Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Gazze sonrası İsrail-Çin ilişkileri nasıl şekillenecek?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız çalışma, Çin’in Gazze savaşı nedeniyle İsrail’e karşı sert tutumunun altında yatan sebeplere ve İsrail-Çin ilişkilerinin geçmişten günümüze nasıl şekillendiği ile Gazze savaşı sonrası ne yöne doğru evirilebileceğine odaklanıyor:

***

Pekin’in Gazze Savaşı Konusundaki Tutumu Çin-İsrail İlişkilerinin Geleceğini Nasıl Etkileyecek

Çin Araştırma Birimi

Çin, Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana İsrail’i daha önce görülmemiş bir şekilde eleştirdi. Özellikle Amerika’nın Tel Aviv’e Çin yatırımları üzerindeki kontrolünü artırması ve Pekin’le askeri teknoloji ve diğer ileri teknoloji alanlarındaki işbirliğini azaltması yönünde baskı yaptığı düşünüldüğünde bu tırmanışın iki ülke arasındaki ilişkilere uzun vadeli yansımaları olacak.

İdeolojiden pragmatizme

Gazze Savaşı’nın ardından Çin’in İsrail’e yönelik tutumunu ele almadan önce, Çin’in Filistin-İsrail çatışmasıyla olan ilişkisini tarihsel bağlamına oturtmamız gerekiyor. Bu ilişki üç ana aşamadan geçti: Bunlardan ilki Mao Zedong’un 1950’ler ve 1960’lardan 1970’lerin ortalarına kadar Komünist Parti liderliği yaptığı dönem. Bu aşama, bölgedeki Batı emperyalizmine düşman hareketleri ve rejimleri desteklemek ve kurulduğu 1964 yılından bu yana Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) askeri ve mali yardım sağlamak üzerine kurulu ideolojik bir dış politikaya tanıklık etti. Bu dönemde Pekin ayrıca İsrail ile resmi diplomatik ilişki kurmayı reddetti ve pan-Arap hareketinin liderleriyle aynı çizgide olmayı tercih etti.

1980’lerde Deng Xiaoping, ekonomik kalkınmayı geliştirmeye ve bu hedefe ulaşmak için dış politikayı kullanmaya odaklanan bir politika benimsedi. Bu değişim Çin’in İsrail ile olan ilişkilerine de yansıdı, teknolojik ve tarımsal ürün ticareti arttı. Buna karşılık Çin’in Filistinlilerle ilişkileri, Çin liderliğinin Filistinlilerin silahlı direnişini desteklemekten uzaklaşarak siyasi çözümü tercih etmesi ve Sovyetler Birliği’nin etkisini zayıflatmak için 1979’da Mısır-İsrail barış anlaşmasını desteklemesi nedeniyle geriledi. Dahası Pekin, Filistinlilerin Sovyetler Birliği’ne yakın olmasından da hoşnut değildi.

Bununla birlikte 1992’de Çin ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasından bu yana Pekin siyasi çözümü teşvik eden, Oslo Anlaşması’nı ve iki devletli çözümü destekleyen ve dengeli ilişkiler sürdüren bir politika benimsedi. Bu aşama, Çin’in 1993’te petrol ihracatçısından ithalatçısına geçmesiyle Orta Doğu’nun kritik bir enerji kaynağı olarak öneminin arttığı bir döneme denk geldi. Çin’in bölgesel politikası da ekonomik ve ticari ilişkileri güçlendirmeye ve siyasi boyutları nötrlemeye odaklandı.

Başkan Xi Jinping müzakereleri ve iki devletli çözümü desteklemeye devam etti. Filistinlilerin silahlı direnişi pahasına bölgesel istikrarı tercih etti ve Filistinlileri davalarını “uluslararasılaştırmaktan” vazgeçmeye iknaya çalıştı. Çin-İsrail işbirliğinin zirvesi, iki devletin 2017’de “Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık” imzalamasıyla doruğa ulaştı ve Çin, İsrail’in en büyük ticaret ortağı haline geldi.

