Diplomasi
Zengin ülkeler bu sefer sözünü tutacak mı?

Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı (Cop27) dün sabah sona erdi.
Zirve sonunda basın toplantısı düzenleyen COP27 Başkanı ve Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, gelecek yılki COP28’in başkanlığının Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) devredilmesi için koordinasyon sürecinin başladığını açıkladı.
Şukri ayrıca, konferansta iklim değişikliğinin yoksul ülkelerde meydana getirdiği kayıp ve zararların karşılanacağı bir fon kurulması için anlaşmaya varıldığını duyurdu.
Yoksul ve gelişmekte olan ülkeler yaklaşık 30 yıldır bu fonu ve ödeme takvimi çıkarılmasını talep ederken, küresel ve tarihsel sera gazı emisyonlarında tek başına en fazla sorumluluğa sahip ABD ve Avrupa Birliği (AB) üyeleri gibi zengin ülkeler bu konuyu ağırdan alarak fon oluşturulması gündemine ayak diriyordu.
İklim krizi en çok bu konuda en az suçlanacak ülkeler tarafından hissediliyor, bu nedenle tazminatlar iklim adaleti taleplerinin merkezinde yer alıyor.
Gezegeni ısıtan sera gazlarına en az katkıda bulunan ülkelerin ve toplumların en çok acıyı çektiği, ölüm ve yıkımla başa çıkmak için en az donanıma sahip olduğu gerçeği bu zirvede bir kez daha gündeme geldi. Zirvenin başarı kriterlerinden en önemlisini de bu konuda alınması beklenen kararlar oluşturuyordu.
Batı Çin’i fona zorluyor
ABD ve AB ülkeleri bir yandan tarihi sera gazı emisyonlarından dolayı karşı karşıya kalabilecekleri devasa ödemelerden ve yasal olarak sorumlu tutulabileceklerinden korktukları için gündemi geciktirirken, diğer yandan fonun Çin gibi Birleşmiş Milletler’in gelişmekte olan ülkeler listesinde yer alan devletlere de gitmesini istemiyor.
AB bunun üzerine, yoksul ülkelerdeki kayıp ve zararları karşılamak için “daha geniş bir donör tabanından finanse edilecek özel bir fon oluşturma” önerisinde bulundu. Bu öneriye göre, kayıp ve hasar fonu, yalnızca ABD ve Avrupa ülkeleri gibi tarihsel emisyonlarda en çok katkıda bulunan zengin ülkeler tarafından değil, emisyonları modern zamanda yükselen Çin gibi gelişmekte olan ekonomiler tarafından da katkıda bulunulacak.
Ancak daha önceki önerilerde Çin, fona katkı sağlayan değil, fondan yararlanacak olan tarafta yer alıyordu. Pekin bu konuda “ortak ama farklılaştırılmış sorumluluk” ilkesini savunuyor. Kayıp ve hasar konusunda Çin’in sorumluluğu olmadığını söyleyen Pekin, diğer yandan Güney-Güney işbirliği yoluyla uyum sağlama kapasitelerini artırmaları için gelişmekte olan ülkelere yardım etmeye istekli olduklarını ve hali hazırda yardım ettiklerini savunuyor. Pekin, bu bağlamda Batılı ülkelerin baskısını reddediyor.
Dolayısıyla bu konu iklim zirvelerinde Çin ve ABD arasındaki önemli tartışmalardan biri olarak öne çıkıyor.
Anlaşmanın kapsamı muallak
Bu tartışmalara rağmen, COP 27’de yaklaşık 200 delege kayıp ve hasar fonu oluşturulması konusunda anlaşmaya vardı. Ancak anlaşmanın kapsamı ve uygulanıp uygulanmayacağı konusunda ciddi soru işaretleri mevcut.
Anlaşmaya göre, 24 ülkenin temsilcilerden oluşan bir geçiş komitesi, fonun biçimi, hangi ülkelerin katkıda bulunacağı ve paranın nereye gitmesi gerektiğini belirlemek için önümüzdeki yıl boyunca çalışma yürütecek. Komitenin ilk toplantısını Mart 2023’ten önce yapması bekleniyor. Fonun operasyonel detayları gelecek yıl Dubai’de düzenlenecek COP28’de belirlenecek. Bu genel çerçeve dışında birçok ayrıntı ise belirsizliğini koruyor.
