Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 4

Yayınlanma

Rusya: ekonomi, sorunlar, istikrar halkaları, çözüm arayışları — 4

Sınai üretim hacminde genişleme

Grafik 11, Rosstat verilerine dayanarak aylık sınai üretim hacmini özetliyor. 2019 gene 100 olarak alındı. İki eğri arasındaki fark savunma sanayisinin sivil sanayi üzerindeki muazzam etkisini, üstelik son derece mütevazı bir şekilde gösteriyor. Aslında yeşil eğri de doğrudan savunma çıktılarını göstermiyor (bunu gösteren bir istatistik yok zaten), ama gene sivil sanayi ürünü olmakla birlikte savunmayla da ilişkili olabilecek çıktıları (diğer gruplara dahil olmayan metal ürünleri imalatı, bilgisayar, elektronik, optik, hava taşıtları, diğer gruplara dahil olmayan taşıtlar) kapsıyor. Mavi eğri ise bu çıktılar düşüldükten sonrasını gösteriyor.

Grafik 11. Sınai üretim

Birinci durumda 2023 ortalarından geçen yılın sonuna kadar yüzde 3 kadar artış var, ikinci durumda ise sadece yüzde 1 seviyesinde; başka deyişle, bu ikinci durumda 2023 ortalarından beri stagnasyon gözlendiği bile ileri sürülebilir. Ancak bu yanıltıcı olur. Savunma sanayisinin her yerde ve her zaman kaldıraç rolü taşımasından başka, Rusya’da savunma sanayisi Sovyet mirasıdır ve bu, askeri ve sivil sanayinin ayrılmazlığı fikri üzerine kuruludur. Bu nedenle çoğu zaman, savunma harcamalarının GSYH’nın giderek daha büyük bir bölümünü kapsadığından yakınmanın da anlamı yoktur.

1990’da o zamanki SBKP genel sekreteri Gorbaçov, SSCB dışişleri Şevardnadze, genelkurmay başkanı Lobov ve diğerleri bundan çok yakınırlardı. İlki kendi değil CIA verilerine dayanarak yüzde 15, ikincisi yüzde 19, üçüncüsü “üçte bir, hatta daha fazla” demişlerdi. Gerçekte bu oranın yüzde 10-12’den fazla olması mümkün değildi. Dahası (benim “Rusya…”dan aktarıyorum): “1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar savunma sektörü, diğer sektörleri teşvik etmiştir; Sovyetler Birliği’nde askeri harcamaların tırmanışı, milli gelirin artışına paraleldir. Sektördeki istihdam oranı da bunu gösterir: 1980’lerin sonunda savunma sektöründeki toplam 1.800’ün üzerinde işletmede yaklaşık 4,5 milyon insan çalışıyordu; bunların 800 bin kadarı da bütünüyle bilimsel faaliyetlerle uğraşıyordu. Demek ki, Sovyet işgücünün yaklaşık dörtte biri bu sektörde istihdam edilmişti. Aile üyeleri de katıldığında, 12-15 milyon insan savunma sektörüyle irtibatlıydı; bu da Rusya’da her on kişiden biri demekti.” Sektörün bugünkü istihdam kapasitesiyle ilgili bir veriye rastlamadım; bununla birlikte sektör, savunma sanayisinin güçlü olduğu şehirler başta olmak üzere ciddi bir iktisadi canlılık yaratıyor. Bütçedeki askeri harcama kalemleri ise (“milli savunma” ve “milli güvenlik ve kolluk”) toplam 17 trilyon ruble. Eğer 2024’te GSYH, İktisadi Kalkınma Bakanlığı’nın tahminlerine uygun olarak yüzde 3,2 büyüdüyse, bu miktar GSYH’nın yüzde 9,5’i yapar ki Sovyetelr Birliği rakamlarıyla uyumlu demektir.

Burada kritik bir durum yok, aslında tam da beklendiği gibi, üstelik savunma sanayisinin etkisi tam olarak yansımıyor, dolayısıyla sanayide imalat sektörüne dayalı büyüme daha büyük olabilir. Gerçekten de maden ve mineral kaynakları üretiminde düşüş gözleniyor (yaptırımlar yüzünden beklenen bir sonuç); elektrik, ısıtma vb. ve su temini, atık idaresi vb. alanında sabit bir durum var. Ancak imalat sektörü en azından 2024 ekimine kadar doğrusal büyüyor.

Bu sektörde durgunluk ancak son birkaç aydır gözleniyor. Gene de imalat sektörünün genel durumu alarm vermekten uzak. Öte yandan tekstilde 2024 başından beri sürekli bir düşüş, gıda mamullerinde ise son iki çeyrektir stagnasyon var. Dış ticarete yönelik imalatta gerileme gözleniyor, ancak selüloz, poligrafi, kimya, taşıt dışında hazır metal, elektronik, ulaştırma araçları ve ilaç üretimi düzenli bir şekilde artıyor.

Grafik 12. Sanayi yatırımları

Sanayideki büyüme sermaye yatırımlarından da gözlemlenebiliyor (bak. Grafik 12). 2022’deki ilk şoka rağmen toplam yatırımlarda bir önceki yıla göre yüzde 6,7 artış vardı; 2023 ve 2024’te bu artış yüzde 9,8 ve 9,5 oldu. Makine ve gereç yatırımları ise 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 12 düştü, 2023’te yüzde 4, 2024’te ise yüzde 17 arttı. Bununla birlikte 2022 şoku makine ve gereç çıktısında muazzam bir düşüşe (yüzde 20) neden oldu. Bu durum ertesi yıl telafi edilemediği gibi 2024’te de düşüş devam etti. Gerçi makine üretimi alanına yapılan yatırımlarda bir artış var, ancak hem bu alanda üretimin daha uzun süreli bir süreç olması hem de yatırım oranının toplam yatırımın altında kalması yüzünden yeterli değil. Bu durumda yaptırımlar yüzünden keskinleşen teknoloji bağımlılığının da etkisi var. Bunların yurtdışından temin edilmesi imkanı, eğer Türkiye, Kazakistan vb. ülkelerden paralel ithalat sayılmazsa Çin dışında hemen hemen kalmadı; onunla da (yıl sonu itibariyle büyük ölçüde çözülmüş görünüyor olsa bile) ödemeler problemi riski devam ediyor.

Burada bir başka sorun, hem makine ve gereç üretiminde hem de bunların sanayiye uygulanmasında kalifiye eleman ve yetersiz istihdam sorunu. Durum şaşılacak kadar 1930’ları hatırlatıyor; o zaman da kadro sorunu sınai kalkınmanın önünde engeldi ve bu nedenle “her şeyi kadrolar çözer” bir devlet eğitim seferberliği sloganı haline gelmişti. Bugün de en önemli milli projelerden biri “Kadrolar”.

