Bizi Takip Edin

AVRUPA

Alman ekonomisi: Avrupa’nın iktisadi motoru dağılıyor mu?

Yayınlanma

Almanya’nın Yeşil Ekonomi Bakanı Robert Habeck, geçen ay alışılmadık bir uyarıda bulundu. Ukrayna’nın Rusya ile imzaladığı doğalgaz transit anlaşması gelecek yılın sonunda sona erdikten sonra uzatılmazsa, Almanya sanayi kapasitesini azaltmak ve hatta kapatmak zorunda kalacaktı.

Aynı zamanda başbakan yardımcısı olan Habeck, bu sert uyarısını Almanya’nın doğusunda düzenlenen bir ekonomi konferansında yaptı. Mekan manidardı: Almanya için Alternatif (AfD), doğulu seçmenler arasında birinci sırada görünüyordu ve onları bu partiye çeken en büyük unsurlardan biri de ‘Alman ekonomik mucizesi’nin oralara pek uğramamasıydı. Habeck’e göre, politika yapıcılar enerji arzını güvence altına alacak önlemler alınmadan, ekonominin etkilenmeyeceğini varsayarak aynı hatayı tekrar yapmaktan’ kaçınmalılardı.

Büyüme verileri: İmalat sektöründe alarm zilleri çalıyor

Avrupa’nın iktisadi olarak bir numarası Almanya’nın Ukrayna savaşı, Rusya’ya yönelik yaptırımlar, enerji sorunu ve ABD’deki ‘korumacı’ politikalar nedeniyle zor durumda olduğu genel kabul görüyor.

Örneğin Alman ekonomisi, iki çeyrek üst üste küçülerek teknik olarak resesyona girdi. Bugün (24 Temmuz) açıklanan verilere bakılırsa, Almanya Bileşik PMI Üretim Endeksi üst üste üçüncü ayda da gerileyerek Haziran ayındaki 50,6 seviyesinden 48,3’e düştü. Endeks Ocak ayından bu yana ilk kez 50’nin altında daralma bölgesine girmiş oldu. Mallara yönelik talebin hızla düşmesiyle imalat üretim seviyeleri Mayıs 2020’den bu yana en hızlı düşüşü yaşadı.

Hizmet sektörü de ivme kaybetti ve büyüme son beş ayın en düşük seviyesine ulaştı. Sektör genelinde yeni işler yeniden düşüşe geçerek toplam yeni iş girişlerinde üç yıldan uzun bir süredir görülen en keskin düşüşe yol açtı. Müşteri tereddütleri, stok eritme, yüksek enflasyon ve artan faiz oranları, hem mal hem de hizmet talebindeki düşüşe neden olan faktörler olarak gösteriliyor.

Almanya’da özel sektör genelinde istihdam artış hızı Temmuz ayında önemli ölçüde yavaşladı ve genel istihdam yaratma oranı neredeyse iki buçuk yılın en zayıf seviyesinde gerçekleşti. Hizmet sektöründe işe alımlarda yavaşlama görülürken, imalat sektöründe bordro rakamlarında marjinal bir düşüş yaşandı.

İmalat sektöründeki istihdamın azalması ve hizmet sektörünün işe alımları azaltması nedeniyle işsizlik oranının yükselmeye devam edeceği düşünülüyor. Ayrıca, hizmet sektörü Temmuz ayında girdi ve çıktı fiyatlarında bir artış yaşadı ve enflasyonun hızlı bir şekilde yavaşlayacağına dair umutlar bir başka bahara ertelendi. İmalat sektöründe ise girdi maliyetlerinin artışında bir azalma görüldü.

Sanayi lobisi karamsar

Almanya’daki ‘sanayisizleşme’ tartışmalarında en büyük gürültüyü Alman sanayicilerin kopardığı da aşikar.

Örneğin Alman Sanayi Federasyonu (BDI), sadece büyük şirketlerin değil, KOBİ’lerin de faaliyetlerinin bir kısmını Almanya dışına taşımayı planladığını söylüyor. 

BDI Başkanı Siegfried Russwurm, CNBC’ye verdiği mülakatta, “Merkezi Almanya’da bulunan birçok işletme küresel olarak iyi durumda, ancak kendi ülkelerindeki operasyonlarda zorlanıyorlar,” diyor ve mevcut iklimde şirketlerin karşılaştığı ek baskıları ‘bürokrasi ve yavaş yönetim’ olarak sıralıyor. Russwurm, Alman ekonomisinin de 2023 yılında yatay seyredeceğini, küresel GSYİH’nin yüzde 2,3 büyümesi durumunda ülkesinin ‘geride kalacağını’ söyledi.