Yetkililer, kayıp ve hasar anlaşmasının halen müzakere aşamasında olan daha geniş bir anlaşmanın parçası olduğu konusunda uyardı.
Diğer yandan zengin ülkeler de, hükümetleri küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin oldukça altında ve tercihen 1,5 dereceyle sınırlamaya çağıran Paris anlaşmasının iklim hedeflerini yerine getirmek için gelişmekte olan ülkelerden önümüzdeki on yılda emisyonları azaltmak adına daha güçlü taahhütler istiyor.
Global Times’a göre, Pekin ile Washington arasındaki resmi görüşmeler ve hatta yüz yüze görüşmeler de COP27 tamamlandıktan sonra yürütülecek.
Eyleme dönüşmeyebilir
Yoksul ülkeler sonunda fonla ilgili bir karar alınmasından dolayı memnun olsa da, pek çoğu alınan kararların anlamlı bir eyleme dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda endişeli. Nitekim bu endişelerin haklılık payı büyük. Gelişmiş ülkeler 2009’da, gelişmekte olan ülkelere emisyonları azaltmalarına ve iklim değişikliğine hazırlanmalarına yardımcı olmak için 2020 yılına kadar yılda 100 milyar dolar vermeyi taahhüt etmişti. Ancak bu taahhüt yerine getirilmedi ve sürekli olarak ertelendi.
Uzmanlar ayrıca, alınan karar doğrultusunda mekanizmanın nasıl uygulanacağına ve iklim krizinin neden olduğu hasarın nasıl ölçüleceğine dair ayrıntıların net olmadığına dikkat çekerek, bu durumun mekanizmanın çalışmasını zorlaştıracağını ve zengin ülkelere manevra alanı bırakacağını vurguluyor.
Tarihsel olarak en büyük sera gazı yayıcısı olan ve bugüne kadar kayıp ve hasar için geliştirilen önerilere ket vuran ABD’nin, gelişmekte olan dünya için iklim finansmanı sağlama çabalarına öncülük etmesinin beklenmesi gerçekçi değil. ABD’nin fona ayıracağı bütçenin Kongre tarafından onaylanması gerektiği düşünüldüğünde, öncülük etmek bir yana Washington’ın fona para koyması bile sağlanamayabilir.
‘Batı’nın boş vaatleri’
Kayıp ve hasar gündemine kayıtsızlıkları ile ilgili Batı dünyasını eleştiren İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon, bunun iklim adaleti ile ilgili temel bir sorun olduğunu ve “zengin dünyanın” burada bir sorumluluğu olduğunu vurguladı.
Sturgeon, iklim krizinin kötüleşen etkilerine rağmen, Batı’nın ve özellikle de AB’nin “boş vaatler ve tatlı sözlerle” sorumluluğundan vazgeçtiğini söyledi.
‘Aşamalı durdurma’dan ‘aşamalı azaltma’ya
Öte yandan, ‘kömürden aşamalı çıkış’ın ilk defa dile getirildiği COP26’dan sonra, bu yıl taahhüdün tüm fosil yakıtları kapsaması yönündeki talepler kabul görmedi. “Tüm fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılması” yönündeki talep sonuç metninde yer bulmadı.
Ayrıca, metinde “düşük emisyonlu ve yenilenebilir enerjiye” referans verilmesi, daha fazla doğal gaz (kömürden daha az emisyon ürettiğinden) kaynağının geliştirilmesine yol açabilecek bir unsur olarak yorumlandı.
Rusya’ya yaptırımlar sonrası devam eden enerji krizi sebebiyle Avrupa Birliği’nin hedeflerinden geri adım atması da bu bağlamda eleştiriliyor. Geçen yıl COP26’da, kömürün “aşamalı olarak durdurulması” konusundaki söylem ve taahhütler bu yıl yerini “aşamalı azaltma”ya bıraktı.
Fosil yakıt lobicilerinin şovu
COP27 ile ilgili en öne çıkan eleştirilerden biri de fosil yakıt lobicilerinin zirveye yoğun katılım göstermesi oldu. Güçlü fosil yakıt şirketleri bu zirvede yoğun bir şekilde varlığını gösterdi. Petrol ve gaz endüstrisiyle bağlantılı 636 kişinin zirveye katıldığı bildirildi.
