Bizi Takip Edin

AVRUPA

“Şu anda Almanya’da devletin gerici-militarist yeniden yapılandırılmasını yaşıyoruz”

Yayınlanma

Almanya’nın en eski günlü sol gazetesi Junge Welt [Genç Dünya] hakkında Berlin İdare Mahkemesi’nde verilen karar ülkemizde de gündem oldu. Buna göre Federal Anayasa Koruma Dairesi’nin (BfV) iç istihbarat raporlarında gazeteden “aşırı solcu” olarak bahsetmesinde bir yanlış yoktu; Marksizm-Leninizm zaten anayasaya aykırıydı ve Junge Welt de Marx’ı, Lenin’i övüyor, kapitalizmi yerici işler yapıyordu!

Junge Welt Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Nick Brauns, meselenin daha vahim olduğunu söylüyor. Alman mahkemeleri artık Junge Welt’i Marksist-Leninist olmakla “suçlamakla” kalmıyor, ayrıca toplumun sınıflara ayrılmış olduğuna ilişkin en basit olguların dile getirilmesini dahi anayasaya aykırı buluyordu.

Brauns, Alman devletinin Çin ve Rusya ile savaşa hazırlık kapsamında daha gerici ve daha militarist bir biçimde yeniden yapılandırıldığını düşünüyor. Medyaya ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar da bu düzenlemenin yalnızca bir parçası.

Son olarak metindeki köşeli parantezler bize aittir.

Bize dava süreci hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Alman Federal Anayasa Koruma Dairesi (BvF) bir gazeteyi “aşırılık yanlısı” ya da “aşırı solcu” olarak rapor ederse ne olur? Mahkemenin Junge Welt’e karşı delilleri neler?

Junge Welt 1947’den beri yayınlanıyor ve GDR’deki [Alman Demokratik Cumhuriyeti] Özgür Alman Gençliği’nin gazetesiydi. Bugün siyasi partilerden, şirketlerden ve kiliselerden bağımsız, Marksist yönelimli günlük bir gazetedir. Şu anda günlük tirajı yaklaşık 21.000’dir.

Junge Welt, 1990’ların sonundan bu yana, Anayasa Koruma Dairesi’nin yıllık raporlarında “aşırı solcu” olarak listelenen tek Almanca günlük gazete olageldi. Alman hükümeti buna gerekçe olarak Junge Welt’in Marksist yönelimini göstermiştir. Junge Welt’in öncelikle bir gazetecilik ürünü olmadığı iddia ediliyor. Daha ziyade, yayıncı ve ana sahibi olan kooperatif, hükümeti devirme planları olan “aşırı gruplar” olmakla suçlanıyor.

Sonuç olarak, piyasa yasalarına da tabi olan Junge Welt, reklam ve dağıtım açısından olduğu kadar editoryal çalışmalarında da önemli dezavantajlara sahip. Gizli servis raporuna atıfla, devlet radyosunda, tren istasyonlarında ve toplu taşıma araçlarında ücretli reklamlar reddediliyor. Kurumlar basının sorularına yanıt olarak bilgi vermeyi reddediyor. Bu beyan edilen niyet. 2021 yılında Alman hükümeti, parlamento grubu Die Linke’nin [Sol Parti] bir soru önergesine verdiği yanıtta, gizli servis raporunda Junge Welt’in adını vererek gazeteyi “gelişme alanından mahrum etmek” ve erişimini sınırlamak istediğini itiraf etti.

