Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı (Cop27) dün sabah sona erdi.
Zirve sonunda basın toplantısı düzenleyen COP27 Başkanı ve Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri, gelecek yılki COP28’in başkanlığının Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) devredilmesi için koordinasyon sürecinin başladığını açıkladı.
Şukri ayrıca, konferansta iklim değişikliğinin yoksul ülkelerde meydana getirdiği kayıp ve zararların karşılanacağı bir fon kurulması için anlaşmaya varıldığını duyurdu.
Yoksul ve gelişmekte olan ülkeler yaklaşık 30 yıldır bu fonu ve ödeme takvimi çıkarılmasını talep ederken, küresel ve tarihsel sera gazı emisyonlarında tek başına en fazla sorumluluğa sahip ABD ve Avrupa Birliği (AB) üyeleri gibi zengin ülkeler bu konuyu ağırdan alarak fon oluşturulması gündemine ayak diriyordu.
İklim krizi en çok bu konuda en az suçlanacak ülkeler tarafından hissediliyor, bu nedenle tazminatlar iklim adaleti taleplerinin merkezinde yer alıyor.
Gezegeni ısıtan sera gazlarına en az katkıda bulunan ülkelerin ve toplumların en çok acıyı çektiği, ölüm ve yıkımla başa çıkmak için en az donanıma sahip olduğu gerçeği bu zirvede bir kez daha gündeme geldi. Zirvenin başarı kriterlerinden en önemlisini de bu konuda alınması beklenen kararlar oluşturuyordu.
Batı Çin’i fona zorluyor
ABD ve AB ülkeleri bir yandan tarihi sera gazı emisyonlarından dolayı karşı karşıya kalabilecekleri devasa ödemelerden ve yasal olarak sorumlu tutulabileceklerinden korktukları için gündemi geciktirirken, diğer yandan fonun Çin gibi Birleşmiş Milletler’in gelişmekte olan ülkeler listesinde yer alan devletlere de gitmesini istemiyor.
AB bunun üzerine, yoksul ülkelerdeki kayıp ve zararları karşılamak için “daha geniş bir donör tabanından finanse edilecek özel bir fon oluşturma” önerisinde bulundu. Bu öneriye göre, kayıp ve hasar fonu, yalnızca ABD ve Avrupa ülkeleri gibi tarihsel emisyonlarda en çok katkıda bulunan zengin ülkeler tarafından değil, emisyonları modern zamanda yükselen Çin gibi gelişmekte olan ekonomiler tarafından da katkıda bulunulacak.
Ancak daha önceki önerilerde Çin, fona katkı sağlayan değil, fondan yararlanacak olan tarafta yer alıyordu. Pekin bu konuda “ortak ama farklılaştırılmış sorumluluk” ilkesini savunuyor. Kayıp ve hasar konusunda Çin’in sorumluluğu olmadığını söyleyen Pekin, diğer yandan Güney-Güney işbirliği yoluyla uyum sağlama kapasitelerini artırmaları için gelişmekte olan ülkelere yardım etmeye istekli olduklarını ve hali hazırda yardım ettiklerini savunuyor. Pekin, bu bağlamda Batılı ülkelerin baskısını reddediyor.
Dolayısıyla bu konu iklim zirvelerinde Çin ve ABD arasındaki önemli tartışmalardan biri olarak öne çıkıyor.
Anlaşmanın kapsamı muallak
Bu tartışmalara rağmen, COP 27’de yaklaşık 200 delege kayıp ve hasar fonu oluşturulması konusunda anlaşmaya vardı. Ancak anlaşmanın kapsamı ve uygulanıp uygulanmayacağı konusunda ciddi soru işaretleri mevcut.
Anlaşmaya göre, 24 ülkenin temsilcilerden oluşan bir geçiş komitesi, fonun biçimi, hangi ülkelerin katkıda bulunacağı ve paranın nereye gitmesi gerektiğini belirlemek için önümüzdeki yıl boyunca çalışma yürütecek. Komitenin ilk toplantısını Mart 2023’ten önce yapması bekleniyor. Fonun operasyonel detayları gelecek yıl Dubai’de düzenlenecek COP28’de belirlenecek. Bu genel çerçeve dışında birçok ayrıntı ise belirsizliğini koruyor.
