DÜNYA BASINI
Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trSuriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.
***
11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim
Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.
Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.
Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.
Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.
O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.
Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.
Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?
Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?
Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.
Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.
Ve giderek daha da ısınıyordu.
Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.
Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.
Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.
Esad’a diplomatik kalkan
Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.
Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.
Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.
Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.
Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”
Esad’ın Suriye’sinde Çin parası
Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.
Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.
COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.
Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.
2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.
2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.
Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.
Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.
Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.
KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.
Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.
Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.
Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.
Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.
Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.
Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.
Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”
Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.
Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.
Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.
Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.
Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.
Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.
İlginizi Çekebilir
-
CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?
-
Endonezya Dışişleri Bakanı BRICS’e katılımı savundu, BM’de reform çağrısı yaptı
-
Petrol fiyatı güçlü Çin talebiyle son 3 ayın en yüksek seviyesine ulaştı
-
Almanya, Suriyelilerin sığınmacı statüsünü yeniden değerlendiriyor
-
Xi, Trump’ın yemin törenine üst düzey Çin elçisi gönderecek
-
HTŞ ile temas Irak’ın Şii müesses nizamı içinde tepkilere ve tartışmalara yol açtı
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Beşar Esad yönetimi devrilmeden önce yazılmıştı. Suriye savaşının başlangıcından bu yana, başta ABD ve Birleşik Krallık olmak üzere Batı ülkeleri ile bölgedeki müttefiklerinin Suriye El Kaide’sinin (Nusra Cephesi) ve sonrasında Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) büyümesine nasıl katkı sundukları iyi belgelenmiş durumda. Daha 2012 yılında yazılan bir Amerikan istihbarat raporu, Suriye’nin doğusu ile Irak’ın batısında bir “İslam emirliği” kurulmasının neredeyse mukadder olduğuna işaret ediyordu. IŞİD Irak kentlerini birer birer ele geçirdiği sıralarda bunun bir “Sünni devrimi-öfkesi” olduğuna dair analizler de çokça yapılıyordu. Batılı istihbarat örgütleri, Suriye’ye yabancı cihatçıların taşınmasında ve silahlandırılmasında büyük bir rol oynuyordu. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Kit Klarenberg
Global Delinquents
4 Nisan 2024
22 Mart’ta Moskova’daki Crocus City Hall’da meydana gelen ve en az 137 masum insanın ölümüne, 60’tan fazlasının da ağır yaralanmasına neden olan korkunç toplu katliamdan sadece 24 saat sonra ABD’li yetkililer katliamdan IŞİD’in Güney-Orta Asya kolu olan IŞİD-H’yi sorumlu tuttu. Birçokları için bu suçlamanın bu kadar hızlı olması, Washington’un Batı kamuoyunun ve Rus hükümetinin dikkatini kararlı bir şekilde asıl suçlulardan -Ukrayna ve/veya Kiev’in en önde gelen vekil sponsoru Britanya’dan- uzaklaştırmaya çalıştığı şüphesini uyandırdı.
Dört tetikçinin nasıl devşirildiği, yönlendirildiği, silahlandırıldığı, finanse edildiği ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin tüm ayrıntılar henüz açıklanmadı. Kremlin, Kiev’in SBU’sunun [Ukrayna Güvenlik Servisi] nihai mimarlar olduğuna dair kanıtları ortaya çıkardığını iddia ederken, servis bunu reddediyor ve Rus yetkililerin saldırıyı önceden bildiklerini ve önleyebileceklerini fakat Ukrayna’ya yönelik saldırılarını artırmak için bunu yapmadıklarını iddia ediyor. Katillerin IŞİD’in Tacikistan kanadına bağlı bir kripto para cüzdanından para aldıkları bildirildi.
İşin aslı ne olursa olsun, sorumlu dört kişinin canavarca eylemlerine gerçekte kimin ya da neyin sponsor olduğuna dair hiçbir fikirleri olmadığı kesindir. IŞİD’in fanatik, aşırı dini köktencilikten ilham alan ana akım tasvirinin aksine, grup öncelikle kiralık bir silah. Herhangi bir zamanda, ortak çıkarlara bağlı bir dizi uluslararası bağışçının emriyle hareket eder. Finansman, silahlar ve emirler savaşçılarına dolambaçlı yollardan ve şeffaf olmayan bir şekilde ulaşıyor. Grup tarafından üstlenilen bir saldırının failleri ile nihai düzenleyicileri ve finansörleri arasında neredeyse her zaman katman katman kesintiler vardır.