Burada basın özgürlüğü ve ticaret özgürlüğü gibi temel haklar ihlal edildiği için, gazeteyi yayınlayan 8. Mai GmbH, istihbarat raporundaki isimlendirmeye karşı dava açtı. Yaklaşık üç yıl sonra 18 Temmuz’da nihayet bir duruşma gerçekleşti. Ama ilk aşamada davayı kaybettik. Mahkeme, istihbarat raporunda gazetenin adının geçmesini haklı buldu. Belli ki karar duruşmadan önce verilmişti. Gizli servisin avukatlarından sadece duruşmadan bir gün önce yeni bir dosya aldık ve kısa süre nedeniyle buna yanıt veremedik. Diğer şeylerin yanı sıra, işçi sınıfı, kapitalizm ve sınıf adaleti gibi terimleri kullanmakla suçlandık. Bence sınıf adaleti terimi yargılamayı tanımlamak için iyi bir yol. Nihayetinde bu dava basın özgürlüğü ve bu temel hakkın ne ölçüde ve kimler için geçerli olması gerektiği sorusuyla ilgiliydi. Bu hakkın kapitalizmin soldan eleştirmenleri için geçerli olmadığı ya da sadece sınırlı bir ölçüde geçerli olduğu açık.

“TOPLUMUN SINIFLARA BÖLÜNDÜĞÜNÜ SÖYLEMEK ANAYASAYI İHLAL EDİYOR”

Mahkeme başkanı Wilfried Peters başından itibaren BfV lehine konuştu. Okuduğumuz haberlere göre Peters, Junge Welt’i Marx ve Lenin’i övmekle ve ayrıca kapitalizme karşı, “özgür demokratik temel düzene” karşı yıllık bir konferans düzenlemekle suçladı. Şu andan itibaren Alman devletinin Marx ve Lenin’i “övmeyi” ya da kapitalizme karşı konuşmayı suç saydığını söyleyebilir miyiz? Mahkeme Junge Welt’in Alman Komünist Partisi (DKP) ile bağlantılı olduğunu ima ediyor. DKP’ye üye olmak suç mudur?

Alman hükümeti ve gizli servisi uzun süredir Junge Welt’i Marksist bir yönelime sahip olmakla suçluyor. Federal hükümet, bir soru önergesine verdiği yanıtta, bir toplumun sınıflara bölündüğünü söylemenin bile anayasayı ihlal ettiğini ilan etti. Böylesine saçma bir suçlama sadece Marksistleri değil, aynı zamanda solcu sendikacıları ve burjuva sosyal bilimcileri de etkileyecektir. Fakat duruşmada gizli servisin avukatları daha da ileri gittiler ve mahkeme de onları izledi. Artık Marksist-Leninist olmakla suçlanıyorduk.

Gizli servisin avukatları ve mahkeme, Federal Anayasa Mahkemesi’nin 1956 yılında Almanya Komünist Partisi’ni (KPD) yasaklamasına atıfta bulundu. O zamanki kararda Marksizm-Leninizm –her ne kadar açıkça Stalin tarafından yorumlanmış haliyle olsa da– anayasayla bağdaşmaz olarak tanımlanmıştı. Soğuk Savaş’ın zirvesinden kalma bu kararın 70 yıl sonra bile solun üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı açık. Marksist-Leninist olduğumuzun kanıtı olarak, okur mektupları sayfamızda yer alan ve Lenin’i Junge Welt okurken gösteren bir fotomontaj gösterildi. Yargıç, Lenin’e sempati duyan herkesin otomatik olarak tek parti diktatörlüğü için çabaladığı gibi saçma bir iddiada bulunacak kadar ileri gitti. Ayrıca Lenin’in Özgür Demokratik Temel Düzen (FDGO) [Freiheitliche demokratische Grundordnung] olarak adlandırılan düzene karşı şiddetle mücadele ettiğini iddia etti. Fakat FDGO 1952 yılında, yani Lenin’in ölümünden neredeyse 30 yıl sonra Federal Anayasa Mahkemesi tarafından formüle edilmişti ve kesinlikle Rusya için değildi.

Junge Welt, yaklaşık 30 yıldır her yıl, aralarında Kübalı akademisyenler, Türk sosyalist milletvekilleri, Amerikalı sendikacılar ve Afrikalı filozofların da bulunduğu dünyanın dört bir yanından gelen konuşmacı ve sanatçılarla Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nı düzenliyor. Almanya’daki sosyalist ve komünist sol için yıllık bir başlangıç noktası haline gelen konferansa bu yıl ocak ayında 3.700 kişi katıldı.

