Söyleşi
‘Ukrayna savunmaya geçip, müzakere masasını denemeye çalışmalı’

ABD dış politikasında etkili kuruluşlardan biri olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) kıdemli araştırmacısı Charles Kupchan Harici’ye değerlendirmelerde bulundu. Ukrayna’nın taarruzunun umulduğu kadar başarılı olmadığını belirten Kupchan, bundan sonrası için Kiev’in hücumdan savunmaya geçip sahip olduklarını korumaya ve yeniden inşa etmeye odaklanmasının ve müzakere masasını denemeye çalışmasının “akıllıca” olacağını söyledi.
CFR’de kıdemli araştırmacı ve Georgetown Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Charles Kupchan, 2014-2017 yılları arasında Barack Obama yönetiminde başkanın özel asistanı ve Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) kadrosunda Avrupa işlerinden sorumlu kıdemli direktör olarak görev yaptı. Kupchan ayrıca Bill Clinton döneminde de NSC’de Avrupa işlerinden sorumlu direktör olarak görev yapmıştı.
ABD dış politikasında deneyimli isimlerden biri olan Kupchan, üçüncü yılına giren Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD başkanlık seçimleri ve Gazze çatışmasına ilişkin sorularımızı yanıtladı.
‘Savaşta bir dönüm noktasına ulaştık’
Avrupa’da Ukrayna konusunda ‘savaş yorgunluğu’ başladı. The Economist “Batılı müttefiklerin kararsızlığı, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı kazanma olasılığını güçlendiriyor” diye yazdı. Biden yönetiminin Avrupa’yı Ukrayna üzerinden konsolidasyon çabaları başarısız mı oluyor?
Biden yönetiminin çabalarının zaten Rusya’yı kesin bir yenilgiye uğratmayı başardığını düşünüyorum, çünkü Rusya bu savaşı Ukrayna’yı devirmek, ülkeyi tekrar Rusya’nın nüfuz alanına çekmek için başlattı. Ve Ukraynalılar bu çabayı boşa çıkardı. Ve şu anda Ukrayna’nın yüzde 82’si Kiev’in kontrolü altında, Rusya’nın nüfuz alanına girmeye kesinlikle karşı çıkıyor. Bu yüzden şu ana kadar okuduğumuz hikayenin Batı ve Ukrayna’nın başarılarından biri olduğunu düşünüyorum. Savaşta bir dönüm noktasına ulaştık mı? Evet. Neden? Çünkü Ukrayna’nın taarruzu, umduğu kadar toprak almayı başaramadı. Sonuç olarak, bundan sonra ne olacağını sormak gerekiyor. Ukrayna hücumdan savunmaya geçip sahip olduklarını korumaya ve yeniden inşa etmeye odaklanmak ve ardından toprağın geri kalanını geri almak için müzakere masasını denemeye çalışmalı mı? Buna cevabım “evet”. Bu akıllıca bir strateji olurdu.
‘Putin ABD seçimlerini bekliyor’
Richard Haas ile birlikte Ukrayna’da başarının yeniden tanımlanması ve yeni bir strateji belirlenmesi gerektiğini kaleme aldınız. Hala Ukrayna’nın savaşı kazanma ihtimalini görüyor musunuz? Sizce Rusya ile masaya oturmanın zamanı geldi mi? Eğer öyleyse, hangi koşullar altında?
Eğer kazanmak diğer tarafın ordusunu yenmek anlamına geliyorsa her iki tarafın da kazanacağını düşünmüyorum. Ukrayna çoğunlukla Rusya’yı yenecek ve onları Ukrayna topraklarından çıkaracak insan gücüne veya askerî güce sahip değil. Rusya’nın Kiev’i ele geçirme ve Ukrayna’yı işgal etme kapasitesi yok. Ve bu böylece bir askerî çıkmaz. Bu koşullar altında, en olası sonuç yeni bir donmuş çatışmadır; her iki tarafın da daha fazla toprak kazanamadığı ve nispeten statik bir cephe hattı olan, yıllarca süren bir tür düşük düzeyli mücadele. Bir noktada Ukrayna ve Rusya’nın müzakere masasında buluşmasını bekliyorum. Şimdi o noktada mıyız? Kısmen Rusların diplomasiye hazır olduğuna dair hiçbir işaret olmaması nedeniyle, hayır. Zelenski şu ana kadar savaşmaya devam etme niyetinde olduğunu belirtti. Henüz diplomasiye yönelmeye hazır değil ama er ya da geç o noktaya geleceğimizi düşünüyorum. Ve rol oynayan faktörlerden birinin de Putin’in ABD seçimlerini beklemesi olabileceğini tahmin ediyorum.
‘Ukrayna, Batı’nın Rusya’yı zayıflatmasının düşük maliyetli bir yolu’
Size seçimleri soracağım ama burada İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron’ın söylediklerini hatırlayalım: “Savunma bütçenizin yüzde 10’unu fazladan harcıyorsunuz ve Ukraynalıların cesaretiyle Rusya’nın savaş öncesi varlığının, savunma teçhizatı ve insan gücünün yüzde 50’sini yok ediyorsunuz, Amerikalılar ve İngilizler hayatlarını kaybetmeden… Bu büyük bir yatırım.” Bu açıklamayı yorumlayabilir misiniz?
Bence Cameron’ın burada demek istediği, Rusya’nın zayıfladığı ve Rusya’nın Ukrayna’daki savaşın bir sonucu olarak askerî kapasitesinde ciddi bir gerileme yaşadığıdır. Ve birincil olarak “Ukrayna’nın kendisini savunmasına yardım etmeliyiz” diyerek İngiliz seçmenleri, Amerikalı seçmenleri veya diğer Batılı seçmenleri Ukrayna’yı desteklemeye devam etmeye ikna etmeye çalışıyor. “Bu, Batı’nın geleceği için bir savaştır.” Ancak Batı’nın Rusya’yı zayıflatmasının nispeten düşük maliyetli bir yol olduğunu da söylüyor. Çünkü bu, Ukrayna’ya yapılan göreceli yardım, Batı’nın savunma harcamalarının küçük bir kısmını temsil ediyor ve Ukraynalılar, bu savaşta savaşacak kadar cesur askerlerini kaybeden taraf oluyor.