Her yıl yaklaşık 120 milyar atık plastik şişe üreten ve bunu yaparken de fosil yakıt kullanan Coca-Cola’nın COP27’ye sponsor olması sosyal medyada gündem oldu.
Diplomasi
ABD ile Ukrayna arasındaki maden anlaşmasının nihai metnine bakış

Ukrayna’nın geleceği ve savaş sonrası yeniden inşası adına kritik olabilecek bir gelişme yaşandı. 30 Nisan’da Washington’da, ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ve Ukrayna Ekonomi Bakanı Yuliya Sviridenko, bir süredir üzerinde çalışılan ABD-Ukrayna Yeniden Yapılanma Yatırım Fonu (RIF) anlaşmasına imza attılar.
Söz konusu anlaşma, kamuoyunda daha çok “nadir toprak elementleri anlaşması” olarak biliniyor ve şubat ayının başından beri iki ülke arasında müzakere ediliyordu.
Anlaşmanın lafzında neler var?
Anlaşma ile özünde, Ukrayna’nın sahip olduğu zengin yeraltı kaynaklarından elde edilecek gelirlerin bir kısmıyla finanse edilecek ortak bir yatırım fonu kuruluyor.
Bu fonun temel amacı, savaşın yaralarını sarmak, ülkenin yeniden inşasına katkıda bulunmak ve gelecek vadeden yeni projelere yatırım yapmak olarak açıklandı. Anlaşma, Ukrayna’nın, sahip olduğu doğal kaynakların araştırılması ve potansiyel olarak işletilmesi konusunda ABD’ye belirli bir erişim hakkı tanıyor.
1 Mayıs’ta Ukrayna Bakanlar Kurulu’nun internet sitesinde yayımlanan 12 sayfalık anlaşma metni, bu işbirliğinin çerçevesini çiziyor. Anlaşmanın bazı kilit noktaları şunlar:
— Ortak fon (RIF): İki ülke, Yeniden Yapılanma Yatırım Fonu’nu (RIF) birlikte kuruyor. Ukrayna hükümeti, bu ortaklığın herhangi bir yerli yasayla çelişmesi durumunda, anlaşmanın öncelikli olacağını taahhüt ediyor.
— Vergi muafiyeti: Fon ve fonla ilgili tüm faaliyetler, hem Ukrayna’da hem de ABD’de vergiden muaf tutulacak. Bu, fonun kârlılığını ve etkinliğini artırmayı hedefliyor.
— Para birimi ve transferler: Ukrayna, yerli para birimi Grivna’nın dolara serbestçe çevrilebilmesini ve fonla ilgili paranın herhangi bir ortak hesaba kolayca transfer edilebilmesini garanti ediyor.
— Yatırım hakları ve lisanslama: Ukrayna, ortaklık kapsamında doğal kaynakların geliştirilmesi, altyapının kullanılması ve diğer varlıklar için lisanslar vermeyi taahhüt ediyor. Ancak bu süreçlerin Ukrayna yasalarına ve ülkenin Avrupa Birliği’ne karşı yükümlülüklerine aykırı olmaması gerekiyor. Ayrıca, ABD’li ortağın, çıkarılan ürünlerin paylaşımı ve satın alınması konusunda müzakere etmesine olanak tanıyan hükümlerin lisanslara dahil edilmesi öngörülüyor.
— Finansman: Fonun nasıl finanse edileceği de önemli bir detay. Kiev, kira gelirlerinden elde edilen gelirin önceden belirlenmiş bir kısmını (yüzde 50) fona aktaracak. ABD’nin katkısı ise daha çok Ukrayna’ya sağladığı ve sağlayacağı askeri yardımlar (silah, mühimmat, teknoloji, eğitim) üzerinden hesaplanacak. Bu yardımların tahmini değeri, ABD’nin sermaye katkısını artırmış sayılacak.
— İhtilafların çözümü: Olası anlaşmazlıkların ikili istişareler yoluyla çözülmesi hedefleniyor.
Anlaşma kapsamında adı geçen doğal kaynaklar listesi oldukça uzun ve stratejik öneme sahip: Alüminyum, berilyum, lityum, titanyum, uranyum, kobalt, nikel, tantal, galyum, germanyum, nadir toprak elementleri, petrol ve doğalgaz gibi pek çok kritik maden ve mineral bu listede yer alıyor.