Mahkeme şimdi bizi bu konferansı siyasi bir faktör olarak kullanmakla suçluyor. Diğer günlük gazeteler de okurları için konferanslar düzenliyor. Burjuva, neo-liberal gazeteler okur kitlelerini korumak için emlak danışmanlarıyla konferanslar düzenliyor ya da okurlarını şarap tadımlarına davet ediyor. Fakat biz böyle bir konferansla öncelikle okur kazanmayı ve onları elde tutmayı amaçlamakla değil, orada devrimi hazırlamak istemekle suçlanıyoruz.

Tek tek yazarlar ya da çalışanlar DKP’ye yakın olabilir ve ortak bir Marksist inancı paylaşıyor olabiliriz. Fakat DKP’nin kendi parti gazetesi var; Unsere Zeit. Junge Welt ise partiden bağımsız bir günlük gazete – DKP’den de bağımsız. Bu arada, DKP düzenli olarak seçimlere katılan yasal bir partidir. Fakat anayasayı koruma raporunda aşırı solcu olarak da adlandırılıyor. Elbette bu da eleştirilmelidir. Fakat önemli bir fark Junge Welt’in bir parti ya da aktivist bir örgüt değil, bir gazete olmasıdır. Ve Federal Anayasa Mahkemesi’nin 2005 yılında aldığı bir karara göre, bir gazetenin adı anayasayı koruma raporunda yer alamaz. Bu temel karar o dönemde sağcı bir haftalık gazete olan Junge Freiheit için verilmişti ve Junge Welt için de geçerli olmalıdır.

Aynı zamanda sağcı Compact dergisi de Almanya’da yasaklandı. Sizce Alman makamları “sağcı” ve solcu yayınlara yönelik baskı arasında bir denge arayışında mı?

Compact en yüksek tiraja sahip faşist dergiydi. Editörü Jürgen Elsässer bazen Alman Doğu Perinçek olarak anılır çünkü Maoizmden milliyetçi sağa ve belli bir Avrasya yönelimine uzanan benzer bir biyografiye sahiptir. Compact, özellikle göçmenlere ve Müslümanlara karşı ajitasyon yapan iğrenç bir ırkçı gazeteydi. Ama dergi herhangi bir suç işlediği için değil, Alman hükümeti siyasi çizgisini beğenmediği için yasaklandı.

Junge Welt olarak Compact’ın yasaklanmasını basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olarak eleştirdik – derginin kendisi için gözyaşı dökmesek bile. Compact’ın Junge Welt’in duruşmasından iki gün önce yasaklanması kesinlikle tesadüf değildi. Alman hükümeti kendisini sağ ve solun “aşırılıkçılarına” karşı mücadele eden demokratik bir merkez olarak sunmaya çalışıyor. Ve bizim deneyimimiz, sağa karşı mücadele adına alınan tüm önlemlerin er ya da geç solu da etkileyeceği yönündedir. Compact’ın yasaklanması ve Junge Welt’e karşı açılan davanın ardından birçok burjuva medya yazarı alarma geçti ve sol, Marksist ve anti-emperyalist yönelimimize sempati duymasalar bile basın özgürlüğünün daha fazla kısıtlanmasına karşı uyarıda bulundular.

“ALMAN HÜKÜMETİ ÜLKEYİ HER ALANDA SAVAŞA HAZIR HALE GETİRMEK İSTİYOR”

Federal Almanya on yıllardır komünizm karşıtı duruşuyla tanınıyor. Ukrayna Savaşı ve İsrail’in Gazze’yi işgalinden sonra, Alman devletinin basında muhalif seslere tahammül etmek istemediği ve devlet örgütlenmesini daha militarist bir şekilde sağlamlaştırmaya çalıştığı görülüyor. Siz buna katılıyor musunuz?

