Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Büyük teknoloji endüstrisinin ‘kirli küçük sırrı’

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Teknoloji devleri veya Amerika’da “G-MAFIA” ve Çin’de “Dörtlü Çete” olarak da bilinen Big Tech, başta Google, Microsoft, Amazon, Facebook, IBM ve Apple olmak üzere ABD’nin ve Baidu, Alibaba, Tencent ve Huawei de Çin’in bilişim teknolojisi endüstrisindeki en büyük ve en baskın şirketleri. Bu on şirket, her biri yaklaşık 500 milyar dolar ile yaklaşık 2 trilyon dolar arasında değişen maksimum piyasa değerine sahip küresel çapta en değerli halka açık şirketler olarak öne çıkıyor. Söz konusu şirketlerin tekelci uygulamaları, Adalet Bakanlığı ve Federal Ticaret Komisyonu ile Avrupa Komisyonu’nun antitröst soruşturmalarını beraberinde getirdi. Teknoloji devleri rutin olarak “vergi kaçırma, mahremiyeti ihlal ve istihdamı yok etmekle” gündeme geliyor ve rekabete aykırı uygulamalar, sürekli artan mali güç ve fikri mülkiyet hukuku yoluyla çevrim içi pazarı domine eden bir oligopol haline geliyor. Mevcut durum kuralsızlaşma ve küreselleşmenin bir sonucu. Aşağıda tercümesi yer alan makalede, bir tekelleşme enstrümanı olarak ‘yağmacı fiyatlandırmaya’ başvuran teknoloji şirketlerinin orta ya da uzun vadede hukuki açıdan başının ağrıyacağına işaret ediliyor.


Big Tech’i çökertebilecek kirli küçük sır

Adam Roger
Business Insider
18 Temmuz 2023

Matt Wansley 2016 yılında bir teknoloji şirketinde avukat olarak iş bulmaya çalışıyordu, özellikle de sürücüsüz otomobiller üzerinde çalışıyordu. Adını bildiğiniz tüm şirketlerle görüşmeler yapıyordu ve sonunda kendini Lyft’ten bir yöneticiyle görüşürken buldu. Wansley ona doğrudan şunu sordu: Lyft otonom sürüş konusunda gerçekten ne kadar kararlı?

Yönetici ona, “Elbette otonom sürüş konusunda kararlıyız. Başka türlü kâr öngörülmüyor,” yanıtını verdi.

“Bir dakika,” diye düşündü Wansley. Birisi insanlar kadar iyi araç kullanabilen bir robot icat etmedikçe Amerika’nın en büyük araç çağırma şirketlerinden biri kâr etmeyi beklemiyor mu? Hiç mi? Big Tech’in iş modelinde çok ama çok tuhaf bir şeyler olduğu açıktı.

Cardozo Hukuk Fakültesi’nde profesör olan Wansley, sonra “Peki Uber ve Lyft’in arkasındaki yatırım tezi neydi? Kârlılığa giden yolun net olmadığı, para kaybettiren bir işe milyarlarca dolar sermaye koymak mı?” dedi.

Wansley ve Cardozo’dan meslektaşı Sam Weinstein, bu çılgınlığın ardındaki parayı anlamak için yola çıktılar. İlerici iktisatçılar, büyük miktarda risk sermayesi ile desteklenen teknoloji şirketlerinin, kullanıcılar onlarsız yaşayamaz hale gelene kadar ürünlerinin fiyatını etkin bir şekilde telafi ettiklerinin uzun zamandır farkındaydılar. Amazon’u aklınıza getirin: Yıllarca para kaybetseniz bile, hayal edilemeyecek boyutlara ulaşana kadar herkesten daha ucuza ürün sunuyorsunuz. Ardından, rekabeti ezip geçtikten ve kentteki tek oyuncu haline geldikten sonra, fiyatları yükseltebilir ve paranızı geri kazanabilirsiniz. Buna yağmacı fiyatlandırma deniyor ve yasa dışı olması gerekiyor. Bu, Adalet Bakanlığındaki ilericilerin 20. yüzyılın başlarında Standard Oil gibi tekelleri çökertmek için kullandıkları argümanlardan biri. Kapitalizmin kurallarına göre, büyüklüğünüzü rakiplerinizi piyasanın dışına itmek için kullanmanıza izin verilmez.

