Bizi Takip Edin

Söyleşi

Türkiye enerji merkezi olabilir mi?

Yayınlanma

1990’lardan beri gündemde olan Trans-Hazar Doğal Gaz Boru Hattı Projesi Rusya-Ukrayna Savaşı’nın tetiklediği enerji krizinin etkisi ile yeniden gündeme geldi. Diğer yandan Rusya Devlet Başkanı Putin’in daha önce de söylediği ve en son dün Soçi’de tekrarladığı “Türkiye’yi doğal gaz hubı yapma” talebi, Türkiye’nin enerji merkezi olup olamayacağı üzerine tartışmalarını beraberinde getirdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2022 Aralık ayında Azeri ve Türkmen mevkidaşlarıyla bir araya geldiği toplantı sonrası Türkmen doğal gazının da Batı pazarlarına nakline yönelik çalışmalara artık başlanması gerektiğini belirterek, “Hazar’daki dostluk sahasında da Türkmen ve Azerbaycanlı kardeşlerimizle işbirliğine hazırız” demişti.

Birçok belirsizlik bulunsa da teoride mümkün olan proje neden bir türlü hayata geçirilemiyor? Projenin önündeki engeller neler ve Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefinin neresinde?

Diplomasi geçmişi de olan The London Energy Club Başkanı Mehmet Öğütçü ve BOTAŞ Gaz Alımı Eski Daire Başkanı Ali Arif Aktürk ile hem Türkmen gazı projesini hem de Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefini konuştuk.

‘Rusya ve İran rıza göstermeden olmaz’

Mehmet Öğütçü’nün Trans-Hazar Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile ilgili değerlendirmeleri şöyle:

“Onu ben meşhur Türkmenistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan boru hattı projesiyle (TAPI) kıyaslıyorum biraz. Son derece imkânsız siyasi coğrafyalardan geçip birbirine rakip, can düşmanı ülkelere gaz sağlayacaktı. Onu ben bir rüya hattı olarak görüyorum. Ne yazık ki Trans-Hazar üzerine yapılan bütün çalışmalar gerçekleşmiyor. Neden gerçekleşmiyor? Gerekçesi çok basit. Türkmenistan tabii doğalgazda çok zengin bir ülke. Dünyanın dördüncü büyük rezervlerine sahip. Ama bir kara ülkesi. Denizlere çıkışı yok. Etrafında da pek dost olmayan ülkeler var. En büyük alıcısı Sovyet döneminin de belki mirası bu, Rusya’ydı. Ama Rusya’nın ödediği fiyat, Türkmen gazına devede kulaktı. Çok düşüktü Sonra Çin girdi devreye. Çin geldi orada Güney Yolöten sahasını işledi, geliştirdi. Gazı çıkarttı. Boru hattını da kendisi inşa etti. Herhalde önümüzdeki on on beş yıl boyunca yaptığı yatırımların karşılığı olarak aldığı gaza beş kuruş ödemeyecek Türkmenistan’a. Birkaç tane daha hat inşa etti.

Kazakistan da petrol kadar olmasa da gazda güçlü bir ülke. Ama sıkıntı şu. Bu gazı Hazar’ın ötesine nasıl geçireceksiniz? Rusya ve İran dünyanın iki büyük doğal gaz gücü Hazar’ın altından bu gazın Türkiye’ye geçmesine izin vermeyecektir. Bunun için masumane birtakım gerekçeler de ileri sürüyorlar. Ruslar diyor ki bu proje havyar yumurtlayan balıkların esenliği bozulabilir, çevresel felakete yol açabilir gibi. Normalde kendisinin çok dikkate almadığı hususları ileri sürüyor. Çünkü ikisi de en büyük müşterileri olan Türkiye’ye gaz satıyorlar. Rakiplerinden bir tanesinin daha devreye girmesini istemezler. Buna rıza göstermezler.

Çok çalışıldı, çok konuşuldu. Yani Rusya’nın ve İran’ın rıza göstermeyeceği bir boru hattının Hazar’ın altından Türkiye’ye ulaşması imkânsız. Belki Azerbaycan’la bir anlaşma yaparsa Azerbaycan üzerinden Gürcistan-Türkiye’ye gelmesi mümkün olabilir. Ama Azeriler de aynı mantıkla buna çok sıcak bakmıyorlar. Çünkü onların da gazı var ve rakip istemiyorlar. Kısacası şu anda Rusya ve Çin’e bağımlı halde Türkmenler.”

‘Finansman sağlanması çok zor’

Ali Arif Aktürk de projenin kısa vadede hayata geçmesinin mümkün olmadığı görüşünde:

“Halihazırda fiili olarak Türkmen gazı Türkiye’ye geliyor. Türkiye Aralık 2001’de İran gazını almaya başladığında aynı dönemde İran da Türkmenistan’dan aynı hacimde gaz almaya başladı. Ve özellikle İran’ın sistem yetersizliğinden dolayı kış döneminde tüketim Tahran ve kuzeyinde çok artar. İran’ın kendi gazı zaten yetmez. Türkiye’ye de on milyar metreküp gaz veriyorlar ve bu yetmiyor.

Bugün siyasi olarak baktığımızda en kolay güzergâh yine İran güzergahı. Ama malum işte İran ambargosu, Türkiye-İran ilişkilerinin zaman zaman gerilimli noktalara ulaşması sorun yaratıyor. Şu anda Aliyev’le Erdoğan’ın kurmaya çalıştıkları sistem Türkmen gazının Hazar üzerinden Azerbaycan, Gürcistan rotası üzerinden Türkiye’ye gelmesi. Yani Hazar Denizi riski devreye girecek. Azerbaycan riski devreye girecek. Gürcistan riski devreye girecek. Bunları alt alta topladığınızda zaten bir risk primi yaratıyor.