IŞİD-H’nin şu anda Çin, İran ve Rusya’ya, başka bir deyişle ABD İmparatorluğu’nun başlıca düşmanlarına karşı dizildiği göz önüne alındığında, “ana” gruplarının kökenlerini yeniden gözden geçirmek zorunludur. On yıldan biraz daha uzun bir süre önce birdenbire ortaya çıkan, ana akım medya manşetlerine ve Batı kamuoyunun bilincine birkaç yıl boyunca hakim olduktan sonra tekrar ortadan kaybolan IŞİD, bir aşamada Irak ve Suriye topraklarının geniş bir bölümünü işgal etti. Burada kendi para birimini, pasaportlarını ve araç plakalarını çıkararak bir “İslam Devleti” ilan etti.
ABD ve Rusya tarafından bağımsız olarak başlatılan yıkıcı askeri müdahaleler 2017 yılında bu şeytani yapıyı ortadan kaldırdı. CIA ve MI6 hiç şüphesiz son derece rahatlamıştı. Ne de olsa IŞİD’in tam olarak nasıl ortaya çıktığına dair son derece garip sorular kapsamlı bir şekilde ortadan kalkmış oldu. Göreceğimiz üzere, terör örgütü ve halifeliği karanlık bir gecede şimşek çakması gibi değil, Londra ve Washington’da tasarlanan ve casusluk teşkilatları tarafından uygulanan özel ve kararlı bir politika sayesinde ortaya çıkmıştır.
‘Sürekli düşmanca’
RAND, merkezi Washington DC’de bulunan oldukça etkili bir “düşünce kuruluşudur.” Pentagon ve diğer ABD hükümet kuruluşları tarafından yılda yaklaşık 100 milyon dolarla finanse edilen bu kuruluş, ABD’nin ulusal güvenliği, dış ilişkileri, askeri stratejisi ve denizaşırı ülkelerdeki gizli ve açık eylemleri hakkında düzenli olarak tavsiyeler yayınlamaktadır. Bu açıklamalar çoğu zaman daha sonra politika olarak benimsenmektedir.
Örneğin, “Çin ile savaş” gibi “düşünülemez” bir olasılık üzerine Temmuz 2016 tarihli bir RAND makalesi, Pekin ile “sıcak” bir çatışma öncesinde Doğu Avrupa’nın ABD askerleriyle doldurulması gerektiğini öngörüyordu çünkü Rusya böyle bir anlaşmazlıkta şüphesiz komşusu ve müttefikinin yanında yer alacaktı. Bu nedenle Moskova’nın güçlerini sınırlarında bağlamak gerekli görülüyordu. Altı ay sonra, görünüşte “Rus saldırganlığına” karşı koymak için çok sayıda NATO askeri bölgeye geldi.
Benzer şekilde, Nisan 2019’da RAND Extending Russia [Rusya’yı Genişletmek] başlıklı bir rapor yayınladı. Moskova’yı “rejimin istikrarını baltalamak” amacıyla “aşırı genişlemeye” “yemlemek” için “bir dizi olası araç” ortaya koydu. Bu yöntemler arasında Ukrayna’ya “ölümcül yardım” sağlamak; Suriyeli isyancılara ABD desteğini artırmak; “Belarus’ta rejim değişikliğini” teşvik etmek; Kafkasya’daki “gerilimleri” kullanmak; “Orta Asya’daki Rus etkisini” ve Moldova’yı etkisiz hale getirmek vardı. Bunların çoğu daha sonra gerçekleşti.
Bu bağlamda, RAND’ın Kasım 2008’de yayınladığı Unfolding The Long War [Uzun Savaş’ın Açılışı] adlı rapor tedirgin edici bir okuma sunuyor. Aynı ay Bağdat ve Washington arasında imzalanan çekilme anlaşmasının şartları uyarınca koalisyon güçleri Irak’tan resmen ayrıldıktan sonra ABD’nin Terörle Küresel Savaşı’nın nasıl sürdürülebileceğini araştırıyordu. Bu gelişme, tanımı gereği, işgal resmen sona erdiğinde “stratejik bir öncelik” olmaya devam edecek olan Basra Körfezi petrol ve gaz kaynakları üzerindeki Anglo hakimiyetini tehdit ediyordu.