Sorun şu ki, Chicago Üniversitesi’ndeki muhafazakâr iktisatçılar son 50 yılı kapitalizmde yağmacı fiyatlandırmanın söz konusu olmadığı konusunda ısrar ederek geçirdiler. Baş döndüren argümanları şöyle devam ediyor: Yırtıcılar başlangıçta daha büyük bir pazar payına sahiptir, bu nedenle fiyatları düşürürlerse rakiplerinden çok daha fazla para kaybederler. Bu arada avları pazardan kaçabilir ve daha sonra geri dönebilir, tıpkı velociraptorlar gittikten sonra ormana gizlice geri dönen proto-memeliler gibi. Yırtıcı şirketler kayıplarını asla telafi edemezler, bu da yırtıcı davranışların irrasyonel olduğu anlamına gelir. Chicago Okulu iktisatçıları piyasaların her zaman rasyonel olduğuna inanan iktisatçılar olduklarından, bu da yağmacı fiyatlandırmanın tanımı gereği var olamayacağı anlamına gelir.

Yüksek Mahkeme de bu argümanı benimsedi. 1986 yılında görülen Matsushita Electric Industry Co. v. Zenith Radio Corp. davasında mahkeme, “yağmacı fiyatlandırma planlarının nadiren denendiğine ve daha da nadiren başarılı olduğuna” hükmetti. Ve 1993 yılında Brooke Group v. Brown & Williamson Tobacco Corp. davasında mahkeme, bir şirketi yağmacı fiyatlandırmadan mahkûm etmek için, savcıların sadece suçlanan yağmacıların fiyatları piyasa fiyatlarının altına düşürdüğünü değil, aynı zamanda kayıplarını telafi etme konusunda “tehlikeli bir olasılık” olduğunu da göstermeleri gerektiğini söyledi. Bu karar, hükümetin şirketleri yağmacı fiyatlandırma nedeniyle yargılama yetkisini fiilen ortadan kaldırdı.

Loyola Hukuk Fakültesi’nde antitröst uzmanı olan Spencer Waller, “Son baktığımda Brooke Group’tan bu yana ABD hükümeti de dahil olmak üzere hiç kimse yağmacı fiyat davası kazanamadı. Ya maliyetin altında fiyatlandırmayı ispatlayamıyorlar ya da telafiyi kanıtlayamıyorlar, zira Matsushita ve Brooke Group’u okuduklarında temel teoriyi benimseyen, uzman olmayan genelci bir yargıç, sahiden zorlayıcı kanıtlar olmadıkça bu tür şeylerin asla rasyonel olamayacağı konusunda aşırı şüpheci”, dedi.

Pek çok iktisatçı, Chicago Okulu’nun yağmacı fiyatlandırma konusundaki şüpheciliğine karşı sağlam karşı argümanlar geliştirdi. Fakat bunların hiçbiri kazanılabilir antitröst davalarına dönüşmedi. Wansley ve Weinstein —tesadüf değil, eskiden Adalet Bakanlığı’nda antitröst uygulamalarında çalışmışlardı— bunu değiştirmek için yola çıktılar. “Venture Predation” başlıklı yeni bir makalede iki avukat, klasik risk sermayesi modelinin —yerleşik şirketleri boz, ölçeklenebilir bir platform oluştur, hızlı hareket et, bir şeyleri kırıp dök— Silikon Vadisi’nin söylediği gibi modern kapitalizmin zirvesi olmadığını ikna edici bir şekilde ortaya koyuyor. Bu yeni düşünceye göre, bu antikapitalist. Yasa dışı. Ve pazarda serbest ve adil rekabeti teşvik etmek adına agresif bir şekilde kovuşturulmalı.

Wansley ve Weinstein, “Doğru yere bakarsanız, gerçek dünya örneklerini bulmanın zor olmadığını düşünüyoruz. Silikon Vadisi’nde yeni bir avcı türü ortaya çıkıyor,” diye yazıyor. Ve bu avcıların piyasaya yasa dışı bir şekilde hâkim olmak için kullandıkları mekanizma da risk sermayesinin ta kendisi.

***

Risk yatırımcılığı, bir bankanın kredi departmanını adrenalin bağımlılarıyla doldurursanız ne olur sorusunun cevabıdır. Girişim fonlarındaki sınırlı ortaklar yüksek getiri talep ederler ve bu fonlar geçici şeylerdir, belki on yıl sürer, bu da zamanın geçtiği anlamına gelir. Risk sermayedarları ve fonlarına para yatıran yatırımcılar ille de başarılı bir ürün aramazlar (yine de bir ürünü geri çevirmezler). Risk sermayedarları ve onların sınırlı ortakları için en karlı final hızlı bir çıkış, ya şirketi satmak ya da halka arz etmektir.

