Polonya’nın Almanya ve Brüksel ile arasındaki çekişme, daha geniş ölçekte Brexit Britanyasının Avrupa’ya açtığı savaşın bir tezahürü.
Nazi işgali altındaki Polonya topraklarında işlenen suçların büyüklüğü göz önüne alındığında II. Dünya Savaşı’nın hatırası Polonya için hâlâ canlı. Savaş sonrasında Polonya-Almanya ilişkilerinin şekillenişi, savaş dönemine dair tartışmaların ve aynı zamanda savaşın sona ermesinden sonraki ilk yıllarda meydana gelen değişikliklerin gölgesinde gerçekleşti.
Sınır konusu geçen yüzyılda tartışmalıydı. Başlangıçta Oder ve Nysa Łużycka’yı esas alan sınır, Sovyetler Birliği’nin kurgusuydu. Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya), Polonya’nın batı sınırının dokunulmazlığını 1950’ye kadar garanti altına almıştı, ancak 1991’e kadar bu muhafaza edildi.
Mesele Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra yeniden gündeme geldi. Aralık 1991’de Alman parlamentosu, iki ülke arasındaki sınırın kalıcılığını ve dokunulmazlığını onaylayan düzenlemeleri kabul etti.
Almanya tarafından Sovyetler Birliği’ne ve dolaylı olarak Polonya’ya ödenecek savaş tazminatı konusu, son yıllarda tekrar gündeme getirildi. Hasarın büyüklüğü göz önüne alındığında tazminatın toplamı, savaş ve işgal sırasında Polonya’ya verilen tahmini zarardan çok daha düşüktü.
Nitekim Polonya, Nazilerin imha politikasından en çok zarar gören ülke olmuştu. 1939 ve 1945 yılları arasında yaklaşık 6 milyon Polonya vatandaşı öldü, Nazilerin harap ettiği başkent Varşova başta olmak üzere birçok şehir neredeyse tamamen yerle bir oldu.
Almanya aleyhine bugün ortaya çıkan iddialar, ödenmemiş faturaların bir tezahürü olarak öne çıkıyor.
Tazminat konusu
Son aylarda Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki ve iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) Almanya’dan İkinci Savaş’ın tazminatını istiyor.
Morawiecki, 10 Eylül’de Der Spiegel’e verdiği mülakatta talebin gerekçesini şöyle detaylandırdı: “6,2 trilyon zloti o kadar da fantastik bir miktar değil. Tüm Federal Almanya Cumhuriyeti’nin bütçesi, yani federal hükümetin bütçesi ile eyaletlerin bütçesiyle neredeyse aynı büyüklükte. Polonya, İkinci Dünya Savaşı’nda en çok ıstırap çeken ama zararı tazmin edilmemiş tek ülkedir. Önce Berlin hükümetine diplomatik bir nota ile hitap edeceğiz. […] Almanların, Polonya’nın 1953’te Doğu Almanya ile yaptığı anlaşmada tazminat talebinden caydığı yönündeki analizlerinin de yanlış olduğu kanaatindeyiz. Bir kere Polonya’yı bunu yapmaya zorlayan Sovyetler Birliği’ydi. Polonyalılar sosyalistlerden tazminat talep edemediler. Moskova, Varşova’daki sırdaşı Bolesław Bierut’u anlaşmaya zorladı ve konu Polonya parlamentosunun önüne bile gelmedi. Birleşmiş Milletler’e (BM) herhangi bir onay belgesi sunulmadı. Anlaşmayı tanımıyoruz. Polonya’daki kurbanların yarısının Yahudi kökenli vatandaşlar olması nedeniyle görüşmeleri Berlin’de yapmak ve İsrailli temsilcileri de davet etmek istiyoruz. Daha sonraki bir aşamada iddialarımızı uluslararası mahkemelere de taşımamız mümkün.”
Temmuz ayında ise Polonya Başbakan Yardımcısı ve PiS lideri Jaroslaw Kaczynski, Polonya’daki birçok insanın Almanya’ya karşı “Stockholm sendromundan” mustarip olduğunu söyledi. Gruetz kentinde seçmenlerle bir araya gelen Kaczynski, “Birçok Polonyalı, Stockholm sendromu denen şeyden, yani kurbanın cellada olan aşkından mustarip. Bundan kurtulmamız gerek. Ders çıkarmamız gerek” ifadelerini kullandı.
Almanya’nın Varşova ile hesaplaşmadığına işaret eden Kaczynski, konunun sadece İkinci Dünya Savaşı’nda işlenen suçlardan tazminat almakla ilgili olmadığını belirtti. Savaştan sonra yüz binlerce savaş suçlusunun Almanya’da hüküm giymediğini ve hatta birçoğunun makam sahibi olduğunu dile getiren Kaczynski, “Burada manevi tazminattan da söz ediyoruz” diye konuştu.
Başbakan Yardımcısı, Berlin’in savaştan sonra 70 ayrı ülkeye tazminat ödediğini anımsatarak, “Mesela Meksika. Hiçbir zarar görmemiş olan bu tür ülkeler bile cüzi de olsa tazminat aldılar. İtalya tazminat aldı ama biz alamadık. Bu burada kalmaz” dedi.
