DÜNYA BASINI
‘Brezilya’da liberal ekonomi politikasının temellerinin değiştirilmesini beklemeyelim’
Yayınlanma
Çevirmenin notu: Meksika Komünist Partisinin (PCM) yayın organı El Machete’de yayımlanan aşağıdaki röportaj, Marxism-Leninism Today tarafından İngilizce olarak yeniden okurlara sunuldu. Röportajda Brezilya siyaseti ve komünist parti tarihi üzerine önemli şeyler söyleyen Ivan Pinheiro, Brezilya Komünist Partisinin (PCB) askeri diktatörlük döneminde yeraltına çekildiği dönemde partili olmuş, Gorbaçovcu tasfiye dalgasına karşı direnmiş ve sonrasında uzun süre partinin Genel Sekreterlik görevini üstlenmiş tecrübeli bir militan. Pinheiro’nun, PCB’nin Lula’ya zaman zaman kredi açan siyasetine eleştirel yaklaştığı görülüyor. Başka bir dikkat çekici nokta, Bolsonarocuların Kongre baskınına bakış açısı: Pinheiro, kimilerine biraz mekanik-şematik gelecek bir biçimde, Brezilya burjuvazisinin bugün açık bir faşist diktatörlüğü neden tercih etmeyeceğini, dolayısıyla merkezine ‘antifaşist mücadele’yi alan bir stratejinin neden başarılı olamayacağını anlatmaya çalışıyor. Lula’nın prestijinin çok daha yüksek olduğu birinci hükümet döneminde bile ‘ilerici dalga’dan kendini ayıran PCB’nin bu militanının, çok daha ‘yumuşak’ görünen üçüncü Lula dönemine nasıl yaklaştığını tahmin etmek zor olmasa gerek. PCB, 2022 seçimlerinde Sofia Padua Manzano’yu aday gösterdi ve 45 bin civarında oy aldı. Metindeki normal parantezler yayıncıya, köşeli parantezler çevirmene aittir.
Brezilya’da Komünist Siyaset Üzerine: Ivan Pinheiro ile Mülakat
David Alfaro Siqueiros Ödülünü almak üzere PCM’nin (Meksika Komünist Partisi) 7. Kongresine katılan, 2006 ile 2016 arasında Brezilya Komünist Partisinin genel sekreterliğini yapan Ivan Pinheiro ile El Machete’nin (Meksika KP’nin yayını) yaptığı mülakat
25 Ocak 2023
El Machete
“Sınıf uzlaşmacısı bir hükümeti destekleyemeyiz. Lula seçilip göreve geldiğinde, bu sol bir hükümet değil, sosyal demokrat da olsa bir burjuva hükümetidir.”
El Machete (EM): Bize bu mülakatı verdiğiniz için minnettarız, yoldaş Ivan Pinheiro. Partimiz (Meksika Komünist Partisi), Brezilya Komünist Partisinin (PCB) devrimci yeniden inşası sürecine büyük saygı duyuyor. 2010 yılında 4. Kongremizde yeni bir adım atmış oluşumuzda aslında bizim için önemli bir örnekti. Lütfen bize PCB’nin devrimci yeniden inşasının gerçekleştiği bağlam ve nelerden oluştuğu hakkında bilgi verin.
Ivan Pinheiro (IP): 1982’den itibaren Brezilya Komünist Partisi Merkez Komitesindeydim.[1] O gizli bir Kongreydi, Parti yasadışıydı. Silahlı mücadeleye dahil olan 8 Ekim Devrimci Hareketinin[2] üyesiydim, Partiye hâlâ yasadışı olduğu 1974’te katıldım.
1970’lerin sonlarında Demokratik Cephe konusunda Merkez Komitenin çizgisiyle ayrışmaya başladım.