RAND, “Bu öncelik, uzun savaşı sürdürme önceliği ile güçlü bir etkileşim içinde olacaktır,” açıklamasında bulunuyordu. Düşünce kuruluşu, çekilmenin yarattığı güç boşluğu sırasında Irak’ta ABD hegemonyasını sürdürmek için bir “böl ve yönet” stratejisi önermeye devam ediyordu. Bu stratejinin himayesi altında Washington “[Irak’taki] çeşitli Selefi-cihatçı gruplar arasındaki fay hatlarını kullanarak onları birbirlerine düşürüp enerjilerini iç çatışmalara harcarken”, “sürekli düşmanca davranan İran’a karşı otoriter Sünni hükümetleri destekleyecek”ti:
“Bu strateji büyük ölçüde gizli eylemlere, bilgi operasyonlarına, konvansiyonel olmayan savaşa ve yerel güvenlik güçlerine desteğe dayanmaktadır… ABD ve yerel müttefikleri, ulusötesi cihatçıları yerel halkın gözünde itibarsızlaştırmak için vekalet kampanyaları başlatmak üzere milliyetçi cihatçıları kullanabilir… Bu, ABD tüm dikkatini [bölgeye] dönene kadar… zaman kazanmanın ucuz bir yolu olacaktır. ABD liderleri ayrıca Müslüman dünyasındaki Şii güçlenme hareketlerine karşı muhafazakar Sünni rejimlerin yanında yer alarak… süregelen Şii-Sünni çatışmasından faydalanmayı da seçebilir.”
‘Büyük Tehlike’
Böylece CIA ve MI6 Batı Asya’daki Sünni “milliyetçi cihatçıları” desteklemeye başladı. Ertesi yıl Beşar Esad, Katar’ın, Doha’nın geniş gaz rezervlerini Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye’yi kapsayan 1.500 kilometre uzunluğunda 10 milyar dolarlık bir boru hattıyla doğrudan Avrupa’ya ulaştırma önerisini iptal etti. WikiLeaks tarafından yayınlanan diplomatik kablolarda kapsamlı bir şekilde belgelendiği üzere, ABD, İsrail ve Suudi istihbaratı yerel bir Sünni isyanını körükleyerek Esad’ı devirmek için derhal harekete geçmiş ve bu amaçla muhalif grupları finanse etmeye başlamıştır.
Bu çaba Ekim 2011’de, Muammer Kaddafi’nin televizyonda yayınlanan cinayetinin ardından MI6’nın Libya’dan Suriye’ye silah ve radikal savaşçıları yönlendirmesiyle hız kazandı. CIA bu operasyonu denetledi ve İngiliz istihbaratını, entrikalarını Kongreye bildirmekten kaçınmak için bir paravan olarak kullandı. Ancak Haziran 2013’te, dönemin Başkanı Barack Obama’nın resmi onayıyla, Teşkilat’ın Şam’daki gizli kapaklı suç ortaklığı “Timber Sycamore” adı altında resmileşti ve daha sonra itiraf edildi.
O dönemde Batılı yetkililer Suriyeli vekillerini her durumda “ılımlı isyancılar” olarak adlandırıyordu. Oysa Washington, bu vekillerin işgal ettikleri topraklarda köktendinci bir halifelik kurmaya çalışan tehlikeli aşırılık yanlıları olduğunun farkındaydı. Bilgi Edinme Özgürlüğü yasaları kapsamında yayınlanan Ağustos 2012 tarihli bir ABD Savunma İstihbarat Ajansı [DIA] raporu, bu dönemde Batı Asya’daki olayların “açık bir mezhepsel yön aldığını” ve radikal Selefi grupların “Suriye’deki isyanı yönlendiren ana güçler” olduğunu gözlemlemektedir.
