Bizi Takip Edin

Diplomasi

Güney Kafkasya dinamiklerinde Orta Doğu etkisi

Yayınlanma

İsrail ve Azerbaycan arasında artan işbirliği İran için ne anlama geliyor? İsrail ve Türkiye’nin Güney Kafkasya’da çatışan ve örtüşen çıkarları neler? İsrail’in varlığı Rusya’da nasıl algılanıyor? Moskova’nın Orta Doğu’daki nüfuzu Ukrayna’daki gelişmelerden nasıl etkilenecek?

Malcolm H. Kerr Carnegie Orta Doğu Merkezi’nden Armenak Tokmajyan Orta Doğu’daki aktörlerin Güney Kafkasya’daki gelişmeler üzerinde etkisini Sergei Melkonian ile konuştu. Melkonian’ın Ermenistan’ın Orta Doğu’nun bir parçası olduğu ya da Karabağ savaşında Libya ve Suriyeli paralı askerlerin Azerbaycan cephesinde savaştığı gibi tartışmalı bazı iddialarına rağmen söyleşi Güney Kafkasya’daki çıkar çatışmalarına dair bir projeksiyon tutuyor.

Söyleşinin tamamını yayınlıyoruz:

***

Orta Doğu Bağlantıları Güney Kafkasya’yı Şekillendiriyor

Armenak Tokmajyan

Sergei Melkonian röportajında Ermenistan, Azerbaycan, Türkiye ve İsrail’in İran’ın kuzeyine uzanma çabalarını ele alıyor.

Sergei Melkonian Ermenistan Uygulamalı Politika Araştırma Enstitüsü’nde ve Moskova’daki Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırma görevlisi. Doktorasını İsrail-Suriye ilişkileri üzerine 2021’de Rusya Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi’nde tamamlamıştır. Erivan’daki Ermeni Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü’nde ders veriyor ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika programını yönetiyor. Armenak Tokmajyan Güney Kafkasya’daki durum, Türkiye, İsrail ve İran arasındaki ilişkiler ile Ukrayna’da devam eden savaş ışığında Rusya’nın Orta Doğu’daki konumu hakkındaki görüşlerini almak için mayıs ayı ortasında Melkonian ile röportaj yaptı.

Armenak Tokmajyan: Güney Kafkasya’nın, özellikle de Ermenistan’ın Orta Doğu’nun bir parçası olarak görülebileceğini savundunuz. Bu konuyu detaylandırabilir misiniz?

Sergei Melkonian: Bu soruyu yanıtlamak için farklı yaklaşımlar var. En bariz olanla başlayabiliriz: Coğrafya. Ermenilerin etnik kökeni ve devleti Ermeni yaylalarında oluşmuştur. Burası, siyasi bir bölge olarak Ortadoğu’yu da kapsayan Batı Asya coğrafi bölgesinin bir parçasıdır. Bu coğrafi alanın Ortadoğu’nun bir parçası olduğunu anlamak için, bölge medeniyetlerinin etrafında şekillendiği iki nehrin, Dicle ve Fırat’ın Ermeni yaylalarından aktığını belirtmek yeterlidir. Bugün Ermenistan, Orta Doğu’nun iki önemli aktörü olan Türkiye ve İran ile sınır komşusudur; Erbil, Tahran ve Bağdat ise Erivan’a Moskova ya da Brüksel’den daha yakındır.

Tarihsel anlamda Ermenistan’ın sınırları, doğal çevresi olan Orta Doğu’nun derinliklerine kadar uzanıyordu. Daha sonra Ermenistan hem Osmanlı İmparatorluğu’nun hem de tüm bölgeyi kapsayan İran’daki Safevi ve Kaçar İmparatorluklarının bir parçası olmuştur. Ermenistan’ı herhangi bir tarihsel dönemde dünya haritasında bulmak için modern Ortadoğu’nun sınırlarını çizen ve tanımlayan haritacılara başvurmalıyız.