Taraflar ne diyor?
Ukrayna Ekonomi Bakanı Sviridenko, anlaşmanın detaylarını kamuoyuyla paylaşırken bazı önemli noktaların altını çizdi. Facebook üzerinden yaptığı açıklamada, kaynakların mülkiyetinin ve kontrolünün tamamen Ukrayna’da kalacağını vurguladı. Fonun sadece kritik materyaller ve petrol/doğalgaz alanındaki yeni projelerden elde edilecek gelirin yüzde 50’si ile finanse edileceğini belirtti.
Sviridenko ayrıca, anlaşmanın Ukrayna’nın mevcut borçlarıyla ilgili olmadığını ve Ukrnafta, Energoatom gibi devlet şirketlerinin mülkiyetinin devlette kalacağını da ekledi. Sviridenko’ya göre bu anlaşma, diğer küresel aktörlere Ukrayna ile on yıllarca sürecek “güvenilir ve uzun vadeli işbirliğinin” mümkün olduğuna dair bir sinyal niteliği taşıyor.
ABD tarafında ise Hazine Bakanı Scott Bessent, anlaşmanın Rusya’ya “açık bir mesaj” gönderdiğini ifade etti. Bessent’e göre bu mesaj, Donald Trump yönetiminin barış sürecine bağlılığını ve bu sürecin merkezinde “hür, egemen ve uzun vadede müreffeh bir Ukrayna” vizyonunun yer aldığını gösteriyor.
Bessent, “Şunu netleştirelim: Ukrayna’nın yeniden inşasından, Rusya’nın savaş makinesini finanse eden veya ona tedarik sağlayan hiçbir devlet veya kişinin faydalanmasına izin verilmeyecektir,” ifadelerini kullandı.
Beyaz Saray da anlaşmayı “türünün ilk örneği tarihi bir ortaklık” olarak nitelendirdi ve Ukrayna’nın yeniden inşasını ve uzun vadeli ekonomik başarısını güvence altına alacağını belirtti. Beyaz Saray ayrıca, ortaklığın eşit temsil esasına göre (her iki taraftan üçer yönetim kurulu üyesi) özel olarak kurulacak bir şirket tarafından denetleneceğini ve ABD’nin Ukrayna kaynaklarını kendisi için satın almak istemesi durumunda öncelik hakkına sahip olacağını açıkladı.
Başkan Trump ise daha önceki açıklamalarında, bu tür bir anlaşma yoluyla ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı ve kendi tahminine göre 350 milyar doları aşan yardımı teorik olarak geri alabileceğini ima etmişti.
Müzakerelerdeki belirsizlikler
Anlaşma metni, müzakere sürecindeki bazı iniş çıkışları ve uzlaşmaları da yansıtıyor. Başlangıçta Kiev’in, anlaşmada ABD’nin güvenlik garantilerine yer verilmesi konusunda ısrarcı olduğu biliniyor. Ancak bu talep, ABD tarafından kabul görmedi ve nihai metne girmedi.
Diğer taraftan, Washington’un Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımların bir tür borç olarak kaydedilmesi yönündeki talebi de anlaşmada yer almadı.
Fakat pek çok detayın hâlâ belirsiz olduğu ve tarafların bu detayları ayrı bir “Sınırlı Sorumlu Ortaklık Anlaşması” ile netleştirmeyi planladığı anlaşılıyor. European Pravda‘nın haberine göre, müzakereler sırasında anlaşmanın birkaç parçaya bölünmesine karar verilmiş. İmzalanan bu ilk belge, daha çok yeraltı kaynaklarının geliştirilmesi, madenlerin satışı ve gelecekteki Amerikan yardımları (askeri yardımlar dahil) konusundaki işbirliğinin siyasi çerçevesini belirliyor.
Dikkat çekici bir diğer husus ise, anlaşmanın imzalandığı gün yaşandı. Kyiv Post‘un diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberine göre, 30 Nisan’da Beyaz Saray, Kongre’ye Ukrayna’ya 50 milyon dolar değerinde savunma ürünleri ihracatını onaylayacağını bildirdi. Ancak bu ihracat, Joe Biden dönemindeki karşılıksız yardımlardan farklı olarak, doğrudan ticari satış (DCS) formatında gerçekleşecek. Bu, Trump yönetiminin 100 günlük iktidarındaki Kiev’e yönelik ilk askeri sevkiyat kararı oldu.