Bu gruplar arasında El Kaide’nin Irak kanadı (EKI) ve onun şemsiye kolu olan Irak İslam Devleti (IİD) de yer alıyordu. Bu ikili, DIA raporunun sadece öngörmekle kalmayıp görünüşte onayladığı bir ihtimal olan IŞİD’i oluşturmaya devam etti:
“Eğer durum kötü giderse, Suriye’nin doğusunda ilan edilmiş ya da edilmemiş bir Selefi prensliği kurulma ihtimali var… Bu tam da muhalefeti destekleyen güçlerin Suriye rejimini izole etmek için istediği şey… IŞİD, Irak ve Suriye’deki diğer terör örgütleriyle birleşerek bir İslam devleti de ilan edebilir ki bu büyük bir tehlike yaratacaktır.”
Bu ciddi kaygılara rağmen CIA, bu “yardımın” kaçınılmaz olarak IŞİD’in eline geçeceğini bile bile Suriye’nin “ılımlı isyancılarına” hesapta olmayan büyüklükte silah ve para sevkiyatı yapmaya devam etti. Dahası, Britanya eş zamanlı olarak bir yandan yaralı cihatçılara tıbbi yardım sağlarken bir yandan da muhalif milisleri öldürme sanatında eğitmek için milyonlarca dolara mal olan gizli programlar yürüttü. Londra ayrıca Katar’dan satın aldığı çok sayıda ambulansı ülkedeki silahlı gruplara bağışladı.
Sızdırılan belgelere göre bu çabalardan elde edilen ekipman ve personelin El Nusra, IŞİD ve Batı Asya’daki diğer aşırılık yanlısı grupların eline geçme riski İngiliz istihbaratı tarafından kaçınılmaz olarak “yüksek” olarak değerlendirilmiştir. Yine de bu tehlikeye karşı koymak için eşzamanlı bir strateji yoktu ve operasyonlar hızla devam etti. Sanki IŞİD’i eğitmek ve silahlandırmak MI6’in tam da istediği bir sonuçmuş gibi.
DÜNYA BASINI
HTŞ ile temas Irak’ın Şii müesses nizamı içinde tepkilere ve tartışmalara yol açtı
Yayınlanma
2 gün önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trHaber: Eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra üst düzey bir Irak güvenlik heyeti yeni bir sayfa açmak amacıyla Şam’daki yeni Sünni İslamcı yöneticilerle bir araya geldi. Bu temas Irak’taki önde gelen Şii silahlı gruplar arasında tepkiye yol açtı. Heyet-i Tahrir Şam’ı (HTŞ) ezeli düşmanları olarak gören İran’a yakın bazı Iraklı gruplar, Suriye’de Türkiye destekli “teröristler” olarak tanımlanan gruplarla herhangi bir angajmana şiddetle karşı olduklarını söylüyor. Ancak Bağdat’ta HTŞ ile diyaloğun normalleşmeye başladığına dair işaretler var.
Haber: Irak Hükümet Sözcüsü Basim el-Avvadi, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara ile yapılan görüşmelerin güvenlik odaklı olduğunu vurguladı. Diğer haberlere göre Iraklı ekip sınırların korunması ve yeniden dirilen İslam Devleti (IŞİD) tehdidi konularını ele aldı.
-Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) Direktörü Hamid al-Şatri’nin Irak Dışişleri Bakanı yerine heyete liderlik ettiğine dikkat çeken siyasi araştırmacı Haydar Barzanci, ziyareti “tamamen güvenlik odaklı” olarak niteledi ve dolayısıyla HTŞ’nin otoritesinin resmi olarak “tanınmasının” söz konusu olamayacağını ifade etti.
Irak’taki popüler bir Twitter/X hesabı, 26 Aralık’taki görüşmenin olağanüstü doğasına atıfta bulunarak, daha önce Şam’daki Sünni İslamcı bir hükümetin Şiileri “öldüreceği” ve “katletmeye geleceği” uyarısında bulunan tartışmalı Iraklı medyatik isimleri tiye aldı.
-Paylaşımda, özellikle Bağdat’ın Suriye geçici yönetimine diplomatik kanallar açtığı bir dönemde, söz konusu isimlerin HTŞ’yi eleştiren önceki açıklamalarını geri çekip çekmeyecekleri soruluyordu.
Şatri’nin Şam ziyareti Irak’ın siyasi sahnesinde de benzer hesaplaşmalara yol açtı. İran’ın en yakın müttefiklerinden bazıları, HTŞ’nin Türkiye’nin bölgesel emelleri için bir vekilden biraz daha fazlası olduğunu öne sürerek bu yakınlaşmayı zımnen eleştiriyor gibi göründüler.