Ermenistan kültürel olarak da bölgenin bir parçasıdır. Tarih boyunca yaşadıkları bölge göz önüne alındığında Ermenilerle Arap Doğusunun arasında gelenekler, mutfak, dilsel aktarım ve benzeri açılardan paralellikler bulunabilir. Örneğin Ermeniler, I. Dünya Savaşı sırasındaki soykırımdan (yazar bu ifadeyi kullanıyor) kaynaklanan Ermenistan Diasporası’nın ortaya çıkmasından birkaç yüzyıl önce Suriye toplumunun bir parçasıydı ve Ermeni Apostolik Kilisesi en eski Doğu Hıristiyan kiliselerinden biridir.

Siyasi düzeyde, Ermeni devletleri tarih boyunca Orta Doğu’daki bölgesel süreçlerin bir parçası olmuştur. Bugün de durum değişmedi. Ermenistan bölgedeki çatışmaların sonuçlarını hissediyor. Irak ve Suriye’den gelen Ermeni mültecilerin yeniden yerleştirilmesi ya da Libya ve Suriye’den gelen paralı askerlerin 2020’de Ermenistan’la olan savaşında Azerbaycan’ın yanında yer alması buna örnektir.

AT: Güney Kafkasya’da İsrail ve Azerbaycan arasında işbirliğinin arttığını gözlemliyoruz. İsrail’in bu konudaki temel hedefleri nedir ve Rusya “arka bahçesinde” İsrail’in genişleyen rolünü nasıl algılıyor?

SM: Geçmişte İsrail ve Azerbaycan arasındaki ilişkiler öncelikle ekonomik ve enerji alanlarında gerçekleşirken, günümüzde askeri-teknik işbirliği ve güvenlik konularına daha fazla önem veriliyor. Bu nedenle Azerbaycan, İsrail’in genellikle “yeni çevre stratejisi” olarak adlandırılan dış politika stratejisinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bu strateji, İsrail’in güvenliğine yönelik ana tehdit kaynağına yakın olan devletlerle yakın ilişkiler kurmaya dayanıyor. Bu nedenle İran ile kara ve deniz sınırı olan Azerbaycan, Türkmenistan ve Körfez ülkeleri İsrail diplomasisi için öncelikli alanlardır.

Azerbaycan’ın 2020’de Dağlık Karabağ’ın bir bölümünde kontrolü sağlamasının ardından İran ile Azerbaycan arasındaki sınır yaklaşık 100 kilometre arttı ve İsrail, İran’a sadece 7 kilometre mesafedeki izleme tesislerine erişim imkânı elde etti. Bugün İsrail, gayri resmi olarak, Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan egemenliğindeki topraklar üzerinden iki ülke arasında koridor oluşturma projesi olan “Zangezur Koridoru”nun açılmasını destekliyor. Bu projenin hayata geçirilmesi, Azerbaycan üzerinden Türkiye’nin İran sınırının hemen kuzeyindeki bölgelerde nüfuzunu önemli ölçüde artmasına yol açacak.

Rusya ise İsrail’in Güney Kafkasya’daki faaliyetlerine fazla önem vermiyor. İlk olarak, 2020 savaşı yoluyla Dağlık Karabağ’daki statükoyu değiştirme arzusu Azerbaycan’dan geldi. İsrail de bunun sonuçlarından faydalandı çünkü hem Azerbaycan’ın savaşa hazırlığında hem de çatışma sırasında destek sağlayarak çok önemli bir rol oynadı. İkincisi, Moskova İsrail’i Güney Kafkasya’daki Batı nüfuzu için bir kanal olarak görmüyor. Üçüncüsü, İsrail Rusya’nın bölgedeki çıkarlarını etkilemiyor; Moskova’nın Güney Kafkasya’daki en önemli rakibi Ankara.

AT: İsrail ve Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki çıkarları arasındaki etkileşimi ve bu durumun nihai sonucunu nasıl gördüğünüzü açıklayabilir misiniz?