O zamana kadar, bu siyasetin sadece taktiksel olduğunu düşünüyordum. Diktatörlüğün[3] en zorlu döneminde bana doğru görünüyordu, çünkü sendikalar ve kitle hareketleri çok zayıf ve bastırılmıştı ve PCB, Merkez Komitenin sürgüne gitmeyen birçok üyesinin suikaste uğraması ve hapsedilmesi ile ciddi bir şekilde zayıflatılmıştı.
Gelgelelim, 1979’un ikinci yarısında, diktatörlüğün ‘yavaş, emin ve kademeli siyasi açılım’ dediği, bazı olağanüstü hal yasalarının gevşetildiği ve rejim tarafından kovuşturulanlara yönelik siyasi affın geldiği bir sürecin başlamasıyla birlikte durum önemli değişikliklere uğradı. Bu dönem, Brezilya’da önemli bir sendikal hareket ve işçi hareketi patlak verdi, birçok sektörde işçiler greve gittiler. Orada, Partinin konumundan ayrılan bizler, PT (İşçi Partisi) örneğinde olduğu gibi, ortaya çıkmakta olan sınıf güçleriyle birlikte bir Sol Cephe için, Demokratik Cephe politikasının değiştirilmesi ihtiyacını savunmaya başladık. PT o zamanlar bugünün reformist partisi değil, kendilerini sosyalist olarak gören bazı akımların olduğu militan bir PT idi.
Gelgelelim, PCB tüm 80’li yıllar boyunca, burjuvazinin sözümona ‘demokratik merkez’inin bölmeleriyle ittifak halinde kalmaya devam etti. Bazı yoldaşlar, esas olarak içimizde sendikal harekette aktif olanlar, bu soruları tartışmaya başladı ve bizler çeşitli kereler reformizm ile karşı karşıya gelmeye başladık. Merkez Komitesi, demokratik geçişi “engelledikleri” için uygunsuz oldukları iddiasıyla grevlere karşı çıkmamız için bize bir yönelim dayattı. Biz aksini düşündük, grevler ve kitlesel mücadeleler, askeri nitelikteki diktatörlüğün ömrünü kısalttı, çünkü yönetici sınıflar, diktatörlük biçimlerini, bu kez bir burjuva demokrasisi olarak, değiştirme zamanının geldiğine dair işaretler veriyorlardı.
1982/83 yılları arasında, PCB Merkez Komitesinde hegemonik olan reformistler, onlara “solcu” göründüğü için PT ile birlikte inşa ettiğimiz Merkezi İşçi Sendikasından kopmamızı dayattılar. Gerçek şu ki, öncelikli ittifak, Demokratik Cepheye liderlik eden burjuva partisi Brezilya Demokratik Hareket partisi MDB ile oldu. CUT’nin kuruluşuna katılmadık ve bürokrat sendikacıların önderliğinde başka bir merkezi, uzlaşmacı ve ılımlı oluşumuna katkıda bulunmadık.
Derinleşen, on yıllık bir iç mücadeleydi. Prestes’in (Luis Carlos Prestes)[4] 1980’de Partiden ayrıldığında “Komünistlere Mektup” ile yaptığı eleştirilere her zaman katıldım. Ama Partiden ayrılma kararına katılmadım, çünkü o hâlâ, iç mücadeleyi engelleyecek koşulların var olduğunu düşünüyordu…
Çeşitli zamanlarda reformizme karşı iç mücadelelerimize rağmen, 1980’lerin sonunda, avro-komünistler ve bürokratlar Merkez Komitede hâlâ çoğunluktaydı. Temmuz 1991’de, Berlin Duvarı çoktan yıkılmışken ve perestroyka ilerlerken, 9. Kongremizde Partiyi tasfiye etmeye çalıştılar.
Bunu öngörerek bir iç eğilim oluşturduk ve üyeliğimizi kamuoyuna beyan ettik. “Komünisttik, komünistiz, komünist kalacağız” diye bir belge yayınladık, PCB’yi Savunmada Ulusal Hareketi kurduk ve zaten ulusal olarak örgütlenmiş olan Kongreye gittik ve küçük bir oy farkıyla Partiyi tutmayı başardık ve partide yüzde 10’un altındaki bir azınlıktan ilerledik ve Merkez Komitenin yaklaşık üçte biri olduk.
