Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

NYT: Arap liderler sokakların İsrail öfkesinden korkuyor

Yayınlanma

ABD’de 22 eyalet ve 40’dan fazla üniversitede Filistin’le dayanışma eylemleri polis şiddeti, profesörlerin dahi kelepçelenerek gözaltına alınması ve okuldan atılma tehditlerine rağmen devam ediyor. Peki Arap ülkelerinde sokaklar sessiz mi?

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, 7 Ekim’den sonra Arap liderlerin ülkelerinde yaşanan protestolara yönelik tutumları ve bu tutumların altında yatan nedenleri ele alıyor:  

***

Gazze’ye yönelik öfke büyüdükçe Arap liderler protestoları bastırıyor

Savaşın hüznü ve İsrail’e duyulan öfke, Arap dünyasında gösterilere yol açtı. Gözaltılar, hükümetlerin öfkenin bumerang gibi kendilerine dönmesinden korktuğunu gösteriyor.

Vivian Yee, Vivian Nereim, Emad Mekay

Orta Doğu’daki diğer hükümetler gibi Mısır da İsrail-Filistin çatışması konusundaki tutumunu açıklamaktan çekinmiyor. Gazze’deki savaş nedeniyle İsrail’e yönelik kınamaları yüksek sesle ve sürekli. Devlet medyası Mısır’dan Gazze’ye geçmek için bekleyen yardım kamyonlarının oluşturduğu uzun kuyrukların görüntülerini yayınlayarak Mısır’ın kuşatma altındaki bölgeye giren sınırlı yardımın büyük bir kısmı için tek kanal olma rolünü ön plana çıkardı.

Ancak bu ayın başlarında Kahire’nin merkezinde Gazze’yle dayanışma gösterisi yapmak üzere toplanan yüzlerce kişiye Mısır güvenlik güçleri müdahale etti ve avukatlarına göre 14 protestocuyu tutukladı. Ekim ayında hükümet kendi Filistin yanlısı gösterilerini düzenlemişti. Ancak bu gösterilerde de protestocuların hükümeti eleştiren sloganlar atması üzerine onlarca kişiyi gözaltına almıştı. Avukatları, 50’den fazla kişinin halen parmaklıklar ardında olduğunu söylüyor.

Bu, Hamas’ın saldırısına karşılık veren İsrail’in Gazze’de altı aydır devam eden savaşı başlatmasından bu yana bölgede tekrarlanan bir modeldi: Arap vatandaşlarının Gazze’nin içinde bulunduğu kötü durum karşısında duydukları üzüntü ve öfke, kendi liderlerini hedef aldığında resmi baskıya dönüşüyor. Bazı ülkelerde sadece Filistin yanlısı duyguların açıkça gösterilmesi bile tutuklanma riskini göze almayı gerektiriyor.

Ekonomik fırsatlar ve siyasi özgürlükler konularında halklarıyla uyumsuz olan Arap dünyasındaki bazı hükümetler, İsrail ve onun baş destekçisi ABD ile olan bağları nedeniyle uzun süredir artan bir hoşnutsuzlukla karşı karşıya. Şimdi pek çok Arap’ın kendi hükümetlerinin suç ortağı olduğunu düşündüğü Gazze savaşı, yönetenler ile yönetilenler arasındaki eski farklılığı yeni bir güçle ortaya çıkardı.

Fas, Filistin yanlısı gösterilerde tutuklanan ya da krallığın İsrail ile yakınlaşmasını eleştiren sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınan onlarca kişi hakkında dava açıyor. İsrail ile normalleşme anlaşması peşinde koşan Suudi Arabistan’da ve halihazırda bir anlaşma yapmış olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde yetkililer en ufak bir muhalefete karşı öylesine aşırı duyarlılık gösteriyorlar ki pek çok kişi bu konuda konuşmaktan korkuyor.

Uluslararası Af Örgütü’ne göre, çoğunluğu Filistinli olan nüfusu ile İsrail ve ABD ile yakın işbirliği arasında sıkışan Ürdün hükümeti, Ekim başından bu yana en az bin 500 kişiyi tutukladı. Bu sayıya Amman’daki İsrail Büyükelçiliği önünde büyük protestoların düzenlendiği mart ayındaki yaklaşık 500 kişi de dahil.

Ürdün Senatosu Başkanı Faysal el Fayez, ülkesinin “gösteri ve protestoların anlaşmazlık platformlarına dönüşmesini kabul etmeyeceğini” söyledi.