Ama bundan da öte Hazar’ın statüsü halen çözülmedi. Halen İran ve Rusya oranın deniz olmadığını kapalı bir göl olduğunu ve münhasır ekonomik bölgesi olamayacağını söylüyorlar. Ama öte taraftan Kazakistan, Türkmenistan Azerbaycan buranın bir deniz olduğunu ve münhasır ekonomik bölgelerin olduğunu söylüyorlar.

Tabii Türkmenistan’la Azerbaycan arasındaki itilaflı bir saha var, Güneşli sahası. Bu çözülmüş olsa bile şu anda Hazar geçişinden Offshore geçişinden finansman sağlaması yani boru hattı için finansman sağlaması hemen hemen imkânsız denilebilir.

Ama Avrupa’da işte Rusya’ya alternatif yeni kaynaklar arıyor. Eğer Hazar kısmı çözülürse… Azerbaycan’ın da elinde artık ilave gaz yok. Azerbaycan’ın Şah denizi artık plato periyota ulaştı. Tamam Şahdeniz 2’de belki yeni kuyularla, yeni geliştirmelerle bir miktar yine sürdürülebilir ama artık iniş trendine girdi. Yeni kuyularda belki yenilikler olacak ama Avrupa’nın ihtiyacını görecek bir miktar değil. Onu da Türkmen gazıyla karşılamayı planlıyorlar.

Ama diyelim gaz Azerbaycan’a ulaştı. Oradan sonra Türkiye sınırına kadar olan kısmında yatırım gerekiyor. Gürcistan Türkiye sınırına ulaştıktan sonra TANAP’ta ilave yatırımlar gerekiyor. En son mesela TANAP’a resmi olarak bir başvuru olmuştu ama TANAP yönetimi bir yatırım kararı falan almadı. Yani TANAP’ın içinde BOTAŞ’ın da payı var. Yani ilave yatırım yaparsanız bu yatırımlar öyle az buz yatırımlar değil ve BOTAŞ da kendi hissesi oranında oraya para koyacak. BOTAŞ’ın finansman durumu malum. GAZPROM’a olan borçları var…

Ezcümle kısa vadede imkânsız. Ama orta vadede eğer siyasi konjonktür el verirse Türkmen gazı Hazar üzerinden gelebilir.”

Aktürk, projeye Çin’in de sıcak bakmayacağı görüşünde: “Çin Uzak Doğu’da Japonya’dan sonra en büyük LNG ithalatçısı ve kaynak çeşitlendirmesine gitmek istiyor. Zaten Türkmenistan’dan Çin’e giden bir gaz var. Çin kendi arz kaynağının başka bir pazara gitmesine de çok sıcak bakmayacaktır ve bu konuda engel çıkaracaktır.”

‘E-ticaret merkezinin Türkiye’ye artısı ya da etkisi olmayacak’

Ali Arif Aktürk’e Rus lider Putin’in gazın Türkiye’de fiziki olarak depolanmayacağı, ancak Türkiye’nin e-ticaret platformu olacağı yönündeki açıklamasının ne anlama geldiğini sorduk:

“Şimdi bir kere tercüme ve anlam kargaşası var. Yani Ruslar ne demek istiyor? Türkiye’deki medya ya da Türkiye’deki kamuoyu ne algılıyor ona bakmak gerekiyor. Biz yıllardır, yaklaşık on beş, yirmi yıldır önce transit ülke ardından enerji merkezi olacağız diyorduk. Ama biz kendi ev ödevlerimizi yapmadık. Bizim böyle bir ticaret merkezi olma hedefimiz var. Rusların yapmak istedikleri ise şu: 2018’den beri GAZPROM EXPORT kendi internet sitesinde Electronic Sales Platform (ESP) buna başlamıştı. Buradan Avrupalı alıcılar özellikle Avusturya hatta Almanya, lotlar halinde kısa dönemli 100 metreküplük lotlardan gaz alımı yapıyordu. Siz Avrupa’da alıcısınız. Kotasyon giriyorsunuz. Ben bundan alırım. Öbürü bundan alırım diyor. En yüksek fiyatı verene satıyor. Yani bu ham petrole, ham petrol ürünlerine endeksli yapıyı da kırmıştı. Kendisi fiyat merkezli bir ticaret merkezi yaratmaya çalışıyordu. Ukrayna-Rusya savaşı çıkınca, Avrupa’da yaptırımlar olunca zaten Ukrayna üzerinden, Belarus üzerinden boru hatları ve özellikle de Kuzey Akım kapandı. Şu anda Avrupa diye nitelendirdiğimiz yere giden yol sadece TürkAkım2 üzerinden gidiyor.