Yetkililer, kayıp ve hasar anlaşmasının halen müzakere aşamasında olan daha geniş bir anlaşmanın parçası olduğu konusunda uyardı.
Diğer yandan zengin ülkeler de, hükümetleri küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin oldukça altında ve tercihen 1,5 dereceyle sınırlamaya çağıran Paris anlaşmasının iklim hedeflerini yerine getirmek için gelişmekte olan ülkelerden önümüzdeki on yılda emisyonları azaltmak adına daha güçlü taahhütler istiyor.
Global Times’a göre, Pekin ile Washington arasındaki resmi görüşmeler ve hatta yüz yüze görüşmeler de COP27 tamamlandıktan sonra yürütülecek.
Eyleme dönüşmeyebilir
Yoksul ülkeler sonunda fonla ilgili bir karar alınmasından dolayı memnun olsa da, pek çoğu alınan kararların anlamlı bir eyleme dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda endişeli. Nitekim bu endişelerin haklılık payı büyük. Gelişmiş ülkeler 2009’da, gelişmekte olan ülkelere emisyonları azaltmalarına ve iklim değişikliğine hazırlanmalarına yardımcı olmak için 2020 yılına kadar yılda 100 milyar dolar vermeyi taahhüt etmişti. Ancak bu taahhüt yerine getirilmedi ve sürekli olarak ertelendi.
Uzmanlar ayrıca, alınan karar doğrultusunda mekanizmanın nasıl uygulanacağına ve iklim krizinin neden olduğu hasarın nasıl ölçüleceğine dair ayrıntıların net olmadığına dikkat çekerek, bu durumun mekanizmanın çalışmasını zorlaştıracağını ve zengin ülkelere manevra alanı bırakacağını vurguluyor.
Tarihsel olarak en büyük sera gazı yayıcısı olan ve bugüne kadar kayıp ve hasar için geliştirilen önerilere ket vuran ABD’nin, gelişmekte olan dünya için iklim finansmanı sağlama çabalarına öncülük etmesinin beklenmesi gerçekçi değil. ABD’nin fona ayıracağı bütçenin Kongre tarafından onaylanması gerektiği düşünüldüğünde, öncülük etmek bir yana Washington’ın fona para koyması bile sağlanamayabilir.
‘Batı’nın boş vaatleri’
Kayıp ve hasar gündemine kayıtsızlıkları ile ilgili Batı dünyasını eleştiren İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon, bunun iklim adaleti ile ilgili temel bir sorun olduğunu ve “zengin dünyanın” burada bir sorumluluğu olduğunu vurguladı.
Sturgeon, iklim krizinin kötüleşen etkilerine rağmen, Batı’nın ve özellikle de AB’nin “boş vaatler ve tatlı sözlerle” sorumluluğundan vazgeçtiğini söyledi.
‘Aşamalı durdurma’dan ‘aşamalı azaltma’ya
Öte yandan, ‘kömürden aşamalı çıkış’ın ilk defa dile getirildiği COP26’dan sonra, bu yıl taahhüdün tüm fosil yakıtları kapsaması yönündeki talepler kabul görmedi. “Tüm fosil yakıtların aşamalı olarak kaldırılması” yönündeki talep sonuç metninde yer bulmadı.
Ayrıca, metinde “düşük emisyonlu ve yenilenebilir enerjiye” referans verilmesi, daha fazla doğal gaz (kömürden daha az emisyon ürettiğinden) kaynağının geliştirilmesine yol açabilecek bir unsur olarak yorumlandı.
Rusya’ya yaptırımlar sonrası devam eden enerji krizi sebebiyle Avrupa Birliği’nin hedeflerinden geri adım atması da bu bağlamda eleştiriliyor. Geçen yıl COP26’da, kömürün “aşamalı olarak durdurulması” konusundaki söylem ve taahhütler bu yıl yerini “aşamalı azaltma”ya bıraktı.
