Dünya Basını
‘Hamas değil ancak Filistin Yönetimi için sonun başlangıcı olabilir’

İsrail, Hamas’In 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonuna yanıt olarak Gazze’ye şiddetli saldırılar düzenliyor. Esir takası için varılan insani ateşkes iki gün daha uzatılmış olmasına rağmen şimdilik bu ateşkesin kalıcı olacağına dair herhangi bir işaret yok. İsrail’in Hamas’ı tamamen ortan kaldırmak gibi analistlere göre gerçekçi olmayan bir hedefle Gazze’deki saldırılarına devam etmesi bekleniyor. ABD ise, İsrail’in Gazze’deki operasyonları sona erince Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi’nin Gazze’nin yönetimini devralmasını istiyor.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede uzmanlar Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye dönme olasılığını değerlendiriyor.
***
Sonun başlangıcı mı? Filistin siyasetinin olası geleceği
Hamas’ın rakibi Filistin Yönetimi, yeniden Gazze’yi yönetebilir mi? Filistinliler bunu kabul eder mi?
Urooba Jamal
Maskeli Kassam Tugayları savaşçısı, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın Gazze’deki ofisinde bir sandalyeye oturmadan önce AK-47 saldırı tüfeğini ayarlıyor.
“Merhaba Condoleezza Rice. Artık benimle anlaşmak zorundasınız. Artık Ebu Mazen [Abbas] yok,” diye şaka yapan savaşçı, dönemin ABD Dışişleri Bakanı ile hayali bir telefon görüşmesi yapıyor. Etrafında Hamas’ın silahlı kanadına mensup savaşçılar kendi fotoğraflarını çekiyor.
Yıl 2007 ve Hamas, Gazze’nin kontrolü için Abbas’ın El Fetih partisinden bir grupla savaşmış ve onları yenmiş.
El Fetih 2006 Filistin seçimlerini kaybetmiş ve sonuçtan memnun olmayarak seçimin galibi Hamas’a saldırmıştı.
Bu sadece siyasi değil aynı zamanda coğrafi bir parçalanmanın da habercisiydi. Filistinliler, kısmen Filistin Yönetimi tarafından yönetilen işgal altındaki Batı Şeria ve Hamas yönetimindeki Gazze olarak ikiye bölündü.
Durum o zamandan beri donmuş haldeydi ta ki Filistinlilerin siyasi geleceğinin her zamankinden daha belirsiz göründüğü bugüne kadar.
İsrail’in, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’in güneyinde gerçekleştirdiği sürpriz saldırılara misilleme olarak Gazze Şeridi’nde sürdürdüğü bombardıman ve kara harekatının amacı, silahlı grubu ortadan kaldırmak.
İsrail’in başarılı olması halinde Filistin Yönetimi’nin kuşatılmış bölgeye geri dönmesi bir olasılık olarak sunuluyor. Ancak geri dönecek mi? Ve dönebilir mi?
Hamas yönetimindeki Gazze
Hamas yönetimindeki Gazze Şeridi İsrail tarafından kuşatıldı, yoksullaştırıldı ve son 17 yılda beş kez saldırıya uğradı.
Bu son saldırıyla birlikte Filistin’in siyasi geleceği oldukça istikrarsız görünüyor.
İsrail, Hamas’ı tamamen yok etmeyi hedeflediğini ve bu nedenle 7 Ekim’de Gazze Şeridi’ne topyekûn bir saldırı başlattığını söyledi.
Hamas Siyasi Büro üyesi İzzet el-Rişk, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarını başlatmasının nedenleri arasında İsrail baskınları, yerleşimcilerin şiddeti ve işgal altındaki Batı Şeria’da yerleşimlerin genişletilmesi olduğunu söyledi.
El Cezire’ye verdiği demeçte “İsraillileri ve uluslararası toplumu bu amansız baskının bir patlamayla sonuçlanacağı konusunda uyardık ama dinlemediler” diyen Rişk, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıların, haksız yere tutuklanan binlerce Filistinlinin ve Gazze’ye uygulanan ablukanın da bunda rol oynadığını söyledi.
İsrail’in Hamas’ı bir şekilde ortadan kaldırmayı başardığı bir senaryoda ABD, Filistin Yönetimi’nin kuşatılmış bölgeyi devralmasını önerdi.
İsrail şu ana kadar bunu kabul etmedi ama Filistinliler Filistin Yönetimi hakkında ne düşünüyor? Gazze’ye geri dönebilir mi? Ve Hamas yok edilebilir mi?
Çatışmaya karşı işbirliği
Filistin siyasetinin en baskın iki aktörü arasındaki ayrışmanın temelinde Filistin davasına yaklaşımlarındaki farklılık yatıyor.