-Ketaib Seyyid eş-Şüheda’nın lideri Ebu Ala el-Velayi 30 Aralık’ta Telegram’da yaptığı bir paylaşımda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “kan dökmekle” ve yalnızca “Irak’ın haklı evlatları” tarafından engellenebilen “yayılmacı bir projeyi” yürütmekle suçladı.
Velayi’nin açıklaması, aynı gün devlete ait Irakiya TV’ye verdiği mülakatta Suriye’nin yeni yöneticilerini “Türk yönetimi”ni temsil etmekle suçlayan Kanun Devleti bloğu lideri Nuri el-Maliki’nin iddialarının ardından geldi.
Bağlam/analiz: Şara ve Şatri’nin, Suriye’nin yeni atanan Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybânî ve İstihbarat Başkanı Enes Hattab eşliğinde yaptıkları görüşmenin geniş çapta paylaşılan görüntüleri birkaç hafta öncesine kadar hayal bile edilemezdi.
-Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen Şara 2003 yılında ABD öncülüğündeki Irak işgalinin ardından El-Kaide’ye katıldı. O dönemde Ebu Musab ez-Zerkavi tarafından yönetilen Irak’taki El-Kaide, acımasız taktikleri, sivilleri hedef alması ve ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii toplumuna karşı düşmanlığıyla tanınıyordu.
-Şara’yı El-Kaide’nin belirli operasyonlarıyla ilişkilendiren doğrudan bir kanıt olmasa da 2011 yılında IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından El-Kaide’nin Nusra Cephesi olarak bilinen Suriye kolunu kurmakla görevlendirildi.
Nusra Cephesi 2014’te IŞİD’den resmen ayrıldı ve 2017’de HTŞ adını aldı ancak Irak’taki siyasi çevrelerin bir kısmı, grubun hâlâ bir terör örgütü olduğunu iddia etmeye devam ediyor.
-HTŞ’nin itibarındaki lekeyi temizlemek ve Batı’nın Suriye’ye uyguladığı yaptırımları kaldırmak Suriye’nin yeni yöneticilerinin önümüzdeki aylarda yürütecekleri diplomatik çabanın merkezinde yer alacak.
Irak’ın Şii siyaset içinde HTŞ ile normalleşmeye yönelik genel sessizliğe rağmen, önde gelen isimlerden gelen son açıklamalar en azından bazılarının yaklaşımlarını yeniden değerlendirebileceğini gösteriyor.
-Iraklı analist Lawk Ghafuri’ye göre Başbakan Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin başını çektiği pragmatik bir kesim HTŞ ile siyasi ve ekonomik normalleşmeyi “zorunlu” ama gerekli bir gerçeklik olarak görüyor.
– Buna karşılık, İran destekli silahlı gruplar, Şam ile daha sıcak ilişkilerin kendi etkilerini zayıflatabileceğinden korkuyor. Özellikle Batılı yetkililerin bu grupları silahsızlandırmak veya düzenlemek için koordineli bir mücadele yürüttüğü dikkate alındığında bu endişeler daha da artıyor.
Şara ve Şatri arasında 26 Aralık’ta yapılan görüşmeden sonraki günlerde Sudani, görüşmenin “gizliliği” nedeniyle Iraklı milletvekillerinin tepkisiyle karşılaştı. Bazı milletvekilleri, görüşmede ele alınan konuların “belirsizliği” hakkında başbakandan açıklama talep ediyor.
-Ortaya atılan bir teoriye göre Sudani, elçisi aracılığıyla HTŞ ile İran arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Bazı siyasi gözlemciler daha sonra bu teklifin yeni Suriye yönetimi tarafından reddedildiğini iddia etti.
Gelecek: Sudani’nin kendisini Şam ve Tahran arasında diplomatik bir kanal olarak sunmaya çalıştığına dair haberler gelmeye devam ediyor. Bazı gözlemciler Irak başbakanının gelecek yıl yapılması beklenen parlamento seçimleri öncesinde profilini yükseltmekte çıkarı olduğunu iddia ederken diğer uzmanlar IŞİD’in yarattığı güvenlik tehdidine dikkat çekiyor.
