Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Seymour Hersh yazdı: Zelenskiy’in ‘kötü anı’

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’nın haziran ayında rötarlı olarak başlattığı karşı taarruzun başarısızlığa uğradığını artık Biden yönetimi ve Amerikan basını hariç herkes kabul ediyor. Fakat Ukrayna’nın “atacak mermisi” kalmadı ve ordunun savaşı sürdürme konusundaki motivasyonunun ne düzeyde olduğu tartışmalı. Bunun yanında Zelenskiy, bu vahim tabloyu tersine çevirmek ve yardımların devam etmesini sağlamak adına tehdit ve şantajlara başvuruyor. Gazeteci Seymour Hersh, son Substack bülteninde Amerikan istihbaratından kaynağının kanaatlerine yer veriyor.


Zelenskiy’in “kötü anı”

Seymour Hersh

21 Eylül 2023

Ukrayna lideri, başarısız karşı taarruzun ardından yalan ve tehditlere başvurdu

Önümüzdeki salı günü, Biden yönetiminin Kuzey Akım 1 ve 2’nin dört boru hattından üçünü yok edişinin yıl dönümü olacak. Bu konuda söyleyeceğim daha çok şey var ama beklemek zorundayım. Neden mi? Zira Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, Beyaz Saray’ın ateşkes söylemlerini reddetmeye devam etmesiyle birlikte, bir dönüm noktasında.

Amerikan istihbarat camiasında saha raporlarına ve teknik istihbarata dayanan ciddi unsurlar, morali çöken Ukrayna ordusunun, Rusya’nın ağır mayınlı üç kademeli savunma hatlarını aşma ve savaşı Kırım’a ve Rusya tarafından ele geçirilip ilhak edilen dört bölgeye taşıma ihtimalinden vazgeçtiğine inanıyor. Gerçek şu ki Vladimir Zelenskiy’in hırpalanmış ordusunun artık zafer kazanma şansı yok.

Güncel istihbarata erişimi olan bir yetkilinin bana söylediğine göre savaş, Zelenskiy’in ısrarı yüzünden devam ediyor. Ne onun karargahında ne de Biden’ın Beyaz Saray’ında ateşkesle ilgili herhangi bir bahis söz konusu ve katliamı sona erdirecek müzakerelere de ilgi yok. Yetkili, Ukrayna ordusunun haftada metre olarak ölçtüğü birkaç dağınık bölgede toprak kazanırken, şaşırtıcı kayıplara uğrayan taarruzda aşamalı ilerleme kaydedildiği iddialarından söz ederek “Bunların hepsi yalan,” dedi.

Yetkili, “Açık olalım. Putin savaşı başlatarak aptalca ve kendine zarar veren bir hamle yaptı. Sihirli bir güce sahip olduğunu ve istediği her şeyin gerçekleşeceğini düşündü,” ifadelerini kullandı. Yetkili, Rusya’nın ilk saldırısının kötü planlandığını, personel yetersizliği olduğunu ve gereksiz kayıplara yol açtığını da sözlerine ekledi: “Generalleri tarafından kendisine yalan söylendi ve savaşa lojistikten yoksun bir şekilde, birliklerine ikmal yapamadan başladı.” Suçlu generallerin çoğu kısa sürede görevden alındı.

“Evet, Putin ne kadar kışkırtılmış olursa olsun, BM tüzüğünü ihlal ederek aptalca bir şey yaptı ve biz de öyle yaptık,” diyen yetkili, Başkan Biden’ın Zelenskiy ve ordusunu finanse ederek Rusya ile bir vekalet savaşı yürütme kararını dikkat çekti: “Şimdi de hatamızı meşrulaştırmak için medyanın da yardımıyla ona kara çalmamız gerekiyor.” Yetkili, Putin’i küçültmeyi amaçlayan ve CIA tarafından İngiliz istihbarat unsurlarıyla koordineli olarak yürütülen gizli dezenformasyon operasyonuna atıfta bulundu. Başarılı operasyon, burada ve Londra’daki büyük medya kuruluşlarının Rusya Devlet Başkanı’nın kan hastalıkları ve ciddi bir kanser dahil olmak üzere çeşitli hastalıklardan mustarip olduğunu bildirmelerini beraberinde getirdi. Sıkça alıntılanan bir habere göre Putin, yüksek dozda steroidle tedavi ediliyordu. Tabii herkes buna kanmadı. The Guardian gazetesi, Mayıs 2022’de şüpheci bir yaklaşımla “Vladimir Putin’in kanser ya da Parkinson hastası olduğuna dair doğrulanmamış ve teyit edilmemiş haberler” olduğunu yazdı. Ancak pek çok büyük haber kuruluşu zokayı yuttu. Haziran 2022’de Newsweek, Putin’in iki ay önce ileri derecede kanser tedavisi gördüğünü söyleyen isimsiz kaynaklara atıfta bulunarak büyük bir atlatma haber yaptı: “Putin’in iktidarı güçlü ama artık mutlak değil. Kremlin içindeki çekişme hiç bu kadar yoğun olmamıştı. Herkes sonun yaklaştığını hissediyor.”