Şimdi Putin’in dediği yine GAZPROM EXPORT, aynı internet sitesinden yine lotlar halinde ihalelere çıkacak. Diyecek ki Bulgaristan sınırında Türkiye ben yüz milyon metreküplük lotlar halinde gaz satıyorum. Kim alır? Buna da eğer Avrupa’da alıcı bulabilirse fiyat verecek. Ama ben alıcı bulma imkânını çok olası görmüyorum. Zaten yaptırımlar var. İkincisi Bulgaristan’daki kapasiteyi 2024’e kadar GAZPROM kapatmıştı Şimdi Avrupa Birliği de bastırıyor Bulgaristan’a. Sen buna uzun vadeli kapasite veremezsin diyor. USED or LOSED IT prensibini kullanman gerekiyor diyor. Oradaki kapasiteyi senin herkese açman gerekiyor diyor. 2024’ten sonra bunu yapacak. Şimdi bunu bertaraf etmek için Putin böyle bir açıklama yaptı. Burada Türkiye’yi ilgilendiren tek nokta Bulgaristan-Türkiye sınırı. Putin’in bahsettiği e-ticaret merkezinin Türkiye’ye artısı ya da etkisi olmayacak. Basın abartıyor. Putin de Türk kamuoyunu öğrendi ona oynuyor.

‘Komiteye havale edildi, yani olmayacak’

Mehmet Öğütçü de elektronik hub olmanın ticarette pek bir anlam ifade etmediği görüşünde:

“Şimdi biliyorsunuz Putin bu öneriyi daha önce de yapmıştı ve o zaman yine heyecan dalgası yaratılmıştı; bundan sonra Rus gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya akacak, dolayısıyla Türkiye bir doğal gaz bölgesel hubı olucak diye. O açıklamanın ertesinde iki taraf bir komite kurulmasına karar verdi bu konuyu incelemek üzere. Biz buna Fransızca’da “komitoloji” diyoruz. Bir iş komiteye havale edildiyse o iş olmayacak demektir.

Eğer Putin bunu Ukrayna işgalinden önce Türkiye’ye önerseydi harika bir şey olurdu. Rus gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya akardı. Ama şu anda Avrupa zaten Rus gazı almıyor. Almayacağını da net olarak beyan etmiş vaziyette. Dolayısıyla Türkiye üzerinden de olsa Rus gazı almayacaktır. İkincisi bu yaklaşımı daha da zayıflatan husus; Türkiye’nin fiziki bir gaz merkezi olmayacağı tam tersine elektronik ticarette kullanılacağı söyleniyor. Dolayısıyla gaz yer değiştirmeyecek. Bu zaten doğal gazda bölgesel hub oluşturma teziyle taban tabana zıt. Çünkü bir bölge merkezi olabilmek için fiziki gazın akması lazım. Depolanması lazım. Ve fiyatı da nerede depolandıysa, nereden hareket edecekse oranın belirlemesi lazım. Uluslararası arz talep dengeleri ışığında bakınız Avusturya’da Baumgarten diye bir yer var, Viyana’ya son derece yakın. Rus gazı oraya fiziki olarak geliyor mesela. Oradan Avrupa’ya dağılıyor. İtalya da aynı şekilde bölgesel bir hub olma sevdasındaydı. O da gazı fiziki olarak getiriyor. Hem Kuzey Afrika’dan getiriyor hem TANAP üzerinden Türkiye’den geçirip Yunanistan, Arnavutluk altından Adriyatik’ten İtalya’ya getiriyor. Bu itibarla yani elektronik hub olma işi ticarette pek bir anlam ifade etmiyor.”

‘Ne merkez ne transit…’

Mehmet Öğütçü, Türkiye’nin enerji hubı olmak için potansiyeli olduğunu, ancak şimdilik ne merkez ne de ciddi bir transit ülke olduğunu söylüyor:

“Bir ülkeyi eğer gerçekten hub yapmak istiyorsanız ki Türkiye buna elverişli bir ülke; 60 milyar metreküp kendi tüketimi var, bunun üzerine ilave bir 60-70 metreküp milyar metreküp de İran’dan, Azerbaycan’dan, Rusya’dan belki de Irak’ın kuzeyinden ya da Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye gaz aksa, o zaman Türkiye hem hacim olarak hem fiyat olarak Avrupa doğal gaz piyasalarını belirleyen bir ülke haline gelir. Ama şu anda biz bir hub değiliz. Çok sınırlı ölçüde transit ülkeyiz. Çok sınırlı ölçüde. Hangi ölçüde? İşte Azerbaycan gazı biliyorsunuz 16 milyar metreküp. Bunun bir kısmı Avrupa’ya gidiyor İtalya’ya kadar ulaşacak şekilde, Bulgaristan’ı, Yunanistan’ı besleyen yan hatları da var.

Bu, Avrupa’nın Rusya’dan boru hattıyla 155 milyar metreküp yıllık gaz ithal ettiğini düşünürsek onun yaklaşık yüzde ikisi yüzde üçüne denk geliyor. Dolayısıyla çok önemli bir transit de değil. İran ve Rusya zaten Türkiye’nin kendi gazlarını transit olarak başka ülkelere göndermesine izin vermiyor. Bu sadece münhasıran Türk piyasası içindir diyorlar.  Bu anlamda ne yazık ki Türkiye şu anda ne ciddi bir transit ülkedir; hacim bakımından fiyat belirleme açısından ne de bir bölgesel hub olma yolundadır. Olamaz mı? Olur tabii. Bunun koşulları var.”

Söyleşi

İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı

Yayınlanma

Yazar

12 gün süren İsrail-İran savaşı, şimdilik ABD Başkanı Donald Trump’ın dahliyle ateşkesle sonuçlanmış gibi görünse de, bölgede gerilim devam ediyor. Bu kısa süreli çatışma ardında pek çok soru işareti bıraktı. Savaş hakikatten bitti mi? Kazanan kim kaybeden kim? İran’ın nükleer tesisleri gerçekten yok oldu mu? Pek çok soru hala tartışılıyor. Bunlardan bazılarını, emekli Tuğamiral ve İstanbul Kent Üniversitesi Öğr. Gör. Dr. Alaettin Sevim’e sorduk.