SM: Türkiye ve İsrail’in bölgede farklı çıkarları var. Ankara için burası tarihsel olarak ulusal çıkarlarını peşinden koştuğu bir bölge. Türkiye ekonomik, enerji, lojistik ve askeri araçları kullanarak nüfuzunu yaymaya çalışıyor. Bu nedenle nüfuz alanları mücadelesinde Rusya ve İran’ın rakibi konumunda. İsrail için Güney Kafkasya’nın böyle bir stratejik önemi yok. Enerji ithalatı, silah pazarı ve özellikle İran ile gerilim alanı yaratma bağlamında önemli.

Türkiye ve İsrail’in Güney Kafkasya’daki çıkarlarının ana kesişim noktası İran’ın zayıflatılması. Türkiye ve İsrail arasındaki siyasi krize rağmen, her ikisi de 2020’de Ermenistan ve Dağlık Karabağ’a karşı savaşta Azerbaycan’ı destekledi. Her ikisi de savaştan fayda sağladı. Türkiye, Azerbaycan üzerindeki etkisini artırdı, orada askeri bir varlık oluşturdu ve “Zengezur Koridorunu” açabilmesini daha mümkün kıldı. İsrail ise İran sınırına erişim ve bu sınırda Tahran’a baskı yapmak için kullanabileceği güçlü bir müttefik kazandı. Türkiye ve İsrail arasında rekabet askeri-teknik alanda ortaya çıkabilir; Azerbaycan’a kim daha fazla silah tedarik edecek? Aksi takdirde, işbirliği her iki tarafın da çıkarlarına rekabet ya da çekişmeden daha uygun.

AT: Rusya kısa süre önce Ukrayna’daki savaşın başlamasından sonra geliştirdiği yeni dış politika konseptini yayınladı. Orta Doğu, özellikle de Suriye, bu yeni vizyonun neresine oturuyor?

SM: Yeni dış politika konsepti Orta Doğu’ya farklı bağlamlarda atıfta bulunuyor. Birincisi, Rusya devletler arasında bölgesel entegrasyon ve diyalog biçimlerini desteklediğini ifade ediyor. Moskova için bu, tüm bölgesel meselelerin sadece Ortadoğu devletleri tarafından tartışılması gerektiği anlamına geliyor ki bu da başta Batı olmak üzere bölge dışı aktörlerin süreçlerden dışlanması demek. İkinci olarak, Orta Doğu uluslararası terörizmle mücadele bağlamında zikredilen tek bölge. Dahası, belgede Rusya’nın Hıristiyan nüfusun korunması için bölgedeki devletlerle işbirliğine hazır olduğu özellikle vurgulanıyor. Üçüncüsü, Orta Doğu, çok kutuplu dünyanın merkezlerinden biri olma potansiyeli nedeniyle, Rusya’nın beşinci en önemli bölgesel önceliği, yani daha geniş İslam dünyasıyla ilişkileri bağlamında anılıyor. Rusya’nın bölgeyi geleneksel muhafazakâr değerlere bağlı ve aynı zamanda Batılı neoliberal modeli kabul etmeyen yerlerden biri olarak gördüğünü eklemek önemli.

Suriye’ye gelince, konseptin 2016’da yayınlanan bir önceki versiyonunda Rusya’nın buradaki çatışmanın çözümüne yönelik yaklaşımını ve ülkenin geleceğine ilişkin vizyonunu açıklayan bir paragraf yer alıyordu. Konsept, Rusya’nın Suriye’deki askeri harekatının Eylül 2015’te başlamasından bir yıl sonra onaylanmış ve Rusya’nın politikasını ve hedeflerini tanımlamıştı. Konseptin yeni versiyonunda bu paragraf yer almıyor ancak Suriye’nin komşularıyla ilişkilerini normalleştirmesinin önemine işaret ediliyor. Bu da Rusya’nın bakış açısına göre çatışmanın büyük ölçüde çözüldüğünü gösteriyor. Gerisi Suriye’nin Orta Doğu devletleriyle ilişkilerinin normalleşmesine bağlı. Aslında Suriye, Moskova’nın öncelikler listesinde İran’dan sonra ikinci sırada yer alıyor.

