‘Mevcut Rus ekonomisi ABD ekonomisinin yanında devede kulak kalıyor, ancak Rusya; ABD ile ve hatta yaklaşık 40 ülkeden oluşan Batı sistemiyle yüzleşmeye cesaret ediyor.’
Çin’in İngilizce yayın yapan yayın organı Global Times‘ta “Rusya’yı anlamak için daha yenilikçi bir yola ihtiyaç var” başlıklı bir görüş yazısı yayınlandı. Renmin Üniversitesi, Chongyang Finansal Araştırmalar Enstitüsü dekanı Prof. Wang Wen’in imzasını taşıyan yazıda, genel geçer bilgilerle Rus karşıtlığı yapan Çin akademisi üstü kapalı eleştirildi. Yazıda Rusya’yla ilgili bir dizi soru ortaya atıldıktan sonra şu soru soruldu: “Rusya’nın güveni yalnızca binlerce nükleer silaha, dünyanın en zengin enerji rezervine sahip olmaktan veya Başkan Putin’in şahsından mı kaynaklanıyor? ‘Savaşan ulus’un enerjisi nereden geliyor?”
5 Eylül’de yayınlanan analiz şöyle: (Ara başlıklar Harici tarafından atılmıştır.)
Basında ve kamuoyunda Rusya’nın durgun ekonomisi, tekrarlanan Batı yaptırımlarından ve kaynak kıtlığından muzdarip olmasının yanı sıra savaş bölgesinde kapana kısılmış insanların geçim sıkıntısı hakkındaki olumsuz anlatılar her yerde bulunabilir. Hatta bazı Çinli bilim adamları, Rusya’nın ekonomisinin Çin’in Guangdong veya Jiangsu Eyaletinden daha büyük olmadığını söyleme eğilimindeler.
Rusya hakkında derinlemesine araştırma yapmaya karar vermeden önce kendime sorup durdum: Rusya hakkında konuşurken hangi açıdan bakmalıyız? Rusya’yı altı kez ziyaret ettim, Rus düşünce kuruluşlarıyla düzinelerce seminere katıldım, Rusya hakkında birkaç araştırma raporu yazdım ve TV programlarında Rusya-Ukrayna ihtilafının temel nedenlerini ve seyrini onlarca kez tartıştım… Ama itiraf etmeliyim ki Rusya hakkındaki anlayışım hala yüzeysel. Rusya’yı, internetteki çıkarcı ve kibirli yaklaşımı aşan, yenilikçi bir şekilde gözlemlemek kolay değil.
Çin akademisinin mevcut bilgisi, Rusya hakkında daha fazla şey keşfetme arzumdan kaynaklanan birçok köklü şüpheyi ve ayrıca, Çin-Rusya ilişkilerinin gelecekte kaçınılmaz olarak birbirine daha sıkı bağlanacağına ilişkin stratejik yaklaşımı çözemiyor gibi görünüyor.
Avrupa’nın periferisiydi lideri oldu
İlgilendiğim asıl soru, son 800 yılda Rusya’nın uzak köşedeki zayıf bir nüfustan dünyanın en geniş bölge ve yüz ölçümüne sahip ülkeye nasıl dönüştüğüdür. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bile, Rusya’nın büyüklüğü hâlâ dünyanın ikinci, üçüncü ve dördüncü büyük ülkeleri olan Kanada, Çin ve ABD’ninkinin neredeyse iki katı. Son 800 yılda Ruslar; Moğol, Bizans, Osmanlı, Napolyon, Avusturya-Macaristan, İngiliz ve Alman imparatorluklarının yanı sıra Nazi Almanyası, Çing Hanedanı (1644-1911), Japonya İmparatorluğu ve ABD gibi neredeyse tüm büyük güçlere karşı savaştılar… Bu imparatorlukların çoğu ya yenildi, dağıldı, ortadan kayboldu ya da geriledi.
Rusya da birçok savaşı kaybetti, ancak rejim değişikliklerine rağmen ayakta durabildi. Son 200 yılda dünyanın en güçlü ülkeleri arasında yer aldı ve hatta en çok savaşan ülke olduğu söylenebilir. Bunun arkasındaki sebep nedir?