Arap otokrasileri muhalefete nadiren tahammül eder. Ancak Filistin davası etrafındaki aktivizm özellikle çetrefilli.

On yıllardır Arap aktivistler, Marakeş’ten Bağdat’a farklı siyasi görüşlere sahip Arapları bir araya getiren Filistinliler için adalet mücadelesini, kendi ülkelerinde daha fazla hak ve özgürlük mücadelesine bağladılar. Onlar için İsrail, kendi toplumlarının gelişimini engelleyen otoriter ve sömürgeci güçlerin bir simgesiydi.

Savaşın başlamasından bu yana Filistin davasını desteklemek için oturma eylemlerine katılan 36 yaşındaki Kuveytli Abdurrahman Sultan, “Filistin halkının başına gelenler, tüm Araplar için sorunun temelini, yani sorunun tiranlık olduğunu açıklığa kavuşturuyor” dedi.

Kuveyt başlangıçta oturma eylemlerinin bazılarına müsamaha gösterdi. Ancak bazı Arap hükümetleri için bu bağlantı, tehlikeyi çağrıştırıyor. Filistin bayrakları 2011 yılında bölgeyi kasıp kavuran Arap Baharı protestolarında sıkça görülen bir manzaraydı. 2013’te iktidara geldiğinden beri protestoları bastıran ve çoğu eleştiriyi susturan Mısır’da yetkililer, aktivizmin hızla kendilerine karşı dönebileceğinin farkında.

Kahire’deki 3 Nisan protestosunda tutuklanan 14 aktivisti temsil eden insan hakları avukatı 30 yaşındaki Nabeh Ganady, “Bugün Filistin için protesto yapıyorlar; yarın kendisini, yani cumhurbaşkanını protesto edebilirler” dedi.

Gösteriye katılan insan hakları avukatı Mahienor El-Massry’ye göre mesaj, “insanların özgürlükler ya da demokrasi için herhangi bir marj olduğunu hayal bile etmemeleri ve asla güven kazanıp daha büyük taleplere yönelmemeleri gerektiği.”

Mısırlı tanınmış aktivist Ahmed Douma’ya göre El-Massry, geçen salı Kahire’deki Birleşmiş Milletler ofisi önünde düzenlenen daha küçük çaplı bir dayanışma protestosu sırasında diğer 10 protestocu ile birlikte gözaltına alındı. Daha sonra serbest bırakıldılar.

Mısır, Fas ve aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Umman ve Kuveyt’in de bulunduğu Basra Körfezi ülkelerinde yapılan mülakatlarda pek çok vatandaş, İsrail-Filistin çatışmasını keskin terimlerle tanımlıyor; Filistin davasını adalet mücadelesi, İsrail’i bir zulüm sembolü ve bazı durumlarda yöneticilerinin İsrail ile ilişkilerini ahlaki açıdan iflas etmiş olarak görüyor.

Bahreyn, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme anlaşmaları ve Suudi Arabistan’ın da aynı yönde adımlar atmasının ardından gelen savaş, bu ülkelerde sadece İsrail’e değil, aynı zamanda İsrail ile çalışmak isteyen Arap liderlere karşı da öfkeyi artırdı.

20’li yaşlarındaki Emirlik vatandaşı Salem, ülkesinin muhalefete yönelik sicilini göz önüne alarak soyadını açıklamadan verdiği demeçte “Eğer bunu satmaya ve bu insanları satmaya- kendinizi satmaya – istekliyseniz, sırada ne var? Başka ne satılık?” diyor.

İsrail ile anlaşmalar imzalayan hükümetler bu kararı genellikle daha fazla bölgesel diyalog ve dinler arası hoşgörü yönünde atılmış bir adım olarak tanımladılar. Şubat ayında Emirlik hükümeti The New York Times’a yaptığı açıklamada İsrail ile diplomatik ilişkileri korumanın “zor zamanlarda önemli” olduğunu söyledi.

Ancak George Washington Üniversitesi’nde Orta Doğu üzerine çalışan siyaset bilimi profesörü Marc Lynch, Arap kamuoyunda İsrail’e yönelik düşmanlık ya da en iyi ihtimalle kayıtsızlık nedeniyle, otoriterlik ile bu tür anlaşmaların imzalanması arasında “doğrudan, gerekli bir bağlantı” olduğunu söyledi.

Bazı körfez Arap ülkelerinin muhalefeti izlemek için İsrail’in gözetim araçlarını kullanması da bu izlenimi güçlendiriyor.