AT: Orta Doğu ülkeleri, Ukrayna’daki çatışmaya rağmen Rusya ile ilişkilerini sürdürürken, Rusya’nın bölgedeki harekâtı sekteye uğramaya devam ederse, Moskova’nın bölgeyle olan ilişkilerinde ne gibi orta ve uzun vadeli etkiler öngörüyorsunuz?

SM: Stratejik olarak, Rusya’nın ortaya çıkan uluslararası düzenin Batı merkezli olmadığını göstermesi önemli. Bu bağlamda Ortadoğu’ya özel önem verilmekte. Rusya, Ukrayna savaşının gelişimine doğrudan bağlı olmayan pek çok işbirliği biçimi sunuyor: Avrasya Ekonomik Birliği ile bir serbest ticaret bölgesinin oluşturulması, Avrasya’da iletişimin geliştirilmesi, nükleer santrallerin inşası gibi. Rus girişimlerinin başarısı birkaç ön koşula bağlıdır.

Birincisi, Rusya’nın mali ve ekonomik yetenekleri. Açıkçası, Ukrayna’daki savaş sekteye uğrarsa, Rusya bu tür girişimlerin itici gücü olamaz. Örneğin, bugün Moskova; Rusya, Azerbaycan, İran, Orta Asya’nın bazı bölgeleri ve Hindistan üzerinden yük taşımaya yönelik bir ulaşım ağı olan Kuzey-Güney koridorunu tamamlamak için Resht-Astara bölümüne yatırım yapabilir. Ancak Ukrayna’daki durum kötüleşirse, bu artık geçerli olmayabilir.

İkincisi, Ukrayna’daki aksilikler, bölge devletlerinin Batı’yı yalnızca güçlendirecek zayıf bir Rusya ile işbirliği yapma isteklerini azaltabilir. Orta Doğu nüfusunun bir kısmı, Rusya’yı ve başkanı Vladimir Putin’i egemen Batı’ya meydan okuduğu için güçlü olarak görüyor. Bununla birlikte, olası zayıflık durumunda, özellikle Batı’dan baskı veya daha cazip teklifler gelirse, destek seviyesi ve Rusya ile stratejik projeler geliştirme isteği azalacaktır.

Üçüncüsü, Ukrayna’da daha fazla aksilik olması durumunda, Suriye’deki Rus askeri varlığında bir düşüş bekliyoruz. Aynı zamanda Moskova, ülkede daha sonra geri dönebilmesini ve hatta varlığını genişletmesini sağlayacak bir konumu korumaya çalışacaktır.

Diplomasi

Alman araştırmacı Alexander Rahr: AB, Orta Asya hamlesinde geç kaldı

Yayınlanma

Yazar

Avrupa Birliği, uzunca bir süredir Çin ve Rusya ile sıkı askeri, iktisadi ve siyasi ilişkiler geliştiren Orta Asya ülkelerine yönelik iddialı bir hamle başlattı.

3-4 Nisan tarihleri arasında Özbekistan’ın Semerkant şehrinde AB ve beş Orta Asya ülkesi arasında düzenlenen AB-Orta Asya zirvesi, türünün ilkiydi ve Brüksel’in bölgeye yönelik ilgisini taçlandırdı. AB, “Küresel Geçit” projesi ile Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne (KYG) alternatif bir ticaret koridoru yaratmaya çalışırken, bölgedeki doğrudan yabancı yatırımlardaki payı da %40’a kadar çıkmış durumda.

Zirvenin en önemli çıktılarından biri Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in, bölge ülkelerinden geçen “Orta Koridor”a 10 milyar avroluk yatırım sözü olurken, Türkiye’de gündem olan diğer mesele de “Türk Devletler Teşkilatı” üyesi ülkelerin, BM tarafından Kıbrıs’ın meşru hükümeti olarak görülen Kıbrıs Cumhuriyeti’ne akredite büyükelçi atama kararı oldu. BM’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kabul etmeyen kararlarına atıf yapılan ortak bildirge Türkiye’de tartışmalara neden oldu.