Şu anda Federal Almanya Cumhuriyeti’nde devletin gerici-militarist bir yeniden örgütlenmesini yaşıyoruz. Ukrayna savaşının 2022’de başlamasından hemen sonra hükümet bir “dönüm noktası” [Zeitenwende] ilan etti ve Bundeswehr’i [Alman Silahlı Kuvvetleri] kitlesel olarak yeniden silahlandırmaya karar verdi. Hükümetin ilan ettiği amaç, ülkeyi önümüzdeki yıllarda her düzeyde savaşa hazır hale getirmek – Rusya’ya karşı savaş ve Batı’nın Çin’e karşı savaş politikası için. Buna medyadaki eleştirel seslerin bastırılması da dahildir. İç istihbarat servisi, hükümeti eleştirenleri “aşırılık yanlısı” olarak karalayarak ve görüşlerinden dolayı onları aşağılayarak burada giderek daha aktif bir rol oynuyor.

Basının büyük çoğunluğu bu politikayı gönüllü olarak destekledi ve Almanya’nın kendisini savunması gereken “kötü Ruslar” hakkındaki savaş propagandasına katıldı.

Junge Welt gibi silahlanmayı ve militaristleşmey eleştiren, NATO’nun genişlemesini Ukrayna savaşının arka planı olarak açıklayan ve diplomatik bir barış çözümünü savunan herkes Putin savunucusu ya da vatan haini olarak karalanıyor. İsrail-Filistin meselesinde baskı daha da güçlüdür. İsrail’e koşulsuz destek Almanya’nın “devlet aklı” olarak görülüyor. Devlet, anti-faşistler de dahil olmak üzere pek çok insanın Nazilerin Yahudilere karşı işlediği suçlardan duyduğu vicdan azabını, İsrail’in Gazze’deki soykırımına yönelik eleştirileri bastırmak için kullanıyor. Filistin yanlısı gösteriler düzenli olarak polis tarafından saldırıya uğruyor ya da yasaklanıyor. Son yıllarda sosyal medyada Filistinlilerin hakları için özel kampanya yürüttükleri ya da İsrail’i eleştirdikleri için devlet yayın kuruluşundan bir dizi gazeteci işten çıkarıldı. Filistin yanlısı yabancı akademisyenler ve entelektüeller –aralarında bazı Yahudiler de var– misafir profesörlük görevlerinden alındılar ya da Almanya’da onlarla birlikte etkinlik düzenlemeleri engellendi. Junge Welt bu gidişata direnen, İsrail ordusunun işgalini ve savaş suçlarını açıkça dile getiren ve Filistinlilerin haklarını savunan neredeyse tek gazete. Bu nedenle burjuva gazeteleri tarafından antisemitizmle suçlanıyoruz – ki bu, Yahudilere yönelik her türlü nefreti reddeden ve bununla mücadele eden antifaşist bir gazete olduğumuz için daha da saçma.

AVRUPA

Güney Avrupa ülkelerinden Leyen’in borçlanma planına itiraz

Yayınlanma

Avrupa Birliği (AB) içerisinde devlet borcu en yüksek ülkelerin başını geçen Fransa, İtalya ve İspanya, Avrupa Komisyonu’nun borçlanma yoluyla silahlanma planına karşı çıkıyor.

Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, içinde 150 milyar avroluk ucuz kredi ve AB mali kurallarının gevşetilmesinin de bulunduğu savunma paketini geçen haftalarda açıklamıştı.

POLITICO’ya konuşan bir AB yetkilisi, bazı ülkelerin, devlet borcunu çok daha yukarı seviyeye çekecek planının “uygulanabilirliğini, hatta ihtimalini dahi sorguladığını” aktardı.

Avrupa’nın güneyindeki ağır borçlu ülkeler bunun yerine savunma tahvili (Eurobond) olarak adlandırılan ve AB’nin sermaye piyasalarındaki ortak borçlanması yoluyla finanse edilen ve bloğun 27 ülkesi tarafından oybirliğiyle onaylanması gereken hibeler için taleplerini yükseltiyor.

