Bizi Takip Edin

AVRUPA

Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

Yayınlanma

Almanya’nın Yeşil Ekonomi Bakanı Robert Habeck, geçen ay alışılmadık bir uyarıda bulundu. Ukrayna’nın Rusya ile imzaladığı doğalgaz transit anlaşması gelecek yılın sonunda sona erdikten sonra uzatılmazsa, Almanya sanayi kapasitesini azaltmak ve hatta kapatmak zorunda kalacaktı.

Aynı zamanda başbakan yardımcısı olan Habeck, bu sert uyarısını Almanya’nın doğusunda düzenlenen bir ekonomi konferansında yaptı. Mekan manidardı: Almanya için Alternatif (AfD), doğulu seçmenler arasında birinci sırada görünüyordu ve onları bu partiye çeken en büyük unsurlardan biri de ‘Alman ekonomik mucizesi’nin oralara pek uğramamasıydı. Habeck’e göre, politika yapıcılar enerji arzını güvence altına alacak önlemler alınmadan, ekonominin etkilenmeyeceğini varsayarak aynı hatayı tekrar yapmaktan’ kaçınmalılardı.

Büyüme verileri: İmalat sektöründe alarm zilleri çalıyor

Avrupa’nın iktisadi olarak bir numarası Almanya’nın Ukrayna savaşı, Rusya’ya yönelik yaptırımlar, enerji sorunu ve ABD’deki ‘korumacı’ politikalar nedeniyle zor durumda olduğu genel kabul görüyor.

Örneğin Alman ekonomisi, iki çeyrek üst üste küçülerek teknik olarak resesyona girdi. Bugün (24 Temmuz) açıklanan verilere bakılırsa, Almanya Bileşik PMI Üretim Endeksi üst üste üçüncü ayda da gerileyerek Haziran ayındaki 50,6 seviyesinden 48,3’e düştü. Endeks Ocak ayından bu yana ilk kez 50’nin altında daralma bölgesine girmiş oldu. Mallara yönelik talebin hızla düşmesiyle imalat üretim seviyeleri Mayıs 2020’den bu yana en hızlı düşüşü yaşadı.

Hizmet sektörü de ivme kaybetti ve büyüme son beş ayın en düşük seviyesine ulaştı. Sektör genelinde yeni işler yeniden düşüşe geçerek toplam yeni iş girişlerinde üç yıldan uzun bir süredir görülen en keskin düşüşe yol açtı. Müşteri tereddütleri, stok eritme, yüksek enflasyon ve artan faiz oranları, hem mal hem de hizmet talebindeki düşüşe neden olan faktörler olarak gösteriliyor.

Almanya’da özel sektör genelinde istihdam artış hızı Temmuz ayında önemli ölçüde yavaşladı ve genel istihdam yaratma oranı neredeyse iki buçuk yılın en zayıf seviyesinde gerçekleşti. Hizmet sektöründe işe alımlarda yavaşlama görülürken, imalat sektöründe bordro rakamlarında marjinal bir düşüş yaşandı.

İmalat sektöründeki istihdamın azalması ve hizmet sektörünün işe alımları azaltması nedeniyle işsizlik oranının yükselmeye devam edeceği düşünülüyor. Ayrıca, hizmet sektörü Temmuz ayında girdi ve çıktı fiyatlarında bir artış yaşadı ve enflasyonun hızlı bir şekilde yavaşlayacağına dair umutlar bir başka bahara ertelendi. İmalat sektöründe ise girdi maliyetlerinin artışında bir azalma görüldü.

Sanayi lobisi karamsar

Almanya’daki ‘sanayisizleşme’ tartışmalarında en büyük gürültüyü Alman sanayicilerin kopardığı da aşikar.

Örneğin Alman Sanayi Federasyonu (BDI), sadece büyük şirketlerin değil, KOBİ’lerin de faaliyetlerinin bir kısmını Almanya dışına taşımayı planladığını söylüyor. 

BDI Başkanı Siegfried Russwurm, CNBC’ye verdiği mülakatta, “Merkezi Almanya’da bulunan birçok işletme küresel olarak iyi durumda, ancak kendi ülkelerindeki operasyonlarda zorlanıyorlar,” diyor ve mevcut iklimde şirketlerin karşılaştığı ek baskıları ‘bürokrasi ve yavaş yönetim’ olarak sıralıyor. Russwurm, Alman ekonomisinin de 2023 yılında yatay seyredeceğini, küresel GSYİH’nin yüzde 2,3 büyümesi durumunda ülkesinin ‘geride kalacağını’ söyledi.