AB’nin Orta Asya hamlesinin nedeni kaynak yoksunluğu

Harici’ye konuşan Berlin’deki Avrasya Cemiyeti Başkanı Alexander Rahr’a göre, AB’nin son Orta Asya hamlesinin arkasında AB’nin hammaddelere, hammadde üreticilerine ve dış kaynaklara ihtiyacı bulunuyor. AB’de sanayi ve sanayi tabanını güçlendirmek için gerekli hammaddelerden çok az bulunduğuna işaret eden Alman yazar, bu nedenle AB’nin gitgide dış kaynaklara ve hammaddelere daha çok muhtaç hale geldiğini belirtiyor.

“AB, hammaddeler; doğalgaz, petrol ve kömür ve diğer mineraller söz konusu olduğunda ana tedarikçisi ve üreticisi olan Rusya’yı kaybetti,” diyen Rahr, Kıta’nın Amerika’yla da bir çatışma içinde bulunduğunu, bir dizi uzmana göre, Amerika ve Avrupa arasında uzun süreli bir ticaret savaşı beklendiğini hatırlatıyor. Rahr’a göre bu nedenle sadece ABD’ye veya ABD ile çok yakın bağlantılı ülkelere güvenmek, AB için tehlikeli.

Rahr ayrıca AB’nin Çin’den uzaklaştığını da belirtiyor. Ona göre Brüksel, Çin’de çıkacak büyük bir krizi, bir gün Tayvan ile çıkacak savaşı öngörüyor.

Dolayısıyla Alman uzmana bakılırsa, AB için çok az seçenek var ve şimdi Orta Asya’ya işaret ediyor. Bu devletler Avrupa’dan çok da uzak değil ve ayrıca AB’nin ihtiyaç duyduğu çok miktarda hammadde ve mineral barındırıyor. Rahr şöyle devam ediyor:

“Yani mesele net: AB’nin, kaybedilen Rusya piyasasına takviye ve Çin ile sorunlara çözüm olarak, Orta Asya ülkeleri ile stratejik ortaklığa ihtiyacı var.

AB’nin sorunu, Orta Asya ülkelerinin Rusya ve Rusya pazarına çok iyi bağlanmış olması. Rusya’nın bölgedeki etkisi, AB’den çok daha fazla. AB’nin Orta Asya ülkelerini Rus etkisinden koparacağı yönündeki görüşü fazlasıyla naif. Bunun AB açısından fazlasıyla iddialı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca çok geç kaldılar ve AB’nin bunu yapabilecek siyasi enstrümanları yok.”

‘Brüksel’in siyaseti işbirliğine değil, değerlere odaklandığı için rahatsız edici’

Rahr, bölgedeki büyük, aktif, hegemon başka güçler olduğunun da altını çiziyor. Bunlardan birisi Çin: İpek Yolu stratejisi ile Orta Asya, Kafkasya ve Rusya’yı kısmen Avrupa’ya bağlıyor ve bölgede çokça otoritesi ve siyasi gücü ve etkisi var. 

Bölgede aynı zamanda Türkiye de var. Bu sahada, Orta Asya ülkeleri ile işbirliğinde çok aktif.

Rahr bu nedenle AB’nin “çok geç kaldığını” düşünüyor ve AB’nin başka sorunları olduğuna da işaret ediyor:

“Brüksel’in dış ilişkiler ve ekonomi politikaları, insan haklarına, liberal değerlere, feminist dış siyasete odaklanıyor. Bütün bunlar AB için Avrupa dışındaki ülkelerle işbirliği inşasında önemli rol oynuyor. Fakat bu, Avrupa kültürünün parçası olmayan birçok ülke için fazlasıyla rahatsız edici. Bu ülkeler, AB tarafından ders almak veya baskı görmek istemiyorlar. Bunun da gelecekte AB ile Orta Asya ülkeleri arasındaki işbirliğinin önündeki engellerden biri olduğunu düşünüyorum.”

‘Avrasya ülkeleri Rusya ile olan bağlarını AB istedi diye koparmazlar’

Alman yazar, Avrupa’nın Türkiye’yi, Orta Asya ülkelerini, hatta Çin’i Rusya’nın etkisinden kurtulmaya, on yıllardır Rusya ile kurdukları bağları koparmaya teşvik etmeye ve Türkiye ile Kazakistan gibi ülkeleri Rusya karşıtı yaptırımlara katılmaya zorlamaya çalışması durumunda da, bu bakımdan da çok geç kaldığını düşündüğünü söylüyor.