Grafik 12’yi çeyreklere göre düzenlemek mümkün olsaydı eğer, MB’nın para-kredi siyasetinin etkisi açıkça görülürdü. 2024’teki sermaye yatırımları esas itibariyle (1) devlet projelerinden ve (2) 2022 sonundan beri görece düşük kredi faizlerinden kaynaklanıyor olmalı; eğer öyleyse ilk iki çeyrekte yıl ortalamasını yükselten büyük bir büyüme yaşanmış demektir. Dolayısıyla, her şeye rağmen 2024’te de sanayi yüzde 3,5-3,7 kadar büyümüş olmalı. Ama 2025’te eğer para-kredi siyaseti düzeltilmezse yatırımlar düşecektir.

Eğer temel sorunlar çözülürse 2035’de (önümüzdeki 10 yılda) sanayi üretimi 2021’in 2 katına çıkabilir. En kötü durumda ise 1.5 katı kadar olacaktır ki bu olumsuz senaryo sayılmalı.

Risk verileri

Grafik 13. Nakliye

Nakliye. Bütün bu istikrar halkalarına rağmen MB’nın para-kredi siyasetinden başka da giderek artmakta olan risk verileri var. Durumun endişe verici bir olduğunu gösteren bir tablo toplam nakliye hacminde ortaya çıkıyor. Grafik 13 verilerine göre boru hatları kapasitesi düşüldüğünde en düşük nakliye miktarı kilometre başına 239,2 milyar tonla nisan 2020’de gözlemlenmişti ve bu doğrudan doğruya pandemiyle ilişkiliydi. 2022 boyunca ani gerilemenin ardından 2022 sonundan bir sonraki yılın şubat-mart aylarına kadar ciddi bir artış gözlendi ve 263,5 milyar tona kadar yükseldi; ancak bu tarihten sonra taşınan yük miktarı tekrar tedricen düşmeye başladı ve en nihayet geçen yılın ekim ayı itibariyle 248,3 milyar tona kadar geriledi.

Grafik 14. Tarımsal üretim

Tarım. Tarımsal üretim hacmi de (bak. Grafik 14) nakliyenin neredeyse bir kopyası. Tarımsal üretimde mevsim şartlarıyla düşüş her zaman beklenebilir bir şey, ani dalgalanmalar da bunu gösteriyor zaten; ama 2023 bahar hasadından beri tedricen düşme eğrisi belirgin.

Grafik 15. İnşaat

İnşaat. Sivil sanayinin en önemli motor sektörlerinden biri inşaat sektörü. Bunun halkın konut sorununun çözüm vasıtası olması itibariyle siyasi önderlik açısından da önem taşıdığını belirtmiştim. Sektör mevcut birikimiyle en az iki yıl daha projeleri sürdürebilir durumda, ancak geleceğe yönelik tablo hiç iç açıcı değil. (Bak. Grafik 15.)

Eğer büyümenin devam etmesi bekleniyorsa bunun yolu bütçe harcamalarının artırılması, milli projelerin hızlandırılması, ithal ikamesinin yaygınlaştırılması, sermaye çıkışının önlenmesi, sermaye kontrollerinin artırılması, ücretlerin artırılması, istikrarlı bir büyüme, teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması vb.nden geçer. Ama MB’na göre bütün bunlar enflasyon hedeflerine ulaşılmasını engelliyor, çünkü enflasyonun başlıca nedeni talep artışı; bu nedenle bütçe harcamalarının azaltılması, ekonominin aşırı ısınmasına son verilmesi (sanayinin rölantiye alınması ve dolayısıyla işsizlik), milli projelere son veya hiç değilse ara verilmesi, tüketici kredileri faizlerinin alabildiğine yükseltilmesi ve ayrıcalıklı kredi uygulamasına bütünüyle son verilmesi ve böylelikle ortalama birinin kredi imkanının ortadan kaldırılması, ücret artışına son verilmesi ve nakit dolaşımını sınırlayarak mevduat artımına gidilmesi… gerekli.

“Enflasyon talep kaynaklı” dogmatizmine dikkat edin. Rusya’da enflasyon (mesela Türkiye’de olduğu gibi) aşırı kâr kaynaklı değil, bunun başka yapısal nedenleri var; ama talep kaynaklı da değil. Kaldı ki MB önerilerinin toplamı zaten resesyon anlamına geliyor.

Rusya ekonomisi şimdiye kadar MB’na rağmen büyümeye devam etti. Bunun başlıca nedeni devletin metazori uygulamalarından başka milli projelerin devam etmesi, bütçe harcamaları ve alım gücünün yükseltilmesiydi.

Ancak enflasyon denince iktidar açısından da, halk açısından da akan sular duruyor, sebeb-i mevcudiyetini enflasyonu düşürmek şeklinde formüle eden (ve bunu da beceremeyen) MB’nın siyasi iktisadı bu nedenle hâlâ az çok karşılık görüyor.

Bu saplantı bana biraz 2022’deki teknik temerrüdü hatırlatıyor. O zaman da temerrüde düşmemek (ve bunun anlamı, gerçekte, “temerrüde düştü demesinler”den başka bir şey değildi) ve borçlarını ödemek için hükümetin neredeyse takla atmadığı kalmıştı. Ve sonunda OFAC dayatmalarıyla Rusya temerrüde düştü — düştü, çünkü yaptırımlar yüzünden borçları ödeme imkânı elinden alınmıştı.

Ve hiçbir şey olmadı! Tersine, bu saplantının da bütün başka saplantılar gibi anlamsız olduğu, iktisadi faaliyet sürdüğü sürece temerrüdün hiçbir şey ifade etmediği, hatta tam tersine, bu faaliyetlerde yabancı bağımlılığının ortadan kaldırılması için kaldıraç rolü oynayabileceği ortaya çıktı.

Enflasyon bu kadar da etkisiz değil elbette. İşsizlik oranlarının rekor seviyede düşük olduğu, bütün sektörlerde işgücü ihtiyacının yakıcı şekilde hissedildiği bir ortamda çalışanlar için ücret artışı her halükarda enflasyonun üzerinde olacaktır, ama ek endeksleme yapılmazsa emekli maaşları ve sosyal yardımların erimesi tehlikesi var. Bu ikincisi kitlelerin siyasi iktidar etrafında konsolidasyonu için şart; dolayısıyla ücretin enflasyonla baskılanıp eritilmesi aslında görece küçük bir tehlike.

Enflasyonun en temelde iki tehlikesi var. Birincisi, bir döngü yaratma riski. Pek olası değil, ama tamamen imkansız da değil. İkincisi ise 90’ların rekor enflasyonunu, kütlesel mülksüzleşmeyi, sefaleti hatırlatması.

Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 3

GÖRÜŞ

Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması -1

Yayınlanma

Çeşitliliğin Birliğinden Hindu(tva) Birliğine

Mohandas Karamchand Gandhi (1869-1948), namıdiğer Mahatma (Yüce Ruh) Gandhi, Hinduizm adına uyguladığı kapsayıcılığı ritüel ile değil, eylem ile yapan belki de ilk “üst kast” Hindu’ydu. Gelecek kuşakların kasttan arınmış olması için kastlar arası evliliği güçlü bir şekilde savundu. Ve İngiliz sömürgecileri tarafından titizlik ile beslenen Hindu-Müslüman ayrımına köprü olma davası uğrunda şehit oldu.