Bir zamanlar Avrupa’nın kültürel, teknolojik ve entelektüel periferisi, 19. yüzyıldan sonra sanat, müzik, edebiyat, siyaset, matematik, kimya, felsefe, biyoloji, mekanik, uzay gibi alanlarda dünyayı etkileyen pek çok medeniyet üstadını nasıl yetiştirdi? Rus milleti de modernleşme sürecinde giderek daha cesurca mücadele edebildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, dünya ülkelerinin ve nüfusunun neredeyse yarısına liderlik edebildi. Bunun arkasındaki mantık ne ve süreç nasıl gelişti?
Savaşan ulusun enerjisi nereden geliyor?
Sovyetler Birliği 1970’lerde ABD üzerinde bir ivme yakaladı ve hatta ABD’yi bir süre stratejik olarak baskıladı ancak 1980’lerde potansiyelini kaybetti ve sonunda çöktü. O zamandan beri, hem Boris Yeltsin hem de Vladimir Putin’in önderliğindeki ülke, Batı kampına katılmaya çalıştı, ancak başarısızlıkla sonuçlandı. Çin, Rusya’nın bu başarı ve gerilemelerinden ne gibi dersler alabilir? Mevcut Rus ekonomisi ABD ekonomisinin yanında devede kulak kalıyor, ancak Rusya ABD ile ve hatta yaklaşık 40 ülkelik Batı sistemiyle yüzleşmeye cesaret ediyor. Rusya’nın güveni yalnızca binlerce nükleer silaha, dünyanın en zengin enerji rezervine sahip olmaktan veya Başkan Putin’in şahsından mı kaynaklanıyor? “Savaşan ulus”un enerjisi nereden geliyor?
İnternetteki birçok Çinli artık “ABD’den öğrenmeyi” kabul etmiyor. ABD’nin zorbalığı gerçekten tiksindirici. Çin bir zamanlar “Sovyetler Birliği’nden öğrenmişti”. Geleneksel Konfüçyüs öğretisinin “Birlikte yürüyen üç adamdan biri her zaman öğretmendir” ruhuna dayanarak, Çin’in bugün Rusya’dan öğrenebileceği başka bir şey yok mu? Örneğin, sekiz yüzyıla yayılan ve yaklaşık 200 etnik gruptan oluşan Rusya nasıl birleşik bir ulusal kimlik geliştirdi?
Bu soru dizisinin benim “Rus yanlısı” olup olmamamla hiçbir ilgisi yok, ancak bu sorular boyut açısından dünyanın en büyük ülkesine nasıl daha derinlemesine bakılacağına dair yeni bir başlık sunuyor.
Ünlü İngiliz finans dergisi Economist’e göre, Londra’dan Brüksel’e, Yeni Delhi’den Buenos Aires ve Washington’a kadar dünyadan dört bir yanında bir “bürokrasi karşıtı devrim” var.
Trump’ın kural-regülasyon karşıtı hamlelerinin küresel bir eğilimin bir parçası olduğunu savunan Economist, Javier Milei’nin Arjantin’de regülasyonlara karşı “elektrikli testere” kullandığını; Narendra Modi’nin danışmanlarının Hindistan’ın devlet memurlarıyla “sessizce yüzleştiğini”; Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves’in planlama kurallarını elden geçirmeyi ve Londra Heathrow Havalimanını genişletmeyi planladığını; hatta Vietnam’daki komünistlerin bile “bürokrasiyi küçültmek için bir planı” olduğunu yazıyor.
Economist’e göre “doğru yapıldığında”, bürokrasi karşıtı devrim “daha fazla özgürlük, daha hızlı ekonomik büyüme, daha düşük fiyatlar ve yeni teknoloji” getirebilir.
Dergiye göre yatırımsızlığın nedeni regülasyonlar
Yıllardır aşırıya kaçan kuralların konut inşasını, yatırımları ve inovasyonu engellediğini ileri süren Economist, “Fakat Bay Trump deregülasyonun adını kötüye çıkarma riski taşıyor. Hoşuna gidenleri eski haline getirmeden önce hükümetin temel işlevlerini yıkarak işe başlama dürtüsü, insan sefaleti ve iktisadi zarar formülüdür,” iddiasında bulunuyor.
Dergiye göre asıl soru, reformun reform sayılacak kadar cesur ama başarılı olacak kadar da tutarlı hale nasıl getirileceği.
Economist’in bildirdiğine göre Amerikalılar, balın pazarlanması ve satışı ile çocuk pijamalarının yanıcılığına ilişkin standartlara uyulması da dahil olmak üzere federal kurallara uymak için yılda toplam 12 milyar saat harcıyor.