İsrail-İran savaşına 10. günde müdahil olan ABD, 12. günde de “tamam bu kadar yeter savaş bitti” dedi. ABD’nin bu çatışmaya hızla girip hızla çıkmaya çalışması ne anlama geliyor? Yoksa bu da Trump’ın diplomasi masasında yaptığı gibi taktik bir manevra veya şaşırtmaca mı?

Kanaatimce Amerika, özellikle Başkan Trump zaten bu savaşa çok fazla taraftar değildi. Müdahil olmak istemedi, ancak buna mecbur kaldı. Sonuç olarak Amerika’nın teknolojik gelişmişliği ve dünya politikasındaki ağırlığına orantılı bir şekilde bir taarruz yapıldı. Ancak gerek bu saldırılan nükleer tesislerin 2 gün önceden boşaltılmaya başlaması ve bu boşaltılma kaydedildiği halde, tespit edildiği halde buradaki boşaltmaya destek veren, boşaltmayı yapan, tahliyeyi yapan unsurların herhangi bir taarruza maruz kalmamış olmasına dair kanaatim bunun önceden haber verilmiş, bu nedenle de etkisi minimize edilmiş bir taarruz olduğu yönündedir. Benzer şekilde İran’ın da Amerika’ya verdiği cevapta yine Katar’daki hava üstüne yapılan taarruzda önceden haber verilmiş olması, boşaltılmış üstlere yapılan bu taarruzun da yine kararlaştırılmış ve birlikte onay verilmiş bir taarruz olduğu ortaya çıkıyor diye değerlendiriyorum. Dolayısıyla Amerika’nın bu savaşı istemediğini, özellikle başkan Trump’ın bunu istemediğini, kısıtlı bir müdahale yapıldığını ve bu müdahale sonucunda da yine kısıtlı ve önceden planlanmış bir cevap verildiğini ve savaşın şu an için ateşkesle sonuçlandırıldığını düşünüyorum.

Bu çatışmanın sonlandığını ve İsrail-İran arasındaki ateşkesin kalıcı olabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa taraflar bir sonraki çatışma için birbirlerinin ağırlıklarını mı tartmış oldu?

Bence, bir müddet devam edecek. Burada asıl belirleyici olan İran’ın nükleer programına devam edip etmeyeceği ve de İsrail’de de Netanyahu’nun başının ne kadar sıkışmış olabileceği, ne kadar daha fazla iç politikada sıkışabileceği. Bunlar önemli hususlar. Bu savaşın çıkmasında da temel nedenlerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Eğer ki bu konularda bir yumuşama sağlanırsa ateşkes en azından bir süre daha devam edecektir diye değerlendiriyorum.

Çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme riskinden hep bahsedildi. Bu yönüyle Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması gibi bir senaryo da dillendirildi. Siz böyle bir risk görüyor musunuz? Yoksa Hürmüz’ün kapanmasıyla ilgili riskin şimdilik geçtiğini mi düşünüyorsunuz?

Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, İran’ın çok zorda kalması ve artık başka bir çaresinin kalmadığı bir durumda söz konusu olabilir. Neler olabilir? Örneğin İran’ın petrol tesislerinin vurulması, İran’ın da petrol ihraç etme imkanlarının azalması, rejimin tehlikeye düşmesi, İran hükümetinin tehlikeye düşmesi, isyanların başlaması ve İran’ın başka çaresinin kalmaması durumunda Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması söz konusu olabilir. Aksi takdirde bu İran’ın kendi ayağına ateş etmesi olacaktır. Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla beraber İran’ın da ticareti etkilenecektir. Özellikle Çin’e yaptığı petrol ürünleri sevkiyatının engelleneceği ortadadır. Bu da İran’ın ve müttefiklerinin istemeyeceği bir şeydir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasının, savaşın çok ilerlemesi ve İran’ın artık başka çaresinin kalmadığı bir durumda her şeyi göze alabileceği bir noktada söz konusu olabileceğini değerlendiriyorum. Yakın bir zamanda bunu mümkün görmüyorum.

İsrail-İran çatışmasında hava güçleri ve füze yetenekleri konuşuldu. Ancak Hürmüz’den Kızıldeniz’e önemli deniz ticaret yolları da diken üstündeydi. Bölgede donanmaların sahneye çıkacağı gerilimler tetiklenmiş olabilir mi?

Evet, günümüzün savaşlarının en önemli özelliği hava gücünün muhakkak olması. Hava gücüyle bir savaşı sonlandıramazsınız ama hava gücü olmadığı takdirde bir savaşı muhakkak kaybedersiniz. Hedefleriniz doğrultusunda hava gücünüzü ve düşman hava güçlerine karşı salınma kabiliyetlerinizi geliştirmek gerektiği ortaya çıktı.

Bölgede donanmalar ise zaten sahnede. Her zaman için bölgede donanmalar varlıkları son dönemde mevcut oldu. Halen de mevcut. Krizin büyümesine bağlı olarak bölgedeki donanma varlığının artması söz konusu olabilir. Örnek olarak en son Amerikan taarruzunda denizaltılardan atılan cruze füzeler kullanıldı. Dolayısıyla Amerika’nın ve diğer devletlerin görünür ve görünmez bir donanma varlığının her zaman bölgede mevcut olduğunu ve krizin gelişmesine bağlı olarak bu miktarın donanma varlığının artıp azalabileceğini devamlı olarak göz önünde bulundurmak lazım. Ama her zaman bölgedeki üsler vasıtasıyla görünür ve görünmez denizaltılar gibi görünmez unsurlarla da olsa bölgede donanma varlıkları devam edecektir.

