Avrupa
Polonya’da seçimlere doğru: Berlin ve Brüksel tedirgin

15 Ekim’de yapılacak Polonya genel seçimlerinden önce Varşova ile Berlin ve Brüksel arasındaki gerilim artıyor.
Financial Times’ta (FT) yer alan habere göre, kısa bir süre öncesine kadar Brüksel’deki yetkililer muhalefet lideri Donald Tusk’ın önümüzdeki ay Polonya’da yeniden iktidara geleceğini ve bu seçim zaferinin Polonya-AB ilişkilerinde güveni yeniden inşa edebileceğini ve birlik genelinde yükselen ‘illiberal’, ‘Ukrayna şüphecisi’ dalgaya karşı bir darbe vurabileceğini umuyorlardı.
Fakat oylama yaklaştıkça, AB diplomatları tam tersi bir sonucun çok daha olası olduğunu ve bunun tüm birlik için ciddi sonuçlar doğurabileceğini fark etmeye başladılar.
AB ‘işaretler iyi değil’ diyor
‘Başka bir ülkenin siyasi sürecine müdahale etmemek’ gerekçesiyle adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir AB yetkilisi, “Pek çok şey Varşova’da ne olacağına bağlı ve şu anda işaretler iyi değil,” dedi.
İktidardaki Hukuk ve Adalet Partisinin (PiS) önderliğindeki hükümet, ülkeyi yönettiği süre boyunca AB ile özellikle ‘hukukun üstünlüğü’ başlığında sorunlar yaşadı. Seçimlerden üçüncü parti çıkması beklenen aşırı sağcı Konfederasyon partisinin teşvikiyle hükümet Ukrayna’dan tahıl ithalatını yasakladı, savaştan kaçan mültecilere sağlanan yardımların sona erdiğini duyurdu ve Ukrayna’ya silah sevkiyatını durdurma olasılığını gündeme getirdi.
PiS’in aşırı sağla birleşme ihtimali, blok içindeki kararları daha da engelleyebilecek ‘illiberal’ bir ülke grubunun temelini sağlamlaştırma potansiyelinden endişe duyan AB yetkililerini korkutuyor.
‘İlliberal cephe’ cenişleyebilir
FT’ye konuşan yetkililer ve diplomatlar PiS’in beş yıl daha iktidarda kalmasının Varşova ve Brüksel’in yanı sıra Paris ve Berlin gibi kilit başkentler arasında daha derin bir ayrışmaya yol açacağını ve AB’nin önemli konularda uzlaşmaya varmasını zorlaştıracağını belirttiler.
Brüksel yıl sonundan önce bloğun ortak bütçesinde bir artış, üye devlet bütçelerini yöneten kurallar üzerinde yeni bir anlaşma, Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerine başlama kararı ve sığınmacılar ve göçmenlerle ilgilenmek için yeni bir sistemin resmi olarak uygulanması konularında anlaşmaya varmayı hedefliyor. Tüm bunlar Polonya’nın yanı sıra Macaristan ve potansiyel olarak Slovakya tarafından engellenebilir başlıklar.
Eski Slovakya başbakanı Robert Fico Pazar günü yapılacak seçimlerde iktidara geri dönmeyi hedefliyor ve Ukrayna’ya destek konusunda şüpheleri olan, FT’ye göre ‘Rusya dostu’ duruşu onu muhtemelen Macaristan başbakanı Viktor Orbán’ın ‘illiberal’ kampına yerleştirecek. Yetkililer, doğulu müttefiklerin oybirliği gerektiren alanlarda AB’nin karar almasını engelleme konusunda kendilerini daha cesur hissedeceklerinden korkuyorlar.
Tusk ihtimali azalıyor
Bir başka üye ülkeden üst düzey bir yetkili, Polonya’nın iktidar partisinin Ukrayna konusunda aşırı sağa vermeye hazır olduğu tavizlerin, AB’ye yönelik gelecekteki olası söyleminin ‘oldukça tehlikeli’ bir habercisi olduğunu savundu.
Brüksel’deki yetkililer, Polonyalı muhalefet lideri Donald Tusk’ın ‘merkez sağ’ iktidarının Varşova’yı daha ‘uyumlu’ bir çizgiye getirmesini ve Orban’ı AB içinde tecrit etmesini umut ediyorlardı.
Bir AB yetkilisi, “Polonyalılar herkese karşı aynı anda savaşma eğilimi geliştirdi ve bir sonraki hükümetin bu yaklaşımı genişletmesi giderek daha muhtemel görünüyor,” diye konuştu.
PiS ve Konfederasyon’un AB hakkındakü düşünceleri
Ne PiS ne de Konfederasyon Polonya’nın AB’den çıkmasını savunuyor, fakat bu partiler içeriden ‘radikal bir değişimden’ yanalar.
PiS parti lideri Jarosław Kaczyński bu ay yaptığı açıklamada, “AB’nin gittiği yönü değiştirmek için çabalıyoruz. Bir sonraki Avrupa seçimlerini bekliyoruz, gelecek yıl, değişiklikleri bekliyoruz, gelecekler,” dedi.
Polonya ve Macaristan, Orbán’ın Ukrayna savaşına mesafeli yaklaşması nedeniyle son yıllarda birbirlerinden uzaklaşmıştı. Fakat geçtiğimiz yıl birlikte çalışarak göç reformu ve çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesi gibi konularda AB karar alma süreçlerini geciktirmeyi başardılar.
Dışişleri Bakanından Scholz’e suçlama
Son yıllarda Almanya karşıtı söylemin gazına basan PiS, seçimler yaklaştıkça bu retoriği yükseltiyor.
Polonya Dışişleri Bakanı Zbigniew Rau, Almanya Başbakanı Olaf Scholz’ün ‘vize rüşveti’ iddialarına ilişkin yaptığı son açıklamaya yanıt olarak yaptığı açıklamada, Scholz’ü seçimler öncesinde Polonya’nın egemenliğine saygı göstermeye çağırdı.
Polonya, konsolosluk ofislerinin 2021 yılından bu yana her biri birkaç bin dolar rüşvet karşılığında Asya ve Afrika’dan gelen göçmenlere yaklaşık 250.000 vize verdiğine dair haberlerle haftalardır sarsılıyor.
Skandal üzerine Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Polonya’yı iddialara açıklık getirmeye çağırdı ve bunun ülkesinin göç sorunlarını daha da kötüleştirebileceği endişesini dile getirdi.
Scholz Cumartesi günü Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) bir mitinginde yaptığı konuşmada, “Polonya’nın (göçmenlerin) geçişine izin vermesini ve ardından sığınma politikamız hakkında bir tartışma yapmasını istemiyorum,” dedi.
Rau verdiği cevapta, “Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’ün son açıklaması, Polonya ile iyi komşuluk ilişkilerinin ve dostane işbirliğinin temeli olan devletlerin egemen eşitliği ilkelerini ihlal etmektedir,” dedi.
Avrupa
Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.
Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.
Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.
Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık
Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.
Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.
Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.
İngiltere de nükleer misyona katılıyor
NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.
İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.
The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.
Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı
Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.
The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.
Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.
The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.
İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek
Avrupa
Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.
Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.
Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.
Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.
Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.
Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.
Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.
Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.
Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.
Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.
Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.
Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.
Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.
Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.
Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.
Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.
Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.
Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”
Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.
Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.
Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.
Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.
Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.
Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.
Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.
Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.
Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.
Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.
Avrupa
Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.
Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.
Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.
Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.
Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.
Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.
Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.
Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.
Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.
Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.
Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.
Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Dünya Basını7 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Avrupa2 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını2 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?