1960’larda 20.000 sayfa olan federal kanun 180.000 sayfaya ulaşmış durumda.
Bunun yanı sıra geçtiğimiz beş yıl içinde Avrupa Parlamentosu Amerika’nın iki katından daha fazla yasa çıkardı. İşletmelerin, Danimarka’daki tipik bir firmaya her yıl 300.000 avroya mal olduğu tahmin edilen çevrimiçi bir formdaki binden fazla alanı doldurarak özenli “sürdürülebilirlik açıklamaları” yapmaları gerekiyor.
Keza Economist’e göre İngiltere’de yarasaları, semenderleri ve nadir mantarları koruyan kurallar yeni altyapı yatırımlarını engelliyor, geciktiriyor ve maliyetini yükseltiyor.
Çıkar grupları tarafından ricada bulunulan hükümetlerin, genellikle uyum maliyetini başkalarına yüklemeyi uygun bulduğuna işaret eden dergi, “Küresel mali krizin kapitalizme olan inancı zedelemesinin ardından, piyasanın iyi davranışları teşvik edeceğine güvenmek saflık olarak görülmeye başlandı,” uyarısında bulunuyor.
Bunun ardından seçmenlerin de daha fazla regülasyon istediğine işaret eden Economist, “Yaşlandıkça ve zenginleştikçe kaybedecek daha çok şeyleri oldu ve hükümetlerden arka bahçelerini ve birikimlerini korumalarını istediler,” iddiasında bulunuyor.
Economist’e göre, belirli gruplar her kuraldan fayda sağlasa bile, toplumun geneli bunun maliyetini üstleniyor. Zengin dünyanın büyük bir bölümünde herhangi bir şeyin inşa edilmesi, ev fiyatlarını yüksek tutan göz korkutucu bir görev haline getiriyor.
Yazıda, “Otoyol projeleri, sonu gelmeyen yargı incelemeleriyle uğraşırken maliyet aşımlarına ve gecikmelere maruz kalıyor. Amerika’da enerji dönüşümü için gerekli metaller için bile maden kazma teklifleri, izin cehenneminde neredeyse on yıl geçiriyor. Aşırı düzenleme en çok uyum departmanlarından yoksun olan küçük işletmelere zarar veriyor ve yenilikçi yeni girişimcileri iş kurmaktan caydırıyor,” deniyor.
‘Sol’u ve ‘sağ’ı birleştiren bürokrasi düşmanlığı
Yerleşiklerin bu nedenle, yani korunaklı olduklarını bildikleri için yatırım yapma konusunda daha az teşvik hissettiğini öne süren Economist, “Düzenleyiciler düzenleyecek yeni şeyler buldukça kurallar da kuralları doğurur. Düzenlemeler ve yaşlanan nüfus nedeniyle zengin dünyada iktisadi büyüme ve üretkenlik yavaşladı,” iddiasında bulunuyor.
Dergi, deregülasyonun “hayvani ruhları canlandıran sihirli bir iksir olabileceğini görmek için tarihe bakmak” gerektiğini öne sürüyor ve Margaret Thatcher’ın İngiltere’sini, 1990’ların başında Hindistan’ı ve 2020’lerde Güney Avrupa liderlerini örnek gösteriyor.
Sağ hareketlerde, aşırı düzenleme döneminin, iktisadi özgürlüğün övülmesine neden olan bir tepkiye yol açtığına işaret eden Economist, solda ise politikacıların yüksek faiz oranları ve artan kamu borçlarıyla birlikte, refah devletlerini karşılanabilir kılmanın tek yolunun hızlı büyüme olduğunu fark ettiklerini düşünüyor.
Bu nedenle dergiye göre, farklı görüşlerden politikacıların bu “dine” bağlandığı nadir bir dönemden geçiyoruz.
Deregülasyonun önündeki engel: İşçi örgütleri
Öte yandan Trump ve danışmanlarının, ekonominin zincirlerini kıracağı inancıyla devlette gelişigüzel kesintiler yapmakta, işçileri işten çıkarmakta ve federal kredi ve hibeleri dondurmakta ısrar ederlerse büyük bir hata yapmış olacaklarına işaret eden Economist, yeniden bölüşümün Amerika’yı “daha adil ve dolayısıyla daha istikrarlı” kılacağını; gıda güvenliği, yol işaretleri ya da banka sermayesi ile ilgili kurallar ve bunları uygulayacak bürokratlar olmadan yaşamın “daha kısa ve daha az güvenli olacağını” savunuyor.