ABD’nin ve İsrail’in bu müdahaleleri Çin ve Moskova tarafından sizce nasıl izlendi. Bu iki başkentin, hem ABD ile karşı karşıya gelmemek hem de müttefikini korumak gibi bir ikileme düştüğü söylenebilir mi?

Göründüğü üzere burada Rusya’nın belli oranda Amerika’nın müdahalesini sınırlandırmak üzere bir çabası olabilir. Özellikle Rusya’nın son dönemde yaptığı açıklamalar dikkati çekti. Örnek olarak İsrail’e çok uzun süreler boyunca İran’ın herhangi bir silah geliştirme kapasitesinin, nükleer silah geliştirme kapasitesinin olmadığını bildirdiklerini belirttiler. Daha sonra da Putin ABD müdahalesinin bölgedeki barışı ve hatta dünya barışını etkileyeceğini açıklaması da dikkat çekici oldu. Çin’in en azından bizim önümüze gelen demeçleri Rusya’ya göre daha düşük yoğunlukta kaldı. Ama İran’ın önemli bir müttefiki olarak Çin’in de demeçler seviyesinde ya da kamuoyundaki açıklamalarıyla yapılan destek seviyesinde İran’ın yanında yer aldığını görüyoruz. Burada ben özellikle Rusya’nın kapalı kapılar ardında Amerika’yı ikna çabaları olmuş olabileceğini değerlendiriyorum.

Sonuç olarak bu kriz İsrail’in İran’ın altyapısına ve nükleer kapasitesine verdiği hasarla İsrail’in avantaj sağladığını ama İran’ın da bu savaşı kaybetmeyerek kazandığını değerlendiriyorum. Özellikle de İran‘ın İsrail’e cevap verme kapasitesinin, reaksiyon gösterme kapasitesinin düşük hesaplandığını ve bu kadar uzun süre füzelerle de olsa uzak mesafeden de olsa cevap verebileceğinin değerlendirilmediğini ve burada hata yapıldığını düşünüyorum. Bu nedenle İran da bu savaşı kaybetmeyerek kanaatimce kazanan sayıldı.

Okumaya Devam Et

Söyleşi

E. Koramiral Kadir Sağdıç: ‘Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar’

Yayınlanma

E. Koramiral Kadir Sağdıç, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında deniz güvenliğini ve işbirliğini artırmak amacıyla kurulan çok uluslu bir deniz kuvveti oluşumu BLACKSEAFOR’un (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) Planlama Grubu Başkanlığı’nı yürütmüş, 2009’da Güney Deniz Saha Komutanı olarak Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz güvenliğini yöneten donanma komutanlığı görevini icra etmiştir. Kadir Sağdıç’a Hürmüz Boğazı’yla ilgili gelişmeleri ve olası senaryoları sorduk: “Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar.”

‘Uluslararası hukuk açısından mümkün değil’

Hürmüz’ü kapatmak üzerine bir senaryo krizin hangi aşamasında devreye alınabilir? Hürmüz Boğazı’nın hukuki statüsü nedir? İran donanmasının bugüne kadar bu senaryo üzerine yaptığı tatbikat ve simülasyonlar nelerdir?

Hürmüz Boğazı, Cebelitarık Boğazı gibi ya da Baltık geçitleri gibi uluslararası bir su yolu ve çok da dar değil. Aslında en dar yeri 30 kilometre. Bizim Türk Boğazları gibi değil, mesela İstanbul Boğazı 700 metre. Bu 40 misli daha geniş bir yer ve karşılıklı sahillerde farklı ülkeler var. Umman var, İran var, Birleşik Arap Emirlikleri’ne kıyıdaş, aynı zamanda Katar’a kıyıdaş. Böyle kıyıdaş olan tarafların çok sayıda ülkenin aynı bölgede olduğu yerde bir Hürmüz’ü kapatmak uluslararası hukuk açısından mümkün değil.

Türk Boğazlarının özel statüsü var. Gerek Çanakkale Boğazı gerek İstanbul Boğazı çok dar ve her iki kıyısı da Türkiye Cumhuriyeti’nin kıyıları. Her ne kadar Karadeniz uluslararası su ise de 140 mil ve 300 mil gibi geniş alanlar var. Karasuları 12 mil olduğuna göre iki ülkenin sahilleri, iki ülkenin karasuları denizi kapatmıyor. Ama Türk Boğazları dediğimiz Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nda tüm sahiller ve içerideki su Türkiye’nin. Dolayısıyla Montrö Sözleşmesiyle Türk Boğazları’nın özel statüsü var. Ama Hürmüz Boğazı’nın öyle bir özel statüsü yok. Böyle bir durumda evet geçmiş krizlerde İran-Irak Harbi’nde tanker trafiğine zarar verme anlamında İran inisiyatif kullanıp tanker vurdu. Ama orada riski kendisi üstleniyor onun vebalini kendisi ödemek durumunda. Uluslararası hukuka sığınarak bunu yapmıyor.