Bir yığın soru işareti
BUnun yanı sıra Trump’ın Ukrayna ile anlaşmayı öncelikle iç kamuoyuna yönelik bir mesaj olarak kurguladığı anlaşılıyor. Bu yaklaşımla, ABD’nin artık Biden dönemindeki gibi cömert bir destek sunmak yerine ekonomik çıkarlarını öne çıkardığı ve verdiği her desteğin karşılığını almak istediği mesajı veriliyor.
Ancak planın uygulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri mevcut. Paranın nasıl geri alınacağına dair net bir yol haritası sunulmuş değil; Ukrayna’daki doğal kaynakların muhtemel getirisi ve işletme koşulları üzerine somut analizler de mevcut değil.
Devam eden savaş ve ülkenin gelecekteki sınırlarına dair belirsizlikler göz önüne alındığında, anlaşmanın büyük ölçüde sembolik bir değer taşıdığı ve seçim sürecinde verilen sözleri yerine getirme uğraşının bir parçası olduğu düşünülüyor.
Öte yandan, bu tür bir mutabakat Washington’un Ukrayna’ya olan siyasi bağlılığını artırarak Kiev için diplomatik bir kazanım anlamına gelebilir. Fakat bu, ABD’ye sahada askeri bir yükümlülük getirmiyor.
Bu anlaşmanın geçmişi, Zelenskiy’nin geçen yılın ekim ayında resmi olarak sunduğu “zafer planına” kadar uzanıyor. Planın stratejik ekonomik potansiyele ayrılan bölümünde Zelenskiy, Batılı ortaklara ülkenin sahip olduğu “trilyonlarca dolar değerindeki kritik kaynakların” (uranyum, titanyum, lityum, grafit vb.) ortak korunması ve bunlara ortak yatırım yapılması için bir anlaşma teklif etmişti.
Financial Times‘ın iddiasına göre, bu maddenin plana dahil edilmesinde, Trump’a yakınlığıyla bilinen Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham’ın tavsiyeleri etkili olmuştu. Zelenskiy’nin bu planı, geçen yılın eylül ayındaki ABD ziyareti sırasında bizzat Trump’a sunduğu da biliniyor.
Ukrayna’nın kaynakları ABD’nin beklentilerini karşılayacak mı?
Geçen haftalarda İspanyol gazetesi El Mundo, ABD’nin Ukrayna’dan elde etmek istediği hammadde kaynaklarının yeterliliğinin belirsiz olduğunu yazmıştı.
Gazete, ABD’nin Ukrayna’nın ekonomik toparlanmasından sorumlu özel temsilci eski yardımcısı Tyson Barker’ın görüşlerine yer verdi. Barker, yaptığı açıklamada, “Şu anda kimse Ukrayna’da yeterli nadir toprak elementi olup olmadığını bilmiyor,” dedi.
Barker, ülkede petrol, doğalgaz, lityum ve grafit rezervleri bulunduğunu ancak bunların dünyanın en büyük rezervleri arasında yer almadığını belirtti. Uzman, maden yataklarının varlığına dair en güçlü argümanın “büyük bir ülke olması gerçeği” olduğunu ifade ederek, “Alan ne kadar büyükse, potansiyel o kadar yüksek olur,” diye konuştu. Ancak Barker, bunun hammaddenin yeterli kalitede olacağını veya kârlı bir şekilde çıkarılabileceğini garanti etmediğini söyledi.
Gazete, madencilik sektörü uzmanı Amanda Marcillano van Dyke’ın değerlendirmesine de yer verdi. Van Dyke, Trump yönetiminin Ukrayna’daki nadir toprak metallerinin varlığına işaret eden “Sovyetler Birliği dönemine ait eski analizlere dayandığını” belirtti. Barker da bu tezi destekleyerek, “Sadece 1980’lerden kalma Sovyet jeologlarının raporları var,” ifadesini kullandı.
Ukrayna Ekonomi Bakanlığı, ülke topraklarında Avrupa Birliği’nin (AB) kritik olarak tanımladığı 34 faydalı mineralden 22’sinin yataklarının bulunduğunu bildirmişti.