Batı Şeria’daki Birzeit Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Aboud Hamayel, El Fetih ve mevcut liderliği aynı olan Filistin Yönetimi’nin İsrail ile işbirliğine odaklanırken, Hamas’ın stratejisinin İsrail ile askeri olarak karşı karşıya gelmek olduğunu söyledi.
Hamayel, “Yapabileceğimiz hiçbir şey yok” diyerek Filistin Yönetimi’nin yenilgiyi kabul eden tavrına atıf yapıyor.
Analiste göre Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria’daki tabanı İsrail ile ticari ilişkilere dayanıyor. Ancak El Fetih’e bağlı bazı grupların Batı Şeria’daki silahlı mücadelede yer aldığını ve hareketin Filistin Yönetimi’ne kıyasla daha etkili ve farklı bir yapıda olduğunu da sözlerine ekledi.
El Fetih, şu anda muhalefette olduğu Gazze’de de varlığını sürdürüyor. Hamayel, buradaki destekçilerinin Abbas’a sadakat ile 10 yıldır Birleşik Arap Emirlikleri’nde sürgünde olan eski El Fetih lideri Muhammed Dahlan arasında bölündüğünü söyledi.
Filistin Yönetimi uluslararası tanınırlığa sahip, finansman ve vergi gelirleri elde ediyor. Hamayel, İsrail’in baskınlar düzenlediği ve direnen Filistinlileri tutukladığı zamanlar dışında, Filistin Yönetimi’nin kendi topraklarında güvenliği sağladığını ve teorik olarak İsrail’i, Filistinlilerin günlük yaşamıyla uğraşmaktan kurtardığını söyledi.
Savaş sonrası sorun
Grubun sözcüsüne göre El Fetih her ne kadar yıllar içinde bu yöndeki pek çok girişim başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Hamas’la birlik sağlamak istiyor.
El Fetih sözcüsü ve parlamento organı Devrim Konseyi üyesi Cemal Nazzal El Cezite’ye yaptığı açıklamada “Ulusal diyalog yoluyla kendimizi ve davamızı nasıl yöneteceğimiz ve dünyaya nasıl sunacağımız konusunda bir uzlaşmaya varacağız” dedi.
New York merkezli Soufan Center’da kıdemli araştırmacı olan Kenneth Katzman’a göre, özellikle savaştan sonra Gazze’nin kaderi üzerine tartışmalar sürerken, ABD’nin hedefi birleşik bir Filistin oluşumu.
Bu oluşumun hem Gazze’yi hem de Batı Şeria’yı kontrol edeceğini, İsrail’in varlığını kabul edeceğini ve İsrail ile Oslo müzakerelerine yeniden başlayacağını belirten Katzman, 1990’larda İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki anlaşmalara atıfta bulunuyor.
El Cezire’ye konuşan Katzman, “Sanırım amaç görüşmelere kaldığı yerden devam etmek” dedi ve bu görüşmelerin Washington’un iki devletli çözüme aracılık etmesinin öncüsü olacağını sözlerine ekledi.
Fransız-Filistinli siyaset bilimi analisti Rafe Jabari, savaşın sona ermesinden sonra iki devletli çözümün takip edilmesi gerektiğini kabul etmekle birlikte Oslo Anlaşmalarının yerine yeni bir anlaşma yapılması gerektiğini çünkü Filistinlilerin bu süreçte çok fazla taviz vermeye zorlandığını söyledi.
İsrail’in işgal ettiği toprakların kontrolünü bırakmak istemeyeceğini ve söylediği gibi Hamas’ı ortadan kaldıramayacağını da belitti. El Cezire’ye “Hamas Filistin toplumunun bir parçası. Hamas’ı ortadan kaldıramazlar” dedi ve Hamas’ın sadece siyasi bir kanat olmadığını hatırlattı.
Hamas da aynı fikirde. “Filistin evini, kendilerine uyacak şekilde yeniden düzenleyemezler. Hamas kalacak ve Hamas’tan sonra gelecek olan da Hamas olacak” diyen Rişk, Filistinlilerin “ABD’nin, İsrail’in ya da başka birinin” kendilerini kimin yöneteceğini dikte etmesini kabul etmeyeceklerini söyledi. “Filistin halkı Gazze’ye İsrail tankıyla giren bir varlığı asla kabul etmeyecektir” dedi.
Jabari, Hamas’ı ortadan kaldırmanın imkânsız olması nedeniyle, grubun savaş sonrası müzakerelere dahil olması gerekeceğini söyledi.
“Çatışmanın çözümünde tüm aktörler yer almalı” diyen Jabari, 1962’deki Fransız-Cezayir barış anlaşması ya da yakın geçmişte ABD ile Taliban arasındaki görüşmelerde olduğu gibi, taraflardan birinin “terörist grup” olarak görüldüğü durumlarda bile bunun gerçekleştiği geçmiş müzakerelere atıfta bulundu.