Bu, savaşın vekalet olduğunun itirafı değil mi? Batı aslında Rusya ile savaşmak istiyor ama yapmıyor. Bunun yerine Ukraynalıların kendileri adına savaşmasına izin verdiler.
Bu, Rusya’nın komşusunu işgal etmesi göz önüne alındığında bir vekalet savaşı değil. Rusya uluslararası hukuku ihlal etti. Batı Rusya’yla savaşmak isteseydi Rusya’yla savaşırdı. Rusya ile savaşmak istemeyen Batı, bu savaşın büyümesini engellemek için elinden geleni yaptı. Biden, çok önceleri “ABD askerine hayır, uçuşa yasak bölgeye hayır, Ukraynalılara Rus topraklarını vurmaları için silah vermeyeceğiz” dedi. Batı’nın Rusya ile bir savaştan kaçınma konusunda oldukça kararlı olduğunu düşünüyorum. Ancak Cameron basitçe bunun Batı’nın genel olarak avantajına işleyen bir çatışma olduğunu çünkü Batılı bir düşman olan Rusya’yı zayıflattığını söylüyor.
‘Yaptırımlar Rusya ekonomisini boğamadı’
Yaptırımlar Rus ekonomisine istenilen ölçüde zarar vermezken, Rusya enerjide yeni pazarlar buldu. Batı uluslararası düzende nüfuzunu ve gücünü kaybetmeye mi başladı?
İki nokta var. Birincisi, küreselleşmiş ve birbirine bağımlı bir dünyada yaşıyoruz. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, Rusya’nın Batı ile ekonomik bağlantılarını önemli ölçüde azaltmayı başardı. Ama Çin’e, Hindistan’a, Orta Asya’ya, Türkiye’ye başka güzergahlar inşa ettiler ve sonuç olarak yaptırımlar ekonomiyi gerçekten boğmadı. Büyük resimde Batı, sahip olmak istediği nüfuzu kayıp mı ediyor? Evet. Bunun nedeni küresel güç dağılımının değişmesidir. Batı, önceden küresel GSYİH’nın yüzde 85’ini ya da daha fazlasını temsil ediyordu. Artık öyle değil. Ayrıca özellikle küresel güneyde Türkiye’de, Hindistan’da, Brezilya’da, Suudi Arabistan’da, Endonezya’da yeni bir yönelim gördüğümüzü düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyanın beşten büyük olduğunu söylüyor.
Rusya da buna katılıyor. Siz buna katılıyor musun?
Evet. BM Güvenlik Konseyi’nin geçerliliği kalmadı. 1945 yılının dünyasını yansıtan bir konsey. Günümüz dünyasını doğru yansıtan küresel yönetişim kurumlarına ihtiyacımız var.
Gelelim ABD başkanlık seçimlerine, özellikle Ukrayna ve İsrail konusunda eleştirilen Biden’ın yeniden seçilme şansının azaldığı, hatta yargı organları tarafından engellenmediği takdirde Trump’ın yeniden seçilebileceği söyleniyor. Tahminleriniz neler? Mevcut küresel durum ABD seçimlerini nasıl etkileyecek? ‘Önce Amerika’ politikası geri dönecek mi? Trump seçilirse ABD’nin uluslararası toplumdaki konumunda ve ilişkilerinde ne gibi değişiklikler olacak?
Trump’ın kazanması düşünülebilir mi? Evet. Son kamuoyu araştırmaları onun Biden’ın biraz ilerisinde olduğunu gösteriyor. Ancak seçim sonuçlarını kürtaj ve benzeri konularda oy kullanan merkezci seçmenler belirliyor. Bunu kimin kazanacağını belirleyecek temel risklere bakarsanız, çekişmeli bir durum; yeterli sayıda merkezci seçmenin, özellikle de Cumhuriyetçilerin kürtaj konusundaki tutumundan endişe duyan ve Trump’ın istikrarsızlığından endişe duyan kadınların Biden’a oy verme ihtimalinin fazlasıyla yüksek olduğunu düşünüyorum.
‘Biden’ın önündeki en büyük engel pahalılık’
Seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir tartışma daha var. Filistin’i destekleyen, Biden’ın İsrail’e sonsuz desteğini eleştiren Müslümanların, Arapların, göçmenlerin, Latinlerin tutumu… Bu açıdan bakıldığında da Biden’ın yeniden seçilmesinin sallantıda olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Biden, kısmen yaşı nedeniyle kamuoyu yoklamalarında yüzde 40-42 arasında sıkışıp kalıyor. Biden’ın popülaritesinin önündeki en büyük engelin yaşam pahalılığı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü enflasyon düşmeye başladı ama fiyatlar hâlâ çok yüksek. Amerikalılar bunu her gün hissediyorlar. Gazze’deki savaş, Biden’a faydasından çok zarar verecek mi? Muhtemelen. Bazı seçmenleri ise İsrail’in sadık bir destekçisi oldukları için ikna edecek. Ama böyle olduğu için de diğerlerinin oyunu kaybedecek. Michigan gibi büyük bir Müslüman nüfusa sahip bir yerde bu bir fark yaratabilir ve bunun nedeni, Michigan’ı kazanan kişinin bunu genellikle az sayıda oyla kazanması. Bu çekişmeli bir seçim durumu. Michigan’daki Arap-Amerikan topluluğu Biden’ı destekleyip Trump’a oy vermeyeceklerine karar verirse… Genç ilerici seçmenlere gelince, evet, onlar Biden’ın İsrail ile Hamas arasındaki savaşa ilişkin tutumunu desteklemiyor. Öte yandan oy vermezlerse Trump’a yardım etmiş olacaklarını biliyorlar. Ve bu yüzden Trump destekçisi olmayacaklar.