Bölgesel ve ekonomik mülahazaların yanı sıra iç mülahazalar da bu politikanın benimsenmesine zemin hazırladı: Sincan ve Tibet’teki Uygur Müslümanları arasındaki aktivist gruplar için silahlı eylem veya “uluslararasılaşma” seçeneğinin meşruiyetini zayıflatmak. Pekin, Tayvan’ı Çin’in “bir parçası ve ayrılmaz bir parçası” olarak görüyor. Bu nedenle Çin, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin edebilmeleri için silahlı direnişe meşruiyet kazandırmaktan kaçınıyor. Böylece Çin’in Tayvan’ı zorla ilhak etmeye çalışması halinde Washington’un Tayvan’ın silahlı savunma hakkına verdiği desteğin meşruiyetini otomatik olarak zayıflatmış oluyor. Ancak Gazze’de devam eden savaş sırasında Pekin, İsrail’e karşı önceki savaşlara kıyasla daha sert bir tutum benimsedi.

Çin-İsrail ilişkilerindeki gerilemenin tezahürleri

Son yirmi yılda Çin-İsrail arasındaki karşılıklı anlayış, ekonomik ve ticari ilişkiler ile Pekin’in Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin tutumu arasındaki ayrıma dayanıyordu. Çin, İsrail’in 2014 yılında Gazze’ye yönelik savaşını kınadı ve Birleşmiş Milletler’in bu savaşta “insanlığa karşı suç işlendiği” iddialarını soruşturmasını destekledi. Ancak aynı yıl Pekin, İsrail’e 4 milyar dolar yatırım yaptı ve iki ülke arasındaki ticaret 11 milyar dolardan 24 milyar doların üzerine çıkarak ikiye katlandı. Ancak Çin’in Gazze’de devam eden savaşa ilişkin tutumu farklı ve İsrail’e karşı daha sert görünüyor. Pekin, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e karşı düzenlenen saldırıyı kınamayı reddetti.

Çin ve Rusya 25 Ekim 2023’te Güvenlik Konseyi’nde Hamas’ı kınayan kararı veto etti ve 27 Ekim 2023’te BM Genel Kurulu’nda İsrailli rehinelerin kaçırılmasını kınayan kararı engelledi. 14 Ekim 2023’te Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrail’in eylemlerinin “meşru müdafaa kapsamının ötesine geçtiğini” ve Filistinlilere yönelik “toplu cezalandırmaya” dönüştüğünü söyledi. 23 Kasım 2023’te BM’nin Cenevre’deki Çinli temsilcileri İsrail’i Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT) Anlaşmasına katılmaya ve nükleer silahlardan vazgeçmeye çağırdı. 7 Mart 2024’te Wang Yi, Gazze’deki savaşı “medeniyet adına utanç” olarak nitelendirdi.

22 Şubat 2023’te Çin Dışişleri Bakanlığı Antlaşma ve Hukuk Dairesi Genel Müdürü Ma Xinmin, Uluslararası Adalet Divanı’na Filistinlilerin İsrail işgaline direnmek için silahlı mücadele verme hakkına sahip olduğunu söyledi ve bunu terör eylemlerinin bir parçası olarak görmeyi reddetti. Xinmin, “Filistin halkının İsrail zulmüne karşı mücadelesi ve işgal altındaki topraklarda bağımsız bir devletin kurulmasını sağlamak için verdikleri mücadele, esasen meşru haklarını geri kazanmak için yapılan haklı eylemlerdir” dedi. Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını destekleyen BM Şartı ve önceki BM kararlarına atıfta bulundu.

Xinmin, “BM Genel Kurulu’nun çeşitli kararları, mevcut tüm araçlarla silahlı mücadelenin meşruiyetini tanımaktadır” dedi. İşgalin gayrimeşru olduğunu çünkü silahlı mücadele hakkının temel ve yasal motivasyonunu oluşturduğunu yineledi. Xinmin ayrıca sivillerin öldürülmesi ile arasına mesafe koymaya ve meşru silahlı direniş ile terör eylemleri arasında ayrım yapmaya çalıştı. “Meşru silahlı mücadele sırasında tüm taraflar uluslararası insancıl hukuka uymak ve özellikle de terör eylemlerinden kaçınmakla yükümlüdür” dedi.

Bu açıklamaların hukuki bağlamı; Pekin’in siyasi duruşunda radikal bir değişikliği, Çin’in çözüme yönelik önceki girişimlerinden ya da iki devletli çözümü desteklemekten vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Ancak bu açıklamalar, Pekin’in müzakereleri destekleyen ve Filistinlilerin işgali sona erdirmeye yönelik silahlı mücadelesini reddeden tarihsel duruşuyla ilgili bir anlam taşıyor.