Bhimrao Ramji Ambedkar (1891-1956), namıdiğer Babasaheb (Saygın Baba) Ambedkar, “kast dışı” Dalit (Dokunulmaz/Dışlanmış) olarak doğup ayrımcılığa maruz kalmış, eğitime karşı tabuları yıkarak yurtdışında doktora yapmış ve eşitlikçi bir dünya için mücadeleye liderlik etmek üzere Hindistan’a dönmüş, Hindistan Anayasası’nın taslağının hazırlanmasına öncülük ederek bağımsız Hindistan’ın ilk Hukuk Bakanı olmuş ve daha sonra binlerce takipçisi ile birlikte kast sistemine inanmayan bir inanca, Budizm’e geçmiştir.

1932’de Gandhi ve Ambedkar arasında Planlanmış Kastlar ve Planlanmış Kabileler (alt kastların resmi söylemi) için devlette rezervasyonlar sağlayan bir anlaşmanın ardından Gandhi’ye karşı “üst kast” komplosu başlayacaktı. Bu dönemde tapınaklar ve köy kuyuları Dalitlere açılmış ve Hindistan’da geçici olarak bir Rönesans umutları yeşermişti. Buna öfkelenen üst kastlı bir çete, Gandhi’ye bir dizi suikast girişimi başlattı ve altı başarısız girişimden sonra yedincisi 1948’de amacına ulaştı. “En üst kast” Brahmin (rahip kastı) bir aileden doğan Vinayak Damodar Savarkar “fikir babası” olarak adlandırıldı, ancak destekleyici kanıt eksikliğinden beraat etti. Savarkar 1966’da öldükten sonra kanıtlar Kapoor Komisyonu Raporu’nda ortaya çıkacaktı.

V.D. Savarkar (1883-1966), Hindistan’ı bir Hindu devleti olarak kökten yeniden yapılandırma projesi Hindutva’nın (1923) teorisyeniydi. 1923’te “Essentials Of Hindutva – Hindutva’nın Temelleri” (Bombay: Veer Savarkar Prakashan, 1. basım 1923) adlı eseri, 1928’de “Hindutva: Who Is a Hindu? – Hindutva: Hindu Kimdir?” adı ile yeniden yayınlandı. Bu eser, birçok bakımdan Hindu milliyetçi inancının temel metnidir. Savarkar, Hindu milliyetçiliğinin kendi inşası Hindutva’nın, Hinduların gerçek dini Hinduizm’den daha büyük olduğunu ilan etti.

Hindutva terimi, yani sözcüğün tam anlamı ile “Hinduluk” kavramı 20. yüzyılda icat edildi ve Savarkar tarafından aynı isimli kitabında popüler hale getirildi. 1923’te yayınlanan kitabın orjinal ismi Hinduizm’di ancak başlığı Hindutva sözcüğü yazılı bir kağıt etiket ile örtüldü. Kitap tarih dışı, mantıksız ve çelişkili iddialarda bulunuyor ve Savarkar’ın takipçileri için dahi kafa karıştırıcı olmuş olmalı ki 80 yıl sonra, Hindistan’ın şu anki iktidar partisi Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP, Hindistan Halk Partisi) Savarkar’ı yüceltmeye başladığı 2003 yılına kadar yalnızca yedi baskı yayınlandı. Savarkar, Hinduizm için en derin antik çağa sahip olduğunu iddia etti; Hindu teriminin Yunanlar, Persler ve Araplardan geldiğini kabul ederken antik Hint destanı Ramayana’yı gerçek tarih olarak ele aldı. Oysa gerçekte Hindu terimi Vedalar, Upanishadlar, Bhagvad Gita veya Smritiler ve Puranalar gibi kutsal metinlerde bulunamaz.

Savarkar, etnik, kültürel ve politik açıdan “Hindu olma niteliğini” tanımlamak için “Hindutva” terimini seçti. Bir Hindunun, Hindistan’ı anavatanı (matrbhumi), atalarının toprağı (pitrbhumi) ve kutsal toprağı (punya bhumi) olarak gören kişi olduğunu savundu. Savarkar’a göre Hindistan, Hinduların toprağıdır çünkü etnik kökenleri Hinttir ve Hindu inancı Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Hindistan’da doğan Sihizm, Budizm ve Jainizm gibi diğer inançlar da Savarkar’ın terimleri ile aynı üç kriteri yerine getirdikleri için Hinduizmin varyantları olarak nitelendirildi; ancak Hindistan dışında doğan İslam ve Hristiyanlık değil.

“Peki Hinduizm’i Hindutva’dan nasıl ayırt edeceğiz?”

“Müslüman ve hatta Dalit Hintlere yönelik ötekileştirme ve şiddetin yanı sıra, hepsi Hindu olarak doğan rasyonalist Hintlere yönelik ötekileştirme ve şiddet nasıl açıklanabilir peki?”

Bunu üç nokta ile özetleyelim:

“İlk nokta; Hinduizm hem yerli hem de geçmişten gelen kültürel uygulamaların dinamik bir bileşimidir:”

Hinduizm’in taşa kazınmış veya tanrının eli ile yazılmış bir din olmaktan çok, yerli halkların, bazıları geçici olarak gelen ve diğerleri kalıcı olarak kalan sonsuz bir ziyaretçi akışı ile temas kurması sırasında zamanla evrimleşen kültürlerin bir bileşimi olmasıdır. Senkretizm o kadar karmaşık bir şekilde evrimleşmiştir ki yalnızca bir sömürgeci güç veya böl ve yönet ile ilgilenen bir yönetici elit, akışları deneyebilir ve ayırabilirdi.

“İkinci nokta; Sanatan, Aryan, Vedik, Hindutva ise Brahmanik bir üstünlük projesidir:”

Bu, böl ve yönet fenomenini, diğer ismi ile “kast sistemini” anlatıyor. Sanatan (sözcüğün tam anlamı ile “ebedi” anlamına gelir), Aryan, Vedik, Hindutva, hepsi antik çağ iddialarıdır. Brahminler kast hiyerarşisinin tepesindedir ve 1915’te kurulan siyasi parti Hindu Mahasabha’ya (Hindu Büyük Meclisi) 1930’larda başkanlık eden Savarkar veya Rashtriya Swayamsevak Sangh’a (RSS, Ulusal Gönüllü Organizasyonu) başkanlık eden Keshav Baliram Hedgewar ve Madhav Sadashivrao Golwalkar gibi insanların Brahmin olması kesinlikle tesadüf değildir. Ayrıca Hindu Mahasabha, RSS ve Müslüman Birliği’nin hepsinin 1942 yılında, tam da Hindistan’ın özgürlük mücadelesi zirveye ulaştığı sırada İngilizler ile işbirliği yaparak hükümetler kurduğu da tarihi bir gerçektir.