Avrupa’nın, Elon Musk’ın yönettiği Devlet Verimliliği Departmanına (DOGE) şiddetle ihtiyaç duyduğunu ileri süren dergi, “Her bir deregülasyon parçası birçok kişiye küçük faydalar sağlarken, yoğunlaşmış bir azınlığa daha büyük kayıplar getiriyor, bu nedenle reformlar genellikle yerleşik işletmeler, sendikalar veya çevreciler tarafından engelleniyor. IMF’nin hesaplamalarına göre, son 30 yılda zengin dünyada yaşlı işçiler için tartışılan elektrik ve işgücü piyasası reformlarının yarısının hiçbir zaman uygulanmamış olmasına şaşmamak gerekir,” diyerek deregülasyonun önündeki en büyük engellerin işçi örgütleri olduğunu ileri sürüyor.
Takip edilmesi gereken örnek olarak Arjantin’e işaret eden Economist, makaleyi şöyle bitiriyor:
“Bay Milei’nin ekibi, hükümeti ait olmadığı alanlardan nasıl çıkaracakları konusunda 18 ay çalışarak göreve geldi. İktidara geldikten sonra da ekonomiye ilişkin beklentileri sıfırlamak için cesur adımlar atmakta hiç vakit kaybetmediler. Avrupa’nın DOGE tipi bir hırsa, Amerika’nın ise Milei tipi bir hazırlığa ihtiyacı var. Tehlike, ikisinin de bunu doğru yapamayacak olması.”
Ayrışma (decoupling) sancılı olabilir. Almanya bunu 2022’de Ukrayna’nın işgalinin ardından ucuz Rus gazına olan bağımlılığından kurtulduktan sonra zor yoldan öğrendi.
Şimdi Volkswagen ve BMW’den BASF ve Mercedes-Benz’e kadar Alman şirketleri daha sert bir meydan okumayla karşı karşıya: Bir zamanlar kârlarının ana kaynaklarından biri olan Çin ile bağların potansiyel olarak azaltılması. Kurumsal ve siyasi rüzgarlar giderek bu yönde esiyor gibi görünüyor.
Gelecek ay yapılacak seçimlerde Almanya başbakanı olmaya aday olan Friedrich Merz, şirketleri Çin’in “otokrasiler ekseninin” bir parçası olduğu ve buraya yatırım yapmanın “büyük risk” içerdiği konusunda uyardı. “Tüm şirketlere en içten ricam. Kendi şirketinizi tehlikeye atmamak için aldığınız riski sınırlandırın, aksi takdirde derhal zarar yazarsınız,” dedi geçen hafta.
Bu, Çin’le “riskleri azaltma” konusundan belli belirsiz bahseden ama aynı zamanda geçen yıl iş dünyası liderleriyle birlikte Pekin’e yaptığı bir gezide Alman şirketleri için daha iyi pazar erişimi için lobi yapan mevcut şansölye Olaf Scholz’un söyleminden bir değişikliğe işaret ediyor gibi görünüyor. Donald Trump’ın başkanlığıyla birlikte ABD’den de Almanya’nın Washington ve Pekin arasında bir taraf seçmesi yönünde artan bir baskı var.
Büyük Alman şirketleri için tüm bunlar konunun dışında olabilir. Çin ile ilişkiler konusunda karar vermek tamamen onların elinde olmayabilir.
Çin’in devasa nüfusunun ve yükselen orta sınıfının yarattığı potansiyel, Alman otomobil üreticilerini ve metal işleyen sanayi şirketlerini, jeopolitik gerilimler ya da insan hakları konusundaki endişeleri bir kenara bırakarak bu ülkede büyümeye ikna etti.
Ancak Çin’in ekonomik büyümesi ile Almanya’nın Çin’e ihracatı arasında uzun süredir devam eden korelasyon Covid-19 pandemisinden bu yana bozuldu. Almanya’nın Çin’e ihracatı 2015-20 yılları arasında diğer tüm büyük ticaret ortaklarından daha hızlı arttı ancak o zamandan beri geriledi.