Fosil yakıt lobicilerinin şovu
COP27 ile ilgili en öne çıkan eleştirilerden biri de fosil yakıt lobicilerinin zirveye yoğun katılım göstermesi oldu. Güçlü fosil yakıt şirketleri bu zirvede yoğun bir şekilde varlığını gösterdi. Petrol ve gaz endüstrisiyle bağlantılı 636 kişinin zirveye katıldığı bildirildi.
Her yıl yaklaşık 120 milyar atık plastik şişe üreten ve bunu yaparken de fosil yakıt kullanan Coca-Cola’nın COP27’ye sponsor olması sosyal medyada gündem oldu.
Dünya genelinde açlık çeken ya da başka şekillerde mücadele eden insanların sayısı artarken, dünyanın en zengin ülkelerinin bu insanlara yardım etmek için ayırdığı para miktarı düşüyor.
Birleşmiş Milletler, önümüzdeki yıl insani yardıma ihtiyaç duyacağını tahmin ettiği 307 milyon insanın en iyi ihtimalle %60’ına yardım edebilecek kadar para toplayabileceğini söylüyor. Bu da 2025 yılında en az 117 milyon insanın gıda ya da diğer yardımları alamayacağı anlamına geliyor.
BM ayrıca, kendi verilerine göre, dünya genelinde insani yardım için talep ettiği 49,6 milyar doların yaklaşık %46’sını toplayarak 2024 yılını tamamlayacak. Bu, dünya kuruluşunun üst üste ikinci kez hedeflediği miktarın yarısından daha azını topladığı yıl oldu.
Eksiklik, insani yardım kuruluşlarını açlar için tayınları kesmek ve yardım almaya uygun insan sayısını azaltmak gibi acı verici kararlar almaya zorladı.
Suriye gibi ülkelerde gıda yardımı kısılıyor
Bunun sonuçları, BM’nin ana gıda dağıtıcısı olan Dünya Gıda Programının (WFP) 6 milyon insanı beslediği Suriye gibi yerlerde hissediliyor. Örgütün ortaklıklar ve kaynak seferberliğinden sorumlu genel müdür yardımcısı Rania Dagash-Kamara, bu yılın başlarında yardım bağışlarına ilişkin tahminlerini göz önünde bulunduran WFP’nin yardım etmeyi umduğu kişi sayısını yaklaşık 1 milyona düşürdüğünü söyledi.
Dagash-Kamara mart ayında WFP’nin Suriye personelini ziyaret ettiği esnada verdiği bir röportajda, “Söyledikleri şu oldu: ‘Bu noktada açları doyurmak için açlardan alıyoruz’,” demişti.
BM yetkilileri yaygın çatışmalar, siyasi huzursuzluk ve aşırı hava koşulları gibi kıtlığı tetikleyen faktörlerin olduğu bir dönemde iyimser olmak için çok az neden görüyor.
BM’nin insani işlerden sorumlu genel sekreter yardımcısı ve acil yardım koordinatörü Tom Fletcher Reuters’a verdiği demeçte, “En çok ihtiyaç duyanlara yapılan çağrıları azaltmak zorunda kaldık,” dedi.
Trump’ın uluslararası kuruluşlara bağışları azaltması bekleniyor
Mali baskılar ve değişen iç siyaset, bazı zengin ülkelerin nereye ne kadar bağış yapacaklarına dair kararlarını yeniden şekillendiriyor. BM’nin en büyük bağışçılarından biri olan Almanya, genel kemer sıkma politikasının bir parçası olarak 2023’ten 2024’e kadar 500 milyon dolarlık fon kesintisine gitti.
Alman hükümeti, 2025 yılı için insani yardımda 1 milyar dolarlık bir kesinti daha yapılmasını önerdi. Şubat ayında yapılacak federal seçimlerden sonra yeni parlamento gelecek yılın harcama planına karar verecek.
İnsani yardım kuruluşları da ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın ocak ayında ikinci dönemine başladıktan sonra ne önereceğini izliyor.
Trump’ın danışmanları insani yardıma nasıl yaklaşacağını söylemedi ancak Trump ilk döneminde ABD fonlarını azaltmaya çalışmıştı.