İsrail’e desteğine gelince, eğer bir seçmen Biden yönetimine bu konuda eleştirel yaklaşıyorsa Trump, Biden’ın daha iyi bir versiyonu değil ki. Öyle değil mi?
Hayır. Birçok Arap Amerikalı için Trump daha kötü. Elçiliği Kudüs’e taşıyan oydu. Trump, Filistin yanlısı olduğu için ona oy vermeyecekler. Soru şu, ya oy vermezlerse? Cevap şu ki bazıları oy kullanmayacak. Ama akıllılar ve bunu düşünüyorlar, eğer oy vermezlerse Trump’ın başkan olabileceğini anlayacaklar. İstedikleri bu değil.
‘İsrail ve ABD’nin Gazze tutumu uzun vadede yine yakınlaşacak’
İsrail’in Hamas saldırısına karşılık olarak dar hedefler yerine Gazze’nin tamamını hedef alması ve sivil katliamları, tüm dünyanın tepkisini çekiyor. Biden yönetimi, yeniden canlanan Filistin Yönetimi’nin savaş sonrası Gazze’yi yönetmesini istiyor ancak İsrail bunu kabul etmeyecek. Netanyahu, “Savaştan sonra Gazze, İsrail’in sorumluluğu altında askerden arındırılmalıdır” dedi. ABD ile bu anlaşmazlık hesaplaşmaya dönüşecek mi? Gazze’de ne olacak?
Uzun vadede İsrail’in tutumu ile ABD’nin tutumunun yakınlaşacağını düşünüyorum. Kısa vadede fikir ayrılıkları yaşanıyor. ABD İsrail’i sivil kayıplarını sınırlamak için daha fazlasını yapmaya zorluyor, İsrail’i daha fazla insani yardım almaya zorluyor, İsrail’i savaş hedeflerini netleştirmeye zorluyor; bu anlamda Washington’daki pek çok kişi Hamas’ı yok etmenin mümkün olup olmadığını sorguluyor ve sonuç olarak özellikle Hamas liderliğine veya Hamas’ın silah depolarına odaklanmak mantıklı. İsrail’in bu kadar çok yıkıma ve ölüme yol açma konusunda dikkatli olması gerekiyor zira durumu eskisinden çok daha kötü olabilir. Şu anda temel görüş farklılığı; bugün veya yarın ne olacağı, bu savaşın ne kadar süreceği, İsrail’in başarılı bir sonuca varmak için ne yapması gerektiği konusunda yaşanıyor. Uzun vadede İsrail’in Gazze’yi işgal etme niyetinde olduğunu düşünmüyorum. İsrail’in güvenlik ve sınırlar üzerindeki kontrolünü elinde tutmaya çalışacağını ve tünellere yeniden daha fazla silah akmasını önleyeceğini düşünüyorum. Benim en iyi tahminim, ileriye giden yolun, belki BM aracılığıyla uluslararası yardımın yanı sıra Filistin Yönetimi’nin Gazze’de kontrol kurmasına kademeli olarak yardım edilmesinin birleşimi olduğudur.
Türkiye’nin İsrail ile Filistin arasında garantör olma girişimi hakkında yorumlarınız var mı? İşe yarar mı?
Hayır. (Gülüyor). Türkiye’nin arabuluculuk yapmasına yardımcı olabileceği, yeniden yapılanma sürecine dahil olması gerektiği konusunda Türkiye’nin önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Ama Türkiye’nin arabulucu olacağı düşüncesinin gerçekçi olmadığını sanıyorum. Sorunun ABD, Katar, Mısır ve diğer oyuncularla birlikte olan kısmı için evet…
Kim arabulucu olabilir?
Belirleyici rolü olan bir ülke olduğunu düşünmüyorum. ABD’nin kısmen Hamas’la temas kurmaması nedeniyle esas olarak Katar’a ve diğerlerine bel bağladığını gördük, dolayısıyla ABD’nin İsrail’deki nüfuzu ve bölgedeki daha geniş nüfuzu dikkate alındığında bu gerçekten çok taraflılık gerektiren bir durum. ABD’nin en önemli aktör olduğunu söyleyebilirim. Ama bu savaşı bitirmek ve yeniden inşa etmek için Türkiye, Katar, Mısır ve Suudi Arabistan’la ortaklık yapması gerekecek.
ABD’nin Filistinlilere sempati duyan başka bir partnere ihtiyacı var çünkü ABD yalnızca İsrail’in yanında duruyor. Demek istediğiniz bu mu?
Hayır. Bu savaşı sonuçlandırmak ve özellikle yeniden inşa etmek için geniş bir uluslararası çaba gerekeceğini düşünüyorum. Bunun için benzer düşüncelere sahip ülkelerin bir araya gelmesi gerekecek. Bunun, İsrail-Filistin sorununu artık gölgede bırakamayacağı, iki devletli çözümün tekrar ön plana ve merkeze gelmesi gerektiğine dair ABD’ye bir uyandırma çağrısı görevi görmesi gereken bir savaş olduğunu düşünüyorum. Bu sorun etrafındaki tüm tarafları zorlamamız gerekiyor.