– İran Dışişleri Bakanlığı, 6 Ocak’ta yaptığı açıklamada, Suriye’deki gelişmelerin Sudani’nin 8 Ocak’taki ziyaretinde “kesinlikle” gündemin en önemli konularından biri olduğunu doğruladı. Irak’ın Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) geleceğiyle ilgili mevcut hararetli tartışmaların da ikili diyaloglarda baskın bir konu olmaya devam etmesi bekleniyor.
-Bağdat ve Şam arasında daha fazla üst düzey temas, dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde Irak’ın hassas siyasi bölünmelerini daha da kötüleştirebilir. Sudani’nin devam eden bölgesel diplomasi kampanyası bu noktada kritik bir rol oynayabilir, ancak bölgesel gelişmelerin hızı başbakanın çabalarını geride bırakabilir.
DÜNYA BASINI
Rus basınından değerlendirme: Trump’ın Grönland’a neden ihtiyacı var?
Yayınlanma
2 gün önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trSeçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, Grönland’ın ABD’ye devredilmesi için Danimarka’ya gümrük vergisi tehdidinde bulundu. Ancak Grönland halkı ve Danimarka hükümeti, adanın geleceğine sadece Grönlandlıların karar verebileceğini belirtti. Rus uzmanlar, Trump’ın açıklamalarının asıl amacının ticaret ve savunma harcamaları konusunda Avrupa’ya baskı yapmak olduğunu ifade etti.
ABD’nin Grönland’a olan ilgisi ve bu adayı nasıl elde edebileceği, yeniden gündeme geldi. Seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, 7 Ocak’taki son basın toplantısında, Grönland’ın ABD’ye verilmemesi durumunda Danimarka’ya yönelik gümrük vergileri uygulanabileceğini belirtti.
The New York Times (NYT) gazetesine göre, Trump’ın bahsettiği bu yaptırımlar, sadece Grönland üzerinde kontrolü bulunan Danimarka’ya değil, aynı zamanda Amerikan tüketicilerine de zarar verebilir.
Gazete, Danimarka’nın ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından biri olmasa da ülkeden gelen malların ABD’de talep gördüğünü vurguladı.
ABD Nüfus Sayım Bürosu verilerine göre, Danimarka ABD’nin ticaret ortakları arasında 37. sırada yer alıyor. Barrons dergisi, Kasım 2023 itibarıyla son 12 ayda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 9,8 milyar dolar olduğunu bildirdi.
NYT, ABD’de özellikle ilaçlar (insülin, çeşitli aşılar ve antibiyotikler), tıbbi cihazlar ve Lego oyuncaklarının popüler olduğunu aktardı.
Danimarka ve Grönland’ın yanıtı
Trump’ın Grönland konusundaki taleplerine rağmen, Danimarka şu an için bu konuda geri adım atmayı düşünmüyor. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, TV2 kanalına verdiği röportajda, Grönland’ın geleceğine yalnızca adanın sakinlerinin karar verebileceğini söyledi.
Frederiksen, Grönland hükümetinin başkanı ve adanın bağımsızlığını destekleyen partinin lideri Mute Egede’nin, Grönland halkının başka bir ülkeye satılma fikrine sıcak bakmadığını belirttiğine dikkat çekti.
2009’da imzalanan bir anlaşmaya göre, Grönland bağımsızlığını yalnızca ada halkının referandumda lehte oy kullanması durumunda ilan edebilir.
Egede, 4 Ocak’ta yaptığı bir açıklamada, 2025’te referandum yapılabileceğinin sinyallerini verdi: “Diğer ülkelerle iş birliğimiz ve ticaret ilişkilerimiz Danimarka’nın aracılığıyla kurulmak zorunda değil. Grönland’ın bağımsız bir devlet olabilmesi için gereken koşulları oluşturma çalışmaları başladı.”
Grönland’ın bağımsızlık arzusu
Grönlandlıların ABD’ye katılma isteyip istemediğine dair henüz bir sosyolojik araştırma yapılmamış olsa da adadaki nüfusun büyük bir kısmı Danimarka’dan bağımsızlık istemiyor.