Otomotiv sektörü küçülüyor

Almanya’nın belki de en önemli endüstrisi diyebileceğimiz otomotiv sektöründe de işler iyi gitmiyor.

Sektör, COVID-19 öncesine kıyasla önemli ölçüde küçüldü. Handelsblatt’ın aktardığı verilere göre, sadece Volkswagen, Audi, BMW ve Mercedes-Benz, Ocak-Mayıs 2023 döneminde, 2019’un aynı dönemine kıyasla kendi kıtalarında yarım milyon daha az binek otomobil üretti. Bu, neredeyse yüzde 20’lik bir düşüşe karşılık geliyor.

COVID-19 kapanmaları ve yarı iletken ve kablo demeti eksikliği 2020 ile 2022 yılları arasında otomobil üretimini yavaşlatmıştı. O dönemde talep arzı aşmış, üretici şirketler de yüksek fiyatlar talep edebilmiş ve kısa süreli pandemi ödeneklerin yardımıyla üretim kayıplarını telafi edebilmişti.

Pandeminin ardından, tedarik zincirlerinin de artık büyük ölçüde sağlam olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle sektör 2023 yılı için üretimde güçlü bir toparlanma bekliyordu. Fakat son veriler, bu beklentinin fazla iyimser olduğuna işaret ediyor.

Çin rekabeti Almanların dengesini bozdu

Otomotiv sektöründeki yeni oyuncu Çin’in Avrupa pazarına hızlı girişi de Almanya’yı düşündürüyor. Geçen Ekim ayında Alman araç kiralama şirketi Sixt’in yaptığı bir anlaşma Almanları endişelendirmişti: Sixt, Avrupalı ya da Alman bir şirketle değil, Çinli otomobil üreticisi BYD ile önümüzdeki yıllarda 100.000 elektrikli otomobilin satın alınmasını içeren bir anlaşma imzaladı.

BYD ve NIO gibi Çinli otomobil üreticilerinin araçlarını Avrupa pazarlarında satmaya başladığına dair haberler, Alman üreticilerin geleceğine ilişkin soru işaretlerini daha da artırdı. Örneğin Almanya’nın en büyük bulvar gazetesi BILD, geçen Mayıs ayında, yeni tedarikçilerin hızla artan pazar paylarına atıfta bulunarak, “Çin otomobilleri Avrupa’ya akın ediyor,” manşetini atıyordu.

Çin’deki elektrikli otomobil pazarına hakim ilk 10 firma arasında da hiç Alman şirket yok. Dünyanın en büyük otomotiv pazarında Alman şirketlerin payı hâlâ yüzde 19, ama iş elektrikli araçlara gelince bu oran yüzde 5 civarında.

Nitekim Alman Mühendisler Birliği (VDI) tarafından yapılan ve 25 Mayıs’ta yayınlanan bir ankette, Almanların %55’inin ‘10 ya da 15 yıl içinde en iyi otomobillerin hala Almanya’dan çıkacağını’ düşünmedikleri ortaya çıktı.

Sadece %12’lik bir kesim kesin olarak böyle düşündüğünü söylerken, %33’ü kesin olmamakla birlikte bunun muhtemel olduğuna inandığını belirtti.

İçeriye ve dışarıya yatırımlar arasındaki makas açılıyor

İmalat sanayisindeki düşüş, yavaşlayan tüketici harcamaları ve zayıf ihracat artışı, yüksek enflasyon ve artan borçlanma maliyetleri ile birleşerek Alman ekonomisinin son iki çeyrekte küçülmesine neden oldu.

Buna bir de yatırım sorunları ekleniyor. Köln merkezli Alman Ekonomi Enstitüsü, OECD verilerine dayanarak, 2022 yılında Alman şirketlerinin yurt dışına yaptığı yatırımlar ile ülkeye yapılan ticari yatırımlar arasındaki farkın kayıtlardaki en büyük fark olduğunu söyledi.

Almanya’nın ticari yatırım çekme kabiliyeti geçen yıl büyük bir düşüş yaşadı. Dışarıya 135 milyar avrodan fazla doğrudan yabancı yatırım (FDI) giderken ülkeye sadece 10,5 milyar avro FDI girdi.