“Üçüncü nokta; Kast seçkinleri tarafından kontrol edilen bilgi, güçsüzleri hayali şeytanlara karşı bitmeyen bir savaşa dahil eder:”

Brahminler tarihsel olarak kendilerini ve üst kast müttefiklerini iktidarda tutmak için bilgiyi kontrol ederken çalışan çoğunluğun “kirli işleri” yapmasını sağladılar. Bağımsızlık mücadelesi ve laik demokrasinin idealleri bir dereceye kadar iktidar üzerindeki kontrollerini gevşetti, sonrasında ortak bir düşman yaratma hilesi ile kast üstünlüğünü yeniden iddia etme girişimi baş gösterdi. Hindutva düşmanlarını Müslümanlar, Hristiyanlar ve Komünistler olarak sıraladı. Hitler’in “ulusal” gururunu alkışladı ve azınlıklarla başa çıkma konusunda Nazi modelini öne sürdü. Hitler gibi Hindutva da “ırk üstünlüğüne” inandı ve dünya hakimiyeti hayal etti. Söz ile ifade etmeseler de 1948 yılında Gandhi suikastı, listeye yeni bir düşman daha ekledi: Hindutva projesine karşı çıkan Hindular.

Savarkar, zamanın ırk doktrinlerine uygun olarak, Hindutva’yı Hindu “ırkında” bulunan ve doğrudan Hinduizmin belirli ilkeleri ile özdeşleştirilemeyen tanımlanamaz bir nitelik olarak tasarladı. Ancak elbette Hindutva kavramı, Hinduizm inancı ile ilişkili olarak açıklanmadığı sürece hiçbir anlam ifade etmeyecekti. Bu yüzden Savarkar, Hinduizm’in Hindutva’nın yalnızca bir türevi, bir parçası olduğunu iddia etti. Ona göre, din bu yüzden onunla eşanlamlı olmaktan çok, politik fikrin bir alt kümesiydi. Yani Hindutva Hindu dininden daha fazlasıdır ve bir politik felsefe olarak kendini Hindu inancının taraftarları ile sınırlamaz.

Savarkar ayrıca bir Müslümanın veya bir Hristiyanın, Hindistan’da doğmuş olsa dahi, Hindutva’nın üç esasına bağlılık iddia edemeyeceğini savundu: “Ortak bir ulus” (rashtra), “ortak bir ırk” (jati) ve “ortak bir uygarlık” (sanskriti). Hindular, böyle tanımlandıklarında, antik çağlardan beri var olan Hint ulusunu oluşturuyorlardı. Savarkar’ın Hindutva vizyonu, Hindistan’ı, tüm Hint altkıtasına yayılmış ve bölünmemiş Hindistan’da (Akhand Bharat) kök salmış bir “Hindu Rashtra”nın (Hindu Ulusu) canlandırıcı ilkesi olarak görüyordu; bu, Chandragupta ve Ashoka yönetiminde altkıtanın çoğunu kendi toprak kontrolleri altında birleştirmeyi başaran Mauryalar (MÖ 320-MÖ 180) gibi antik hanedanların toprak özlemlerine karşılık geliyordu.

Savarkar için “Hinduluk”, doğru bir şekilde anlaşıldığında, “Hintlik” ile eş anlamlıydı. Savarkar’ın Hindutva fikri, Hindu “ırkının” tüm Varlığını kapsar. Dolayısıyla Hindu “ırkı” ulus fikrine ayrılmaz bir şekilde bağlıydı. Tanımı gereği, onun Hindutva fikri ataları başka yerlerden gelenleri veya toprakları Hindistan dışında olanları dışladı; böylece Hindistan’ın en önemli iki azınlığı Müslümanları ve Hristiyanları referans çerçevesinden çıkardı. Savarkar’ın Hindu Rashtra’sındaki yerlerinin ne olacağı açıkça belirtilmemişti, ancak umut edebilecekleri en iyi şey, Hindistan’da yalnızca müsamaha ile yaşayabilecekleri bir tür ikinci sınıf vatandaşlıktı.

Savarkar, 1939’da kendisine Savitri Devi adını veren Nazi sempatizanı ve Avrupa doğumlu Hindu vaizinin bir kitabına önsöz yazdı. Yunan, Fransız ve İngiliz karışımı bir ebeveynden Maximiani Portas olarak doğan Savitri Devi (1905-1982), diğer kendine özgü inançlarının yanı sıra Adolf Hitler’i Hindu tanrısı Vishnu’nun bir avatarı olarak gören dikkate değer bir figürdü. Kehanetvari bir şekilde “A Warning to the Hindus” (Hindulara Bir Uyarı) başlıklı kitabında Savitri Devi, “Hinduizm Hindistan’ın ulusal dinidir ve Hindu Hindistan’dan başka gerçek bir Hindistan yoktur” iddiasında bulundu. Savarkar, yazara katılarak, “hayatın her alanında, uzun süredir Hindular, onları Moksha (Hindu inancında doğum, ölüm ve yeniden doğuş döngüsü Samsara’dan kurtuluş, özgürlük; ruhun Karma döngüsünden, Reenkarnasyon’dan kurtularak ruhsal arayışın nihai hedefi olan bireysel ruh ve İlahi Ruh Brahman bütünleşmesi) dışında hayattaki herhangi bir amaç için hareket etmekten alıkoyan, eylemsizlik üreten düşünceler ile beslendiler” iddiasında bulundu. Ve bu, O’na göre, Hindu Rashtra’nın yüzyıllardır sürekli köleleştirilmesinin nedenlerinden biridir. Advaita felsefesinin (Hindu inancında içsel Benlik, bireysel ruh -Atman- ile mutlak gerçeklik, İlahi Ruh -Brahman- özdeşliği) anlaşılması güç metafiziği Savarkar için değildi; onun ve Savitri Devi’nin ilgilendiği şey, politik güçtü. Savitri Devi için, “örgütlü askeri güç ile yasanın gücü” olarak tanımlanan siyasi güç, dünyadaki her şeydi …

(1. Bölüm sonu)

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Abhazya’da seçimler ne getirecek? – 1

Yayınlanma

Yazar

Abhazya’nın nüfusu 250 bin. Ekonomisi yok. Muazzam bir turizm coğrafyası, ancak turizm gelirleri neredeyse sadece, sahilde evi olanların yazın Rusya’dan gelen turistlere kiralamasıyla sınırlı. Dış ticaret Rusya’ya mandalina satışından ibaret. Gene de 1993’te Gürcü savaşından bu yana bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmayı başaran, Kafkasya ölçülerine göre bile fazlasıyla dirençli bir halkı var. Bütçesi 2023’te 12,5 milyar ruble; bunun 5,1 milyar rublesi Rusya tarafından karşılandı. Duma BDT komitesi başkan yardımcısı Konstantin Zatulin kasım ayındaki olayların durulmasının ardından şöyle demişti: “Orada Rusya’nın kendilerini beslemek ve savunmakla yükümlü olduğunu düşünüyorlar. Bunda hem iktidar hem muhalefet hemfikir. … Her isteyen Abhaz Rusya vatandaşı pasaportuna, Rusya vatandaşlarının bütün haklarına sahip. Oysa Abhazya’da Ruslar yabancı sayılıyor ve hiçbir hakları yok.”