Wansley ve Weinstein, bu baskıların yağmacı fiyatlandırma da dahil olmak üzere riskli stratejileri teşvik ettiğini savunuyor. Weinstein, “Chicago Okulu iktisatçılarının kendi kendini finanse eden avcılar hakkında düşündüklerini kabul ederseniz, bir şirketin bir dizi nedenden dolayı yağmacı fiyatlandırma uygulamasının mantıksız olduğunu düşünebilirsiniz ama bir risk sermayedarı için mantıksız olmayabilir,” diyor. Bunun var olmayacak kadar mantıksız olduğu fikri, “bir şekilde ortak akıl haline gelmiş saçma bir cümle”.

En önemli örneklerinden biri olan Uber’i ele alalım. Eğer şirket taksileri basit bir şekilde geride bırakmış olsaydı, bu bir şey olurdu. Ne de olsa taksilerin kendileri de şişman ve kayıtsız bir tekeldi. Weinstein, “Matt ve benim bu konuda herhangi bir sorunumuz yok. Yeni bir ürününüz var, hızlı bir şekilde ölçeklendirin ve insanları işe almak için bazı teşvikler kullanın,” diyor. Eski bir işi bozun ve yeni bir iş yaratın.

Ama olan bu değildi. Bir pembe dizide ya da çizgi roman çoklu evreninde olduğu gibi, son asla gelmedi. Uber, rakiplerini unutturmak için milyarlar kaybederek sürücüleri ve yolcuları sübvanse etmeye devam etti. Aynı şey diğer pek çok risk sermayesi destekli şirket için de geçerli. Wansley, “WeWork, diğer ortak çalışma alanlarının hemen yanında ofisler kuruyor ve ‘Size 12 ay bedava vereceğiz,’ diyordu. Bird scooter’larını tüm kentlere dağıtıyordu. Bu model bize epey tanıdık geliyor,” diyor.

Görünüşe bakılırsa bu durum Chicago Okulu’nun savını da kanıtlar nitelikte: şirketler yağmacı fiyatlandırma yoluyla uğradıkları zararı asla telafi edemezler. Matsushita ve Brooke Group, savcıların zarar göstermesini mecbur kılıyor. Ancak Uber ve diğer risk sermayesi girişimleri tarafından kullanılan ölçeklendirme stratejisinin tek sonucu sonsuz bir “bin yıllık riskten azade teşvik” yaratmaksa, bu sadece servetin yatırımcılardan tüketicilere aktarıldığı anlamına gelir. Yağmacı fiyatlandırmanın tek kurbanları yağmacıların kendileri.

Wansley ve Weinstein’ın önemli bir çığır açtığı nokta ise Yüksek Mahkeme tarafından belirlenen diğer yasal standart, yani kayıpların telafisi. Eğer Uber, WeWork ve diğer tek boynuzlu atlar sürekli para kaybedenlerse, bu standart karşılanmamış gibi görünüyor. Fakat Wansley ve Weinstein, şirketler hiçbir zaman tek kuruş kazanmasa ve halka arz sonrası şirketlere yatırım yapan herkes bahislerini kaybetse bile bunun olabileceğine işaret ediyor. Bunun nedeni, şirketin tohumunu atan risk sermayedarlarının yıkıcı fiyatlandırmadan kar etmeleri. Şirkete girerler, yatırımlarından yüklü bir getiri elde ederler ve tüm sistem çökmeden evvel şirketten çıkarlar.

Wansley ve Weinstein, “Uber sürekli yağmacılığından kaynaklanan kayıplarını telafi edebilecek mi? Bunu bilmiyoruz. Demek istediğimiz şu ki, yağmayı finanse eden risk sermayedarlarının bakış açısından bunun bir önemi yok. Önemli olan tek şey, yatırımcıların risk sermayesi hisselerini yüksek bir fiyattan satın almaya istekli olmaları,” diye yazıyor.

Burada net olalım: Bu, “biraz kazanırsın, biraz kaybedersin” şeklindeki geleneksel kapitalist anlatı değil. Mesele, risk sermayedarlarının bazen paralarını geri kazanamayan şirketlere yatırım yapmaları değil. Mesele, risk sermayedarları tarafından kullanılan tüm modelin, piyasayı yağmacı fiyatlandırma ile bozarak kar elde etmek ve kayıpları halka arzı satın alan enayilere bırakmak olması. Yağmacı fiyatlandırma yapan bir şirket ve onun geç aşama yatırımcıları bunu telafi edemeyebilir ama risk yatırımcıları telafi eder.

Wansley, “Bu makaledeki en önemli gerçek, Benchmark’ın Uber’e 12 milyon dolar yatırması ve 5,8 milyar dolar geri alması. Bu, tarihteki en iyi yatırımlardan biri ve yağmacı bir fiyatlandırmaydı,” diyor.

