Avrupa
AB, ABD ile ticaret savaşında dijital vergi kozunu değerlendiriyor

ABD Başkanı Donald Trump’ın gümrük vergilerine yanıt olarak AB, ABD’li dijital şirketlere yönelik vergiler getirmeyi değerlendiriyor. Bu adım, hizmet ticaretindeki açığı kapatmayı ve ABD’ye baskı yapmayı amaçlarken, Avrupalı kullanıcılar için maliyet artışı riski de taşıyor.
Avrupa Birliği (AB), ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin başlattığı ticaret anlaşmazlığında yeni bir karşı önlem olarak ABD’li şirketlere yönelik dijital hizmet vergilerini gündemine aldı.
Samina Sultan ve Henrik Förster tarafından kaleme alınan ve 23 Mayıs 2025 tarihli Köln Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü raporuna göre, bu adımın AB için hem fırsatlar hem de riskler barındırdığı belirtiliyor.
Raporda, dijital vergilerin özellikle hizmet ticaretinde ABD karşısında açık veren AB için bir dengeleme unsuru olabileceği, ancak yerli alternatiflerin olmadığı durumlarda Avrupalı kullanıcılar için maliyet artışına yol açabileceği vurgulanıyor.
Rapora göre, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci görev döneminde uygulamaya koyduğu gümrük politikaları, küresel ticarette bir dönüm noktası oluşturdu.
“Kurtuluş Hünü” ilan edilen gümrük vergilerinin büyük ölçüde 90 gün süreyle askıya alınmasına rağmen, ABD’ye yapılan ithalat için yüzde 10’luk bir temel gümrük vergisi hâlen geçerliliğini koruyor.
AB’nin karşı stratejisi: Havuç ve sopa
Bu gelişmeler ışığında AB’nin bir karşı strateji geliştirmesi kaçınılmaz hâle geldi. Avrupa Komisyonu’nun genel yaklaşımının “havuç ve sopa” mantığına dayandığı ifade ediliyor.
ABD’ye yönelik olası uzlaşmacı adımlar arasında ABD’den daha fazla ithalat yapılması veya AB’nin hâlihazırda daha yüksek gümrük vergisi uyguladığı mallar için vergilerin düşürülmesi gibi seçenekler bulunuyor.
Diğer yandan, Avrupa Komisyonu’nun misilleme önlemleri de hazırladığı belirtiliyor. Bu önlemlerin uygulanması için AB’nin elinde iki araç —Zorlama Yönetmeliği (Enforcement Regulation) veya Baskı Karşıtı Araç (Anti-Coercion Instrument/ACI)— bulunuyor. AB’nin mal ticareti için halihazırda bir karşı gümrük vergisi paketi hazırladığı bilgisi paylaşılıyor.
Financial Times‘ın haberine göre, karşı önlemlerin ABD ile hizmet ticaretine genişletilmesi düşünülüyor.
Bunun temel nedeninin, AB’nin mal ticaretinin aksine hizmet ticaretinde ABD ile bir ticaret açığı vermesi olduğu vurgulanıyor.
ACI’nın, açıkça hizmet ticareti kısıtlamalarını bir karşı önlem olarak öngördüğü, ancak Avrupa Komisyonu’nun bu alanda yeni bir politika sahasına gireceği için somut uygulamanın henüz netleşmediği ifade ediliyor. Olası bir seçenek olarak, online reklam gelirleri üzerinden alınacak AB çapında bir dijital vergi düşünülüyor.
Dijital vergi tartışmaları ve OECD süreci
Raporda, AB düzeyinde dijital şirketlerin geleneksel sektörlere kıyasla daha az vergilendirilmesini dengelemek amacıyla dijital vergi için birkaç girişimde bulunulduğu hatırlatılıyor.
Ancak AB’nin, OECD çerçevesinde küresel bir çözüm lehine bu projeyi ertelediği belirtiliyor. Beyaz Saray’ın açıklamasına göre, özellikle ABD’nin OECD girişiminden fiilen çekilmesinden bu yana OECD konseptinin uygulanmasının yavaş ilerlediği kaydediliyor.
Bu konuda bir anlaşmaya varılmadığı sürece, vergi kaçakçılığıyla mücadele için dijital vergiler gibi tek taraflı önlemlerin uygulanabileceği ifade ediliyor.
Fransa’nın 2019’dan beri çeşitli dijital hizmet gelirleri üzerinden yüzde 3 oranında bir dijital vergi aldığı, bu verginin küresel yıllık cirosu en az 750 milyon avro ve ulusal cirosu en az 25 milyon avro olan şirketler için geçerli olduğu belirtiliyor.
Fransa’nın bu düzenlemeyle 2019 tarihli AB önerisini temel aldığı ve 2024 yılında Fransız dijital vergisinden elde edilen gelirin yaklaşık 785 milyon avro olduğu, bunun da toplam vergi gelirlerinin yüzde 1’inden daha azına tekabül ettiği bilgisi veriliyor.
Belçika gibi diğer AB üye ülkelerinde de dijital vergi uygulama düşünceleri olduğu, Almanya’nın ise henüz bir dijital vergisi olmadığı ifade ediliyor.
Ticaret anlaşmazlığında dijital vergilerin rolü
Beyaz Saray’a göre, ABD yönetiminin dijital vergilerin haksız bir ticaret engeli oluşturduğunu savunduğu belirtiliyor.