Yetkili, “Haziran taarruzunun ilk günlerinde Ukrayna’nın, Rusya’nın üç zorlu beton savunma bariyerinden ağır tuzaklı olan ilkine ya da yakınına bazı erken sızmaları oldu ve Ruslar onları içeri çekmek için geri çekildi. Ve tamamı öldürüldü,” dedi. Yetkili, haftalar süren yüksek kayıplar ve son derece az ilerlemenin yanı sıra tank ve zırhlı araçlardaki korkunç kayıpların ardından Ukrayna ordusunun önemli unsurlarının, ilan etmeden, taarruzu fiilen iptal ettiğini söyledi. Ukrayna ordusunun kısa süre önce ele geçirdiğini iddia ettiği iki köy “iki Burma-Şave tabelasının arasına sığmayacak kadar küçük,” dedi (İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra her Amerikan otoyolunda bulunan reklam panolarına atıfta bulunuyor).

Biden yönetiminin Rusya ve Çin’e dönük —Ukrayna’da bir ateşkesi şu anda kabul etmeyeceğini defalarca dile getiren Dışişleri Bakanı Tony Blinken’in sözleriyle örneklenen— neocon düşmanlığının bir yan ürünü de istihbarat camiasındaki ciddi ayrışma oldu. Zaiyatlardan biri, on yıllardır Amerikan dış politikasının parametrelerini belirleyen gizli Ulusal İstihbarat Tahminleri (NIE). CIA’deki bazı kilit ofisler, yönetimin agresif dış politikasına karşı derin siyasi ihtilaflar nedeniyle pek çok kez NIE sürecine katılmayı reddetti. Yakın zamandaki kayıplardan biri, Çin’in Tayvan’a saldırısının sonuçlarını ele alan planlanmış bir NIE ile ilgiliydi.

Haftalardır CIA ile istihbarat camiasının diğer unsurları arasında Ukrayna’daki mevcut savaşın gidişatı konusunda uzun süredir devam eden ihtilaf hakkında haber yapıyorum. CIA analistleri, Ukrayna’daki savaşın başarıya ulaşma ihtimali konusunda Savunma İstihbarat Teşkilatı’ndaki (DIA) meslektaşlarına kıyasla sürekli olarak çok daha şüpheci bir tutum sergilediler. Amerikan medyası bu ihtilafı görmezden geldi, ancak Londra merkezli Economist, ki iyi bilgilendirilmiş muhabirlerine ön sayfa ayırmıyor, bunu yapmadı. Amerikan toplumu içindeki gerilimin bir işareti de derginin 9 Eylül tarihli sayısında, DIA’in analiz direktörü Trent Maul’un Economist’e verdiği ve teşkilatının Ukrayna savaşı ve sorunlu karşı taarruzu hakkındaki iyimser raporlarını savunduğu olağanüstü mülakatta ortaya çıktı. Economist’in manşetinde de belirttiği gibi bu “ender bir mülakattı”. Bu, Amerika’nın önde gelen gazeteleri tarafından da fark edilmedi.

