Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Eski BM Genel Sekreter Yardımcısı Hans von Sponeck: Yas tutmak yeterli değil

Yayınlanma

Hans von Sponeck, eski Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Yardımcısı ve Irak İnsani Yardım Koordinatörü 

Savaş; savaş hayatımın ilk yıllarının bir parçasıydı. Savaşı hissettim. Babam 1944’te idam edildi, büyükbabam savaş esiri olarak öldü, üvey kardeşim doğu cephesinde hayatını kaybetti, annem bir toplama kampından kaçtı ve büyükannem ve ben savaşın sonunu iki Almanya arasındaki sınır haline gelen bir sığınakta gördük.

Büyüdükçe, savaşı neyin önleyebileceğini anlamaya hevesli, fazlaca hevesli oldum. Genç olduğum için bunun ne anlama geldiğini henüz bilmiyordum. 1957 yılında, o zaman on yedi yaşındaydım, Fransız Zelidja Vakfı ve Alman yatılı okulum Salem tarafından, okulumun bulunduğu bölgeden kaçıp İsrail’e sığınan Alman Yahudileriyle tanışmak üzere İsrail’e gitme planımı kolaylaştırmak için bana bir seyahat bursu teklif edildi.

Ülkemden sağ kurtulanlar olarak yeni hayatlarına nasıl başladıklarını anlamak istiyordum. Onlara katılmak istedim ve bunun birden fazla gerekçesi vardı, orada olmak ve yerleşme çabalarını paylaşmak istiyordum. Bir Alman yük gemisi beni Hamburg’dan Hayfa’ya getirdi, hangi yükü taşıdığını hatırlamıyorum, belki de Almanya ve İsrail arasında bir gelecek olduğunu simgeleyen bazı mallardı.

Yaşımın masumiyeti bu ziyaret sırasında beni suçluluk duygusuna karşı korudu. Bir moşav ya da çiftçi kolektifi olan Tel Adaşim, bana bir zamanlar Alman vatandaşı olan insanlarla tanışma fırsatı verdi. Bana karşı nazik davrandılar ve yeni yaşamlarına bir göz atmama imkân tanıdılar. Her ikisi de Ölü Deniz bölgesinde bulunan Ein Gedi ve Ein Gev adlı iki kibbutzda daha zor bir gerçekle karşılaştım. Zor olan tarlalarda çalışmanın zorluğu değil, yaşlı kibbutz sakinlerinin yaşadıkları ve yüzlerinden okunan dehşeti ve gençlerin, kılıçların, yerli İsraillilerin, anlamaya çalışan genç bir Alman olan bana karşı çekinceleriydi. Hafızamda çok net bir şekilde kalan şey, tanıştığım İsraillilerin hepsinin barış ve huzura dayalı bir yaşam kurma konusunda sahip oldukları muazzam iyimserlikti. Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum hakkında hiçbir şeyin farkında değildim.

Burası, çeşitli İsrail hükümetlerinin genç ülkenin bu ilk yıllarının üzerine bir şeyler inşa etmek ve BM Genel Kurulu’nun 1947’de aldığı, eski İngiliz himayesindeki Filistin’de bir Yahudi ve bir Arap devletinin kurulması kararını kabul etmek için kaçırdığı onlarca fırsatı gözden geçirmenin yeri değil. Albert Einstein’ın 1929 yılında, daha sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak olan Chaim Weizman’a yazdıklarını hatırlamak istiyorum: “Eğer Yahudiler Araplarla barış içinde yaşamayı öğrenemezlerse, o zaman 2000 yıldır çektiğimiz acılardan hiçbir şey öğrenmemiş oluruz ve başımıza gelecek her şeyi hak etmiş oluruz.” Yahudi olmayan biri olarak böyle bir alıntıya yer vermeye nasıl cüret edebilirim? Bunu yapmak benim açımdan antisemitik bir çıkış değil. Nuh’un oğlu Şem artık Yahudilerin ve Arapların atası olarak kabul edilmediği sürece, kısmen Filistinliler ve İsrailliler Sami kökenli oldukları için ateşli bir şekilde Yahudi yanlısıyım. Kalbim acıyor ve zihnim konuşmaya kararlı.