Hamas Çin’in tutumunu hızlı bir şekilde “övdü”. Buna karşılık İsrail Dışişleri Bakanlığı Çin’in tutumunu kınayan bir açıklama yayınladı. “Savaş kanunları, Hamas’ın silahlı mücadele adına işlediği iki savaş suçu olan sivillere sistematik ve kasıtlı olarak saldırmasına ya da sivilleri canlı kalkan olarak kullanılmasına izin vermiyor. Çin’in açıklaması Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği cani terör saldırısına destek olarak yorumlanabilir.”

Çin’in bu tutumu, Pekin’in İsrail ile olan ilişkilerinden kaynaklanan “ikincil zarara” katlanabileceğini düşündüğünü açıkça gösteriyor. Buna karşılık Çin, Pekin’in genel dış politikasını karakterize eden stratejik belirsizliğin ötesine geçecek şekilde Filistinlilere desteğini artırdı. Ancak bu destek diplomatik ve retorik çerçevede kaldı.

Çin-İsrail ilişkilerinin gerilemesi devam eden savaşın bir sonucu değil. Bu ilişkiler Başkan Xi döneminde iki temel aşamadan geçti. Birincisi, Binyamin Netanyahu’nun hükümeti sırasında, özellikle de dördüncü dönemde (2015-2021) Çin ile ilişkilerden mümkün olduğunca faydalanmaktı. İkincisi ise 2021’den sonra Lapid-Bennett koalisyon hükümeti döneminde ilişkilerin yavaşlatılması ve kısıtlamaların artırılmasıydı.

Netanyahu’nun dördüncü döneminde iki taraf ticaret, Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamındaki yatırımlar ve teknolojik alışveriş alanlarında işbirliğini geliştirmeye çalıştı. Bu doğrultuda 2013 ve 2014 yıllarında İsrail Başbakanlığı tarafından alınan bir dizi hükümet kararıyla (155, 251 ve 1687 sayılı kararlar) bu yol pekiştirildi. İki taraf, 2017 yılında “Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık”ı imzalamadan önce 2014 yılında yenilikçilik konusunda ortak bir komite kurdu. Buna paralel olarak, 2012’de iki ülke arasında 9 milyar dolar olan ticaret, 2022’de 21 milyar dolara yükseldi. Çin’in ulaşım, telekomünikasyon, altyapı, su, enerji ve limanlara yaptığı yatırımlar da arttı.

Ancak Trump yönetimi 2017-2018 yıllarında Çin’e karşı ticaret ve teknoloji savaşı başlatınca Washington, Netanyahu hükümeti üzerindeki baskısını artırdı ve İsrail Washington’un çıkar ve isteklerini dengelemeye ve Çin yatırımları ile teknolojik işbirliğinden azami fayda sağlamaya dayalı bir politika benimsedi. Bu baskı nedeniyle İsrail, 2019 yılında Çin yatırımlarını incelemek üzere “Yabancı Yatırımlarda Ulusal Güvenlik Unsurlarını İnceleme Danışma Komitesi”ni kurdu.

Bu komiteyi kurduktan sonra bile, ulusal güvenliği geleneksel güvenlik ve askeri kavramların ötesine genişletme ilkesini benimsemesine rağmen, yetki ve soruşturma alanlarını kasıtlı olarak kısıtlayarak dengelemeye çalıştığı açıktı. Bu yaklaşım, Amerika’nın korkularını anladığını gösteren Bennett-Lapid koalisyon hükümeti döneminde değişti. Başkan Biden’ın 2022’de İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında Tel Aviv ve Washington arasında Stratejik Diyalog imzalanması bunun bir yansımasıydı. Buna dayanarak yapay zeka, kuantum hesaplama, salgın hastalıklarla mücadele, çevre koruma ve güvenilir teknolojiler konularını incelemek üzere dört eylem grubu oluşturuldu.

Ekim 2022’de İsrail hükümeti, Danışma Komitesi’nin yetki alanlarını genişletti. Bennett-Lapid koalisyon hükümetinin göreve gelmesinden sonra İsrail’in ABD ile stratejik ortaklık ve teknolojik işbirliğini geliştirirken Çin ile yatırımlar ve teknolojik işbirliği üzerindeki kontrolünü artırma ve daha fazla engel çıkarma yönünde bir yol benimsediği açıktı.