Buna rağmen, Sovyetler Birliğinin düşüşünden birkaç gün sonra, Siyasi Komisyon on beş gün sonra bir Merkez Komite toplantısı düzenlemeye karar verdi ve bu toplantıda çoğunluk, 25 ve 26 Ocak’ta São Paulo’da Olağanüstü Kongre çağrısını onayladı; tek amacı, “yeni bir siyasi oluşum” yaratmak, yani PCB’yi tasfiye etmek ve sosyal demokrat bir parti yaratmaktı.
Bu kongre çağrıldığında, delegelerin çoğunluğunu seçmeye çalışmak için hemen ulusal bir çaba başlattık. Her hücre ve Bölge Komitesi konferansında agresif bir mücadeleydi. Ancak delege seçimlerine katılabilecek Parti üyesi olmayanların onaylanmasıyla tezler üzerindeki tartışmaları dönüştüren tasfiyecilerin kullandığı hileye güvenmedik.
Bu “kongre”de delegelerin üçte biri civarının Parti dışından olduğunu tahmin ediyoruz. Bu nedenle, Aralık 1991’de Rio de Janeiro şehrinde, farklı eyaletlerden yoldaşların katıldığı, PCB’yi Savunma Hareketi Ulusal Genel Kurulunu bu şekilde topladık ve orada, sahte kongreyi tanımamaya ve Partiyi sürdürmek ve yeniden örgütlemek için aynı günlerde bir Ulusal Siyasi Konferans düzenledik.
25 Ocak 1992 sabahı, São Paulo şehrinde, ilk genel kurulumuzda yaklaşık 400 yoldaş topladık, ardından bu “kongreyi” tanımamamızın nedenlerini ortaya çıkarmak ve politik bir beyanda bulunduğumuz, yeni bir Merkez Komitesi seçtiğimiz ve bir sene sonra yaptığımız X Kongresine çağrıda bulunduğumuz PCB Ulusal Örgütlenme Konferansını yapmak üzere toplantı yerine döneceğimizi bildirmek için tasfiyecilerin toplantı yerine yürüyüşe gitmeye karar verdik ve orada konuşabilmeyi talep ettik.
Burada Partinin devrimci yeniden yapılandırılmasına başladık; bu, 1990’lı yıllarda acayipti, çünkü, SSCB’deki karşı devrimin ötesinde, aramızda Partiyi sürdürmek isteyen ama onun devrimci yeniden yapılandırılması ile hemfikir olmayan yoldaşlarımız vardı. Bu hedef, yalnızca 2005’teki 13. Kongreden itibaren, bizim 2003’te başlayan birinci Lula hükümetini desteklemeye devam etmemizi isteyenler Partiden ayrıldıktan sonra efektif bir biçimde geliştirilebildi.
2005 Kongremiz etapismo’dan (sosyalizmi aşamalar halinde inşa etme fikri) koptu, devrimin sosyalist stratejisini ve Partinin Marksist-Leninist karakterini tanımladı. Kendimizi Lula hükümetine karşı yerleştirdik ve devrimci yeniden yapılandırmada ilerledik; son tarihi olan bir süreç olarak değil, daha çok gidilmesi gereken, uzun bir yol olarak.
Ardından, Mart 2008’de Ulusal Örgütlenme Konferansını ve Ekim 2009’da PCM ve KKE’nin [Yunanistan Komünist Partisi] katıldığı 14. Parti Kongresini yaptık; o sırada, önemli bir Uluslararası Semineri teşvik ediyor ve o zamana kadar ilk sayılarını çevirip yayımladığımız International Communist Review’u[5] inşa etmekte olan partilerin yanında yer alıyorduk.