Otomotiv sektörü küçülüyor

Almanya’nın belki de en önemli endüstrisi diyebileceğimiz otomotiv sektöründe de işler iyi gitmiyor.

Sektör, COVID-19 öncesine kıyasla önemli ölçüde küçüldü. Handelsblatt’ın aktardığı verilere göre, sadece Volkswagen, Audi, BMW ve Mercedes-Benz, Ocak-Mayıs 2023 döneminde, 2019’un aynı dönemine kıyasla kendi kıtalarında yarım milyon daha az binek otomobil üretti. Bu, neredeyse yüzde 20’lik bir düşüşe karşılık geliyor.

COVID-19 kapanmaları ve yarı iletken ve kablo demeti eksikliği 2020 ile 2022 yılları arasında otomobil üretimini yavaşlatmıştı. O dönemde talep arzı aşmış, üretici şirketler de yüksek fiyatlar talep edebilmiş ve kısa süreli pandemi ödeneklerin yardımıyla üretim kayıplarını telafi edebilmişti.

Pandeminin ardından, tedarik zincirlerinin de artık büyük ölçüde sağlam olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle sektör 2023 yılı için üretimde güçlü bir toparlanma bekliyordu. Fakat son veriler, bu beklentinin fazla iyimser olduğuna işaret ediyor.

Çin rekabeti Almanların dengesini bozdu

Otomotiv sektöründeki yeni oyuncu Çin’in Avrupa pazarına hızlı girişi de Almanya’yı düşündürüyor. Geçen Ekim ayında Alman araç kiralama şirketi Sixt’in yaptığı bir anlaşma Almanları endişelendirmişti: Sixt, Avrupalı ya da Alman bir şirketle değil, Çinli otomobil üreticisi BYD ile önümüzdeki yıllarda 100.000 elektrikli otomobilin satın alınmasını içeren bir anlaşma imzaladı.

BYD ve NIO gibi Çinli otomobil üreticilerinin araçlarını Avrupa pazarlarında satmaya başladığına dair haberler, Alman üreticilerin geleceğine ilişkin soru işaretlerini daha da artırdı. Örneğin Almanya’nın en büyük bulvar gazetesi BILD, geçen Mayıs ayında, yeni tedarikçilerin hızla artan pazar paylarına atıfta bulunarak, “Çin otomobilleri Avrupa’ya akın ediyor,” manşetini atıyordu.

Çin’deki elektrikli otomobil pazarına hakim ilk 10 firma arasında da hiç Alman şirket yok. Dünyanın en büyük otomotiv pazarında Alman şirketlerin payı hâlâ yüzde 19, ama iş elektrikli araçlara gelince bu oran yüzde 5 civarında.

Nitekim Alman Mühendisler Birliği (VDI) tarafından yapılan ve 25 Mayıs’ta yayınlanan bir ankette, Almanların %55’inin ‘10 ya da 15 yıl içinde en iyi otomobillerin hala Almanya’dan çıkacağını’ düşünmedikleri ortaya çıktı.

Sadece %12’lik bir kesim kesin olarak böyle düşündüğünü söylerken, %33’ü kesin olmamakla birlikte bunun muhtemel olduğuna inandığını belirtti.

İçeriye ve dışarıya yatırımlar arasındaki makas açılıyor

İmalat sanayisindeki düşüş, yavaşlayan tüketici harcamaları ve zayıf ihracat artışı, yüksek enflasyon ve artan borçlanma maliyetleri ile birleşerek Alman ekonomisinin son iki çeyrekte küçülmesine neden oldu.

Buna bir de yatırım sorunları ekleniyor. Köln merkezli Alman Ekonomi Enstitüsü, OECD verilerine dayanarak, 2022 yılında Alman şirketlerinin yurt dışına yaptığı yatırımlar ile ülkeye yapılan ticari yatırımlar arasındaki farkın kayıtlardaki en büyük fark olduğunu söyledi.

Almanya’nın ticari yatırım çekme kabiliyeti geçen yıl büyük bir düşüş yaşadı. Dışarıya 135 milyar avrodan fazla doğrudan yabancı yatırım (FDI) giderken ülkeye sadece 10,5 milyar avro FDI girdi.