Enstitünün hazırladığı raporda, Alman şirketlerinin yurt dışına yaptığı yatırımların yüzde 70’inin diğer Avrupa ülkelerine gittiği belirtilerek, bunun ‘Avrupalı komşuların yatırımlarının çökmesini özellikle endişe verici’ hale getirdiği ifade ediliyor. Enstitüye göre, Almanya’nın sorunlarının birçoğu kendi iç aksaklıkları ile ilgili: yüksek kurumlar vergisi, aşırı bürokrasi ve kötü durumdaki altyapı. Bu tespitlerin, Avrupa’nın ‘liberteryen’-sağcı hareketlerinden gelen eleştirilerle mükemmel bir uyum taşıdığını, şimdilik not edip geçiyoruz.

ABD’nin ‘savaş ilanı’

Almanya’da Amerikan çıkarlarının en önemli savunucularından Yeşiller’e mensup bir siyasetçinin uyarıları tuhaf görünebilir, ama Habeck’in uyarıları yazının başındaki sözleriyle kalmadı.

Aynı Habeck, Hazirana ayındaki bir konferansta, “[Amerikalılar] yarı iletkenlere sahip olmak istiyorlar, güneş enerjisi endüstrisini istiyorlar, hidrojen endüstrisini istiyorlar, elektrolizörleri istiyorlar,” dedi ve Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA) kapsamında devreye soktuğu devlet sübvansiyonları için, “Bu savaş ilanı gibi bir şey,” ifadelerini kullandı.

Financial Times’a (FT) inanacak olursak, Almanya’da ABD’ye karşı misilleme çağrıları artıyor. FT’ye konuşan üst düzey bir Alman yetkili, “İnsanlar DTÖ’ye. Ben de dedim ki: bir savaşın ortasındayız. Şimdi en büyük müttefikimizle kavga etmenin zamanı değil,” diyor.

‘Sanayisizleşme’ mi, ‘rekalibrasyon’ mu?

‘Yeşil dönüşüm’ ve ‘Çin ve Rusya’dan bağımsızlaşma’ söz konusu olduğunda, başını ABD’nin çektiği Avro-Atlantik dünyanın politik bir hamle yapması kaçınılmaz hale geliyor.

Burada tekelleşme ile el ele giden büyük bir yeniden yapılandırma var: Devlet-ekonomi birlikteliği perçinleniyor, sermaye ile devlet arasındaki çizgiler bulanıklaşıyor.

Alman Yeşil Bakan Habeck, BDI Sanayi Günü konferansında bu noktayı tüm açıklığıyla dile getiriyor: “Benim görüşüme göre Almanya hem yeni hem de mevcut şirketler için cazip bir yer. Elbette, malzeme endüstrileri yüksek enerji fiyatlarının bir sonucu olarak baskı altında, fakat alınması gereken siyasi kararlar var.”

Dünya kapitalist sisteminin bu noktasında, bir kez daha yoğunlaşmış bir ‘siyasal ekonomi’ dönemine giriyoruz. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde’ın açıklamaları, ‘jeopolitik’ hedeflere bağımlı bir küresel iktisadi siyasetin ufukta olduğunu bildiriyordu.

Almanya da bu dünyanın parçası ve ‘yeşil dönüşüm’den ‘riskten arındırma’ya kadar bir dizi siyasi kararın uygulayıcısı. Nitekim ABD’nin IRA’sına yönelik ilk öfke, yerine ‘ayak uydurma’ya bıraktı. AB, Japonya ve Güney Kore, yeni yatırımları çekmek ya da daha fazla şirketin ABD’ye kaymasını önlemek amacıyla teknoloji ve temiz enerji sektörlerine sübvansiyonlar getirdi. Habeck’in, “Eğer ayak uyduramazsak, onlar [kilit sektörlere] sahip olacak ve biz olamayacağız. Acı gerçek bu,” sözleri, bir kabulleniş bile birlikte ihtirasa da işaret ediyor. Gerek Alman tekelleri, gerekse de Almanya’da imalat yatırımlarına sahip yabancı şirketler, başta Berlin olmak üzere Brüksel’i uyararak IRA’ya alternatif yaratmalarını istiyorlar. Tekel-devlet bütünleşmesinde yeni aşama, mutlaka ‘sanayisizleşme’yi gerektirmiyor: ‘Geleneksel’ sanayiler düşerken, ‘yeni-yeşil’ sanayiler devlet sübvansiyonları ile büyüyor. Almanya’nın doğusunda üç fabrikası bulunan İsviçreli güneş teknolojisi şirketi Meyer Burger CEO’su Gunter Erfurt, IRA’ya ve temiz teknoloji şirketlerine sağladığı teşviklere övgüler yağdırdıktan sonra şöyle diyor: “Biz Avrupalıların aksine Amerikalılar güneş teknolojisinin sadece rastgele bir tedarikçiden en iyi fiyata satın alabileceğiniz bir mal olmadığını, jeopolitiğin oyuncağı olma riski taşıdığını anladılar. Enerji dönüşümü için herkesin buna ihtiyacı var.”