Güneyli olmayan bir AB diplomatı da “savunma tahvillerinin önünü açabilecek bir fiyasko riski olduğunu” söyledi.

Fakat Leyen’in, mali yönden “muhafazakâr” olarak bilinen ve Almanya ile Hollanda’nın başını çektiği kuzey ülkelerinin itirazları nedeniyle bu fikri şimdiye kadar pek zorlamadığı belirtiliyor.

Hollanda Başbakanı Dick Schoof geçen hafta AB liderlerinin bir araya geldiği bir toplantının ardından, “Eurobond yok” demişti.

Üçüncü bir AB diplomatı ise güney ülkelerinin kredileri geri çevirmesinin mali açıdan muhafazakâr ülkeler arasında savunma tahvillerine olan desteği zayıflatacağının sinyalini verdi.

Mali açıdan muhafazakar bloktan gelen diplomat, “Eğer savunmanın ortak borçlanmayı haklı çıkaran varoluşsal bir sorun olduğunu iddia ediyorlarsa, o zaman önce borç almaları gerekir,” dedi.

Özellikle İtalya ve İspanya, AB mali kurallarından muaf tutulabilecek savunma harcamalarının tanımını genişletmek için bastırıyor. Madrid sınır kontrolü, siber güvenlik ve altyapı esnekliğinin de dahil edilmesini önerdi.

Fakat şu ana kadar ne Roma ne de Madrid acil durum maddesine başvurup başvurmayacaklarını teyit etmiş değil.

Bazı AB yetkilileri, Leyen’in haziran ayında yapılacak bir sonraki liderler zirvesi öncesinde savunma tahvilleri konusundaki tutumunu yumuşatması umuduyla oyalandıklarını düşünüyor.

Meloni geçen hafta gazetecilere verdiği demeçte, “[Karar vermek için] daha fazla zamanımız olmalı” dedi ve mekanizmayı harekete geçirmek için önerilen nisan ayının “biraz fazla yakın” olduğunu sözlerine ekledi.

Bu arada iki AB diplomatına göre Fransa bu maddeyi aktif hale getirmeyi planlamadığını belirtti. Borç/GSYİH oranı yüzde 110’un üzerinde olan Paris, piyasaları ürkütmekten ya da kredi notunu tehlikeye atmaktan çekiniyor.

Buna karşılık Almanya’nın 500 milyar avroluk devasa savunma harcamasını finanse etmek için bu maddeyi devreye sokması bekleniyor. 

Fakat Danimarka ve Hollanda gibi üç A kredi notuna sahip diğer ülkeler gibi Berlin’in de kendi başına daha ucuza toplayabileceği Komisyon kredilerini kabul etmesi pek olası değil.

Üst düzey bir AB diplomatı, AB’nin 27 ülkesi arasındaki bölünmüşlüğün “piyasa algısı üzerinde olumsuz olabilecek bir fark yarattığını” söyledi.

Kaynak, “Eğer herkes aynı anda [talepte bulunmazsa], ne kadar harcayabileceğinize dair sınırı piyasa belirleyecektir” diye ekledi.

Fakat mali açıdan muhafazakâr devletler bu argümana inanmıyor ve üçüncü AB diplomatı güney devletlerini “siyaset yapmakla” suçluyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya ve Avrupa’da F-35 tartışması büyüyor

Yayınlanma

Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde ABD’nin F-35 savaş uçağı programından olası bir çekilme tartışması gitgide ısınıyor.

Bunun arka planında jetin sadece ABD hükümetinin onayıyla kullanılabilmesi ve örneğin yedek parça ve yazılımla ilgili engelleyici hükümlerin F-35 ile askeri operasyonlarda ABD’ye bağımlılıktan kurtulmayı imkansız hale getirmesi yatıyor.

