaron David Miller, “ABD, 1960 yılında ABD-Japonya anlaşmasının revize edilmesinden bu yana ilk kez kanun hükmünde bir karşılıklı savunma anlaşması imzalamış olacak ki böyle bir anlaşma ilk kez otoriter bir ülkeyle imzalanacak ” dedi.

Güvenlik ittifakı; Suudi Arabistan’ın bölgesel konumunu yükseltecek ve Hamas’ın İsrail’e karşı 7 Ekim’de düzenlediği saldırı ve ardından gelen Gazze savaşı nedeniyle sarsılan Orta Doğu’da ABD’nin askeri rolünü güçlendirecek. Anlaşma Suudi Arabistan’ın güvenliğini pekiştirirken aynı zamanda Suudi Arabistan’la bölgesel üstünlük için rekabet eden ve Rusya’yla ilişkilerini derinleştiren İran’la gerilimin artması riskini de beraberinde getirecek.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan geçen ay yaptığı açıklamada İsrail’in uzun vadeli güvenliğinin bölgesel entegrasyona ve Suudi Arabistan da dahil Arap devletleriyle normal ilişkilere bağlı olduğunu söyledi.

Sullivan gazetecilere verdiği demeçte, “Güçlü bölgesel ortaklarla çevrili, saldırganlığı caydırmak ve bölgesel istikrarı korumak için güçlü bir cephe oluşturan güvenli bir İsrail vizyonuna ulaşmak için bu tarihi fırsatı kaçırmamalıyız. Her gün bu vizyonun peşinden gidiyoruz” dedi.

Stratejik İttifak Anlaşması olarak bilinen anlaşmanın Anayasa gereği Senato’da üçte iki çoğunluk oyu alması gerekiyor. Suudilerin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme taahhüdüne bağlanmadan yeterli sayıda milletvekilinin desteğini alması pek mümkün görünmüyor.

Ancak Suudiler bunu yapmadan önce Gazze’deki savaşın sona ermesini ve birkaç yıl içinde bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik geri dönülemez ve değiştirilemez adımlar atılmasını istiyorlar. İsrail’in iki devletli çözüme karşı çıkması bu engeli aşmayı zorlaştırabilir.

ABD’li ve Suudi yetkililere göre taslak anlaşma, Washington’un Japonya ile imzaladığı karşılıklı güvenlik anlaşmasını örnek alıyor. ABD’nin, saldırıya uğraması halinde Suudi Arabistan’ı savunmaya yardım etme taahhüdü karşılığında Washington’a, ABD çıkarlarını ve bölgesel ortaklarını korumak için Suudi topraklarına ve hava sahasına erişim izni verecek. Yetkililer ayrıca Çin’in Suudi Arabistan’da üs inşa etmesini ya da Riyad’la güvenlik işbirliği yapmasını yasaklayarak Riyad’ı Washington’a daha da yakınlaştırmayı amaçladıklarını söyledi.

Anlaşma Suudi Arabistan’ı ABD ile resmi savunma anlaşması olan tek Arap ülkesi haline getirecek. İsrail anlaşmalı bir müttefik olmasa da ABD politikası on yıllardır İsrail’in bölgede “niteliksel askeri üstünlük” sağlamasına yardımcı olacak güvencelere odaklanıyor ve bu güvence 2008’de yasaya girdi. ABD’nin İsrail’e yönelik güvenlik taahhüdü, Nisan ayında ABD’nin İsrail’i İran’ın büyük bir insansız hava aracı ve füze saldırısından korumak için çok uluslu bir müdahaleye öncülük etmesiyle kanıtlandı.

Daha geniş bir bölgede, Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üyeliği daha güçlü bir karşılıklı savunma taahhüdü sağlıyor. Diğer yedi Arap ülkesi ise ABD’ye bazı savunma ve güvenlik avantajları sağlayan ancak bunun dışında büyük ölçüde sembolik ve bağlayıcı olmayan bir statüde, NATO üyesi olmayan başlıca müttefikler.

ABD-Suudi güvenlik ittifakı ve Suudi-İsrail normalleşmesini içeren mega bir anlaşmanın Washington için jeostratejik bir zafer anlamına geleceğini söyleyen eski bir ABD istihbarat yetkilisi olan ve şu anda Atlantik Konseyi’nde çalışan Jonathan Panikoff, bunun Ortadoğu’daki tarihi ittifakları değiştirme potansiyeline sahip olduğunu belirtti.

Panikoff, bu anlaşmanın “Suudi Arabistan’ın güvenlik, teknoloji ve uzun vadeli ekonomik ve ticari girişimlerinde ABD’ye daha sıkı bir şekilde bağlanmasını sağlayacağını” böylece “Pekin’in bölgede ilerleme kaydetme ve ABD liderliğindeki liberal uluslararası düzenden uzaklaşmaya istekli yeni müttefikler bulma girişimlerini de sekteye uğratacağını” söyledi.