Öte yandan Reuters‘ın haberine göre, bu nedenle İtalya gibi bazı ülkelerin, ABD ile ticari anlaşmazlıkların çözümü için yapılan müzakerelerde dijital vergilerini ayarlamaya istekli oldukları aktarılıyor. Dijital bir verginin uygulanması için ACI’nın kullanılmasının, AB tarafından transatlantik ticaret anlaşmazlığında önemli bir tırmanış anlamına geleceği, bu nedenle bile karşı önlemlerin hizmet ticaretine genişletilmesinin dikkatle değerlendirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
En iyi senaryoda, sadece tehdidin bile ABD ile müzakerelerde baskı oluşturmak için yeterli olabileceği değerlendirmesine yer veriliyor.
Dijital vergilerin olası etkileri ve riskleri
Raporda, dijital vergilerin ticaret anlaşmazlığında bir karşı önlem olarak ne kadar uygun olduğu sorusu da ele alınıyor. AB’nin mal ticaretindeki karşı önlemlerini, ABD’ye zarar verirken kendi zararını en aza indirecek şekilde ayarlamaya çalıştığı, örneğin özellikle Avrupa alternatifleri olan veya vazgeçilebilecek ABD ithalatına gümrük vergisi uyguladığı hatırlatılıyor. Benzer değerlendirmelerin hizmet ticareti için de yapılması gerektiği belirtiliyor.
Le Figaro‘nun 2019 tarihli haberine göre, dijital vergilerle ilgili şimdiye kadarki sınırlı deneyimlerin, bu vergilerin tüketim vergilerinde olduğu gibi kısmen yansıtıldığını gösterdiği ifade ediliyor.
Dijital verginin AB’ye vereceği zararın büyüklüğünde, verginin hangi noktada uygulanacağının (Anknüpfungspunkt) belirleyici olduğu vurgulanıyor.
AB çapında bir dijital vergi önerisi temel alındığında üç olası uygulama noktası öne çıkıyor: Online reklam gelirleri, online pazar yerleri veya kullanıcı verilerinin satışı. Amazon Marketplace gibi online pazar yerlerinden elde edilen gelirlerin vergilendirilmesi durumunda, dijital vergiden kaynaklanan daha yüksek maliyetlerin kısmen online pazar yerlerinde mal satan yerli tedarikçilere veya AB’deki tüketicilere yansıtılması riski bulunuyor.
Buna karşılık, online reklamcılığa ve kullanıcı verilerinin satışına odaklanmanın, ücretsiz hizmetlerde son kullanıcıları pek etkilemeyeceği, ancak reklam veren veya kullanıcı verisi satın alan aracı sağlayıcıların etkileneceği, bu tür mallar için birçok alternatif teklif ve imkanın bulunduğu belirtiliyor.
Ayrıca, ilgili ABD teknoloji şirketlerinin kendi segmentlerindeki pazar gücünün de dikkate alınması gerektiği, bunun da ağ etkisine ve alternatif sağlayıcıların mevcudiyetine bağlı olduğu ifade ediliyor.
Dijital hizmetlerde ABD’li sağlayıcıların genellikle yüksek pazar yoğunluğunun, en azından Avrupa alternatiflerinin oluşturulması için hedeflenmiş teşvikler getirilmesini ve kullanıcıların çok fazla fayda kaybı olmadan alternatif tekliflere yönlendirilmesini haklı çıkardığı değerlendiriliyor.
AB’nin dijital egemenlik ihtiyacı
Raporda, pratik uygulamadaki zorluklara da dikkat çekiliyor. Dijital işlemlerin, malların aksine coğrafi olarak belirlenmesinin zor olduğu ve bu belirlemenin çok daha kolay gizlenebileceği belirtiliyor.
Fakat ACI çerçevesinde yalnızca baskı uygulayan üçüncü ülkeyi hedef alabilmek için ayrıntılı coğrafi belirlemenin gerekli olduğu vurgulanıyor. Vergi toplama yetkisinin Avrupa Komisyonu’nda değil, AB çapında bir dijital vergiyi oybirliğiyle kararlaştırması gereken üye ülkelerde olması nedeniyle, farklı çıkar çatışmaları göz önüne alındığında bu konuda da uygulama engelleri bulunduğu ifade ediliyor.
Tüm bu hususların, gümrük anlaşmazlığındaki karşı önlemlerin hizmet ticaretine genişletilmesinde olası tedbirlerin tasarımında dikkatli olunması gerektiğini gösterdiği belirtiliyor.
AB çapında bir dijital vergide, uygulama noktasının yanı sıra alternatif sağlayıcıların mevcudiyetinin de belirleyici olduğu, aksi takdirde AB’nin bir karşı önlem olarak dijital vergi uygulamasıyla ABD’den çok kendisine zarar verme riskiyle karşı karşıya kalacağı uyarısı yapılıyor.
Bu bağımlılığın, AB’nin jeoekonomik kriz zamanlarında gerçekten egemen olabilmesi için dijital alanda kendi konumunu ne kadar acil bir şekilde iyileştirmesi gerektiğini gösterdiği sonucuna varılıyor.
Avrupa
Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.
Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.
Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.
Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık
Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.
Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.
Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.
İngiltere de nükleer misyona katılıyor
NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.
İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.
The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.
Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı
Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.
The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.
Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.
The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.
İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek
Avrupa
Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.
Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.
Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.
Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.
Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.
Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.
Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.
Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.
Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.
Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.
Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.
Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.
Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.
Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.
Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.
Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.
Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.
Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”
Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.
Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.
Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.
Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.
Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.
Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.
Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.
Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.
Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.
Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.
Avrupa
Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.
Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.
Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.
Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.
Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.
Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.
Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.
Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.
Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.
Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.
Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.
Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını5 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını1 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?