Varşova ya da sağcı PiS hükümeti, tazminat konusunu özünde Almanya ile yaşadığı jeopolitik çekişmede bir kart olarak kullanıyor. Nitekim Almanya da geçmiş travmaların üzerine giderek yakın zaman önce Adolf Hitler’in yardımcılarından Bernd Freytag von Loringhoven’in oğlu Arndt von Loringhoven’i Polonya’ya büyükelçi olarak atamıştı.
Polexit mi?
Almanya’nın lokomotifi olduğu Avrupa Birliği, Polonya’yı Anayasa Mahkemesi yargıçlarının seçilmesi sürecinde haddinden fazla etkisi olduğunu ve dolayısıyla mahkemenin aldığı kararların hukuka değil, hükümetin siyasi iradesine dayandığı gerekçesiyle Varşova’yı “hukukun üstünlüğünün altını oymakla” suçluyor.
7 Ekim 2021’de Polonya Anayasa Mahkemesi, Brüksel’i kızdıran bir karar çıkardı. AB’nin bazı yasalarının Polonya Anayasası ile çeliştiğine karar veren mahkeme, gerekçeli kararda, artık ülkenin AB üyeliğinin ve imzalanan anlaşmaların, en yüksek hukuki yetkinin AB mahkemelerine devredilmesi gerektiği anlamına gelmediğini belirtti.
AB Komisyonu’nun Adaletten Sorumlu Üyesi Didier Reynders, aynı gün “Brüksel, Polonya’da AB hukukuna saygı gösterilmesini sağlamak için tüm araçları kullanacaktır. AB hukukunun ulusal hukuktan önce gelmesi ilkesi ve AB yargısı tarafından alınan kararların bağlayıcı niteliği, devletler konfederasyonunun merkezinde yer alır” açıklamasını yaptı.
Şu anda AB fonlarını kaybetmek istemeyen Varşova da Brexit’e şahit olan Brüksel de Polonya’nın AB’den ayrılmasını istemiyor. Ancak Berlin ve Brüksel, durumu kendi lehine çevirmek için önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde eski AB Komisyonu Başkanı Donald Tusk’ı destekliyor.
Diğer yandan sonra aylarda hem Avrupa Parlamentosu hem de Varşova, ilk önce ödemelerin yapılacağı ve bunun yargı reformundan bağımsız bir süreç olduğu taahhüdünü verdi.
Fakat daha sonra Varşova ve Brüksel arasında uyum fonlarına ilişkin görüşmelerin sürdüğü teyit edildi. Polonya’nın AB Daimî Temsilcisi Andrzej Sadoś, PAP ajansına verdiği demeçte şunları söyledi: “Fonlar ve Bölgesel Politikalar Bakanı Grzegorz Puda’nın daha ileri programların kabul edildiğini ve Varşova’nın düzenlemelere uygun olarak bir sonraki programlar için uygun ilerlemeleri sağlayacağına söz verdiğini teyit edebilirim. Görüşmelerin birkaç ay içinde neticelendirilmesi bekleniyor.”
Bunun yanında Cumhurbaşkanı Andrzej Duda daha temkinli davrandı. TVP Info’ya mülakat veren Duda, şu ifadeleri kullandı: “Bu basında çıkan haberler doğrulanırsa AB kurumlarının Polonya siyasetine müdahale ettiği ve Polonya toplumunu, ülke yetkililerini koltuklarından etmeye zorladığı açığa çıkacaktır.”
Polonya Başsavcısı Zbigniew Ziobro ise daha açık konuşarak “AB fonlarının bloke edilmesinden sorumlu olanlar Platforma Obywatelska [Sivil Platform] ve Donald Tusk ve onlara Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de dahil olmak üzere büyük destek veren Alman politikacılardır” dedi.
Hem muhalefet hem de Avrupa Komisyonu, fonların Donald Tusk ve ekibi seçimleri kazanır kazanmaz verileceğini ima ediyor. Ayrıca ülkede gayri resmi seçim kampanyası halihazırda devam ediyor ve Berlin ve Brüksel’in desteklediği Donald Tusk’ın eli şimdilik güçlü görünüyor.
Brexit Britanyası ve Polonya
Varşova ile Brüksel arasındaki çekişme daha geniş ölçekte Brexit Britanyasının Avrupa’ya açtığı savaşın bir tezahürü.
Polonya, şu anda Litvanya, Letonya ve Estonya’nın yer aldığı Üç Deniz Girişimi’ne liderlik ediyor. İstihbarat bağlantılı Rus think-tank kuruluşu Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden akademisyen Vladimir Kozin, Üç Deniz projesinin ana sponsorlarının ABD ve Büyük Britanya olduğuna vurgu yapıyor.
AB’den ayrılmasından bu yana Britanya, AB’ye alternatif olarak hem Polonya’yı hem de Ukrayna’yı içerecek yeni bir siyasi, ekonomik ve askeri ittifak kurmayı teklif ediyor…