Ona göre bu ülkeler, Orta Asya ülkeleri, özellikle Çin, Hindistan, yani “Avrasya ülkeleri” bu yaptırım savaşları sırasında Rusya ile uygun bir ilişki kurdular. Dolayısıyla AB dışındaki ülkelerin Rusya ile kurdukları ilişkileri yok edeceklerini tahmin etmiyor.

Ona göre tam tersine, Rusya ile bu ilişkilerden faydalanıyorlar: “Tabii ki AB ile de ilişki kurmak istiyorlar, neden olmasın? AB çok cazip bir pazar ve yatırım için parası var. Ama bu ülkeler AB’nin sınırlarını ve siyasi hedeflerini de biliyorlar.”

‘Brüksel, bölgenin Çin ve Rusya ile ilişkilerini koparmaya çalışırsa kaybeder’

Almanya ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ticaret ilişkilerinin, örneğin bu ülkelerin Çin ile olan ticaretinden daha az önemli olduğunu kabul eden Rahr, Çin’in İpek Yolu stratejisi bu bölgede çok hızlı geliştiğini söylüyor.

AB ve özellikle Almanya’nın, Avrupa İpek Yolu stratejileri ve fikirleri ile bölgeye girebileceğini kaydeden Rahr, “Özel ve çok önemli koridorlar inşa edebilirler. Bu mantıklı ve desteklenmeli çünkü Avrupalılar tarafından inşa edilen bir koridor, belki Çin’in İpek Yolu stratejisinin taşıdığı siyasi gücü dengeleyebilir,” diyor.

Rahr, AB’nin sorununun “ideoloji” olduğunu düşünüyor. Ona göre Brüksel bu ülkelerin Çin veya Rusya ile ilişkilerini bozmaya çalışırsa, kaybeder:

“AB, bana göre yalnızca bu bölgeye kapsayıcı bir yaklaşımla girerse kazanır. Bölgedeki tüm ana aktörlerle işbirliği ve gerekli koridorların inşası. Bu yaklaşımdan Asya ve Türkiye de kazanır. Ama bu tamamen kapsayıcı bir yaklaşım olmalı ve yatırım ile pazarların küreselleşmesini, pazarlar arası işbirliğini ve bölge için ortak bir güvenlik yaklaşımını da birleştirmeli. Şu anda Ukrayna’da olduğu gibi yeni bir Soğuk Savaş yürütülmemeli.”

‘Kıbrıs meselesi bence siyasi olarak çözüldü’

Son olarak Kıbrıs meselesine de değinen Rahr, Ada’daki sorunun siyasi olarak çözüldüğünü savunuyor. Rahr, “Herkes Kıbrıs’ın, Kıbrıs ve Türkiye’ye bağlı bulunan kuzey olmak üzere iki kısımdan olduğunu anlıyor,” iddiasında bulunuyor.

“Ahlaki ve uluslararası hukuk”un Batı için çok önemli olduğunu ve Batı yaklaşımına göre meselenin tamamen çözülmediğini aktaran Rahr, sözlerini şöyle sonlandırıyor:

“Benim görüşüm, meseleye gerçekçi ve siyasi bir açıdan bakarsanız, Kıbrıs’ta statüko var. Adaya birçok referandum yapıldı ve Kıbrıs nüfusunun çoğunluğu şu anki statükoyu olduğu gibi kabul etti. Kıbrıs’taki gerçek durumu değiştirmek imkansız gibi görünüyor.

Gerçekçi bakış burada da galebe çalmalı. Her zaman, Kıbrıs’ta devam eden süreçlere yönelik soru işareti koyan bazı uzmanlar ve daha büyük uluslararası bakışın temsilcilerini bulursunuz.”