Enstitünün hazırladığı raporda, Alman şirketlerinin yurt dışına yaptığı yatırımların yüzde 70’inin diğer Avrupa ülkelerine gittiği belirtilerek, bunun ‘Avrupalı komşuların yatırımlarının çökmesini özellikle endişe verici’ hale getirdiği ifade ediliyor. Enstitüye göre, Almanya’nın sorunlarının birçoğu kendi iç aksaklıkları ile ilgili: yüksek kurumlar vergisi, aşırı bürokrasi ve kötü durumdaki altyapı. Bu tespitlerin, Avrupa’nın ‘liberteryen’-sağcı hareketlerinden gelen eleştirilerle mükemmel bir uyum taşıdığını, şimdilik not edip geçiyoruz.

ABD’nin ‘savaş ilanı’

Almanya’da Amerikan çıkarlarının en önemli savunucularından Yeşiller’e mensup bir siyasetçinin uyarıları tuhaf görünebilir, ama Habeck’in uyarıları yazının başındaki sözleriyle kalmadı.

Aynı Habeck, Hazirana ayındaki bir konferansta, “[Amerikalılar] yarı iletkenlere sahip olmak istiyorlar, güneş enerjisi endüstrisini istiyorlar, hidrojen endüstrisini istiyorlar, elektrolizörleri istiyorlar,” dedi ve Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) kapsamında devreye soktuğu devlet sübvansiyonları için, “Bu savaş ilanı gibi bir şey,” ifadelerini kullandı.

Financial Times’a (FT) inanacak olursak, Almanya’da ABD’ye karşı misilleme çağrıları artıyor. FT’ye konuşan üst düzey bir Alman yetkili, “İnsanlar DTÖ’ye. Ben de dedim ki: bir savaşın ortasındayız. Şimdi en büyük müttefikimizle kavga etmenin zamanı değil,” diyor.

‘Sanayisizleşme’ mi, ‘rekalibrasyon’ mu?

‘Yeşil dönüşüm’ ve ‘Çin ve Rusya’dan bağımsızlaşma’ söz konusu olduğunda, başını ABD’nin çektiği Avro-Atlantik dünyanın politik bir hamle yapması kaçınılmaz hale geliyor.

Burada tekelleşme ile el ele giden büyük bir yeniden yapılandırma var: Devlet-ekonomi birlikteliği perçinleniyor, sermaye ile devlet arasındaki çizgiler bulanıklaşıyor.

Alman Yeşil Bakan Habeck, BDI Sanayi Günü konferansında bu noktayı tüm açıklığıyla dile getiriyor: “Benim görüşüme göre Almanya hem yeni hem de mevcut şirketler için cazip bir yer. Elbette, malzeme endüstrileri yüksek enerji fiyatlarının bir sonucu olarak baskı altında, fakat alınması gereken siyasi kararlar var.”

Dünya kapitalist sisteminin bu noktasında, bir kez daha yoğunlaşmış bir ‘siyasal ekonomi’ dönemine giriyoruz. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’ın açıklamaları, ‘jeopolitik’ hedeflere bağımlı bir küresel iktisadi siyasetin ufukta olduğunu bildiriyordu.

Almanya da bu dünyanın parçası ve ‘yeşil dönüşüm’den ‘riskten arındırma’ya kadar bir dizi siyasi kararın uygulayıcısı. Nitekim ABD’nin IRA’sına yönelik ilk öfke, yerine ‘ayak uydurma’ya bıraktı. AB, Japonya ve Güney Kore, yeni yatırımları çekmek ya da daha fazla şirketin ABD’ye kaymasını önlemek amacıyla teknoloji ve temiz enerji sektörlerine sübvansiyonlar getirdi. Habeck’in, “Eğer ayak uyduramazsak, onlar [kilit sektörlere] sahip olacak ve biz olamayacağız. Acı gerçek bu,” sözleri, bir kabulleniş bile birlikte ihtirasa da işaret ediyor. Gerek Alman tekelleri, gerekse de Almanya’da imalat yatırımlarına sahip yabancı şirketler, başta Berlin olmak üzere Brüksel’i uyararak IRA’ya alternatif yaratmalarını istiyorlar. Tekel-devlet bütünleşmesinde yeni aşama, mutlaka ‘sanayisizleşme’yi gerektirmiyor: ‘Geleneksel’ sanayiler düşerken, ‘yeni-yeşil’ sanayiler devlet sübvansiyonları ile büyüyor. Almanya’nın doğusunda üç fabrikası bulunan İsviçreli güneş teknolojisi şirketi Meyer Burger CEO’su Gunter Erfurt, IRA’ya ve temiz teknoloji şirketlerine sağladığı teşviklere övgüler yağdırdıktan sonra şöyle diyor: “Biz Avrupalıların aksine Amerikalılar güneş teknolojisinin sadece rastgele bir tedarikçiden en iyi fiyata satın alabileceğiniz bir mal olmadığını, jeopolitiğin oyuncağı olma riski taşıdığını anladılar. Enerji dönüşümü için herkesin buna ihtiyacı var.”