Nitekim Mayıs ayında İsveçli batarya üreticisi Northvolt, Berlin’in projeye yüz milyonlarca avro aktarma sözü vermesinin ardından bir sonraki fabrikasını Almanya’da kurmayı taahhüt etti. Bu yarışı neredeyse ABD ve IRA kazanıyordu. Ama Berlin, artık pek geçici olmayacağı anlaşılan Geçici Kriz ve Geçiş Çerçevesi (TCTF) ile İsveçli devi elde tutmayı başardı. TCTF çerçevesi şimdi güneş enerjisi şirketlerine yardımcı olmak için de kullanılıyor. Haziran ayı sonunda Habeck’in bakanlığı, güneş modülleri veya bileşenleri üretmeyi veya bunları yapmak için gereken kritik hammaddeleri işlemeyi planlayan şirketler için yeni bir sübvansiyon programı için niyet beyanları istedi.

Yine Mayıs ayında Alman hükümeti, bazı işletmeleri yüksek maliyetlerden korumak amacıyla, enerji yoğun endüstriler için elektrik fiyatlarını sübvanse etmek üzere her yıl yaklaşık 4 milyar avro (4,4 milyar dolar) ayırmayı planladığını açıkladı. Habeck, sanayinin Almanya’da kalmasını istediklerini, elektrik sübvansiyonlarının da bunu amaçladığını belirtiyor.

Alman şirketleri ‘yeşil dönüşüm’den kazanabilir

Almanya Merkez Bankası Başkanı Joachim Nagel de 13 Nisan’da yaptığı açıklamada, Almanya’nın enerji krizinin ‘aşağı yukarı çözüldüğünü’ belirterek, ülkenin pandemi ve Ukrayna savaşının yarattığı çifte şoktan kurtulmasını sağlayacak ‘içsel bir güce’ sahip olduğunu söylemişti.

Nagel, “Alman endüstrisi durumla başa çıkmak için iyi bir kapasiteye sahip … ve bunun üstesinden geleceklerine ve pandemiden önce gördüğümüz seviyelere geri döneceklerine inanıyorum,” demişti.

Dahası, Avrupa’nın ‘yeşil teknoloji’ ihracatı, henüz Çin’in gerisinde olsa da hâlâ ABD’nin önünde. Almanya da ABD’yi yakalamaya doğru gidiyor gibi görünüyor (‘düşük karbon teknolojileri’ küresel ihracat pazar payında Almanya yüzde 12 civarında iken ABD yüzde 14 civarında). Ayrıca, ABD pazarına giriş yapan Alman şirketlerinin de bu işten kazançlı çıkacağı unutulmamalı.

Özellikle makine imalatçıları ve ekipman üreticilerinin rahatlığına dikkat çekmeliyiz. IRA sübvansiyonları sayesinde ABD’nin dört bir yanında yeni fabrikalar kuruluyor. Avrupa ekipmanı ve özellikle de Alman makineleri olmadan Kuzey Amerika’da fabrika kurmak çok zor.

Bu durumdan yararlananlardan biri de Almanya’nın güneybatısındaki Mulfingen’de bulunan ve motor ve havalandırma sistemleri üreten ebm-papst. IRA, şirketin elektrikli araç şarj cihazları ve megapack batarya depolama sistemleri için ürettiği soğutma fanlarına yönelik talebi artırdı.

ebm-papst’in Hava Teknolojisi Bölümü’nün Amerika kıtası CEO’su Mark Shiring, “IRA herkes için bir fırsat,” diyor. Şirketi, ABD genelinde planlanan yüksek hızlı elektrikli araç şarj cihazlarının yaygınlaştırılmasından faydalanmaya hazır.