***

Bu yeni kavrayış —risk sermayesinin yeni bir ambalaj içinde yağmacı fiyatlandırma olduğu— dönüştürücü olabilir. Wansley ve Weinstein, Silikon Vadisi’nin çıkış ve ölçeklendirme jargonunu antitröst hukukunun yasal diline çevirerek teknoloji yatırımcılarının ve onların rekabete aykırı davranışlarının yargılanmasına kapı aralamış oldular. Weinstein, “Mahkemeler telafi konusunda düşünme biçimlerini değiştirmek zorunda kalacaklar. Risk sermayesinden alım yapan yatırımcılar ne olacağını düşünüyorlardı? Telafi edeceklerini düşünüyorlar mıydı?” diyor. Weinstein, bunun mahkemelerin bir şirketin uygulamalarının rekabete aykırı olup olmadığını belirlerken izleyeceği “oldukça iyi bir yol” olacağını söylüyor.

Bu argümanı hukuki açıdan bilhassa güçlü kılan şey, Chicago Okulu’nun antitröst konusundaki fikrinin temellerini reddetmemesi. Tüketici refahı ve piyasaların etkinliğinin her şeyden önemli olduğunu kabul ediyor. Sadece Silikon Vadisi’nde esrarengiz —ve yasa dışı— bir şeylerin yaşandığına işaret ediyor. Weinstein, “Ben hukuki yaptırımdan yana ve Chicago Okulu karşıtıyım, bu yüzden her zaman yanıldıklarını düşündüğüm alanları arıyorum. Ve işte biri de bu,” diyor.

Loyola antitröst uzmanı olan Waller’a göre, bu türden “ciddi hukuk bilimi” özellikle mahkemelerde başarılı olabilir: “‘Modelinizin yanlış olduğunu düşünüyoruz ama modeliniz genel manada doğru olsa bile, burada doğru değil,’ demek iyi ve mütevazı bir stratejidir. Hem bu şekilde davaları kazanırsınız hem de meydan okumak istediğiniz yapıyı yıkarsınız.”

Teknoloji, sağlık, ilaç, eğlence, basın, perakende gibi pek çok sektör oligopollere dönüşürken tekelcilik karşıtı bir zihniyetin bir kez daha canlandığını görmek umut verici bir işaret. Kapitalizmin rekabetin yenilikçiliği ve seçenekleri teşvik etmesine izin vermesi gerekir; tekeller ise birkaç kişinin zengin olabilmesi için tüm bunları ortadan kaldırır. Ancak yağmacı fiyatlandırma konusundaki yeni bilimsel çalışmalar mahkemelerin çok ötesine geçebilir. Wansley ve Weinstein’ın makalesi bana David Maurer’in ilk kez 1940 yılında yayımlanan dolandırıcılar üzerine dilbilimsel çalışması “The Big Con”ı hatırlattı. Maurer, bir dolandırıcılığın en hassas kısmının sonu olduğunu söylemişti. Enayinin kanı emildikten sonra dolandırıcı, ideal olarak polise gitmeyecekleri bir şekilde kurbanı başından savmak zorundadır. Mükemmel suçta hedef, kandırıldığını bile bilmez. Adi teknoloji sermayesinin, değerli olduğuna inandırılmış geç aşama yatırımcılara aktarılması bana kesinlikle iyi bir vurgun gibi geliyor.

Artık Silikon Vadisi’nin büyük dolandırıcılığının nasıl işlediğini tam olarak bildiğimize göre, belki de hedefler bu kadar çabuk kanmaz. Bir kimlik avı e-postasının neye benzediğini öğrendiğinizde, onları yanıtlamayı bırakma eğiliminde olursunuz. Aynı şey bu dolandırıcılığın ana hatlarını tanımak için de geçerli. Weinstein, “Bu bir saadet zinciri değil ama belirli yatırımcıları kayırıyor. Silikon Vadisi’ndeki insanlar bunun bir yağmacı fiyatlandırma dolandırıcılığı olduğunu düşünmeye başlarsa, bence geç aşama yatırımcılar sorular sormaya başlayacaktır,” diyor.

Ve konu sadece araç çağırma veya ofis paylaşımı ile ilgili değil. Belki market teslimatı? Ya da yayın hizmeti abonelikleri? Lyft yöneticisiyle yaptığı mülakat sırasında Wansley için yanan aha! ışığı başkaları için de yanmaya başlayabilir. Bunlardan bazıları paralarını yağmacı teknoloji şirketlerine yatırmamaya karar veren yatırımcılar olacaktır. Bazıları da belki günümüz tröstlerini çökertmenin yollarını arayan devlet denetçileri olacaktır.

DÜNYA BASINI

Batı basını, Putin’in Çin ziyaretini nasıl değerlendirdi?