ABD, dünya genelinde açlığın önlenmesi ve açlıkla mücadelede başrolü oynuyor. Ülke, son beş yılda 64,5 milyar dolar insani yardım sağladı. Bu rakam, BM tarafından kaydedilen toplam katkıların en az %38’ine tekabül ediyor.
AB, ABD ve Almanya yardımlarda başı çekiyor
İnsani yardım fonlarının çoğunluğu sadece üç zengin donörden geliyor: ABD, Almanya ve Avrupa Komisyonu.
Reuters’ın BM katkı verilerini incelediği araştırmaya göre, 2020-2024 yılları arasındaki krizlere yanıt olarak BM tarafından kaydedilen 170 milyar doların %58’ini bu ülkeler sağladı.
Diğer üç güç (Çin, Rusya ve Hindistan) aynı dönemde BM tarafından takip edilen insani yardım fonlarının %1’inden daha azına toplu olarak katkıda bulundu.
Dünyanın en büyük ikinci GSYİH’sine sahip Çin, 2023 yılında insani yardıma 11,5 milyon dolar katkıda bulunarak yardım/GSYİH oranı bakımından 32. sırada yer aldı..
Beşinci en büyük GSYİH’ye sahip Hindistan da aynı yıl 6,4 milyon dolarlık insani yardımla 35. sırada yer aldı.
Washington’daki Çin Büyükelçiliği sözcüsü Liu Pengyu, Çin’in WFP’yi her zaman desteklediğini söyledi ve ülkesinin kendi sınırları içinde 1,4 milyar insanı beslediğini belirterek, “Bu başlı başına dünya gıda güvenliğine büyük bir katkıdır,” dedi.
ABD’nin gıda yardımı kısıtlamaları
ABD, en büyük insani gıda yardımı sağlayıcılarından biri olan Dünya Gıda Programına yaptığı katkıların neredeyse tamamına kısıtlamalar getirme konusunda uzun süredir devam eden bir uygulamaya sahip.
Reuters tarafından incelenen WFP verilerine göre, ABD’nin WFP’ye yaptığı bağışların %99’undan fazlası son 10 yılın her birinde kısıtlamalar içeriyordu.
Amerikan insani yardım harcamalarını denetleyen ABD Uluslararası Kalkınma Ajansının (USAID) bir sözcüsü, yardım koşullarıyla ilgili bir soru üzerine, ajansın “Kongrenin gerektirdiği yükümlülükler ve standartlar doğrultusunda” hareket ettiğini söyledi.
Sözcü, bu standartların insani yardımın verimliliğini ve etkinliğini artırmayı amaçladığını ve yardım koşullarının “ABD vergi mükelleflerinin fonlarının sorumlu bir şekilde kullanılmasını sağlamak için uygun bir gözetim ölçüsü” sağlamayı amaçladığını söyledi.
Donör kuruluşların bazı mevcut ve eski yetkilileri de kısıtlamaları savunuyor ve küresel gıda yardımı sistemine musallat olan hırsızlık ve yolsuzluklara işaret ediyorlar.
Rusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik araştırma projelerini Afrika’ya taşıyarak askeri biyolojik faaliyetlerini genişlettiğini duyurdu. Bakanlık, bu projelerin, Afrika ülkelerinin biyogüvenlik egemenliğini tehdit ederek ABD’nin küresel etkisini artırmayı amaçladığını belirtti.
Rusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin biyolojik araştırma projeleriyle ilgili dikkat çekici bir açıklamada bulundu.
Bakanlık, ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik silah programlarını Afrika’ya taşıyarak burada geniş çaplı askeri biyolojik faaliyetler yürüttüğünü öne sürdü.
Rusya’ya göre, bu projeler yalnızca tamamlanmamış çalışmaları sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda Afrika ülkelerinin biyogüvenlik alanındaki egemenliklerini de tehlikeye atıyor.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, “ABD, Afrika’yı tehlikeli enfeksiyon etkenleri için bir deney sahası ve ilaç testi merkezi olarak kullanıyor. Bu durum, bölgede biyolojik güvenliği ciddi şekilde riske atıyor,” ifadelerini kullandı.