Alman mali gücü teşvikler için hazır

Almanya ve Avrupa, bu konuda ABD’nin gerisinden gelse de, özellikle Almanya gibi mali gücü yüksek ve ihracata bağımlı bir ülkede sübvansiyon şemalarının genişletilmesi ve bürokrasinin gevşetilmesi mukadder. Amerikan çip devi Intel, ülkenin doğusundaki Magdeburg kentinde iki yeni fabrikaya 17 milyar avro yatırım yapmayı planladığını açıklamıştı. Alman hükümeti projeyi 6,8 milyar avro tutarında sübvanse etme sözü vermişti. Sonrasında Intel, yüksek enerji maliyetlerini gerekçe göstererek daha fazlasını istedi. İstediğini de aldı: Hükümet sübvansiyon seviyesini 9,9 milyar avroya yükseltmeyi kabul etti; Intel de yatırım hacmini 17 milyar avrodan 30 milyar avroya çıkardığını duyurdu.

2000’lerden önce de düşük büyüme oranları ve yüksek işsizlik nedeniyle Almanya’ya ‘Avrupa’nın hasta adamı’ muamelesi yapılıyordu. ‘Sanayisizleşme’ ya da ‘iktisadi gerileme’ yaygarasının bir kısmının, ‘geride kalmış’ sermaye kesimlerinden geldiği açık. Üstelik Ukrayna savaşı ile birlikte, Alman savunma sektörüne önemli bir kan pompalandığı da görülüyor. Gerek silah şirketleri, gerekse de onlara bağlı sanayiler, 2022 Şubat’ından beri görülmedik hisse rallileri yapıyorlar. AB’nin ekonomisini savaşa göre yeniden düzenleme arayışları da bazı tekellerin devletle bütünleşmesinin hızlanmasına ve onlar açısından ‘sanayisizleşme’nin hiç de gerçek olmadığına işaret edecek.

Gözden çıkarılabilecekler

Mesela Alman Tekstil Sanayi Birliği Başkanı Ingeborg Neumann, BDI etkinliğinde yaptığı konuşmada, “Enerji maliyetleri, işgücü sıkıntısı, bürokrasi; bizim için Almanya’da üretim yapmak artık cazip değil,” diyordu. Birincisi, Alman ekonomisinde tekstilin payı 1998’den bu yana azalıyor. Sektör hâlâ önemli bir istihdam kaynağı olsa da, gözden çıkarılabilir ya da yakınlardaki başka ülkelere, örneğin Orta ve Doğu Avrupa’ya taşere edilebilir. İkincisi, sektör temsilcisinin saydığı sorunlar, bir şekilde çözülebilir ya da hafifletilebilir: Rusya ile yeniden kurulan bağ; göçmen işgücünün ülkeye çekilmesi; devletin sermayenin işini kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılandırılması; ihracat pazarlarına yönelik yeni teşvikler… Üstelik ihracata yönelik imalatçıların zor durumda olması, tablonun tamamını görmemize engel olmamalı: Alman ekonomisi son zamanlarda zorlanırken, ülkenin borsada işlem gören en büyük 40 grubundan oluşan Dax endeksi geçtiğimiz yıl %20 artarak tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Alman ekonomisinin hakimi hâlâ hizmetler sektörü ve hizmet sektörü ile imalatçılar arasındaki bu ayrışmanın devam etmesi bekleniyor.

BASF gibi kimya devleri zarar ediyor ve Alman operasyonlarını azaltıyor, bu doğru. Ama, ayrışmanın kendisi, her zaman ‘ekonominin kötü gittiği’ anlamına gelmeyebilir. Örneğin Siemens Energy Mali İşler Direktörü Maria Ferraro, “Şu anda piyasada gerçek bir ivme ile yeniden canlanma görüyoruz. Taşan bir sipariş defterimiz var,” diyordu. Ar-Ge’ye yapılan harcamalar ABD, Çin ve Japonya’nın ardından dünyada dördüncü. Dünya Patent Ofisi verilerine göre Avrupa’da alınan patentlerin yaklaşık üçte biri Almanya’dan geliyor. İnovasyon gücünün büyük bir kısmı Siemens ve Volkswagen gibi büyük şirketlerde yerleşik ve köklü endüstrilere odaklanmış durumda. Patent başvurularında sırasıyla şu sektörler öne çıkıyor: Ulaşım; Elektrikli makine, cihaz, enerji; ölçüm; mekanik elemanlar; bilgisayar teknolojisi. Almanya, diğer G7 ortaklarına göre hâlâ imalat sanayisinin önemli bir rol oynadığı bir ülke. Bloomberg de bir analizinde buna işaret ediyor ve dev Alman bankalarının, Wall Street’tekilerle kıyaslandığında hâlâ ‘cüce’ olduğuna işaret ediyor. Deutsche Bank ile Commerzbank’ın toplam piyasa değeri, JPMorgan şirketinin onda birinden daha az!