Hem Katzman hem de Jabari müzakerelerden önce olası bir ilk adım olarak Gazze’de uluslararası bir barış gücü konuşlandırılmasını içeren geçiş döneminden bahsetti.
Ancak Jabari, bu uluslararası güçlerin son çatışmalarda başarısız olduğunu da sözlerine ekledi.
Filistin Yönetimi’nin azalan popülaritesi
Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi hükümeti birçok Filistinli tarafından İsrail’le gizli bir anlaşma olarak görülüyor.
Jabari’ye göre hayal kırıklığının büyük bir kısmı, yaklaşık yirmi yıllık iktidarı boyunca hiçbir barış sürecini ilerletemediği için zayıf görülen Abbas’tan kaynaklanıyor. Abbas’ın ayrıca İsrail’in yerleşim yerlerinin genişletilmesinden Filistinlilere yönelik tacizlere kadar uzanan uygulamalarına karşı yeterince savunma yapmadığının düşünüldüğünü de sözlerine ekledi.
Filistin Yönetimi’nin işgal altındaki Batı Şeria’daki güvenlik uygulamaları da sertlik yanlısı olmakla eleştiriliyor ancak Nazzal, Filistin Yönetimi’nin “düzeni yeniden tesis etmesi ve hukuku koruması” gerektiğini söyledi.
“Filistin güvenlik güçlerinin veya yetkililerinin ya da normal bireylerin hareketleri bazen işgalci güçle güvenlik koordinasyonu gerektiriyor” diyen Nazzal, Filistin Yönetimi’nin işgal altındaki Batı Şeria’da yürüttüğü her şeyin “İsrail ile koordine edilmesi gerektiğini” sözlerine ekledi.
Ancak Nazzal El Fetih’i Filistin Yönetimi’nden ayrı tutarak onun “İsrail’le herhangi bir teması olmayan bir kurtuluş hareketi” olduğunu söyledi.
Katzman, Filistin Yönetimi’ne yönelik hayal kırıklığına rağmen, İsrail saldırısının yükünü çeken Filistinlilerin Hamas’ın eylemlerinden çok daha hoşnutsuz olabileceğini söyledi.
“Gazze halkının büyük bir kısmı Hamas’ın kendilerini İsrail ile bir savaşa sürüklemeye devam edeceğini anladı ve bunu istemiyorlar” dedi: “Bu yüzden Filistin Yönetimi’nin hatalarını görmezden gelmeye istekli olduklarını düşünüyorum. Bence bu Batı Şeria’daki Filistinliler için de geçerli. İsrail ile sonsuza dek savaşmak istemiyorlar.”
Ancak Rişk şunları söyledi: “Filistinliler her yerde Hamas’ı daha fazla destekliyor. Hamas’ın işgale direnmek için çalıştığını görüyorlar” dedi ve Filistinlilere yönelik küresel desteğin son birkaç haftada arttığını sözlerine ekledi.
‘Sonun başlangıcı’ mı?
Filistinliler arasında Filistin Yönetimi’ne verilen destek karışıkken Gazze’yi yönetmeye geri dönme olasılığı ne?
Nazzal, Hamas yönetimine rağmen Filistin Yönetimi’nin sağlık ve eğitim bakanlıkları ile bankacılık sistemi gibi Gazze’deki yaşamın bazı unsurlarını zaten yönettiğine dikkat çekti.
El Fetih hareketinin ise Hamas’ın devrildiği bir geleceğe karşı olduğunu sözlerine ekleyen Nazzal, “İsrail’in Gazze’deki askeri hedefleri konusunda hemfikir değiliz ve İsrail’in halkımıza karşı başlattığı bu korkunç saldırının sonucunun ne olacağını da kestiremiyoruz” dedi.
Ancak El Fetih’in bildiği şey, Filistinlilerin iki devletli çözüme giden yolu güvence altına alan yasama seçimleri yoluyla kendilerini kimin yöneteceğine karar vermeleri gerektiği.
Nazzal, “Kimsenin denemediği tek şey Filistinlilerin kendilerine ait bağımsız bir devlette özgürce yaşamalarıdır” dedi: “Bu gerçekleşene kadar bir şiddet döngüsünden diğerine geçmeye devam edeceğiz.”
Hamayel, ABD’nin Gazze’deki Filistin Yönetimi’nin geri dönmesi için çabalarını artırdığını ve Başkan Joe Biden yönetiminin bu strateji için çok sayıda nedeni olduğunu söyledi.
Birincisi, uluslararası toplumun dikkatini dağıtarak İsrail’in askeri operasyonlarını bitirmesi için zaman kazanmak.
Analist, müttefikinin Hamas’ın 7 Ekim saldırılarına misilleme yapmasına izin verirken bir yandan da onu bir sonraki adımın ne olacağını düşünmeye ikna etmek istiyor.