‘Çin’den gelecek gelirin önü kesilir’

Askeri literatürde durum muhakemesi deriz. Bir karar almadan önce o kararı bir testten geçiririz. Bu uygunluk, tatbik kabiliyeti ve kabul edilebilirlik dediğimiz üç test aşaması var. Mesela Hürmüz Boğazı’na bu açıdan bakalım. Eğer İran kapatmaya kalkarsa bu İran’a ne kazandırır? Hürmüz’ü kapatmak amacına hizmet eder mi? Ona bakmak lazım. Örneğin kapatabildiği takdirde dikkatleri ekonomiye çeker. Çünkü petrol ve doğalgaz maliyetleri yükseliyor. Dünya ekonomisinin sıkıntıdan geçtiği bir süreçte dünyanın dikkatini petrol üzerinden Hürmüz’e çekebilir. Bu da dikkat edin, beni kollayın, kriz sönümlensin, benim haklarımı gözetin. Dolayısıyla ben de boğazı kapatmayayım gibi mütevazi bir yarar sağlayabilir.

Ama petrol fiyatları ve doğal gaz fiyatları artarsa bundan spekülatörler yararlanır. Yani uzun vadede siz yararlanamazsınız. Sonunda kriz harbe de dönüşse harbin sonunda bu sönümlenecek. Dolayısıyla kalıcı petrol fiyatları artışı için OPEC ve benzeri kartellerin topluca karar alması lazım. Yani o bölgede arz sadece İran’la olmuyor. Başta Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkeler olmak üzere petrol arzının birçok oyuncusu var. Dolayısıyla OPEC kalıcı karar almadığı sürece petrol fiyatları yüksek kalmaz. Kriz boyunca yükselir sonra da düşer. Kapatılacak boğazdan İran kendi arzını da dünya piyasasına sürüyor. Özellikle uzun süreli sözleşmeler yaptığı büyük bir alıcısı var Çin. Oradan da zararı olacaktır. Bu irade İran’a kazandırmayacak, kaybettirecek çünkü Çin’den gelecek gelirin önünü keser.

‘Hürmüz’ü kapatmak İran’ı hedef haline getirir’

Hürmüz boğazının kapatılması şeklindeki bir İran askeri uygulaması ABD’ye uluslararası hukuktan kaynaklanan “meşru” bir müdahale hakkı tanır mı? Ya da ABD bunu gerekçe göstererek uluslararası bir koalisyonla İran donanmasına saldırı için “meşru” bir gerekçe bulmuş sayılır mı?

Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılmasının başka ne zararı olur? İran siyasi olarak hedef büyütür. Şu an muhatapları İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri iken bir anda boğaz kapatıldığında, buradan zarar gören çok sayıda ülke İran’ı hedefine alır ve siyasi tarafta büyük bir dengesizlik olur. Yani İsrail’e karşı siyasi yük çok artar. Gereksiz yere hedef büyütmüş olur, kendi satışları aksar. Hürmüz Boğazı’nı kapatacağım ama harbin sonunda ayakta kalırsam misliyle şu fiyattan şu kadardan arz gelecek, devam edecek, size satış yapacağım diye Çin’le şu an yapmış olduğu anlaşmanın revizyonunu yapması gerekir. Çin’le bu anlaşmayı perde arkasında revize etmeden, onları ikna etmeden Hürmüz Boğazı’nı kapatamaz.

Peki kapatılmasına karar verildi ama tatbik kabiliyeti var mı? Bunu yapabilir mi? Tatbik kabiliyetinden kasıt askeri gücünüzle elinizdeki olanaklarla, yani gemileriniz, insansız hava araçlarınız, uçaklarınız, kara bataryalarınız ateş gücü olarak o boğazdan geçen trafiği kapatmaya yetecek mi? İran girişimde bulunduğunda bu karşı unsurların yani isabet alacak olan gemilerin ülkeleri ki oradan bütün dünya ülkeleri geçiş yapıyorlar. Sadece arzı sağlayan kıyıdaş petrol üretici ülkeler değil, üçüncü tarafların gemisi de geçiyor. Dolayısıyla o gemiler zarar gördüğünde onların unsurları da öz savunma kapsamında askeri müdahaleye karşı onlar da güç kullanma aşamasına gelebilirler.

Zarar gören taraflar doğrudan hukuken İran unsurlarını hedef almayabilirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’ı üçüncü taraflara verdiği zarardan dolayı kınayıp önlemler alacaktır. Bu güç kullanmaya kadar gidebilir. Yani sadece kınamayla kalmayacak. Bir uluslararası koalisyon gücü, Birleşmiş Milletler kararları altında, Güvenlik Konseyi kararları altında İran’a muhtemelen müdahale edecektir. Bu da İsrail’in ve ABD’nin elini çok güçlendirir. Yani iki ülkeli müdahale yerine bir anda çok uluslu ve Birleşmiş Milletler’in aldığı karar altında İran’a karşı kuvvet kullanımını gerektirir ki o zaman Hürmüz Boğazı’nı kapatmanın tatbik kabiliyeti de pek yok gibi gözüküyor.

Tatbik kabiliyet de var, gücünüz de var, o gücü de askeri gücü kapatma yönünde kullanmaya kalktınız diyelim. Yok ama var diyelim. Peki, o kadar riske girmeye o kadar unsuru kaybetmeye siyasi yönden de kaybeden tarafta olmaya değer mi? İsrail ve ABD’nin İran’ı zorladığı bir aşamada bir anda dünyanın önemli bir kısmını karşısına alıp onların oluşturacağı koalisyon kuvvetlerinden zarar görüp ek güç kaybetmesine değer mi? Bu riski göğüsleyebilir mi? Bence hayır. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması mantığını test ettiğimizde kapatılması bir kazanç getirmiyor. Ne tatbik kabiliyeti var, elindeki kuvvet dünyaya karşı onu kapatmaya yetmeyebilir; ne de riskinin kabul edilebilir bir durumu var. Dolayısıyla mantıklı davrandığı takdirde İran Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacaktır diye değerlendiriyorum.