Çalkantılı iktidar değişiklikleri zincirinde yeni halka

15 Şubat’ta Abhazya’da devlet başkanlığı seçimleri yapılacak. Seçimlerde 5 aday var: bir Badra Gunma, Adgur Ardzinba, Robert Arşba, Oleg Bartsits, Adgur Hurhumal. Seçimler, birinci turda hiçbir adayın yüzde 50 oy alamaması durumunda en çok oy alan iki aday arasında ikinci tura kalacak. VTsİOM’un son araştırmasına göre seçimlere katılımın yüzde 65 olması bekleniyor; Gunba yüzde 42,3, Ardzinba ise 27,3 alacak. Diğer adaylar yüzde 11,2, 9,6 ve 4,4 olarak sıralanmış. (VTsİOM’un bir önceki araştırmasında Gunma yüzde 32, Ardzinba 15 görünüyordu ve bu anket, sonuçları ve yapılış tarzıyla Abhazya’da özellikle Ardzinba’nın ekibi tarafından Rusya’nın seçimlere müdahalesi olarak değerlendirildi.) İNSOMAR’ın anketi de benzer sonuçlar ortaya koydu.

Dolayısıyla, seçimler büyük ihtimal ikinci tura kalacak; bu durumda yarış Gunma ve Ardzinba arasında geçecek.

Bir erken seçim bu. Onu tetikleyen de kasım ayındaki protestolar oldu. Göstericiler, önceki başkan Aslan Bjaniya yönetiminin Kremlin ile imzaladığı ve onay için parlamentoya gönderdiği yatırım anlaşmasının iptalini istiyorlardı. Öyle de oldu: anlaşma 3 Aralık’ta parlamentoda iptal edildi. Başlıca iddia, bu anlaşmanın Abhazya’nın küçük girişimcisiyle Rusya’nın büyük sermaye gruplarını aynı kefeye koyduğu şeklindeydi. Bu doğru. Rusya başbakan yardımcısı Novak’ın geçtiğimiz hafta anlaşmanın değiştirileceğini açıklaması Rusya’nın bu konuda uzlaşmacı olduğunu gösteriyor. Ancak mesele tamamen bundan ibaret de değil. Aşiret sistemine dayanan bir devlet idaresinde feodalizmi hatırlatan mikro-ekonomiler ve haraç daha işlevseldir; başkası geldiğinde kurallar konacak, denetim artacak, gölge güç odakları işlevsiz kalacak; oysa bugün sahilde 100-150 bin rubleye yazlık kiralanıyor ve bunun karşılığında herkes nasipleniyorsa fazla kurcalamaya ne gerek var?

İktidar yanlıları gösterilerin USAID tarafından fonlandığını ileri sürdüler; kimilerine göre ülkedeki aşiret sistemi olayların derinleşmesine yol açmıştı. Bunu söyleyenler de iktidarla ilişkileri bakımından iki gruba ayrılabilir: bir grup, Bjaniya yönetiminin bütün kilit devlet görevlerine kendi aşiretinin adamlarını geçirdiğini iddia ediyordu, bunlara göre olaylar bu aşiret kayırmacılığının sonucuydu. Diğer bir grup ise özellikle Kan Kvarçiya’nın kendi aşiretini olayları yaygınlaştırmak için kullandığı görüşündeydi; Kvarçiya Rusya yanlıları tarafından özellikle şiddete kayan olaylarla (Sohum’daki hükümet binalarının ele geçirilmesi, Gumista ırmağının üzerindeki ünlü köprünün bloke edilmesi, vb.) ilişkilendirildi. Buna ayrıca, taraflar açıkça ifade etmiyor olsalar bile, ayrılığın biraz da Türkiye’yle ilişkiler üzerinde döndüğünü eklemek gerek.

USAID fonlarıyla ilgili somut bir belge yok; ancak Abhazya’nın sadece Rusya tarafından tanınan bir Karadeniz ülkesi olması, USAID’in kuruluş ve işleyiş mantığı açısından iştah açıcı bir provokasyon alanı olarak görülmüş olabilir; yani bu iddiayı yabana atmamak gerek. Aşiret sisteminin ve Kvarçiya’nın önemine ise az sonra geleceğim.

19 Kasım’da Bjaniya istifasını verdi. Böylece başkan yardımcısı Badra Gunma geçici olarak başkanlık görevini üstlendi, ta ki ocak başında erken başkanlık seçimleri ilan edilip de Gunma da adaylığını koyuncaya kadar. Bunun üzerine, 20 Kasım’da geçici olarak başbakanlığa getirilen Valeriy Branba 10 Ocak’ta bir de geçici devlet başkanlığına atandı. Bu, Branba’nın kariyerindeki ikinci geçici devlet başkanlığı — 2020’de bir önceki büyük krizde de 4 ay geçici devlet başkanlığı yapmıştı.

Abhazya çalkantılı iktidar değişikliklerine alışkın; ancak epey zamandır ilk defa bu değişiklik sadece içeride aşiretler kavgasından değil Rusya ile ilişkilerden de kaynaklanmıştı ve bu durum Rusya’da dikkatlerin Sohum’a çevrilmesine neden oldu. Kimi ölçüsünü şaşırmış tepkiler Sohum’da en olağan şeylerin bile Rusya’ya yorulmasına yol açtı. Mesela aralık başında mandalina yüklü bir kamyon (yüzlerce kamyondan biri) Abhazya çıkışındaki kontrollerde Kaliforniya zararlısı tespit edilerek Rusya’ya sokulmadı; bu olay birkaç gün boyunca Rusya’nın Abhazya’dan mandalina almayı kestiği şeklinde yorumlandı. Aralık ortasında Abhazya hükümeti, muhalefetin başvurusu üzerine, bütçe harcamalarının ortak yapılmasına yönelik Rusya hükümetine yaptıkları başvuruya henüz cevap alamadıklarını açıkladı ve muhalefet bundan da Rusya’nın Abhazya’yı “cezalandırmak” istediği sonucunu çıkardı; oysa uygulama aslında Rusya tarafından olaylardan ve yatırım anlaşması tartışmalarından çok önce, eylül ayında durdurulmuştu. 11 Aralık’ta ilkin bütün ülkede elektriğin kesilmesi, ardından durumu kontrol altına almak için aralıklarla elektrik verilmeye başlanması da Rusya’nın elektrik vermemesine yoruldu. Ancak hükümet 22 Aralık’ta Rusya hükümetinden insani amaçlı elektrik yardımı istedi ve ertesi gün elektrik verilmeye başlandı. “Muhalefet” bunu da Abhazya’nın Rusya açısından vazgeçilmezliğine yordu ve zafer olarak sundu.