Berlin’de, özellikle eski ‘transatlantikçiler’, askeri bağımsızlık elde etmek için F-35 tedarik programından çekilmek için baskı yapıyorlar.

F-35 alım sözleşmesi Alman medyasına sızdırıldı

Geçtiğimiz hafta, Berlin’in Mart 2022’de tedarik etmeye karar verdiği 35 adet F-35 savaş uçağı için satın alma sözleşmesinin bir kopyası Alman Stern dergisine sızdırıldı.

8,3 milyar avroya mal olacak satın alma için çerçeve koşullarının ayrıntıları da böylece ortaya çıktı. Bu alım, katı kurallara tabi olan Yabancı Askeri Satışlar (FMS) sürecinin bir parçası olarak ele alınıyor. F-35 alım sözleşmesi Washington’a “ABD’nin ulusal çıkarlarının gerektirmesi halinde” başka bir bildirimde bulunmaksızın “ifayı tamamen ya da kısmen feshetme ya da askıya alma” yetkisi veriyor.

Bu da ABD’nin teslimat süresini ve teslimat miktarını istediği zaman tek taraflı olarak değiştirebileceği anlamına geliyor. FMS prosedüründe sözleşmeye dayalı cezalar genellikle öngörülmüyor; yasal başvuru yolu hariç tutuluyor.

Bir F-35 savaş uçağı teslim edildikten sonra, üzerinde başka değişiklik yapılmasına izin verilmiyor; yedek parçalar ve düzenli olarak gerekli yazılım güncellemeleri yalnızca ABD’li üretici Lockheed Martin’den temin ediliyor.

Satın alma sözleşmesinde ifadelere göre, “Müşteri, birlik bakım seviyesinin ötesinde onarım ve bakım çalışmaları yapma yetkisine sahip değildir.” Bu da Alman Hava Kuvvetleri’nin F-35’lerinin sadece ABD yönetimi istediği zaman uçacağını şimdiden garanti ediyor.

Yazılım gizliliği: ABD her zaman gözetliyor

Ayrıca F-35’in temel yazılımı da gizli tutuluyor. Bu nedenle jetin dışarıdan etkilenip etkilenemeyeceğini kontrol etmek imkansız fakat birçok kişi bunun mümkün olduğunu varsayıyor.

Operasyon sırasında ve özellikle de herhangi bir görev sırasında üretilen veriler toplanıyor ve daha sonra Amazon Web Services’de saklanıyor, böylece ABD yetkilileri tarafından kolayca erişilebilir hale geliyor.

Son olarak, ABD Dış Yardım Yasası, ABD’nin F-35’in “son kullanımını istediği zaman izlemesine” izin veriyor. Stern dergisine konuşan “iyi bilgilendirilmiş” bir kaynak, “Hedefler, rotalar, dolaylı olarak taktikler… ABD’li teknisyenler her zaman uçaktalar,” iddiasında bulunuyor.

İçeriden ‘istihbarat servisi bilgisi olan’ bir kişi de bunu dergiye açıkça doğrulayarak, “tüm görev planlamasının ABD’de izlendiğini” belirtiyor.

Bir güvenlik riski olarak ABD silahları

Geçen haftadan bu yana Avrupa’da, mümkünse F-35 jetlerinin tedarikinden kaçınılması ya da halihazırda bir sözleşme imzalanmışsa anlaşmadan çekilmesi yönündeki çağrılar giderek artıyor.

Bir yandan Trump yönetiminin Ukrayna’nın ABD uydu verilerini kullanmasını yasaklama kararı, diğer yandan Washington’un Danimarka’ya ait özerk Grönland bölgesini ele geçirme çabalarını sürdürmesi bu durumu tetikledi.

Örneğin Danimarkalı muhafazakâr milletvekili Rasmus Jarlov, X’te yaptığı açıklamada Danimarka’nın hava kuvvetleri için 27 adet F-35 jeti satın alma kararını desteklediği için şimdi pişman olduğunu belirtti.