BM Genel Sekreteri Guterres’in Hamas’ın korkunç eylemlerini kınaması ve aynı zamanda Filistin halkının toprakları yasa dışı yerleşimler tarafından yutulurken 56 yıldır boğucu bir işgale katlanmak zorunda kaldığını dünyaya hatırlatması cesaret isteyen ama yapılması gereken doğru şeydi. İsrail Savunma Kuvvetlerinin Hamas saldırısına verdiği vahşice karşılık da o da, her ikisi de uluslararası insani hukukun ağır ihlalini teşkil ediyor ve bu ihlallerden sorumlu tutulmalılar. Hukukun duyguları olmasa da Filistin ve İsrail’in masum vatandaşlarının duyguları var ve acı çekmekten başka seçenekleri yok.

BM Güvenlik Konseyi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu gibi durumlarda yangına körükle giderek etnik hasımlar gibi davranmak yerine, uzlaşmalar bulabilecek ve çözümleri müzakere edebilecek bir ekip olarak işlev görmek üzere kurulmuştu. Fakat şu anda Güvenlik Konseyi’nin önünde bulunan ABD ve Rusya’nın karar tasarıları, jeopolitik çıkarların katliamı sona erdirmekten ve savaşı önleme ve barış için çözüm bulma görevlerini yerine getirmekten daha önemli olduğunu gösteriyor.

Geçen yüzyılda güç dünyasının Irak’ı nasıl idare ettiğini yakından görmüş eski bir BM görevlisi olarak, tek taraflı mesajlarla Tel Aviv’e akın eden ve buna insani yardım kılıfı uyduran devlet başkanları ve dışişleri bakanlarının ikiyüzlülüğü karşısında öfke duyuyorum. Tüm bunların bağlamı, “neden” olduğu tamamen göz ardı ediliyor. Supernova Sukot Buluşması, Gazze kenti ve Han Yunus’un fotoğrafları, aciliyet ve merhamet duygusu aşılamaya ve içi boş retoriğin yerine Filistinlilerin ve İsraillilerin hayatta kalması ya da ölmesi arasında fark yaratacak somut tedbirler alma mecburiyeti getirmeye yetmiyor mu?

DİPLOMASİ

BAE’de Rusça konuşan personeli olan otel sayısı Türkiye’yi geçti

Yayınlanma

Birleşik Arap Emirlikleri, Rusça konuşan personeli olan otel sayısında Türkiye’yi geride bırakarak Rus turistler için başat destinasyonlardan biri hâline geldi. Dubai’de Rusça kullanımı yaygınlaşırken, Rus turistlerin harcamaları ve emlak yatırımları da kayda değer ölçüde arttı. Dubai, Ruslar için hem turizm hem de iş kurma açısından cazip bir merkez olarak öne çıkıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Rusça konuşan personeli olan otel sayısında Türkiye’yi geride bıraktı.

101hotels platformunun verilerine göre, Türkiye’de bu tür otellerin sayısı 299 iken, BAE’de bu sayı 377’ye ulaştı.

Oteller, Arapça ve İngilizcenin yanı sıra Rusça tabelalar da kullanmaya başladı. Rusça, devlet portallarında ve kamusal alanlarda da yer almaya başladı.

2023’te Dubai’de Visit Dubai portalının Rusça versiyonu resmen başlatıldı, metroda ve mağazalarda Rusça duyurular ve reklamlar yer aldı, havalimanlarında yönlendirme tabelaları çevrildi.

Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki bir plajda bulunan popüler bir seyahat blog yazarı, “Merak ediyorum, yan otelde Rusya’dan gelmeyen tek bir turist var mı? Bizim otelde kesinlikle yok,” diye yazdı.

Kendi otelinin yakınında tek bir yabancı görmediğini ve başka bir dilde tek bir kelime duymadığını belirtti.

Dubai, pandemiden sonra Rusya’dan gelen turist akışını sadece yeniden sağlamakla kalmadı, aynı zamanda pandemi öncesi seviyeyi ikiye katladı.

2019’da BAE, Ruslar arasında en popüler ilk 10 destinasyon arasında bile yer almazken, geçen sene pandemi öncesi seviyeye hâlâ dönemeyen Türkiye’nin ardından ikinci sıraya yükseldi. BAE, Çin’i geride bıraktı ve geçen yıl Rusların toplam seyahat sayısı 2 milyonu aştı.