Başta otomobil üreticileri olmak üzere Alman şirketleri Çin’de büyük bir pazar baskısıyla karşı karşıya. Yıllardır ucuz, hantal otomobiller ürettikleri için alay edilen Çinli üreticiler – kuşkusuz devlet tarafından büyük ölçüde destekleniyorlar – elektrikli araçlar geliştirme konusunda Alman meslektaşlarını geride bıraktılar.
Alman Otomotiv Endüstrisi Birliği’ne göre, Alman otomobil üreticilerinin Çin’deki elektrikli araç pazar payı 2024 yılında sadece yüzde 4’tü ve bu oran tüm ülkeler arasında en düşük seviyedeydi. Çin’deki elektrikli araç satışları Avrupa, ABD, Kanada, Japonya ve Güney Kore’nin toplamının iki katından fazla olduğu için bu durum önemli.
Alman olmayan bir otomotiv patronu, Alman üreticilerin Çin’den vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyor ki bu, geçmişte pazarın onlar için ne kadar kazançlı olduğu düşünüldüğünde özellikle zor bir şey. “Payları neredeyse sıfıra inecek. Bu acı verici olacak,” diye ekliyor.
Sorun, sürecin ne kadar sancılı ve hızlı olacağı. VW 2019 yılında Çin’de 4,2 milyon otomobil teslim ederek 4,4 milyar Avro işletme kârı elde etti. Bu rakamlar 2023 yılına gelindiğinde 3,2 milyon teslimata ve 2,6 milyar Avro işletme kârına düştü.
Şanghay danışmanlık şirketi Automobility’nin verilerine göre, Çin’de yabancı markaların satışları 2020’de yüzde 60’ın üzerindeyken, pazar payı yüzde 40’ın altına düşerek rekor seviyeye geriledi. Çin hala VW, BMW ve Mercedes için satışların dörtte biri ile neredeyse yarısını temsil ediyor ve bu da daha fazla acı çekilebileceğini gösteriyor.
Ancak Alman otomobil üreticilerinin sahip olduklarını korumak istemeleri bazı garip gelişmelere yol açıyor. Analistler, VW gibi Alman grupların bu yılki yeni AB kirlilik kurallarını karşılamak üzere karbon kredisi satın almak için Çinli rakiplerine yüz milyonlarca euro ödemek zorunda kalabileceğini tahmin ediyor.
Bir de BMW ve Mercedes’in Çinli üreticilere katılarak Çin’den gelen elektrikli araçlara uygulanan gümrük vergileri nedeniyle AB’ye dava açması var. Mercedes’in CEO’su Ola Källenius da bu ay FT’ ye yaptığı açıklamada AB’nin bunun yerine Çinli otomobil üreticilerini Avrupa’da daha fazla fabrika açmaya teşvik etmesi gerektiğini söyledi.
Alman otomobil üreticileri de AB’nin 2035 yılından itibaren yeni fosil yakıtlı otomobillerin satışını yasaklamasına karşı çıkıyorlar. Tüm bunlar, Almanya’nın bir otokrasiden ayrılma konusundaki isteksizliğinin AB politikasını istenmeyen bir yöne mi sürüklediği sorusunu gündeme getiriyor.
“Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığı yenilenebilir enerjiye geçişi yavaşlattı. Şimdi de elektrikli araçlara geçişimizi yavaşlatmalarından endişe ediyorum,” diyor Avrupalı bir sanayi patronu.
Almanya’nın bu riskten arınma ya da ayrışma sürecinin nasıl sonuçlanacağı önümüzdeki yılların başlıca Avrupa şirket hikâyelerinden biri olacak. Şirketleri kendilerini Çin pazarından dışlanmış ve/veya Çinli rakipleri tarafından kendi ülkelerinde alt edilmiş buldukları bir kaybet-kaybet durumundan kaçınabilecekler mi?
İsrail, Gazze’nin yeniden inşasında Türkiye ve Katar’ın rolüne karşı çıkarken, bu ülkelerin Suudi Arabistan ve Trump yönetimiyle ilişkileri daha fazla ağırlık taşıyor olabilir. Mısır ise Trump’ın son önerisini, uzun süredir devam eden ekonomik durgunluktan çıkış yolu olarak görüyor.