Nitekim Mayıs ayında İsveçli batarya üreticisi Northvolt, Berlin’in projeye yüz milyonlarca avro aktarma sözü vermesinin ardından bir sonraki fabrikasını Almanya’da kurmayı taahhüt etti. Bu yarışı neredeyse ABD ve IRA kazanıyordu. Ama Berlin, artık pek geçici olmayacağı anlaşılan Geçici Kriz ve Geçiş Çerçevesi (TCTF) ile İsveçli devi elde tutmayı başardı. TCTF çerçevesi şimdi güneş enerjisi şirketlerine yardımcı olmak için de kullanılıyor. Haziran ayı sonunda Habeck’in bakanlığı, güneş modülleri veya bileşenleri üretmeyi veya bunları yapmak için gereken kritik hammaddeleri işlemeyi planlayan şirketler için yeni bir sübvansiyon programı için niyet beyanları istedi.

Yine Mayıs ayında Alman hükümeti, bazı işletmeleri yüksek maliyetlerden korumak amacıyla, enerji yoğun endüstriler için elektrik fiyatlarını sübvanse etmek üzere her yıl yaklaşık 4 milyar avro (4,4 milyar dolar) ayırmayı planladığını açıkladı. Habeck, sanayinin Almanya’da kalmasını istediklerini, elektrik sübvansiyonlarının da bunu amaçladığını belirtiyor.

Alman şirketleri ‘yeşil dönüşüm’den kazanabilir

Almanya Merkez Bankası Başkanı Joachim Nagel de 13 Nisan’da yaptığı açıklamada, Almanya’nın enerji krizinin ‘aşağı yukarı çözüldüğünü’ belirterek, ülkenin pandemi ve Ukrayna savaşının yarattığı çifte şoktan kurtulmasını sağlayacak ‘içsel bir güce’ sahip olduğunu söylemişti.

Nagel, “Alman endüstrisi durumla başa çıkmak için iyi bir kapasiteye sahip … ve bunun üstesinden geleceklerine ve pandemiden önce gördüğümüz seviyelere geri döneceklerine inanıyorum,” demişti.

Dahası, Avrupa’nın ‘yeşil teknoloji’ ihracatı, henüz Çin’in gerisinde olsa da hâlâ ABD’nin önünde. Almanya da ABD’yi yakalamaya doğru gidiyor gibi görünüyor (‘düşük karbon teknolojileri’ küresel ihracat pazar payında Almanya yüzde 12 civarında iken ABD yüzde 14 civarında). Ayrıca, ABD pazarına giriş yapan Alman şirketlerinin de bu işten kazançlı çıkacağı unutulmamalı.

Özellikle makine imalatçıları ve ekipman üreticilerinin rahatlığına dikkat çekmeliyiz. IRA sübvansiyonları sayesinde ABD’nin dört bir yanında yeni fabrikalar kuruluyor. Avrupa ekipmanı ve özellikle de Alman makineleri olmadan Kuzey Amerika’da fabrika kurmak çok zor.

Bu durumdan yararlananlardan biri de Almanya’nın güneybatısındaki Mulfingen’de bulunan ve motor ve havalandırma sistemleri üreten ebm-papst. IRA, şirketin elektrikli araç şarj cihazları ve megapack batarya depolama sistemleri için ürettiği soğutma fanlarına yönelik talebi artırdı.

ebm-papst’in Hava Teknolojisi Bölümü’nün Amerika kıtası CEO’su Mark Shiring, “IRA herkes için bir fırsat,” diyor. Şirketi, ABD genelinde planlanan yüksek hızlı elektrikli araç şarj cihazlarının yaygınlaştırılmasından faydalanmaya hazır.