Maul, Irak ve Afganistan’da ABD tarafından eğitilen ve finanse edilen ordular “neredeyse bir gecede çöktüğünde” DIA’in Amerika’nın müttefiklerinin “savaşma iradesi” hakkındaki raporunda “hata ettiğini” itiraf etti. Maul, CIA’in Ukrayna askeri liderliğinin beceri eksikliği ve mevcut karşı taarruzdaki taktikleriyle ilgili şikayetlerine —her ne kadar teşkilat ismen belirtilmese de— itiraz etti. Economist’e verdiği demeçte, Ukrayna’nın son askeri başarılarının “önemli” olduğunu ve kuvvetlerinin bu yılın sonuna kadar Rusya’nın üç katmanlı savunma hatlarını aşma olasılığının yüzde 40 ila 50 olduğunu dile getirdi. Fakat Economist’in haberine göre, “sınırlı mühimmat ve kötüleşen hava koşullarının bunu ‘son derece zor’ hale getireceği” uyarısında bulundu.

Zelenskiy, bir hafta sonra Economist’e verdiği mülakatta, derginin aktardığına göre “bazı ortakları arasında bir ruh hali değişikliği” olduğunu fark ettiğini —nasıl fark etmesin ki— kabul etti. Zelenskiy ayrıca ülkesinin savaş alanında yaşadığı “son zorlukların” bazıları tarafından Rusya ile ciddi savaş sonu müzakerelerine başlamak konusunda bir gerekçe olarak görüldüğünü de kabul etti. Bunu “kötü bir an” olarak nitelendirdi, zira Rusya da “aynı şeyi görüyor”. Ancak barış görüşmelerinin masada olmadığını bir kez daha açıkça ifade etti ve ülkeleri Ukraynalı mültecilere ev sahipliği yapan ve CIA’in Washington’a bildirdiği gibi savaşın sona ermesini isteyen bölgedeki liderlere yeni bir tehditte bulundu. Economist’in yazdığı üzere Zelenskiy, mülakatta şu uyarıda bulundu: “Avrupa ülkelerindeki milyonlarca Ukraynalı mültecinin ülkelerinin terk edilmesine nasıl tepki vereceklerini tahmin etmenin bir yolu yok.” Zelenskiy, Ukraynalı mültecilerin “konuk oldukları ülkelere iyi davrandıklarını ve kendilerini barındıranlara minnettar olduklarını” ama Ukrayna’nın yenilgisinin “insanları köşeye sıkıştırmasının” Avrupa açısından “hayırlı bir hikâye” olmayacağını ifade etti. Bu bir iç ayaklanma tehdidinden başka bir şey değildi.

Zelenskiy’in bu hafta New York’ta düzenlenen yıllık Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na gönderdiği mesaj çok az yenilik içeriyordu ve Washington Post’un haberine göre Zelenskiy, toplantıya katılanlar tarafından zoraki bir şekilde “sıcak karşılandı”. Fakat Post’un belirttiğine göre, “konuşmasını yarı dolu bir salonda yaptı ve pek çok delegasyon ortaya çıkıp söyleyeceklerini dinlemeyi reddetti.” Habere göre bazı gelişmekte olan ülkelerin liderleri, Biden yönetimi tarafından Ukrayna savaşını finanse etmek için ciddi bir hesap verme sorumluluğu olmaksızın harcanan milyarlarca doların, “ısınan bir dünyayla başa çıkma, yoksullukla mücadele etme ve vatandaşlarına daha güvenli bir yaşam sağlama” mücadelelerine verilen desteği azalttığı için “hüsrana uğradı”.

Başkan Biden, Genel Kurul’da daha önce yaptığı konuşmada, Ukrayna’nın Rusya ile savaştaki tehlikeli konumunu ele almamış, ancak Ukrayna’ya olan desteğini yinelemiş ve “bu savaşın sorumluluğunun yalnızca Rusya’ya ait olduğu” konusunda ısrarcı olmuştu; ki bununla gelişmekte olan pek çok ülkenin liderinin yapmadığı gibi, NATO’nun otuz yıldır doğuya doğru genişlemesini ve Obama yönetiminin 2014 yılında Ukrayna’da Rusya yanlısı hükümetin devrilmesindeki görmezden müdahalesini görmezden gelmişti.

Başkan esasa ilişkin olarak haklı olabilir ama dünyanın geri kalanı, Beyaz Saray’ın unutmuş göründüğü üzere, Irak ve Afganistan’da savaşmayı seçenin Amerika olduğunu ve bunu yapmak için gerekçelerinin esasını pek dikkate almadığını hatırlıyor.