Dubai aynı zamanda Rusya vatandaşlarının göç ettiği bir merkez hâline geldi. Resmi verilere göre Dubai’de yaklaşık 60 bin Rusya vatandaşı yaşıyor, ancak gayri resmi tahminlere göre bu sayı 500 bine kadar çıkabiliyor.

Öte yandan BAE merkezli Elite Merit Real Estates’in analizleri, Rusların Dubai’deki lüks emlak piyasasında lider konuma yükseldiğini gösteriyor. Yatırımları 2024’te yüzde 20 arttı ve tahminler bu yükselişin devam edeceğini gösteriyor.

Bu rakamlar, ülkedeki hizmet sektörünü doğrudan etkiliyor. Dubai Ekonomi ve Turizm Dairesinin raporuna göre, Rus turistler Dubai’deki harcamalarda ilk üçte yer alıyor ve sadece Hindistan ve Çin’den gelen turistlerin gerisinde kalıyor.

Bununla birlikte, Rusların restoran ve mağazalardaki ortalama harcaması Avrupalılardan yüzde 30 ila 40 daha yüksek. Dubai’de Rusların sahip olduğu yaklaşık 30 restoran bulunuyor ve bunların 20’si son 1,5 yılda açıldı.

Restoran işletmecileri iyimser. RestCon şirketinin direktörü Yelena Perepelitsa, “Rus şirketleri için yaptırımlarla ilgili bir sorun yok ve Rus restoranlarına olan talep önemli ölçüde arttı. Birçok kişi sadece BAE’de düzenli olarak tatil yapmakla kalmadı, aynı zamanda işlerini de buraya taşıdı,” diye konuştu.

Ruslar, kendi dillerinde diğer hizmetlere de erişebiliyor. Dubai’deki sağlık sektörü, Rusya’dan gelen doktor akını yaşıyor.

Son iki yılda şehirde eski SSCB ülkelerinden yatırımcılar tarafından kurulan 30 yeni klinik açıldı.

Sadece geçen sene Dubai’deki sağlık camiasına Rusça konuşan 150 uzman katıldı. Rusça konuşan sağlık çalışanları arasında relokasyon hizmetlerine olan talep giderek artıyor. Volna şirketi, 2024’te 9 bin başvuru aldı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Almanya, HTŞ yönetimi ile sığınmacıların dönüşü için gizli görüşmeler yapıyor

Yayınlanma

Almanya’nın Suriyeli sığınmacıların geniş çaplı geri dönüşü için seçenekleri araştırdığı ve Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani (Ahmed eş-Şara) ile görüşmelere başladığı bildiriliyor.

Alman gazetesi BILD’in edindiği bilgilere göre Berlin şartları müzakere etmek üzere Şam’a diplomatik bir ziyaret gerçekleştirmeyi düşünüyor.

İçişleri Bakanlığından bir sözcü Alman gazetesine yaptığı açıklamada Şam’daki geçici hükümetle özellikle Almanya’da yaşayan Suriyelilerin geri dönüşü konusunda görüşmelerin devam ettiğini doğruladı fakat bakanlık “belirli seyahat planları” hakkında yorum yapmaktan kaçındı.

Olası bir anlaşma Almanya’da yaşayan yaklaşık 974.000 Suriyelinin ülkelerine dönmesini sağlayabilir. Hükümet rakamlarına göre bu kişilerin yaklaşık 512.000’i yılda yaklaşık dört milyar avro tutarında devlet yardımı alıyor ki bu da yardım alan kişi başına ayda ortalama 664 avro anlamına geliyor.

Aralık ayından bu yana İçişleri Bakanlığı, Federal Göçmen Bürosu ile işbirliği içinde, gönüllü geri dönüşleri kolaylaştırmak için “pragmatik yolları” inceliyor. Önerilerden biri, Suriyelilerin Almanya’daki koruma statülerini hemen kaybetmeden kendi ülkelerindeki koşulları değerlendirmek üzere geri dönmelerine izin verilmesini içeriyor. Suriye’ye tek seferlik bir “keşif gezisinin” düşünüldüğü bildiriliyor.