Okumaya Devam Et

Diplomasi

AB, yeni fosil yakıt anlaşması için tarife duraklamasını kullanacak

Yayınlanma

Avrupa Birliği, ABD Başkanı Donald Trump’ın ekonomiyi sarsan gümrük vergilerine ara verdikten sonra müzakereye daha açık olduğunu düşünerek daha fazla Amerikan gazı satın alma teklifini yeniden gündeme getirecek.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi üç Avrupalı yetkilinin POLITICO’ya verdiği bilgiye göre AB, ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) alımlarını artırmaya yönelik görüşmeleri yeniden açmayı ve Trump’ın transatlantik ticaretle ilgili öfkesini gidermek için özel teklifler sunmayı planlıyor.

Yetkililer, AB’nin özellikle, Beyaz Saray’ın taleplerini karşılamak için kıtanın daha büyük, Avrupa çapında siparişler vermesini sağlayacak ama ideal olarak daha rekabetçi fiyatlarla talebi bir araya getirmenin yollarını aradığını söyledi.

AB aylardır Trump yönetimiyle bu konuda temas kurmaya çalışıyor fakat diplomatlar Washington’da kafa karışıklığı ve ilgisizlikle karşılaştıklarını ileri sürüyorlar.

Fakat iddiaya göre şimdi durum değişti: piyasalar çöküyor ve iş dünyası liderleri Trump’a taktik değiştirmesi için yalvarıyor

Yetkililerden biri, “Bu öneriler bir süredir masadaydı, fakat şimdi ilerleme kaydetmek için bir fırsat olduğunu umuyoruz,” dedi

Geçtiğimiz kasım ayında seçilmesinden bu yana Trump, bir ticaret savaşından kaçınmak için AB’nin daha fazla Amerikan petrolü ve gazı satın alması konusunda defalarca ısrar etti.

Başkan, AB ile “kalıcı bir ticaret açığı” olarak gördüğü durumu telafi etmek için Amerikan enerjisine 350 milyar dolar daha harcaması gerektiğini de söyledi.

Çarşamba günü geç saatlerde Trump, küresel gümrük vergilerinin çoğuna 90 günlük bir ara verdiğini açıkladı ve Amerika’nın ortaklarının şimdi ticaret engellerini ortadan kaldırmak için müzakere etmelerinde ısrar etti.

AB bunu LNG teklifini öne çıkarmak için bir başka fırsat olarak değerlendiriyor. Yetkililer daha fazla Amerikan yakıtı tüketme arzularını açıkça dile getirerek bunu Rusya ile tüm enerji bağlarını nihayet koparmasının bir yolu olarak görüyorlar.

AB Enerji Komiseri Dan Jørgensen salı günü bir endüstri etkinliğinde yaptığı açıklamada, “Gelecekte ABD’den daha fazla gaz satın alacağız,” dedi ve bu alımların bloğun “yeşil dönüşüm” hedefleriyle uyumlu olması gerektiğini vurguladı.

Öte yandan bir talep toplama planının ne kadar iyi işleyeceği de belirsiz çünkü en nihayetinde bu alışverişi hükümetler değil şirketler yapacak. AB, Ukrayna savaşının ardından çok yüksek fiyatları düşürmek umuduyla benzer bir sistem başlatmıştı fakat sonuçta çok az şirket katılmıştı.

Yine de, özel tedarikçilerden gelen siparişleri bir havuzda toplamak ve bunları Amerikalı tedarikçilerle eşleştirmek, bloğun daha büyük hacimlerde ABD LNG’si alabilmesinin bir yolu.

LNG fiyatlarına ilişkin endişeler de görüşmeler üzerinde kara bulutları neden oluyor.

AB, ülkelerin yakıt depolama tanklarını her yıl 1 Kasım’a kadar kapasitenin yüzde 90’ına kadar doldurmalarını şart koşuyor ve başkentler, çoğu Amerikan malı olan tedariklerin yaz aylarında aceleyle satın alınmasının maliyetleri artırmasından endişe ediyor.

AB ülkeleri bu esnekliğin LNG için daha az harcama yapmalarını sağlayacağını umarak bu kuralları gevşetmeye çalışıyor.