Devlet Jeoloji ve Maden Kurumuna göre, ülke dünya grafit rezervlerinin yüzde 6’sına, lityumun yüzde 1-2’sine, titanyumun yüzde 1’ine ve uranyumun yüzde 2 ila 4’üne sahip. Reuters‘ın Jeoloji Enstitüsü’ne dayandırdığı haberine göre Ukrayna’da lantanyum, seryum, neodimyum, erbiyum ve itriyum gibi nadir toprak elementleri de bulunuyor.
ABD Jeolojik Araştırma Kurumu, ulusal güvenlik ve ekonomi için en önemli 50 element arasında berilyum, grafit, lityum, manganez, titanyum ve zirkonyumu sayıyor. Bu elementlerin yatakları Ukrayna’da da mevcut.
Fakat kurum, her birinin çıkarılmasının ekonomik olarak uygun olup olmadığına dair garanti vermiyor. Örneğin, bazı durumlarda geliştirme ve çıkarma için önemli yatırımlar gerektiren yataklardan bahsediliyor.
Diplomasi
Analistler: Çin müzakerelere açık, ancak önce ABD’nin gümrük vergilerini kaldırması gerek

Analistler, Çin’in ticaret savaşını yatıştırmaya yönelik potansiyel bir anlaşma için ABD ile görüşmeleri yeniden başlatıp başlatmamayı değerlendirdiğini teyit etmesinin, Pekin’in pozisyonunu yumuşattığı şeklinde yorumlanmaması gerektiğini söyledi, zira Çin müzakerelere açık olsa da bu konuda acele etmiyor.
Pekin cuma günü yaptığı açıklamada Washington’un “ilgili kanallar aracılığıyla görüşmelere katılma arzusunu ifade ederek” kendisine ulaştığını söyledi.
Ancak Çin Ticaret Bakanlığı’ndan bir sözcü de ABD’nin gerçekten görüşmek istiyorsa “yanlış uygulamalarını ele alarak samimiyetini göstermek” için Çin’e uyguladığı gümrük vergilerini kaldırması gerektiğini vurguladı.
Pekin merkezli bir düşünce kuruluşu olan Çin ve Küreselleşme Merkezi’nin başkan yardımcısı Victor Gao’ya göre bu açıklamalar “olumlu bir adım” çünkü Çin’in ABD ile yapılacak herhangi bir ticaret görüşmesine ilişkin koşullarını resmen ortaya koyuyor.
Ancak South China Morning Post’a konuşan Gao’ya göre, bakanlığın açıklaması Çin’in tonunda bir değişikliği yansıtmıyor, zira Pekin herhangi bir resmi müzakere başlamadan önce ABD’nin gümrük vergilerini düşürmesi konusunda ciddi.
Gao, “Bence bu açıklama Çin’in pozisyonunu değiştirmekten ziyade her şeyi başa döndürüyor,” dedi ve ekledi: “Benim yorumum Çin’in ABD ile konuşmak için acele etmediği yönünde. Top Amerika’nın sahasında.”
Avustralya’daki Tazmanya Üniversitesi’nde Asya çalışmaları profesörü olan James Chin ise, Çin’in genel tutumunda bir değişiklik olmasa da, açıklamanın iki tarafın zaten arka kanallar aracılığıyla konuşuyor olabileceğinin sinyalini verdiğini söyledi.
Chin, “Çinliler bir anlaşma istiyor, ancak Çinliler pes etmeyecek,” dedi, “Henüz bir anlaşma olduğunu sanmıyorum. Çinlilerin piyasalara konuşmaya ve bir anlaşma yapmaya istekli olduklarına dair bir sinyal göndermeleri gerekiyor” değerlendirmesini yaptı.
Pekin’in müzakereler başlamadan önce ABD’den tüm gümrük vergilerini kaldırmasını talep etmesinin Washington üzerinde baskı kurmayı amaçlayan bir taktik olarak görülmesi gerektiğini, zira ABD’nin bunu gerçekten yapmasını beklemediğini de sözlerine ekledi.