Hamayel’e göre Beyaz Saray aynı zamanda bölgedeki müttefiklerini de yanında tutmak istiyor, özellikle de Arap devletleri vatandaşlarının İsrail saldırılarını durdurmak için yeterince çaba sarf etmediklerini düşündükleri bir dönemde.
Ancak Hamayel’e göre Filistin Yönetimi’nin yönetimi devralması ancak Hamas’ın kaybetmesi halinde gerçekleşebilir ki bu sonucu tahmin etmek için henüz çok erken.
Hamas ise İsrail’in sivillere yönelik görünüşte yönsüz saldırısını zayıflık olarak görüyor.
El Rişk, “[7 Ekim’deki] yenilginin büyüklüğü [İsrail’in] aklını yitirmesine ve hiç düşünmeden herhangi bir yöne saldırmasına neden oldu” dedi: “Başarısız oldu. Kassam Tugayları karşısında 7 Ekim’de savaş alanında başarısız oldu ve şimdi de Gazze’de hiçbir gerçek hedefe ulaşamadığı için başarısız oluyor.”
Hamayel’e göre İsrail Hamas’ı saf dışı bırakamazsa iki Filistinli siyasi grup arasındaki çatlak derinleşecek.
Hamas’ın İsrail’e karşı savaşta Filistinliler için yiğit bir kahraman olarak ayakta kalacağını ve Filistin Yönetimi’nin yıllar boyunca İsrail ile işbirliği yapmaktan utanarak zayıf görüneceğini söyledi.
Bunun da zayıf görünen Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria’da daha fazla yerleşimci faaliyetine ilham vereceği ve grubun bölge üzerindeki kontrolünü giderek daha fazla aşındıracağı bir kısır döngüyü başlatacağını söyledi.
Hamayel, “Bu, Filistin Yönetimi’nin sonunun başlangıcı olabilir” dedi.
Dünya Basını
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız, Steven D. Grumbine tarafından kaleme alınan metin, teknik terimlerin ve nötralize edilmiş kavramların egemenliğindeki iktisat yazınında, paranın sınıfsal doğasını ve politik işlevini görünür kılarak iktisadı “yeniden” siyasileştirme çağrısı yapıyor. Grumbine bu kısa makalesiyle, Modern Para Teorisi’nin devletin sınıfsal karakterinden soyutlanarak araçsallaştırılmasına karşı, parasal egemenliğin ancak ve ancak sınıf mücadeleleri içinden devrimci bir imkâna dönüşebileceğini anımsatarak, teknik iktisat jargonu ardına gizlenmiş sınıf savaşımını teşhir ediyor. Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ve enflasyon korkularının nesnel değil, ideolojik ve sınıfsal tercihlerle inşa edildiğini göstermesi bakımından, akademik nötralitenin ötesine geçen ve hâkim iktisat anlayışlarına doğrudan meydan okuyan bir nitelik taşıyor.
Sınıf Mücadelesinden Yoksun Modern Para Teorisi, Muhasebeden İbarettir
Steven D. Grumbine
Real Progressives
11 Haziran 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Solun iktisat eğitimi uzun süredir iki ölümcül eksiklikten mustarip: Anaakım iktisadın kemer sıkma mitleri ile ortodoks Marksizmin meta-para fetişizmi. Pavlina Tcherneva’nın The Case for a Job Guarantee [İş Garantisi Savunusu] (2020) adlı çalışmasında gösterdiği üzere, hâkim sınıflar işsizliği, işçi gücünü ve ücretleri baskılamak amacıyla bir disiplin aracı olarak kasıtlı biçimde sürdürür, ki bu da, “kıtlığın” iktisadi bir zorunluluktan ziyade siyasal bir inşa olduğunun somut kanıtıdır. Öte yandan, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisi (Kapital, Cilt 1, 1867) temel metin olmayı sürdürdüğü için, birçok sosyalist onun emek-değer kuramını yanlış biçimde uygulayarak parayı meta değişimiyle özdeşleştirmekte ve devlet tarafından yaratılan itibari paranın modern gerçekliğini göz ardı etmektedir. Bu kuramsal kargaşa, devrimci potansiyeli felce uğratmıştır.
Kapitalist devletin parasal egemenliği, Stephanie Kelton tarafından Deficit Myth [Bütçe Açığı Efsanesi] (2020) eserinde etraflıca açıklandığı gibi, kemer sıkma politikalarının sınıf savaşımından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Nitekim para basma yetkisine sahip hükümetler, mali değil, fiziksel kaynak kısıtlarıyla karşı karşıyadır (Mitchell, Wray & Watts, Makroekonomi, 2019). Wynne Godley’nin sektörel denge yaklaşımının (Seven Unsustainable Processes, 1999) matematiksel olarak kanıtladığı üzere, politikacılar trilyon dolarlık askeri bütçeleri onaylarken “evrensel sağlık hizmetini karşılayamayız” dediklerinde, muhasebe hatası yapmıyor, sınıf önceliklerini dayatıyorlar. “Ulusal borç” denilen şey ise, gerçekte egemen sınıfa aktarılan reel kaynakların finansal yansımasından ibaret.