Ülkenin enerji sistemi çökmüş durumda. Oysa Kafkasların en büyük hidroelektrik santrali Gürcistan sınırında İnguri ırmağının üzerinde ve bu barajda kapasite olarak yıllık 4430 milyon kilovatsaat elektrik üretiliyor. 1993 mutabakatına göre bunun yüzde 40 Abhazya ve 60 Gürcistan olarak paylaştırılması gerekiyordu, ancak 2016’da Abhazya yüzde 60’ına yakınını çekmeye başlamıştı bile. 2021’in ilk 10 ayında 250 bin nüfuslu Abhazya’nın elektrik tüketimi 3 milyar kilovatsaatti; aynı dönemde 1 milyon 300 bin nüfuslu Tiflis’in elektrik tüketimi bundan 100 milyon kilovatsaat daha azdı. Tüketimin esas nedeni kripto “madenciliği” çiftlikleriydi ve dahası, bu sırada madencilik sözümona yasaklanmıştı. 2022’de barajda üretilen elektriğin yüzde 80’ini Abhazya çekiyordu ve barajda pek çok teknolojik sorun ortaya çıkmıştı.

Adayların seçim vaatleri

Seçim vaatlerinin kalem kalem önemli şeyler olduğunu düşünmüyorum; ancak gene de bu kalemlere bakmak gerek ki adayın pozisyonu daha iyi kavranabilsin. Ardzinba’nın vaatleri üç gruba ayrılmış: devlet idaresi, sosyal siyaset, iktisat siyaseti. İlk grupta kayda değer bir şey yok; ikinci grupta emekli ve Büyük Anavatan Savaşı gazilerine yıllık asgari (sırasıyla yüzde 10 ve 25) zam, başarılı öğrencilere para ödülü, çok çocuklu ailelere bir defalık ödeme gibi vaatler var; benim en çok dikkatimi çeken, genç ailelere ipotek kredisi sözü. Bu, ailelere destek vaadi gibi sunulmuş, oysa belli ki tek amaç, dar gelirli aileler üzerinden bankalara kaynak oluşturmak. Ekonomik vaatler arasında şeffaf bütçe, gereksiz bütçe harcamalarının azaltılması, doğal kaynaklardan elde edilen gelirin yönetilmesi için varlık fonu kurulması, adil vergilendirme gibi genel vaatlerden başka küçük ölçekli işletmelerin teşvikine yönelik maddeler de var; ancak benim en çok dikkatimi çeken, seçim konuşmalarında üç-dört yıl daha sabır isterken seçim vaatlerinde elektrik fiyatlarının yıl sonuna kadar düşürüleceğini ve üç yıllığına sabitleneceğini söylemesi. Bu vaat, ünlü filmin unutulmaz repliğini hatırlatıyor: “Baba, akü komple yok!” Olmayan elektriğin fiyatına dair vaatte bulunmak inanılmaz.

Ardzinba ısrarla enerji krizini Rusya’ya ödemelerin yapılamamış olmasına, bunu da bütçenin boşalmasına bağlıyor. Ancak zaten bütçenin yüzde 40’ını Rusya karşılıyor; 7,5-8 milyon kilovatsaat elektrik ihtiyacının 6 milyonu da Rusya’dan gönderiliyor. Bununla birlikte madencilik meselesini anmaktan kaçınıyor.

Bunba’nın vaatlerinde de sosyal meseleler, küçük ölçekli işletmelerin geliştirilmesi, israfa son verilmesi vb. geniş yer tutuyor; ama iki kilit nokta var: kripto işinin tamamen önlenmesi ve ülke yönetiminde aşiret sistemine son verilmesi. Her ikisinde de bıçakla keser gibi başarı sağlayacağını sanmıyorum. İlki aşiretler arası mücadeleyle ilgili ve sert polisiye tedbirler gerektiriyor artır; ikincisi ise kendisinin de parçası olduğu bu sistemin ürünü. Gene de, Ardzinba ile karşılaştırıldığında çok daha aklıselim bir noktada duruyor.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Trump, Ukrayna’yla nadir toprak elementleri anlaşması ile neyi hedefliyor?

Yayınlanma

Doç. Dr. Anıl Çağlar ERKAN

ABD Başkanı Donald Trump 3 Şubat 2025 tarihindeki yapmış olduğu açıklamasında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaşta Kiev’e maddi destek sağlanması karşılığını nadir toprak elementleri ile “eşitleyebileceklerini” söyledi. Bu doğrultuda bir nevi Trump’ın Ukrayna’ya askeri yardım karşılığında nadir toprak elementlerinin tedarikini garanti edecek bir anlaşma yapmak niyetinde olduğunu ifade etmek mümkündür. Bununla birlikte Trump’ın Ukrayna ile yapmak niyetinde olduğu söz konusu anlaşmayı sıradan bir gelişme olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Zira Trump’ın Ukrayna’dan nadir toprak elementleri talebinde bulunması, uluslararası siyaset açısından son derece kritik bir gelişmedir. Nitekim Trump’ın Rusya’nın işgalini durdurmaya çalışan Kiev’e askeri ve ekonomik yardımın devam etmesi karşılığında ABD’nin Ukrayna’nın nadir toprak kaynaklarına erişimine izin veren bir anlaşma istemesini uluslararası siyaset açısından tamamen kazan-kazan anlayışı çerçevesinden yorumlamak mümkündür. Öyle ki taraflar arasında bu konuda bir anlaşma sağlanmasıyla ABD nadir toprak elementleri arz güvenliğini sağlamak yolunda bir adım daha atmış olacak, Ukrayna ise “zafer planı” kapsamında ülkenin stratejik açıdan kritik önem taşıyan kaynaklarını Batılı müttefiklerinden birisine açarak Rusya’ya karşı savaşta kendisine avantaj sağlama fırsatı yakalayacaktır. Nitekim Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Volodımır Zelenskıy’nin bu anlaşmaya açık olduğunu öne sürmesi tarafların kazan-kazan anlayışını benimsediğine işaret etmektedir.

Nadir Toprak Elementleri

Nadir toprak elementleri (Rare-Earths) kimyasal açıdan skandiyum, yitriyum ve lantanitlerin içinde bulunduğu bir grubu kapsamaktadır. Lantanitler, atom numaraları 57’den 71’e kadar olan ve kimyasal olarak benzer elementlerin oluşturduğu bir guruptur. Atom numarası 39 olan yitriyum ve atom numarası 21 olan skandiyum da lantanitlerle benzer kimyasal özellikleri nedeniyle bu grubun içine dahil edilmiştir. Bu iki element nadir toprak elementleri ile benzer iyonik çapları ve küçük atomik çapları nedeniyle nadir toprak element cevherleşmeleri ile bir arada oluşurlar. Bu doğrultuda nadir toprak elementleri kimyasal, manyetik ve optik özelliklere göre benzer özellikler gösteren 15 tane lantanit ile itriyum ve skandiyumdan oluşan 17 elementtir.

Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Derneği’nin 2024 yılına ait değerlendirmesine göre dünya çapında 110 milyon ton yatak olduğunu tahmin edilmekte ve bunların 44 milyonu dünyanın en büyük üreticisi olan Çin’de bulunmaktadır. Bununla birlikte Brezilya’da 22 milyon ton, Vietnam’da 21 milyon ton, Rusya’da 10 milyon ve Hindistan’da yedi milyon ton nadir toprak elementi yatağı olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte anlaşılacağı üzere söz konusu elementleri nadir kılan ender bulunması değildir. Bu doğrultuda onları nadir kılan başlıca unsurlar stratejik açıdan son derece kritik alanlarda kullanılması ve işlenme süreçleridir. Öyle ki nadir toprak elementleri çok küçük cevher konsantrasyonlarında bulunmaktadır. Bu da toz formunda olan rafine edilmiş ürünü üretmek için büyük miktarlarda kayaların işlenmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Bununla birlikte nadir toprak elementlerinin çıkarılması büyük miktarlarda toksik atığa neden olmakta ve bu ise birçok ülkenin üretim maliyetlerini üstlenmekten çekindiren, çevre felaketine yol açabilecek bir takım ağır kimyasal kullanımı gerektirmektedir. Kullanım alanları açısından ele alındığında 17 nadir toprak elementinin her biri endüstride kullanılmakta ve ampullerden güdümlü füzelere kadar çok çeşitli günlük ve ileri teknoloji cihazlarında bulunabilmektedir. Örneğin Europium floresan ışık ve radar sistemlerinde; seryum cam parlatmada ve otomobil katalitik konvertörlerinde; lantan petrol rafine etmede; lantanlı alaşımlar ise hibrit ve hidrojen-gazlı otomobillerin güç sistemlerinde kullanılmaktadır. Dolayısıyla nadir toprak elementlerinin modern ekonomideki kullanım alanlarına ilişkin liste neredeyse sonsuzdur. Bununla birlikte her birinin yerini doldurmak ya neredeyse imkânsız ya da fahiş maliyetlerle mümkündür. Öyle ki bu durum bilhassa enerji dönüşümünün hız kazanmasıyla daha net ortaya çıkmaktadır. Zira örneğin neodimyum ve disprozyum, çok az bakım gerektiren kalıcı, süper güçlü mıknatısların üretilmesine olanak tanımakta ve bu da kıyı şeridinden uzakta elektrik üretmek için okyanus rüzgâr türbinlerinin yerleştirilmesini mümkün kılmaktadır.

Kritik Mineraller ve Nadir Toprak Elementleri Farkı

Nadir toprak elementleri ve kritik mineraller birbiriyle ilişkili olsa da özünde farklı şeyleri ifade etmek gerekmektedir. Literatürde yaygın olarak kritik mineraller ve nadir toprak elementleri kavramlarının birbirlerinin yerine kullanıldığına tanıklık edilmektedir. Bununla birlikte birbiriyle iç içe geçmiş olsa da bu kavramlardan kritik minerallerin nadir toprak elementlerini kapsadığı göz ardı edilmemelidir. Bununla birlikte nadir toprak elementleri, periyodik tablonun lantanit serisindeki elementlerdir ve genellikle itriyum ve skandiyum ile birlikte anılırlar. Bunun yanı sıra kritik mineraller olarak nitelendirilen maddeler bu sayılan 17 elementi de kapsayan ayrı bir kümeyi ifade etmektedir. Ancak kapsayacak diye de bir şart yoktur. Dolayısıyla dünya üzerinde kritik minerallerin hangileri olduğuna dair halihazırda bir konsensüs söz konusu değildir. Bu noktada devletlerin yaklaşımları devreye girmektedir. Örneğin Avrupa Komisyonu’nun yayımlamış olduğu Komisyon Raporu’nda ekonomik önem ve arz riski kavramlarını dikkate alarak minerallere ilişkin bir takım kriterlerle hesaplamalar yaptığı bilinmektedir. Bu doğrultuda yapılan hesaplamalara göre Avrupa Komisyon 34 farklı kritik mineralin varlığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde ABD’nin de kritik mineraller konsepti kapsamında çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Zira 2020 Enerji Yasası, “kritik minerali”, ABD’nin ekonomik veya ulusal güvenliği için gerekli olan ve bozulmaya açık bir tedarik zincirine sahip, yakıt dışı bir mineral veya mineral malzeme olarak tanımlamaktadır. Ayrıca kritik mineraller, yokluğu ekonomi veya ulusal güvenlik için önemli sonuçlar doğuracak bir ürünün imalatında temel bir işleve hizmet etmekle karakterize edilmektedir. Bu doğrultuda ABD’nin kritik mineraller sepetinde 50 mineral yer almaktadır. Tüm bunların ışığında Kritik mineralleri devletlerin ulusal güvenliğini tehdit edecek düzeyde erişilebilirlik açısından güvenli olmayan mineraller olarak tanımlamak mümkündür.

Kazan-Kazan Anlayışı Temelinde Ukrayna-ABD Nadir Toprak Elementleri Anlaşması

ABD Başkanı Donald Trump 3 Şubat 2025 tarihindeki yapmış olduğu açıklamasında Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaşta Kiev’e maddi destek sağlanması karşılığını nadir toprak elementleri ile “eşitleyebileceklerini” söylemesi Ukrayna tarafınca olumlu yanıt bulmuş gibi görünüyor. Öyle ki dünya basınında Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodımır Zelenskıy, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’dan nadir toprak mineralleri tedarik etme talebine olumlu yanıt verdiği şeklindeki haberleri bu kapsamda ele almak mümkündür. Bu doğrultuda Ukraniska Pravda’nın 4 Şubat 2025 tarihli haberine göre Cumhurbaşkanı Zelenskıy, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Rafael Grossi ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından basın açıklaması yapmış, Ukrayna’da bu minerallerden bol miktarda bulunduğunu ve doğal kaynaklara yatırım yapılmasını desteklediğini vurgulamıştır. Bu bağlamda taraflar arasında yakın zamanda anlaşmanın gerçekleşmesinin büyük ihtimal olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira kazan-kazan anlayışı çerçevesinde taraflar için söz konusu anlaşma son derece rasyonel görünmektedir. ABD açısından ele alındığında nadir toprak elementleri her geçen gün giderek daha kritik bir hal almaktadır. Bu doğrultuda iki başlıca unsur nadir toprak elementlerini ABD’nin ulusal güvenlik açısından önemli hale getirmektedir. Bunlardan ilki enerji dönüşümünün giderek hız kazanmasıyken bir diğeri nadir toprak elementlerinin Çin ile mücadelede önemli bir unsur haline dönüşmesidir. Nitekim dünyanın önemli bir kesimince Çin nadir toprak elementleri açısından bir tehdit olarak görülmektedir.

