Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘ABD’nin çözümü Arap yönetimlerinin Filistin ilgisizliğine dayanıyor’

Yayınlanma

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Gazze’deki savaşın bölgeye yayılmasını önleme temel hedefiyle düzenlediği bölge turunun Suudi Arabistan ayağındaki temaslardan sonra İsrail-Arap normalleşmesi için “Gazze’de çatışmaların sona ermesi ve bir Filistin devletine giden uygulanabilir bir yolun” gerekli olduğunu belirtti.

ABC News’ün haberine göre, Blinken, Orta Doğu ziyareti kapsamında, İsrail’e gitmeden önce havalimanında açıklamalarda bulundu. Orta Doğu gezisine işaret eden Blinken, görüşmelerin ortak noktasının; Gazze’nin istikrara kavuşması ve yeniden canlanmasına yardımcı olmak olduğunu vurguladı. Blinken, Suudi Arabistan’la yaptığı görüşmede, İsrail-Arap “normalleşmesi ve entegrasyonu”nun ele alındığını aktararak, bunun için “Gazze’de çatışmaların sona ermesi ve bir Filistin devletine giden uygulanabilir bir yolun” gerekli olduğunu dile getirdi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Blinken’ın ziyaretinin her ne kadar savaşın yayılmasını önleme hedefine odaklansa da Washington’un daha kalıcı bir plan için hazırlığa başladığını ve ziyaretin bu kapsamda önemli olduğunu vurguluyor.

ABD’nin planının en önemli ayağı ise Suudi-İsrail normalleşmesi. Makalenin yazarı mevcut İsrail hükümetiyle bu planın yürümeyeceğini düşünüyor ancak Netanyahu’nun yaşadığı siyasi zorluklar nedeniyle direnme gücünün zayıfladığını ileri sürüyor. Makaleye göre, planın temel çıkış noktalarından birini Hamas düşmanlığı nedeniyle “Arap dünyasının çoğunun Filistin halkının siyasi geleceğiyle pek ilgilenmemesi” oluşturuyor: “Bu da Suudilerin, Mısırlıların ve diğer Arap devletlerinin büyük yatırımlarla Gazze’nin yeniden inşasına yardım ettiği, ancak siyasi bir çözüm için çok fazla zorlamadığı bir anlaşmaya kapı açabilir- en azından Hamas’a ve gözden düşmüş Filistin Yönetimi’ne karşı uygulanabilir bir alternatif ortaya çıkana kadar.”

***

Biden’ın Orta Doğu Barış Planı Var mı? Sayılır.

ABD Suudi seçeneğini canlandırmayı umuyor ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna engel.

Michael Hirsh

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bu hafta Orta Doğu’da bir barış elçisinden ziyade bir itfaiyeci olarak bulunuyor. Blinken’ın dokuz ülkeyi kapsayan turu (Biden yönetiminin daha geniş çaplı bir bölgesel savaşı önlemek için aylardır sürdürdüğü çılgınca mücadelenin en son hamlesi) çoğunlukla Gazze’deki yangını sınırlamak ve ABD’nin daha fazla içine çekilmesini önlemekle ilgili.

Ancak yönetim aynı zamanda daha kalıcı bir Orta Doğu çözümü için bir plan hazırlamaya başlamayı umuyor. Blinken’in İsrail’e gitmeden önce pazartesi günü iniş yaptığı Suudi Arabistan’ın da önemli bir rol oynaması bekleniyor. Özellikle ABD Başkanı Joe Biden, Riyad’ın İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da kısıtlanması ve nihai bir Filistin devleti ya da en azından bir dereceye kadar egemenlik de dahil Filistinlilerin çıkarlarını karşılama sözü vermesi karşılığında İsrail’i tanıma görüşmelerini yeniden başlatmasını istiyor.

ABD’li yetkililer Riyad’ın büyük ölçüde bu yönde hareket ettiğine inanıyor. Aralık ayı sonunda üst düzey bir yönetim yetkilisi “Suudilerle son haftalarda yaptığımız görüşmeler normalleşmeyi ilerletmek istediklerini gösteriyor” dedi.