Netanyahu Aralık 2022’de iktidara döndükten sonra da bu çizgide radikal bir değişiklik olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Netanyahu, Eylül 2023’te Yeni Delhi’deki G20 zirvesi sırasında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile rekabet eden Amerikan Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı (PGII) projelerinden biri olarak ilan edilen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) için en hevesli liderdi. Kısa vadede Gazze Savaşı bu projenin önünde engeller yarattı. Ancak İsrail, Çin projelerine yönelik alternatif girişimlerde merkezi bir rol oynama yönünde istek gösterdi.

Bu gidişat Çin’in İsrail’in stratejik tercihlerine yönelik şüphelerini derinleştirdi ve Tel Aviv’in ABD ile kızışan rekabet ışığında artık güvenilir bir ortak olmadığı inancını pekiştirdi. Bu şüphe, İran’ın 2023’te petrolünün yüzde 90’ını Çin’e ihraç etmesiyle veya Çin’in toplam petrol ithalatının yüzde 10’unu karşılamasıyla daha da arttı. İsrailliler bunun İran’ın ekonomisini güçlendirmeye yardımcı olduğunu ve İran’ın bölgesel vekillerini finanse ederek Tahran’ın “İleri Savunma” stratejisini desteklediğini düşünüyor. Dolayısıyla İsrail, Çin’in bu politikasını kendi güvenliğine ve çıkarlarına doğrudan bir tehdit olarak görüyor.

Bu şüpheler, 7 Ekim 2023’ten sonra, Hamas’ın Gazze’deki tünellerinde büyük bir Çin silah stoku bulunduğuna dair haberlerin ardından daha da derinleşti. Teyit edilmemiş başka haberlere göre de İsrailli yüksek teknoloji fabrikaları Çin’den parça ithal etmekte zorlanıyor ve Çin devletine ait denizcilik devi Cosco, Kızıldeniz’de Çinli firmaların sahip olduğu dokunulmazlığa rağmen İsrail limanlarına sevkiyatı askıya aldı.

İkili İlişkilerin Geleceğine İlişkin Sonuçlar

Çin’in İsrail’e yönelik sert söyleminin en önemli hedeflerinden biri, İsrail üzerindeki uluslararası baskının zirve yapması, Tel Aviv’in savaşta ilerleme kaydedememesi, Netanyahu’nun aşırı muhafazakar hükümetinin ateşkesi reddetmesi ve Washington’un İsrail’e sürekli diplomatik ve askeri destek vermesi nedeniyle Arap/Müslüman ulusların ve Küresel Güney’in söylemiyle uyum sağlamak.

Dahası, Çin’in tutumları, bölgedeki Amerikan liderliğine meydan okumanın Çinli liderler için en önemli öncelik haline geldiğini gösteriyor ki bu da Pekin’in küresel vizyonu ve büyük güç olarak yükselişiyle uyumlu. Başkan Xi’nin dört maddelik barış önerisi sunduğu 2017 yılı, Pekin’in küresel vizyonunun hedeflerine ulaşmak için Filistin meselesini kullanmasının başlangıcı olarak kabul edilebilir. Önceki önerilerden farklı olarak bu öneride ilk kez Filistin meselesinin çözümü için “kapsamlı, işbirliğine dayalı ve sürdürülebilir güvenlik ve kalkınma yoluyla barış” ifadeleri yer alıyordu.

Amerikan yönetiminin etik ve siyasi konumunu zayıflatmaya yardımcı olduğu sürece bu tür tutumların Çin için herhangi bir siyasi veya diplomatik maliyeti yok. Örneğin Pekin, 2022’de savaşın başlamasından bu yana Ukrayna’da sivilleri hedef alan Rusya’ya karşı tamamen farklı bir tutum benimsedi. Bu da İsrail’i eleştirerek hedef alınan tarafların başında ABD’nin geldiğini gösteriyor. Bununla birlikte, Çin’in İsrail’e yönelik tavrı, Tel Aviv’i bölgedeki Amerikan rejiminin somut hali olarak görmesinden kaynaklanıyor. Ancak Netanyahu hükümetinin Çin’in sert eleştirilerine karşı temkinli karşılık verdiği ve Pekin ile doğrudan ve sürekli bir çatışmaya girmemeye çalıştığı dikkat çekiyor. Buna rağmen, Çin-İsrail ikili ilişkilerindeki gerilemesinin özellikle önümüzdeki dönemde sonuçları olacaktır:

Birincisi, siyasi boyut: İki taraf arasındaki ilişkilerin, 1992’de diplomatik ilişkilerin kurulmasından bu yana görülmemiş seviyelere gerilemesi muhtemel. Bu durum yakın ve orta vadede gerçekleşecek olsa da, Çin-Amerikan ilişkilerindeki gerileme ve Pekin ile Washington arasında tırmanan rekabet göz önüne alındığında, uzun vadede koşulların siyasi derinliğin yeniden kazanılmasına izin verip vermeyeceği açık değil.

Gelecekte Çin’in barış sürecinde arabulucu rolü oynamasının hiçbir şansı olmadığı söylenebilir (ilk baştan beri Pekin’in ciddi olmadığı görünüyor).  İsrail, Çin’in Filistinlilerden yana bir arabulucu olduğuna ve ABD’nin alternatifi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığına giderek daha fazla inanıyor. Bu durum, İsrail’in savaştan sonra Gazze Şeridi’nin yeniden inşasında önemli bir rol oynayan Çin’i engelleme çabalarına da yansıyabilir.

Pekin’in önümüzdeki yıllarda Washington’un İsrailliler ve Filistinliler arasındaki tek arabulucu rolünü destekleme aşamasından barış sürecini denetleyecek çok taraflı bir sistem oluşturulması için baskı yapma aşamasına geçmesi bekleniyor. Pekin’in geçen aylarda arabuluculuk arzusundan (Pekin’in 30 Kasım 2023’te önerdiği beş maddelik barış planının bir parçası olarak ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 15 Ocak 2024’te Kahire’ye yaptığı ziyaret sırasında) Gazze Savaşı’nın sona ermesinin ardından müzakereleri denetlemek için BM şemsiyesi altında geniş çaplı bir uluslararası konferans çağrısına geçmesinin ardında yatan neden bu belirleyici unsur olabilir.

İkincisi, teknolojik ve askeri işbirliği: Bu alanda 2019’da başlayan düşüşün devam etmesi bekleniyor. Bu düşüş, büyük olasılıkla askeri teknoloji, yapay zeka, kuantum hesaplama, temiz enerji teknolojisi ve telekomünikasyon teknolojisinde hızlanacak. Netanyahu’nun olası ayrılığı bu gidişatı değiştirmeyecek.

Üçüncüsü, ticari ilişkiler: İki taraf arasındaki ticaretin 2021’de başlayan durgunluk aşamasından (Çin’in İsrail’e yaptığı ihracatın aralarındaki toplam ticaret hacminin yüzde 70’ine ulaşması ve İsrail’in Çin’e yaptığı ihracatın 2018’den bu yana düşmesi); yani savaştan önce Washington’un özellikle İsrail’in teknolojik bileşenler ve elektrikli araç ithalatı üzerindeki baskısıyla desteklenen hızlı düşüş aşamasına geçmesi muhtemel (Çinli firmalar 2023’te elektrikli araç satışlarında lider konumdaydı).

Sonuçlar

Ukrayna ve Gazze’deki savaşların dinamikleri, Çin’in küresel yönetişim için alternatif bir model sunma bağlamında, ABD ve müttefiklerinin duruşlarına meydan okuyan cesur ve kararlı bir dış politika benimsemesinin önünü açmış gibi görünüyor. Çin’in bu duruşu, özellikle İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının neden olduğu insani trajedinin devam etmesi ve bu savaşın sona erdirilmesi için artan uluslararası baskıya paralel olarak Pekin’in İsrail’e yönelik tutumuna da yansıdı.

Çin’in İsrail’in Gazze Savaşı’na yönelik sert tutumu, özellikle Tel Aviv’in ABD’ye yakınlaşması (Netanyahu hükümeti yakında düşerse) ve Washington’un Pekin ile ilişkileri konusundaki baskılarına daha geniş bir ölçekte yanıt vermesi ile Çin-İsrail ikili ilişkilerindeki düşüşün hızlanmasına yansıyacak gibi görünüyor.