Katarlı sosyolog ve normalleşme karşıtı aktivist Maryam AlHajri, “İnsanların demokratik olarak seçecekleri ya da ifade edecekleri bir alan olsaydı, İsrail ile normalleşmeyi seçmezlerdi” dedi.

Pek çok Arap hükümeti savaş nedeniyle İsrail’i kınayan ateşli söylemlerle halkın öfkesini yatıştırmaya ya da dizginlemeye çalıştı. Ancak analistler, İsrail ile ilişkilerin çok fazla pratik faydası olduğu için hükümetler barış anlaşmalarından vazgeçmek istemediğini düşünüyorlar.

İsrail’le barış yapan ilk Arap ülkesi olan Mısır, Kuzey Sina’daki militanlıkla ortak mücadele ettiği yıllar boyunca komşusuyla yakın bir güvenlik ortaklığı geliştirdi. Mısır ve İsrail, Mısır’ın tehdit olarak gördüğü militan siyasal İslamcı Hamas’ı kontrol altına almak amacıyla Gazze’yi abluka altına almak için de birlikte çalıştı. Ve Mısır’ın Gazze’den büyük bir Filistinli mülteci akınını önlemek için İsrail’in işbirliğine ihtiyacı var.

Yıllardır İran destekli grupların saldırılarına maruz kalan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez monarşileri, İran’ı en büyük tehdit olarak gören İsrail ile uzun zamandır arka kanallardan güvenlik bağlantılarını sürdürüyor. Bu “düşmanımın düşmanı” anlaşması daha sonra normalleşme görüşmelerinin önünü açtı ve birçok körfez monarşisi her türlü protesto ve siyasi örgütlenmeyi etkin bir şekilde yasakladığı için bu girişimlere yönelik eleştiriler nadir görülüyor.

Carnegie Endowment for International Peace’de Orta Doğu güvenliği uzmanı olan H.A. Hellyer, hükümetlerin “Arap toplumlarının tüm kesimlerinde gerçekten hissedildiğini düşündüğüm bu öfke ile bu devletlerin ulusal güvenlik mülahazaları olarak yorumladıkları şey arasında bir çizgi çekmeye çalıştıklarını” söyledi.

Geçmişte bölgedeki bazı liderler, hayal kırıklığına uğramış halklarının Filistin yanlısı ve İsrail karşıtı aktivizmle stres atmalarına izin veriyordu. Ancak şimdi Gazze’de yaşanan acılar Arap hükümetlerini vatandaşlarının çoğunun gözünde töhmet altında bıraktığından, sloganlar hassas bölgelere giriyor.

Bazı Mısırlılar hükümetlerini, diğer hususların yanı sıra, Mısır’daki sınır kapısından Gazze’ye umutsuzca ihtiyaç duyulan yardımların ulaştırılması konusunda İsrail’e söz hakkı tanıdığı için eleştirdi. Faslılar da Ekim ayından bu yana yaklaşık 40 şehirde solcuları ve İslamcıları, gençleri ve yaşlıları, kadınları ve erkekleri bir araya getiren, neredeyse her gün düzenlenen büyük dayanışma gösterilerinde bir araya geliyor.

Yetkililer çoğunlukla onları yalnız bıraktı. Ancak hak gruplarına ve tanıklara göre birkaç protesto bastırıldı ve Sale kentinde 13 kişilik bir grup ve Fas’ın İsrail ile normalleşme anlaşmasını Facebook’ta eleştiren Abdul Rahman Zankad adlı bir aktivist de dahil düzinelerce protestocu tutuklandı.

Zankad bu ay, beş yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Liman kenti Tanca’da avukatlık yapan ve İslamcı bir siyasi örgütün üyesi olan Serroukh Mohammed, “İnsanlar sadece fikirlerini dile getirdikleri için tutuklanıyor” dedi. Muhammed’e göre Faslılar, hükümetleri İsrail’le ilişkilerini sürdürmek için halkın duygularına meydan okuduğu sürece protestolarına devam edecek.

Mısır ve Fas hükümetlerinin temsilcileri yorum taleplerine yanıt vermedi.

Kuveytli Sultan gibi Araplar için İsrail ile ilişkilerde halk desteğinin olmaması, herhangi bir normalleşme anlaşmasının başarısız olmaya mahkûm olduğu anlamına geliyor.

“Barış yapmak için halkını temsil eden, seçilmiş rejimlere ve hükümetlere ihtiyacınız var” dedi.

-Aida Alami Rabat, Fas’tan bildirerek bu makaleye katkıda bulundu.

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English