Blinken, Katar Dışişleri Bakanı ile Doha’da düzenlediği ortak basın toplantısında gazetecilere yaptığı açıklamada, Arapların “ertesi gün” senaryolarını tartışmaya yönelik ilk direncini aşmada bazı başarılar elde ettiğini belirterek şunları söyledi: “Ortaklarımız bu zor konuşmaları yapmaya ve zor kararlar almaya istekli. Hepimiz ileriye dönük bir yol çizilmesinde pay sahibi olduğumuzu hissediyoruz.”

Elbette tüm bunlar henüz başlangıç aşamasında ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin Filistin devletini andıran herhangi bir şeye karşı devam eden direnci karşısında bunların çoğu yakın zamanda ilerlemeyecek. İsrail içinde Netanyahu 7 Ekim felaketinin yaşanmasına izin vermekle, hatta yıllarca Filistin Yönetimi’nin zararına Hamas’ı destekleyerek bu felakete yardım ve yataklık etmekle suçlanıyor ve kendisine verilen destek giderek azalıyor. Ancak Hamas’ın korkunç saldırıları İsrail kamuoyunu da sağa kaydırdı ve iki devletli bir müzakere ihtimalini neredeyse imkânsız hale getirdi.

Aralık sonunda İsrail’i ziyaret eden ABD’li Orta Doğu müzakerecisi Dennis Ross, “İsrail’deki siyasi yapı şu anda bunu kaldıramaz” dedi: “Bu olayın duygusal derinliği dikkat çekici. … Herkes güneyde [Gazze sınırı yakınlarında] öldürülen birini, kaçırılan birini, öldürülen ya da yaralanan bir askeri tanıyor.”

Aslında, siyasi olarak zor durumda olan Netanyahu’nun, Biden’ın planlarına karşı çıkmasını, kendisini görevde ve muhtemelen hapisten uzak tutmanın anahtarı olarak gördüğüne dair göstergeler var. (Netanyahu bir dizi yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya.) İsrail medyasına göre Netanyahu, Likud partisinin üyelerine savaştan sonra Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin devletinin kurulmasını ancak kendisinin önleyebileceğini söylüyor. İsrail’deki kamuoyu, Netanyahu’nun Filistinli bir oluşuma verilecek herhangi bir egemenliğin gelecekte İsrail’e saldırı anlamına geleceği ve şimdi böyle bir sonuçtan bahsetmenin sadece Hamas’a zafer kazandıracağı fikrini giderek daha fazla destekliyor.

Ancak Biden, düşük oy oranlarından muzdarip olduğu bir seçim yılında, özellikle de kendisi ve yönetimi İsrail’in kanlı baskısını desteklediği için Demokrat Parti içinde sert bir şekilde eleştirildiğinden daha fazla baskı yapmak istiyor.

Ve en azından kavramsal olarak, nihai bir barış planının bazı parçaları yerine oturmaya başlıyor olabilir. Bu olasılıkların altında, mevcut İsrail-Filistin çatışmasının en az dikkat çeken boyutlarından biri yatıyor: Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin 7 Ekim’e misilleme olarak Gazze’de yaklaşık 23.000 Filistinliyi öldüren operasyonlara başlamasından bu yana Arap başkentlerinden gelen öfke ifadelerine rağmen, Arap dünyasının çoğu Filistin halkının siyasi geleceğiyle pek ilgilenmiyor.

Hatta şimdiye kadar olduğundan çok daha az ilgileniyor. Birçok Arap lider de gizliden gizliye Hamas’tan kurtulmaya en az İsrailliler kadar hevesli.

1980’lerin başından bu yana bölgede görev yapan emekli ABD büyükelçisi Ryan Crocker telefonla yapılan mülakatta, “Filistinlilerin en büyük düşmanı İsrailliler değil; diğer Araplar” dedi. Örneklerden biri: Abdülfettah Es-Sisi’nin laik askeri yönetimindeki Mısır hükümeti, Biden yönetimi kendisinden Gazze’nin Refah sınır kapısından Filistinli mültecileri kabul etmesini istediğinde öfkeyle patladı.