DİPLOMASİ

Antony Blinken ve İngiliz İşçi Partisi temsilcileri Kiev’de

Yayınlanma

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Rusya’nın Harkov’a yönelik taarruzunu şiddetlendirdiği bir dönemde, Beyaz Saray’ın Ukrayna’ya desteğinin devam edeceği konusunda güvence vermek amacıyla salı günü Kiev’e gitti.

Önceden duyurulmadan yapılan iki günlük ziyaret, savaşında başladığı Şubat 2022’den bu yana Blinken’ın Ukrayna’ya yaptığı dördüncü ziyaret. Bu sırada Rusya birlikleri de ülkenin kuzey doğusundaki Harkov’a yönelik baskısını artırmış durumda.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy pazar günü yaptığı açıklamada bölgede “şiddetli çatışmalar” yaşandığı ve köylerin “savaş alanına” dönüştüğü uyarısında bulunurken, Moskova Harkov çevresinde stratejik kazanımlar elde ettiğini iddia etti.

Reuters ve AP’nin haberine göre, ABD’li bir yetkili gazetecilere verdiği brifingde Blinken’ın gezisini Kiev’e ABD desteğinin sürekliliği konusunda “güçlü bir güvence sinyali göndermek” ve Amerikan yardımının Ukraynalıların “savaş alanında inisiyatifi geri almasına” nasıl yardımcı olacağını vurgulamak için kullanacağını söyledi.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Blinken’ın Zelenskiy, Başbakan Denis Şmihal ve Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba ile görüşeceğini söyledi.

İngiliz İşçi Partisi: İktidara gelirsek Ukrayna’ya desteğimiz değişmeyecek

Ziyaret, Birleşik Krallık Gölge Dışişleri Bakanı David Lammy ve Gölge Savunma Bakanı John Healey’in Ukrayna Savunma Bakanı Rustem Umerov ile görüşmek ve Britanya’nın desteğini yinelemek üzere Kiev’e yaptıkları sürpriz ziyaretten bir gün sonra gerçekleşti.

Lammy ve Healey, Ukrayna Savunma Bakanı ve Zelenskiy’in üst düzey yardımcısıyla bir araya geldikleri ziyaret sırasında, Buça ve Irpin kasabalarını ziyaret etti.

Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi bu yılın sonunda yapılması beklenen ulusal seçimler öncesinde iktidardaki Muhafazakârların oldukça önünde yer alıyor.

Reuters’a konuşan Healey, “Eğer bu yıl Britanya’da yapılacak seçimlerde hükümette bir değişiklik olursa, Britanya’nın Ukrayna’nın yanında durma, Rus saldırganlığına karşı koyma ve Putin’i işlediği savaş suçlarından dolayı takip etme kararlılığında hiçbir değişiklik olmayacaktır,” dedi.

Lammy, Ukrayna’ya gitmeden önce Washington’u da ziyaret etti. Lammy, “Donald Trump’ın 61 milyar dolarlık [Ukrayna yardımının] verilmesinin önemine işaret etmesinden ve yardımın artık Ukrayna’ya gelmeye başladığını duymaktan gerçekten memnunum,” dedi.

Lammy ve Healey Ukraynalı yetkililerle bir araya geldiklerinde hava savunma sistemleri, daha uzun menzilli füzeler ve Kiev’de düzenlenecek olan barış zirvesi konularını ele aldıklarını belirttiler.

Lammy, “Birleşik Krallık, İngiliz Milletler Topluluğu ülkeleri ve Küresel Güney ile kilit ve önemli bir ortaklığa sahiptir. Barış konferansına mümkün olduğunca çok sayıda ülkenin katılmasını sağlamak amacıyla Ukrayna’yı desteklemek için tüm çabalarımızı kullanacağız,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Putin, 16-17 Mayıs tarihlerinde Çin’i ziyaret edecek

Yayınlanma

Kremlin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeniden göreve geldikten sonraki ilk yurt dışı gezisi olarak 16-17 Mayıs tarihlerinde Çin’e bir resmi ziyaret gerçekleştireceğini bildirdi.

Yapılan yazılı açıklamada, “İki ülkenin liderleri kapsamlı ortaklık ve stratejik iş birliği konularının tamamını detaylı bir şekilde ele alacak, Rus-Çin pratik işbirliğinin daha da geliştirilmesi için kilit alanları belirleyecek,” ifadelerine yer verildi.