Moskova, ABD’nin biyolojik kontrol sisteminin belirli bir plan çerçevesinde ilerlediğini iddia ediyor. Bu plan dört temel adım üzerinden yürütülüyor:
ABD, bölgede sık görülen hastalıkları (şarbon, tularemi, veba gibi) öne çıkararak yerel hükümetlerin biyogüvenlikte yetersiz olduğunu savunuyor ve bu alanda destek teklif ediyor.
Aynı zamanda ABD, tehlikeli patojenlerin incelenmesi amacıyla biyolojik araştırma merkezleri kuruyor. Örneğin, Nijerya’da 2024 yılına kadar ortak bir tıbbi araştırma merkezi açılması planlanıyor.
Pentagon’un Tehdit Azaltma Müdürlüğü (DTRA), yerel uzmanlara kısa süreli eğitimler sunuyor ve bu kişilerin, ABD’nin elektronik hastalık gözetim sistemine entegrasyonunu sağlıyor.
Bununla beraber Washington yönetimi, projelerin ilerleyen aşamalarında biyogüvenlik ve sağlık standartlarını yerel hükümetlere zorunlu kılarak, bu ülkelerin bağımsızlığını kısıtlıyor.
Rusya Savunma Bakanlığı, Afrika’da ABD’nin askeri biyolojik faaliyetlerini destekleyen belgeler sundu. Buna göre, ABD şu projeleri yürütüyor:
Kenya’daki Amerikan Ordusu Tıbbi Araştırma Merkezi, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını izlemek için saha istasyonları ağı kuruyor.
Senegal’de Pentagon’un finanse ettiği 35 milyon dolarlık bir laboratuvar kompleksi inşa ediliyor.
Gana ve Cibuti’de ABD Donanması Tıbbi Araştırma Merkezi, bölgede tehlikeli patojenlerin izolasyonu ve dizilenmesi üzerine çalışıyor.
Gine’de ise sağlık sistemine 40 milyon dolarlık destek sağlanırken, aynı zamanda ciddi enfeksiyonlara yönelik araştırmalar yapılıyor.
Ukrayna’daki biyolojik laboratuvar projeleri
Rusya, Mart 2022’den bu yana Ukrayna’daki ABD biyolojik araştırma laboratuvarlarına ilişkin çeşitli iddialar ve belgeler yayımladı. Bu iddialar, Batılı medya organları ve uluslararası kuruluşlar tarafından genellikle reddedildi veya dezenformasyon olarak nitelendirildi.
Mart 2022’nin başlarında Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’nın Rus askeri operasyonunun başlamasının ardından tehlikeli patojenleri aceleyle imha ettiğini gösteren belgeler yayımladı.
Batılı medya organları ise Ukrayna’da bu tür patojenlerin varlığını tamamen reddetti. Aynı dönemde Rusya Savunma Bakanlığı, üzerinde çalışılan patojenler ve bu çalışmalara katılan Amerikan kuruluşları hakkında detaylar paylaştı.
Mart 2022’nin sonlarına doğru, Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’daki ABD biyolojik silah programına dair, New York merkezli Rosemont Seneca adlı bir firmanın finansmana dahil olduğunu gösteren ek belgeler sundu. Bu firma, ABD Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’a ait.
Nisan ve Mayıs 2022’de Rusya, ABD’li uzmanların Ukrayna’da insanlar üzerinde testler yaptığını iddia eden ek detaylar yayımladı. Haziran 2022’de Moskova’da düzenlenen bir konferansta, Pentagon’un Ukrayna’daki biyolojik silah programlarına dair bilinen bilgiler derlendi. Kısa bir süre sonra Pentagon, Ukrayna’da 46 biyolojik laboratuvarı finanse ettiğini kabul etti, fakat bunların sadece sağlık önlemleri için kullanıldığını belirtti.
Haziran ve Temmuz 2022’de, Rusya Savunma Bakanlığı, ABD biyolojik silah programları ve araştırılan patojenler hakkında daha fazla detay yayımladı. Ağustos 2022’de Rusya, Kovid-19’un ABD üretimi bir biyolojik silah olduğunu iddia etti ve Eylül 2022’de ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik silah programlarına dair ek bilgiler sundu.