Habere göre, göçten sorumlu İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Bernd Krösser’e yakın yetkililer, “Sünni İslam”a bağlı Suriyelilerin sonunda koruma statülerinin iptal edilebileceğini iddia ediyor.

Yetkililer, “Sünni” olarak tanımladıkları Suriye yönetimi altında bu kişilerin zulüm tehdidiyle karşı karşıya olmadığını savunuyor.

Suriye’nin sahil bölgesinde Alevilere yönelik katliamların ardından Almanya “kınama” açıklaması yapmıştı. Berlin, bugün düzenlenen Suriye bağışçılar konferansında Suriye’ye 300 milyar avro ek yardım yapacağını duyurmuştu.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor

Yayınlanma

The Times‘ın haberine göre, İngiltere, olası bir ateşkesi denetlemek üzere Ukrayna’ya binlerce askerini süresiz olarak göndermeyi planlıyor. İngiltere, Fransa, Türkiye, Kanada ve Avustralya’nın da aralarında bulunduğu ülkelerle birlikte Ukrayna’ya asker gönderme konusunda anlaştı.

The Times gazetesinin hükümet kaynaklarına dayandırdığı haberine göre İngiltere, Moskova ile Kiev arasında olası bir ateşkesi denetlemek üzere binlerce askerini Ukrayna’ya süresiz olarak göndermeye hazırlanıyor.

Hükümetten ismi belirtilmeyen üst düzey bir yetkili, “Bu, yıllar sürecek uzun vadeli bir taahhüt. Barış anlaşmasını sürdürmek ve Rusya’yı caydırmak için ne kadar gerekirse o kadar,” ifadelerini kullandı.

Gazetenin paylaştığı verilere göre, İngiltere, Fransa, Türkiye, Kanada ve Avustralya ile birlikte Ukrayna’ya asker gönderme konusunda anlaştı.

30’dan fazla ülke de misyonu silah ve lojistik destekle desteklemeyi kabul etti. Toplamda, Ukrayna’ya yardım etmek isteyen “gönüllüler koalisyonu” 30 bin kadar barış gücü gönderebilir.

Ancak bu birlik, yalnızca Moskova ile Kiev arasında bir barış anlaşması imzalandığında Ukrayna’ya gidecek.

‘Çatışmanın doğrudan tarafı olurlar’

Öte yandan Moskova, NATO ülkelerinin Ukrayna’ya asker konuşlandırmasına kesin bir şekilde karşı çıkıyor. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Aleksandr Gruşko, bu tür girişimlerin tamamen yersiz ve anlamsız olduğunu belirterek, “Eğer bu birlikler orada bulunursa, bu durum onları çatışmanın doğrudan tarafı yapar ve tüm sonuçlarıyla birlikte çatışma bölgesinde yer aldıkları anlamına gelir,” dedi.

Gruşko, yalnızca barış anlaşmasının uygulanmasını izleyecek silahsız gözlemcilerin söz konusu olabileceğini belirtti.

Diğer yandan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, savaşın sona ermesinin ardından Ukrayna’da Avrupa barış gücünün konuşlandırılmasının Rusya’nın onayını gerektirmeyeceğini söyledi.

Macron, “Ukrayna egemen bir devlettir ve eğer müttefik askerlerin kendi topraklarında bulunmasını talep ederse, buna katılıp katılmamaya Rusya karar veremez,” ifadesini kullandı.

Aynı zamanda Macron, barış gücünün konuşlandırılmasının müzakerelerin bir maddesi olacağını belirterek, “Ukraynalıların hiçbir şekilde toprak tavizi vermemesi ve hiçbir güvenlik garantisi olmaması açık,” diye ekledi.

İngiltere ve Fransa tarafından hazırlanan plana göre, barış güçleri Kiev, Odessa ve Lviv’e gönderilebilir.

Bu güçler, Ukrayna ordusuna ikmal ve eğitim sağlamakla görevli “destek güçleri” olarak orada bulunacaklar.

Daha önce Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, olası bir barış anlaşmasının uygulanmasını etkili bir şekilde denetlemek için ülkeye 100 bin barış gücü askeri yerleştirilmesi çağrısında bulunmuştu.

ABD, Avrupa barış gücünün konuşlandırılmasını destekledi, ancak kendi askerlerini göndermeyi reddetti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English