Neden mi? İdeolojisi büyük ölçüde Mısır’da doğan radikal Müslüman Kardeşler’e dayanan Hamas’ın İslamcı liderliği neredeyse tüm Arap rejimlerinin nefretini kazanmış durumda. Crocker “Mısır için Hamas neredeyse varoluşsal bir tehdit” diyor. Bu durum, laik Filistinli savaşçıların Lübnan, Suriye ve Libya gibi farklı ülkelerde sığınak ve destek bulduğu ve hatta Ürdün’ün Haşimi Krallığı’nı devirme çabalarında bazı Arap liderlerin desteğini aldığı on yıllar öncesiyle tam bir tezat oluşturuyor.

Bu da Suudilerin, Mısırlıların ve diğer Arap devletlerinin büyük yatırımlarla Gazze’nin yeniden inşasına yardım ettiği, ancak siyasi bir çözüm için çok fazla zorlamadığı bir anlaşmaya kapı açabilir- en azından Hamas’a ve gözden düşmüş Filistin Yönetimi’ne karşı uygulanabilir bir alternatif ortaya çıkana kadar.

Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres’in eski kıdemli danışmanı ve İsrail Politika Forumu üyesi Nimrod Novik, Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın artık “Washington’un ‘ertesi sabah’ stratejisine katkıda bulunma konusunda birleşmiş geniş bir Arap koalisyonuna liderlik etmese bile uyumlu göründüğünü” söyledi.

Geçen Ekim ayında yaptığı açıklamalarda Biden, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının kısmen ABD’nin müttefiki Suudi Arabistan ile ilişkilerinin potansiyel normalleşmesini raydan çıkarmayı amaçladığını söyledi. Biden bir kampanya etkinliğinde “Suudilerle masaya oturmak üzere olduğumu biliyorlardı” dedi: “Tahmin edin ne oldu? Suudiler İsrail’i tanımak istiyordu.”

Şu anda kilit nokta, Biden ekibinin Filistinlilere kimin liderlik edeceği sorusunun üstesinden gelip gelemeyeceği. ABD, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın aralık ortasındaki İsrail ziyareti sırasında söylediği gibi hem Gazze hem de Batı Şeria’nın yönetiminin “yenilenmiş ve yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetimi altında birleştirilmesi” gerektiği konusunda ısrar etmeye devam ediyor. Netanyahu hükümeti bunu düşünmeyi reddediyor, ancak sonunda devrilirse, daha ılımlı Ulusal Birlik partisine başkanlık eden ve Netanyahu’nun savaş kabinesinin daha merkezci bir üyesi olan emekli general ve popüler bir isim Benny Gantz gibi bir halefin yeniden düşünmesi mümkün. Gantz geçmişte “iki unsurlu bir çözümden” bahsetmiş ancak bir Filistin devletini desteklemekten kaçınmıştı.

Gantz şimdiden başbakanı kamuoyu önünde eleştirmeye başladı ve 4 Ocak’ta Netanyahu’nun müttefiki sağcı bakanların 7 Ekim’e yol açan hatalarla ilgili bir soruşturma başlatma planı nedeniyle IDF Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’ye saldırdığı öfkeli bir kabine tartışmasından Netanyahu’nun sorumlu olduğunu öne sürdü.

Washington ile İsrail arasındaki gerilim, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın 4 Ocak’ta İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde daha hedefe yönelik bir stratejiye odaklanan yeni bir aşamaya geçeceğini açıklamasının ardından bir nebze de olsa yatıştı. Gallant, “savaşın hedeflerine ulaşılmasının ardından Gazze Şeridi’nde İsrail’in sivil varlığının olmayacağını”, ancak İsrail’in bölgede operasyon yapma hakkını saklı tutacağını da sözlerine ekledi.

Bu, Biden yönetiminin ısrarla istediği yönde bir adımdı. Ancak Blinken’in Gazze konusunda Netanyahu’nun daha fazla direnişiyle karşılaşacağı kesindi zira ikili arasında sert sözler sarf edilmiş, Bakan İsrail’in sivilleri öldürmeyi bırakması ve Filistinlilerin “koşullar elverdiği anda evlerine dönebilmeleri gerektiğini” söylemişti. Netanyahu ise Hamas ortadan kaldırılana kadar savaşın devam edeceğini söyleyerek, “Bunu hem düşmanlarımıza hem de dostlarımıza söylüyorum” dedi.