Söyleşi
İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı

12 gün süren İsrail-İran savaşı, şimdilik ABD Başkanı Donald Trump’ın dahliyle ateşkesle sonuçlanmış gibi görünse de, bölgede gerilim devam ediyor. Bu kısa süreli çatışma ardında pek çok soru işareti bıraktı. Savaş hakikatten bitti mi? Kazanan kim kaybeden kim? İran’ın nükleer tesisleri gerçekten yok oldu mu? Pek çok soru hala tartışılıyor. Bunlardan bazılarını, emekli Tuğamiral ve İstanbul Kent Üniversitesi Öğr. Gör. Dr. Alaettin Sevim’e sorduk.
İsrail-İran savaşına 10. günde müdahil olan ABD, 12. günde de “tamam bu kadar yeter savaş bitti” dedi. ABD’nin bu çatışmaya hızla girip hızla çıkmaya çalışması ne anlama geliyor? Yoksa bu da Trump’ın diplomasi masasında yaptığı gibi taktik bir manevra veya şaşırtmaca mı?
Kanaatimce Amerika, özellikle Başkan Trump zaten bu savaşa çok fazla taraftar değildi. Müdahil olmak istemedi, ancak buna mecbur kaldı. Sonuç olarak Amerika’nın teknolojik gelişmişliği ve dünya politikasındaki ağırlığına orantılı bir şekilde bir taarruz yapıldı. Ancak gerek bu saldırılan nükleer tesislerin 2 gün önceden boşaltılmaya başlaması ve bu boşaltılma kaydedildiği halde, tespit edildiği halde buradaki boşaltmaya destek veren, boşaltmayı yapan, tahliyeyi yapan unsurların herhangi bir taarruza maruz kalmamış olmasına dair kanaatim bunun önceden haber verilmiş, bu nedenle de etkisi minimize edilmiş bir taarruz olduğu yönündedir. Benzer şekilde İran’ın da Amerika’ya verdiği cevapta yine Katar’daki hava üstüne yapılan taarruzda önceden haber verilmiş olması, boşaltılmış üstlere yapılan bu taarruzun da yine kararlaştırılmış ve birlikte onay verilmiş bir taarruz olduğu ortaya çıkıyor diye değerlendiriyorum. Dolayısıyla Amerika’nın bu savaşı istemediğini, özellikle başkan Trump’ın bunu istemediğini, kısıtlı bir müdahale yapıldığını ve bu müdahale sonucunda da yine kısıtlı ve önceden planlanmış bir cevap verildiğini ve savaşın şu an için ateşkesle sonuçlandırıldığını düşünüyorum.
Bu çatışmanın sonlandığını ve İsrail-İran arasındaki ateşkesin kalıcı olabileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa taraflar bir sonraki çatışma için birbirlerinin ağırlıklarını mı tartmış oldu?
Bence, bir müddet devam edecek. Burada asıl belirleyici olan İran’ın nükleer programına devam edip etmeyeceği ve de İsrail’de de Netanyahu’nun başının ne kadar sıkışmış olabileceği, ne kadar daha fazla iç politikada sıkışabileceği. Bunlar önemli hususlar. Bu savaşın çıkmasında da temel nedenlerin bunlar olduğunu düşünüyorum. Eğer ki bu konularda bir yumuşama sağlanırsa ateşkes en azından bir süre daha devam edecektir diye değerlendiriyorum.
Çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşme riskinden hep bahsedildi. Bu yönüyle Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması gibi bir senaryo da dillendirildi. Siz böyle bir risk görüyor musunuz? Yoksa Hürmüz’ün kapanmasıyla ilgili riskin şimdilik geçtiğini mi düşünüyorsunuz?
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması, İran’ın çok zorda kalması ve artık başka bir çaresinin kalmadığı bir durumda söz konusu olabilir. Neler olabilir? Örneğin İran’ın petrol tesislerinin vurulması, İran’ın da petrol ihraç etme imkanlarının azalması, rejimin tehlikeye düşmesi, İran hükümetinin tehlikeye düşmesi, isyanların başlaması ve İran’ın başka çaresinin kalmaması durumunda Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması söz konusu olabilir. Aksi takdirde bu İran’ın kendi ayağına ateş etmesi olacaktır. Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla beraber İran’ın da ticareti etkilenecektir. Özellikle Çin’e yaptığı petrol ürünleri sevkiyatının engelleneceği ortadadır. Bu da İran’ın ve müttefiklerinin istemeyeceği bir şeydir. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasının, savaşın çok ilerlemesi ve İran’ın artık başka çaresinin kalmadığı bir durumda her şeyi göze alabileceği bir noktada söz konusu olabileceğini değerlendiriyorum. Yakın bir zamanda bunu mümkün görmüyorum.
İsrail-İran çatışmasında hava güçleri ve füze yetenekleri konuşuldu. Ancak Hürmüz’den Kızıldeniz’e önemli deniz ticaret yolları da diken üstündeydi. Bölgede donanmaların sahneye çıkacağı gerilimler tetiklenmiş olabilir mi?
Evet, günümüzün savaşlarının en önemli özelliği hava gücünün muhakkak olması. Hava gücüyle bir savaşı sonlandıramazsınız ama hava gücü olmadığı takdirde bir savaşı muhakkak kaybedersiniz. Hedefleriniz doğrultusunda hava gücünüzü ve düşman hava güçlerine karşı salınma kabiliyetlerinizi geliştirmek gerektiği ortaya çıktı.
Bölgede donanmalar ise zaten sahnede. Her zaman için bölgede donanmalar varlıkları son dönemde mevcut oldu. Halen de mevcut. Krizin büyümesine bağlı olarak bölgedeki donanma varlığının artması söz konusu olabilir. Örnek olarak en son Amerikan taarruzunda denizaltılardan atılan cruze füzeler kullanıldı. Dolayısıyla Amerika’nın ve diğer devletlerin görünür ve görünmez bir donanma varlığının her zaman bölgede mevcut olduğunu ve krizin gelişmesine bağlı olarak bu miktarın donanma varlığının artıp azalabileceğini devamlı olarak göz önünde bulundurmak lazım. Ama her zaman bölgedeki üsler vasıtasıyla görünür ve görünmez denizaltılar gibi görünmez unsurlarla da olsa bölgede donanma varlıkları devam edecektir.