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti yabancı basında en çok tartışılan gündem maddeleri arasına girdi. Gazeteler, iki lider arasındaki yakın kişisel ilişkileri ve Çin’in Batı ile ilişkilerinde kendisine pek çok sorun çıkaran ‘sınır tanımayan dostluk’ taahhüdü üzerine spekülasyonlarda bulundu.

Wall Street Journal:

“Çin lideri Xi Jinping’e göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD egemenliğindeki dünya düzeniyle mücadelede faydalı bir ortak. Ancak bu ilişki Çin açısından zahmetli, zira ABD’li ve Avrupalı yetkililer Çin’i Rusya’nın ordusunu yeniden inşa etmesine yardım etmemesi konusunda uyarmıştı.

İki lider, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya girmesinden kısa bir süre önce ‘sınır tanımayan dostluk’ ilan etti. O zamandan bu yana Çin, Rus ekonomisine can simidi atmış olsa da daha az genişlemiş durumda. Putin, Rusya’nın Batı’nın kendisini tecrit etme çabalarına direnmesine yardımcı olan bu desteği genişletmek isteyecektir. Üstelik bu ziyaret, Rusya halkına hala etkili dostları olduğunu göstermesine de olanak sağlayacak…

Putin’in Çin’in kuzeydoğusuna yaptığı ziyaret, Ukrayna’daki çatışmaların patlak vermesinden bu yana Rusya’nın özellikle yakınlaştığı Kuzey Kore’yi de ziyaret edebileceği yönündeki spekülasyonları artırdı. Bu, Rusya’nın Kuzey Kore ile artan bağları Çin’de bazı rahatsızlıklara neden oldu.”

Le Temps:

“Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor. Bu, 2012’den bu yana devlet başkanları olarak gerçekleştirdikleri 43. görüşme. Çin Devlet Başkanı için bu sayı Hintli mevkidaşlarının iki katı, Japon mevkidaşlarının dört katı ve ABD başkanları ya da Avrupalı yetkililerden çok daha fazla yüz yüze görüşme anlamına geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler Stalin döneminden bu yana hiç bu kadar sıcak olmamıştı.”

Le Figaro:

“Xi Jinping en iyisini sona sakladı. Çin Devlet Başkanı, perşembe günü ‘eski dostunu’ kabul etti. Vladimir Putin, Elysee Sarayı’nda Emmanuel Macron’a gülümsemesinden sadece on gün sonra Pekin’de… Yeni ‘seçilmiş’ Rusya Devlet Başkanı onuruna düzenlenen bu iki günlük resmi ziyaret, Ukrayna’daki savaşın arifesinde iki güç merkezi arasında kurulan ‘sınır tanımayan ortaklığın’ gücünü teyit etmeli ve tarafsızlık görüntüsünü korumaya çalışan ikinci dünya gücünün sempatilerine parlak bir ışık tutmalı.”

Sueddeutsche Zeitung:

“Devlet Başkanı Xi, Putin ile yaptığı görüşmede Avrupa’da barış arzusunu vurguladı. Putin müzakere isteğini yineledi. Ancak belli ki sonuç hakkında kendi fikirleri var. Pekin, Rusya’nın yer almadığı İsviçre’deki barış konferansına katılmayı henüz kabul etmedi. İyi ilişkileri ve Moskova üzerindeki etkisi nedeniyle Çin belirleyici bir katılımcı olarak görülüyor. Ancak Rusya bununla pek ilgilenmiyor.”

Les Echos:

“Ukrayna’daki savaş için destek arayan Rusya Devlet Başkanı, mart ayında yeniden seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı gezisini Çin’e yaptı. Çinli mevkidaşı da geçen yıl aynı şeyi yaptı ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından kısa bir süre önce Şubat 2022’de imzalanan ‘sınır tanımayan’ dostluğu daha da pekiştirmek istercesine, eşi benzeri görülmemiş bir üçüncü dönem için göreve başlamasından kısa bir süre sonra Moskova’yı ziyaret etti.

Eğer Vladimir Putin, ‘sınır tanımayan dostluğu’ test etmeye geldiyse, Xi Jinping de Rusya’ya desteğini azaltması için Batı’nın artan baskısı altında bir ipte yürümek zorunda.

Pekin, Rusya ile stratejik ortaklığının ‘en önemli’ ortaklık olduğunu düşünüyor ancak Çin’in durgun ekonomisini canlandırabilecek kilit bir ticaret ortağı olan Avrupa’dan daha fazla uzaklaşmak istemiyor. Pekin aynı zamanda ABD ile olan ilişkilerini de zor da olsa istikrara kavuşturmaya çalışıyor.