Jarlov, “ABD’nin Danimarka’dan Grönland’ı talep ettiği ve silahlarımızı devre dışı bırakmakla tehdit ettiği bir durumu hayal edebiliyorum,” dedi.

O zaman Kopenhag artık kendini savunacak durumda olmayacağını, bu nedenle ABD silahlarını satın almanın “alamayacağımız bir güvenlik riski” olacağını savunan Jarlov, Danimarka’nın önümüzdeki yıllarda silahlanmaya büyük miktarlarda yatırım yapacağını ve mümkün olan her yerde Amerikan silahlarından kaçınması gerektiğini savundu.

F-35 programından çıkmayı hedefleyen NATO ülkeleri

Bazı NATO ülkeleri şimdi F-35’ten vazgeçmeyi düşünüyor. Örneğin Kanada, F-35 alımından çekilmeyi planlıyor, fakat önümüzdeki yılın başında teslim edilecek 16 savaş uçağı için şimdiden ödeme yaptı.

Savunma Bakanı Nuno Melo’ya göre, daha önce ABD savaş uçağını satın almayı planlayan Portekiz de fikrini değiştiriyor. Fransız Dassault Aviation şirketi şimdi Portekiz hükümetine Rafale jetleri tedarik etmeyi teklif etti.

Rafale, F-35 gibi beşinci nesil değil dördüncü nesil bir savaş uçağı; fakat daha ucuz ve herhangi bir ABD bileşeni gerektirmiyor, dolayısıyla ABD’den bağımsızlık sunuyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 16 Mart’ta Avrupa ülkelerinin prensip olarak F-35’ten Rafale’e geçmesi gerektiğini savunmuştu; ayrıca yeni Fransız-İtalyan SAMP/T hava savunma sistemi, ABD Patriot hava savunma sisteminin yerine kullanılabilir.

Bir zorluk, Birleşik Krallık, Norveç, Hollanda, Belçika ve İtalya gibi bir dizi Avrupa NATO ülkesinin halihazırda F-35 jetlerine sahip olmasından kaynaklanıyor. Resmi olarak tarafsız olan İsviçre de dahil olmak üzere diğer pek çok ülke uçaklar için bağlayıcı siparişler vermiş durumda.

Almanya’da çatlak sesler artıyor

Almanya’da da çelişkili sesler yükseliyor. Özellikle de eski ‘transatlantikçiler’ F-35 tedarikine mesafeli yaklaşıyor.

Eski Airbus CEO’su ve şu anda etkili düşünce kuruluşu Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) Başkanı Thomas Enders geçen hafta “Kimsenin F-35’e ihtiyacı yok” dedi; Enders “bu yeni jeopolitik koşullar altında bunu iptal eden ilk kişi olacağını” da belirtti.

CDU dış politika uzmanı Roderich Kiesewetter de F-35 alım sözleşmesi gibi “ABD ile mevcut sözleşmelerin gözden geçirilmesi” çağrısında bulundu ve “Şimdi alternatifler aramak kesinlikle zorunludur,” dedi.

Savunma Bakanı Boris Pistorius ise F-35 alımına devam edilmesinden yana. Bunun için öne sürdüğü gerekçelerden biri, Alman Hava Kuvvetleri savaş uçaklarının savaş durumunda ABD nükleer bombalarını atabileceği nükleer paylaşım.

Gözlemciler, ABD nükleer bombalarının atılmasının zaten sadece Washington’dan gelen emirle mümkün olduğunu ve bu nedenle F-35’lerin sadece nükleer paylaşım için mevcut oldukları sürece ABD tarafından felç edilip edilemeyeceklerinin önemsiz olduğunu belirtiyor. Fakat nükleer paylaşımın da artık güvenli olmadığı düşünülüyor.