EM: “Sol” örgütler, devrimin sosyalist karakteri ve Lula hükümetinden kopuş siyaseti hakkında ne düşündü? Brezilya ve Latin Amerika’nın siyasi ortamında olup bitenlerden bahsediyorum. Diğer komünist partiler ve örgütler partiniz hakkında ne düşündü? Davranışınız net ve cüretliydi, çünkü ilericiliğin yükselişte olduğu bir zamanda meydana geldi.
IP: PCB Lula hükümetinden koptuğu için, hatta onun ilk hükümetinin ortasında, Latin Amerika’daki ilk ‘ilerici dalga’nın ortasında koptuğu için ve FARC-EP’yi açıktan destekleyen birkaç partiden biri olduğu için, aralarında bazı komünist örgütlerin de olduğu “sol”, bizi hizipçi ve ultra-sol olarak değerlendirdi. 13. Kongremiz için yapacağımız hiçbir özeleştiri yok. Bilakis, ikinci ve şimdiki “ilerici dalga”da daha da açık hale gelen, sınıf mücadelesini uyuşturmaya hizmet eden ve sermaye ile emek arasında uyumu destekleyen ilericiliği açıkça suçlayacak yürekliliğe sahiptik.
Bu yüzyılın ilk yıllarına kadar diğer komünist örgütlerle ilişkilerimiz çok zayıftı. Siyasi ve maddi zorluklar büyüktü. Bunun sonucu, uluslararası ilişkilerimizi genişletmeyi başaramadık. Önceliğimiz hayatta kalmaktı. Sovyetler Birliği tepemize çökmüştü. Başka hiçbir örgüt Rus Devriminin bütün tarihine bu kadar bağlı değildi. Örneğin PCdoB, Çin ve Arnavutluk yanlısı olmuştu. İnsanlar birkaç aydan fazla yaşayamayacağımızı söylüyordu. Uluslararası komünist harekette, PCdoB halihazırda güçlüydü, milletvekilleri vardı, Lula ile müttefikti ve uluslararası toplantılarda boy göstererek PCB’nin artık var olmadığını söylüyordu. Dolayısıyla, uluslararası komünist harekette görünmeye ve ilişki kurmaya ancak 2000’lerin başında, özellikle de 2005’ten sonra başladık ve o andan sonra, doğru bir biçimde, Latin Amerika’yı ilk temas çevresi olarak seçtik ve Meksika, Paraguay ve Venezuela KP’leriyle daha uyumlu olduk.
EM: Bizim için, Lula’ya ve ilericiliğe (ilericiliğin sözde ilk dalgasına) verilen desteğe, bu olgu ortaya çıkarken ve diğer örgütler tarafından olumlu bakılırken eleştirel bir tutum takındığınızı görmek önemliydi. İlericiliğe yönelik erken dönem eleştiriniz ve sosyalizm için mücadeleyi olumlamanız, mevcut siyasi durumda üzerinde düşünülmesi gereken bir örnektir. Partinizin militanları tüm bu tarihi biliyorlar mı? Tüm bu unsurları özetleyen bir belge veya kitap var mı?
IP: Militanlarımız ve dostlarımız, birçok ders çıkarabileceğimiz bu tarihi iyi bilirler. Bu konuda çok sayıda video, metin, tartışma ve belge bulunmaktadır. Özellikle, PCM’nin 2019’da düzenlediği Uluslararası Seminerde sunduğum bir makale (“PCB’nin Devrimci Yeniden İnşası”) de dahil olmak üzere, bu konuda bazı makaleler yazdım.
EM: İlericiliğin, ‘Lula yeniden’in vs. komünistlere herhangi bir şekilde yardımcı olabileceği fikri hangi anda ortaya çıktı? Eğer güzergah onlardan bir kopuş idiyse, bu yakınlaşma hangi anda yeniden başladı? Bu yakınlaşmayı ne etkiledi?