Ne var ki, seçim illüzyonlarını doğru şekilde reddeden Marksistler arasında dahi tehlikeli iktisadi yanılgılar varlığını sürdürüyor. Soldaki enflasyon fobisi, sıklıkla Godley’nin temel öngörüsünü, yani fiyat istikrarının soyut para arzından değil, reel üretim ile talep arasındaki dengeden kaynaklandığı gerçeğini, göz ardı eder. Şili oligarşisi Allende’yi devirmek için kasıtlı olarak kıtlık yarattığında, Marx’ın veciz sözünü (“Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”, Komünist Manifesto, 1848) teyit etmiş oldu. Randy Wray’ın Modern Money Theory [Modern Para Teorisi] (2015, 2024) eseri, itibari paranın değerini herhangi bir metaya bağlı olmaktan değil, devletin vergi toplama ve dayatma otoritesinden aldığını ortaya koyar, yine de bazı sosyalistler hâlâ altın standardını veya emek bonolarını savunmakta, mevcut parasal sistemi ele geçirmek yerine ütopyacılığa sığınmaktalar.
Tcherneva ile Mitchell & Muysken (Full Employment Abandoned, [Tam İstihdamın Terk Edilişi] 2008) tarafından geliştirilen İş Garantisi (JG) önerileri, kapitalizm altındaki reformun diyalektik doğasını açığa çıkarır: Mevcut sistem içinde uygulandığında, JG, basitçe ücret disiplinini dayatmanın bir aracına dönüşebilir [çünkü] ancak işçilerin denetimi altında, işsizler ordusu tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu çelişki, MMT’nin tüm içgörülerinin belirleyici özelliğidir – yani bu içgörüler, yalnız ve yalnız sermayenin yapısal gücünü kıracak denli güçlü hareketlerin elinde devrimci bir niteliğe kavuşabilirler. Gramsci’nin kültürel hegemonya kuramı (Hapishane Defterleri, 1935), burjuvazinin kapitalist ilişkileri doğal ve kaçınılmaz göstermek yoluyla denetimi nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü açıklar.
Tarihin dersi açıktır. Wray’in belgelediği gibi, 1930’ların işyeri grevleri, politika belgeleriyle değil, Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası imzalanana kadar fabrikaların fiziksel işgali yoluyla kazanılmıştır. Mitchell’in savaş sonrası tam istihdam üzerine yaptığı çalışmalar, tam istihdamın yalnızca militan ve mücadeleci sendikaların grev kapasitesini koruduğu sürece var olabileceğini kanıtlamıştır. Gramsci’nin kültürel hegemonya anlayışını ve Godley’nin sektörel denge analizini içselleştirmiş günümüzün finansallaşmış oligarşisi, artık çok daha rafine baskı biçimlerine başvuruyor: Algoritmik ücret gaspı, finans piyasasına endekslenmiş konut hakkı ve her yere sirayet eden borç köleliği. Kelton haklı, tüm toplumsal ihtiyaçlara yetecek para mevcut; Tcherneva ispatladı, işler derhal yaratılabilir; ve Marx haklıydı, sermaye ayrıcalığını asla gönüllü olarak terk etmeyecek.
Dolayısıyla görevimiz “MMT politikalarını uygulamak” değil, ürettiğimiz artık değeri denetleyebilecek işçi sınıfı gücünü inşa etmektir. Mitchell’in JG modelleri, ancak kendiliğinden grevlerle birleştiği bir durumda devrimci nitelik kazanır. Wray’ın parasal analizi yalnızca kredinin spekülasyondan toplumsal ihtiyaçlara yönlendirilmesi söz konusu olduğunda önem arz eder. Gramsci’nin öğrettiği gibi, hem anlık mücadelelerin “siperlerinde” (kira grevleri, borçların reddi) hem de ideolojinin “katedralinde” (paranın sınıfsal bir silah olarak teşhiri) eş zamanlı savaşmalıyız. Kelton’un bütçe açığı gerçekleri ile Marx’ın artık-değer kuramı tek bir talepte kesişiyor: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek. Seçimlerle falan değil- 1917, 1936 ve 1968’de olduğu gibi sermayeyi tir tir titreten örgütlü bir güçle.