Başkan, Ukrayna tarafından kazanılması mümkün olmayan ve gezegeni saran mevcut iklim krizine neden olan kirliliğe katkıda bulunan bir savaşta acil ateşkes zaruretinden hiç bahsetmedi. Biden, Bakan Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın desteğiyle —ama Amerika’nın başka yerlerinde azalan destekle— Ukrayna savaşına verdiği amansız maddi ve manevi desteği yeniden seçilmesi konusunda bir ölüm kalım meselesine dönüştürdü.

Bu arada, acımasız Zalenskiy, bir zamanlar saldırgan Amerikan gazeteciliğinin zirvesi olan 60 Minutes’in yalaka muhabiriyle geçen hafta yaptığı mülakatta Putin’i yeni Hitler olarak tasvir etti ve hatalı bir şekilde, Ukrayna’nın Rusya ile şu anda bocalayan savaşında inisiyatifin kendisinde olduğu konusunda ısrarcı oldu.

CBS muhabiri Scott Pelley’in “nükleer savaş tehdidinin geride kaldığını” düşünüp düşünmediği sorusuna Zelenskiy, şu yanıtı verdi: “Bence tehdidi devam edecek. Amerika Birleşik Devletleri’nin daha az istikrarlı hale gelmesini bekliyor. Bunun ABD seçimleri sırasında gerçekleşeceğini düşünüyor. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde istikrarsızlık arayışında olacak. Bunu, nükleer silah kullanma riskini bunu körüklemek için kullanacak. Tehdidi sürdürecek.”

Konuştuğum Amerikalı istihbarat yetkilisi, kariyerinin ilk yıllarını Sovyet saldırganlığına karşı çalışarak ve casusluk yaparak geçirmiş biri olarak Putin’in zekasına saygı duymakla birlikte Ukrayna ile savaşa girme ve savaşın getirdiği ölüm ve yıkımı başlatma kararını hatalı sayıyor. Fakat bana söylediği üzere, “Savaş bitti. Rusya kazandı. Artık Ukrayna taarruzu yok ama Beyaz Saray ve Amerikan medyası bu yalanı sürdürmek zorunda. Gerçek şu ki Ukrayna ordusuna taarruza devam etme emri verilirse ordu isyan eder. Askerler artık ölmek istemiyor ama bu, Biden’ın Beyaz Saray’ı tarafından yazılan yalanlara uymuyor.”

Dünya Basını

Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

Yayınlanma

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.

İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.

Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.

Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.

Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.

BM verileri endişe verici

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.

“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.

Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.

Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Borçlanma maliyetleri artıyor

Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.

Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.

“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”

Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.

Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.

Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.

Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor

Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.

Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.

‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’

Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.

Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.

Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.

Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?

Yayınlanma

Bugün İstanbul’da yapılması planlanan Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, barışçıl çözüme yönelik ortak bir muhtıra hedefleniyor. Ancak Moskova merkezli Dünya Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Eduard Solovyov’a göre, tarafların temel konulardaki (toprak bütünlüğü, Ukrayna’nın NATO üyeliği, tarafsızlık statüsü) zıt pozisyonları, Ukrayna yönetiminin meşruiyet sorunu ve muhtıranın hukuki bağlayıcılığının olmaması önemli engeller teşkil ediyor. Rusya’nın asgari talepleri arasında Ukrayna’nın NATO’dan uzak durması ve toprak değişikliklerinin tanınması yer alırken, bu maddeler Kiev için kırmızı çizgi niteliğinde. Uzmana göre, olası bir muhtıranın Rusya’ya yönelik yaptırımları kısa ve orta vadede etkilemesi beklenmiyor.


Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı, gelecekteki muhtıranın önündeki engelleri değerlendiriyor

RBK

2 Haziran 2025

2 Haziran’da İstanbul’da Rusya ve Ukrayna heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor. Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı Eduard Solovyov, tarafların ortak bir muhtıraya giden yolda çözmeleri gereken sorunları ele alıyor.