Zvi Bar’el
Hamas’ın gözetiminde kuzeye giden Gazzeliler, ABD Başkanı Donald Trump’ın enkazı “temizlemek” ve yeniden inşaya başlamak için Gazze’yi boşaltma çağrısına bir cevap niteliğinde. Trump’ın emlak zengini mantığı, bazı müttefikleri tarafından destekleniyor, ancak Filistinlilerin “sumud” (kararlılık) kavramını göz ardı ediyor. Filistinliler, yıkıntılar ve enkaz altında kalsa bile topraklarına tutunmaya devam ediyor.
Gazze’nin kuzeyinde savaşın yarattığı yıkıma ilk kez tanıklık eden yaklaşık bir milyon yerinden edilmiş Gazzeli için öncelikli mesele suçlu aramak değil. Bunun yerine, molozların arasında eski evlerini bulmaya, eşyalarını geri almaya ya da bir çocuğun kaybolan oyuncağını bulmaya çalışıyorlar.
Hepsinden önemlisi, yıkıntıların altında gömülü olan sevdiklerinin kalıntılarını bulmayı umuyorlar. İhtiyatlı tahminlere göre, enkaz altında 10 bin ölü bulunuyor. Şu ana kadar 46 bin kişinin öldüğü kaydedildi. Önümüzdeki günlerde aileler, ateşkesin ne kadar süreceğini bilmedikleri için enkaz altından sevdiklerinin cesetlerini çıkarmaya ve hızla defnetmeye çalışacak.
Birleşmiş Milletler’in (BM) bir raporunda yaklaşık 1.8 milyon Gazzelinin evsiz kaldığını tahmin ediyor. Öncelikli ihtiyaçlar arasında barınak sağlamak, ateşkes anlaşmasına bağlı olarak ulaştırılmaya başlanan insani yardımların dağıtımını organize etmek ve geçici su ve elektrik altyapısını oluşturmak yer alıyor.
Hamas, yerinden edilenlerin evlerine dönmelerine yardımcı olmak üzere 5,000’den fazla aktivisti harekete geçirerek bu çabayı koordine ediyor. Ayrıca uluslararası topluma ve yardım kuruluşlarına 135.000 çadır ve karavan için çağrıda bulundu. Şucaiyye Mahallesi gibi bazı bölgelerde çadır kampları şimdiden kurulmaya başlandı ve yerleşime hazır.
BM’ye göre, doğrudan altyapı hasarının maliyeti 18,5 milyar dolar, yalnızca enkaz kaldırma işlemi ise 1,2 milyar dolara mal olacak. Gazze’nin yeniden inşasının toplam maliyetinin 40 milyar dolara ulaşması ve 2040 yılına kadar sürmesi bekleniyor.
Filistin Yönetimi, Gazzelilerin evlerine dönüşüne yardımcı olmak için bir operasyon odası kurduklarını duyurdu. Ancak bu durum kafa karıştırıcı. Zira İsrail, Filistin Yönetimi’nin Gazze’de herhangi bir yönetim rolü üstlenmesine resmi olarak karşı çıkıyor. Öte yandan, Hamas da dönüş sürecinin kontrolünü tamamen elinde tutuyor. Filistin Yönetimi’nin oynayabileceği tek rol, Refah Sınır Kapısı’nın yeniden açılması olabilir.
Mısır ve ABD ile varılan anlaşmalara göre sınırdan geçiş, İsrail’in Gazze’den ayrılması sırasında İsrail, Mısır ve Filistin Yönetimi arasında yapılan anlaşmaya benzer bir formatta işleyecek.
Daha önemli olan operasyon odası Mısır’da bulunuyor ve İsrail, ABD, Filistin Yönetimi ve Katar’ı kapsıyor. Amacı ateşkes anlaşmasının uygulanmasını koordine etmek ve denetlemek olan operasyon odası, Gazze sakinlerinin Gazze’nin kuzeye dönüşünden, rehinelerin ve Filistinli tutukluların serbest bırakılmasından ve Refah’tan geçişin yönetim prosedürlerinden sorumlu.
Operasyon odasının birincil amacı, rehinelerle ilgili ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasının önündeki engelleri kaldırmak ve ardından üçüncü aşamaya geçmek. Bu aşama Gazze’nin yeniden inşasını kapsıyor. İsrail’de yayınlanan kısa anlaşma metninde, bu aşamaya sadece bir buçuk satır ayrılmış durumda.
İsrail kamuoyunda birinci aşamadaki esir takasının tamamlanmasının ardından savaşın yeniden başlayıp başlamayacağı tartışılırken, Arap dünyasında asıl mesele Gazze’nin yeniden inşası. Maliyet büyük ölçüde Arap ülkeleri tarafından karşılanacak.