Para, işçilere karşı oynanan hileli bir oyunda burjuvazinin skor tablosudur. Tcherneva’nın JG planları, Godley’nin sektörel denge analizleri ve Wray’ın vergi temelli para teorisi, başka bir dünyanın teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Değiştireceğiz: Grev hatlarımız onların polislerini sayıca aştığında, direnişlerimiz onların rezervlerini tükettiğinde ve dayanışmamız yeni bir kültürel hegemonya haline geldiğinde. Fabrikalar âtıl halde, işçiler hazır bekliyor; bizi engelleyen tek şey sermayenin şiddet tehdidi. O şiddeti tarihin çöplüğüne yollayalım.
Dünya Basını
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor

Çin İran’ı destekliyor, İsrail’i kınıyor. Pekin’in tepkisi eskisinden daha güçlü ve daha doğrudan.
James Palmer, Foreign Policy dergisinin yardımcı editörü
17 Haziran 2025
Çin, devam eden İran-İsrail çatışmasında tavrını ortaya koydu. Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrailli mevkidaşına yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının “kabul edilemez” ve “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.
Wang, İranlı mevkidaşına “İran’ın ulusal egemenliğini korumak, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak” için destek teklif etti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada bu yorumları yineledi. Çin’in tepkisi, geçen sonbaharda İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmaya verdiği tepkiden daha sert ve doğrudan.
Çin, İran’ın da üyesi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla İsrail’in son saldırılarını kınayan bir bildiri yayınlamak da dahil olmak üzere diplomatik kaynaklarını seferber etti. Bu, İsrail ile güçlü silah ticareti bağları olan ve bildirinin hazırlanmasında danışılmayan ŞİÖ üyesi Hindistan’ın tepkisini çekti.
İran, son yıllarda Çin’e yakınlaştı. İki ülke, askeri tatbikatlarda düzenli olarak işbirliği yapıyor ve 2021’de ekonomik, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. İran’ın petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlası Çin’e gidiyor. İran, yaptırımları tetiklememek için Batı bankalarını ve nakliye hizmetlerini atlatmak için bir dizi dolanma yöntemi kullanıyor ve yuan cinsinden işlemler yapıyor.
İsrail, İran’ın petrol endüstrisini bozmayı başarırsa, bu Çin için acı verici olabilir. Ancak İran, Çin’in altıncı en büyük tedarikçisi olduğu için Çin bu darbeyi absorbe edebilecektir.
Çin, güçlü açıklamasına rağmen İran’a retorik destekten öteye geçmesi olası değildir. Çin, Orta Doğu meselelerine daha fazla karışmak istememekte, bunun yerine ABD’nin dikkatinin dağılmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Washington’daki şahinler, Çin-İran ilişkilerini olduğundan daha güçlü göstermeye çalışmaktadır; ancak İran, Çin’in temel çıkarları açısından nihayetinde marjinal bir ülkedir.
Çin müdahale ederse, muhtemelen İran’a, Tahran’ın geçmişte tehdit ettiği gibi Hürmüz Boğazı’nı gemilere kapatmaması için baskı yapmak olacaktır. Çin’in ana petrol tedarikçisi Rusya olsa da, Çin’in petrol ithalatının yaklaşık yarısı Körfez ülkelerinden gelmektedir. Boğazın kapatılması ve bunun sonucunda enerji fiyatlarında yaşanacak artış, zaten zor durumda olan Çin ekonomisi için acı verici olacaktır.
Çin, 2023’te İran-Suudi Arabistan uzlaşmasında oynadığı arabuluculuk rolünü temel alarak barış elçisi olarak hareket etme umudunu taşıyor olabilir. Ancak İsrail’in Çin’i tarafsız bir arabulucu olarak kabul etmesi zor görünüyor. Çin-İsrail ilişkileri, hem Çin’in Filistin yanlısı tutumu hem de Çin internetinde antisemitizm patlamaları nedeniyle İsrail-Hamas savaşı sırasında bozuldu. Anlaşma için Çin’e başvurmak, huysuz bir ABD başkanını kendinden uzaklaştırma riskini de beraberinde getirecektir.
Çin için İran-İsrail çatışmasının bir avantajı, savunma teknolojisi için yeni pazarlar olabilir. Pakistan, Hindistan ile son çatışmasında beklentileri aştı. Bu başarı, büyük ölçüde Çin sistemlerinin kullanılmasına bağlanıyor: J-10C savaş uçağı, bu çatışmada ilk kez savaşta test edildi ve hava savunma sistemi de çoğunlukla Çin yapımı.
Şu ana kadar İsrail, İran’ın eski hava savunma sistemleri ve hava kuvvetleri üzerinde hakimiyet kurdu ve bu durumu düzeltmek, Tahran’ın biraz nefes alması halinde gündeminin üst sıralarında yer alacak. Orta Doğulu alıcılar önceden J-10’lara şüpheyle yaklaşıyordu, ancak İran mevcut çatışma öncesinde ilgi gösteriyor gibi görünüyordu.
Çin bir zamanlar İran’ın önemli silah ortağıydı, ancak iki ülke 2005’ten bu yana yeni bir anlaşma imzalamadı. Bu durum şimdi değişebilir.