Perşembe günü Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB’nin tarifelerin yeniden uygulanmasına aynı şekilde karşılık vereceği uyarısında bulundu fakat şimdilik “Müzakerelere bir şans vermek istiyoruz,” dedi.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Ukrayna’da kadınların askere alınması gündemde

Yayınlanma

Ukrayna Devlet Başkanlığı İdaresi Başkan Yardımcısı Pavel Palisa, İsrail modelini örnek alarak kadınlar için zorunlu askerlik hizmeti getirilmesini önerdi. Rusya’dan kaynaklanan ‘uzun vadeli tehdide’ dikkat çeken Palisa, hizmetin sosyal haklar ve devlet görevleriyle ilişkilendirilmesi gerektiğini savundu, ancak bunun kişisel görüşü olduğunu belirtti.

Ukrayna Devlet Başkanlığı İdaresi Başkan Yardımcısı Pavlo Palisa, Bihus.Info‘ya verdiği röportajda, ülkenin İsrail’in deneyimini benimseyerek kadınlar için zorunlu askerlik hizmeti getirmesi gerektiğini söyledi.

Palisa, bu önerisini açıklarken, Rusya’dan geldiğini öne sürdüğü “uzun vadeli tehdide” işaret etti.

Palisa, önümüzdeki 10, hatta 30 yıl boyunca Ukraynalıların, ülkelerini egemen bir devlet olarak “yok etmek” isteyen komşuları nedeniyle “her şeyin tekrarlanabileceği anlayışıyla yaşamak zorunda kalacaklarını” savundu.

Palisa, “Yeterince güçlü olmak ve vatandaşların orduya katılımıyla ilgili sorun yaşamamak için, vatandaşların herkesin hizmet etmesi gerektiği konusunda net bir anlayışa sahip olmaları için belirli bir geçiş dönemi düşünülmelidir,” diye konuştu.

Palisa, bu gerekliliğin anaysada yer aldığını hatırlatarak, kadınları da kapsayacak şekilde genişletilmesi çağrısında bulundu.

Askerlik hizmetinin ayrıca sosyal yardımlar, kamu görevleri ve devlet bütçesinden karşılanan eğitim için zorunlu bir koşul hâline getirilmesi gerektiğini kaydeden yetkili, “Tamam, orada asgari bir sözleşme, diyelim ki bir yıllık. Hem erkekler hem de kadınlar orduda olmalı. Özellikle modern orduda herkes için farklı işler var,” ifadelerini kullandı.

Palisa, bu şekilde tüm nüfusun “Ukrayna ordusunun ne olduğu konusunda daha fazla anlayışa sahip olacağını” dile getirdi.

“Yine, eğer çocuklarımızın mutlu olacağı bir devlet inşa etmek istiyorsak, bu anlayışın nesilden nesile aktarılması gerekir,” diye devam eden Palisa, tüm Ukraynalıların komşularından veya diğer “istikrarsız kişilerden” hiç kimsenin “2022’yi tekrarlama” düşüncesine bile kapılmaması için yeterince güçlü olması gerektiğini belirtti.

Ancak Palisa, bunun kendi kişisel görüşü olduğunu ve Devlet Başkanlığı Ofisi’nin kendisiyle aynı fikirde olup olmadığından emin olmadığını da sözlerine ekledi.

Ukrayna Savunma Bakanlığı Müsteşarı Lyudmila Daragan, eylül ayı sonunda Ukrayna ordusu saflarında 68 bin kadının görev yaptığını, bunlardan 48 bininin asker olduğunu ve yaklaşık 5 bininin doğrudan çatışma bölgelerinde bulunduğunu söylemişti.

Daragan, “Bugün kadınlar her yerde: cephe gerisini tutuyorlar, zor görevlerde çalışıyorlar, Ukrayna ordusu saflarında savaşıyorlar. İnsanları cinsiyetlerine göre değil, yeteneklerine, etkinliklerine ve zekâlarına göre değerlendirmek gerektiğini kanıtlıyorlar,” diye belirtmişti.

Ukrayna, seferberliği sıkılaştırdı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English