2 Haziran’da İstanbul’da Rus ve Ukrayna heyetleri arasında bir görüşme yapılması planlanıyor. Bu görüşmenin sonucunda tarafların barışçıl bir çözüme ilişkin ortak bir muhtıra imzalaması gündemde. Kiev’in iddialarına göre Ukrayna, muhtıra versiyonunu Moskova ve Washington’a göndermiş durumda. Moskova ise sızıntıları ve görüşmeler başlamadan önce yapılabilecek taraflı yorumları engellemek amacıyla kendi taslağını İstanbul’da sunacağını belirtiyor.

Nihai muhtıranın nasıl görüneceği konusunda şimdilik bir yargıya varmak zor. Büyük ihtimalle Kiev ve Moskova tarafından hazırlanan belgeler temelden farklılık gösteriyor. Görüşmeler sırasında bu belgelerin birleştirilip birleştirilemeyeceği ise büyük bir soru işareti. Fakat, çatışmanın olası çözümüne ilişkin tartışmaların, son zamanlarda sadece Ukrayna değil, Avrupa siyasi elitlerinin de özelliği haline gelen sert açıklamalardan, ültimatomlardan ve megafon diplomasisinden uzaklaşarak, daha rasyonel, profesyonel ve somut sonuç odaklı bir tartışma düzeyine kayma fırsatı bulması bile bir ilerlemedir.

Ukrayna tarafının, ateşkesin koşullarına odaklanmaya çalışacağı tahmin ediliyor. Rusya tarafı ise muhtemelen, ikili Rusya-Ukrayna ilişkileri ve anlaşmalarının ötesine geçen, çatışmanın genel olarak sona ermesine yönelik kendi vizyonunu öne sürecektir. Bu vizyon, NATO ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Batılı ülkelerden belirli taahhütler içeriyor. Dolayısıyla, muhtırada neredeyse kesin olarak Ukrayna çevresindeki çatışmanın çözümüne ilişkin ilkeler ve daha geniş çerçeveler yer alacaktır.

Eduard Solovyov

Muhtıra, hukuki bağlayıcılığı olan bir belge niteliği taşımıyor. Belgede, olası bir anlaşmanın bazı temel parametrelerinin sabitlenmesi bekleniyor. Moskova’nın sıkça ve tutarlı bir şekilde dile getirdiği bir sorun var: Ukrayna tarafındaki meşruiyet eksikliği. Kiev’de bağlayıcı bir hukuki belgeyi imzalayacak kimse bulunmuyor. Ukrayna Devlet Başkanı ve parlamentosunun (Verhovna Rada) yetki süresi 2024 yılında dolmuştu. Muhtıra, gelecekte meşru Ukrayna makamlarıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde sağlamlaştırılacak olan anlaşmaların bir ara biçimidir.

Tarafların bir dizi kilit konudaki pozisyonları taban tabana zıt. Mevcut Ukrayna yönetimi, Kırım’ın, Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin, Zaporojye ve Herson oblastlarının Rusya’ya ait statüsünü tanımıyor. Rusya, toprak değişikliklerinin sabitlenmesinde ve daha geniş bir bağlamda Ukrayna’nın tarafsızlık statüsünün ve silahsızlandırılmasının sağlanmasında ısrar ediyor. Bu arada Kiev, ülkenin NATO’ya katılım hedefinin Anayasa’da sabitlendiğini ve bu konuda tartışılacak bir şey olmadığını, savunma kapasitesinin güçlendirilmesinin ise egemenliğin garantisi olduğunu belirterek bu son iki konuyu da görüşmeyi reddediyor.

Esasında Moskova için önemli olan sadece Kiev’in tarafsız, blok dışı statü garantileri ve silahlı kuvvetlerin sayısal azaltılması konusundaki taahhütleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin sadece Ukrayna’ya değil, en azından diğer Sovyet sonrası ülkelere yönelik olarak da doğuya doğru genişlememe taahhütleridir. Bu tür geniş siyasi genellemelerin muhtırada yer alıp almayacağı henüz belirsiz.