Ukrayna açısından ele alındığında nadir toprak elementleri farklı açıdan kazanca dönüşme potansiyeline sahiptir. Zira 2014 yılından bu yana Ukrayna ile Rusya arasında çatışmalar süre gelmektedir. Bu doğrultuda bilhassa Ukrayna’nın süreçten ciddi şekilde olumsuz etkilendiği görülmektedir. Öyle ki ülkenin önemli bir bölümü halen daha işgal altındadır. Bununla birlikte Ukrayna büyük oranda Batılı müttefiklerinin yardımlarıyla ayakta kalmaktadır. Söz konusu müttefiklerden birisi de anlaşılacağı üzere ABD’dir. Nitekim çatışmalar sürecince ABD Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık yardımlarda bulunmuştur. Buna karşın halihazırda gelinen aşamada Ukrayna’nın daha fazlasına ihtiyacı olduğu aşikardır. Bu noktada Ukrayna’nın sahip olduğu nadir toprak elementleri önem kazanmaktadır. Öyle ki Zelenksıy’nin geçen sene sunmuş olduğu “Zafer Planı” göz önüne alındığında nadir toprak elementlerinin taşımış olduğu kritik önem daha net anlaşılmaktadır. Zira Ukrayna’nın geçen yıl sunduğu Zafer Planı’nın bir maddesin Ukrayna’nın doğal kaynaklarına yatırım yapılmasını içermektedir. Bu bağlamda ülkenin nadir toprak elementlerinin de içerisinde bulunduğu stratejik açıdan kritik önem taşıyan kaynaklarını Batılı müttefiklere açma düşüncesinin Kiev’in savaşı kazanma planının bir parçası olduğunu ifade etmek mümkündür. Dolayısıyla ABD ile olası bir anlaşmanın Ukrayna açısından da kazan-kazan anlayışı kapsamında son derece rasyonel görünmektedir.

Bu noktada bir soru işareti söz konusudur. Öyle ki Trump’ın Ukrayna’dan isteği nadir toprak elementleri mi kritik mineraller mi tam anlamıyla belli değil gibi gözüküyor. Zira Trump yapmış olduğu açıklamasında nadir toprak ve diğer şeyler ifadesini kullanmıştır. Bu doğrultuda bir çıkarım yapmak gerekirse Trump’ın aslında ifade etmek istediğinin kritik mineraller olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim ABD’nin kritik mineraller sepetinde nadir toprak elementlerinin tamamının yer almaması söz konusu düşünceyi desteklemektedir.

Ukrayna ve Kritik Mineraller

Ukrayna, nadir toprak elementleri ve kritik mineraller açısından önemli bir potansiyele sahip olup, bu kaynaklar hem bölgesel jeopolitik dinamikler hem de küresel tedarik zinciri açısından stratejik bir öneme sahiptir. Ülke, özellikle doğu ve merkezi bölgelerinde çeşitli nadir toprak elementleri ile kritik mineralleri içeren yataklara ev sahipliği yapmaktadır. Bununla birlikte Ukrayna AB’nin kritik mineral olarak tanımladığı 34 mineralden 22’sine sahip durumdadır. Ukrayna’da başlıca nadir toprak elementleri içeren yataklar Zaporijya, Donetsk ve Dnipro bölgelerinde tespit edilmiştir. Bunlar arasında lantanitler (lantanyum, neodimyum, disprosyum, praseodimyum, samaryum) gibi stratejik öneme sahip elementler bulunmaktadır. Bununla birlikte ülke Avrupa’nın en büyük havacılık ve savunma sanayinde geniş bir kullanım alanına sahip olup, Ukrayna’nın stratejik maden ihracatında önemli bir yer tutan titanyum rezervlerine sahip konumdadır. Bu doğrultuda Dnipropetrovsk, Jitomir ve Kirovohrad bölgelerinde önemli titanyum yatakları bulunmaktadır. Bir diğer önemli mineral ise lityumdur. Öyle ki Ukrayna dünyadaki toplam lityum rezervlerinin yaklaşık yüzde 7’sine sahiptir. Bu doğrultuda bilhassa son yıllarda Ukrayna, lityum yatakları açısından dikkat çeken bir ülke haline gelmiştir. Donetsk, Kirovohrad ve Zaporijya bölgelerinde lityum açısından zengin yataklar keşfedilmiştir. Küresel enerji dönüşümünde ve batarya teknolojilerinde kritik bir element olan lityum, Ukrayna’nın madencilik politikaları ve dış yatırımları açısından stratejik bir fırsat sunmaktadır. Bununla birlikte Jitomir bölgesi, nükleer enerji santralleri, süper iletken malzemeler ve havacılık sanayi için önemli bileşenlerden olan zirkonyum ve niyobyum açısından zengin yataklara sahiptir. Özellikle Ukrayna’nın nükleer enerji üretim kapasitesi göz önüne alındığında, bu minerallerin tedarik zincirinde kritik bir rol oynadığı söylenebilir. Ayrıca lityum-iyon piller, elektronik bileşenler ve ileri malzeme teknolojileri için kritik öneme sahip olan grafit bakımından Ukrayna küresel rezervlerinin yaklaşık yüzde 20’sine sahiptir. Bu doğrultuda Zavalye Grafit Madeni, Avrupa’daki en büyük doğal grafit kaynaklarından biridir.

Sonuç

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’nın nadir toprak elementleri ile ilişkili yapmış olduğu açıklamalar son derece önemlidir. Öyle ki söz konusu açıklamaların Ukrayna tarafınca kabul görmüş olması bunu daha önemli hale getirmektedir. Dolayısıyla Trump’ın talebini ve Zelenskıy’in vermiş olduğu karşılığı sıradan bir gelişme olarak nitelendirmemek gerekmektedir. Zira söz konusu ifadeler tamamen tarafların kazan-kazan anlayışına dayalı son derece kritik bir anlaşmanın eşiğinde olduğunun habercisidir. Zira Ukrayna için ülkedeki nadir toprak elementleri ve kritik mineraller, Rusya ile yaşanan çatışmalar ve Batı ülkeleriyle olan ekonomik entegrasyon çabaları, ABD için ise enerji dönüşümü ve Çin ile mücadele bağlamında büyük bir stratejik öneme sahiptir. Kısacası Trump’ın bu talebi, ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı desteğin karşılığında somut faydalar elde etme arayışının bir yansıması olarak görülebilir. Bu tür bir anlaşma, ABD’nin stratejik kaynaklara erişimini güvence altına alırken, Ukrayna’nın da ekonomik kalkınmasına katkı sağlayabilir. Ancak, uluslararası toplumun tepkileri ve bu tür anlaşmaların jeopolitik sonuçları dikkate alındığında, sürecin dikkatle yönetilmesi gerekmektedir.

anilcaglarerkan@gmail.com

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English