IP: 2002 seçimlerinde, Merkez Komite bu konuda neredeyse ortadan ikiye bölünmüş olmasına rağmen, ilk turda Lula’yı destekledik. Aramızda, uygunsuz bir anda bölünme riskinden kaçınmak için imkansız hale gelen bir tezi, başkanlık seçimleri için kendi adaylığımızı savunanlar vardı. 2006 yılında artık Lula’yı desteklemiyorduk ancak PT’den koparak ortaya çıkan ve sol bir söyleme sahip olan Sosyalizm ve Özgürlük Partisi – PSOL ile bir Cephe kurmaya çalıştık. İkinci turda, Lula’ya açık ve resmi bir destek yerine, kaderin bir cilvesi ve PT’nin fırsatçı dönüşünün bir kanıtı olarak, şu anda Lula’nın üçüncü hükümetinde başkan yardımcısı olan Geraldo Alckmin’in rakibine karşı oy kullanılmasını tavsiye ettik.
PT ile herhangi bir diyaloğa girmeden ve zaten daha önce hükümetine muhalefet ettiğimizi ilan ederek, zafer durumunda, Alckmin’e karşı Lula’yı, “Alckmin’i sandıkta, Lula’yı sokaklarda yenilgiye uğratın” adlı bir belgeyle eleştirel bir şekilde destekledik. Bu, Lula’nın lehine olmaktan çok Alckmin’in aleyhine bir oylamaydı, yani “kötünün iyisi” için açık bir seçimdi.
2010 ve 2014 seçimlerinde artık sol cephelerde yer almadık ve herhangi bir uzlaşma veya seçim illüzyonu olmaksızın, kapitalizmi ve burjuva demokrasisini kınayan siyasi çizgimizi sunmak amacıyla Cumhurbaşkanlığı ve diğer pozisyonlar için kendi adaylarımızı sunduk.
2018’de Parti Merkez Komitesi, kanımca yanlış bir şekilde, sol cephe politikasına geri döndü ve kuruluşundan 12 yıl sonra sosyal demokrat bir parti olarak misyonunu önemli ölçüde derinleştirmiş olan PSOL’nin başkan ve vali adaylarını desteklemeye geri döndü, kapitalizmin insanileştirilmesi ve demokratikleştirilmesine ve sözde “demokratik sosyalizmin” kademeli ve barışçıl inşasına odaklanan bir söylemle parlamenter mücadeleye yöneldi. 2020 yılında yapılan belediye seçimlerinde PCB, PSOL ile bu ittifak politikasını tekrarladı.
Şimdi 2022’de PSOL, oportünist dönüşünü radikalleştirerek, Alckmin’in başkan yardımcısı adayı olacağı ve PT’nin burjuvazinin sektörleriyle bir ittifak kurarak öncekilerden daha fazla sınıf uzlaşmacısı bir hükümet hedeflediğinin açık olduğu ilk turdan bu yana Lula’yı ve PT ve müttefikleri tarafından gösterilen eyalet valisi adaylarını desteklemeyi seçti.
PSOL’nin bu kararı, PCB’nin daha uygun bir seçim politikasını tercih etmesinde, ilk turda Cumhurbaşkanlığı için yeni bir aday göstererek Partinin bağımsızlığını işaret etmesinde ve hedeflerini ve önerilerini sunmasında şüphesiz önemli bir ağırlığa sahipti.
Daha ikinci turda PCB, Bolsonaro’ya karşı Lula’yı resmen desteklemiş ve bu hükümetin [Bolsonaro’nun] aşırı sağcı eğilimini, halk karşıtı politikalarını ve darbe niyetlerini doğru bir şekilde kınamıştır. Bana göre sorunlar, ikinci turda Lula’yı destekleme yolunda, işçilere Lula’nın üçüncü hükümetinin, Bolsonaro’nun gerici, insanlık dışı ve hatta soykırımcı politikalarını ve yasalarını doğru bir şekilde yürürlükten kaldırsa bile, temelde sermayenin çıkarlarına, sınıf uzlaşmasına, sendika ve halk hareketinin kooptasyonuna ve ılımlılaştırılmasına hizmet edeceği için herhangi bir yanılsamaya kapılmamaları gerektiği açıkça belirtilmediğinde ortaya çıktı.