Rusya için asgari program, Ukrayna’nın sadece NATO’ya katılmama taahhüdünde bulunmasını değil, aynı zamanda ittifak ülkelerinin kendi topraklarını askeri amaçlarla kullanmasına izin vermemesini sağlamaktır; yani, ittifak ülkeleriyle ortak tatbikat yapmama, yabancı askerlerin ve askeri altyapının varlığını dışlama ve askeri-teknik işbirliğinin bazı gelişmiş biçimlerinden kaçınma taahhütlerini sabitlemektir. Ayrıca, Kırım’ın, Donbass cumhuriyetlerinin ve Novorusya’nın iki bölgesinin değişen statüsünün tanınmasını sağlamaktır. Kiev makamları için bugüne kadar tüm bu konular, mevcut Ukrayna yönetiminin çizdiği kırmızı çizgilerin aşılması anlamına geldiği için fiilen tabuydu.

Ayrı bir konu da yaptırımların kaldırılması beklentileri; Avrupa kulvarında bu konuyu, çatışmada sürdürülebilir bir çözüme ulaşılana kadar tartışmak zor olacaktır. Bu nedenle, Rusya karşıtı yaptırımlar, özellikle Avrupa yaptırımları, orta vadede büyük olasılıkla devam edecek ve ortak bir Rusya-Ukrayna muhtırasının imzalanması, mevcut durumu ve yasa dışı olarak dondurulan Rus varlıklarının iadesi beklentilerini etkilemeyecektir.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Savaş sonrası Suriye’yi dönüştüren ‘Sünni popülizm’

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız makale, savaş sonrası Suriye’de HTŞ’nin selefi cihatçı lideri Colani şahsında şekillenen yeni Sünni popülizmin ideolojik dayanaklarını, toplumsal tabanını ve tarihsel referanslarını mercek altına alıyor. Yazar Malik al-Abdeh’e göre neo-Emevîci retorik, yalnızca bir kimlik siyaseti değil, aynı zamanda yeni rejimin meşruiyet inşasında stratejik bir araç olarak da karşımıza çıkıyor. Bu süreçte, dini sembollerle bezenmiş popülist anlatı, 8 Aralık öncesi Suriye Arap Cumhuriyeti’nin seküler mirasına açıktan bir reddiye niteliği taşıyan yeni bir tarihsel bilinç inşa ediyor. Makale, bu dönüşümü aktarırken, tarihle kurulan bu yeni ilişkinin hem toplumsal aidiyetler hem de siyasal tahayyüller üzerindeki etkilerini sorgulamak için verimli bir zemin sunuyor.


“Suriye’yi Yeniden Büyük Yap”: Savaş Sonrası Suriye’yi Dönüştüren Sünni Popülizm

Malik al-Abdeh
Al Majalla
16 Mayıs 2025
Çev. Leman Meral Ünal

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’nin geçiş dönemi liderine duyduğu aleni hayranlık kimse için şaşırtıcı olmadı. İki lider, güç kavramına, sistemle mücadeleye ve zafer kazanmaya dair karşılıklı bir takdiri paylaşıyor. Riyad’daki görüşmelerinin ardından Trump, Ahmed eş-Şara’yı basına “Genç, etkileyici bir adam. Sert bir tip. Güçlü bir geçmişi var. Çok güçlü geçmiş. Savaşçı” diye tanıtmıştı. Trump ve eş-Şara ayrıca sosyal medya üzerinden kendi seçmen kitleleriyle bağ kurma ve kendilerini halklarının yegâne kurtarıcısı ve savunucusu olarak konumlandırmada dikkate değer bir ortaklığı da paylaşıyorlar.

Eş-Şara’nın IŞİD ve El-Kaideci geçmişinden küresel başkentlerde kabul gören bir devlet başkanına uzanan yolculuğu, sıradan Sünniler nezdinde onun kahraman imajını pekiştirdi. İç savaşta kazanılan zaferin bir tür Sünni gururuna dönüşmesi, savaş zamanının liderine verilen desteğe yansıyor.

The Economist’in 2 Nisan’da yayımlanan ve ülkenin tüm bölgelerinden ve mezhepsel gruplarından 1500 Suriyeli ile yapılan bir anket çalışmasına göre, Suriyelilerin yüzde 81’i eş-Şara yönetimini onaylıyor. Bu oranın, ABD yaptırımlarının kaldırılmasının ardından daha da yükselmiş olması muhtemel.