Aslında Rusya ile ‘sınır tanımayan dostluğun’ hala sınırları var: Çin, Rusya’ya doğrudan silah tedarik ederek kırmızı çizgiyi aşmayı reddediyor. Washington’un baskısı altında, birkaç küçük Çin bankası yakın zamanda Rus müşterileriyle olan işlemlerini durdurdu ya da azalttı. Çin, devasa Sibirya’nın Gücü-2 doğalgaz boru hattı projesine ilişkin nihai anlaşmayı geciktirmeye devam ediyor. Ancak Kim Jong-un’un uluslararası alanda dışlanan Kuzey Kore’si, sorgusuz sualsiz Rusya ile askeri iş birliğini artırıyor ve Batı tarafından Ukrayna’daki savaş için mühimmat tedarik etmekle suçlanıyor. Vladimir Putin, Asya turu sırasında Pyongyang’ı ziyaret ederek bu desteği takdir edebilir.”

Der Spiegel:

“Çin Devlet Başkanı Xi, Pekin’de ‘eski dostunu’ kabul etti. Putin. İki devlet başkanı karşılıklı iltifatlarda bulunurken aynı zamanda Batı’ya karşı ittifaklarını güçlendirmek istiyorlar. İki günlük ziyaret öncelikle ilişkilerin kalitesini kamuoyuna göstermeyi amaçlıyor. Berlin merkezli bir Çin araştırma enstitüsü olan Merics’in analistlerinden Helena Legarda, ‘Moskova ile Pekin, bu vesileyle yakın ortaklıklarını ve küresel düzeni reforme etme ve ABD’ye karşı bir kutup oluşturma yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor’ diyor.

Elbette Putin için öncelikle Batı’ya karşı ittifakı güçlendirmek önemli. Bir yandan böyle bir uyum, Moskova’nın yalnız olmadığını göstermek için dünyanın geri kalanına bir jest olarak önemli.”

Neue Zuercher Zeitung:

“Rusya Devlet Başkanı, Çin’de harika bir şekilde karşılanıyor. Kremlin, Ukrayna’daki çatışmalarda büyük komşusu Çin kadar başka hiçbir ülkeye güvenmiyor. Daha Şubat 2022’de, Ukrayna’daki çatışmalar başlamadan birkaç gün önce Vladimir Putin ve Xi Jinping ‘sınır tanımayan dostluk’ yemini etmişlerdi. Şimdi iki devlet başkanının iki ülke arasındaki ilişkileri daha da yüksek bir seviyeye taşımak istedikleri anlaşılıyor. Uzmanlara göre, ikili ilişkilerin gelişimi (çatışmanın) gidişatına bağlı.

Pekin’deki Çin Halk Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Shi Yinhong, ‘Rusya daha fazla ilerleme kaydederse, ilişkiler daha da derinleşecektir’ dedi.

Xi’nin gözünde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kazanacağı bir zafer, Çin’in başlıca rakibi olan ABD için bir yenilgi anlamına gelecektir. İşte bu yüzden Çin,Ukrayna savaşında Putin’i destekliyor. Fakat Çin, Rusya’yı destekleme konusunda ihtiyatlı davranmak zorunda… Çin yönetimi, ABD’nin Çin bankalarının dolar ödemelerini kesmesinden korkuyor. Bu nedenle Çin hükümeti, büyük Çin bankalarının Rusya ile iş yapmadığından emin olmak için yakından izliyor.”

Rusya Devlet Başkanı Putin’in Çin ziyareti başladı: ‘Kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi’ mesajı

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail Refah’a saldırsa da Hamas, Gazze’de varlığını sürdürecek

Yayınlanma

İsrail, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a uluslararası baskılara rağmen geniş çaplı saldırıya hazırlanırken diğer yandan Hamas’tan temizlediğini ilan ettiği Gazze’nin diğer bölgelerinde Hamas saldırılarıyla boğuşuyor. Dün Cibaliya Mülteci Kampı’nda İsrail’e göre 5, Hamas’a göre 12 İsrail askeri öldürüldü. Temizlendiği iddia edilen bölgelerde Hamas’ın yeniden “dirilmesi” İsrail içinde siyasi bölünmelere de yol açıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, güncel gelişmeler ışığında Netanyahu’nun “Hamas’ı ortadan kaldırma” hedefinin neden mümkün olmadığına odaklanıyor:

***

WSJ: Hamas’ın gerilla taktiklerine geçişi İsrail için sonsuz savaş tehlikesini artırıyor

İslamcı militan grup, vur-kaç taktiklerini ve daha küçük savaşçı gruplarını kullanarak ‘yıllarca olmasa bile aylarca’ savaşabileceğini gösteriyor.