Yine de üst düzey yönetim yetkilisi, Netanyahu’nun radikal hükümetinin bile Gazze’de binlerce Filistinliyi öldürmeye devam etmenin jeopolitik maliyetini anladığını söyledi.

Yetkili, “Yüksek yoğunluklu operasyondan daha düşük yoğunluklu operasyona geçme ihtiyacının farkına vardılar” dedi: “Bunun neye benzediği konusunda onlara zor sorular soruyor ve Irak ve Afganistan’dan aldığımız dersleri onlarla paylaşmaya çalışıyoruz.” Yetkili sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun önemli bir sonraki adım olduğuna inanıyoruz ve çatışmanın sonuna yaklaşmış durumdayız.”

Şimdilik Blinken’in İsrail ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye, Yunanistan, Ürdün, Katar, Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ı da kapsayan turundaki ana görevi İsrail’in Hizbullah’a karşı ikinci bir cephe açmasını önlemek ve İran’a karşı daha geniş bir koalisyon oluşturmak olacak. Yine de bu hükümetlerin bu hedefe yönelik ortak çıkarları ve İran’ın etkisine yönelik ortak kaygıları, gelecekteki barış müzakerelerine de ivme kazandırabilir.

Otuz yıl önce başarısızlıkla sonuçlanan Oslo Anlaşması’nın hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan ABD’li müzakereci Ross, 7 Ekim’de yaşanan ulusal travmanın İsraillileri Filistinliler hakkında daha önce hiç yapmadıkları bir tartışmaya zorlayabileceğini söylüyor.

“Burada siyasi bir hesaplaşma ve aynı zamanda Filistinlilerle ilişkilerinin ne olduğu konusunda bir tartışma olacak” dedi: “Oslo’da bunu yapmadılar çünkü Oslo gizli bir anlaşmaydı. Şimdi sanki bütün bir ülke travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Her şeyi çözmeleri gerekiyor.”

DİPLOMASİ

Sosyal medyada Orbán-Zelenskiy atışması

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Macaristan Başbakanı Viktor Orbán Ukrayna’da devam eden savaşı ve olası ateşkes görüşmelerini ele aldı.

Kremlin’in Orbán’ın talebi üzerine gerçekleştiğini açıkladığı telefon görüşmesi, Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó’nun ülkesinin kendi adıyla anılan Ukrayna “barış misyonunu” sürdüreceğini açıklamasından bir gün sonra gerçekleşti.

Orbán X’te yaptığı açıklamada, “Bu sabah Başkan Putin ile bir saat süren bir telefon görüşmesi yaptım. Bunlar Rusya-Ukrayna savaşının en tehlikeli haftaları. Ateşkes ve barış görüşmeleri lehine tartışmak için mümkün olan her diplomatik adımı atıyoruz,” demişti.

Peskov: Orbán Trump’tan mesaj iletmedi

Kremlin görüşmeye ilişkin açıklamasında, “Ukrayna meseleleri hakkında kapsamlı bir görüş alışverişinde bulunuldu,” derken Putin’in, Kiev’in bir barış anlaşmasını dışlayan “yıkıcı” bir tutum benimsediğini söylediğini de ekledi.

Orbán, ocak ayında göreve geldikten birkaç saat sonra bir barış anlaşması imzalama sözü veren ABD Başkanı seçilen Donald Trump ile bu hafta başında Mar-a-Lago’daki malikanesinde bir araya gelmişti.

Kremlin ayrıca, “Orbán krizin çözümü için siyasi-diplomatik yolların ortak arayışına yardımcı olmaya ilgi duyduğunu ifade etti,” dedi.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov TASS’a yaptığı açıklamada Orbán’ın Trump’tan Putin’e herhangi bir mesaj iletmediğini ve şu anda Trump ile Putin arasında herhangi bir görüşmenin planlanmadığını söyledi.