Lula’nın açlık ve aşırı yoksulluğu azaltmak için telafi edici önlemler alacağı, fakat Brezilya’daki çarpık gelir dağılımını hiçbir şekilde değiştirmeyeceği de doğrudur. Toplumsal bir patlama halk kitlelerini ayağa kaldırmadıkça ve sorumluluklarını yerine getirecek bir öncü bulmadıkça, yeni hükümetten işçi haklarını küçülten karşı reformların ve halihazırda gerçekleştirilmiş olan özelleştirmelerin geri alınmasını ya da liberal ekonomi politikasının temellerinin değiştirilmesini beklemeyelim.
Yeni hükümetin, son darbe girişimiyle daha da kötüleşen, devrimci stratejilere sahip partiler de dahil olmak üzere sözde solda hüküm süren bu coşku, sınırsız destek ve Lula ile tam bir uzlaşma atmosferinin üstesinden gelmek için burjuva kesimlerle yapılan bir anlaşmanın sonucu olduğunu; Brezilya burjuvazisinin, sistemin krizinin ortasında sermayenin yeniden üretimini sürdürmek ve genişletmek için ihtiyaç duyduğu tüm karşı reformları parlamentoda onaylamak için kullandığı 4 yıllık hükümeti boyunca “Bolsonaro dışarı” pankartına öncelik vermesine yol açan Brezilya’da faşizmin yerleştirilmesi riskine olduğundan fazla değer verildiğini anlamak gerekir.
EM: Kesinlikle, Bolsonaro’nun bazı faşist fikirlere sahip olması, burjuvazinin Brezilya’da sermayeyi yönetmenin bir yolu olarak faşizme karar verdiği anlamına gelmez.
IP: PCM’nin yakın zamandaki 7. Kongresinde bir bildiri sunma onurunu bana bahşedildiğinde bunu açıkça söyledim.
Eğer [işler] sadece Bolsonaro’nun iradesine bağlı olsaydı, görev süresi boyunca Kongreyi kapatır, yargı organını susturur ve Brezilya’da bazı faşist önlemler alırdı. Sadece, Brezilya’nın mevcut konjonktüründe burjuvazi bununla ilgilenmiyor. Faşizm, burjuvazi yalnızca ona ihtiyaç duyduğunda kullanılan bir silahtır.
Geçtiğimiz 8 Ocak’ta Brezilya’da meydana gelen olaylar önemli sonuçlar çıkarmamıza olanak tanımaktadır.
Bu satırları yazdığım ana kadar tablo Lula’nın lehine, aşırı sağın ise aleyhinedir. Neredeyse tüm kurumlar ve burjuva liderler darbe girişimini şiddetle reddetti ve Bolsonaro ve çevresine ulaşabilen finansörleri ve organizatörleri de dahil olmak üzere darbe faillerinin cezalandırılmasını talep etti.
Ancak Bolsonaro’dan uzaklaşan kesimler de dahil olmak üzere egemen sınıfların bu kararlı desteğinin, Lula için ekonominin yönetiminde daha fazla uzlaşma şeklinde, özellikle de yeni hükümetin son yıllardaki karşı reformlara ve özelleştirmelere, sözde “mali disiplin” ve Merkez Bankasının özerkliğine dokunmaması için geleceğini düşünmek gerekir.