Jared Malsin ve Summer Said

Savaşın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve bu durum İsrail’de sonsuza dek sürecek bir savaşa girdiği korkusunu körüklüyor.

ABD tarafından terörist ilan edilen grup, tünel ağını, küçük savaşçı hücrelerini ve geniş toplumsal etkisini sadece hayatta kalmak için değil, İsrail güçlerini taciz etmek için de kullanıyor. Cibaliya’da savaşan 98. komando tümeninden bir İsrailli yedek asker, Hamas’ın daha agresif saldırdığını, evlerde barınan askerlere ve İsrail askeri araçlarına her gün daha fazla tanksavar füzesi ateşlediğini söyledi.

Hamas’ın dayanıklılığı, Filistinli İslamcı grubun tamamen yok edilmesinin temel savaş hedeflerinden biri olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için stratejik bir sorun teşkil ediyor. İsrail’in Hamas’ın yerini almak için inandırıcı bir planı olmadığı ve ordunun elde ettiği kazanımların azalacağı endişesi güvenlik kurumları da dahil İsrail içinde giderek artıyor.

Görgü tanıklarına göre İsrail ordusu, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a tank ve asker sevk ederken Hamas da Gazze’nin kuzeyindeki İsrail güçlerine bir dizi vur-kaç saldırısı düzenledi. İsrail salı günü yaptığı açıklamada, düzinelerce militanla girdiği çatışmalarda destek için tank birlikleri çağırdığını ve Gazze’nin merkezinde Hamas’ın savaş odası olarak adlandırdığı bir yer de dahil 100’den fazla hedefi havadan vurduğunu söylerken, nispeten sessiz olan bölgeler savaş alanına dönüştü.

Bir çatışma çözümü kuruluşu olan International Crisis Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı başkanı Joost Hiltermann “Hamas Gazze’nin her yerinde. Hamas yenilmiş olmaktan çok uzak” dedi.

Bunun sonucu olarak İsrail de Netanyahu’nun tam zafer hedefine ulaşmaktan uzak görünüyor. Mevcut ve eski İsrailli askeri yetkililere ve ABD istihbarat tahminlerine göre, İsrail Refah’a geniş çaplı bir saldırı düzenlese de düzenlemese de Hamas’ın hayatta kalması ve Gazze’nin diğer bölgelerinde varlığını sürdürmesi muhtemel.

Netanyahu pazartesi günü yaptığı açıklamada Hamas’ın 7 Ekim saldırısına atıfta bulunarak, “Hamas terör rejiminin çöküşünü sağlayana kadar durmayacağız. Saldırıyı düzenleyenlerden sonuncusuna kadar intikam alacağız” dedi.

İsrail başbakanlık ofisi Hamas’ın Gazze’de yeniden ortaya çıkışıyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

İsrailli yetkililere göre çoğu sivil bin 200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarının emrini veren Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinvar’ın, örgütün Gazze’nin altındaki tünellerinde saklanarak İsrail saldırısından kurtulmayı başarması da zorlukları artırıyor. Tünel ağının beklenenden daha geniş olduğu ortaya çıktı ve daha önce deniz suyuyla doldurmayı denedikten sonra patlayıcı kullanarak tünelleri temizlemeye çalışan İsrail ordusu için özel bir zorluk olarak önünde duruyor.

Grubun uzun vadede savaştan sağ çıkabileceğine olan inancını yansıtan Sinvar, ateşkes görüşmelerindeki arabuluculara Hamas’ın Refah’ta savaşa hazır olduğu ve Netanyahu’nun Hamas’ı dağıtabileceğine olan inancının saflık olduğu mesajını iletti.

Bir Arap müzakereci Sinvar için “O her zaman Hamas’ın hâlâ komutada olduğunu ve savaş alanını terk etmediklerini ve aylarca, hatta yıllarca devam edebileceklerini göstermek istedi” dedi.

Hamas tünellerini, savaşçılarını ve silah stoklarını kullanarak 2006’da parlamento seçimlerini kazanıp 2007’de askeri olarak yönetimi ele geçirdiğinden beri Gazze Şeridi’nin hükümeti olarak hareket eden bir gruptan gerilla savaş gücüne dönüştü.

Bu değişim kısmen grubun 1980’lerdeki ilk Filistin intifadası ya da ayaklanması sırasında Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail askeri işgaline karşı muhalefeti örgütleyen bir grup olarak köklerine dönüşünü yansıtıyor. Gazze’deki güvenlik analistleri ve tanıklara göre, mevcut savaşta bu, vur-kaç taktikleri kullanmak ve daha küçük savaşçı grupları halinde faaliyet göstermek anlamına geliyor.