ABD’nin ve İsrail’in bu müdahaleleri Çin ve Moskova tarafından sizce nasıl izlendi. Bu iki başkentin, hem ABD ile karşı karşıya gelmemek hem de müttefikini korumak gibi bir ikileme düştüğü söylenebilir mi?
Göründüğü üzere burada Rusya’nın belli oranda Amerika’nın müdahalesini sınırlandırmak üzere bir çabası olabilir. Özellikle Rusya’nın son dönemde yaptığı açıklamalar dikkati çekti. Örnek olarak İsrail’e çok uzun süreler boyunca İran’ın herhangi bir silah geliştirme kapasitesinin, nükleer silah geliştirme kapasitesinin olmadığını bildirdiklerini belirttiler. Daha sonra da Putin ABD müdahalesinin bölgedeki barışı ve hatta dünya barışını etkileyeceğini açıklaması da dikkat çekici oldu. Çin’in en azından bizim önümüze gelen demeçleri Rusya’ya göre daha düşük yoğunlukta kaldı. Ama İran’ın önemli bir müttefiki olarak Çin’in de demeçler seviyesinde ya da kamuoyundaki açıklamalarıyla yapılan destek seviyesinde İran’ın yanında yer aldığını görüyoruz. Burada ben özellikle Rusya’nın kapalı kapılar ardında Amerika’yı ikna çabaları olmuş olabileceğini değerlendiriyorum.
Sonuç olarak bu kriz İsrail’in İran’ın altyapısına ve nükleer kapasitesine verdiği hasarla İsrail’in avantaj sağladığını ama İran’ın da bu savaşı kaybetmeyerek kazandığını değerlendiriyorum. Özellikle de İran‘ın İsrail’e cevap verme kapasitesinin, reaksiyon gösterme kapasitesinin düşük hesaplandığını ve bu kadar uzun süre füzelerle de olsa uzak mesafeden de olsa cevap verebileceğinin değerlendirilmediğini ve burada hata yapıldığını düşünüyorum. Bu nedenle İran da bu savaşı kaybetmeyerek kanaatimce kazanan sayıldı.
Söyleşi
E. Koramiral Kadir Sağdıç: ‘Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar’

E. Koramiral Kadir Sağdıç, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında deniz güvenliğini ve işbirliğini artırmak amacıyla kurulan çok uluslu bir deniz kuvveti oluşumu BLACKSEAFOR’un (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) Planlama Grubu Başkanlığı’nı yürütmüş, 2009’da Güney Deniz Saha Komutanı olarak Ege ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz güvenliğini yöneten donanma komutanlığı görevini icra etmiştir. Kadir Sağdıç’a Hürmüz Boğazı’yla ilgili gelişmeleri ve olası senaryoları sorduk: “Hürmüz’ü kapatmak ABD-İsrail’e yarar.”
‘Uluslararası hukuk açısından mümkün değil’
Hürmüz’ü kapatmak üzerine bir senaryo krizin hangi aşamasında devreye alınabilir? Hürmüz Boğazı’nın hukuki statüsü nedir? İran donanmasının bugüne kadar bu senaryo üzerine yaptığı tatbikat ve simülasyonlar nelerdir?
Hürmüz Boğazı, Cebelitarık Boğazı gibi ya da Baltık geçitleri gibi uluslararası bir su yolu ve çok da dar değil. Aslında en dar yeri 30 kilometre. Bizim Türk Boğazları gibi değil, mesela İstanbul Boğazı 700 metre. Bu 40 misli daha geniş bir yer ve karşılıklı sahillerde farklı ülkeler var. Umman var, İran var, Birleşik Arap Emirlikleri’ne kıyıdaş, aynı zamanda Katar’a kıyıdaş. Böyle kıyıdaş olan tarafların çok sayıda ülkenin aynı bölgede olduğu yerde bir Hürmüz’ü kapatmak uluslararası hukuk açısından mümkün değil.
Türk Boğazlarının özel statüsü var. Gerek Çanakkale Boğazı gerek İstanbul Boğazı çok dar ve her iki kıyısı da Türkiye Cumhuriyeti’nin kıyıları. Her ne kadar Karadeniz uluslararası su ise de 140 mil ve 300 mil gibi geniş alanlar var. Karasuları 12 mil olduğuna göre iki ülkenin sahilleri, iki ülkenin karasuları denizi kapatmıyor. Ama Türk Boğazları dediğimiz Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’nda tüm sahiller ve içerideki su Türkiye’nin. Dolayısıyla Montrö Sözleşmesiyle Türk Boğazları’nın özel statüsü var. Ama Hürmüz Boğazı’nın öyle bir özel statüsü yok. Böyle bir durumda evet geçmiş krizlerde İran-Irak Harbi’nde tanker trafiğine zarar verme anlamında İran inisiyatif kullanıp tanker vurdu. Ama orada riski kendisi üstleniyor onun vebalini kendisi ödemek durumunda. Uluslararası hukuka sığınarak bunu yapmıyor.
‘Çin’den gelecek gelirin önü kesilir’
Askeri literatürde durum muhakemesi deriz. Bir karar almadan önce o kararı bir testten geçiririz. Bu uygunluk, tatbik kabiliyeti ve kabul edilebilirlik dediğimiz üç test aşaması var. Mesela Hürmüz Boğazı’na bu açıdan bakalım. Eğer İran kapatmaya kalkarsa bu İran’a ne kazandırır? Hürmüz’ü kapatmak amacına hizmet eder mi? Ona bakmak lazım. Örneğin kapatabildiği takdirde dikkatleri ekonomiye çeker. Çünkü petrol ve doğalgaz maliyetleri yükseliyor. Dünya ekonomisinin sıkıntıdan geçtiği bir süreçte dünyanın dikkatini petrol üzerinden Hürmüz’e çekebilir. Bu da dikkat edin, beni kollayın, kriz sönümlensin, benim haklarımı gözetin. Dolayısıyla ben de boğazı kapatmayayım gibi mütevazi bir yarar sağlayabilir.
Ama petrol fiyatları ve doğal gaz fiyatları artarsa bundan spekülatörler yararlanır. Yani uzun vadede siz yararlanamazsınız. Sonunda kriz harbe de dönüşse harbin sonunda bu sönümlenecek. Dolayısıyla kalıcı petrol fiyatları artışı için OPEC ve benzeri kartellerin topluca karar alması lazım. Yani o bölgede arz sadece İran’la olmuyor. Başta Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi ülkeler olmak üzere petrol arzının birçok oyuncusu var. Dolayısıyla OPEC kalıcı karar almadığı sürece petrol fiyatları yüksek kalmaz. Kriz boyunca yükselir sonra da düşer. Kapatılacak boğazdan İran kendi arzını da dünya piyasasına sürüyor. Özellikle uzun süreli sözleşmeler yaptığı büyük bir alıcısı var Çin. Oradan da zararı olacaktır. Bu irade İran’a kazandırmayacak, kaybettirecek çünkü Çin’den gelecek gelirin önünü keser.
‘Hürmüz’ü kapatmak İran’ı hedef haline getirir’
Hürmüz boğazının kapatılması şeklindeki bir İran askeri uygulaması ABD’ye uluslararası hukuktan kaynaklanan “meşru” bir müdahale hakkı tanır mı? Ya da ABD bunu gerekçe göstererek uluslararası bir koalisyonla İran donanmasına saldırı için “meşru” bir gerekçe bulmuş sayılır mı?
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılmasının başka ne zararı olur? İran siyasi olarak hedef büyütür. Şu an muhatapları İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri iken bir anda boğaz kapatıldığında, buradan zarar gören çok sayıda ülke İran’ı hedefine alır ve siyasi tarafta büyük bir dengesizlik olur. Yani İsrail’e karşı siyasi yük çok artar. Gereksiz yere hedef büyütmüş olur, kendi satışları aksar. Hürmüz Boğazı’nı kapatacağım ama harbin sonunda ayakta kalırsam misliyle şu fiyattan şu kadardan arz gelecek, devam edecek, size satış yapacağım diye Çin’le şu an yapmış olduğu anlaşmanın revizyonunu yapması gerekir. Çin’le bu anlaşmayı perde arkasında revize etmeden, onları ikna etmeden Hürmüz Boğazı’nı kapatamaz.
Peki kapatılmasına karar verildi ama tatbik kabiliyeti var mı? Bunu yapabilir mi? Tatbik kabiliyetinden kasıt askeri gücünüzle elinizdeki olanaklarla, yani gemileriniz, insansız hava araçlarınız, uçaklarınız, kara bataryalarınız ateş gücü olarak o boğazdan geçen trafiği kapatmaya yetecek mi? İran girişimde bulunduğunda bu karşı unsurların yani isabet alacak olan gemilerin ülkeleri ki oradan bütün dünya ülkeleri geçiş yapıyorlar. Sadece arzı sağlayan kıyıdaş petrol üretici ülkeler değil, üçüncü tarafların gemisi de geçiyor. Dolayısıyla o gemiler zarar gördüğünde onların unsurları da öz savunma kapsamında askeri müdahaleye karşı onlar da güç kullanma aşamasına gelebilirler.
Zarar gören taraflar doğrudan hukuken İran unsurlarını hedef almayabilirler. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İran’ı üçüncü taraflara verdiği zarardan dolayı kınayıp önlemler alacaktır. Bu güç kullanmaya kadar gidebilir. Yani sadece kınamayla kalmayacak. Bir uluslararası koalisyon gücü, Birleşmiş Milletler kararları altında, Güvenlik Konseyi kararları altında İran’a muhtemelen müdahale edecektir. Bu da İsrail’in ve ABD’nin elini çok güçlendirir. Yani iki ülkeli müdahale yerine bir anda çok uluslu ve Birleşmiş Milletler’in aldığı karar altında İran’a karşı kuvvet kullanımını gerektirir ki o zaman Hürmüz Boğazı’nı kapatmanın tatbik kabiliyeti de pek yok gibi gözüküyor.
Tatbik kabiliyet de var, gücünüz de var, o gücü de askeri gücü kapatma yönünde kullanmaya kalktınız diyelim. Yok ama var diyelim. Peki, o kadar riske girmeye o kadar unsuru kaybetmeye siyasi yönden de kaybeden tarafta olmaya değer mi? İsrail ve ABD’nin İran’ı zorladığı bir aşamada bir anda dünyanın önemli bir kısmını karşısına alıp onların oluşturacağı koalisyon kuvvetlerinden zarar görüp ek güç kaybetmesine değer mi? Bu riski göğüsleyebilir mi? Bence hayır. Dolayısıyla Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması mantığını test ettiğimizde kapatılması bir kazanç getirmiyor. Ne tatbik kabiliyeti var, elindeki kuvvet dünyaya karşı onu kapatmaya yetmeyebilir; ne de riskinin kabul edilebilir bir durumu var. Dolayısıyla mantıklı davrandığı takdirde İran Hürmüz Boğazı’nı kapatmayacaktır diye değerlendiriyorum.
Diğer taraftan İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapanma teşebbüsü tabii ABD’ye doğrudan bir müdahale hakkı doğurmaz. ABD’nin bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları üzerinden değerlendirmesi gerekir. İran doğrudan ABD gemisini, Amerikan tankerini hedef alırsa tabii ki karşı taraf olarak ABD öz savunma yapar ve misliyle mükabele de edebilir. Ama İran’ın bunu nasıl uygulayacağını bilmiyoruz. Diğer taraftan böyle bir kararın alınmayacağını mantıken de değerlendirmiş oluyorum.
‘Kriz bölgesel kalacaktır’
Böyle bir senaryoya İran ve Çin donanmaları nasıl tepki verir? Dünya üzerindeki Malakka Boğazı gibi diğer kritik su yolları üzerinde askeri tansiyonu artırıcı bir etkisi olur mu? Hürmüz’deki bir çatışmanın Husiler üzerinden Kızıldeniz’e ve diğer kritik ticaret yollarına sıçraması riskini görüyor musunuz?
Hürmüz Boğazı bölgesindeki gerilim ve tırmanışın Çin donanmasına nasıl tepki vereceği konusu da gündemde sorgulanıyor. Çin bu aşamada kendi yakın çevresi Tayvan ve Çin denizinde farklı tepkiler verebilir. Orada bir kriz gelişirse askeri harekata geçebilir. Ama Körfez bölgesinde, Hürmüz Boğaz’ında Çin donanmasının bir harekata katılacağını ya da Çin’in inisiyatif üstlenip silahlı müdahalede bulunacağını hiç mümkün görmüyorum. Öyle bir olasılık yok. Şu aşamada Çin’in gördüğümüz kadarıyla uluslararası ilişkilerde öyle bir niyeti olmadığını değerlendiriyorum. Buralarda tansiyonun artması şu an İran’ın geçmişteki bir iki yıl içinde yanında gözüken Husiler üzerinde bir etkisi olacaktır. Belki de eğer İran teşebbüs ederse Hürmüz Boğazı’nda Husiler de Kızıldeniz’de benzeri eylemler yapabilirler. Hürmüz Boğazı’nda olası bir tırmanışın, Husilerin de hareketlerini artıracağını değerlendiriyorum. Kriz ve harp durumu devam ettiği sürece Kızıldeniz’de onlar da daha ileri düzeyde girişimlerde bulunabilirler.
Diğer kritik su yollarına, örneğin Malakka Boğazı’na bu aşamada bir müdahale olacağını beklemiyorum. Ama olaylar tırmanır da bloklaşır, Avrasya’ya karşı Okyanusya ülkeleri yani Heartland dediğimiz Avrasya kıtasını Çin’in, Rusya’nın, Türkiye’nin Avrupa’yla birlikte bulunduğu ana kıtalar grubuna okyanuslardan Büyük Okyanus, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu’ndan, çevreleyen başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avustralya ve Kanada’nın bulunduğu deniz ağırlıklı grubun müdahalesi söz konusu olduğunda (ki buna Kore ve Japonya’yı da dahil etmeliyiz), o zaman Endonezya, Malezya gibi ülkeler üzerinden Malakka Boğazı’nda da olası gerginlik mümkün olabilir. Ama bu topyekun krizin küresel çapa sıçraması demek. Bu da çok tehlikeli bir durum olur. O aşamaya geleceğini değerlendirmiyorum. Bu krizin bölgesel kalacağını değerlendiriyorum.
Uzmanlar Harici’ye değerlendirdi: Hürmüz’ün kapanma ihtimali ‘sıfır’
Diplomasi
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip

Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.
İsrail’in saldırıları sonrası Pekin ilk tepki olarak, “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, cuma günü yaptığı açıklamada, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.
Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.
Sözcü, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de, İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ve İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar ile telefon görüşmeleri yaptı. İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını kınayan Wang Yi, uluslararası toplumun İran nükleer meselesinin siyasi yollardan çözülmesi için çaba gösterdiği bir dönemde, bu saldırının “kesinlikle kabul edilemez” olduğunu söyledi. “Sorunların çözümü için diplomatik kanallara dönülmesi” çağrısı yaptı.
Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi İcra Direktörü, Doç. Dr. Yang Chen, Pekin’in İsrail-İran savaşına dair tutumunu, Çin akademisinin bakışını ve gelişmelerin Çin’in Orta Doğu politikasına etkisini Harici’ye değerlendirdi.
‘Pekin yapıcı rol oynamaya istekli’
Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian’ın açıklamalarını hatırlatan Yang Chen, Çin’in İsrail’in İran’a saldırısından derin endişe duyduğunu ve bu tür eylemlerin doğurabileceği ciddi sonuçlardan dolayı son derece kaygılı olduğunu belirtti. Çin’in, İran’ın egemenliğinin, güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesine karşı olduğunu söyleyen Yang, ayrıca çatışmaların tırmanmasına ve gerilimin artmasına da karşı olduğunu ifade etti.
Çin’in, ilgili tüm tarafları, bölgesel barış ve istikrarı teşvik etmeye yönelik daha fazla çaba göstermeye ve gerilimi daha fazla artırmaktan kaçınmaya çağırdığını ve durumun hafifletilmesini teşvik etmek için yapıcı bir rol oynamaya istekli olduğunu kaydetti.
‘İran renkli devrim tehdidiyle karşı karşıya’
Çinli akademisyenlerin bakış açısından ise, Orta Doğu’daki temel çelişkinin artık Suudi Arabistan ile İran arasındaki önceki çatışmadan İsrail ile İran arasındaki çatışmaya kaydığını ifade etti.
Trump’ın göreve başlamasından sonra, İsrail ile İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni”ni arasındaki kuşatma ve karşı-kuşatma mücadelesinin tırmanmaya devam ettiğini belirten Yang, “İsrail karşıtı birlik cephesi ile İran karşıtı birlik cephesi arasındaki mücadele şiddetlenecek” değerlendirmesini yaptı.
İran’ın büyük bir “renkli devrim” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, “Bu saldırıda, İran’ın sertlik yanlıları hedef alınıp ortadan kaldırıldı ve bu durum İran’ın etkisine ağır bir darbe vurdu. Eğer İran, İsrail saldırısına karşı kararlı bir şekilde misilleme yapmazsa, gelecekte daha tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalmasından ve bölgesel etkisinin ciddi şekilde zayıflamasından, hatta rejimin istikrarının bile tehlikeye girmesinden endişe edilmektedir” ifadelerini kullandı.
‘Çin İran’da istikrardan yana’
Çin’in Orta Doğu politikasının her zaman istikrar ve sürekliliğini koruduğunu ve dramatik değişikliklere rağmen temelden değişmeyeceğini söyleyen Yang, İran’ın Pekin için önemini ise şöyle anlattı: “İran, Çin için stratejik öneme sahip bir ülkedir. İran, Avrasya’nın merkezindedir, Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir merkezidir, Çin’in enerji kaynaklarının önemli bir kaynağıdır ve Orta Asya’daki istikrarın korunması ve Sincan’ın güvenliğinin sağlanması için önemli bir güvencedir”.
Bu sebeple Pekin’in, İran’ın istikrarlı kalmasını istediğini belirten Yang, “Çin, İran’ın ABD ve Batı tarafından baskı altına alınmasını istemez, ayrıca İran’ın ABD ve Batı’ya yönelmesini de istemez” değerlendirmesini yaptı.
İran’ın iç ve dış meselelerde büyük zorluklarla karşı karşıya olduğuna da dikkat çeken Yang, bu zorlukları şöyle sıraladı:
- Ekonomik durgunluk
“İlk olarak, İran’da ekonomik gelişme durgundur. 2024 yılında İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası 434,2 milyar dolardı (bu rakam Çin’in Şensi Eyaleti’nin ekonomik büyüklüğüne eşdeğerdir); bu rakam 2008’den 2017’ye kadar olan on yıllık dönemdeki seviyesine hâlâ ulaşmamış ve 2011’deki zirve değeri olan 625,4 milyar dolardan oldukça uzaktadır. Kişi başına düşen GSYİH yaklaşık 4500 dolardır (İsrail’in kişi başı GSYİH’sı olan 52.261 doların sadece 1/12’si kadardır); bu durum İran halkının memnuniyetsizliğine neden olmuştur. Ekonomik durgunluk, İran’ın “direniş ekseni”ne güçlü destek sağlamasını da engellemektedir.”
- Nükleer pazarlık
“İkinci olarak, İran’da siyasi değişimler yaşanmıştır ve ılımlı bir cumhurbaşkanı göreve gelmiştir. 30 Temmuz 2024’te İran’ın yeni cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan yemin ederek göreve başladı. Ilımlı bir cumhurbaşkanı olan Pezeşkiyan, 2024 Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılımı sırasında, ülkesinin uluslararası ilişkilerinde “yapıcı” bir sayfa açma umudunu dile getirdi ve İran’ın “nükleer programı konusunda Batı ile diyaloğa hazır olduğunu” vurguladı. Bu durum da İran’ın Batı ile müzakereye ve “İran nükleer anlaşması”nı yeniden müzakere etmeye niyetli olduğunu göstermektedir. Ancak “direniş ekseni”nin zayıflamasıyla birlikte İran’ın Batı’dan yaptırım muafiyeti elde etme konusundaki pazarlık gücü azalmıştır.”
- Ulusal güvenlik
“Üçüncü olarak, İran’daki iç güvenlik durumu endişe vericidir. Son yıllarda İsrail, İran’da art arda suikastlar düzenlemiştir; bu suikastlara İran’ın kıdemli nükleer fizikçisi Muhsin Fahrizade, İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani ve İran Devrim Muhafızları İstihbarat Yetkilisi Muhammed Akiki dahildir. Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da suikasta uğradı ve daha sonra bu olaydan İsrail resmi olarak sorumlu olduğunu kabul etti. Bu durum, İsrail ve ABD istihbarat teşkilatlarının İran’ın ulusal güvenlik sistemine tamamen sızdığını ve İran’da diledikleri gibi hareket edebildiklerini, istedikleri kişilere suikast düzenleyebildiklerini göstermektedir. İran’ın ulusal güvenliği, kendi cumhurbaşkanının, üst düzey askeri komutanlarının, önemli bilim insanlarının, üst düzey istihbarat yetkililerinin ve yabancı misafirlerin hayatlarını koruyamamıştır.”
İran’ın şu anda büyük zorluklarla karşı karşıya olduğunu vurgulayan Yang Chen, ancak buna rağmen Tahran’ın ayakta kalabilmesi için “büyük güçlerden ve zorluklardan korkmayan” bir tutum sergilemesi gerektiğini belirtti.
Yang’a göre İran, bölgesel etkisini kanıtlayabilirse ve kararlı şekilde Amerikan ve İsrail karşıtı tutumunu gösterebilirse, daha fazla dış destek elde edebilir.
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Dünya Basını1 hafta önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Görüş1 hafta önce
Büyülü Dağ’da yüzyıllık tartışma devam ediyor: Naphta mı Settembrini mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Avrupa2 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail ve İran Çatışmasına Büyük Tarih Perspektifiyle Bakmak
-
Avrupa2 hafta önce
Kitlesel tahliye planları: Baltık Bölgesi’nde savaş ve ‘kendini gerçekleştiren kehanet’
-
Görüş2 hafta önce
Modi’nin Güney Kıbrıs ziyareti ve ‘romantizmden arındırılmış’ Türkiye-Hindistan portresi