İlk sonuç, Brezilya’da en radikal Bolsonarocu kesim tarafından yapılan ve hüsranla sonuçlanan darbe girişiminin, Brezilya burjuvazisinin bu noktada faşizmle ilgilenmediğini ortaya koymasıdır; her şeyden önce Brezilya’nın parya bir ülke haline gelmemesi için, zira bu durum buradaki kapitalizmin krizini aşmak için ihtiyaç duyduğu yabancı yatırımlara zarar verecektir. Bu, yeni darbe girişimlerinin olmayacağı, aşırı sağın ortadan kalkacağı ya da burjuvazinin demokrasisini evrensel bir değer olarak görüp darbeleri, diktatörlüğü ve hatta faşizmi bir kenara bırakacağı anlamına gelmiyor.
İkincisi, şu anda –sermaye lehine ana karşı reformların uygulanmasından sonra ve açlık ve sefalet kuyunun dibine ulaşmışken– bir sınıf uzlaşması hükümetine sahip burjuva demokrasisinin, ekonominin büyümesini ve sermayenin kar oranlarını yeniden canlandırmak için en iyi yatırım formülü olduğudur.
Üçüncüsü, sadece Brezilya’da değil, darbelere ve sağcı diktatörlüklere ordu değil, genellikle hizmetinde oldukları egemen sınıflar karar veriyor. Brezilya’da 1964 darbesiyle ortaya çıkan diktatörlük sadece biçim olarak askeriydi ama burjuvazi tarafından kararlaştırıldı ve sürdürüldü ve artık onun için uygun olmadığı ana kadar devam etti. Burjuvazinin ideolojisi yoktur, çıkarları vardır!
Dördüncü sonuç ise tarihin bize öğrettikleridir: burjuvaziler, faşizme ancak güçler korelasyonu kendi aleyhlerine olduğunda ve proleter isyanlar ve devrimler riskiyle karşı karşıya kaldıklarında başvururlar. Yozlaşmış bir sendikal hareket ve hegemonik olarak reformist, kurumsal ve giderek kimlikçi bir sol karşısında burjuva hegemonyasının tartışılmaz olduğu Brezilya’da durum bundan çok uzaktır.
Sorun şu ki, aşırı sağcı darbe girişiminin hüsranla sonuçlanması, sözde solda, hatta bazı komünistler arasında, Lula’nın ve burjuva demokrasisinin yönetilebilirliğini garanti altına almak için sosyalizm sorununu erteleme eğilimini artırıyor. Benim endişem, Lula hükümetinin günün 24 saati faşist bir darbe tarafından tehdit edileceğini ve bu nedenle onunla safları sıklaştırmamız gerektiğini düşünme hatasına düşmememizdir. “Demokratik” burjuvaziden ayrı sokaklarda yürüyerek darbe girişimlerine ve aşırı sağ diktatörlüklere karşı mücadele etmek doğru ve çok önemlidir. Fakat sınıf uzlaşmacı bir hükümeti destekleyemeyiz. Lula seçilip göreve geldiğinde, bu sol bir hükümet değil, sosyal demokrat da olsa bir burjuva hükümetidir.
“Sol” olarak adlandırdığımız kampta yapılan bir diğer hata da, Dilma Rousseff’in Petista (PT) hükümetinin inisiyatifi sayesinde yürürlükte olan terörle mücadele yasasını hatırlatarak darbe faillerinin cezalandırılmasını şiddetle talep etmek ve 4 yıl boyunca darbe girişimleriyle uzlaşan ve halkların isyan hakkını kullanmaya cesaret edersek çok daha hızlı, etkili ve sert olacak kişi ve kurumlara kahraman ve cüretkar olarak değer vermektir!
Bir Komünist Partinin enerjisini faşizm ve neo-liberalizme karşı mücadeleye yoğunlaştıracağını ilan etmesi de bana büyük bir hata olarak görünüyor. “Demokratik hukuk devletini” savunmaya ve daha insancıl bir kapitalizm için mücadele etmeye devam edeceğini söylemek gibi. Bugün Brezilyalı komünistlerin temel görevi, özellikle işçi sınıfının ve genel olarak proletaryanın, karşı reformların yürürlükten kaldırılması, daha fazla sosyal, ekonomik ve siyasi haklar için ve mümkün olan tek yol olan sosyalist devrim yoluyla kurtuluşları perspektifiyle mücadelede seferber edilmesi, bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesidir!