Berlin, F-35 için Washington’a yaklaşık 2,42 milyar dolar aktarmış ve ABD savaş uçaklarının konuşlandırılacağı Büchel Hava Üssünde maliyetli modifikasyonlara başlamıştı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Pirelli, Çinli sahibini hisselerini azaltmaya zorluyor

Yayınlanma

Pirelli’nin yönetim kurulu, Trump yönetiminin Pekin’in Amerikan varlıklarının mülkiyeti konusundaki ‘şahin’ tutumunun İtalyan lastik üreticisinin ABD’deki genişlemesini engelleyeceği endişesiyle en büyük yatırımcısı olan Çinli Sinochem’e hisselerini azaltması için baskı yapıyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişilerin Financial Times’a (FT) aktardığına göre, Pirelli yönetimi çarşamba günü yapılacak bir yönetim kurulu toplantısında Çinli yatırımcıdan yüzde 37’lik hissesini derhal İtalyan hissedar Camfin’in yüzde 26,4’lük hissesinin altına indirmesini talep edecek.

Bu hamle, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin politikalarına uyum sağlayan şirketlerin attığı sert adımları gösteriyor.

Pazartesi günü Koreli otomobil grubu Hyundai, ABD’de büyük yatırımlarını açıklayan en son uluslararası şirket oldu ve Trump’ın yerli üretimi artırmaya çalışırken ticaret politikalarının “çok güçlü bir şekilde işe yaradığının” kanıtı olduğunu söylediği 21 milyar dolarlık bir paketi açıkladı.

Planlar hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Pirelli’nin önerdiği seçeneklerden birinin, Sinochem’in hisse geri alımı yoluyla hisselerini yüzde 25’in altına düşürmesi ve bazı hisselerin derhal piyasada yeniden satılması olduğunu söyledi.

Toplantıda Pirelli’nin de başkanı olan Jiao Jian tarafından temsil edilecek olan Sinochem’in öneriyi kabul edip etmeyeceği belli değil. Söz konusu kişiler, tarafların yönetim kurulu toplantısı öncesindeki hazırlık görüşmelerinde bir anlaşmaya varamadıklarını da sözlerine ekledi.

Pirelli’nin ABD’nin Georgia eyaletinde bir fabrikası bulunuyor fakat Kuzey Amerika pazarı için ürettiği lastiklerin çoğunu Meksika ve Güney Amerika’da üretiyor.

Şirket Trump’ın ticaret politikalarına ve ithal otomobillere yönelik yaklaşan gümrük vergisi tehdidine yanıt olarak, küresel gelirlerinin dörtte birini elde ettiği ABD’deki faaliyetlerini genişletmeye çalıştı. 

Fakat konu hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre lastik üreticisi, ABD’de genişleme planlarıyla ilgili son görüşmelerde dirençle karşılaştı. Bu kişiler, şirketin bu durumun en büyük hissedarının Çin devletine ait bir şirket olmasından kaynaklandığını düşündüğünü de sözlerine ekledi.

Formula 1 araçlarının kullandığı lastikleri tedarik eden Pirelli, lastik sensörleri tarafından toplanan bilgileri araçların sürüş komutlarına bağlayabilen tescilli bir teknolojiye de sahip. Söz konusu teknoloji ABD’de büyük talep görüyor ama Pirelli, Sinochem’in gruptaki hissesi nedeniyle potansiyel olarak kazançlı bir pazardan mahrum kalmaktan korkuyor.

ABD ocak ayında Çin’in otomatik sürüş sistemlerinin yanı sıra Bluetooth, WiFi ve uydu gibi araçlarla etkileşime giren donanım ve yazılımlara yönelik yasağı kesinleştirdi. Daha sonra Sinochem ile birleşen devlete ait ChemChina, ilk olarak 2015 yılında 7,7 milyar dolarlık bir anlaşmayla Pirelli’nin çoğunluk hissesini satın almıştı. İlk anlaşma kapsamında Çinli yatırımcı, İtalyan grubun günlük yönetimine, stratejisine veya atamalarına müdahale etmeyeceğini kabul etmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English