Alman mali gücü teşvikler için hazır

Almanya ve Avrupa, bu konuda ABD’nin gerisinden gelse de, özellikle Almanya gibi mali gücü yüksek ve ihracata bağımlı bir ülkede sübvansiyon şemalarının genişletilmesi ve bürokrasinin gevşetilmesi mukadder. Amerikan çip devi Intel, ülkenin doğusundaki Magdeburg kentinde iki yeni fabrikaya 17 milyar avro yatırım yapmayı planladığını açıklamıştı. Alman hükümeti projeyi 6,8 milyar avro tutarında sübvanse etme sözü vermişti. Sonrasında Intel, yüksek enerji maliyetlerini gerekçe göstererek daha fazlasını istedi. İstediğini de aldı: Hükümet sübvansiyon seviyesini 9,9 milyar avroya yükseltmeyi kabul etti; Intel de yatırım hacmini 17 milyar avrodan 30 milyar avroya çıkardığını duyurdu.

2000’lerden önce de düşük büyüme oranları ve yüksek işsizlik nedeniyle Almanya’ya ‘Avrupa’nın hasta adamı’ muamelesi yapılıyordu. ‘Sanayisizleşme’ ya da ‘iktisadi gerileme’ yaygarasının bir kısmının, ‘geride kalmış’ sermaye kesimlerinden geldiği açık. Üstelik Ukrayna savaşı ile birlikte, Alman savunma sektörüne önemli bir kan pompalandığı da görülüyor. Gerek silah şirketleri, gerekse de onlara bağlı sanayiler, 2022 Şubat’ından beri görülmedik hisse rallileri yapıyorlar. AB’nin ekonomisini savaşa göre yeniden düzenleme arayışları da bazı tekellerin devletle bütünleşmesinin hızlanmasına ve onlar açısından ‘sanayisizleşme’nin hiç de gerçek olmadığına işaret edecek.

Gözden çıkarılabilecekler

Mesela Alman Tekstil Sanayi Birliği Başkanı Ingeborg Neumann, BDI etkinliğinde yaptığı konuşmada, “Enerji maliyetleri, işgücü sıkıntısı, bürokrasi; bizim için Almanya’da üretim yapmak artık cazip değil,” diyordu. Birincisi, Alman ekonomisinde tekstilin payı 1998’den bu yana azalıyor. Sektör hâlâ önemli bir istihdam kaynağı olsa da, gözden çıkarılabilir ya da yakınlardaki başka ülkelere, örneğin Orta ve Doğu Avrupa’ya taşere edilebilir. İkincisi, sektör temsilcisinin saydığı sorunlar, bir şekilde çözülebilir ya da hafifletilebilir: Rusya ile yeniden kurulan bağ; göçmen işgücünün ülkeye çekilmesi; devletin sermayenin işini kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılandırılması; ihracat pazarlarına yönelik yeni teşvikler… Üstelik ihracata yönelik imalatçıların zor durumda olması, tablonun tamamını görmemize engel olmamalı: Alman ekonomisi son zamanlarda zorlanırken, ülkenin borsada işlem gören en büyük 40 grubundan oluşan Dax endeksi geçtiğimiz yıl %20 artarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Alman ekonomisinin hakimi hâlâ hizmetler sektörü ve hizmet sektörü ile imalatçılar arasındaki bu ayrışmanın devam etmesi bekleniyor.

BASF gibi kimya devleri zarar ediyor ve Alman operasyonlarını azaltıyor, bu doğru. Ama, ayrışmanın kendisi, her zaman ‘ekonominin kötü gittiği’ anlamına gelmeyebilir. Örneğin Siemens Energy Mali İşler Direktörü Maria Ferraro, “Şu anda piyasada gerçek bir ivme ile yeniden canlanma görüyoruz. Taşan bir sipariş defterimiz var,” diyordu. Ar-Ge’ye yapılan harcamalar ABD, Çin ve Japonya’nın ardından dünyada dördüncü. Dünya Patent Ofisi verilerine göre Avrupa’da alınan patentlerin yaklaşık üçte biri Almanya’dan geliyor. İnovasyon gücünün büyük bir kısmı Siemens ve Volkswagen gibi büyük şirketlerde yerleşik ve köklü endüstrilere odaklanmış durumda. Patent başvurularında sırasıyla şu sektörler öne çıkıyor: Ulaşım; Elektrikli makine, cihaz, enerji; ölçüm; mekanik elemanlar; bilgisayar teknolojisi. Almanya, diğer G7 ortaklarına göre hâlâ imalat sanayisinin önemli bir rol oynadığı bir ülke. Bloomberg de bir analizinde buna işaret ediyor ve dev Alman bankalarının, Wall Street’tekilerle kıyaslandığında hâlâ ‘cüce’ olduğuna işaret ediyor. Deutsche Bank ile Commerzbank’ın toplam piyasa değeri, JPMorgan şirketinin onda birinden daha az!