Ancak çok da uzun sayılmayacak bir zaman önce eş-Şara bu popülaritenin çok uzağındaydı. Cihatçı aşırılıkla fazlasıyla ilişkilendirildiği gerekçesiyle Suriye devriminin ana akımı tarafından kabul görmüyordu. Bugün onun karizması ve siyasi kavrayışına övgüler düzen pek çok televizyon yorumcusu ve sosyal medya fenomeni, bir zamanlar onu en sert şekilde eleştiriyordu.

Elbette, başarı kaçınılmaz olarak destekçileri galip tarafa çeker; dolayısıyla bu türden “fırsatçılıklar”da pek de şaşırtıcı bir yan yok. Fakat burada daha incelikli bir dinamik devreye girdi: Eş-Şara’nın bilinçli şekilde Sünni Arap popülizmine yönelmesi. Batı’da Suriye’ye dönük yaptırımların kaldırılmasına dönük tartışmalarda eş-Şara’nın pragmatizmine yapılan yatırım ve Suriye’nin yeniden inşası pastasından pay koparabilme arzusu göz ardı ediliyor.

Tüm bunlara paralel olarak ise, Suriye içinde farklı bir anlatı güç kazanıyor: Eş-Şara’yı Sünni mahalinde eleştirilemez kılmak için özenle kurgulanmış bir retorik – yani Emevîcilik.

Neo- Emevîcilik

Eş-Şara’nın yakın danışmanları tarafından desteklenen ve kendisine sadık sosyal medya fenomenleri tarafından yaygınlaştırılan bu nostaljik kavram, Suriye’nin Sünni Araplarına onların “yeni Emevîler” olduğunu vaaz ediyor. Hükümet yanlısı medya figürü Musa el-Ömer (X’te 685,000 takipçisi var), 19 Şubat’ta sosyal medya hesabından eş-Şara’nın at sırtında olduğu bir video paylaştı. Videoda çalan şarkının ilk dizesi şöyleydi: “Emevîler altın soyundandır / adları Pers krallarına korku salar / kitaplar onları övmeye yetmez.”

Eş-Şara’nın 26 Şubat’ta Ürdün Kralı II. Abdullah’ı ziyareti sırasında, Heyet-i Tahrir Şam’ın (HTŞ) yönettiği sosyal medya hesaplarında ana slogan “Emevîler Haşimilerle buluşuyor” idi. Hükümet yanlısı din adamı ve ulusal diyalog hazırlık komitesi başkanı Hasan ed-Duğaym, 21 Nisan’da bir grup Hristiyan lidere yaptığı konuşmada yeni devletin onlara “tıpkı Emevîler gibi adil davranacağını” ilan etmişti.

Bu hem gurur okşayan hem de oldukça güçlü bir tarihsel referans: MS 661-750 yılları arasında 89 yıl boyunca Emevî hanedanı, başkenti Şam olan ve Kuzey Afrika’dan Kafkaslar’a, oradan Orta Asya’ya uzanan bir imparatorluğu yönetti. Daha sonra, İspanya’ya yerleşmiş, 275 yıl boyunca da (756–1031) Kurtuba’dan hüküm sürmüşlerdi. Dünyevi ve pragmatik bir hanedan olarak bilinen Emevîler, Bizans idari yapılarını uyarlayıp geliştirmiş, göreli bir hoşgörü sürdürmüş, dönemin IŞİD’i sayılabilecek Haricileri bastırmışlardı.

Emevîler aynı zamanda İslam’ın dördüncü halifesi ve Şiilerin en kutsal figür olarak saydıkları Ali’nin tarihsel düşmanlarıydı. Ali’ye isyan etmiş ve onun soyundan gelenlerle -en meşhuru ikinci Emevî “halifesi” Yezid tarafından Kerbela’da katledilen oğlu Hüseyin ile – savaşmışlardı. Bu tarih, Emevîleri Şii teolojisinde şeytanlaştırılmış bir timsal haline getirir.

Bir de tabii, Emevîler Arap milliyetçisiydi ve uyguladıkları politikalarla sistematik olarak Perslere ayrımcılık uyguluyordu. “İran işgalinden kurtarılmış” bir Arap ülkesinde, Emevîler Esad ve İran’dan geriye kalan ne varsa onu simgeliyordu.