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
Dünya Basını
INSS: İran dış tehdide karşı kenetlenmiş görünüyor

İsrail’in güvenlik bürokrasisine yakınlığıyla bilinen, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren yarı resmî düşünce kuruluşu INSS (Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü), İsrail-İran savaşının gidişatına dair bir değerlendirme yayımladı. İsrail ordusunda 20 yıldan fazla İran uzmanı olarak görev alan, INSS İran ve Şii Ekseni Araştırma Programı Direktörü Dr. Raz Zimmt tarafından kaleme alınan analiz, Tahran’ın savaşta geldiği kritik eşik, İran’ın nükleer altyapısına ve komuta sistemine verilen zarar, İran yönetiminin dayanıklılığı ve önündeki seçeneklere odaklanıyor.
“İran’a Karşı Kampanya: Durum Değerlendirmesi, İkilemler ve Sonuçlar” başlıklı analizde Zimmt, savaşın nasıl sona erebileceğine dair üç olası senaryo üzerinde duruyor. Analiz, hem İran’ın kırılganlıklarını hem de İsrail’in askeri kazanımlarını sürdürme konusunda karşı karşıya olduğu stratejik riskleri ortaya koyarken, ABD’nin pozisyonunun belirleyici rolüne dikkat çekiyor. INSS, savaşın sona erme biçiminden bağımsız olarak İsrail’in uzun vadeli bir “İran tehdidine” karşı hazırlıklı olması gerektiğini vurguluyor.
Makaledeki değerlendirmelerin büyük ölçüde İsrail’in resmî güvenlik bakış açısını yansıttığı ve ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle, İran saldırılarının İsrail’e verdiği zararın kapsamının olduğundan düşük gösterilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
***
İran’a karşı yürütülen savaş: Durum değerlendirmesi, ikilemler ve olası sonuçlar
Dr. Raz Zimmt
İsrail ile İran arasındaki çatışmaların başlamasından üç gün sonra, İran kritik bir dönüm noktasına yaklaşmış durumda. Bu durum, İsrail’in İran’ın stratejik varlık ve kabiliyetlerine ciddi zararlar veren yoğun ve sürekli saldırılarının ardından gelişti. Tahran açısından tablo karmaşık ve çok boyutlu. Bir yandan, İran’ın üst düzey askeri liderliğini hedef alan saldırılarla ciddi bir darbe aldığı görülüyor. Bu saldırı, sadece stratejik bir sürpriz ve ulusal bir aşağılanma olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in İran rejiminin güç merkezlerine sızma yeteneğini de bir kez daha gözler önüne serdi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) komutanı, istihbarat ve operasyon birimlerinin başkanları ile IRGC Hava-Uzay Kuvvetleri komutanının öldürülmesi, Tahran’ın bu askeri kampanyayı etkin biçimde yönetme kapasitesini geçici olarak sekteye uğrattı.
Son günlerde, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer programına yönelik saldırılarla operasyonel başarılar elde etmeyi sürdürdü. Bu saldırılar Natanz zenginleştirme tesisine kısmi (tam değil) zarar verirken, nükleer silah geliştirme programıyla bağlantılı olduğu düşünülen ve bu programın gelişiminde kilit rol oynayan ondan fazla bilim insanının hedef alınıp öldürülmesini de kapsıyor. Ayrıca, İran’ın askeri ve güvenlik altyapısı da İsrail tarafından hedef alındı: komuta merkezleri, füze ve hava savunma sistemleri, IRGC’nin istihbarat ağı ve bazı stratejik enerji tesisleri. Saldırıların devam etmesi, İran’ın komuta-kontrol sistemini zayıflatabilir ve rejimin iç sorunları yönetme kabiliyetini giderek aşındırarak genel istikrarını tehdit edebilir.
Öte yandan, İranlı yetkililer sınırlı da olsa bazı kazanımlara işaret edebiliyor. Her ne kadar nükleer program zarar görse de bu zarar henüz kritik düzeyde değil, özellikle de Fordow zenginleştirme tesisinin hâlâ sağlam. Ayrıca rejimin iç istikrarı açısından şu an ciddi ve acil bir tehdit söz konusu değil. İran liderliği dış tehdide karşı birlik, kararlılık ve canlılık mesajı vererek kenetlenmiş görünüyor. Rejime yönelik halkın duyduğu memnuniyetsizlik inkâr edilemez ancak bu aşamada halktan rejime yönelik aktif bir direniş gözlenmiyor. İsrail saldırılarında zarar gören yerleşim bölgelerine ait yıkım görüntüleri ise paradoksal biçimde iç dayanışmayı artırarak milli birlik duygusunu pekiştirmiş görünüyor.