Alman sorunu ve AfD

Yaklaşık 20 yıl önce Almanya, ‘Avrupa’nın hasta adamı’ unvanını, özellikle Çin’den makine ve otomobillerine yönelik güçlü talebin etkisiyle sürekli bir refah dönemi başlatan iddialı bir ‘işgücü piyasası reformları’ paketi ile aşmıştı. Almanya, satın aldığından çok daha fazlasını ihraç ediyordu. Şimdi, Rusya ve Çin’den ‘ayrışma’, yeni bir duruma işaret ediyor. AfD’nin yükselişi, ‘ihracatçı Almanya’nın yeni dünyaya ayak uydurmadaki zorlanışı ile de açıklanabilir. AB içinde yeni ekonomik bölgelerin kurulmasından tutulsun da AB’nin ‘kontrollü dağıtılması’na kadar bir dizi öneri, düzen cephesinde zorlukları aşmaya yönelik politika önerileri. Alman ekonomisinin önemli bileşenlerinden KOBİ’ler, yani Mittelstand, ‘sanayisizleşme’ feryadının en büyük taşıyıcısı. AfD fenomenini bir sonraki yazıda bu açıdan değerlendireceğiz.

AVRUPA

Hollanda hükümetinde Amsterdam olayları çatlağı büyüyor

Yayınlanma

Hollanda’nın Amsterdam kentinde İsrailli holiganlarla yerel halk arasında çıkan olayların ardından hükümet içinde oluşan çatlak büyüyor.

Özgürlük Partisi (PCC) lideri Geert Wilders’in şiddet olaylarının ardından Hollanda iktidar koalisyonu üyelerine yönelik öfkesi, ülkedeki dört iktidar partisi arasında artan gerilimin altını çiziyor.

Hollandalı sağcı lider, göreve gelmesine yardımcı olduğu Başbakan Dick Schoof’u, başkentteki şiddet olaylarının patlak vermesinden bir gün sonra Budapeşte’de düzenlenen bir Avrupa zirvesine katıldığı için eleştirdi. Wilders, “Neden ekstra bir kabine toplantısı yok? Aciliyet duygusu nerede?” diye sordu.

COP29 iklim görüşmelerine yapacağı geziyi iptal eden ve Budapeşte’den erken dönen Schoof ise toplantı boyunca “herkesle temas halinde” kaldığını söyledi.

Olayların ardından Hollanda’nın iktidardaki dört partisinin liderleri “antisemitizmi” hızla kınamıştı.

“Pogrom” mu, “Siyonist provokasyon” mu: Amsterdam’da neler oldu?

Amsterdam Emniyet Müdürünün geçen hafta yaptığı açıklamaya göre, günün erken saatlerinde bazı Maccabi taraftarlarının Hollanda başkentinin şehir merkezinde Filistin bayraklarını yırtması ve Arap karşıtı sloganlar atması tansiyonu yükseltmişti. Maçtan bir gün önce de 10 İsrailli taraftar gözaltına alınmıştı.

Wilders, İsrailli taraftarlara yönelik şiddeti bir “pogrom” olarak nitelendirirken, “merkez sağ” Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) lideri Dilan Yeşilgöz bunu bir “Yahudi avı” olarak kınadı.

Çiftçi-Yurttaş Hareketi’nden (BBB) Caroline van der Plas ise şiddeti “derin bir utanç” olarak nitelendirirken, Yeni Toplumsal Sözleşme’nin (NSC) başkan vekili Nicolien van Vroonhoven “iğrenç sahneler” olarak nitelendirdiği olaylardan üzüntü duyduğunu belirtti.

Liderlerin hepsi de failleri cezalandırmak, antisemitizmle mücadele etmek ve Hollanda başkentinde düzeni yeniden tesis etmek için harekete geçme sözü verdi.

Fakat koalisyonun birliğinde ilk çatlakların ortaya çıkması uzun sürmedi. VVD’nin antisemitizm sözcüsü Hollandalı milletvekili Ulysse Ellian POLITICO’ya verdiği demeçte Hollanda siyasetindeki mevcut havanın “çok hararetli” olduğunu ancak “çekişmeyi bırakıp” çözüm bulmaya odaklanmak gerektiğini söyledi.