Taraflar, ayrıca güncel uluslararası ve bölgesel konularda ‘kapsamlı görüş alışverişinde’ bulunacak.

Görüşmenin ardından devlet başkanları tarafından ortak bir bildiri ve diğer bazı ikili belgeler imzalanacak.

Görüşmelere ek olarak Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, diplomatik ilişkilerin kurulmasının 75. yıldönümü ve Rus-Çin Kültür Yıllarının açılışı onuruna düzenlenecek gala gecesine katılacak.

Putin, ayrıca Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi Başbakanı Li Qiang ile de bir araya gelmeyi planlıyor. Kremlin’den yapılan açıklamada, tarafların ticari, iktisadi ve insani alanlarda ikili işbirliğini ele alacakları belirtildi.

Öte yandan Rusya lideri, gezi sırasında Harbin kentini ziyaret edecek. VIII. Rus-Çin EXPO’sunun ve bölgeler arası işbirliği konulu dördüncü Rus-Çin forumunun açılışına katılacak. Putin, Harbin Politeknik Üniversitesi öğrenci ve öğretmenleriyle de bir araya gelecek.

19 Mart’ta Reuters’a konuşan kaynaklar, Putin’in göreve geldikten sonra Çin’e yapacağı ilk ziyaretin mayıs ayının ikinci yarısında gerçekleşebileceğini bildirmişti.

Sonrasında Putin, 25 Nisan’da Rusya Sanayiciler ve Girişimciler Birliği’nin kongresinde mayıs ayında Çin’e bir ziyaret gerçekleştirmeyi planladığını doğrulamıştı.

Bununla beraber Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, bugün düzenlediği basın toplantısında Putin ve Xi’nin diğer konuların yanı sıra uluslararası ve bölgesel güvenliği de ele almayı planladıklarını söyledi.

Peskov, aynı zamanda görüşmede çok disiplinli ikili işbirliğinin daha da geliştirilmesine vurgu yapılacağını söyledi.

Sözcü, hem Rusya’nın hem de Çin’in Batı’nın baskısına maruz kaldığını ve buna dayandığını, bu nedenle gündemde ülkeleri karşılıklı olarak ilgilendiren birçok konu olduğunu da sözlerine ekledi.

Putin’in Çin’i bir önceki ziyareti 17-18 Ekim 2023 tarihlerinde gerçekleşmiş ve o tarihte üçüncü uluslararası Kuşak ve Yol foruma katılarak Xi Jinping ile genişletilmiş ve dar bir formatta ikili görüşmeler gerçekleştirmişti. Görüşme, bir buçuk saatten fazlası birebir olmak üzere üç saat sürmüştü.

Rusya Çin’den ne bekliyor?

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

FT: AB, Moldova ile askeri işbirliğini güçlendirme niyetinde

Yayınlanma

Financial Times‘ın (FT) haberine göre Moldova ile Avrupa Birliği (AB), önümüzdeki hafta savunma alanında ortaklık ilişkilerinin güçlendirilmesine yönelik bir anlaşma imzalamayı planlıyor.

Haberde, işbirliği çerçevesinde Kişinev ile Brüksel’in istihbarat paylaşımını artırmayı ve ortak askeri tatbikatlar düzenlemeyi planladığı belirtildi.

Gazeteye göre anayasanın ülkenin daimi tarafsızlığını ilan ettiğini ve NATO üyeliğini dışladığını belirtmesine rağmen Moldova’nın AB’nin ortak silah alımı programına dahil edilmesi de gündemde.

Haberde, ayrıca yeni anlaşmanın Moldova’nın AB savunma faaliyetlerine katılımını pekiştirmeyi amaçladığı kaydedildi.

Söz konusu ortaklık ayrıca dış müdahalelere, siber saldırılara ve teröre karşı savunma alanında işbirliğini genişletmeyi hedefleyecek.

Mart ayında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Moskova’nın Moldova’nın etnik Rus nüfusunu koruyacağını ve Kişinev’in Kiev’in izinden gitme riski bulunduğunu söylemişti.

Geçtiğimiz ekim ayında da Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu, Rusya’yı ülkesinin ulusal güvenliğine yönelik tehdit olarak nitelendirmişti.

Moldova’nın “Romanyalılaşması” ve AB’ye üyelik gündemi

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English