Kremlin Sözcüsü, “Şu ana kadar Trump tarafından herhangi bir girişim olmadı, en azından yemin törenine kadar bekleyeceğiz ve orada göreceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna liderinden ‘Esad’ göndermesi

Bununla birlikte Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy’in, Noelde olası bir ateşkes talebini X üzerinden reddettiği görüldü.

Macar liderin Putin ile telefon görüşmesi yapmasına ve Suriye’nin devrik lideri Beşar Esad’a gönderme yapan Zelenskiy, “Hepimiz Orbán’ın en azından Moskova’daki Esad’ı arayıp onun saatlerce süren derslerini dinlemeyeceğini umuyoruz,” dedi.

“Gerçek barışa” ve “garantili güvenliğe” ulaşmanın ABD’nin kararlılığını, Avrupa’nın birliğini ve tüm ortakların BM Şartının Amaç ve İlkelerine sarsılmaz bağlılığını gerektirdiğinin “kesinlikle açık” olduğunu savunan Ukraynalı lider, hiç kimsenin “birlik pahasına kişisel imajını güçlendirmemesi” gerektiğini söyledi ve herkesin “ortak başarıya odaklanmasını” istedi.

Macar lider, “Noel ateşkesi için elimizden geleni yaptık” dedi

Zelenskiy, “Avrupa’da birlik her zaman bunu başarmanın anahtarı olmuştur. Ukrayna olmadan Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaş tartışılamaz,” dedi.

Devlet Başkanı, Trump’a ve “gerçek barış için doğru ve güçlü çözümler bulmak üzere birlikte çalıştığı” pek çok Avrupalı lidere minnettar olduğunu da ekledi.

Bu tweeti alıntılayarak cevap veren Macar lider ise, “Macaristan’ın AB Dönem Başkanlığının sonunda barış için yeni çabalar sarf ettik. Noel ateşkesi ve geniş çaplı bir esir değişimi önerdik. Başkan Zelenskiy’in bugün bunu açıkça reddetmesi ve dışlaması üzücü. Biz elimizden geleni yaptık!” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Fico: Ukrayna, topraklarının yüzde 33’ünü kaybedecek

Yayınlanma

Slovakya Başbakanı Robert Fico, Ukrayna’nın Rusya ile süren çatışmalardan toprak kaybıyla çıkacağını ve NATO’ya katılım daveti almayacağını öngördü.

Slovakya Başbakanı Robert Fico, Ukrayna’nın Rusya ile devam eden çatışmalar sonucu topraklarının yüzde 33’ünü kaybedeceğini ancak bu süreçte ABD ve müttefiklerinin Ukrayna’yı NATO’ya davet etmeyeceğini ifade etti.

Fico, Folha de S.Paulo gazetesine verdiği mülakatta, “Bence Ukrayna topraklarının üçte birini kaybedecek ancak kendisine güvenlik garantileri sağlanacak, örneğin yabancı birliklerin varlığı gibi. Eğer bu, Ukrayna için bir başarı olarak görülürse, o zaman Ukraynalıların ihanete uğradığını düşüneceğim,” dedi.

Başbakan, Ukrayna’daki çatışmanın ancak bir ateşkes ve müzakere süreci ile çözülebileceğini belirtti.

Fico, “Ukrayna, ülke için iyi sonuçlanmayacak bir hikâyeye sürüklendi. Hem toprak kaybedecek hem de NATO’ya davet edilmeyecek,” diye ekledi.

Fico ayrıca bu çatışmanın Ukrayna’nın iç istikrarı üzerinde ciddi etkiler yaratacağını vurguladı.

Öte yandan, 8 Aralık’ta Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya’nın müzakerelere açık olduğunu ancak Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, Rus liderliğiyle iletişimi yasaklayan kararını iptal etmesi gerektiğini söylemişti.

Peskov, barış görüşmelerinin İstanbul Anlaşmaları çerçevesinde ve sahadaki gerçeklikler göz önünde bulundurularak yeniden başlatılmasının önemli olduğunu vurgulamıştı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise 14 Haziran’da Dışişleri Bakanlığı yöneticileriyle yaptığı toplantıda Ukrayna’daki durumun çözülebilmesi için gerekli şartları sıraladı.