BBB’den Hollandalı milletvekili Sander Smit ise POLITICO’ya yaptığı açıklamada koalisyonun Amsterdam’daki şiddet olaylarına aynı şekilde tepki verdiğini söyledi ve herhangi bir sürtüşme olduğu iddialarını reddetti. Smit, “Antisemitizmle mücadelede dört parti de birleşmiş durumda. Bu konuda herhangi bir anlaşmazlık görmüyorum,” dedi.

Smit, Wilders’in kendini ifade etme biçiminin BBB, VVD ve NSC’den farklı olabileceğini savundu.

Haaretz: Medya kuruluşları Amsterdam olaylarına ilişkin haberlerini revize ediyor

Schoof’u eleştirdikten sonra Wilders, şiddeti önlemek ya da failleri cezalandırmak için yeterince çaba göstermemekle suçladığı VVD’li Adalet Bakanı David van Weel’e yüklendi.

VVD lideri Yeşilgöz, Wilders’in “sloganlarından ve tek satırlık sözlerinden” bıktığını söyledi ve Wilders’i sosyal medyada çığırtkanlık yapmayı bırakıp antisemitizme karşı çözümlere odaklanmaya çağırdı. Wilders de buna karşılık olarak, partisinin iktidarda olduğu on yıl boyunca çok az şey yaptığını söyleyerek ona ateş püskürdü.

Wilders’in partisi PVV geçtiğimiz kasım ayında yapılan seçimlerde sandalye sayısını ikiye katlayarak Hollanda’nın en büyük partisi haline geldi. PVV’ye VVD, yeni kurulan NSC ve BBB’nin de katılımıyla yedi aydan fazla süren görüşmelerin ardından temmuz ayında bir koalisyon kuruldu.

Çarşamba günü Hollanda parlamentosunda zaman zaman hararetlenen tartışmalara neden olan bir plan sunuldu. VVD ve BBB’nin desteklediği PVV planına göre, şiddet olaylarının faillerinin Hollanda vatandaşlığından çıkarılacak.

NSC başkanı van Vroonhoven daha ihtiyatlı davranarak bu olasılığın “araştırılması” gerektiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Bank of England Başkanı Bailey: Birleşik Krallık ticareti açık, AB’yi yakın tutmalı

Yayınlanma

Bank of England (BoE – İngiltere Merkez Bankası) Başkanı Andrew Bailey, Perşembe günü yaptığı ve Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüne göndermelerde bulunduğu bir konuşmada, küresel ekonomideki kırılmalar nedeniyle Britanya’nın serbest ticareti savunması ve Avrupa Birliği ile bağlarını yeniden inşa etmesi gerektiğini söyledi.

Bailey, Maliye Bakanı Rachel Reeves’in planladığı gibi, işletmelerden ve emeklilik fonlarından sermayenin serbest bırakılmasının yanı sıra, Britanya’daki zayıf yatırımları artırmak ve üretkenlik artışını yeniden sağlamak için açık ticaret taahhüdünün hayati önem taşıdığını söyledi.

Bailey, 2020 yılının başında yürürlüğe giren Brexit’in Birleşik Krallık’ın ticaret akışının zayıflamasına katkıda bulunduğunu ve ekonomisinin potansiyel üretken kapasitesini zayıflattığını ileri sürdü.

Bailey Londra’daki finans hizmetleri liderlerine yaptığı yıllık Mansion House konuşmasında, “Bir kamu görevlisi olarak Brexit konusunda tek başına bir pozisyon almıyorum. Bu çok önemli. Fakat sonuçlarına işaret etmek zorundayım,” dedi.

BoE lideri, “İngiliz halkının kararına saygı duyarak” ilişkileri yeniden inşa etme fırsatlarına karşı neden uyanık olmaları ve bunları memnuniyetle karşılamaları gerektiğinin altını çizdiğini kaydetti.

Yeni İşçi Partisi hükümeti AB’nin ortak pazarına ya da gümrük birliğine yeniden katılmayı reddederken, Başbakan Keir Starmer blokla ticari bağları ve diplomatik ilişkileri geliştirmek istediğini söyledi.

Bailey, Britanya’nın büyüme için sadece Brexit’in etkisine değil, daha geniş bir resme bakması gerektiğini söyledi.

Bailey konuşmasında doğrudan ABD seçimlerine atıfta bulunmasa da, Trump’ın ABD’nin ithal ettiği mallara çift haneli gümrük vergileri getirme ihtimaline işaret ederek, bunların küresel ticaret ve enflasyon üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacağını söyledi.

Bailey, şu anda “jeopolitik şokların etkisi” ve “dünya ekonomisindeki daha geniş çaplı parçalanma” nedeniyle tablonun bulanıklaştığını kaydetti.