Eylül 2022’de, Rusya, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi taraf devletlerinin özel bir toplantısını talep etti ve ABD ile Ukrayna’ya 20 soru yöneltti; ancak bu sorular yanıtlanmadı. Aralık 2022 ve Ocak 2023’te, Rusya Savunma Bakanlığı ek detaylar sundu.
Mart ve Nisan 2023’te, Rusya Savunma Bakanlığı, mRNA aşıları hakkında ilk kez açıklamalarda bulundu ve bu aşıların tehlikelerine dair ek bilgiler yayımladı.
Mayıs 2023’te, Pentagon’un Ukrayna’da göçmen kuşlar üzerinde, bulaşıcı hastalıkların yayılması amacıyla araştırmalar yaptığına dair iddialar sundu. Haziran ve Temmuz 2023’te Rusya, Bill Gates’in rolü ve sivrisinekler ile keneler üzerinde yapılan araştırmalar hakkında bilgiler paylaştı.
Ağustos 2023’te Rusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin Kovid-19’u yarattığı ve daha tehlikeli patojenlerle yeni bir pandemi hazırlığında olduğu iddialarını güçlendirdi. Eylül ve Ekim 2023’te, Rusya, ABD’nin programlarını nasıl gizlediğine ve uluslararası denetimlerden kaçındığına dair bilgiler sundu.
Ağustos 2024’te Rusya Savunma Bakanlığı, Pentagon’un Ukrayna’daki tamamlanmamış projelerini geri çektiğini ve ABD hükümetinin bu araştırmaları gizlemeye çalıştığını bildirdi.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy tarafından zaman zaman sert bir şekilde eleştirilmesini haksız bulduğunu söyledi.
dpa’nın aktardığına göre Rutte 23 Aralık Pazartesi günü verdiği bir mülakatta, “Zelenskiy’e sık sık Olaf Scholz’u eleştirmeyi bırakması gerektiğini söyledim, çünkü bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum,” dedi.
Rutte ayrıca Scholz’un aksine Ukrayna’ya Taurus seyir füzeleri tedarik edeceğini ve bunların kullanımına sınır koymayacağını söyledi.
“Genel olarak, bu tür kabiliyetlerin Ukrayna için çok önemli olduğunu biliyoruz,” diyen Rutte, müttefiklerin ne vermesi gerektiğine karar vermenin kendisine bağlı olmadığını da sözlerine ekledi.
Scholz’un kasım ayında Rusya lideri Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Zelenskiy, bunun “Rus lideri izole etme” ve Ukrayna’daki savaşı “adil bir barışla” sona erdirme çabalarını baltalayan bir “Pandoranın kutusunu” açtığını söylemişti.
Öte yandan Zelenskiy pazar günü Ukraynalı diplomatlara yaptığı bir konuşmada, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin “ulaşılabilir” olduğunu ama Kiev’in bunun gerçekleşmesi için müttefiklerini ikna etmek için mücadele etmesi gerektiğini söyledi.
Zelenskiy Kiev’deki toplantıda diplomatlara, “Hepimiz Ukrayna’nın NATO’ya davet edilmesinin ve ittifaka üye olmasının sadece siyasi bir karar olabileceğini anlıyoruz. Ukrayna için ittifak sağlanabilir, fakat bu karar için gerekli tüm düzeylerde mücadele edersek sağlanabilir,” dedi.
Zelenskiy müttefiklerin Ukrayna’nın NATO’ya neler katabileceğini ve ittifaka üyeliğinin küresel ilişkileri nasıl istikrara kavuşturacağını bilmeleri gerektiğini söyledi.
Geçen hafta Zelenskiy Avrupa ülkelerini Rusya ile savaş sona erdikten sonra Ukrayna’yı korumak için garanti vermeye çağırmış ve Ukrayna’nın nihayetinde ittifaka üyelik yoluyla daha fazla korumaya ihtiyaç duyacağını söylemişti.