Grup savaşma konusunda isteksiz olduğuna dair hiçbir işaret göstermedi. İsrail ateşkes görüşmelerinin son turunda, ilerleme kaydedilmemesi halinde, Hamas’a taleplerini yumuşatması için baskı yapmak amacıyla bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin barındığı Refah’a gireceği uyarısında bulundu. Hamas yetkilileri, müzakerecilere ateşkese varmak için yeterince esneklik gösterdiklerini ve Netanyahu’nun Refah’ı işgal etme tehditlerine göz yummayacaklarını söyledi.

Üst düzey Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, 6 Mayıs’ta Dubai merkezli MBC kanalına verdiği mülakatta “İsrail Refah’a saldırmakla tehdit ediyor ve operasyonlarını orada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. Sizi kim durduruyor? Devam edin, saldırınızı gerçekleştirin ve işinizi bitirin” dedi.

Arap müzakereci, ateşkes görüşmelerinin kilit anlarında Sinvar’ın bazen ateş açmayı tercih ettiğini söyledi. Son görüşmeler, Hamas’ın insani yardım için önemli bir sınır kapısına saldırarak dört İsrail askerini öldürmesiyle sekteye uğradı.

Filistinli yetkililere göre savaşın başlamasından bu yana Gazze’de çoğu sivil 35 binden fazla kişi öldürüldü. Bu sayı Hamas savaşçıları ve siviller arasında ayrım yapmıyor.

İsrail geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarına karşılık kuzey Gazze’yi işgal ettiğinde, İsrailli askeri yetkililer kendilerine kuzey Gazze’den başlayarak şeridin bazı bölgelerini Hamas militanlarından temizleme talimatı verildiğini, ancak İsrail güçleri çekildikten sonra bu bölgelerin kontrolünü kimin alacağına dair bir plan yapılmadığını söyledi. İsrail bu yılın başlarında Gazze’nin orta ve güney kesimlerindeki operasyonlara ağırlık verdiğinden güçlerinin büyük bir kısmını kuzey Gazze’den çekmiş ve Hamas’ın yeniden nüfuz kazanması için bir açık kapı bırakmıştı.

Bazı İsrailli güvenlik yetkilileri ve analistler Netanyahu hükümetini Hamas’ın yerini alacak bir otorite için plan yapmamakla suçladı. Diğerleri ise Hamas’ın İsrail ordusuyla işbirliği yapan herkese saldırmakla tehdit ettiği savaşın ortasında alternatif bir Filistin hükümeti kurmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

İsrail askeri sözcüsü Daniel Hagari salı günü yaptığı açıklamada “Hamas’ın yerini neyin alacağına gelince, Hamas’a alternatif bir yönetimin Hamas üzerinde baskı yaratacağına şüphe yok, ancak bu siyasi kademenin yanıtlayacağı bir soru” dedi.

Cibaliya, İsrail’in son günlerde Hamas savaşçılarından temizlemek üzere kuvvet gönderdiği bölgelerden biriydi. İsrail ordusu daha önce de Gazze’nin kuzeyinde örgütün komuta yapılarını çökerttiğini açıklamıştı.

ABD’li yetkililer, İsrail ordusunun kuzeye dönme ihtiyacından endişe duyduklarını belirterek, Biden yönetiminin uzun süredir savaş sonrası bir yönetim planı istediğini kaydetti. ABD’li bir savunma yetkilisi, çatışmaların yeniden başlamasının ordunun orada yaşayan Filistinliler için yeterince çaba göstermediğini ve Hamas ile diğer militanlara geri dönmeleri için alan açtığını gösterdiğini söyledi.

Netanyahu Gazze’de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile çalışmayı reddediyor ve yönetimi Filistinli militan grupları desteklemekle suçluyor.

Hamas ise Gazze’nin bazı bölgelerinde fiili yönetim rolünden vazgeçmiş değil ve militanlarını üniformasız gönderiyor. İsrailli yetkililer Hamas’ın, Hamas liderliğindeki içişleri bakanlığının kontrolü altındaki polis ve sivil savunma organları aracılığıyla nüfuzunu yeniden güçlendirdiğini düşünüyor. Grup aynı zamanda toplumsal bir hareket olarak da varlığını sürdürüyor.

İsrail askeri istihbaratının eski başkanlarından Tümgeneral Tamir Hayman, “Terör faaliyetlerini azaltsanız bile toplumsal yapılar, İslami kardeşlik duygusu, ideolojik ve dini unsurlar hâlâ var. Bu kökten kazınabilecek bir şey değil” dedi.

-Bu makaleye Anat Peled, Fatima AbdulKarim ve Nancy A. Youssef katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English