BoE Başkanı, “Ekonomik güvenliğe yönelik tehditlere karşı uyanık olma ihtiyacının önemli olduğu bir ortamda, lütfen açıklığın önemini hatırlayalım… Ekonominin güvenli açıklığını korumak için mantıklı bir şekilde elimizden geleni yapmalıyız,” dedi.

Perşembe günü erken saatlerde, BoE’nin faiz oranlarını belirleyen bir diğer üyesi olan ABD’li ekonomist Catherine Mann, BoE’nin Trump’ın seçilmesinden kaynaklananlar da dahil olmak üzere enflasyona yönelik yukarı yönlü riskler ortadan kalkana kadar faiz oranlarını sabit tutması gerektiğini söyledi.

Bailey, Maliye Bakanı Reeves’in iki hafta önce bütçede açıkladığı kamu yatırımlarını artırma planlarını desteklediğini söyledi.

Fakat Bailey, “Buna daha güçlü iş yatırımlarının eşlik etmesi gerekiyor… Ve bu iş yatırımları, iyi bir kamu altyapısı da dahil olmak üzere pek çok şeye bağlı olacak,” dedi.

Bailey’den hemen önce aynı etkinlikte konuşan Maliye Bakanı Rachel Reeves, Birleşik Krallık’ın AB ile ilişkilerini “sıfırlaması” gerektiğini ve ticari bağları güçlendirmek için Trump ile yakın çalışmayı dört gözle beklediğini söyledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya, Rus LNG’sinin limanlarına girişini yasakladı

Yayınlanma

Almanya hükümeti, enerji sektöründe Rusya’ya bağımlılıktan tamamen kurtulma hedefleri doğrultusunda, devlete ait sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) terminallerinin Rusya’dan doğalgaz almasını yasakladı.

Deutsche Energy Terminal, Brunsbüttel’deki terminalinin pazar günü Rusya’dan bir yük almaya hazırlandığını hükümete bildirdi.

Financial Times tarafından görülen bir mektuba göre, buna yanıt olarak ekonomi bakanlığı, “hiçbir Rus LNG sevkiyatını kabul etmeme ve bundan böyle özel bir bildirime kadar kabul etmeyi reddetme” talimatı verdi.

Belgede, yasağın “kamu çıkarını” korumak amacıyla kabul edildiği vurgulandı. Ekonomi Bakanlığı, Rusya’dan LNG alınmasının, Almanya ve AB’yi bir bütün olarak “enerjide bağımsız” hale getirmek için ithalat terminalleri inşa etme fikrine ters düşeceğini belirtti.

2022’de Rusya’nın boru hattı gazından mahrum kalan Almanya, hızla birkaç ithal LNG terminali inşa etti. Alman şirketi Sefe’nin Yamal LNG’den satın almak için uzun vadeli bir sözleşmesi olmasına rağmen, şimdiye kadar Rusya’dan yakıt kabul etmediler.

Ancak Kpler’e göre Rusya, neredeyse tüm sevkiyatları Fransa’daki bir terminale gönderiyor ve bu terminal de gazı yeniden gazlaştırdıktan sonra boru hattıyla diğer Avrupa ülkelerine taşıyor.

Almanya, Ekim 2022’de Fransa’dan boru hattıyla doğalgaz almaya başlamıştı.

Fransa, İspanya ve Belçika Rus LNG’sinin başlıca alıcıları konumunda. Gazı ithal eden şirketler uzun vadeli sözleşmelerle çalışmakta ve ancak Avrupa çapında bir yasak durumunda bu sözleşmeleri durdurabiliyorlar.

Şu ana kadar sadece Belçika böyle bir yasak çağrısında bulundu. Fakat LNG, AB ile ABD enerji üreticilerinin uluslararası çıkarlarını desteklemeyi amaçlayan yeni ABD Başkanı Donald Trump yönetimi arasındaki ticaret müzakerelerinde bir pazarlık kozu haline gelebilir.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geçtiğimiz cuma günü yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Rusya’dan hala çok miktarda LNG alıyoruz, neden bunu bizim için daha ucuz olan ve enerji fiyatlarımızı düşüren Amerikan LNG’si ile ikame etmeyelim? Bu konuyu pekâlâ tartışabiliriz.”

Handelsblatt: Şansölye Scholz, 2020’de ABD’ye Kuzey Akım-2 için gizli bir anlaşma teklif etti

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English