Pekin, Washington ile müzakere iddialarını yalanladı, ‘önce tarifeleri kaldırın’ dedi
Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında haftalardır devam eden kısasa kısas gümrük vergisi artışları, Çin mallarının ABD’de yüzde 145 ek vergiyle karşı karşıya kalmasına neden olurken, Amerika’nın Çin’e ithalatı da yüzde 125 ek vergiyle karşı karşıya kaldı.
Guangdong eyaleti merkezli özel bir düşünce kuruluşu olan Zhibenshe’nin CEO’su Xue Qinghe’ye göre, gümrük vergileri küresel ekonomiye gerçek anlamda zarar vermeye başladığından, her iki taraf da artık bir anlaşma için görüşmeye istekli.
Xue, Çin’in iş dünyası, diplomasi ve halk kanalları aracılığıyla ulaşmaya çalıştığını ancak Trump’ın Başkan Xi Jinping ile doğrudan görüşmeyi umduğu için bu çabaların çok az sonuç verdiğini sözlerine ekledi.
ABD Başkanı Donald Trump geçen hafta Oval Ofis’te düzenlediği basın toplantısında Çin mallarına yönelik gümrük vergilerinin “yüzde 145 kadar yüksek olmayacağını” ve “önemli ölçüde düşeceğini ama sıfır olmayacağını” söyleyerek ABD-Çin ticaret savaşına ilişkin tutumunu yumuşatmış gibi göründü.
ABD merkezli araştırma grubu The Conference Board’un Çin Merkezi kıdemli danışmanı Alfredo Montufar-Helu, Pekin’in son açıklamasının Çin’in müzakerelere hazır olduğuna dair güçlü bir sinyal gönderdiğini, ancak ihtiyatlı bir iyimserlikle ele alınması gerektiğini söyledi.
Bu açıklama “ABD yetkililerinin proaktif bir şekilde görüşmeleri başlatmaya çalıştığını gösteriyor ki bu da Trump yönetiminin en önemli isteklerinden biri olan Çin’in bir anlaşmaya ilk ulaşan taraf olması isteğine ters düşüyor” dedi.
Montufar-Helu, kapsamlı bir ticaret anlaşmasının müzakere edilmesinin karmaşık ve zaman alıcı bir süreç olacağını vurguladı.
“Her iki taraf da ulusal ekonomik güvenlikleri için hayati önem taşıdığını düşündükleri konularda taviz vermek konusunda isteksiz davranacağından, sürecin hassas geçmesi muhtemeldir” dedi.
Uzmanlara göre, görüşmelerin başlaması için Çin’in, ABD’nin Çin mallarına uyguladığı gümrük vergilerinin, Trump’ın 2 Nisan’da “Kurtuluş Günü” vergilerini açıklamasından önceki seviye olan %20’ye geri dönmesi ve müzakere süreci boyunca bu seviyede kalması konusunda ısrar etmesi muhtemel. Çin müzakerelere açık olsa da somut adımı ABD’nin atması gerekiyor.
Çin Ticaret Bakanlığı yaptığı açıklamada, “ABD’nin hatalı tek taraflı tarife politikalarını düzeltmeyi reddetmesi halinde, bunun sadece samimiyetten tamamen yoksun olduğunu kanıtlayacağını ve karşılıklı güveni daha da zayıflatacağını” söyledi.
“Bir şey söylerken başka bir şey yapmak, hatta görüşmeleri zorlama ve şantaj için bir kılıf olarak kullanmak – Çin bunu kabul etmeyecektir” diye ekledi.
Fransız yatırım bankası Natixis’in Asya-Pasifik baş ekonomisti Alicia Garcia-Herrero’ya göre bu yorumlar Pekin’in ABD tarafını taleplerinde “çok değişken” olarak gördüğünü gösteriyor.
“Dolayısıyla [Pekin] ABD’nin ne istediğini yazılı olarak görmek istiyor” dedi.
Diplomasi
Euroclear, Rusya’nın dondurulan varlıklarından 3 milyar avroya el koyacak

Belçika merkezli mevduat kuruluşu Euroclear, Rusya’nın dondurulan varlıklarından yaklaşık 3 milyar avroya el koymayı planlıyor. Bu adımın, Moskova tarafından mal varlıklarına el konulduğu iddia edilen Batılı yatırımcıların zararını tazmin etmeyi amaçladığı belirtiliyor.