Diğer taraftan İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapanma teşebbüsü tabii ABD’ye doğrudan bir müdahale hakkı doğurmaz. ABD’nin bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları üzerinden değerlendirmesi gerekir. İran doğrudan ABD gemisini, Amerikan tankerini hedef alırsa tabii ki karşı taraf olarak ABD öz savunma yapar ve misliyle mükabele de edebilir. Ama İran’ın bunu nasıl uygulayacağını bilmiyoruz. Diğer taraftan böyle bir kararın alınmayacağını mantıken de değerlendirmiş oluyorum.

‘Kriz bölgesel kalacaktır’

Böyle bir senaryoya İran ve Çin donanmaları nasıl tepki verir? Dünya üzerindeki Malakka Boğazı gibi diğer kritik su yolları üzerinde askeri tansiyonu artırıcı bir etkisi olur mu? Hürmüz’deki bir çatışmanın Husiler üzerinden Kızıldeniz’e ve diğer kritik ticaret yollarına sıçraması riskini görüyor musunuz?

Hürmüz Boğazı bölgesindeki gerilim ve tırmanışın Çin donanmasına nasıl tepki vereceği konusu da gündemde sorgulanıyor. Çin bu aşamada kendi yakın çevresi Tayvan ve Çin denizinde farklı tepkiler verebilir. Orada bir kriz gelişirse askeri harekata geçebilir. Ama Körfez bölgesinde, Hürmüz Boğaz’ında Çin donanmasının bir harekata katılacağını ya da Çin’in inisiyatif üstlenip silahlı müdahalede bulunacağını hiç mümkün görmüyorum. Öyle bir olasılık yok. Şu aşamada Çin’in gördüğümüz kadarıyla uluslararası ilişkilerde öyle bir niyeti olmadığını değerlendiriyorum. Buralarda tansiyonun artması şu an İran’ın geçmişteki bir iki yıl içinde yanında gözüken Husiler üzerinde bir etkisi olacaktır. Belki de eğer İran teşebbüs ederse Hürmüz Boğazı’nda Husiler de Kızıldeniz’de benzeri eylemler yapabilirler. Hürmüz Boğazı’nda olası bir tırmanışın, Husilerin de hareketlerini artıracağını değerlendiriyorum. Kriz ve harp durumu devam ettiği sürece Kızıldeniz’de onlar da daha ileri düzeyde girişimlerde bulunabilirler.

Diğer kritik su yollarına, örneğin Malakka Boğazı’na bu aşamada bir müdahale olacağını beklemiyorum. Ama olaylar tırmanır da bloklaşır, Avrasya’ya karşı Okyanusya ülkeleri yani Heartland dediğimiz Avrasya kıtasını Çin’in, Rusya’nın, Türkiye’nin Avrupa’yla birlikte bulunduğu ana kıtalar grubuna okyanuslardan Büyük Okyanus, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu’ndan, çevreleyen başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın bulunduğu deniz ağırlıklı grubun müdahalesi söz konusu olduğunda (ki buna Kore ve Japonya’yı da dahil etmeliyiz), o zaman Endonezya, Malezya gibi ülkeler üzerinden Malakka Boğazı’nda da olası gerginlik mümkün olabilir. Ama bu topyekun krizin küresel çapa sıçraması demek. Bu da çok tehlikeli bir durum olur. O aşamaya geleceğini değerlendirmiyorum. Bu krizin bölgesel kalacağını değerlendiriyorum.

Uzmanlar Harici’ye değerlendirdi: Hürmüz’ün kapanma ihtimali ‘sıfır’

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Yayınlanma

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

İsrail’in saldırıları sonrası Pekin ilk tepki olarak, “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı.

Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, cuma günü yaptığı açıklamada, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.

Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.

Sözcü, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ile telefon görüşmeleri yaptı. İsrail’in ‌İran’a yönelik saldırılarını kınayan Wang Yi, uluslararası toplumun İran nükleer meselesinin siyasi yollardan çözülmesi için çaba gösterdiği bir dönemde, bu saldırının “kesinlikle kabul edilemez” olduğunu söyledi. “Sorunların çözümü için ‌diplomatik kanallara dönülmesi‌” çağrısı yaptı.

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü, Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.

‘Pekin yapıcı rol oynamaya istekli’

Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian’ın açıklamalarını hatırlatan Yang Chen, Çin’in İsrail’in İran’a saldırısından derin endişe duyduğunu ve bu tür eylemlerin doğurabileceği ciddi sonuçlardan dolayı son derece kaygılı olduğunu belirtti. Çin’in, İran’ın egemenliğinin, güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı olduğunu söyleyen Yang, ayrıca çatışmaların tırmanmasına ve gerilimin artmasına da karşı olduğunu ifade etti.

Çin’in, ilgili tüm tarafları, bölgesel barış ve istikrarı teşvik etmeye yönelik daha fazla çaba göstermeye ve gerilimi daha fazla artırmaktan kaçınmaya çağırdığını ve durumun hafifletilmesini teşvik etmek için yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğunu kaydetti.