Alman sorunu ve AfD

Yaklaşık 20 yıl önce Almanya, ‘Avrupa’nın hasta adamı’ unvanını, özellikle Çin’den makine ve otomobillerine yönelik güçlü talebin etkisiyle sürekli bir refah dönemi başlatan iddialı bir ‘işgücü piyasası reformları’ paketi ile aşmıştı. Almanya, satın aldığından çok daha fazlasını ihraç ediyordu. Şimdi, Rusya ve Çin’den ‘ayrışma’, yeni bir duruma işaret ediyor. AfD’nin yükselişi, ‘ihracatçı Almanya’nın yeni dünyaya ayak uydurmadaki zorlanışı ile de açıklanabilir. AB içinde yeni ekonomik bölgelerin kurulmasından tutulsun da AB’nin ‘kontrollü dağıtılması’na kadar bir dizi öneri, düzen cephesinde zorlukları aşmaya yönelik politika önerileri. Alman ekonomisinin önemli bileşenlerinden KOBİ’ler, yani Mittelstand, ‘sanayisizleşme’ feryadının en büyük taşıyıcısı. AfD fenomenini bir sonraki yazıda bu açıdan değerlendireceğiz.

AVRUPA

Meloni: Trump düşman değil, ‘pragmatik’ bir AB yaklaşımı gerek

Yayınlanma

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, 19-20 Aralık’ta yapılacak Avrupa Konseyi toplantısı öncesinde, AB’nin Donald Trump yönetimine karşı pragmatik bir yaklaşım sergilemesi ve NATO’da AB’nin rolünün Amerika’nınkine denk olacak şekilde güçlendirilmesi çağrısında bulundu.

Meloni 17 Aralık Salı günü İtalyan parlamentosunda yaptığı konuşmada ABD’ye karşı “pragmatik, yapıcı ve açık bir yaklaşımın” önemine dikkat çekti. Meloni, AB-ABD işbirliği alanlarından yararlanılmasını ve “her iki tarafa da zarar verecek” ticari anlaşmazlıkların önlenmesi için çalışılmasını önerdi.

“Merkez sol” Demokratik Parti’den (PD) bir milletvekilinin sorusunu yanıtlayan Meloni, ABD’nin seçilmiş başkanının “düşman” olarak nitelendirilmesini reddetti.

Meloni, “Korumacı iktisadi politikalar konusunda endişeler varsa, ki bundan kaçınmak için kesinlikle çalışmalıyız, birini düşman olarak tanımlayarak bir diyalog başlatmanın bunu başarmaya yardımcı olacağına inanmıyorum,” dedi.

Avrupa’nın savunması konusunda ise Meloni, NATO çerçevesinde daha güçlü ve daha özerk bir Avrupa’ya ihtiyaç olduğunu belirtti. Meloni, Avrupa’nın NATO içinde “ağırlık ve saygınlık bakımından” Amerika’nınkine denk bir Avrupa ayağı oluşturmayı hedeflemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

İtalyan lider, “Atlantik İttifakına olan bağlılığımız güvenliğimizin temel taşı olmaya devam etmektedir, fakat Avrupa bu ittifak içerisinde daha büyük bir rol üstlenmeyi hedeflemelidir,” ifadelerini kullandı.

İtalyan başbakanı çarşamba günü Fransız, Alman, Polonyalı, İngiliz ve Ukraynalı liderler ve NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile birlikte “Weimar Plus” zirvesi için Brüksel’de olacak.

Meloni ayrıca muhalefetin İtalya’nın AB içinde yalnızlaştığı yönündeki iddialarını da reddederek “gerçeklerin bunun tam tersini gösterdiğini” söyledi.

Örneğin Meloni, Raffaele Fitto’nun Avrupa Komisyonu başkan yardımcısı olarak atanmasının, daha önce AB içinde muhafazakârları bir kenara iten cordon sanitaire’i kırdığını söyledi.