Belçika merkezli mevduat kuruluşu Euroclear, Rus milyarderler ve şirketlere ait dondurulan varlıklardan yaklaşık 3 milyar avroya el koyarak, Rusya’daki Batılı yatırımcıların uğradığı iddia edilen zararları tazmin etmeyi planlıyor.
Reuters haber ajansının aktardığına göre, Euroclear 1 Nisan’da müşterilerini yapılacak ödemeler hakkında bilgilendirdi.
Ajansın incelediği Euroclear’ın müşterilerine gönderdiği dilekçede, “Yetkili makamdan tazminat tutarlarının serbest bırakılması ve katılımcılarımıza sunulması için izin aldık,” ifadeleri yer aldı.
Söz konusu 3 milyar avro, 2022’den bu yana Avrupa Birliği (AB) yaptırımları altında olan Rus şirketleri ve bireylerine ait toplam 10 milyar avroluk dondurulan varlıkların bir parçasını oluşturuyor.
Ajansa göre, dondurulan varlıklara el konulması, Rus makamlarının Rusya’daki Batılı yatırımcıların mal varlıklarına el koymasına onay vermesinin ardından Euroclear’ın attığı misilleme adımı oldu.
Kaynaklar, Belçika hazinesinin mart ayında mevduat kuruluşuna ödemelerin yapılması için izin verdiğini belirtti. Reuters, el konulacak varlıkların sahiplerini tespit edemediğini bildirdi.
Bu el koyma işleminin, Euroclear’da tutulan yaklaşık 210 milyar dolar değerindeki Rusya Merkez Bankası’na ait ana dondurulan varlıkları etkilemeyeceği, ancak Rusya’nın dondurulan toplam varlık miktarını azaltacağı belirtiliyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya asker göndermesinin ardından Avrupa Birliği, Kanada, ABD ve Japonya, Rusya Merkez Bankası’nın yaklaşık 300 milyar dolar değerindeki menkul kıymet ve nakit varlığını dondurmuştu.
Bu miktarın yaklaşık 5-6 milyar doları ABD’de, büyük kısmı ise Avrupa’da bulunuyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen yılın mayıs ayında ABD ve diğer devletlerin “hasmane eylemleri” nedeniyle Rusya ve Merkez Bankası’na verilen zararın tazmin edilmesine yönelik bir kararname imzalamıştı.
Hükümet komisyonu ise zararın tazmini için özel bir prosedürü geçtiğimiz haftalarda onaylamıştı.
2022 sonbaharından bu yana Rus özel ve kurumsal yatırımcılar, menkul kıymetlerini bloke eden Avrupalı mevduat kuruluşlarına karşı davalar açıyor.
Bu davalardan bazıları sonuçlandı. Örneğin, Bank St. Petersburg, Euroclear’a karşı açtığı davayı kazanan ilk kurum oldu. Ocak 2023’te Moskova Tahkim Mahkemesi, Euroclear’ı bankaya 107,1 milyon dolar ve 489 bin avro ödemeye mahkum etti.
Moskova, Batı’nın yaptırımlarını yasa dışı kabul ediyor ve kaldırılmasını talep ediyor.
Kremlin, Rusya’nın bloke edilen varlıklar üzerindeki haklarından asla vazgeçmeyeceğini belirtmişti. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise dondurulan varlıklarla ilgili her türlü eylemi “hırsızlık” olarak değerlendirecekleri uyarısında bulunmuştu.
Ukrayna, Rusya’dan ‘tazminat almak için’ yeni mekanizma önerdi
-
Avrupa2 hafta önce
Almanya’da tren fabrikası tank üretimine başlıyor
-
Dünya Basını2 hafta önce
Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Chatham House: Dolar küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelebilir
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de çöküş sürüyor: Dow, 1932’den bu yana en kötü nisan ayını yaşıyor
-
Diplomasi2 hafta önce
Çin’in ABD’den enerji ithalatındaki düşüş Rusya’ya kapı açtı
-
Avrupa2 hafta önce
Alman eyaletleri silahlanma yarışına son sürat dahil oluyor
-
Ortadoğu2 hafta önce
ABD’den Suriye’ye “İran” baskısı: DMO terör örgütü ilan edilsin
-
Avrupa2 hafta önce
Orbán’ın vetoları AB’yi 7. maddeye itiyor