Bu eğilimlerin ardında, özellikle Danimarka’nın geçmişte Grönlandlı kadınlara yönelik zorunlu sterilizasyon politikası gibi tartışmalı olayların etkisi bulunuyor. Ekim 2023’te, 12 yaşındayken Danimarkalı doktorların onayları olmaksızın rahim içi araç yerleştirdiğini söyleyen 67 kadının sayısı 143’e yükselmişti.
Danimarka ve Grönland yetkilileri, bu olaylarla ilgili özel bir soruşturma başlatmış olup, sonuçların Mayıs 2025’te açıklanması bekleniyor.
Trump’ın açıklamaları, yalnızca Danimarka’ya değil, diğer ticari ortaklara da baskı yapmak için kullanılan bir araç olarak değerlendiriliyor.
Yüksek Ekonomi Okulu (HSE) Merkezi’nde kıdemli araştırmacı Lev Sokolçik, Vedomosti gazetesine verdiği demeçte Trump’ın bu açıklamalarla ABD’nin ticaret anlaşmalarını yeniden gözden geçirmekten NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını artırma taleplerine kadar geniş bir yelpazede müzakere pozisyonlarını güçlendirmeyi amaçladığını ifade etti.
“Bu, ‘Önce Amerika’ sloganı çerçevesinde bir retorik. Bu duruşa karşı çıkanlar ciddi bir baskıya maruz kalacak,” diyen Sokolçik, ayrıca Trump’ın bu açıklamalarının, uzun vadeli ABD-Çin rekabeti bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini ve Kuzey Kutbu’nun bu mücadelenin en önemli sahalarından biri olacağını belirtti.
Ancak Grönland’ın ABD’ye katılması, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde bu konuda bir fikir birliği olmaması ve Kongre’de böylesine bir anlaşmayı onaylama sürecinin zorluğu nedeniyle pratikte pek mümkün görünmüyor.
Sokolçik, bu durumun Trump’ın gerçek amacının, Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz verdirmek olduğunu öne sürdü.
Diğer yandan The Hill gazetesine göre, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki bazı üst düzey Cumhuriyetçiler, Trump’ın yeni toprak satın alma girişimlerini desteklemeye hazır değil. Başka bir ülkeyle yapılacak herhangi bir anlaşmanın başarıyla gerçekleştirilmesi için Senato tarafından onaylanması gerekiyor. Bunun için 67 oy gerekli, ancak yeni dönemde Cumhuriyetçilerin sadece 53 sandalyesi bulunuyor.
Grönland neden önemli?
Rusya ve Kanada ile rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Rusya ve Kanada gibi ülkelerle rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Küresel ısınma ve Arktik buzullarının erimesiyle, bölgede petrol ve mineral gibi doğal kaynakların bulunduğu ortaya çıkmıştır. Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Enstitüsü’nden Dmitriy Koçegurov, “Trump’ın Grönland’a olan ilgisini bu kaynaklar üzerinden anlamak mümkün,” açıklamasında bulundu.
Fakat Grönland’ın satışının önünde ciddi engeller bulunuyor. Bunlar arasında, satın alma sürecinin karmaşıklığı ve hem Danimarka hem de Grönland hükümetlerinin bu tür müzakerelere yanaşmaması sayılabilir. Koçegurov, Trump’ın asıl amacının Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz vermek için baskı yapmak olabileceğini ifade etti.
Trump Doktrini: ‘Grönland çıkışının amacı Çin’e güçlü bir mesaj göndermek’
CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?
Endonezya Dışişleri Bakanı BRICS’e katılımı savundu, BM’de reform çağrısı yaptı
Petrol fiyatı güçlü Çin talebiyle son 3 ayın en yüksek seviyesine ulaştı
NATO, Trump’ın savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarma önerisini reddetti
Almanya, Suriyelilerin sığınmacı statüsünü yeniden değerlendiriyor
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
AMERİKA2 gün önce
Kaliforniya yangınları: San Francisco büyüklüğünde bir alan yok oldu
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Nihai barıştan bahsetmek için henüz erken’
-
AMERİKA2 gün önce
Kaliforniya’daki yangınların yol açtığı zarar 150 milyar dolara ulaştı
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 2
-
ASYA2 hafta önce
Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Birleşik Krallık’ın HTŞ’nin güçlendirilmesindeki rolü