Ayrıca İran, İsrail’in iç cephesine de sınırlı düzeyde zarar vermeyi başardı. Her ne kadar bu zarar kapsam açısından büyük olmasa da İran hükümeti ve medyası bu saldırıların belgelerini kullanarak psikolojik direnç ve uzun vadeli stratejik denge anlatısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu söylem, İslam Cumhuriyeti’nin hem direnme hem de zamanla İsrail’e zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu vurguluyor.
İran liderliğinin bu savaş sonrası dönemde bazı temel kazanımları korumayı hedeflediğini değerlendirmek makul olur:
-Rejimin hayatta kalması; iç ve dış tehditlere karşı en öncelikli mesele olarak görülüyor;
-Nükleer programın devamlılığı; rejimin varlığını sürdürmesi için bir tür “sigorta poliçesi” olarak algılanıyor;
-Gelecekteki güvenlik tehditleriyle mücadele edebilmek için gerekli olan füze sistemleri, istihbarat altyapısı ve komuta-kontrol ağları gibi stratejik varlıkların muhafazası.
Tahran’ın bu temel hedefleri sürdürebilme yetisi, önümüzdeki haftalarda savaşın nasıl yönetileceği, ne zaman sona erdirileceği ve savaş sonrası bir düzenlemeye gidilip gidilmeyeceği ya da nükleer stratejide bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı gibi kararları belirleyecek.
Şu an itibariyle İran, savaşın yürütülmesine odaklanmış durumda; İsrail saldırılarının etkisini en aza indirirken İsrail’e azami zarar vermeye çalışıyor. Ancak savaş devam edip kayıplar arttıkça, Tahran liderliği önünde birkaç önemli seçenek bulacak:
-Mevcut çatışma biçimini sürdürerek İsrail’i uzun bir yıpratma savaşına çekmek;
-Politik bir düzenlemeyle savaşı sonlandırmaya çalışmak;
-Gerilimi daha da tırmandırarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (NPT) çekilmek ya da gizli bir tesiste nükleer silah geliştirme hamlesine girişerek uluslararası müdahaleyi tetiklemek ve bu yolla savaşı durdurmak.
Savaşı sürdürmek İran’a İsrail’in iç cephesini hedef almaya devam etme fırsatı tanıyabilir, fakat aynı zamanda giderek ağırlaşan bir tahribatı da göğüslemesini gerektirir ki bu da stratejik varlıklar, kritik altyapı ve nükleer kabiliyetlerin başka unsurlarını tehlikeye atabilir. Zamanla bu tür kayıplar, İran’ın savaş sonrası korumak istediği başarıları güvence altına alma kapasitesini zayıflatabilir. Ayrıca İran’ın mevcut füze ateşleme temposunu sürdürebilme kapasitesi belirsizliğini koruyor. Eğer özellikle de İsrail’in operasyonları kabiliyetlerini daha da aşındırdıkça “savaş ekonomisine” geçmeye zorlanırsa İran’ın İsrail’in hava savunma sistemlerine anlamlı bir tehdit oluşturma gücü azalabilir ve bu da yalnızca zaman zaman yapılacak dağınık saldırılara indirgenebilir.
İran’ın savaşı sona erdirme ve müzakerelere dönme yönünde bir karar alması, İsrail’in ateşkese onay vermesine ve muhtemelen ABD’nin Tahran’ın belirli şartlarını kabul etmesine bağlı olacak. Ancak, İran’ın şu anda bu konuda esneklik ve hazırlık gösterme niyetinde olup olmadığı şüpheli. Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi her ne kadar genel bir ateşkes olasılığına açık olduklarını dile getirmiş olsa da İran Dışişleri Bakanlığı ABD ile görüşmelere yeniden başlamanın faydasız olduğunu belirtti; çünkü Tahran, İsrail’in bu saldırıları bağımsız olarak değil, ABD’nin işbirliğiyle ya da en azından Washington’un zımni onayıyla gerçekleştirdiğine inanıyor.
NPT’den çekilmek ki bu adım İran Meclisi’ndeki bazı üyeler tarafından halihazırda önerildi, ya da nükleer bir çıkış girişiminde bulunmak, uluslararası müdahaleyi tetiklemek için baskı taktikleri olarak kullanılabilir. Ancak İran’ın bunu gizlice gerçekleştirme kapasitesi oldukça kuşkulu; çünkü nükleer programına yönelik istihbarat sızıntıları ve İran hava sahasında süren yoğun İsrail saldırıları bu olasılığı sınırlandırıyor. Ayrıca böyle bir hamle büyük riskler taşır: Doğrudan ABD askeri müdahalesini kışkırtabilir ki bu, İran’ın kaçınmaya çalıştığı bir senaryo. Bu ayrıca İsrail’in önleyici saldırısı sonrasında elde ettiği uluslararası meşruiyeti de baltalayabilir.
-
Görüş7 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu5 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa5 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta