Planlara aşina iki savunma yetkilisine ve NBC News tarafından incelenen bir Pentagon brifingine göre Trump yönetimi, NATO’nun Avrupa’daki tüm askeri operasyonlarını ABD’li bir generalin yönetmesi geleneğini değiştirmeyi düşünüyor.
Eski ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’la başlayan bir komuta şekli olarak, NATO’nun Avrupa’daki tüm askeri operasyonlarını dört yıldızlı bir ABD’li generalin yönetmesi yaklaşık 75 yıldır bir gelenek haline gelmişti.
Pentagon, ABD ordusunun muharip komutanlıkları ve karargahlarında önemli bir yeniden yapılanmaya gidiyor. İki savunma yetkilisinin verdiği bilgiye göre söz konusu planlardan biri de ABD’nin NATO’nun Avrupa Yüksek Müttefik Komutanı (askeri dilde SACEUR olarak biliniyor) rolünü bırakmasını içeriyor.
Şu anda bu görevde bulunan ve aynı zamanda ABD Avrupa Komutanlığı’nın (EUCOM) da başında olan general, Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’ya verilen desteği denetleyen birincil komutandı.
Böyle bir yeniden yapılanmanın ne kadar süreceği belli değil ve tamamlandığında değişikliğe uğrayabilir.
Kongre de, üyelerin girişimin herhangi bir yönüne karşı çıkmaları halinde, gücünü kullanarak bu konuda ağırlığını koyabilir.
NATO’da SACEUR’den vazgeçmek, hiç değilse güç dengesinde büyük bir sembolik değişim anlamına gelecek.
2009-2013 yılları arasında SACEUR ve Avrupa Komutanlığı görevini yürüten emekli Amiral James Stavridis bir e-postasında, “ABD’nin NATO’nun en yüksek müttefik komutanı rolünü bırakması Avrupa’da ittifaktan uzaklaşmanın önemli bir işareti olarak görülecektir. Bu destansı boyutlarda bir siyasi hata olur ve bir kez vazgeçersek geri vermezler. NATO içinde muazzam bir nüfuz kaybederiz ve bu, doğru bir şekilde, muhtemelen İttifak’tan tamamen ayrılmanın ilk adımı olarak görülecektir,” diye yazdı.
Önerilen yeniden yapılanma, Trump yönetiminin federal hükümet genelinde harcama ve personel kesintisine gittiği bir döneme denk geliyor. Başkan Donald Trump ve Savunma Bakanı Pete Hegseth, yeni yönetimin Avrupalı ortakların Avrupa’nın savunması için daha fazla sorumluluk almasını istediğini açıkça belirtti.
ABD’nin SACEUR’den vazgeçmesi halinde, diğer NATO ülkeleri muhtemelen kendi aralarında hangi ülkenin komutanı önereceğini seçmek zorunda kalacak.
Eğer gerçekleşirse SACEUR’ün ne zaman değişeceği henüz belli değil. Halihazırda SACEUR görevini yürüten Orgeneral Chris Cavoli’nin üç yıllık görev süresi bu yaz sona eriyor.
Planlama hakkında bilgi sahibi iki savunma yetkilisi, ordunun 11 muharip komutanlığından beşinin görüşülen plan kapsamında birleştirilebileceğini söyledi.
Söz konusu büyük yeniden yapılandırma planı, daha önce NBC News tarafından bildirilen iki potansiyel değişikliği de içerebilir: ABD Avrupa Komutanlığı ve ABD Afrika Komutanlığı’nın Almanya Stuttgart merkezli tek bir komutanlıkta birleştirilmesi ve Florida’daki ABD Güney Komutanlığı karargahının ABD Kuzey Komutanlığı ile birleştirilmek üzere kapatılması.
Planlama konusunda bilgi sahibi olan yetkililere göre komutanlıkların birleştirilmesi, sorumlulukları çakışan personelin azaltılması yoluyla ordunun tasarruf etmesini sağlayacak.
NBC News tarafından incelenen bir Pentagon brifingine göre, düşünülen tüm değişikliklerin uygulanması halinde ilk yıl 270 milyon dolara kadar tasarruf sağlanabilir. Bu tasarruf Savunma Bakanlığı’nın 850 milyar dolarlık yıllık bütçesinin yaklaşık %0,03’üne tekabül ediyor.
İki savunma yetkilisi, Pentagon’un AFRICOM ve EUCOM’u tek bir komutanlık altında birleştirmeye karar vermesi halinde, bunun SACEUR rolünü ortadan kaldırmanın gerekçelerinden biri olacağını, çünkü bu kadar geniş bir alanı denetlemenin zaten bir kişi için, bu kişinin aynı zamanda NATO askeri operasyonlarını da denetlemediği de göz önüne alındığında, yeterince büyük bir iş olduğunu söyledi.
Norveçli üst düzey diplomata göre, ABD’nin Başkan Donald Trump yönetiminde çok taraflı dünya düzeninden çekilmesiyle birlikte Avrupa ve Çin’in küresel sorunlarla mücadelede daha yakın işbirliği yapması gerekecek.
Norveç Dışişleri Bakan Yardımcısı Andreas Kravik bu ayın başlarında South China Morning Post’a verdiği bir mülakatta, transatlantik belirsizliklerin ortasında Çin’in hem Oslo hem de Avrupa için stratejik öneminin altını çizerken, Avrupa’nın Pekin ya da Washington’a bağımlı olmaktan kaçınması gerektiğini vurguladı.
İnsan hakları ve Güney Çin Denizi gibi bazı konulardaki farklılıklara rağmen, ekonomik ortaklığın geliştirilmesi ve çok taraflılığın sürdürülmesi konusunda Çin ile işbirliği yapmanın Oslo’nun çıkarına olduğunu belirten Kravik, Pekin’i gücünü daha sorumlu bir şekilde kullanmaya ve Rusya’nın dizginlenmesine yardımcı olmaya çağırdı.
Bu ayın başlarında ilk Çin ziyaretini tamamlayan Kravik, “Bizim bakış açımıza göre, Çin’in büyüklüğü, gelişmişliği ve jeopolitik ayak izi göz önüne alındığında, Çin ile işbirliği yapmadan küresel nitelikteki herhangi bir sorunu ele almak imkansızdır” dedi.
Kravik’in Pekin ve Hong Kong gezisi, Trump’ın politikalarının transatlantik ilişkileri zorladığı ve Çin’in Avrupa’ya yönelik “cazibe atağını” hızlandırdığı bir döneme denk geldi.
Kravik, Trump’ın ABD’yi 2015 Paris iklim anlaşmasından ikinci kez çekme kararını yorumlarken şunları söyledi: “ABD ne yaparsa yapsın, çözümleri belirlemek için Çinli muhataplarımızla birlikte çalışmamız gerektiği konusunda kararlıyız ve bu bizim peşinde olduğumuz bir şey.”
Kravik Pekin’de aralarında Komünist Parti’nin diplomatik kolu olan Uluslararası Departman Başkanı Liu Jianchao ve Avrupa işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Hua Chunying’in de bulunduğu Çinli yetkililerle bir dizi görüşme gerçekleştirdi.
Kravik’e göre gezi “çok faydalı” geçti ve jeopolitik, çevre politikaları, “insan hakları, Ukrayna, Rusya ve güneşin altındaki hemen her şeyi” kapsayan görüşmeler “çok yapıcıydı”.
Çin’in resmi açıklamasına göre Liu, ABD’nin adını anmadan Pekin’in “belirsizlik ve istikrarsızlığın giderek arttığı” bir dünyada “çok taraflılığı ortaklaşa korumak” için Norveç ile ikili ve çok taraflı koordinasyonu güçlendireceği sözünü verdi.
Liu ayrıca, güven inşa etmeye ve “belirli farklılıkların ikili ilişkiyi tanımlamamasını” sağlamaya yardımcı olduğunu söylediği ikili değişimler ve diyalogdan da övgüyle söz etti.
Çin’le resmi olarak ilişki kuran ilk Avrupa ülkelerinden biri olan Norveç ile Çin ilişkileri, 15 yıl önce 2010 Nobel Barış Ödülü’nün Çinli muhalif Liu Xiaobo’ya verilmesiyle dibe vurmuş ve altı yıllık bir diplomatik dondurmayı tetiklemişti.
Norveç Başbakanı Jonas Gahr Støre geçen yıl ilişkilerin 70. yılını anmak üzere Pekin’i ziyaret ettiğinde, her iki taraf da ticari bağları güçlendirmeyi ve iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, yeşil gemicilik ve döngüsel ekonomiye odaklanan bir yeşil geçiş diyaloğu başlatmayı taahhüt etti.
Kravik, Çin’in Avrupa Birliği ve ABD’den sonra Norveç’in en büyük üçüncü ticaret ortağı olmasıyla birlikte “çok yönlü” ilişkilerin ilerlemesine olumlu yaklaştı.
Yaklaşık 160 Norveç şirketi Çin anakarasında ve Hong Kong’da, özellikle yeşil gemicilik, su ve atık yönetimi ve geri dönüşüm, güneş ve rüzgar gülleri ve karbon yakalama alanlarında faaliyet gösteriyor.
Kravik, “Çin’in büyüklüğü, jeopolitik üzerindeki etkisi ve iklim krizi, yapay zeka, nükleer silahlar, biyolojik silahlar, sınır ötesi saldırganlık, salgın hastalıklar gibi mücadele etmemiz gereken tüm bu küresel zorlukların ele alınmasında etkili olduğu gerçeği göz önüne alındığında, Çin ile işbirliği yapmak zorundayız. Çin ile işbirliği yapmak istiyoruz” dedi.