Bu şartlar arasında Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin Donbass ve Novorusya’dan çekilmesi, Kiev’in NATO üyeliğinden vazgeçmesi ve ülkede Rusça konuşan vatandaşların haklarının güvence altına alınması yer aldı.

Ayrıca Putin, Rusya Batı’nın uyguladığı yaptırımların kaldırılmasını ve Ukrayna’nın tarafsız, nükleer silahlardan arındırılmış bir statüye kavuşmasını şart koştu.

Rusya ordusu, Pokrovsk’u ele geçirmek üzere

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

ABD, Rusya’nın petrol endüstrisine ‘İran tarzı’ yaptırımlar planlıyor

Yayınlanma

ABD, petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte Rusya’nın petrol ihracatına yönelik İran yaptırımlarına benzer kısıtlamaları değerlendiriyor.

Bloomberg‘e konuşan kaynaklar, ABD’nin Rusya’nın petrol ihracatına yönelik yaptırımları sıkılaştırmayı ve daha önce İran’ın petrol sektörüne uygulanan yaptırımlara benzer önlemler almayı değerlendirdiğini bildirdi.

Kaynaklara göre Başkan Joe Biden, başkanlık seçimleri öncesinde enerji fiyatlarında keskin bir artışa neden olmaktan çekindiği için şimdiye kadar sert kısıtlamalar getirmekten kaçındı.

Fakat petrol fiyatlarının küresel arz fazlası nedeniyle düşmesiyle birlikte Beyaz Saray, daha agresif adımlar atmaya hazırlanıyor.

Biden yönetimi ayrıca, başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ın Ukrayna’yı “Rusya ile hızlı bir anlaşmaya” zorlayabileceğinden endişe duyuyor.

Bloomberg‘in kaynakları, planlanan yaptırımların ayrıntılarının henüz netleşmediğini belirtti. Eğer İran’a uygulanan yaptırımlarla benzer önlemler getirilirse, ABD Rus petrolü alıcılarına yaptırımlar uygulayabilir.

Ancak Çin, Hindistan ve diğer etkili ülkelerin Rusya’dan büyük miktarlarda petrol alması nedeniyle bu durum ciddi riskler barındırıyor.

Bu tür yaptırımların petrol fiyatlarını hızla yükseltmesi, küresel ekonomiyi ve ABD’nin müttefikleri ile rakipleri arasındaki ilişkileri karmaşıklaştırabilir.

Bununla birlikte, Biden yönetiminin görev süresinin sona ermesinden önce bu riskleri almaya daha istekli olduğu ifade edildi.

Brent petrol aralık ayı başında varil başına yaklaşık 72 dolardan işlem görüyordu. Bu rakam, Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinin başladığı ilk aylarda varil başına 120 dolara kadar çıkan fiyatların neredeyse yarısına denk geliyor.

G7 ülkeleri, Avrupa Birliği (AB), İsviçre ve Avustralya, Aralık 2022’de Rus petrolüne tavan fiyat uygulaması getirmişti. Bu kapsamda, belirlenen varil başına 60 dolar sınırını aşan fiyatlarla satılan Rus petrolüne nakliye, sigorta ve finansal hizmetler sağlanması yasaklandı.

Aynı tedbir petrol ürünleri için de geçerli oldu: Dizel yakıt için azami fiyat 100 dolar, fuel oil için ise 45 dolar olarak belirlendi.

Bunun ardından ABD, İngiltere ve AB, bu limitlerin üzerinde fiyatlarla petrol taşıdığı tespit edilen tankerlere yaptırımlar uyguladı.

AB ayrıca, Rus petrolü ve petrol ürünleri ithalatına ambargo koydu. AB’nin bu ambargodan önce Rusya’nın petrol ihracatının yüzde 33’ünü ve petrol ürünleri ihracatının yüzde 40’ını gerçekleştirdiği biliniyordu.

Rusya, bu kaybı telafi etmek için petrol tedarikini başta Hindistan ve Çin olmak üzere diğer ülkelere yönlendirdi.

Rusya ile Hindistan, tarihin en büyük petrol anlaşmasını imzaladı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English