Mercosur anlaşmasıyla ilgili olarak Meloni, İtalya’nın uygun bir denge olmadan bu anlaşmayı desteklemeyeceğini vurguladı. Meloni, “İtalya, Batılı olmayan küresel aktörlerin etkisi altına girme riski taşıyan bizimkine benzer bir kıta olan Latin Amerika’ya yatırım yapma fırsatları görüyor,” dedi.

Bununla birlikte, anlaşmanın “diğer ülkeler bizim üreticilerimize uyguladığımız gıda standartlarına uymadıkları için genellikle en yüksek maliyetlere katlanan” tarım sektörünü ele alması gerektiği konusunda uyardı.

Suriye konusuna da değinen Meloni, Beşar Esad yönetiminin düşmesini “iyi haber” olarak nitelendirdi fakat ülkenin geleceğine ilişkin endişelerini de dile getirdi.

Meloni, “Şam’da açık bir büyükelçiliği bulunan tek G7 ülkesi olan İtalya, Suriye’nin yeni liderliğiyle ilişki kurmaya hazır,” dedi.

Yeni Suriye hükümetinden gelen “cesaret verici ilk sinyalleri” kabul etmekle birlikte Meloni ihtiyatlı olunması çağrısında bulundu. İtalyan lideri, “Sözleri eylemler takip etmeli; yeni yetkilileri eylemlerine göre yargılayacağız,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB’den Rusya’nın Baltık Denizi’ndeki tankerlerini alıkoyma tehdidi

Yayınlanma

12 İskandinav ve Baltık ülkesi, Baltık Denizi üzerinden Rus petrolü taşıyan tankerlerin operasyonlarını yakından izlemeye başlayacak.

Birçoğu hurdaya ayrılmaya hazır olan bu “şaibeli” gemiler, sigorta geçerliliği ve uygunluğu açısından denetime tabi tutulacak.

Yaptırımları ve sigorta koşullarını ihlal eden gemiler ciddi cezalarla karşı karşıya kalacak.

Estonya Başbakanı Kristen Michal, Reuters ajansına yaptığı açıklamada, “Gemiler iş birliği yapmazsa şu adımlar atılacak: Yasaklı gemiler listesine alınacaklar ya da belirli bölgelerde alıkonulacaklar,” dedi.

Tallinn’deki toplantıda konuşan Michal, “Önemli olan, Rusya’nın gölge filosunu engellemek adına bu süreci sistematik bir şekilde yürütmektir,” ifadelerini kullandı.

Toplantıya, Baltık ve Manş Denizi’ndeki Rus gemilerini izleme programına katılmayı kabul eden 12 ülkeden 10’unun askeri ittifakı olan Ortak Seferi Birlik başkanları katıldı.

Birleşik Krallık, Almanya, Polonya, Hollanda, beş İskandinav ülkesi ve üç Baltık ülkesinden oluşan 12 ülke, gölge filonun operasyonlarını “bozmak ve caydırmak” amacıyla bir dizi tedbir üzerinde anlaştı.

Bu ülkelerden altısı -Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç, Polonya, Finlandiya ve Estonya- Manş Denizi, Danimarka Boğazı, Finlandiya Körfezi ve İsveç ile Danimarka arasındaki boğazlarda gemilerin sigorta belgelerini kontrol etmeye başlayacak.

Danimarkalı yetkililer, geçtiğimiz yıl dar ve dolambaçlı Danimarka Boğazlarında yerel pilot hizmetlerini kullanmayı bırakan eski tankerlerin artan varlığından duydukları endişeyi dile getirdi. Bu arada, Bloomberg tarafından derlenen ve Argus Media‘dan alınan gemi takip ve fiyatlandırma verilerine göre, bu yıl içinde bu güzergâhtan yaklaşık 33 milyar dolar değerinde Rus petrolü taşındı.

Bu rakam, Rusya’nın toplam açık deniz petrol ihracatının yaklaşık yüzde 42’sine denk geliyor.

Salı günü Birleşik Krallık, Rus petrolünün taşınmasında kullanılan 20 gemiye yaptırım uygulayarak, bu gemileri daha önceki kısıtlayıcı tedbirleri ihlal etmekle suçladı. AB ise gölge filo kapsamındaki 52 gemiye yaptırım uygulayarak toplam yaptırım listesini 79’a çıkardı.

10 milyar dolarlık plan: Rusya’nın ‘gölge filosu’ yaptırımları nasıl atlatıyor?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English