Mezhepsel bir şifrenin ötesi

Emevî referansı, yalnızca mezhepsel bir şifre değil. HTŞ, tarihsel Emevî devletinin mirasına yaptığı atıfla, siyasi projesine pratik bir meşruiyet kazandırmayı ve etkisini Selefi çevrelerin dar sınırlarının ötesindeki Sünni topluluklara yaymayı hedefliyor. Bu strateji, HTŞ’nin radikal İslamcı bir silahlı örgüt olmaktan çıkıp, destekçileri nezdinde etkin yönetim becerisine sahip ve Suriye’ye eski “ihtişamını” kazandıracak iddialı başarılar vaat eden daha “vatansever” bir siyasi yapı olarak görülmesini de sağlıyor.

Sünni fakihlerin ana akım görüşü, Emevîlerin Ali ile olan çekişmesinde hatalı olduğu ve Hüseyin’in katlinin kabul edilemez bir suç teşkil ettiği, fakat ümmetin maslahatının Müslümanların onların liderliğini kabul edip ilerlemesini gerektirdiği yönünde. Antik ve modern tarihçiler ise, Emevîler döneminde seküler çıkarların dini ilkelerin önüne geçtiği konusunda hemfikirler. Öyle ki Emevîler dini hassasiyetlerden çok etkililiğe öncelik veriyorlardı.

Günümüzde “Benî Ümeyye” tabiri¹, dini bağlılık derecesine bakılmaksızın eş-Şara’yı ve onun hükümetini destekleyen Sünnilerle eş anlamlı kullanılır hâle geldi. Emevîler yalnızca devlet yönetiminde dindarlığı bir kenara bırakmakla kalmamış, istişare (şura) prensibini de terk etmişti. Bu durum, yeni kurulacak Suriye devletinin de benzer şekilde demokratik bir meşruiyetten yoksun, anayasal bir cumhuriyetten ziyade yarı-monarşik bir yapıya benzemesi nedeniyle bilhassa işlevli bir referans sunuyor.

Sünni sokağındaki cazibe

Ne var ki tüm Suriyeliler Emevîciliğe aynı ölçüde coşku duymuyor. Dini azınlıklar bunu bir İslam devleti ile eş anlamlı görürken, Kürtler Arap şovenizminin örtülü şekli olarak yorumluyor. Liberal Sünniler şovenizm, kimi İslamcılar ise Muhammed peygamber ve sahabelerin ideal modelinden bir adım geri çekiliş olarak değerlendiriyor.

Ne var ki HTŞ için Emevîler, antik ile modernin kusursuz bir kimlik sentezini temsil ediyor: İslami ama İslamcı değil, geleneksel ama idealist, hoşgörülü ama gerektiğinde acımasız olabilen, görünüşte dindar ama maddi servet biriktirmeye de açık ve elbette ki “Suriyeli.”

Emevîcilik, ideolojik sembolizm açısından pek de sofistike sayılmaz; fakat ona asıl gücünü belki de popülist sadeliği kazandırıyor. Yeni bir altın çağ vaadi taşıdığı için, savaşın yükünü en ağır şekilde taşımış, bürokratlar, entelektüeller ve azınlıklar tarafından aşağılanmış ve ikinci sınıf muamelesi görmüş geniş bir kesimde teveccüh görüyor. Eş-Şara sayesinde, bu kesimler hem itibar hem de devlet kaynaklarından önemli bir pay elde ediyorlar.

Alabama’daki beyaz işçi sınıfı için kırmızı MAGA [Make America Great Again – Amerikayı Yeniden Büyük Yap] şapkası neyse Halep’in kırsalındaki Sünni bir Arap için bir “Benî Ümeyye” şarkısı odur. Bu, ülkelerinin artık kendilerine ait olduğunu, kontrolü yeniden ele aldıklarını ve “Suriye’yi Yeniden Büyük Yapacaklarını” ilan etme biçimleridir.

Tıpkı Riyad’daki yeni liderleri gibi, artık sahnedeler…


¹ “Benî Ümeyye” (Ümeyye soyundan gelen veya Emevîler), İslam tarihindeki ilk hanedanlık olan Emevîler’in (661–750) kurucu kabilesine verilen isimdir. (ç.n.)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English