Ürdün gibi Mısır da pazar günü yaptığı açıklamada Başkan Trump’ın Gazze’nin yeniden inşası için Gazzeli mültecileri “kısa ya da uzun vadede” topraklarına kabul etme önerisini kesinlikle reddettiğini açıkladı. Ancak Kahire, Trump’ın “yüzyılın anlaşması” kapsamında Gazze’nin yeniden inşasını, El Ariş’te bir havaalanı ve liman inşasını ve Sina’da Gazzelilere iş imkânı sunacak büyük bir sanayi parkı kurulmasını içeren planını yakından takip ediyor. Trump’ın mültecilerin transferini içermeyen son önerisi Mısır’da ABD başkanının Gazze’nin yeniden inşası konusunda kararlı olduğunun bir işareti olarak görülüyor.
Mısırlı ekonomistler, müteahhitler ve iş adamları umutlarını bu gelişmeye bağlamış durumda. Mısır’ın önde gelen bir inşaat yöneticisi, Emirlik gazetesi Al-Sharq’a verdiği bir röportajda “Refah’ın Mısır tarafında prefabrik konut üretecek bir fabrika kurulması mümkün. Bu sayede binlerce Gazzeliye barınma sağlanabilir. Ardından çimento ve inşaat malzemeleri üretecek fabrikalar kurulabilir” dedi ve böylece Trump’ın neredeyse altı yıl önce sunduğu vizyonu uygulamaya başladı.
Büyük Mısırlı inşaat şirketleri, çimento, demir, cam ve ahşap fabrikalarının sahipleri, ağır iş makineleri operatörleri için Gazze, uzun süredir devam eden ekonomik durgunluk ve işsizlikten çıkış anlamına geliyor. Ancak bu işlerin finansmanının sağlanması ve ödemelerin garanti edilmesi gerekiyor.
Bu şirketler, Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin yeni bir idari başkent de dahil, büyük inşaat projeleri başlattığında çok sayıda mühendislik ekipmanı satın aldı. Ancak ekonomik çalkantılar Mısır’ı iflasın eşiğine getirdi.
Ardından gelen ekonomik reformlar mevcut durumu daha da kötüleştirdi: Mısır lirasının serbest bırakılması para biriminin değerini düşürdü, Mısır vatandaşlarının alım gücü düştü; fiyatlar yükseldi, un ve yakıt sübvansiyonları da dahil sübvansiyonlar kesildi. Mısır, Kızıldeniz’deki Husi saldırılarının ardından Süveyş Kanalı’ndan elde ettiği gelirleri kaybetti. Ağır dış borç 168 milyar dolara ulaştı. Sonuç olarak, birçok proje duraklatıldı, donduruldu ve hatta iptal edildi.
Mısırlı inşaat ve altyapı şirketleri, çok sayıda ekipman ve iş gücüne sahip olmalarına rağmen yeterli projeye sahip değil. Bunlardan bazıları, özellikle 2021’de Duvar Kalkanı Operasyonu’nun sonunda varılan ateşkes anlaşmasının ardından Mısır’ın Gazze’deki yeniden inşa çalışmaları için 500 milyon dolar tahsis ettiği dönemde Gazze’de çalışmıştı. Çalışmalar Mısırlı şirketler tarafından yürütülmüştü.
Yeşil ışık bekleyen tek ülke Mısır değil. Türkiye, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri de Gazze’nin yeniden inşasına katılmak istiyor. Haaretz’e konuşan bir Türk diplomat, Ankara’nın bu süreçte yer almak için “İsrail ile ilişkilerini onarması gerektiğinin farkında olduğunu” söyledi: “Ateşkes kalıcı hale gelir ve savaş gerçekten sona ererse Türkiye’nin İsrail’le ticareti yeniden başlatması mümkün.”
Türkiye Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Başkanı Nail Olpak da geçen hafta benzer açıklamalar yapmıştı. Ancak İsrail; Türkiye ve Katar’ın Gazze’nin yeniden inşasına müdahil olmasına karşı çıksa da bu kararda son sözün kendisine ait olup olmayacağı belirsiz. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın birbirleri ve Trump ve ailesiyle olan yakın ilişkileri, Gazze’nin geleceğini belirleme tekelini İsrail’den alabilir.