EM: Yoldaş Ivan Pinheiro’ya bize verdiği röportaj için teşekkür ediyor ve PCM’nin 7. Kongresi çerçevesinde kendisine verdiği militan liyakat nişanından dolayı kendisini kutluyoruz.
Dipnotlar
[1] Partido Comunista Brasileiro (PCB), 1922 yılında Ekim Devriminin etkisi ile kuruldu. Tenente isyanına ve 1930 devrimine önderlik eden parti, Sovyet-Çin ayrışmasında bölündü; PCB Sovyet çizgisini savunurken, Partido Comunista do Brasil (PCdoB) Çin’den yanaydı. PCdoB, tüm Lula hükümetlerini destekledi ve İşçi Partisinin (PT) seçim kampanyalarına aktif olarak katıldı. (ç.n.)
[2] 1964’te, askeri diktatörlüğe karşı silahlı mücadeleyi savunup PCB’den kopan üniversite öğrencilerinin kurduğu bir örgüt. (ç.n.)
[3] Brezilya’da askeri diktatörlük 1 Nisan 1964’teki askeri darbe ile kuruldu. ABD’nin ve Katolik Kilisesinin desteklediği darbe, sola yatkın Başkan João Goulart’a karşı faşizan bir programı ülke gündemine soktu. İşçi sınıfının örgütlerine ve komünistlere yönelik suikastler ve işkencelere, yüksek enflasyon ve özelleştirmeler eşlik etti. 1980’li yılların başında büyük kitle eylemleri sonucunda, 1982 yılında darbeden sonraki ilk serbest seçimler yapıldı. (ç.n.)
[4] Luis Carlos Prestes (1898-1990): Brezilya’da komünist hareketin efsanevi isimlerinden. 1943-1980 arasında PCB Genel Sekreteri olan Prestes, Brezilya senatosuna da seçilmişti. Prestes, 1922’de başlayıp aralıklarla 1927’ye kadar süren ve genç subayların önderlik ettiği, Brezilya’da tenente olarak bilinen silahlı isyanın da örgütleyicilerinden biriydi. İsyandaki Prestes Birliği, Bolivya’ya iltica etmeden önce 25 bin kilometrelik bir ‘uzun yürüyüş’ yapmış ve ikonikleşmişti. Prestes, 1980 yılında PCB’nin Marksizm-Leninizm’den uzaklaştığını söyleyip bayrak açınca görevden alındı, 1984’te partiden atıldı. Hayatının son yıllarında yoksullukla boğuşan ve ünlü Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer tarafından maddi olarak desteklenen Prestes, 1990 yılında hayatını kaybetti. (ç.n.)
[5] Yunanistan Komünist Partisi, Meksika Komünist Partisi, Türkiye Komünist Partisi gibi partilerin öncülüğünde, yeni bir uluslararası komünist odak yaratmak amacıyla 2009 yılında yayına başlayan dergi. (ç.n.)
İlginizi Çekebilir
-
Çinli uydu şirketi Brezilya’da Musk’ın Starlink’ine meydan okuyor
-
G20’den Gazze’ye daha fazla yardım, iki devletli çözüm ve Ukrayna’da barış çağrısı
-
Brezilya’daki G20 zirvesinde Küresel Güney gündemi ön plana çıkıyor
-
Fransa AB-Mercosur anlaşmasını “tüm araçlarla” engellemeye çalışıyor
-
Bolivya’da neler oluyor?
-
Venezuela’dan sert Brezilya açıklaması: “Amerikan emperyalizminin elçisi gibi hareket etti”
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
15 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
2 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
4 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Çok Okunanlar
-
RUSYA8 saat önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Batka’nın Belarus’u