The Washington Post‘a konulan eski Ukrayna Enerji Bakan Yardımcısı Aleksey Ryabçin, ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna’daki nükleer santrallerin kontrolüne ilişkin önerisinin Kiev’de şaşkınlıkla karşılandığını söyledi. Ryabçin’e göre, nükleer enerji tesisleri, ABD ile Ukrayna arasındaki kaynak anlaşması kapsamında daha önce gündeme gelmemişti.
The Washington Post‘un haberine göre, nükleer enerji tesisleri ABD ile Ukrayna arasındaki kaynak anlaşması bağlamında daha önce hiç görüşülmemişti.
Bu nedenle, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’daki nükleer santrallerin kontrolüne ilişkin teklifi Kiev’de pek çok kişiyi hazırlıksız yakaladı.
Gazeteye konuşan Ukrayna’nın eski Enerji Bakan Yardımcısı Aleksey Ryabçin, Zaporijya nükleer santralinin geleceğine ilişkin konunun müzakerelerde kilit öneme sahip olacağını belirtti.
Ryabçinı, bunun sadece Ukrayna için değil, Avrupa Birliği için de önemli olduğunu vurguladı.
Ryabçin, Ukrayna’nın geçmişte Avrupa Birliği’ne büyük miktarda elektrik enerjisi sattığını da sözlerine ekledi.
Dİğer yandan gazete, ABD’nin Zaporijya nükleer santrali üzerindeki kontrolünün teoride Ukrayna’ya fayda sağlayabileceğini, zira bunun ülkedeki bazı enerji sorunlarını hafifletebileceğini belirtiyor.
The New York Times, 20 Mart’ta Ukraynalı nükleer enerji uzmanlarının, Trump’ın Zaporijya nükleer santralinin kontrolünü geçici olarak ABD’ye devretme planına şüpheyle yaklaştığını yazmıştı.
Uzmanlar, Ukrayna yasalarına göre santrallerin özelleştirilemeyeceğini iddia etmişlerdi.
19 Mart’ta Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti.
İki lider, elektrik tedariki ve nükleer santrallerle ilgili konuları ele aldı. Ukrayna Devlet Başkanı, ABD’den ilave hava savunma sistemleri talep etti.
Trump, ABD’nin Ukrayna’daki nükleer santrallere sahip olması durumunda, altyapıyı daha iyi koruyabileceğini belirtti.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yıllık raporuna göre, 2024 yılında dünya genelindeki devlet ve şirket tahvillerinden kaynaklanan toplam borç 100 trilyon doları aştı. Raporda, 2025 yılında borçlanma ve ödenmemiş borç miktarının artmaya devam edeceği öngörülüyor. OECD ülkelerinde devlet tahvili ihracının 17 trilyon dolara ulaşması ve toplam devlet borcunun 59 trilyon dolara yükselmesi bekleniyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yıllık raporuna göre, dünya genelindeki devlet ve şirket tahvillerinin toplam değeri 2024 yılında 100 trilyon doları aştı.
Geçtiğimiz yıl, devletler ve şirketler borç piyasalarından yaklaşık 25 trilyon dolar borçlandı. Bu rakam, pandemi öncesi döneme kıyasla 10 trilyon dolar, 2007 yılındaki borçlanma hacmine kıyasla ise üç kat daha fazla.
OECD’nin 38 üye ülkesindeki borçlanmanın yüzde 85’inden fazlası, en büyük beş borçlu ülke olan ABD, Japonya, Fransa, İtalya ve İngiltere tarafından gerçekleştirildi.
Toplam borcun üçte ikisinden fazlası ise yalnızca ABD’ye ait.
Raporda yer alan tahminler, 2025 yılında hem borçlanma miktarının hem de ödenmemiş borçların artmaya devam edeceğini gösteriyor.
OECD ülkelerinde devlet tahvili ihracının rekor bir seviye olan 17 trilyon dolara ulaşması, bu ülkelerin toplam devlet borcunun ise yaklaşık 59 trilyon dolara yükselmesi bekleniyor.
Raporda, pandemi döneminde alınan borçların önemli bir kısmının önümüzdeki iki yıl içinde daha yüksek faiz oranlarıyla yeniden finanse edilmesi gerekeceği ve bununla ilgili endişeler olduğu belirtiliyor.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekim 2024’te küresel devlet borcunun 100 trilyon doları aşacağını öngörmüştü.
2030 yılına kadar küresel devlet borcunun GSYİH’nin yüzde 100’üne ulaşması bekleniyor.
Özellikle Brezilya, Fransa, İtalya, Güney Afrika, İngiltere ve ABD’de borçluluk oranının artacağı tahmin ediliyor.