‘İran renkli devrim tehdidiyle karşı karşıya’

Çinli akademisyenlerin bakış açısından ise, Orta Doğu’daki temel çelişkinin artık Suudi Arabistan ile İran arasındaki önceki çatışmadan İsrail ile İran arasındaki çatışmaya kaydığını ifade etti.

Trump’ın göreve başlamasından sonra, İsrail ile İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni”ni arasındaki kuşatma ve karşı-kuşatma mücadelesinin tırmanmaya devam ettiğini belirten Yang, “İsrail karşıtı birlik cephesi ile İran karşıtı birlik cephesi arasındaki mücadele şiddetlenecek” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın büyük bir “renkli devrim” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, “Bu saldırıda, İran’ın sertlik yanlıları hedef alınıp ortadan kaldırıldı ve bu durum İran’ın etkisine ağır bir darbe vurdu. Eğer İran, İsrail saldırısına karşı kararlı bir şekilde misilleme yapmazsa, gelecekte daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmasından ve bölgesel etkisinin ciddi şekilde zayıflamasından, hatta rejimin istikrarının bile tehlikeye girmesinden endişe edilmektedir” ifadelerini kullandı.

‘Çin İran’da istikrardan yana’

Çin’in Orta Doğu politikasının her zaman istikrar ve sürekliliğini koruduğunu ve dramatik değişikliklere rağmen temelden değişmeyeceğini söyleyen Yang, İran’ın Pekin için önemini ise şöyle anlattı: “İran, Çin için stratejik öneme sahip bir ülkedir. İran, Avrasya’nın merkezindedir, Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir merkezidir, Çin’in enerji kaynaklarının önemli bir kaynağıdır ve Orta Asya’daki istikrarın korunması ve Sincan’ın güvenliğinin sağlanması için önemli bir güvencedir”.

Bu sebeple Pekin’in, İran’ın istikrarlı kalmasını istediğini belirten Yang, “Çin, İran’ın ABD ve Batı tarafından baskı altına alınmasını istemez, ayrıca İran’ın ABD ve Batı’ya yönelmesini de istemez” değerlendirmesini yaptı.

İran’ın iç ve dış meselelerde büyük zorluklarla karşı karşıya olduğuna da dikkat çeken Yang, bu zorlukları şöyle sıraladı:

  1. Ekonomik durgunluk

“İlk olarak, İran’da ekonomik gelişme durgundur. 2024 yılında İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası 434,2 milyar dolardı (bu rakam Çin’in Şensi Eyaleti’nin ekonomik büyüklüğüne eşdeğerdir); bu rakam 2008’den 2017’ye kadar olan on yıllık dönemdeki seviyesine hâlâ ulaşmamış ve 2011’deki zirve değeri olan 625,4 milyar dolardan oldukça uzaktadır. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık 4500 dolardır (İsrail’in kişi başı GSYİH’sı olan 52.261 doların sadece 1/12’si kadardır); bu durum İran halkının memnuniyetsizliğine neden olmuştur. Ekonomik durgunluk, İran’ın “direniş ekseni”ne güçlü destek sağlamasını da engellemektedir.”

  1. Nükleer pazarlık

“İkinci olarak, İran’da siyasi değişimler yaşanmıştır ve ılımlı bir cumhurbaşkanı göreve gelmiştir. 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan yemin ederek göreve başladı. Ilımlı bir cumhurbaşkanı olan Pezeşkiyan, 2024 Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılımı sırasında, ülkesinin uluslararası ilişkilerinde “yapıcı” bir sayfa açma umudunu dile getirdi ve İran’ın “nükleer programı konusunda Batı ile diyaloğa hazır olduğunu” vurguladı. Bu durum da İran’ın Batı ile müzakereye ve “İran nükleer anlaşması”nı yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Ancak “direniş ekseni”nin zayıflamasıyla birlikte İran’ın Batı’dan yaptırım muafiyeti elde etme konusundaki pazarlık gücü azalmıştır.”

  1. Ulusal güvenlik

“Üçüncü olarak, İran’daki iç güvenlik durumu endişe vericidir. Son yıllarda İsrail, İran’da art arda suikastlar düzenlemiştir; bu suikastlara İran’ın kıdemli nükleer fizikçisi Muhsin Fahrizade, İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani ve İran Devrim Muhafızları İstihbarat Yetkilisi Muhammed Akiki dahildir. Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da suikasta uğradı ve daha sonra bu olaydan İsrail resmi olarak sorumlu olduğunu kabul etti. Bu durum, İsrail ve ABD istihbarat teşkilatlarının İran’ın ulusal güvenlik sistemine tamamen sızdığını ve İran’da diledikleri gibi hareket edebildiklerini, istedikleri kişilere suikast düzenleyebildiklerini göstermektedir. İran’ın ulusal güvenliği, kendi cumhurbaşkanının, üst düzey askeri komutanlarının, önemli bilim insanlarının, üst düzey istihbarat yetkililerinin ve yabancı misafirlerin hayatlarını koruyamamıştır.”

İran’ın şu anda büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, ancak buna rağmen Tahran’ın ayakta kalabilmesi için “büyük güçlerden ve zorluklardan korkmayan” bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.

Yang’a göre İran, bölgesel etkisini kanıtlayabilirse ve kararlı şekilde Amerikan ve İsrail karşıtı tutumunu gösterebilirse, daha fazla dış destek elde edebilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English