Savunma anlaşmasının değil ancak daha geniş kapsamlı düşünülen anlaşmanın Suudi Arabistan’ın sivil nükleer programı kapsamında uranyum zenginleştirmesi için ABD desteğini kapsaması bekleniyor ki bu da tamamlanması gereken bir başka son derece hassas konu.

Biden yönetiminin İsrail ve Suudi Arabistan arasında normalleşmeyi teşvik etme çabası, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği ve Başkan ile bazı Orta Doğu uzmanlarının bu süreci bozmayı amaçladığını söylediği saldırıdan çok önce başlamıştı.

Görüşmeler, Gazze savaşının patlak vermesinin ardından bir süre duraklamış ancak daha sonra yeniden başlamıştı. Önümüzdeki aylarda anlaşmada sağlanacak bir ilerleme Biden’a, Gazze savaşında İsrail’i desteklemesi nedeniyle Demokrat tabanda kan kaybettiği başkanlık seçimleri öncesinde önemli bir dış politika zaferi sunacak.

Yetkililer, anlaşmanın taslağının geçen ay Sullivan ve diğer üst düzey ABD’li yetkililerin Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ile bir araya geldiklerinde neredeyse tamamlandığını ve çoğu madde üzerinde ön anlaşmaya varıldığını söyledi. Silah satışlarını, istihbarat paylaşımını ve terörizm ve İran gibi ortak tehditlere yönelik stratejik planlamayı artırmak amacıyla, hükümet kararıyla yürürlüğe girebilecek paralel bir Savunma İşbirliği Anlaşması da hazırlanıyor.

Ateşkes, normalleşme hamlesi için resmi bir gereklilik olmasa da Amerikalı ve Suudi yetkililer pratikte ateşkes olmadan daha geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılamayacağını söylüyor.

Dışişleri Bakanı Antony Blinken cumartesi günü yaptığı açıklamada, İsrail’in rehine kurtarma operasyonunun ardından ABD’nin ateşkes anlaşması için baskı yapmaya devam ettiğini ve çatışmaların durdurulmasına yönelik bir anlaşmanın önündeki başlıca engelin Hamas olduğunu söyledi.

Blinken, “Bu ateşkesin sağlanmasının önündeki tek engel Hamas. Artık anlaşmayı kabul etmelerinin zamanı geldi” dedi.

Hamas Gazze’de varılacak herhangi bir barış anlaşmasının kalıcı bir ateşkesi de içermesi gerektiğini söylüyor ki Netanyahu buna açıkça karşı çıkıyor.

ABD-Suudi ortaklığı, El Kaide ve IŞİD’e karşı terörle mücadele çabaları ve 1990 yılında Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalini püskürtmek ve Suudi petrol sahalarını korumak için yarım milyon ABD askerinin krallığa konuşlandırılması da dahil onlarca yıldır petrol ve güvenliğe odaklandı. İlişkiler, 19 hava korsanından 15’inin Suudi Arabistan’dan olduğu 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve 2018’de Kaşıkçı’nın Suudi ajanlar tarafından öldürülmesi de dahil birçok kez kopma noktasına geldi.

Resmi bir ittifak, ABD’nin Suudi güvenliğine bağlılığı konusunda Washington’da süregelen tartışmaları ve Riyad’daki şüpheleri ortadan kaldıracak, rakip İran karşısında Krallığı güçlendirecek ve Riyad’ın Çin ya da Rusya’ya yönelebileceği yönündeki endişeleri giderecek. Ayrıca Tahran’a karşı nihai bir İsrail-Suudi koalisyonunun önünü açabilir ve birbirini izleyen yönetimler Asya’ya daha fazla odaklanırken bile Amerika’nın Orta Doğu’daki varlığını sağlamlaştırabilir.

Pentagon son birkaç aydır Riyad’la görüşmeler tamamlanmak üzereyken anlaşma müzakerelerine daha fazla dahil oldu. ABD’li yetkililer İsrailli mevkidaşlarını da Suudilerle yapılan görüşmeler hakkında bilgilendirdi.

Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te nihai olarak bağımsız bir Filistin devletinin kurulması; Filistin Yönetimi’nde tartışmalı reformlar yapılmasını ve İsrail’in güvenliğine zarar vereceği gerekçesiyle bir Filistin devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun önemli tavizler vermesini gerektirecek.

Netanyahu geçmişte Washington’un baskısı altında bu muhalefetini yumuşatmıştı, ancak bu kez bunu yapması muhtemelen aşırı sağcı partileri içeren mevcut iktidar koalisyonunu yeniden düzenlemesini gerektirecek. Hamas liderliğindeki 7 Ekim saldırısından sonra İsrail halkının giderek artan bir çoğunluğu Filistin devletine karşı çıkarken, yakın zamanda yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre Yahudi İsraillilerin %74’ü Suudi Arabistan ile normalleşme sürecinin bir parçası olarak bile buna karşı çıkıyor.

Summer Said bu makaleye katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English